Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Aşk & Sevgi - Bayanlar, Erkekler > Bayanlara Özel > Kadın Sağlığı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
düzensizlikleri, ilişkisi, psikiyatri, siklus

Siklus düzensizlikleri ve psikiyatri ilişkisi

Eski 06-26-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Siklus düzensizlikleri ve psikiyatri ilişkisi



Menstrüel siklus, santral sinir sistemi (SSS), hipotalamus, hipofiz, over arasındaki karmaşık ilişki sayesinde düzenliliğini korumaktadır Dopaminerjik, noradrenerjik, ve opioid nöronlar, hipotalamustaki reseptörlerine bağlanarak, pulsatil tarzda GnRH salınımını, bu da hipofizden FSH ve LH salınımını uyarır Bunlar ise overde östradiol ve progesteron yapımını sağlarlar Tüm SSSde, hipotalamus ve hipofizde yaygın olarak bulunan östradiol reseptörleri, feed-back mekanizmasının çalışmasında belirgin rol oynarlar Fetal hayatta fonksiyonel olan hipotalamus-hipofiz-over aksı, çocukluk döneminde inaktifleşir, puberte ile birlikte tekrar çalışmaya başlar Diyet, egzersiz ve psikolojik stresin bu mekanizmalar üzerine çeşitli yollardan etki ederek puberte başlangıç ve gelişimi ve adölesan dönemdeki menses düzeni üzerine etkili olduğu bilinmektedir Pubertedeki gecikme ve hipotalamik amenorenin en önemli sonuçları ise hipoöstrojenizm ve osteoporoz gelişimidir


Puberte başlangıcı ve özellikle de meme gelişiminin görülmesiyle birlikte, gündüz uyanık haldeki LH salgısı, uyku haline oranla artmaktadır Bunun tersine; puberte öncesi ve erken puberte döneminde ise uyku halindeki LH 4 kat fazladır Yaklaşık 16 yaşına gelindiğinde ise uyanık haldeki LH puls sıklığı 4 kat, büyüklüğü ise 9 kat artarak, 24 saatlik ortalama LH konsantrasyonu toplam 40 kat artış göstermektedir GnRH’un, FSH üzerine olan etkisi ise bundan çok daha belirgin görülmektedir

Geçtiğimiz yüzyılda, menarş, her 10 yılda bir 3-4 ay öne gelmek suretiyle, giderek daha erken yaşlarda görülmektedir Beslenmedeki olumlu gelişmelere bağlanan bu durumun, son zamanlarda yapılan çalışmalarda yavaş yavaş tersine dönme eğilimi gösterdiği bildirilmektedir Adölesanlarda daha zayıf olma isteği ve egzersiz yapılmasının buna neden oldugu ileri sürülmektedir Nitekim, yoğun egzersizin, yapıldığı her yıl başına, menarş yaşını 5 ay geciktirdiği tespit edilmiştir

Hormonlar dışında, vücut ağırlığı ve yağ oranının, diyet ve fiziksel - psikolojik stresin de siklus düzeni üzerine belirgin etkili olduğu kabul edilmektedir İlk kez 1977 yılında, vücut yağ oranının, ovülasyon olabilmesi için %17, düzenli siklusların devamı için se %22 olması gerektiği ileri sürülmüştür Daha sonra yapılan çeşitli çalışmalar ise, siklus düzeninin korunmasında sadece bu kriterlerin ya da bel/kalça oranının tek başına etkili olmadığı, diyetle kalori alımı ve protein/lifli gıda oranının ve de stresin çok önemli olduğu sonucuna varılmıştır Atletlerde, stresin özellikle opioidleri ve kortikotropin serbestleştirici hormonu (CRH) arttırdığı, bunların ise GnRH salınımını baskıladığı ve LH pulsatilitesini olumsuz etkilediği, böylece amenorenin görüldüğü kabul edilmektedir Adölesan dönemdeki aşırı egzersizin yol açtığı geç menarş ve amenorenin önemli ve olumsuz bir etkisi de kemik gelişimi üzerinedir Yapılan çalışmalar, hipoöstrojenik durumdaki ağır egzersiz yapan adölesanların, mutlaka diyet dışında da kalsiyum almalarının gerektiğini ve hatta östrojen replasmanı yapılmasının uygun olabileceğini göstermiştir

İdeal vücut ağırlığının %15’den fazlasının kaybı, davranış bozuklukları ve hipotalamik amenore ile karakterize “anoreksiya nervoza” da stres ve duygudurumun, siklus üzerine ne denli etkili olduğunu gösteren başka önemli bir klinik tablodur Amenore, nadiren kilo kaybından önce ama çoğu kez sonra görüldüğünden, erken klinik tanı açısından değerli değildir Altta yatan psikolojik sorunlar düzeltilmedikçe, ideal vücut ağırlığı tekrar normal değerlere getirilse bile, siklus eski düzenine dönmemektedir Östradiol metabolizması, östriol yönünden ziyade katekolöstrojenlere dönmekte bu da dopamin sekresyonu artışına yol açarak GnRH pulsatilitesini ve salgısını baskılamaktadır Anoreksiya nervoza olgularının %10’u tüm çabalara rağmen kaybedilmekte, diğer bir %10’u ise, düzeltilemeyen amenore ve ideal vücut ağırlığının %15 altındaki değerlerle yaşamlarına devam etmek zorunda kalmaktadır Olguların %35’i ise kısmen düzelmekte ama siklus düzensizlikleri ve kilo alamama sorunu devam etmektedir Bu olguları bekleyen çok önemli başka bir tehlike ise kemik kaybı ve osteoporozdur Yapılan çalışmalar, özellikle kortikal kemik kayıplarının çok zor ve geç düzeltilebildiğini göstermektedir Bu olgularda kemik yapımı azalmış, yıkımı ise belirgin olarak artmıştır Östrojen eksikliği dışında, kalsiyum alımındaki düşüklük, glikokortikoid yüksekliği ve adale kitlesinideki azalmanın da osteoporozu arttırdığı düşünülmektedir Bu nedenle, tedavide yalnızca kalsiyum alımının arttırılması yetmemekte, kortizol yüksekliği ve östrojen eksikliğinin de düzeltilmesi de gerekmektedir Strese bağlı gelişen amenorelerde, özellikle geceleri melatonin düzeyinde önemli bir artış olduğu tespit edilmiş, bu nedenle de melatonin düzeylerinin anoreksiya nervoza ve bulimi gibi yeme bozukluklarıyla ilişkisi araştırılmıştır Ancak, bu tür yeme bozukluklarında oluşan siklus düzensizlikleri ve amenorenin melatonin yoluyla gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır

Adölesanlarda görülen amenorelerde, genellikle stres suçlanmış, ama asıl mekanizma net aydınlatılamamıştır Stres altındaki hayvanlarda, özellikle luteal fazda LH’ın baskılandığı ve stres geçtikten sonra bile saatlerce düşük kaldığı görülmüştür Opioid antagonisti olan nalokson verildiğinde, stres sırası ve sonrasında LH’da görülen bu baskılanmanın azalması ve hatta LH düzeyinde artış görülmesi, strese bağlı amenorelerin etiyopatogenezinde, endojen opioidlerin önemli rol oynadığı savını kuvvetlendirmektedir Buna göre strese bağlı artan endojen opioidler, GnRH salgı ve pulsatilitesini baskılamakta bu da amenoreye yol açmaktadır

Epidemiyolojik çalışmalar, adölesan ve gençlik döneminde (15-24 yaş), majör depresif bozuklukların (MDB) kadınlarda (%206) erkeklerden (%105) 15-3 kat daha fazla rastlandığını göstermektedir Bu fark ise özellikle 12-14 yaşları arasında ve hatta meme gelişiminin Tanner 3 olduğu dönemlerde ortaya çıkmakta ve daha sonra, özellikle östrojen ve testosteron gibi gonad hormonlarındaki artışla belirginleşmektedir Ancak depresyon gelişim için sadece hormonlardaki bu değişiklikler yetmemekte, gerek çevresel etkenler gerekse de endojen faktörler (kişilik/kognitif özellikler) de çok önemli rol oynamaktadır Menarş sırası ve hemen sonrasında görülen duygudurum bozukluklarında, artmış olan serotonerjik sistem aktivitesinin de rolü olabileceği üzerinde durulmaktadır

Görüldüğü gibi, gerek puberte ve adölesan dönemde gözlenen değişiklikler bazen majör depresyona kadar gidebilen bir dizi bozukluğa yola açabilmekte, gerekse de stres ve değişik psikolojik bozukluklar da siklus düzenini ve hormonları olumsuz etkileyebilmekte, kalıcı amenore ve uzun dönemde hipoöstrojenemi ve buna bağlı osteoporoz gelişimine yol açabilmektedir Reprodüktif tıp ve psikiyatri ilişkisi işte bu nedenlerden ötürü de çok önem taşımakta, olgulara mültidisipliner yaklaşım gerekmektedir

Prof Dr Levent M ŞENTÜRK

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.