Koş Hadi Koş |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Koş Hadi KoşKoş Hadi Koş Yazısı - Koş Hadi Koş İclal Aydın - İclal Aydın Yazıları Oyunun başlamasına bir saat vardı İçeri girip fuayede beklesem, canım istemedi Yürümekten de yorgun düşmüştüm zaten Tiyatro binasının olduğu meydanın tam ortasındaki heykelin dibine oturdum Bağdaş kurdum bir de güzel; gelip geçeni, yüzlerce arabayı, binlerce insanı seyretmeye başladım Oyunu eski New York’lu arkadaşım Meltem önermiş, “inan oyundan sonra bana çok teşekkür edeceksin” demişti Oyunun başlamasını heykelin dibinde bağdaş kurmuş beklerken ayak bileğimde bir lastik varmış gibi bir sene “aşağı” bir sene “yukarı” ve “şimdi aşağı” ve “şimdi yukarı” zıplamalarımın “iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu” düşündüm Herkesin başına gelir böyle şeyler ama bazılarının başında nedense daha çok gelir Sıra dışı bir hayatın deneyimini yaşayarak anlatıcı olmanın sorumluluğu bazen ağır mı geliyor acaba? Sonra durdum Neden bazıları sıradan yaşar? Neden bazıları hep koşar? Neden bazıları coşkularıyla hayat verirken aynı coşkuyla yakıp yıkarlar bazı şeyleri? Koşayım, engelleri aşayım derken neden ardına bakmayı unutur insan? Özgür olacağım derken vahşileştiği için mi yoksa? Yıktığı kaç duvarın altından sağ çıkıp kaç kez daha yıkabilir bir kişi? Ne kadar koruyabilir kurduğu yapıları, sahip olduğu her şeyi? Derken oyun saati geldi ve oyun başladı İşte bu Hayatımdaki hiçbir şey tesadüf değil ki İşte oyuna girmeden sorduğum soruların yanıtını, 70 dakika süren sözsüz oyun Fuerza Bruta’dan aldım Aldım sanıyordum Eve geldim Sedef’ten mektup gelmiş Sedef Erken Biliyorsunuz, kıymetli dostum Bakın ne diyor *** “Sevgili İclal Sana yazacağım mektup için bir türlü bitmeyen cümlelere başladım durdum Sen iyi bilirsin böyle anları Yazacak çok şey var ama bırak mektubu cümlelerimin bile sonu gelmiyor Kızdığım, gücendiğim, isyan ettiğim o kadar çok şey var ki şu sıra Bu kargaşada kafamdaki kelimeler birbirlerinin önüne geçmek için diğerlerini itip kakıyor ama yine de bir türlü düzgün bir sıraya geçemiyorlar Baktım olmuyor, daha önce yazdığım bir yazıyı göndermek istedim sana Çünkü ben artık iyi şeylerden bahsetmek istiyorum İclal Güzel şeylerden Bu yazı 2 yıl önce Ozan’la çıktığımız baş başa bir çadır tatilinden sonra yazıldı Yazıya tekrar bakınca yine aynı şeyleri düşündürdü bana Arada bir gitmek insana iyi gelir İclal, nereye ve ne zaman olursa olsun gitmek Sincaplara bizden selam söyle, bilsinler etrafa ve olan bitene bakarken biz de en az onlar kadar şaşkınız İşte o yazı Ozan 1 yaşındayken onu da alıp bir çadır tatiline gelmiştim İkimiz baş başa 10 gün geçirmiştik Çocukluğumdan beri çadırı çok severim, zorluk gibi gelen yönleri asıl kazanımlarıdır çoğu zaman 3 yılı geçmiş Zor geçen 3 koca yıl Pil bitmiş, gözlerdeki fer neredeyse sönmüş Gitmenin vakti çoktan gelmiş Geçen sefer Ozi emeklediğinden ördek ve tavuk pisliklerinden gözleri iltihaplanmış, bir gece de 395 ateşlenmişti Belde eczanesinden alınan bir damla ve bir fitil işi halletmişti Bu kez emekleme sırası bende İlk günler şehirden kalma alışkanlıkla o kadar hızlı yürüyorum ki kamp sakinlerinin usulca gülümsemesiyle durdurabiliyorum ancak kendimi Bu böyle olmayacak, ilk haftanın sonunda 100 metreyi 5 dakikadan uzun süre yürüme çalışmalarım başlıyor İlk bir hafta sonunda konuşmanın gereksizliğiyle de yüzleşiyorum Susarak öğreten güzel insanlar sayesinde Bu kez macera daha heyecanlı başlıyor ve Ozi gelir gelmez tahta köprüden dereye uçuyor İlk heyecanı böylelikle atıp, kitaplarda gördüğü tek boyutlu hayvanların canlılığının ve onları takip etmenin keyfini çıkarmaya başlıyor İlk haftanın sonunda iskeleye yatıp elini en uzağa nasıl eriştirebilir ve yengeçleri yakalar diye teknikler geliştirmek en favori oyunu haline geliyor İşte gerçek hayat Bense çoğu zaman onu izlemekte, günün sonunda yorgunluktan uzandığımda çadırın toprak zeminine değerken çatırdayan sırtımla konuşup düşünmekteyim Bu sırt mı taşımış bunca yükü? Yoksa bu kalp mi? Cümlelerim: - İnsan çadırda uyuyunca, barınmak için ne kadar az alana ihtiyaç olduğunu, etrafını çevirip ‘bizim’ diye sahiplendiğimiz alanlara ne kadar gereksizce bağlandığımız anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, giyinmek için ne kadar az kumaşa ihtiyacımız olduğunu anlıyor Ve gerisinin tamamen maskelerin kostümleri olduğunu - İnsan çadırda uyuyunca, bazen durmanın gitmekten daha çok ‘yol’ olacağını anlıyor ve koşmanın yoruculuğuyla baş etmeye çalışmanın faydasızlığını - İnsan çadırda uyuyunca, yapması en zor sandığımız şeylerin örneğin ‘çekip gitmenin’ ya da ‘kalmanın’ en kolay olduğunu ve bir kaplumbağanın bunu her an yapıyor olmasının keyfini anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, çalışmanın her zaman bir şeylerle meşgul olmak değil bazen daha zor bir şey yapmak yani ‘hiçbir şeyle meşgul olmamak’ olabildiğini anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, dere kenarından gelen bir kurbağa sesinin bazen en güzel aşk şarkısına bedel olduğunu anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, minik bir oğlan çocuğuna büyük bir aşkla bağlanmanın çok güzel ama tüm yüzlerinle yüzleşmek zorunda kaldığın zorlu tuzaklarla dolu bir yürüyüş olduğunu anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, yüce bir ağaç altında yatıp cırcır böceklerini dinleyerek yıldızları izlediğinde tümünün seninle sessizce konuştuğunu ve kendi iç sesini daha iyi duyduğunu anlıyor - İnsan çadırda uyuyunca, her şeye rağmen her gün yeni bir sabaha uyanabilmenin yeterince büyük bir mutluluk olduğunu anlıyor - Ve insan çadırda uyuyunca, bazen insanın hayatla güreşirken sırtının yere gelmesinin, aslında yenilgi değil, gökyüzünü ve yıldızları izlemek için iyi bir fırsat olduğunu anlıyor Sence de öyle değil mi İclal ?” İclal Aydın |
|