Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
başkentleri, türk

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




ABAKAN
HAKAS CUMHURİYETİ




Hakas Türklerinin yaşadığı Hakaseli, Kuzey-Batı ve Batı’da Kemerova Bölgesi, Kuzey-Doğu ve Doğu’da Krasnoyarsk Eyaleti, Güney-Batı’da Altay Cumhuriyeti ve Güney-Doğu’da Tıva Cumhuriyeti ile komşudur

3 Temmuz 1991 tarihinde Hakaseli, Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir bölge olarak Hakas Cumhuriyeti statüsüne kavuşmuştur 25 Mayıs 1995 tarihinde ise ilk defa Hakas Cumhuriyeti Anayasası kabul edilmiştir

Dünyadaki tüm Türklerin tarihi beşiği sayılan Altay ve Sayan dağların arasındaki vadide, Sibirya’yı güneyden kuzeye kadar geçen Yenisey nehrinin sol havzasında yaşayan Hakas Türklerinin yurdu olan Hakas Cumhuriyetinin yüzölçümü altmış bir bin dokuz yüz kilometrekaredir Toplam nüfusu ise beş yüz seksen beş bin kişidir Hakas Cumhuriyetinin yerlisi olan Hakas Türklerinin yüzde 70’i kırsal kesimlerde yaşamaktadır
Yirminci yüzyılın başında, yani 1910’da Hakasların toplam nüfusun içerisindeki oranı yüzde 98 iken, Hakaseli’nde 1990’larda Hakas Türklerinin toplam nüfusun içindeki oranı yüzde 11’e yani altmış beş bine kadar düşmüştür Dünyadaki toplam nüfusları seksen beş bin olan Hakas Türklerinin, kendi yurdu olan Hakas Cumhuriyeti’nde en yoğun olarak yaşadığı bölge ise Askız ve Taştıp bölgeleridir

Ruslar tarafından bölgeye verilen önemin ve işgal edilişinin nedeni; Hakaseli’nin doğal zenginlikleridir Yeraltı ve yer üstü doğal kaynaklar açısından çok zengin bir bölge olan Hakaseli’nde zengin altın, kömür, demir cevheri, molibdeniyim, volfram, kobalt, bakır, mermer ve diğer birçok maden yatakları mevcuttur

Hakaseli’nin esas zenginliği bu toprakların asıl yerlisi olan Hakas Türklerinin özgün kültürü ve zengin tarihine ait maddi ve manevi mirasıdır Tarihi çok zengin olan Hakaseli topraklarında eski Türk döneminde Kırgız devleti mevcuttu Hakas ve Güney Sibirya’daki diğer Türk soylu halkların ataları olan Kırgızlar, Orta Asya’da en kadim Türk halklarındandır

Hakaseli’nin her tarafında balbal, kurgan, yazıt, kaya resimleri ve tapınaklar gibi yerlere rastlamak mümkündür

Tarihsel anıtların çokluğu ve yoğunluğu sayesinde ise Hakaseli bilim dünyasında Sibirya’daki en önemli yerdir Nitekim Hakaseli’nde bilinen tarihsel arkeolojik anıtların sayısı otuz binden fazladır




Çin tarihsel yıllıklarına göre bölgeye milattan önce 201 yılında gelen Hunlar ile birlikte giren Kırgızlar, buradaki İskit kökenli dinlinler ile karışmış ve daha sonra Gyangun-Go veya diğer adıyla Kırgız Devletini kurmuşlardır

Hakas adı da Kırgız kelimesinin Çince okunuşu olan Hyagaz’dan alınmıştır 1918 tarihinden itibaren tüm resmi belgelerde halkın ismi olarak, bu ad kullanılmaya başlanmıştır Daha önce ise Abakan Türkleri, Minusinsk Tatarları, Yenisey Kırgızları olarak bilinen Hakas Türklerinin gerçek adı Kırgız’dır

Medeniyetin en belirgin göstergelerinden biri olarak kabul edilen eski Türk yazı sistemine sahip olan Kırgız Türkleri, bölgede kendi dönemlerinde dokuz ila on üçüncü yüzyıllar arası en güçlü siyasi oluşumlardan biri olduğundan; tarihçiler arasında bu dönem “Kırgız Üstünlüğü Dönemi” olarak nitelenmektedir

Güney Sibirya’da milattan önce birinci binyılın sonunda kurulan Yenisey Kırgızlarının devletine ilişkin bilgilere; eski Türk bilginlerinden 1141 ila 1203 yılları arasında yaşayan Nizami Gencevi’nın yazdığı meşhur “İskender Name” adlı eserinde rastlanılmaktadır

17 yüzyılın başlarında bölgeye gelen işgalci güçlere karşı öz yurdunu ve bağımsızlığını savunan Kırgız Türkleri; silah bakımından ve sayıca Ruslardan bir hayli eksik olmalarına rağmen, vatanlarını Ruslara karşı yaklaşık olarak 150 yıl boyunca yiğitçe savunmuşlardır Ancak, sonuçta bu savaşın ve daha sonraki tarihsel sürecin içerisinde yıpranan Kırgız yani Hakas Türkleri, mağlup olarak yurtları işgal edilmiştir Bundan sonra da tarihsel öneme haiz sayısız kurganlar dışarıdan gelen Rus soyguncular tarafından talan edilmiştir

Günümüzde ise Hakaseli, Rusya Federasyonuna bağlı, yönetim biçimi cumhuriyet olan federe bir devlettir Kendi anayasa ve devlet armasına sahip olan Hakaseli, Rusya Federasyonu ile yapmış olduğu anlaşma gereğince kendi yetki alanına verilmiş konularda federal mevzuatı ihlal etmemek koşuluyla, bağımsız olarak hareket edebilmektedir

Hakas Cumhuriyeti’nin başkenti Abakan’dır Hakas Türkçesinde Ağban, Abağan, Abığan olarak söylenen Abakan sözcüğü; “Ayı kanı” anlamına gelmektedir Tanınmış Rus bilim adamı Titov’a göre; eskiden Alairt yani Ala Ört adını taşıyan Abakan nehrinin adı, kıyısında yaşayan Aba Han diğer bir deyişle Ayı Kanı adlı bir bahadırın atıyla birlikte bu nehrin sularında boğulmasının anısına halk tarafından verilmiştir

Abakan kenti, Yenisey ve Abakan nehirlerinin kesiştiği bir yerde kurulmuştur Bu alanda genişliği yarım kilometre olan Abakan, genişliği bir kilometre olan Yenisey nehriyle birleşmektedir Asya kıtasının coğrafi olarak tam göbeğinde Hakas- Minsu yani Bengü Su havzası vardır Bu havzanın en büyük yerleşim yeri de Abakan şehridir İlk insan yerleşmesinin üç yüz bin yıl önce vuku bulduğu bilim adamlarınca tespit edilen bu topraklarda, şehir uygarlığının ilk ortaya çıkışı konusunda yürütülen bilimsel çalışmanın neticesinde; Güney Sibirya’da kentsel yerleşim tarihinin çok eski dönemlere dayandığı gün ışığına çıkarılmıştır

Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’dan dört bin elli dört kilometre uzaklıkta olan Abakan’ın toplam yüzölçümü 113 kilometrekaredir Günümüzde Hakas Cumhuriyeti’nin başkenti olan Abakan, oldukça gelişmiş sosyo kültürel ve eğitsel bir altyapıya sahip halkın yaşadığı yerdir

Abakan’da başta Hakas Türklerinin tanınmış Türkoloğu Profesör Nikolai Katanov’un adını taşıyan Hakas Devlet Üniversitesi ve Hakas Devlet Teknik Üniversitesi olmak üzere çok sayıda yüksek öğrenim kuruluşu vardır Müzeleriyle, kütüphaneleriyle, tiyatrolarıyla ve parklarıyla meşhur olan Abakan kentinde Şamanlık, Hıristiyanlık ve İslamiyet inancına sahip halklar yaşamaktadır Kentin birkaç yerinde kent mimarisini süsleyen Hakas Türklerinin geleneksel inancı olan Kamlık inancını yansıtan dikilitaş kompleksleri vardır Yeşilliğin içinde kaybolan bir kent olan Abakan, kültür, bilim ve teknoloji merkezi olarak ta dikkatleri çekmektedir
KAYNAKÇA[*]Timur DAVLETOV, Abakan- Asya’nın Ortasında Bir Dağ Çiçeği, Ankara,2006[*]Timur DAVLETOV, Güney Sibirya Türklügü: Hakas, Tiva ve Altay Türkleri, Genel Bir Bakış, 2005[*]Timur DAVLETOV, Hakas Türkçesi Edebiyatı Üzerine Genel Bir Bakış, 2004[*]Timur DAVLETOV, Milliyetçilik Bağlamında Hakas Türklerinin Sosyo-Politik, Ekonomik ve Dilsel Durumu, 2003[*]Timur DAVLETOV, Hakas Türkleri ve Hakas Eli, 2003[*]Zeki Velidi TOGAN, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981[*]İbrahim KAFESOĞLU, Asya Türk devletleri, Ankara,1992[*]Nadir DEVLET, Çağdaş Türk dünyası, İstanbul, 1989


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




BALIKESİR
KARASİOĞULLARI DEVLETİ


1304 yılında Balıkesir başkent olmak üzere kurulan Karasioğulları Devleti’nin kurucuları olan Karasioğulları’nın kökeni Orta Anadolu’da devlet kurmuş olan Danişmendlilere kadar uzanır Danişmendli ailesinden olan ve uç beyi olarak görevlendirilen Kalem Bey ve oğlu Karasi Bey, Bizans kentlerini fethe çıkan Türk beyleridir Germiyanoğulları ile birlikte çok çeşitli fetihlerde bulunan Karasioğulları Balıkesir’i merkez alarak topraklarını Edremit ve Bergama’ya kadar genişleten bir devlet kurmuşlardır Karasi Bey, Moğolların önünden Anadolu’ya çekilen Türk boylarını kendi bölgesinde yerleştirmiştir Böylelikle bu bölgelerin kolayca Türkleşmesini de sağlamıştır Karasioğulları denizcilikte ileri gitmiş bir devletti 1328 yılında Karasi Bey’in ölümünden sonra Balıkesir ve Bergama kolları olmak üzere ikiye ayrılan Karasioğulları Devleti, Osmanlı Devleti’nin Padişahlarından Orhan Bey tarafından alınmıştır Orhan Bey Balıkesir, Bergama ile Edremit’e hakim olduktan sonra, buralarını oğlu Süleyman Paşa’ya vermiştirOrhan Bey, daha sonra Karasioğullarının diğer topraklarını da alarak 1360 yılında Karasioğulları Devleti’ne son vermiştir Karasioğullarının donanması Osmanlıların eline geçmiş ve Osmanlıların ilk deniz gücünün böylece temeli atılmıştır Ayrıca, Karasioğullarının büyük komutanları Hacı İlbey, Ece Halil Bey, Evrenos Bey ve Gazi Fazıl, Osmanlı Devleti’nin hizmetine girerek büyük kahramanlıklar göstermişlerdir

Karasioğulları Devleti’ne başkentlik yapmış Balıkesir kenti çevresinde yapılan araştırmalarda ele geçen bulgulara göre; Milattan Önce 8000 ila 3000 yılları arasında bölgede insanların yerleşik düzen kurduğu ortaya çıkmaktadır

Balıkesir’de Milattan Önce 3000 ila 1200 yılları arasında farklı diller konuşan Pelasg ve Leleg kolonileri kurulmuştur Bu bölgede ayrıca efsanevi Truva Savaşları yapılmıştır Milattan Önce 790 yılında Miletoslu göçmenler bu bölgeye yerleşmişlerdirBölge Milattan Önce 600’lerden itibaren Pers İmparatorluğunun etkisi altına girmiştir

Milattan Önce 334 yılında Makedonya’lı Büyük İskender Çanakkale Boğazından Anadolu’ya geçmiş ve Biga yakınlarında Pers ordusunu yenmiş ve bölgeye hakim olmuştur Bu bölgeye daha sonra, Selevkos’lar hakim olmuştur

Balıkesir bölgesi,Milattan Önce 238 ila 263 yılları arası Bergama yönetimini altına girmiştirMilattan Önce 133 yılında bölge Roma hakimiyetine geçmiştirRoma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra ise, Milattan Sonra 395 yılında buraları merkezi Bizans olan Doğu Roma yönetiminde kalmıştır

Nihayet, 1071 yılında Malazgirt zaferiyle Anadolu kapıları Türklere bir daha kapanmamak üzere açılmış ve bölgede Türk ağırlığı hissedilmeye başlanmıştır

Balıkesir, Selçuklu Devleti ile Osmanlı Devleti’nin kültürel mirasına sahip bir kenttir Ayrıca diğer uygarlıkların tarihi kalıntıları ile de Türkiye’nin zengin bir bölgesidir Burası MYSIA adıyla da bilinirBalıkesir’in merkez ve çevresinde; tarihi kalıntılar, konaklar, camiler, kiliseler ve eski dönemlere ait kent merkezleri vardır

1388 yılında yapılan Yıldırım Camisi ve Külliyesi, 1461 yılında yapılan Zağanos Paşa Camisi ve Külliyesi, 1786 yılında yaptırılan Yeşilli Camisi, 1465 yılında yaptırılan İbrahim Bey Camisi, Sultan Birinci Murat devrinde yaptırılan Hüdavendigar Camisi Karesi Bey Türbesi, 1471 yılında yaptırılan Paşa Sultan Türbesi, 1413 yılında yaptırılan Kız Dede Türbesi, 1862 yılında yaptırılan Ali Şuuri Medresesi, 1401 yılında yaptırılan Taşpınar Hamamı, 1827 yılında yaptırılan Saat Kulesi kentin tarihi ve kültürel miraslarından sadece bir kaçıdır Ayrıca, mesire yerleri, göç esnasında 239 kuş türünden 2 ila 3 milyon kuşun uğradığı Kuş Cenneti Milli Parkı, Gönen Mozaik Müzesi ve çok sayıda kaplıcaları kentin görülmeye, yaşanmaya değer doğal ve kültürel güzellikleridir

Balıkesir’i fetheden Selçuk Türklerinin kentin ortasından geçen hisara izafeten “Balak Hisar” yani Hisar Şehri demelerinden dolayı Balıkesir adını alan kent; sahip olduğu doğal,kültürel değerleriyle önemli bir kültür ve turizm merkezidir Balıkesir Türkiye’nin en gelişmiş bölgesi Marmara’da yer alır

Balıkesir hem Ege Denizi’ne, hem de Marmara Denizi’ne kıyısı bulunan bir kentimizdir Marmara Denizi kıyılarında adalar hariç 175 kilometrelik bir kıyısı, Ege Denizi kıyılarında da yine adalar hariç 115 kilometrelik bir kıyı bandı vardır Marmara Denizi’nde; Marmara, Avşa, Ekinlik, Paşalimanı adaları ile Ege Denizi’nde irili ufaklı 22 ada kentin sınırları içindedir

Balıkesir’in Kaz Dağları, Kapı Dağı Yarımadası, Alaçam Dağları, Madra Dağı gibi önemli doğa harikaları mevcuttur

Başta Kaz Dağları olmak üzere bütün dağları ve çevresinde doğal yapı dünyanın en önde gelen ekosistemine sahiptir Alplerden sonra Kaz Dağları ve çevresi 2 oksijen deposu konumundadır

Ayvalık-Merkez ve Adaları çevresi ile Marmara Adası ve çevresindeki denizaltı doğal güzellikleri, ayrı birer görülmeye değer eşsiz turizm merkezleridir

Balıkesir’in hemen hemen tüm ilçelerinde alternatif turizme kaynaklık edecek termal su kaynakları mevcuttur Örneğin; Gönen, Manyas,Edremit, Bigadiç, Sındırgı ve Merkez Pamukçu Ilıca Termal su kaynakları ve buralardaki termal tesisler turist çeken önemli kaynaklarıdır

Balıkesir’in en önemli turizm ulaşım yeri, Edremit Körfez Bölge’sidir Altınova’dan Altınoluk’a kadar bu bölge deniz, kum, güneş, tarih, termal kaynaklar, yemyeşil zeytin ve çam ormanları,bitki türleri, Kaz Dağları’nın efsanevi güzellikleri ve bol oksijeni ile dünyanın en güzel, en sağlıklı turizm çekim merkezidir

Bu bölge aynı zamanda; Ayvalık ile birlikte Antandros, Adramytteıon gibi antik şehirleri ile de dikkatleri çekmektedir

Balıkesir, yetiştirdiği bilim adamları, kahramanları, sporcuları ve edebiyatçıları ile de ünlü bir kültür kentimizdir Hacı İlbey, Evrenos Bey, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, 16 yüzyıl şairlerinden Zati ve Türkiye’ye eserleriyle kültürel manada damgasını vuran ünlü öykücü Ömer Seyfettin, Balıkesir’in yetiştirdiği ünlülerden sadece bir kaçıdır
KAYNAKÇA[*]Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1979[*]İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988[*]Ali SEVİM- Yaşar YÜCEL, Türkiye Tarihi, Ankara- 1990[*]Ali GÜLER- Suat AKGÜL, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001[*]Ali SEVİM, Anadolu’nun Fethi, Ankara, 1988[*]Yeni Rehber Ansiklopedisi, 3 Cilt, İstanbul[*]Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara,2000[*]İbrahim KAFESOĞLU,Hakkı Dursun YILDIZ, Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1999


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




BURSA
OSMANLI DEVLETİ


Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, İznik’i kontrol altına aldıktan sonra, 1302 yılında Koyunhisar’da Bizans kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğrattı 1308 yılında Sakarya Vadisi’nin kuzeyindeki önemli yerleri ele geçiren Osman Bey, İznik ila İzmit arasındaki kara yolunu kontrol altına aldı Harmankaya Tekfuru Köse Mihal, 1313 yılında Müslüman oldu ve Türk kuvvetlerine güç kattı Bunun ardından 1315 yılında Türkler; Lefke, Akhisar ve Geyve beyliklerini Osmanlı Devleti’ne bağladılar Bu tarihte Bursa kenti, Türkler tarafından kuşatıldı Mudanya’nın 1321 yılında fethedilmesi ile Bursa’nın kuşatılma sürecinde de sona gelindi Şehzade Orhan Bey komutasındaki Türk Ordusu, 1326 yılında Bursa’yı fethetti Bursa’nın fethi ile birlikte Osmanlı Devleti başkentini Söğüt’ten, bu kente taşıdı Osmanlı Devleti’nin kurucusu, büyük devlet adamı ve siyasi deha Osman Bey’in 1326 yılında ölümü ile yerine oğlu Orhan Bey geçti

Orhan Bey, Bursa’nın fethinden sonra, 1329 yılında Bizanslıları büyük bir yenilgiye uğrattı 1331 yılında da İznik, Türkler tarafından fethedildi Daha sonra 1333 yılında Gemlik ve 1337 yılında da İzmit fethedildi Böylece Kocaeli Yarımadası’nın tamamı, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girdi

1326 yılında Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Bursa; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca meşhur bir Türk başkentidir

Türkiye’nin Marmara Bölgesi’nin güneyinde yer alan Bursa; Bilecik, Balıkesir, Kütahya, Kocaeli, İstanbul illeri ve Marmara Denizi ile çevrilidir Marmara Bölgesini, Ege ve İç Anadolu’ya bağlayan bir kavşak noktasında olan Bursa, Bitinya Kralı İkinci Prusias tarafından kurulmuşturKurucusuna izafetle kente “Prusias” dendiği tarihi kaynaklarda yer almaktadır Zamanla bu isim “Brousse” , daha sonra da “Brus” olarak telaffuz edilmiştir Türklerin şehri fethetmesiyle birlikte de “Bursa” adını alan kent, fethedildiği 6 Nisan 1326 tarihinden, Osmanlı Devleti’nin Padişahı Birinci Murat Hüdavendigar’ın Edirne’yi başkent yaptığı 1365 tarihine kadar bu özelliğini korumuştur Ancak, bu tarihten sonra da Bursa, tahta çıkmalar, cenaze törenleri ve diğer önemli törenlerle, sembolik başkent olma özelliğini sürdürmüştür 1841 yılından itibaren de Anadolu Beylerbeyi Bursa’da oturmuş ve burası merkez olmak üzere bölgeyi yönetmiştir Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürekli gelişen Bursa, İngilizlerin desteğiyle Yunan işgaline uğradı 26 Ağustos 1922 tarihindeki Büyük Taarruzla Türklere karşı kesin olarak yenilgiye uğrayan Yunan Ordusu, 11 Eylül 1922 tarihinde Bursa’dan çıkarıldı Bursa’ya büyük tahribatlar veren Yunanlıların kentten çıkarılmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuştu

Bursa kenti baştan başa tarih kokan zengin bir medeniyetin başkentidir Türkiye’de, İstanbul’dan sonra tarihi eser bakımından en zengin şehir; Bursa’dır Bursa, Osmanlı Türklerinin Selçuklu devri sanat ve mimarisine yeni bir şekil, yeni bir bakış kazandırdıkları “Bursa Okulu” tarzı mimarinin bol olduğu bir başkenttirTürklerin, Bursa’daki eserleri göz önüne getirildiğinde; çinicilik, ağaç oymacılığı ve duvarlardaki nakışçılıkta çok ileri bir sanata ulaştıkları görülmektedir

Cennet Bursa veya Yeşil Bursa diye de anılan kentteki tarihi eserlere bakacak olursak:Osmanlı Devleti Sultanlarından Orhan Bey zamanında yapılan eserler; Orhan Camisi, Alaaddin Camisi, Ahi Hasan Mescidi’dir Osmanlı Devleti Sultanlarından Birinci Murat Hüdavendigar zamanında yapılan eserler; Hüdavendigar Camisi, Şehadet Camisi,Kadızade-i Rumi tarafından yaptırılan Kavaklı Mahallesindeki Cami, Koca Naib Camisi, Hayrettin Paşa Camisi, İzzeddin Camisi ve Kara Ali Camisi’dir Osmanlı Devleti Sultanlarından Yıldırım Beyazıt zamanında yapılan eserler; Yıldırım Camisi, Ali Paşa Camisi, Demirtaş Camisi, Ertuğrul Camisi, Gazi Timurtaş Mescidi, Molla Fenari Camisi, Somuncu Baba Camisi ve Fırını ile meşhur Ulu Cami’dir Osmanlı Devleti Sultanlarından Çelebi Sultan Mehmet zamanında yapılan eserler; Şaheser Cami ismiyle de anılan, meşhur İznik çinileriyle süslü, mimarı Hacı İvaz Ağa olan ünlü Yeşil Cami, Selçuk Hatun Camisi ile Bedrettin Camisi’dir Osmanlı Devleti Sultanlarından İkinci Murat zamanında yapılan eserler; Muradiye Camisi, Abdal Camisi ve Zeyniler Camisi’dir Osmanlı Devleti Sultanlarından Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan eserler; Zeyniler Camisi’nin yakınındaki çeşme, Akbıyık, Veli Şemseddin Camileri başta olmak üzere 19 camidir Osmanlı Devleti Sultanlarından İkinci Beyazıt zamanında yapılan eserler; Molla Arap Koca Hanı Mescidi, Emir Sultan Camisi, Üftade Camisi ve İsmail Hakkı Tekkesi’dir

Bu cami ve külliyelerin yanı sıra görülmeye değer yüzlerce tarihi eser daha vardır Osman Gazi Türbesi, Orhan Gazi Türbesi başta olmak üzere Padişah türbeleri; Lala Şahin Medresesi, Hüdavendigar Medresesi başta olmak üzere medreseler; Orta Köy ve Issız Kervansarayları; Kaza Hanı, Pirinç Hanı, İpek Hanı başta olmak üzere hanlar ve Kapalı Çarşı ile Bedesten Çarşısı, Bursa’nın görülmeye değer diğer şaheserleridir

Ayrıca, çok yaşlı çınarlar, Bursa Kalesi, tarihi yollar ve köprüler,imaretler, başta Işıklar Askeri Lisesi binası olmak üzere tarihi okul binaları, Arkeoloji Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi ile Atatürk ve Kültür Müzesi görülmeye değer zenginliklerdir

Bursa; anlatılmakla bitmeyecek tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri ile dünyadaki sayılı şehirlerden ve özgün tarihi başkentlerden biridir

Yeşil Bursa, tarihi şahsiyetleri ile de dikkat çeken bir kenttir Karacabey, Geyikli Baba, Bursalı Mehmet Tahir, Eşrefoğlu Rumi, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, İsmail Hakkı Bursevi, Üftade Mehmet Muhyiddin, Vani Mehmet Efendi ve İstanbul’un fethinde surlara Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan, yüzlerce ünlü Bursa’lı kahraman, şair, düşünür ve bilim adamlarından sadece birkaçıdır
KAYNAKÇA[*]Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1979[*]İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988[*]Ali SEVİM- Yaşar YÜCEL, Türkiye Tarihi, Ankara- 1990[*]Ali GÜLER- Suat AKGÜL, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001[*]Ali SEVİM, Anadolunun Fethi, Ankara, 1988[*]Yeni Rehber Ansiklopedisi,4 Cilt, İstanbul[*]Ekmeleddin İHSANOĞLU, Modern Türkiye ve Osmanlı Mirası,(Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu,Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eğitim, Milletlerarası Kongre-Tebliğler, IRCICA) İstanbul, 2001[*]Berke İNEL, Osmanlı İmparatorluğunda Kültürel ve Eğitimsel Yaşamda Güzel Sanatların Yeri, Modernleşme Süresinde Batının Etkisi, (Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu,Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eğitim, Milletlerarası Kongre-Tebliğler, IRCICA) İstanbul, 2001


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




DİYARBAKIR VE HASANKEYF
ARTUKLULAR DEVLETİ



Tarih Boyunca Türk Başkentleri arasında yer alan Diyarbakır ve Hasankeyf, Artuklular Devleti’ne başkentlik yapmıştır Tarih içinde bir Türk şehri özelliği kazanan Diyarbakır, bugün de Türkiye Cumhuriyeti devletinin önemli bir şehridir

Artuklular Devleti, Anadolu’nun 1071 yılında Türkler tarafından fethinde büyük hizmetleri geçen Oğuz Türkleri’nin Döğer boyundan Artuk Bey’in çocukları tarafından kurulmuştur Doğu Anadolu’da Hısnı Keyfa diğer adıyla Hasankeyf ve Amid diğer adıyla Diyarbakır; Mardin ve Meyyafarikin diğer adıyla Silvan ile Harput’ta üç kol halinde hüküm süren bir Türkmen hanedanlığı olan Artuklular’ın kurucusu Artuk bin Eksük Bey’dir

Artuk Bey, Sultan Alparslan’ın hizmetinde bulunmuş ve 1071 yılında Malazgirt Savaşı’na katılmıştır Hısnıkeyfa Artuklular’ının başkenti önce Hasankeyf iken, sonra başkent Diyarbakır’a taşınmıştır Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli hizmetleri olan Artuk Bey, önce Bahreyn Seferi’ne çıkmış ve daha sonra Filistin’i hakimiyeti altına almıştır Kudüs’ün hakimiyetini de eline alan Artuk Bey, 1091 yılında ölmüştür Artuk Bey’in ölümünden sonra oğullarından Muinüddin Sökmen, Hısnıkeyfa yani Hasankeyf’te hanedanın birinci kolunu 1102 yılında kurdu Bu esnada Haçlılar, Urfa, Antakya, Trablus ve Kudüs gibi kentleri ele geçirmiş, Mardin ve Harran bölgelerine de saldırılarda bulunuyorlardı Hısnıkeyfa Artuklular’ının kurucusu Sökmen Bey, Urfa Haçlı Kontu Joscelin ile Kudüs Kralı Baudouin kumandasındaki Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı Sökmen Bey, 1104 yılında yolda öldü

Sökmen Bey’den sonra yerine oğlu İbrahim Bey geçmiş, ancak çok iyi bir yönetim gösteremeyerek, Mardin’de hakimiyetini kuran amcası İlgazi’ye tabi olmuştur Daha sonra Davut ve Kara Arslan dönemlerinde Anadolu Selçukluları’na tabi olan Artuklular, Nureddin Muhammed devrinde Eyyubi Devleti’nin egemenliğine girmişlerdir 1231 yılında Hasankeyf ve Diyarbakır üzerine sefere çıkan Eyyubi Hükümdarı Melik Kamil, Artuklular’ın bu koluna son vermiştir Hısnıkeyfa ve Amid Artukluları, kurucusundan dolayı Sökmenliler diye de anılır

Hısnıkeyfa Artukluları’na başkentlik yapan Hasankeyf, Batman il merkezine 37 kilometre uzaklıkta tarihi bir yerleşim birimidir Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyindeki dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf, Dicle Nehri’nin ihtişamıyla, tarih fışkıran bir yerleşim yeridir

Hasankeyf, Müslümanlar tarafından, fethedilmek için birçok kez kuşatılmıştır İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in akrabası Cafer’i Tayyar’ın oğlu imam Abdullah ile ünlü komutan Varkenna, Hasankeyf kuşatması sırasında Hicri 651 yılında şehit düşmüşlerdir Mezarları Hasankeyf’tedir Hasankeyf İslam hakimiyetine girdikten sonra sırasıyla; Abbasilerin, Hamdanilerin, Mervanilerin eline geçmiştir Türkler tarafından Hasankeyf’in fethi 1071 Malazgirt Meydan Muhaberesinden sonra olmuştur Hasankeyf önce Artukoğullarına, sonra onların Amid yani diğer adıyla Diyarbakır’ı fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik yapmıştır Bu Türk devleti, 1231 yılına kadar şehri imar etmiştir O devirden kalan; Dicle köprüsü, büyük ve küçük saray, kale kapıları ayakta kalan yapılardır Artuklular’ın burada para bastıkları, ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır

Bugün Hasankeyf’te ayakta olan pek çok yapı Artuklular devrine aittir Sultan Süleyman Cami, Kale diğer adıyla Ulu Cami, Koç Cami, El-Rızk Cami, İmam Abdullah Zaviyesi, Kızlar Cami bu devre ait yapılardır

1461 ila 1482 yılları arasında Akkoyunlu hakimiyetine giren Hasankeyf’te bulunan Zeynel Bey Türbesi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e aittir

Hasankeyf, 1516 yılından itibaren ebedi olarak Osmanlı Devleti kanalı ile Türklerin hakimiyetine girmiştir Türkler, kenti kısmen harap olmuş ve eski önemini kaybetmiş halde bulmuşlardır

Tarih boyunca Amida, Amid, Kara-Amid, Diyar-Bekr, Diyarbekir, Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde, Elcezire denilen, Mezopotamya'nın kuzey kısmındadır Milattan Önce 3 Binde kente Hurri-Mitaniler'in egemen olmuşlar ve daha sonra Milattan Önce 1260'a dek egemenliklerini sürdürmüşlerdir Hurri-Mitaniler'den sonra sırasıyla Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır'a egemen olmuşlardır Bu uygarlıklar içerisinde, Diyarbakır'da en fazla tarihi eser bırakanlar; Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular ve Osmanlılar olmuştur Diyarbakır sadece Roma-Bizans değil aynı zamanda Müslüman, Pers, Arap ve Türk devletlerinin zengin tarihi ve kültürel değerlerini taşıyan ortak bir kültür mirası olarak günümüze kadar gelmiştir Özellikle surlarda birçok medeniyetlerin izlerini kitabe, süsleme, figür, kapı veya görkemli burç şeklinde en canlı şekilde görebilmekteyiz

Diyarbakır’ın tarihi ve turistik yerlerine kısaca göz atacak olursak, şunları görmekteyiz: Tarihi Diyarbakır Kalesi’nin yanı sıra, başlıca Türk-İslam eserleri; Ulu Cami, Kale Cami diğer adıyla Hazreti Süleyman-Nasıriye Camii, Melik Ahmet Paşa Cami, İskender Paşa Cami , Hüsrev Paşa Cami, Nebi Cami, Fatih Paşa Cami, Hoca Ahmet Cami, Ali Paşa Cami, Behram Paşa Cami, Nasuh Paşa Cami, İsmail Paşa Cami, İbni Sina Cami, Safa Cami ve Lala Bey Camii’dir Ayrıca medrese olarak; Mesudiye Medresesi ve Zinciriye diğer adıyla Sincariye Medresesi’ni görmekteyiz

Diğer tarihi eserler ise; Dicle Köprüsü diğer adıyla On Gözlü Köprü, Devegeçiti Köprüsü, Malabadi Köprüsü, Deliller diğer adıyla Hüsrev Paşa Hanı ve Hasan Paşa Hanı’dır

Türkiye’nin güzide şehirlerinden ve tarihi Türk başkenti olan Diyarbakır; Arkeoloji Müzesi, Kültür Müzesi diğer adıyla Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ziya Gökalp Müzesi, İçkale Müzesi, Virantepe ve Artuklu Sarayı, Artuklu Kemeri, Aslanlı Çeşme ile tarihi ve turistik bir bölge olarak dikkatleri çekmektedir

Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Diyarbekir’e 1937 yılında yaptığı bir konuşmayla Diyarbakır adını veren Ulu Önder Atatürk’ün 1917 yılında II Ordu Komutanı iken karargah olarak kullandığı bina, 1973 yılında düzenlenip Atatürk Müze ve Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır Diyarbakır, bu müze ve tarihi eserleri ile Türkiye’nin gözde kentlerindendir

Diyarbakır’da yetişen, Türk düşünce ve kültür hayatına katkılarda bulunan bazı isimleri ise şöyle sayabiliriz: Ahmed Mürşidi, Ali Emiri, Amidî diğer adıyla Ebu’l Kasım, Ebu’l Hasan Seyfüddin El-Amid, Hattat Hamid Aytaç, Cemili, İbrahim Gülşeni, İbn-ül Ezrak, Molla Çelebi, Müderris Ragib, Nesimi, Said Paşa, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç ve Celal Güzelses’tir
KAYNAKÇA:[*]Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 2004[*]Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000[*]İbrahim Kafesoğlu, Hakkı Dursun Yıldız, Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 1999[*]Ali Güler, Suat Akgül, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001[*]Ersin Güngördü, Türkiye’nin Turizm Coğrafyası, Ankara, 1995


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




ERZURUM
SALTUKLULAR DEVLETİNE


Saltuklular Devleti, Selçukluların Anadolu’yu fetihleri esnasında, Malazgirt meydan savaşı sonrasında Doğu Anadolu’da 1072 yılında kurulan ilk Türk beyliğidir Erzurum ve civarında kurulan Saltuklular Beyliğinin kurucusu; Anadolu’nun Türkleşmesine zemin hazırlayan Malazgirt zaferinin kazanılmasında önemli bir rol oynayan Emir Saltuk’tur Sultan Alparslan’ın 1071 yılındaki Malazgirt zaferinden sonra, Bizans İmparatoru 4 Romanos Dİogenes’ in ölümüyle iki komutan arasındaki anlaşma şartları yerine getirilmemiştir Bunun üzerine Sultan Alparslan, Anadolu’daki fetihlere devam emrini vermiştir İşte, Emir Saltuk da bu vesileyle Erzurum ve civarını fethederek, Saltuklular Beyliğini kurmuştur Emir Saltuk’un ölümünden sonra, yerine oğlu Emir Ali geçmiştir Emir Ali’nin ölümünden sonra da kardeşi Ziyaüddün Gazi, Saltuklular Beyliğinin başına geçmiştir 1131 yılında bölgeyi işgal eden Gürcüleri büyük bir bozguna uğratan Ziyaüddin Gazi’nin ölümü ile beyliğin başına, yeğeni 2 İzzeddin Saltuk geçmiştir İzzeddin Saltuk zamanında Saltuklu Beyliği ;Tercan’dan başlayıp Tahirgediğine kadar uzanan; Erzurum, Bayburt, Avnik, Micingert, İspir, Oltu gibi yerleşim birimlerini içine alıyordu 1168 yılında İzzet Saltuk Beyin ölümüyle yerine oğlu Nasuriddin Muhammet geçmiş ve Irak Selçuklu Sultanına tabi olmuştur Gürcülerle yaptığı şiddetli çatışmalarda Erzurum kentini savunan Nasuriddin Muhammed’in ölümüyle beyliğin başına, 1191 yılında kız kardeşi Mama Hatun geçmiştir Mama Hatun, Selahattin Eyyubi’nin yeğeni Takiyiddin Ömer’in Malazgirt kalesini kuşattığı ve Ahlat ülkesini ele geçirdiği zaman, askerleriyle ona yardım etmiştir Mama Hatun’un tahttan indirilmesiyle Melikşah tahta geçmiştir 25 Mayıs 1202’de Süleyman Şah, Erzurum önlerine gelmiş ve Melikşah’ı esir ederek, Saltuklular Devletini sona erdirmiştir

Saltuklulara başkentlik yapmış Erzurum kenti ve çevresi Neolitik çağdan beri yerleşmelere sahne olmuştur Bu alanda; Huriler, Asurlular, Urartular ve Romalılar yaşamışlardır 5 Asırda Bizans imparatorlarından 2 Theodosius tarafından ilk kale inşa edilmiş ve Theodosiopolis ismiyle bir kasaba kurulmuştur İç kaleyi çeviren surlar üzerinde Erzincan, Tebriz ve Gürcü adı verilen üç kapı vardır Bu kasaba 11 asır ortalarında Erzurum ovasının batı ucundaki Erzen şehrinin, Selçukluların eline geçmesiyle, bu şehir halkı Theodosiopolis’e göç etmiştir Böylece Theodosipolis’in ismi, Erzen’e dönüşmüştür Daha sonra ise kente, Roma Erzeni anlamına gelen Erzen-El-Rom adı verilmiş ve zamanla bu isim Erzurum adına dönüşmüştür

Saltuklular Devletinin başkenti Erzurum, diğer Anadolu kentleri gibi ekonomik ve ticari açıdan oldukça önemli bir kenttir Erzurum, Akdeniz limanlarından ve Suriye’den yola çıkıp; Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan’a ,İran’a giden ve oradan da Türkistan’dan Erzurum’a gelip, aynı yoldan Akdeniz ve Trabzon limanlarına ulaşan yol güzergahında yer alıyordu Bu tarihi ticaret yolu üzerinde bulunan Erzurum’da, ekonomik hayat oldukça canlıydı Ayrıca, bölgede hayvancılıkta çok gelişmişti

Saltuklu beyleri zamanında kültür, sanat ve mimari büyük bir gelişme göstermişti Kitabelerden anlaşıldığına göre; Ziyaeddin Gazi Erzurum’da Kale camii ve tepsi minareyi inşa ettirmişti Nasıreddin Muhammet ise Ulu Camiyi inşa ettirmiştir Erzurum’da üç kümbetler ismiyle bilinen türbelerden biri İzzeddin Saltuk’a aittir Bu türbenin yanında bir de zaviye vardır Erzurum-Kars arasında ise Micingert köyünde Saltuklulara ait Micingert Kalesi vardır



Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli kentlerinden olan Erzurum, bugün de tarihi ve kültürel önemiyle dikkat çeken bir kenttir Çok eski bir yerleşim merkezi olan Erzurum; batıda İstanbul, güneybatıda Harput, doğuda Kars, kuzeyde Tortum veya Ardahan kapılarıyla dışarıya açılan bir kenttir 1071 yılında Malazgirt zaferiyle Türklerin eline geçen Erzurum, Osmanlı Devletinin padişahlarından Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır Osmanlı yönetim teşkilatında aynı adı taşıyan beylerbeyliğinin merkezi olan Erzurum kentinde bulunan kale birçok tahribatlara uğramış, Kanuni Sultan Süleyman, 1552’de kenti onartmıştır 1828 yılında Erzurum, Rus işgaline uğramış ve 1853 Kırım savaşı ve daha sonraki savaşlarda da kent tahrip edilmiştir

1828 ve 1877 yıllarındaki Rus işgallerinin neticesinde, yüz otuz bin olan Erzurum’un nüfusu on beş bine kadar düşmüştür 1877 ile 1878 yılları arasında meydana gelen doksan üç harbi sırasında yedi ay işgal altında kalmıştır Erzurum, Türkiye cumhuriyetinin ilk nüfus sayımında otuzbin sekizyüz nüfusa sahipti

Köklü bir geçmişe sahip olan Erzurum’un tarihi ve turistik yerleri şunlardır: Çifte Minareli Medrese Tebriz kapı civarında 1253 yılında inşa edilmiştir İlhanlı dönemi eseri olan Çifte Minareli Medrese, Anadolu’nun en büyük medresesidir Minareleri ayrı renk ve desende çinilerle kaplı ve 26 metre yüksekliktedir Çifte Minareli Medresenin ortasında 720 metrekarelik bir eyvan vardır ve bunun da çevresinde iki katlı 37 derslik bulunmaktadır

Saltuk Emiri Alp Tuğrul tarafından 1174 yılında İçkale bitişiğinde kale içindeki mescidin minaresi gözetleme kulesi olarak kullanıldığı gibi, 1856 yılında saat konularak Saat Kulesi olarak adlandırılmıştır 21 metre boyunda kesme taştan inşa edilmiştir

Saltuklu Beyliği döneminde, 2200 metre karelik alanda 1179 tarihinde inşa edilen Ulu Cami ile 1310 yılında İlhanlılar döneminde, üzeri çinilerle kaplı olarak inşa edilen Yakutiye Medresesi kentin önemli tarihi eserlerindendir Ayrıca, Mimar Sinan’ın eseri Lala Paşa camii, Selçuklulardan kalma Hatuniye Medresesi ve Erzurum’un ticaret merkezi Taşhan olarak bilinen yapılar kentin önemli tarihi mekanlarıdır

Kentin kuzeydoğusundan Kop Dağı sırtları üzerinde, 1877 Rus işgaline karşı kahramanca çarpışan ve şehit düşen Türk Askerlerinin anısına inşa edilen Aziziye Anıtı ile 23 Temmuz 1919’da Erzurum kongresinin hatırasına inşa edilmiş Atatürk Anıtı, kentin öne çıkan anıtsal eserleridir

Ayrıca Erzurumda bir çok cami, hamam, bedesten, kümbet ve tabyalar bulunmaktadır Harem kale, Oltu ve İspir kaleleri diğer tarihi eserlerdir
KAYNAKÇA

1 İbrahim Atalay, Kenan Mortan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, 1997

2 Ersin Güngördü, Türkiye Turizm Coğrafyası, 1995

3 İbrahim Kafesoğlu, Hakkı Dursun Yıldız, Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 1999

4 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 2004

5 Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2000


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




SEMERKAND – BUHARA
TİMUR DEVLETİ


Şehir, medeniyet demektir Nerede bir şehir varsa, orada medeni çizgilerden söz edilebilir Bu genel hüküm, medeniyet yaratmayı ifade etmez Her medeni durum, orijinal olmadığı gibi, her şehir de orijinal bir medeni durum göstermez Bugünün hâkim medeniyeti içinde, batının medeni şehirleri içinde kendisine has bir çizgi yaratanları pek azdır Amerika şehirleri, batı medeniyetinin en tipik örneklerini verirler Tamamen teknik ve pragmatik özelliklerle, devâsa birimlerle oluşturulan bu şehirler, tarihi perspektifi düşündürmeyecek kadar orijinaldir Tarihi perspektifi inkâr etmesi mümkün olmayan Avrupa şehirleri, aynı medeniyetin ürkek örneklerini verirler Çünkü tarihin ağırlığı onları sınırsız denemeler konusunda devamlı ikaz eder
Demek oluyor ki, yeni medeniyet de eski medeniyetler karşısında veya tarih karşısında saygısı, ilgisi derecesinde orijinal renklerini yansıtır Dünü inkâr etmemek, bugünün zorlayıcı medeni çizgilerini mahcub bir yaratıcılığa veya en azından dikkatli bir yenileşmeye zorlar Yenileşme kaçınılmazdır, medeniyete elbette karşı durulamaz Ancak Amerika gibi, geriden baskısını hissedeceği uzun bir tarihi olmayan, dolayısıyla medeni tecrübeleri çeşitlenmemiş ülkeler, yeni medeniyetin en hür temsilcileri olabilirler En cesur denemeler onlardan gelir Dolayısıyla, gökdelenler ana kıtalardan değil, öncelikle Yenidünya’dan yükselirler Bu, orijinal bir şehir kültürüdür Burada orijinal, sadece orijinal demektir Güzel, emsalsiz yaratılmış, emn iyi çözüm, diğerlerinden iyi gibi değerleri ifade etmez
Tarihe doğru yol alındığında, Bağdat, Semerra, Seviyye, Kurtuba ve diğer Endülüs şehirleri İslâm Medeniyetinin ilk orijinal şehirleri olarak karşımıza çıkar Medine ve Mekke, bu manada kendine benzetilmiş, uyarlanmış, makyajlanmış şehirlerdir
Bu örneklerin artması için, Abbasi döneminden itibaren Türklerin bu medeniyetin öncülüğünü devralmaları gerekecektir Daha 10, 11 asırlarda ana çizgilerini görmeye başladığımız bu medeniyetin şehircilik çizgileri, yeni denemelerle 12asıda belli bir kıvama ulaşacaktır Mâveraünnehir, Mezopotamya ve Anadolu’da yükselen şehirler, yeni ve orijinal bir çizgide gelişirler Herat, Isfahan, Bağdat, Konya birbirinden etkiler alan, benzer noktalar yanında ayrılan noktaları da çok olan ortak bir anlayışın eseri olarak, hâkim medeniyeti söylerler Bu yapı medeniyetinin yaratıcılığı en çok, dini eserlerde ve kamu binalarında göze çarpar Zaten şehir, mahallelerden oluşur ve mahalle bir cami etrafında şekillenir Cami, önemli merkezlerde, külliyenin bir parçasıdır, Külliye, çocuk okulu (sıbyan mektebi), orta ve yüksek okul (medrese), hastane (şifahane), aşevi (imaret) ve benzeri yapılar topluluğudur Şehre karakterini, bu yapıları merkez alan yerleşimler verir Yaşama yerleri, yani evler, bu merkez etrafında yerleşir Daha mütevazi çizgilerde yapılır Merkezde yerleşen külliye ve sair devlet binaları yanında mahcub bir görünüşte, daha doğru bir ifadeyle onların önemini gölgelememe gayretindedirler İleri gelenlerin konakları, köşkleri, yalıları bu durumu zorlasa da derin bir çatışma yaşanacak seviyeyi buldukları görülmez Bu konuda cemiyetin bütün katmanlarında ince ayarlı bir ölçü, oto-kontrol diyebileceğimiz anlayış geçerlidir ve bu şehircilik anlayışı çerçevesinde gelişen şehirler ve mimari çizgileri orijinaldir O kadar orijinal ve zihni temeli o kadar sağlamdır ki, bin yıllık dönemde ana unsurları çok fazla değiştirilememiştir Bugünün şehirciliği içinde de yeniden yaratılamadığı için, büyük ölçüde terk edilmesi gündeme gelmiştir Bu terk süreci hâlâ tamamlanmış değildir Dolayısıyla yeniden yaratma sürecine dönüşüm de ihtimal dâhilindedir Bu büsbütün yeni ve çetrefil konuyu bir tarafa bırakarak meselemize dönecek olursak göreceğimiz manzara ve vereceğimiz hüküm şudur: Dünün orijinal Türk medeniyetinin orijinal şehirleri vardı Orijinal hayatları olduğu gibi Bu orijinal şehirler, dünya kültür mirasının en seçkin örnekleri arasındadır Tıpkı Türk devletleri, idari yapısı, toprak sistemi, adli sistemi, hiyerarşik düzeni vesairede olduğu gibi
Söz Semerkant ve Buhara’ya gelince, bu medeni çizginin en muhteşem örnekleri olduklarını ifade etmek, mümkün olmaktan öte, bir gerçekliği belirtecektir
Hicri 3–4 (miladi 8–9) asırlar bölgenin İslâm’la tanıştığı zamandır Yeni bir ruha bürünmekte olan şehirlerimiz, sogdiani çizgilerden Türk-İslâm çizgisine kaymakta ve yeniden şekillenmektedir Sasaniler ve sonra Türk boylarının elinde devam eden bu gelişme, Moğol felâketiyle alt üst olur Ama taş üstünde taş kalmayan bu dünya incilerinin şansı da bu yıkıntılar içinden doğar O devirde o bölge dünyanın en medeni bölgesiydi Moğol istilâları bu medeniyetin yıkıntıları arasından yükselen bir Almanya gibi, bu şehirler de o medeniyetin yaratıcılığı tarafından yeniden, daha gür ve kuvvetli, daha yüksek zevk ve estetik çizgilerle kuruldular

13 asırdan itibaren görüyoruz ki, dünyanın medeniyet ağırlığı, Mâveraünnehir denilen, Ceyhun (Amuderya), Seyhun (Sırderya) arasındadır İran sahası da çizgiye yakındır Meselâ Herat, dünyanın en kalabalık, en büyük şehridir Isfahan, Nişabur diğer şehirlerdir Semerkant ve Buhara ise onları takip eden, sık sık el değiştiren, istikrar arayışı içinde belli büyüklükte kalan şehirlerdir Özellikle Semerkant, çok gözde bir merkezdir Kısa dönemlerle başkentlik verilen bu stratejik şehir, daha sonraki zamanlarda büyük Timur’la gerçekleştirdiği çıkışına ve “şehirlerin şahı” unvanına yolculuğunu, bu 13asırlarda başlatır
Türklüğün en büyük cihangiri olan Timur, kurduğu büyük imparatorluğun başkentini Semerkant’a taşır Artık Semerkant’ın başına talih kuşu konmuştur Öyle muazzam bir imar faaliyeti başlar ki, şehir devamlı bir şantiye görünümündedir Timur’un her sefer dönüşünde yeni bir eser, yeni bir külliye, hatta yeni bir mahalle tamamlanır Kısa sürede şehir, orijinal, büyük bir merkez olur Devletin zenginliği ve ihtişamını anlamak için, o şehri görmek kâfidir Bugün elimizdeki o döneme ait tek seyahatnamede ve özellikle bir eserin adını verecek olursak, Attila’dan Timur’a Avrupa ve Asya (Emanuel Berle, Doğan kitap 1999) adlı eserde bu gelişmenin siyasi ve külturel izahlarını bulabilirsiniz
Bugünkü Semerkant ve Buhara, hâlâ görenleri büyülüyor 14 ve 15 asırlarda gerçek kimliğini bulan ve 200 yılı aşkın bir süre daha gelişimini devam ettiren bu şehirlerden bugüne ne kaldı? Sorusu tam olarak incelenmiş değildir Bildiklerimize bakılırsa çok az şey kaldığını söyleyebiliriz Zamanın yıpratıcı etkisi, zenginliğin kaybolmasıyla yenilenmenin sağlanamaması, Moğol etkisi kadar olmasa da, Sovyet yıkıcılığı, bu muazzam şehirlerin bugüne intikalinin önündeki en büyük engellerdi Bugün Semerkant’ın tam olarak ayakta kalan külliyesi yok gibidir Cami mimarisi, hemen hemen bütünüyle yok olmuştur Medrese ve türbe ağırlıklı, yer yer mescitlerde de görülen bir eski eser türü mevcuduyla karşı karşıyayız
Meselâ, Semerkant şehrinden hatırda kalan, hâlâ sihirli bir eski zaman silueti varsa, bunu veren aslında bazı yapılar topluluğudur Bunlar şehrin “küçük” tepelerine yükseltilerine ve onların devamı olan düzlüklerine yerleşmiş, olağanüstü bir mimari görüşün eseridirler Şehrin girişinde, efsanevi gökbilimci Uluğbek’in rasathanesi, Timurlar devrinin ilmi seviyesini yansıtır, hatırlatır Bu seviye, kıyaslarsak, uzay teknolojisiyle bugün neyi anlıyorsak, o günün dünyası da bu rasat seviyesinden onu anlıyordu Şehre girildiğinde, Timur’un sevgili eşi Bibi Hatun adına yaptırdığı Bibi Hatun külliyesi göze çarpmaz, gözünüzü esir eder Yüksek duvarları, yüksek kapıları mavi yeşil ağırlıklı çinili kubbeleriyle size ”ben buradayım” der Ölümsüz bir aşkın ölümsüz bir şahidi olarak gönlünüzü alır

Ötede Şâh-ı Zinde külliyesi ki, bir yamaçta yükselen yapılar topluluğudur Yükselen merdivenlerle eserin parçalarını tanıyacak yolculuğa çıkılır Üstünkörü bir ziyaret için dahi yarım gününüzü vermeniz gerekir Bibi Hatun ve diğerleri gibi devasa yapılar olmasa da, yapı çeşitliliği ve bir yamaca son derece tabii bir şekilde yerleşmesi dikkate çarpar
Yine merkezde, Timur Baba’nın muhteşem türbesi ve etrafındaki yapılar, şehrin siluetine damgasını vurur Dünya fatihliğine soyunmuş olan büyük cihangir, başkenti Semerkant’ın kalbinde yatar, bazı oğulları ve torunlarıyla beraber Timur hanın türbesine, hemen arabadan inip bir kapıdan giremezsiniz Cihangirlerin huzuruna uzunca bir yoldan geçerek hazırlanırsınız Bu hazırlıkta insan zihnine çakılan düşünce, cihanı titretenlerin de bir gün gelip sırtını yere getirecek olan ölüme teslim olacağıdır Büyüklük ile ölüm arasındaki paradoks pek az yerde bu kadar çarpıcı ve derinden duyulur
Ve tabii Registan Meydanı Timur sonrası Uluğ bekle başlayan bu üç büyük medresenin bulunduğu meydanın adı Registan’dır Semerkant’ın en tipik tarihi mekânlarındandır Birbirlerine benzedikleri halde benzemeyen bu üç yapı, yüksek taç kapılarıyla göğe yükselirler Kalem işleri harikuladedir Çok yoğun sulama başka mekânda göz yorabilir, ama burada yekpare bir güzellik olarak algılanıyor
Semerkant deyince, tarihi çerçeveden ana çizgiler, bu büyük eserlerle görülür Ancak bu şehrin tarihi çerçevesi, henüz bugüne kazandırılmış değil Türkiye dâhil, dünyadan pek çok ilim adamının, özellikle mimar ve sanat tarihçilerinin, şehircilerin çalışmaları olduğunu biliyoruz Ancak, bu çalışmaların arşivlerle beslenmemesi, sonuca ulaşmayı zorlaştırıyor Konuştuğumuz uzmanlar, hayranlık ifade etmekten çok ileri gidebilecek fikirler söyleyebilmek için zamana ihtiyaç duyulduğunu söylüyorlar
Ve Buhara… Daha karmaşık bir tarihi geçmişi olan Türk şehri… 11,12 ve 13 asırlarda Semerkant kadar parlak görünmese de önemli bir merkezdir Özellikle dini ilimler sahasında yüksek seviyede eğitim öğretim veren medreselerin olduğunu biliyoruz Dolayısıyla özellikle bir ilim başkenti olarak temayüz etmiştir Sadece dinli ilimlerde öne çıkmakla kalmamış, dini mistisizmde de ışıklarını dalga dalga yayar olmuştur Bu çerçevede, İslâm inanışında dünyanın sayılı mistik yollarından biri olan Nakşîliğin piri Şah-ı Nakşibendî hazretleri Buhara toprağından feyz alıp vermiştir Hadis ilminin bir numaralı ismi sahih-i Buhari müellifi, adı üstünde Buhara’lıdır Bugün, makamı Semerkant’a 50 km mesafede bulunan bu büyük zatın hizmeti, 800 yıl sonraki durum itibariyle değerlendirildiğinde ebediyete değin akıp gidecektir

Bugünün Buhara’sı, düz bir ovada kurulmuş, yüksek binalara iltifat etmeyen haliyle, 30–40 yıl öncesinin Konya’sını hatırlatır Bunun için meselâ, Hz Mevlâna ile ilgili bir film için, Buhara önemli bir plâto hizmeti verebilir Özellikle yarı harabe haliyle Ark denilen kaleden girilen eski şehir manzarası, gerçekten bir eski zaman görüntüsüdür Günün her saatinde ve her mevsimde bu eski zamanın vakti ve saati yaşanabilen bu mekân, Hive ile beraber sayılı örnekler arasındadır
Amin Malouf’un Semerkant romanını okuyanlar, bu mekânı da görürlerse, bir köşeden Ömer Hayyam’ın, bir köseden Hasan Sabbah’ın çıktığını kolaylıkla hayal edebilirler Meşhur kolon minaresinin önünde, dünyanın her tarafından yine meşhur Mirarap medresesine gelen ve yetiştirilip gidecek olan medrese talebelerine rastlayabilirler Biraz ileride meşhur Buhara Yahudilerinden bir grubun Hahamlarının etrafında halka olup Ahd-i Atik’i, On Emir’i talim ettiklerini görebilirler BU manzara, bu düşünceye, bu hayale ve bu tasavvura imkân verecek ölçüde otantik çizgiler taşır
Hâsılı, Semerkant ve Buhara, dünyanın tarihte en orijinal şehirleri arasındayken, buğun de tarihe yolculuğa imkân verecek en sihirli, en tılsımlı mekânlar olarak zikredilmeye değer Ancak, Türk’ün batıda parlayacak Osmanlı güneşine rağmen, Doğuda duruşunu ve 17asırdan itibaren devamlı kaybedişinin hikâyesi de bu iki şehrin hikâyesinde beraberdir Annabel Lee şairinin “şehirlerin kraliçesi” dediği Semerkant ve O’nun yakın kader arkadaşı Buhara, bir çöküşün tarihine şahitlik edecektir Bir hatırlatma olmak üzere Emmanuel Barl’in özetini vermekte fayda var:
“Timur’dan sonra Turan’da bölünmeler kesinleşti Moğol İmparatorluğunun artık Batı Asya’yla hiçbir ilişkisi olmayacaktır Çin, duvarlarının arkasına çekilecekti Altınordu’dan kurtulan Slavlar, Türklere karşı Rus İmparatorluğunu kuracaktı Ankara savaşı Osmanlıları anayurt Turan’dan kesin olarak koparmıştı Asyalı karakteri gitgide azalacak, artık hep batıya doğru ilerleyecekti
Maveraünnehir, kendi zaferinin yarattığı felâketten ağır yara alan ülkeydi Kendisi için fazla büyük bir meyve vermişti; şimdi kökler o meyveyi besleyemiyordu
Semerkant çok uzun süre dünyanın başkenti olarak kalamayacaktı
(…) Türk-Moğol mucizesi sona erdiğinde, Timur, steplerin büyük imparatorlarının sonuncusu olacaktı Babür Şah, gerçek Asya imparatorluğunu kurma başarısını gösteremedi Bu nedenle Hindistan’a yönelecekti(…) Böylece her şey mahvolmuştu: Fatih batının coşkun atılımı, Müslüman mistiği, Moğolların militarist idealleri, hepsi, her şey kaybedilmişti Evet hiçbir şey yoktu ve Timur’un güçlü kişiliği de yok olunca, sanki sadece Çin’de kalmış, küçük, yavan bir yaşam belirtisi dışında bu ölü evrende hiç kimse kalmamıştı
Avrupa’ya gelince, tüm karanlık dönemlerinde olduğu gibi, bir kez daha, sadece küçük Asya’nın uzantısı gibiydi Hz Muhammed’in ölümü öncesindeki ümitsiz çağa geri dönülüyordu sanki Roma İmparatorluğunun paramparça olduğu günler yeniden yaşanıyordu Coşku söndükçe, mimarlık da geriliyordu; uluslar ve insanlarla birlikte biçimler de bozuluyordu İbn-i Haldun haklıydı; evrensel ruh her şeyiyle parçalanmış, kendisine tekrar hayat verecek ilâhi lütfu bekliyordu” (age s 254)
15 asır Endülüs tarihçisinin tesbiti bugün için de geçerli Hala evrensel ruh, hala o o ilâhi lütfun ihtiyacı içinde, fakat ona lâyık olabilmek noktasında atılacak adımların arayıcılığında kıvranıyor Aziz Türk şehirleri Semerkant ve Buhara, bu arayışın İbn-i Haldun tesbitine “beli” diyen sesini yükseltecek bir irfan bekliyor “Bu ses Türklüğün sesi olacaktır” diyenleri duyar gibiyiz


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Başkentleri

Eski 06-27-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Başkentleri




SÖĞÜT
OSMANLI DEVLETİ


Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in ataları, Oğuzların Bozok Kolu’nun Kayı Boyu’ndandır Kayı, kuvvet, kudret sahibi anlamına gelmektedir Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi, dedesi ise Gündüz Alp’tir Osman Bey, 1258 yılında Söğüt’te doğdu ve Kayı Boyu’na bey olduğu zaman, yani 1281 yılında 23 yaşında idi Osmanoğulları ailesi, Kayı Boyu’nun Karakeçili aşiretine mensupturlar Orta Asya’dan 400 çadırla gelip, kök salıp, yurt edinip ve büyük Osmanlı İmparatorluğu’nu temelini attıkları yer Söğüt kentidir 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Oğuzlar Anadolu’ya geldiler ve Türkiye Selçuklularının Sultanı I Alaaddin Keykubat tarafından Ankara’nın batısındaki Karacadağ civarına yerleştirildiler Kayıların başında Ertuğrul Bey bulunuyordu Ertuğrul Bey idaresindeki Kayı Boyu, Söğüt ve Domaniç’i 1231 yılında fethederek bu bölgeye yerleşti Söğüt, böylece Osmanlıların ilk başkenti oldu Ertuğrul Bey’in 1281 yılında ölmesinden sonra, Kayıların başına oğlu Osman Bey geçti Kayıların bu başarılarında Şeyh Edebali’nin büyük rolü olmuştu Şeyh Edebali Ahi idi Ahilik; tarım dahil bütün zanaat dallarında halkı, çalışanları teşvik eden, herkesi kardeş bilen, çalışanlara her türlü yardım elini uzatan örnek bir örgüt anlayışı idi ve Şeyh Edebali Kayı Ahilerinin önderi idi Osman Bey, 1286 yılında İnegöl yakınındaki Hisarcık kalesini fethetti, 1287 yılında ise İnegöl Tekfuru’nu Domaniç yakınındaki İkizce’de yenilgiye uğrattı

Osman Bey ve silah arkadaşlarının Bizans Tekfurları ile olan savaşlarını izleyen Selçuklu Sultanı III Alaeddin Keykubat, büyük bir ordu ile Karacahisar önlerine geldi Osman Bey’in kuvvetleriyle birleşerek, Bizans elindeki bu kaleyi kuşattı Kuşatma sürerken Selçuklu Sultanı geri döndü Osman Bey’e bir sancak, tuğ, alem ve gümüş takımlı bir at göndererek Söğüt ve Eskişehir’i de içine alan bu sancağı Osman Bey’e verdi Karacahisar’da 1289 yılında Osman Bey ilk kez kendi adına hutbe okuttuBu olaylar Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ilk işaretleri olarak nitelendirilmektedir

Osman Bey, 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek, Osmanlı Beyliği’ni kurdu Osmanlı Beyliği, kısa zamanda güçlenip büyüyerek muhteşem bir devlet halini aldı

Osmanlıların ilk başkenti olan Söğüt, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin şirin kentlerinden Bilecik’in bir ilçesidir Bilecik’in güney doğusunda, Sündiken Dağları’nın kuzeybatı etekleri üzerinde, Gündüz Bey ve Savcı Bey tepelerinin arasında Söğüt Çayı vadisinde kurulu bir yerleşim yeri olan Söğüt’ün yüzölçümü 862 kilometrekare ve Bilecik’e uzaklığı 26 kilometredirSöğüt, Osmanlı Devleti’nin hakanları tarafından büyük ilgi görmüş ve bu nedenle çok sayıda cami, çeşme ve benzeri mimari eserler yaptırılmıştır

Söğüt, milattan önce yedinci yüzyılda bölgeye hakim olan Bitinya Krallığı tarafından kurulduğuna dair çeşitli bilgilere rastlanılmaktadır Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Ertuğrul Gazi’nin gösterdiği büyük başarılar nedeniyle kendisine verilmiş olan Söğüt kışlak; Domaniç yaylaları ise yaylak olarak kullanılmıştır




Söğüt’ün Ertuğrul Gazi’ye verilmesinden sonra 1230 ila 1235 yılları arasında yaptırıldığı tahmin edilen Ertuğrul Gazi Mescidine Kuyulu Mescit de denilmektedir Söğüt’ün girişinde bulunan Osman Bey tarafından 1284 yılında yaptırılan Ertuğrul Gazi Türbesi ile Çelebi Mehmet Camisi’nin zamanla tahrip olan yapıları, Osmanlı Padişahı II Abdülhamit döneminde onarım görmüştür Ertuğrul Gazi Mescidi yanında 1240 yılında Balaban Çavuş tarafından yaptırılan Balaban Camisi de vardır

Ertuğrul Gazi Türbesi’nde; Savcı Bey ve silah arkadaşları, Gazi Abdurrahman, Samsa Çavuş, Kara Mürsel, Konuralp, Gündüzalp ve Dündar Bey gibi Ertuğrul Gazi ile Osman Bey’in silah arkadaşları ile beyliğin kurulmasında hizmeti geçenlerin sembolik mezarları da bulunmaktadır

Söğüt’te bugün itibari ile ayakta kalmış tarihi eserlerden; 1889 yılında II Abdulhamit tarafından yaptırılan Hamidiye Camisi ile 1905 yılında yine II Abdülhamit tarafından yaptırılan Hamidiye İdadisi, Hamidiye İdadisinin hemen yanında Sultan Reşat zamanında yaptırılan Dar-ül Eytam, 19 yüzyıl sonlarında yaptırılan Kaymakam Said Bey Çeşmesi, Osmanlıların ilk eserlerinden Borçak Köyü’nde ki İsa Dede Türbesi ve ilk Osmanlı kadısı olan Dursun Fakih’in türbesi görülmeye değer tarihi eserlerdir

Söğüt Etnografya Müzesi, kentin tarihi eserlerini saklayan önemli bir yapıdır Türk kurtuluş savaşı yıllarında bölgeyi işgal eden Yunanlılar pek çok tarihi eseri tahrip etmişlerdir Söğüt Etnografya Müzesi’de bu tahribattan payını alan binalardandır Bu müzede; bölgede yaşayan Yörüklere ait tarihi eserler, Bilecik merkez Bahçecik Köyü’nde yaşayan Karakeçili Yörüklerini beyi, Hacı Bey’e 1891 yılında Sultan II Abdülhamit tarafından verilen Ertuğrul Sancağı, eski giyim eşyaları, el dokuması tarihi kilim ve halılar, tarihi paralar, silahlar, ölçü ve tartı aletleri görülmeye değer tarihi eserlerdir

Söğüt’te Çarşı Camisi de denilen Çelebi Sultan Mehmet Camisi’nin bahçesindeki Sultan Reşat zamanında yaptırılan neoklasik ölçülerde, Kütahya Çinileriyle süslü kaymakam çeşmesi ve Osmanlı Devleti ile yaşıt Ulu Çınar görülmeye değer diğer güzelliklerdir Söğüt’ye her yıl Eylül ayının ikinci haftası Ertuğrul Gazi’yi anma ve Söğüt Şenlikleri yapılmaktadır Bu törenlere çevredeki Yörükler kıyafetleri ile katılırlar, Yörük Çadırı kurarlar, foklor gösterileri yaparlar

Seramiğin ve mermerin merkezi Söğüt’te Samrı Köyü yöresinde çıkarılan Oniks adlı mermer dış piyasada Rose diye adlandırılmakta ve büyük rağbet görmektedir Türkeiye’de ki seramik üretiminin yüzde oniki buçuğunu Söğüt’te ki seramik fabirikaları karşılamaktadır
KAYNAKÇA[*]Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1979[*]İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988[*]Ali SEVİM- Yaşar YÜCEL, Türkiye Tarihi, Ankara- 1990[*]MZeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul,1983[*]Ali GÜLER- Suat AKGÜL, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001[*]Ali SEVİM, Anadolunun Fethi, Ankara, 1988[*]Yeni Türk Ansiklopedisi,10cilt, İstanbul, 1985[*]Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.