Prof. Dr. Sinsi
|
Sıcak Poğaçalar
Sıcak Poğaçalar - Şafak Yolcu
Dakikalardır parmağındaki alyansı çevirip duruyordu Hayalleri gerçekleşiyordu nihayet Kaldı ki bu günleri göreceğini hayal dahi edemezdi Eğer dünyada mucize denilen bir şey varsa o da buydu Altı yıldır süregelen bu ilişkiye en başından beri şahit olan eşi dostu bu nikâha hiç taraftar olmasa bile, o yolunu çoktan çizmişti On gün sonra resmiyet kazanacak bir yol  
Sanki onlar değildi defalarca hararetle tartışıp ayrılan ve her defasında ellerinin, gözlerinin tek sahibine delicesine koşup barışan  
'Gerçekten tuhaf' diye düşündü 'Nedir bizi ayrılmaz kılan şey? Neden bunca sarsıntıya rağmen birbirimizden kopamadık?'
Hayatının ilk sancılı birlikteliğiydi Daha önce okuduğu kitaplardan biliyordu sadece; insanın tüm duyularını felce uğratan, nerdeyse esarete varan ölçüde tutkulu, şiddetli iç kanamaların sıkça yaşandığı aşkların da var olduğunu Fakat okuduklarından çok daha öte bir şeydi bu yaşadığı Dünyada çok az insana nasip olabilecek bir uyum içindelerdi Uyumdan da öte; birbirlerine tıpkı hava, su gibi ihtiyaçları vardı Biri olmayınca diğeri de eksikti Buna rağmen birkaç haftalık mutluluğun ardından mutlaka, adamın
bitmek tükenmek bilmeyen kıskançlıklarının sebep olduğu şiddetli bir fırtına eser, ayrılmaya ve yalnızca dost kalmaya karar verirlerdi Birbirlerine her seferinde mutluluk dilerlerdi üstelik başka insanlarla, yeni
hayatlarda  
Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirirken, ilk kez yemeğe gittikleri günü anımsadı İş yerindeydi Öğle yemeği için sadece bir saati vardı Adam onu ofisin önünden arabasıyla almış, yakın sayılabilecek, nefis dağ ve deniz manzarası olan tepedeki bir restorana gitmişlerdi Kış mevsiminin başlangıcı olduğu için güneşin son günleriydi Tek yaptıkları ve akıllarında o güne dair kalacak olan tek anı; güneşin yer değiştirmesiyle birlikte, masayı gölgeden güneşe taşıyıp durmalarıydı Sürekli konuşuyorlardı Vaktin nasıl geçtiğinin farkında bile değillerdi Sanki ikisinin de yıllardır tek kelime edecek birileri olmamıştı Doğada yeni keşfedilmiş bir cevhere bakar gibi bakıyorlardı birbirlerine Güneşe rağmen saatlerdir süren bir yıldız sağanağı vardı ikisinin de saçlarında Bahçenin neredeyse her köşesini gezmiş olan masadan kalktıklarında vakit akşam üstünü geçmekteydi O an hissetmişti aslında bu öyküden sağ çıkması halinde ağır yaralı olacağını  
Sosyal çevresi hayli geniş, insan ilişkilerinde başarılı ve oldukça hassas ruhlu bir kadındı Kendisini bildi bileli çevresinden erkekler hiç eksik olmamıştı Fakat o, herkesi çizdiği dairenin dışında tutar, böylelikle izin verdiği ölçüde ve sadece izni olan insanları kendisine yaklaştırırdı Bunu adama anlatmak imkânsızdı elbette İstiyordu ki mümkünse kadın sadece onun gözlerine baksın, sadece onun için harcasın nefesini  Başarıyordu da bunu üstelik Kadın onu yitirmemek adına giderek küçülen dünyasında, adamın olmadığı zamanlarında süratle yalnızlaşıyordu Dostlarını birer birer terk etmeye başlamıştı Avuçlarındaki bu maviyi kimsenin kirletmesine izni yoktu Hem sevgi fedakârlık değil miydi? Üzerine düşeni o da yapmalıydı
Bütün bunlar olup biterken, adamın çapkınlıklarıyla ilgili kulağına gelen söylentilerle, ailesinin bu birlikteliğe koyduğu olumsuz tepkileriyle, adamın ayrıldığı eşinin ve yetişkin çocuklarının sürekli verdiği rahatsızlıklarla, birkaç cephede birden savaştığı olurdu sık sık Duyduğu asılsız dedikoduları ve gelen rahatsızlıkları adama yansıtmamaya çabalayıp, yüreğinde onun için yaktığı aşk ateşinde eritirdi olumsuz her ne varsa Çünkü onun için sevmek önce güvenmekti ve yeri geldiğinde susmak  Her ayrılık ertesinde daha da büyümüş, güçlenmiş bir alev topunun içinde bulurlardı kendilerini Adı her ne idi ise ilk kez yaşıyordu giderek büyüyen ve mantığını eritip bitiren bu yangını Söndürmeye ise gücü yetmiyordu
Evlendikten sonra büyünün bozulmasından korkmuyor değildi aslında Fakat bu ilişki nice sağanaklar görmüştü, nice boranlara birlikte
direnmişlerdi Oysa direnen hep kendisi olmuştu Çünkü artık 'ben' yerine 'biz' demeyi çok istiyordu Kendi başarılarını bile ikisine mal ediyordu Ona göre başarı da, başarısızlık da iki kişinindi Kendisini bile bile kandırıyordu çoğu zaman Çünkü buna inanmaya çok ihtiyacı vardı Zaten inanmadan başarı olamazdı ki  
Akşam erkenden yattı Sabah dokuzda gelinlik provasına gitmesi gerekiyordu Öğlen adamla buluşup yemek yiyeceklerdi Üstelik sadece yarın da değil, bu on gün içinde ajandasında yazılı olan her detayı günü gününe takip etmeleri gerekliydi Çok şükür, zor olanları bitirmişlerdi Davetiyelerin kapağında kullanılan ve parmaklarında alyans olan bir çift el ikisinin elleriydi Gerçek bir resim kullanmışlardı Bu ilginç önerisini adam da çok sevmişti Elbette bu da ikisinin ortak fikri olmuştu bile çoktan Vücudunu uykuya teslim etmeden önce adamın gözlerini çağırdı
düşüncelerinden Onun gözleriyle uykuya dalıp,dokunuşlarıyla sabahı kucaklayacağı günlere on gün kalmıştı şunun şurasında Yine de özlemle sızladı içi Tüm bu düşüncelerin kucağında deliksiz bir uykuya daldı
Saat çalmadan kendiliğinden uyandı Ne de olsa hayatının en tatlı telaşlarıydı bunlar Yaşamın bir saniyesini bile kaçırmak istemiyordu artık Aynada pastel renkli rujunu sürerken ne kadar güzelleştiğini fark etti Sırılsıklam âşıktı Bugün başına ne gelirse gelsin, gülümsemeye kararlıydı Yoğun geçeceği belli olan, temmuz sıcağının kasıp kavurduğu yeni bir güne daha başlamadan önce, sabahın ilk merhabasını onun için zikretmek istiyordu Yüzüne dokunmalı, tenini hissetmeliydi Onu geceden sabaha özlemişti bile  Hem bu sabah ziyareti, adama da güzel bir sürpriz olacaktı Köşe başındaki fırından almak için sabırsızlandığı sıcacık poğaçalar onsuz boğazından geçmeyecekti Şimdi yanında bir de mis gibi demli çay içerlerdi evin denize bakan balkonunda Zaten onunla yaptığı en basit şeyler bile öyle özel, öyle güzeldi ki  Denize koşan coşkulu bir ırmak gibiydi
Koşarak çıkıyordu merdivenleri, üçer beşer  Nihayet beşinci kata varmıştı Bu kapının ardında sevdiği adamı görecek olmanın verdiği ve her defasında giderek artan bir yürek çarpıntısıyla kapıyı yavaşça çaldı Anahtarı vardı fakat habersiz geldiği için, büyük ihtimalle kapının iç tarafında, anahtar kilidin üzerinde takılıydı ve elindeki anahtar faydasızdı şu anda Bir süre bekledi Açılmayınca tekrar çaldı, bu kez zile dokundu çekinerek Bir yandan onu bu kadar erken saatte uyandırmaya kıyamıyor, diğer yandan
geçen her saniyeyle birlikte yüreğindeki heyecan, yerini yavaşça telaşa bırakıyordu Acaba ona bir şey mi olmuştu? Son günlerdeki hummalı nikâh koşuşturmaları adamı da çok yormaktaydı Ne de olsa orta yaşını geride bırakalı yıllar olmuştu ve ara sıra ciddi sağlık sorunları oluyordu Aklına gelen her türlü kötü ihtimali kovmaya çalışırken içerden gelen ayak seslerini duydu Derin bir nefes aldı Sesler kapıya doğru yaklaşıyordu Sonra kısa bir sessizliğin ardından içerden bir kapının kapanışını duydu bu kez de Ayak sesleri yine kapıya doğru yaklaşmaya devam etti Kafası karışmıştı Neydi bütün bunların anlamı? Derken kapı usulca aralandı Sevdiği adam karşısındaydı nihayet Üzerinde sadece şortu vardı ki büyük ihtimalle onu da kapıyı açmak için alelacele giymişti Uykulu oluşunun ve geceden kalma alkollü, hafif yalpalı bir duruşun dışında oldukça iyi görünüyordu Kadının gözleri gayriihtiyarî yerde duran ayakkabılara kaydı Belli ki geceyi yalnız geçirmemişti adam Adam kapıyı aralık tutmaya devam ederek, yüzünde hayalet görmüş gibi bir ifadeyle:
'Günaydın'
'Günaydın canım'
'Hayırdır, bu saatte neden geldin? '
Kadın gülümseyerek : 'İçeri girmeme izin yok mu? '
'Misafirlerim var, daha sonra gel lütfen'
Bu sesi daha önce hiç duymamıştı sanki Kimdi bu karşısında duran adam?
'Sorun değil Ben yabancı mıyım? Hem onları rahatsız etmeyiz ki  Balkonda otururuz '
Elindeki torbayı adama doğru hafifçe uzatırken:
'Bak, taze poğaça aldım bize'
Fakat adam kapıyı aralık tutmakta kararlı gözüküyordu
"Hadi ama  Çekil de gireyim canım, zaten fazla kalamayacağım" derken içeri doğru attığı adım, sevdiği adam tarafından durdurulmuştu
Titreyen dizleri narin bedenini zor taşırken, yüzündeki sevecenliği muhafaza etmeye çalışıyordu Israrcı davranmayı hiç istememesine rağmen, içerdeki misafirlerin neden gizlendiğine, kendisinin neden içeri alınmadığına bir türlü anlam veremiyordu Soğukkanlılığını sürdürmeye çabalıyor fakat tüm vücudu yanıyordu Üstelik mutluyken vücudunu saranlardan çok daha süratli ve yakıcıydı bu kez alevler
Yıllardır anahtarıyla açtığı bu kapıda ilk kez kendini küçülmüş hissediyordu Anlaşılan çok yanlış bir zamanda gelmişti
'Şimdi gerçekten müsait değilim, ben seni sonra ararım'
Kapı sessizce yüzüne kapanmıştı Hala kapının önünde, elinde buğusu yükselmekte olan sıcak poğaça torbasıyla kala kalmıştı  Daha önce hiç inmediği bir derinliğe inmişti Kulaklarında giderek artan basınçla birlikte uğultulu bir ses, hiç bilmediği bir romandan sayfalar okumaktaydı Her ses bir ilahiye dönüşüp, beyninin içinde yankılanmaktaydı O sadece bu sesleri şekillendiriyordu Ayakta durmakta zorlanıyordu
Merdivenlerin başına kadar güçlükle adım atabildi ve ilk basamağa çöktü kaldı Orada ne kadar oturduğunu hatırlamıyordu Geçen süre birkaç ömür olmalıydı Derken kapı tekrar aralandı Giyinmişti adam bu kez Kadının hala orda olduğunu tahmin etmişti İçi rahat etmemiş, bakmaya gelmişti Kapının içinde durmaya devam ederek:
'İçeri gelebilirsin şimdi'
Başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi kadın, yüzünde yok bir ifadeyle Ne söylendiğini bile anlamamıştı
'Durma orda, komşular görecek, içeri gel hadi' Adam bu kez kapıyı sonuna dek açmıştı
Kadın adeta bir uyurgezer gibi yerinden yavaşça kalktı Vücudunun bütün kanı dev şırıngalarla çekilmişti Ayaklarının altına serilen kadınlık gururunu çiğneyerek, ağır adımlarla içeri girip, salona geçti Adamın peşinden yürüyen, görünmez bir ruh gibiydi Televizyonun karşısındaki bej renkli büyük kanepenin bir köşesine, emanet bırakılan bir paket gibi ilişti Adam hiçbir şey olmamışçasına mutfağa geçerken, kadın kucağındaki poğaça torbasına bilinçsizce sarılmıştı
Sehpanın üzerindeki dantellere takıldı gözü  Mutsuz geçen ve boşanmayla sonuçlanan ilk evliliğinde kullanması bir türlü kısmet olmayan çeyizlerini çocuk gibi sevinerek getirdiği, evin kiralandığı ilk gün geldi aklına Neyi var neyi yoksa yarısını getirmişti bu eve Umutlarıyla temizleyip, sevgisiyle tertiplemişti her şeyi Hangi odanın ebeveyn odası olması gerektiğine birlikte karar vermişlerdi Çalışma odasındaki ahşap masa ikinci elden alınmıştı mesela Beşinci kata taşıması ne zor olmuştu Seramiğe yeni başladığı yıllardı İlk çalışmalarından olan kahverengi seramik kalemlik o masaya ne de çok yakışmıştı Doğum gününde gittikleri tatil köyünde birlikte çektirdikleri ve çerçeveye kendi elleriyle yerleştirdiği o fotoğraf, hala kütüphanede
duruyordu Anılarına doğru usulca yol alırken, fotoğrafın çekildiği o geceyi yaşıyordu Akşam yemeğinin ortasında adam ansızın masadan kalkıp gitmişti Bir süre sonra geri döndüğünde yanında huriye benzeyen genç kızlar vardı Kızlar kadının çevresinde daire oluşturup, en sevdiği şarkıyı söylemeye başlamıştı Şarkının nihayetinde ise ellerindeki gül yapraklarını kadının saçlarından aşağı dökmüşlerdi Kadının şaşkın bakışları arasında adam yanına gelip, dudağına masum bir kutlama busesi kondurmuştu Ne kadar ince ruhluydu Bu nasıl bir mutluluktu? Onsuz bir hayatın düşüncesi bile korkunçtu Kullandıkları nevresimler ikisinin ortak zevki olurdu mutlaka Her değiştireceğinde hangisini taksın diye sevdiği
adama sorardı Ne de olsa birlikte kullanıyorlardı Mutfak tezgâhındaki en eski kaktüsü ona ev hediyesi olarak götürmüştü, elbette yine kendi ürünü olan seramik bir saksının içinde 'Beni sevmesini, tutmasını bilirsen eğer, tıpkı bu kaktüs gibi çiçekler veririm sana Belki yılda bir kez fakat dünyanın en güzel çiçeklerini  Bilmezsen dikenlerim batar ellerine, ben kırılırım, sen ise kanarsın  ' demişti hediyesini verirken Gülüşmüşlerdi O günden sonra adam ona ne zaman şaka mahiyetinde takılsa 'sen kocaman bir kaktüssün' derdi O ilk hediyeyle birlikte adam kaktüsleri aşırı sever olmuş, hatta evinin bir köşesinde kaktüs koleksiyonuna başlamıştı Kısa bir süre sonra ise neredeyse satacak kadar çok kaktüsü olmuş, evin en büyük terasını kaktüslere ayırmak zorunda kalmıştı Ona kaktüsleri sevdirebildiği için gizliden gizliye mutlu oluyordu Çünkü bir anlamda adamın ona olan düşkünlüğü, bağlılığı artıyordu Diğer lakabı da 'Acıbal'dı Ne anlama geldiğini sorduğunda adamın cevabı 'doğada çok zor bulunan ve çok değerli bir bal türüdür' demişti 'sen benim Acıbalım'sın' Çok sevmişti bu lakabı Çok sevmişti onunla olan her şeyi
Ne çok kendisiydi bu ev ve ne çok ikisiydi  O evde birlikte geçirdikleri bilmem kaç kış boyunca üşüdüğünü hiç hissetmemişti Oysa şimdi temmuz yangınlarında titriyordu
Tam karşısında, duvarda badananın dökülmüş yeri çarptı bu kez gözüne Çok değil, daha geçen aydı Yine hararetli tartışmaların yaşandığı bir geceydi Birlikte hazırladıkları bir sofrada göz göze yenen mükellef bir akşam yemeğinden sonra ikisi de yeterince alkol almıştı Böyle bir tartışma için en uygunsuz zamandı fakat ikisi de alkolün verdiği cesaretle giderek daha kırıcı oluyordu Alkolün etkisi, normalde ayrılığın telaffuzunun bile korkuttuğu yüreklerini öylesine uyuşturmuştu ki  Adamın yıllardır süren yersiz suçlamaları altında ezilmeye asla tahammül edemediği için saatlerdir sürekli bir savunma halindeydi ve ikisi de yeterince gerilmişti İplerin tamamen kopmasını önlemek adına tam da doğrulup gitmeye niyetlenmişti ki birden duyduğu gürültüyle irkilmişti Adam elindeki rakı kadehini hırsla
duvara doğru savurmuş, sonra da hiç beklenmedik bir biçimde yanına gelip, başını dizlerine koymuş ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı Ne gitmeye gücü yetiyordu, ne de kalmaya  Bir süre öylece kalmışlardı Adam bütün vücuduyla sarsılarak ağlamaktaydı Bütün öfkesini unutmuş, çaresiz bir anne şefkatiyle adamın saçlarını okşamaya, onu teselliye başlamıştı O an onu ne çok sevdiğini, ne yaşanırsa yaşansın, onu asla terk edemeyeceğini anlamıştı Birbirlerine ihtiyaçları vardı İkisi de hayatta olduğu sürece birlikte olmalıydılar Başka yolu yoktu
Kendisine doğru uzatılan çayla birlikte tüm düşüncelerinden sıyrıldı Bakışlarını hafifçe yukarı doğru kaldırdı Adam karşısında duruyordu
'Neden' diye sorabilmişti nihayet 'neden beni kapıda beklettin? '
'Görmemen gereken misafirlerim var; Rum tarafından buraya geçişleri kanunen yasak olan misafirlerim İçerde uyuyorlar'
'On gün sonra soyadını taşıyacağım Bana hala güvenmiyor musun? Sizi ele vereceğimi nasıl düşündün? '
'Bu benim fikrim değildi, onların ricasıydı Bu kadar ısrarcı olmasaydın, kapı açılmadığında gitseydin bunların hiçbiri yaşanmayacaktı'
Doğruluk payı olabilir miydi? Aklından geçen şüphelerinden dolayı bir an kendinden utandı
'Benden çekinmenize gerek yoktu ki  Beni hemen içeri alsaydın tüm bunlar yaşanmayacaktı zaten'
'Dedim ya, bu onların ricasıydı Şimdi öğrendin gerçeği Hadi, şimdi gönül rahatlığıyla gelinlik provasına git Öğlen yemekte buluşacağız zaten'
Sevdiği sese benziyordu şimdi adamın sesi
'Madem gerçeği öğrendim, kalıp misafirlerinle tanışmamda da sakınca yoktur sanırım? '
Uzun zamandan beri çevresine ve ailesine karşı sürekli koruduğu adamla ilgili bu sabah ilk kez şüphe düşmüştü içine Hem eğer adamın söyledikleri gerçekten doğruysa, kalmasına da izin verirdi nasılsa Gerçeği öğrenmek zorundaydı, bedeli ne olursa olsun  Gururu zaten çiğnenmekteydi, biraz daha hırpalanmasının kimseye bir zararı olmazdı
'Olmaz  Başka zaman tanışırsınız'
'Niçin?'
Adam susuyordu
'Kim var içerde? Dürüst ol lütfen'
Kadının midesine o an şiddetle vurmaya başlayan ve adının ülser olduğunu ileriki yıllarda öğreneceği o güçlü yumruk, sevdiği adamdan çok daha insafsızdı Peş peşe geliyordu darbeler  Bir yandan midesine balyoz gibi inerken diğer yandan da söküp almaya çalışıyordu içindeki tüm organlarını Bir kez daha, bu kez inleyen bir ses tonuyla:
'Geceyi kimle geçirdin? '
'Çok mu merak ediyorsun? Gördüğünde mutlu olacak mısın? '
'Evet  ' Giderek tükenen gücü geri gelir gibi olmuştu
'Ve görene dek gitmeyeceğim buradan  Ne olacaksa olsun
artık! '
Yıllar süren kanamalı birlikteliklerinin son saniyelerini yaşadığının henüz farkında değildi Sanki içerden,gerçekten de sözü geçen arkadaşları çıkacak ve sihirli bir değnek dokunmuşçasına her şey birden tatlıya
bağlanacaktı İçinden bunu deli gibi arzulamaktaydı 'Bak' diyecekti adam odadan çıkan kadınlı erkekli arkadaşlarını göstererek 'Bak ve utan benden şüphelendiğin için' Mahcup bir şekilde arkadaşlarının karşısında oturacaktı ve adam iddiayı kazanmış bir edayla müstakbel eşini hepsine tanıştıracaktı O da duyduğu büyük utanç ve eziklikle fakat yine de sonsuz bir mutlulukla yerinden fırlayıp sevdiği adama sarılacaktı Ondan herkesin önünde milyonlarca kez, hatta ölene dek özür dilemeye hazırdı Yeter ki sözlerinin doğruluğunu görseydi
Kadının kalkıp gitmemekte ne kadar kararlı olduğunu gören adam isteksiz bir vaziyette yatak odasına doğru yürüdü Az sonra yüzü ateşli bir gecenin izleriyle dolu, sarışın bir kadınla odaya döndü Bu kez her ikisi de isteksiz görünüyordu Aynı yalpalı duruş kadında da vardı Öcünü almış sinsi bir pusu gibiydi adam Başarmıştı işte Yüreğinin tam ortasına o kapkara mührü basmıştı sonunda Kadın kendisini ne yerine koyması gerektiğini bilemiyordu Büyük bir yap-bozun bir parçasıydı fakat eksik parça kendisi
değildi O an evde misafir olan kimdi?
Gözleri hiç bu kadar acımamıştı Yaş değildi gözlerinden akan Sanki kor parçaları süzülüyordu yanaklarından aşağı, hiç kaybolmayacak, derin yanık izleri bırakarak  Geri dönüşü olmayan bir yol ayrımında olduğunun farkına nihayet varmıştı Yıllardır kulağına gelenlerin söylenti değil, gerçek olduğunu şimdi anlıyordu
'Neden? ? ?   Bu ihanet  Sevgi bu muydu?   Hani biz  biz  '
Karşısında duran kadına bakamıyordu bile Ne önemi vardı ki kim olduğunun, neye benzediğinin? Hem onun suçu yoktu ki  
'Senden intikam alacağımı söylemiştim, benim de canımın yıllardır nasıl yandığını gördün mü şimdi? Rahatladın mı? Hadi kalk git şimdi  '
Adam avuçlarındaki kiri söküp, sağa sola savurur gibi pervasızca sözcüklerini Adamın ağzından çıkan her bir söz şakaklarına saplanıyor, sonra ince bir sızıya dönüşüp içine doğru sinsice akıyordu Beyni zonkluyordu Bu nasıl bir sancıydı? Niçin can çekiştiriyor fakat bir türlü öldürmüyordu? 
Ne dese boştu Artık ne savunmaya ne de iknaya gerek yoktu Oysa onu bir kez bile aldatmamıştı
Usulca alyansını parmağından çıkarıp, sehpaya koydu Son bir gayretle ayağa kalktı Torba kanepede kalmıştı Yüreği kadar soğuktu şimdi poğaçalar da  
'Dur bir dakika! ' diye seslendi adam
Son umut kıvılcımı titriyordu kadının içinde Durdu
'Anahtarı bırak da git'
* * * * * ** * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Saat çalmadan kan ter içinde kendiliğinden uyandı Berbat bir geceydi Gördüğü kâbusun etkisiyle tüm vücudu yaprak gibi titremekteydi hala Yastığının üstündeki sağanağa parmak uçlarıyla dokundu Hıçkırıklar içinde, yatağında bir süre öylece kaldı Birden telaşla parmağına baktı; yüzük duruyordu
Yataktan fırlayıp çantasına koştu; anahtar da yerindeydi Derin bir nefes aldı Aceleyle elini yüzünü yıkayıp giyindi Arabasına atladı Bu kâbusu ona bir an evvel anlatması gerekiyordu Kollarında avunmaya ne çok ihtiyacı vardı tam da şimdi, şu anda  
Koşarak çıkıyordu merdivenleri, üçer beşer  Nihayet beşinci kata varmıştı
Adamı da boş yere telaşlandırmamak için yavaşça kapıyı çaldı Biraz bekleyip, kapının açılmadığını görünce tekrar çaldı Bu kez zile dokundu çekinerek Bir süre sonra içerden gelen ayak seslerini duydu Derin bir nefes aldı Sesler kapıya doğru yaklaşıyordu Sonra bir anda ses kesilirken, içerden birkapının kapanışını duydu bu kez de  Ayak sesleri yine kapıya doğru yaklaşmaya devam etti Derken kapı usulca aralandı Sevdiği adam karşısındaydı nihayet  Üzerinde sadece şortu vardı Kadın gayriihtiyarî yerde duran ayakkabılara baktı Adam yüzünde hayalet görmüş gibi bir ifadeyle dudakları aralandı:
'Günaydın'
Şafak Yolcu
|