Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bergama, hakkına, tarihi

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



İLYADA VE APOLLON SMİNTHEUS TAPINAĞI
Eski çağlarda Anadolu ve komşularında birçok tanrılar vardı Bunlar çok çeşitli görevleri olan insan biçiminde düşünülmüş hayali yaratıklardıApollon Smintheus da Anadolu kökenli önemli bir tanrı olarak Gülpınar'da, Söke-Didim'de, Izmir Klaros-Ahmetbeyli ile Antalya Letoon ve Patara'da ve daha birçok yerde karşımıza çıkar Çanakkale-Troas bölgesinde ise tanrı ilk olarak Bozcada-Tenedos'da büyük ozan Homeros'un bize anlattığı gibi,
'Tenedos'un güçlü kralı Smintheus dinle beni'
dizeleriyle karşımıza çıkar ve Troas kıyılarında küçük sunaklar biçiminde görülür Gülpınar'daki tapınak ise yörenin en görkemli bilicilik merkezidir Apollo Smintheus insanları hem korur hem de kötüleri cezalandırır SMINTHEUS eski anadolu dillerinde fare anlamına gelir Homeros'un ILYADA destanında ozan, bize Smintheus'u şöyle anlatır;
Troia'ya savaşa giden Yunan ordusu yol üzerindeki kentleri yağmalar, kadın ve kızları kaçırır Gülpınar'a Chrysa'ya uğrayan Akha kıralı Agamemnon Apollon Smintheus tapınağının rahibi Chryses'in kızı Chryseis'i odalık olarak kaçırır Baba defalarca kızı almak için Agamemnon'a çıkar ona armağanlar, kurtarmalıklar götürür ancak kızı bir türlü geri alamaz Tanrısı Apollon'a yakarır ve Chryseis'i geri getirmesini ister Apollon bunun üzerine öfkelenir ve Yunan ordusuna okları ile farelerden bulaşan veba salgınını salar Yunan ordusu kırılır Bu olaylar gezdiğiniz depo-müzedeki kabartmalarda görülmektedir Agamemnon sonunda kızı geri şartlı verir Arkadaşı Akhilleus'un odalığı olan Breseis'i ister Chryseis ise Ithaka kıralı Odysseus'un gözetiminde Chrysa'ya Gülpınar'a getirilir ve tanrı Apollon'a tapınakta kurbanlar kesilir Bu konular, tapınağın kabartmalı frizlerinde (relief) ilk olarak karşımıza çıkar Apollon burada kötüleri cezalandırmıştır Diğer taraftan farelere ve onların verdikleri zararlara karşı da insanlara yardımcı olur Tahıllara ve ambarlara zarar veren fareleri bu kez yine okları ile öldürür Baba tanrı Zeus ile Leto'nun oğlu, tanrıça Artemis'in kardeşi olan Apollon her zaman ve her yerde onur görmüştür Homeros'un destanında ise Tanrı anadolulu olduğunu göstermiş ve Yunanlı tanrıça Athena'ya karşı Anadoluların-Troia'lıların yanında olmuştur Fare kültü ile ilk kez Troas bölgesinde onur gören Apollon, Troia savaşları boyunca önemli kararlarda tanrılar katında her zaman Troia'lıların yanında olmuştur
Apollo Smintheus Tapınağı frizlerinde Ilyada destanında sözü edilen çok önemli olaylar anlatılmıştır; Troia Kralı Priamos'un oğlu Hektor'un, Akhilleus'un can dostu Patroklos'u öldürmesi; Akhilleus'un büyük öfkesi; annesi Thetis'in Baba Tanrı Zeus'dan oğlu için yeni silahlar istemesi ve oğluna Patroklos'un yasında silahları vermesi, Akhilleus ile Hektor'un kavgası, Hektor'un öldürülmesi ve Akhilleus tarafından arabasına bağlanarak Troia surları çevresinde sürüklenmesi ve Priamos, karısı Hekabe, kızı Kassandra ve gelini Andromakhe ile tanrı Apollon'un surlarda olayı seyretmesi ve Ilyada'nın 24 bölümünde anlatılan Hektor'un karısı Andromakhe'nin kocası için yas tutma sahnesi ile destan biter Sözünü ettiğimiz bu olayların hemen hepsi Smintheion kabartmalarında ünik olarak karşımıza çıkar Ilyada anlatımları çeşitli çağlarda vazolar üzerinde, duvar resimlerinde, mermer lahitlerde betimlenmişlerdir Ancak bir tapınakta, ilk kez olarak Gülpınar Apollo Smintheus kutsal alanında karşımıza çıkar


FOÇA




Yunanistan’daki Dor istilasindan kaçarak Ege sahillerine çıkan ve burada Smyrna dahil bir çok yerleşim yeri kuran Ionların kurdukları önemli merkezlerden biri de Foça’dır Antik Foça kenti 12 Ion birliğine dahildi Adının fok balığından geldiği sanılan Foça, döneminde önemli bir liman ve Deniz gücüne sahipti Foça elindeki deniz filosu ile, Korsika’da Alain, Pastum yanındaki Velia, Marsilya ve İspanya’nın dogu kıyılarında yer alan kentlerde koloniler kurmustur MÖ 546 yıllarından sonra Pers egemenliğine giren Foça, Büyük İskender zamanında Leukosların topraklarına katılmayıp 12 ve 13 Yüzyılda Cenevizlilerin eline geçmistir Bu dönemde oldukça gelisen ve zengin bir ticaret limanı olan Eski Foça Cenovalılar tarafından yıkılıp ve kuzeydoğu da Yeni Foça kurulmustur Orta çağda 180 yıl kadar süren Ceneviz egemenliğinden sonra 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır “Horoz” ve “Fok Baligi” olmak üzere iki sembolü olan Foça’daki görülmeye değer eserleri ve yerleri söyle sıralayabiliriz
Siren Kayalıkları
Homeros destanında yer alır ve yolunu şaşıran gemilerin çarptıkları kayalıklar olarak söz edilir Fok balıklarını andıran adacıklardan olusan bu kayalıkların en büyügü Orak Adası kayalıklarıdır
Taç Ev
Foça’ya 10 km kala yol kenarında yükselen bu kaya anıt mezarı, yarı yontulmus sekildedir Pers etkisinde inşa edilen yapı Lykia - Lydia geleneğinde inşa edilmiş olup, MÖ4 yüzyıla tarihlenmektedir
Şeytan Hamamı
Çan tepesinin eteğinde yer alan ve kaya mezar tipinde olan yapı, Şeytan Hamamı olarak bilinmektedir İlçe merkezine 2 km uzaklıktadır
Beş Kapılar Kalesi
Bu antik kale Michel Paleoloc tarafından 1275 yılında Cenevizli Manuel Zacharna’ya verilmiş ve zaman içerisinde Cenevizliler tarafından surları onarılmıstır
Dış Kale
1678’de Osmanlılar tarafından birboğazkesenolarak yapılmıştır
Fatih Camii
1455 yılında Foça’nın fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıstıİlk inşasında klasik Osmanlı mimari tarzını taşıyordu 1578’de II Selim döneminde önemli bir onarım görmüştür
KayalarCamii
İnsaat tarihi ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen cami, geç dönem Osmanlı mimari tarzının tüm özelliklerini göstermektedirFoçada son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda Homeros’un bahsettiği sehir surlarının bir kısımı ve tiyatro ortaya çıkmıstır



LİDYA TARİHİ


Kökenleri konusunda kesin birşey söylenilemeyen Lidyalılar’ın oturdukları yerlere MÖ 2 Bin yıldan önce geldikleri bilim adamlarının ortak görüşüdür Dilleri nedeniyle Hint-Avrupa kökenli oldukları düşünülmektedir Sonraları Lidce konuşan bu halk kütlesinin MÖ 2000 ya da daha erken bir tarihte Hititler’den ayrıldığı sanılır Buna karşılık Lidya’da hiç olmazsa Kalkolitik çağdan başlayarak yerli bir halk kitlesinin oturduğu kesindir Lidyalı’lar yerli halkla kaynaşmış gibidir Herodotos’tan öğreniyoruz ki “Yunanlıların Lydia diye bildikleri ülkede eskiden ,Maionlar adında, Lidlerden farklı, ama onlara tümüyle yabancı olmayan başka bir halk yaşardı Lidler, Maionları yenip topraklarını alınca onlar da ya denizi geçip batıya kaçtılar ya da kalıp yenenlere boyun eğdiler”
MÖ 7yy’ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan Lidya krallığı, Önasya dünyasının en ilginç kültürlerinden biridir Bu krallık ne tam anlamıyla doğulu, ne de tam anlamıyla batılı devletlere benzer; her iki bloğun siyasal ve kültürel etkilerinden oluşmuş yeni bir Anadolu Krallığıdır
Kaynaklara göre Lidya’da üç ayrı sülale hüküm sürmüştür: Atyadlar, Heraklidler(Tylonidler) ve Mermnadlar
Herodotos’a göre Atyadlar sülalesi Atys’in oğlu Lydos ile başlar fakat Lydos’tan sonra kralların sıraları ve hatta adları bile kesin değildir Bu da 2bin yılın ikinci yarısı içinde yaşanmış olması gereken Atyad sülalesi krallarının gerçekte var olmadığı, tüm eski çağ toplumlarındaki gibi, Lidyalılar’ın çok eski bir geçmişe sahip olma istedikleri sonucunda ortaya çıktığı fikrinin oluşmasına neden olmuştur Ama bu hanedana ait bir kral adı ‘Meles’ Hitit kayıtlarında geçmektedir
Sardes’te yapılan kazılar Son Tunç Çağı’nda (MÖ 1400-1200) Lidyalılar’ın, Yunanistan’dan gelip Batı Anadolu’ya yerleşen Mikenlerle ticaret yaptıklarını ortaya çıkarmıştır Ayrıca Hitit arşivlerine göre Hitit İmparatoru Tudhaliya IV (MÖ 1250-1220) “Assuwa Konfederasyonu” adıyla birleşerek kendine karşı gelen bir takım devletlere sefer yapmış, bu ülkeleri yıkıma uğratmıştır Nitekim arkeolojik kazılar 2bin yılın sonlarında bir düşman güç tarafından yakılıp yıkıldığını göstermiştir
Atyadlar’ı izleyen Heraklidler sülalesi Lidya’da 505 yıl egemen olmuştur Başlangıcı MÖ 1192 yıllarına uzanır Bu tarih yeni Hint-Avrupa kabilelerinin Boğazlar yoluyla Anadolu’ya göç ettikleri ve Büyük Hitit İmpartorluğu’nun ortadan kalktığı yıllardır Bu sülaleye Grekler’ce tanrı Herakles’le ilişkiye getirelerek “Heraklidler”, Lidyalılarca kahramanları Tylos ya da Tylon’un adından “Tylonidler” adı verilmiştir Tylon’un Batı Anadolu’ya yeni gelen Hint-Avrupa’lı Thraklar’ın bir boyunca getirilmiş olması olasıdır Heraklidlerin daha önce bahsettiğimiz Maionlar’a eşitliği ve Demir Çağı’nın başlarında Sardes’e “Hyde”, ülkeye de “Maionia” adını verdikleri öne sürülmüştür Çünkü son Heraklid kralı Kandavles’in adının Maionca olduğu kabul edilmektedir Ayrıca MÖ 1000 yıllarında Maionia denilen Lidya’ da çanak-çömlekçilikte yeni bir boyalı geometrik biçim meydana gelmiştir ve bu Demir Çağ Lidyasında yüksek bir kültür ve artistik faaliyet olduğunun kanıtıdır
Daha sonra Mermnadlar denen hanedanın ilk kralı Gyges’in MÖ 685 yılında Lidya tahtına çıkışıyla ilgili oldukça heyecanlı asıl öykü başlar Karısının güzelliğine hayranlığını kanıtlama derdindeki Kandavles’in kuşkulu dostu Gyges’e yatmaya hazırlanan karısını gizlice seyrettirmesi ve çok kızan Kraliçe’nin kocasını öldürsün diye Gyges’ı gizliden gizliye zorlamasıyla Gyges Kandavles’i öldürür ve kraliçeyle evlenerek tahta geçer Böylece 141 yıl sürecek olan Mermnad egemenliği başlar Lidyalılar eski Önasya’ da birinci derecede önem kazandılar ve özgün eserler yarattılar (MÖ 587-546) sırayla Gyges, Ardys, Sadyattes, Alyattes ve Kroisos Lidya devletini yönettiler Bu dönemde Lidya’nın zenginleşmesi ve güçlenmesi de altın madeninin bulunması, işlenmesi ve ticaretin yapılması çok önemli bir faktördür Bu saydığımız kralların ilk adımda, güç politikasının silahı olarak ekonomik kaynakları kullandıkları sanılır Ilk sikkelerin ortaya çıkışının asker ücretlerinin ödenmesiyyle ilgili olduğu bile düşünebilir
Gyges tarihe geçince Yunan kentlerine karşı askeri girişimlerde bulundu ve kuzeyden gelen Kimmer tehlikesiyle uğraştı Ve onları yenilgiye uğrattı Fakat ikinci Kimmer saldırısına dayanamayacak Sardes’in yııkımıyla sonuçlanan savaşta öldü Bu dönemde Yunanistan’la ticaret ilişkileri çok gelişmiştir
Gyges’ten sonra gelen krallar döneminde de Kimmer akınları devam etti Fakat bunlara karşı Lidya devleti çok iyi direndi ve bu da ekonomisinin ne denli güçlü olduğunu gösterir Yine Gyges’ten sonra gelen krallar Yunan kent devletlerine saldırılar düzenlediler Alyattes Lidya tarihinin en büyük kişisi ve Mermnad hanedanının en etkin kralıdır Batı And kıyılarını ele geçirdi ve Batı And’ın kuzey kuzey kısmını elinde bulunduran Kimmerleri Kızılırmak’ın ötesine sürdü ve bu sayede LidyaKrallığı’nın gücü yeni boyutlara ulaştıKuzeyli barbarlardan zara görüp zayıflayan Phrygia Lidya’ya bağlandıBu dönemin önemli olaylarından biri de nedeni pek bilinmeyen Lidya-Med savaşıdır Sonuçta Kızılırmak her iki devlet arasına sınır kabul edildi Alyattes Lidyalılar’la Grekler arasındaki ilişkilere çok değer verdi; Miletos’ta iki tapınak inşa ettirdi; Delphi’deki kehanet merkezine armağanlar yolladı; Korint tiranı Periandros ile dostluk ilişkileri kurdu Bu kraldan itibaren Grek etkisi açık bir şekilde görülmeye başlar, Hellenleşme bunu izleyen döemlerde büyük bir hıız gösterir
MÖ 560 yılında oğlu Kroisos başa geçti ve babasından devraldığı güçlü ve zengin devlet sayesinde ününü tüm eski çağ dünyasına duyurdu İçerdeki taht kavgasını sona erdirdikten sonra Ephesos’ a yöneldi ve tüm Grek kentlerine egemen oldu Ephesos ‘taki Artemis tapınağını tekrardan inşa ettirdi Kroisos döneminde Lİdya devleti zenginliğinin ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaştı Dillere destan zenginliği kaynağını bağlı bölgelerden alınan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin doğal zenginliklerinden alıyordu
MÖ 6yy’ın ortalarında beliren Pers tehlikesini gören ve önlemler alan Kroisos Sardes yakınlarına gelen Pers ordusuyla karşılaştı ve yenildi Sonuçta İranlılar tüm Anadolu’ya hakim oldular ve Lidya devleti tarih sahnesinden silindi

Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



KYZİKOS



Coğrafi Konumu
Kyzikos şimdinin Kapıdağ yarımadasıdır Antik Kyzikos kenti ise yarımadanın karayla birleştiği boyun bölgesinde kurulmuştu Ancak 1063 ‘teki bir deprem şehri altüst etmiştir
Düzler ve Hadrian ‘ın Zeus tapınağı Sağ alt tarafındadır Bandırma körfezinin eski adı da Kyzikos körfezidir Boyun bölgesinden başlayıp sahil boyunca ilerelersek, karşımıza sonradan kurulmuş yeni şehir, Ermeni kasabası, Pereamos ve Mihaniona çıkar Yarımadanın kuzey kıyısında Kastel, Diabati, Lagada, Katatopu, Bathy, Drakounta ve en uçta Hamaki kasabaları vardır Kıyıdan devam edersek sonunda güney kıyıda Artaki ile karşılaşırız ki bugünün Erdek’I ve katşısında Kera adasıdır
Tüm yarımadadaki tek Türk kasabaları Hamamlı ve Koukoru’dur Artaki 8500 Yunan ve 200 Türk’tan oluşuyordu ki Ticaret tamamen Yunanlıların elindeydi
Kyzikos’un Tarihi, Kuruluşu
Kyzikos 2000 yıldan fazla süredir tarih sahnesindedir ve tüm Marmara’ya, Çanakkale’ye ve civar iç bölgelere hakim olmuştur Kyzikos’un ilk sakinleri Doryalılardı Bursa’nın Olimpus’unun yanında yaşıyorlardı Batıya göç ettiler ve yerli halkla kaynaştılar Bu bölgeye Dolonya deniyordu
Mitolojik kaynaklara göre şehri, tanrı Apollo’nun oğlu olan Kyzikos kurmuştur Başka bir inanışa göre, tanrı Apollo ve Stilbis’in oğulları Areas, Thessaly’den Hellespont’a göç etti Orada Eniti ile evlendi ve çocukları Kyzikos doğdu Sonuç olarak Kyzikos’un kuruluşu hep ilahi nedenlere bağlanmıştır
Şehrin ilk adı Dolionisti Ancak iyi yürekli kral Kyzikos’un bir gece yanlışlık sonucu trajik ölümünden sonra şehrin adı Kyzikos’a çevrildi Kyzikos’un güzel karısı çok ağladı ve sonra intihar etti Halk da onun onuruna bir kaynağa onun adını verdi
Tarihsel Gelişimi
MÖ 750 yılında Kyzikos, kolonileşen Miletlilerin toprağı olmuştur Koloni alanlarına Karadeniz de dahildi Sonraki dönemlerde Kyzikos, Çanakkale-İstanbul boğazları arasına egemen olmuştur
Kyzikos, Yunan tarihinde önemli rol oynar Perslere karşı önemli savunmalar yapmıştır Med savaşlarından sonra bağımsızlığını kazanan Kyzikos, Atinalılar ve Ispartalılar tarafından istenilen bir yer olmuştur Büyük İskender zamanında tüm Yunan şehirleri gibi, Yunan imparatorluğuna bağlanmıştır Daha sonraki yıllaeda da Kyzikos, komşu Pergamon krallığıyla iyi ilişkilerini sürdürmüştür Hatta Pergamon kralı Attalos, karısını Kyzikos’tan almıştır Adı Apolloniada olan bu kraliçenin çok temiz ve iyi bir hristiyan olduğu için sade vatandaşlıktan kraliçeliğe yükseltildiği anlatılır Ölümünden sonra oğulları, ona bir tapınak yaptırmışlardır
Kyzikos, Roma imparatoluğu sırasında federal bir şehirdi Sonra da birçok ayrıcalığın sahibi olmuştur Bunlar:
1) Devamlı bir Romalı gözetmenden muaf tutulmak
2) Roma mahkemesinin karar yetkisinin olmaması
3) Roma’ya hiçbir şekilde vergi vermemekti Bunların yanında Roma, toprak da vermiştir En iyi zamanlarsa Hadrian zamanlarıdır Hadrian, tüm Roma şehirlerine eserler yaptırmıştır Zeus tapınağı en ünlüsüdür Kyzikos’ta yaptıklarından dolayı Hadrian olimpiyatları düzenlenmiştir
Kyzikos’un Yapıları
Kyzikos en güzel Yunan şehirlerinden biri olarak gösterilir Her tanrının ayrı bir tapınağı vardır, hepsi birbirinden güzeldir ve şehrin koruyucuları gibidirler Nasıl Atina’daki Zeus tapınağının yapını 300 yıl sürdüyse, Kyzikos’taki Zeus tapınağı da çok uzun zaman almıştır ve eğer Hadrian büyük miktarda Roma hazinesinden harcamasaydı zamanında bitirilemezdi Diğer tapınakların çok geniş tasvirleri yapılmamıştır Tapınaklar yanında devlet binaları da yapılmıştır Bunlar, mahkeme binası,başkanın binası, amfitiyatro ve jimnazyumdur Tüm şehir parlak mermer binalarla doludur
Kyzikos’ta ayrıca, savaş zamanları için ve ithal etmek üzere şarap, yağ, buğday depoları yapılmıştır Buğdayı uzun süre tutabilmek için özel bir yöntem buldukları da belirtilmektedir Ayrıca silah yapım fabrikaları da vardır
Festivaller
Kyzikos’un Afrodit’i şimdi bir Alman müzesindedir Kyzikos’da tüm tanrıların adına günler düzenlenmiştir Özellikle de Kibele’nin Apollo’nun onuruna da günler düzenlenmiştir Büyük festivaller ve oyunlar, önce Kyzikos’un kahramanları için sonra da Hadrian ve Loukoulos için de düzenlenmiştir Festivallere tüm gençler katılmaktadır
Kültür Birikimi
Mimarinin yanında Kyzikos birçok erkek ve kadın tarihçi, filozof, gök bilimci, matamatikçi, fizikçi, mimar, müzisyen, heykeltraş, ressam ve Yunan olimpiyatlarında büyük başarılar kazanan atletler yetiştirmiştir Kadınların da olması ilginçtir Bizans zamanlarında Kyzikos, Constantinapol’un savunmasında önemlidir ve sonra da Katedral olmuştur 443 yılında bir depremle yıkılan şehir, 1060’da bir başka depremle tam anlamıyla yerle bir olmuştur
Ekonomik Gelişme
Kyzikos, Marmara denizinin merkezinde olduğundan ticaretin de merkezi konumundadır Liman faaliyetleri çok yoğundur ve ticaret en fazla Karadeniz bölgeleriyle yapılmaktadır Yün, zeytin yağı, şarap satılıyor; bal,tuz alınıyordu Aristo, Kyzikos’un insanlarına yaptığı bir konuşmada ‘Bu şehrin konumu, Tanrı’nın bir lütfu’ demiştirGerçekten de Akdeniz ve Karadeniz’den çıkan gemiler buradan geçmek zorundalardı Bu da Tanrı’nın lütfuydu



ALEXANDRİA TROAS


Alexandria Troas, MÖ 4 yüzyılın sonlarına doğru (310 – 312 arasında) Büyük İskender’in buyruğuyla Antiganos tarafından Sigia denilen yerde kurulmuş ve Antigoneia adını almıştır Şehir Colonea, Larisa ve Hamaxitus gibi Midilli şehirleri ile daha içerideki Naendreia, Cebren ve Scepsis şehirlerini egemenliği altına almıştır
Başlangıcında geniş olarak kurulan şehir kıyıdaki yapay limandan başlayıp doğuda, deniz seviyesinden 100 m yukaridaki tepeye kadar devam eder, ve şehir surları tahminlere göre 1000 ar
( 1 ar = 0404 dönüm ) kadar alanı kapsar
Kent, Scepsis şehrinin bağımsızlığını kazandığı İpsus savaşından sonra Alexandria adıyla Lysimachus tarafından yeniden kuruldu, ve Hellenistik çağda önemli bir şehir olarak yerini aldı Bu çağda Alexandria, merkezi İlion’daki Athena tapınağında bulunan 9 şehirlik birliğe dahil edildi (Diğer şehirler ; İlion, Dardanos, Scepsis, Assos, Abydos, Lanpsacu, Gargara, Parium)
Şehir daha sonra imparatorluk zamanında, MÖ 12’de Roma Askeri kolonisi haline geldi Daha sonra Bizans zamanında kentte bir psikoposluk bulunmadığı bilinir Piri Reis, müslüman hakimiyetine girdiği zaman bazı Hristiyanların kentten ayrıldıklarını söylese de erken Hristiyanlık dönemi sikkelerinden başka bir şey bulunamamıştır
Kentin modern ismi “Eski İstanbul” Piri Reis tarafından 1520’lerde telaffuz ediliyordu Ancak Piri Reis kentin Yunanlılar tarafından “Troya” diye bilindiğini anlatır Ayrıca 1700’lü yılların kaynaklarından kent Troas, Troada ve Troy diye de geçer
Belon’a göre ise (1546), su yokluğu ve pislik yüzünden asıl yerleşimde kimsenin yapamadığından, ancak yakınlarda Yunan, Türk ve Arapların varlığından sözedilmiştir
Alexandria Troas başlarda yapay limanı sayesinde güçlü ve zengin bir ticaret kenti olmuştur Ancak bu özelliği, yani deniz yolu üzerinde olması, ayrıca onun yıkımını da sağlamıştır Yapı tarzları götürülmüştür Örneğin 16 yüzyılın başlarında Sondys and Coryate adlı gezginler bir zamanlar, İstanbul’a yapı taşı olarak malzeme taşınmış olduğunu, ayrıca bu işlemin o gün için günlük olarak devam ettiğini söylemişlerdir Yani kalıntıların yağmalanması sistematik olmuştur (Dalaway’e göre Selimiye ve Süleymaniye Camilerinin sütunları buradandır) 20 yıl sonra Stochave adlı bir başka gezgin ise günde 2 geminin düzenli olarak gelip, Sultan Ahmet Cami’nin yapıldığı taşların taşındığını anlatır Hobhouse ise 1810 kışındaki depremden sonra Herodes Atticus’un Hadrian döneminde yaptırdığı hamamın (Herodes Hamamı) yıkıldığı ve kalıntılarının 2 yıl bile geçmeden götürüldüğünü anlatır Ayrıca Kaptan Hasan Paşa’nın sütunları keserek demir yerine taştan gülleler yaptığı da bilinir Aynı şekilde yine Heodes Atticus’un yaptırdığı tiyatro ve su kemerlerinden de eser kalmamıştır Sonuç olarak Osmanlı’nın, özellikle İstanbul’un bu kenti taş deposu olarak gördüğü ve kullandığı anlaşılmıştır



APOLLO SMINTHEUS TAPINAĞI


Apollo Smintheus Tapınağı Biga yarımadasının güneybatı ucunda, Çanakkale ili sınırları içinde, eski adıyla Külahlı olarak bilinen Gülpınar beldesinde yer almaktadır Jeolojik açıdan bölge bir “Volkanik Plato” olarak belirlenebilir
Apollo Smintheus tapınağı beldenin kuzey batısı ile kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde 'Bahçeleriçi' olarak adlandırılan mevkiide yer alır Su yönünden zengin olan bu yöre yeraltı kaynak suları ile beslenmekte, büyük olasılıkla antik çağlarda oluşturulan yeraltı kanalları ile ana merkeze aktarılmaktadır Tapınağın yapıldığı Hellenistik çağda da yörede suyun bol olması Apollon kültünün bir simgesidir, çünkü tanrı Apollon kehanette bulunmak için her zaman suya gereksinim duymuştur Tapınağın bu alanda kurulmuş olması da bu nedenle olmalıdır
Jean Baptista Le Chevalier 1785 yılında Lektum-Babakale'den Alexandria Troas'a giderken tapınağın toprak üstünde kalan kalıntılarını görmüş ve arkeoloji dünyasına ilk kez Apollon Smintheus Tapınağını duyurmuştur 1853 yılında yöreye harita çalışması için gelen Ingiliz Amiral RNSpratt, Tuzla'dan Gülpınar'a gelirken 'Öküzbaşı Mevkiinde rastladığı yöre halkının verdiği bilgiler ışığında tapınağın kalıntılarına ulaşır Spratt bulduğu yapının Apollon'a ait, Ion düzeninde yapılmış önemli bir kutsal alan olduğunu görür Tapınak alanında gördüğü bir yazıt aracılığı ile tapınağın Fare-Smintheus kültüne ait olduğunu bilim dünyasına duyurur
Spratt'dan sonra RPPullan yöreye 1861 yılında gelir ve kazı yapma kararı alır 1866 yılında kazılara başlar ve ekim-kasım ayları boyunca tapınakta çalışır Pullan bu çalışmalarını 'Society of Diletantti' cemiyeti adına yürütür Spratt'dan sonra Apollo Smintheus tapınağını bilimsel olarak arkeoloji dünyasına sunar Pullan'dan sonra yöreye gelenler hakkında bilgilerimiz azdır HSchliemann, Külahlı-Gülpınar köyünden söz ederken Post-Homeric Chrysa olarak adlandırır Daha sonra 1900'lü yılların başında Troas-Çanakkale bölgesinde Leaf-Hasluck'un ziyaretleri, Troas için bizlere tarihi ve coğrafi açıdan sağlıklı bilgiler sağlar
1866 yılında yapılmış ilk kazılardan sonra tapınak yüzyıl boyunca unutulur 1966 yılındaki HWeber'in araştırması ile tapınak tekrar hatırlanır 1971-73 yılları arasında Çanakkale Arkeoloji Müzesi yörede sondaj çalışmalarında bulunur 1980 yılından bu yana ise Gülpınar-Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresinde kazı, sondaj ve restorasyon çalışmalarını Kültür Bakanlığı adına ProfDr Coşkun Özgünel başkanlığında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı ile birlikte ODTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı ve MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Anasanat Dalı öğretim üyeleri ile öğrencileri ve köylülerin özverileri ile sürdürülmektedir
MİMARİ YÖNÜ İLE TAPINAK
Arkeologlar, mimarlar ve sanat tarihçileri için Hellenistik çağ (IÖ330-30) ve mimarisi çok sevilen ve ilgi duyulan bir konu olarak karşımıza çıkar Gülpınar Apollon Smintheus tapınağı da Hellenistik dönem için konusunu Homeros'un Ilyada destanından alan kabartmaları yanında mimari tasarım ve stili ile dikkatleri üzerinde toplar
IÖ150 yıllarında Ion stilinde yapılan tapınak kuzey-batı Anadolu'da, Troas bölgesinde bugün için tek örnektir Tapınak'ta Hellenistik çağ Anadolu mimarlığına imzasını atan Mimar Hermogenes'in uyguladığı pseudo-dipteros (yalancı iki sıralı sütun) plan tasarımı kullanılmıştır
Ön ve arka cephelerinde 8, uzun kenarlarında ise 14'er sütun dizisi yeralır Tapınağın ölçüleri; dar yüzler 2320m, uzun kenarlar ise 4165m dir Alt yapısında üç farklı tür taş kullanılmıştır Temel, yöreye özgü volkanik tüf taşından yapılmıştır Üzeri çevrede çok görülen andezit-bazalt taşı ile kaplıdır Temel ve 11 basamağın en son kaplaması mermerdir Mermer bloklarla döşenen kutsal alan üç odadan oluşur Bunlar giriş sırasıyla, pronaos (kutsal ön oda), naos (kutsal oda) ve opisthodomos (arka oda) dur
Naos'ta Paroslu heykeltraş Skopas'ın yaptığı ve 110 cm'lik bacak parçası ele geçen, tanrı Apollon'un heykelinin yeraldığı bilinmektedir Alexandria Troas Hellenistik çağ sikkelerinde görülen ve antik kaynaklarda bahsi geçen tanrı Apollon'un tapınak cephesinde duran, adını aldığı fare-smintheus'a basar biçimde tasvir edildiği sanılan kutsal heykeli olasılıkla 5m boyundadır
Stylobat denilen platformda yeralan ve Anadolu Attik tipi bir kaide üzerinde yükselen 44 adet sütunun herbiri üst üste konmuş 7 parçadan (tamburdan) oluşur Yedinci sütun tamburu boğa başı+çelenk süsleri veya mitolojik insan figürleri ile bezelidir Bu son tamburun üzerine gelen başlık Ion stilinde yapılmıştır Sütunların üzerinde üst yapı elemanları olarak sırasıyla, inci dizisi ile süslü arşitrav (baştaban) ile friz adı verilen ve üzerinde Yunalılar ile Troialılar arasındaki Troia savaşlarını anlatan mitolojik konuları içeren kabartma bloklar yeralır Yapı daha sonra diş sırası (dentil), saçak (geison), üçgen alınlık (pediment) ve kırma çatı ile son bulur Tapınak yaklaşık olarak 5 katlı (15m) bir apartman yüksekliğindedir Marmara adası mermerinden inşa edilen tapınağın mimarı ve yaptırıcısı bilinmemektedir
1989 yılından bu yana tapınakta onarım çalışmaları sürdürülmektedir Tapınağın en çok tahrip olan güney-batı köşesinde sürdürülmekte olan çalışmalarda, kazılarda tam olarak ele geçen 3 adet sütun dizisi yükselecektir


Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



TIYATRO

Agoranın batı kapısından aşağı inen taş döşeli yol önce hamamlara oradanda tiyatroya ulaşır Denize ve Lesbos adasına bakan tiyatro kent merkezinin güneyinde doğal bir kayaya oyulmuşturYapım tekniği ve plan özellikleri bakımından bir Roma Çağı tiyatrosudur Büyük bir olasılıkla daha eskisinin yerine yapılmıştır
Kaveası iki diazoma ve 26 oturma sırasından oluşmaktadır Parados duvarlarında her iki tarafta da beşik tonozlu birer mekan vardır Bu iki odanın bilet ve kitap satışı ya da görevliler için yapıldığı düşünülmektedir
Büyük olmayan skene zamanla genişletilmiştir 1914 m genişliği vardır ve iki katlıdır Sahne yapısı üç odaya bölünmüştür Odalar birbirlerine kapılarla bağlanmışlardır Cephede, klasik tiyatro plan düzeninde çoğunlukla görüldüğü gibi ortadaki daha geniş ve yüksek olmak üzere üç kapı vardır Küçük kapılardan biri exodos, diğeri ise eisodostur, ortadaki ise saraya giriş ve çıkışı simgeler
Oyunculartın yeraldığı platform (proskene) 25 m genişliğindedir ve bu alanı önde 12 adet yarım sütun taşımaktadır
Koro ve müzisyenlerin bulunduğu orkestra 205 m çapındadır ve bu düzlüğü oturma yerlerinden taş korkuluk ayırmaktadır
5000 seyirci kapasiteli Assos tiyatrosu deprem sonucu kaymış ve büyük ölçüde harabolmuş, sonraki yüzyıllarda da taş ocağı olarak kullanılarak taşlarının çoğu sökülüp götürülmüştür
GYMNASİON GÜNEYİNDEKİ KONUT ALANI
Kentin Roma çağına ait olan konut alanıdır 1000 m2si kazılmış olan alanda kuzeydoğu – güneybatı yönünde bir sokak ve onu dik kesen, kuzeybatı – güneydoğu yönünde bir cadde vardır Cadde geniş plaka taşlarla döşelidir ve iki tarafında 90 x 110 m2 taban alanlı dikdörtgen şekilli konutlar bulunmaktadır Kuzeybatıdaki konutun avlusuna büyük boyutlu taşlar döşenmiştir Kuzeyinde de büyük bir sarnıcın kalıntısı bulunmaktadır Yapı katından gelen çanak - çömlek buluntularına göre konutlar MS 1 ve 3 yüzyıllarda kullanılmışlardır Daha sonra ise tahrip edilmiş ve üzerlerine başka yapılar oturmuştur
Güneydoğu köşedeki konutun batı duvarından çıkan bir pis su kanalı da üstü örtülü olarak caddeye bağlanmaktadır
Konutlar derleme taşlardan, çamur harcı kullanılarak örülmüş ve 60 cm kalınlığındaki duvarlarla inşa edilmişlerdir Çok özenli yapılmamışlardır Tek katlı yapılar olmaları büyük olasılıktır
Sınırlı ölçüde de olsa ortaya çıkarılan bu bölüm, kentin oldukça düzenli ve biribirini dik kesen bir cadde sistemine sahip olduğunu göstermektedir
DOĞU YAMAÇ EVLERİ
Doğu yamaçta yapılan sondaj kazısında teraslar halinde ve yanaşık düzende inşa edilmiş konutlara rastlanılmıştır Her konut iki ya da üç odadan oluşmaktadır Derleme taşlarla ve çamur harcı ile yapılmışlardır Eski Çağın insanları dışa dönük bir yaşam biçimi sürdükleri için konutları genelde büyük özenli ve süslü değildi Roma Çağına kadar villa fikri de pek gelişmemişti Evlerin birer küçük avluları vardı Bir kanalizasyon sistemi henüz saptanmamıştır Sondaj kazılarında gün ışığına çıkarılan konut eldeki kanıtlara göre en son MS 6 yüzyılda kullanılmıştır
Ayrıca akropoliste Athena Tapınağı çevresinde yapılan temizlik sırasında hem kuzey hem de güney kenarda tapınağın stylobatını çevreleyen bir dizi konutun varlığı ortaya çıkarılmıştır Taş duvarlı, döşemesi kireç harçlı ve tek kat olan bu konutlar kentin küçüldüğü ve artan korsan saldırıları nedeniyle surlar içine çekilip akropolisi bir kale gibi savunmaya hazırladığı evreye aittir Akropolis çevresinde bugün görüle ve bir bölümü restore edilmiş yarım daire ve kare planlı kuleler ve onları bağlayan kireç harçlı sur duvarları da bu dönemde yapılmışlardır
ATHENA TAPINAĞI
Assoslular MÖ 6 yyda kentlerini geliştirirken iki şeyi öncelikle ele almışlardı İlk olarak kent surlarını inşa etmiş, sonra da surların tepesinden kenti koruması altına alan tanrıçaları Athena’ya bir tapınak kurmuşlardı
Assos’un yerli taşından yapılan tapınak için akropolisin yüzeyi düzeltilmiş ve yapı kuzeybatı - güneydoğu yönünde oturtulmuştur, giriş cephesi ise Anadolu geleneğine uygun olarak doğuya bakar
Yapının mimarlık tarihi açısından önemli bir özelliği vardır Öncelikle Anadolu’daki ilk ve tek Arkaik Çağ Dor mimari örneğidir Bunun yanında, Dor mimarisine kabartmalı friz ve süsleme elemanları ile İon mimari öğelerinin katıldığı ilk örnektir Ayrıca Opisthodomossuz tek mekanlı iç bölümü ile de güçlü bir Anadolu mimarlığı etkisi taşımaktadır
Tapınak dikdörtgen planlı bir iç yapı ile dışta onu çevreleyen tek sıra sütundan oluşmaktadır Doğu yönünde eski Hellen tapınaklarında bulunması gereken altara rastlanmamıştır Bu altarın Bizans çağında sökülüp, yıkıldığı tahmin edilmektedir Tapınak iki basamaklı bir krepise oturmaktadır Bu iki basamaklı yükselti doğuda bir podyum biçimini alır Basamaklar 28 cm yüksekliğindedir ve rıht yüzeyine, kabartma olarak polygonal desen yapılmıştır Sütunların oluşturduğu sytlobat denen yüzey 30 x 14 metre ölçülerinde ve 1/215 oranındadır İç yapı 22 x 8 boyutunda ve 1/28 oranındadır İç yapı pronaos, yani ön oda, ve naos denen kutsal odadan oluşur Ön odanın iç genişliği 665m, derinliği 330 m’dir Girişte duvar uçları (anta) arasında iki sütun vardır Bu sütunlar 91 cm çapında ve 18 oluklu dor sütunlarıdır Naos’a giriş 165 genişliğindeki, çift kanatlı olduğu düşünülen bir kapıdandır Naos’un döşemesi siyah ve beyaz mermer parçacıklardan yapılmış dalga motifi ve zigzag çizgiler işlenmiş bir mozaiktir ama bugün yerinde durmamaktadır Yine eskiden kaide üzerinde tanrıçanın heykeli bulunmaktaydı
Duvar taşları sökülerek başka yapılarda kullanılmış olduğu için bugün 66 cm kalınlığındaki Naos duvarının sadece yerdeki izi kalmıştır Yapıyı çeviren sütun sıraları 6 ve 13’er sütundan oluşmaktadır Toplam 34 sütunun 32’sinin başlığı bugün sağlam olarak bulunabilmiştir 430 metre yüksekliğindeki başlıksız sütunlar, başlıkla birlikte 478 metreye ulaşmaktadır Sütun yüksekliği stylobat genişliğinin 1/3 ’üdür
Sütunlar 60 cm’den 140 cm’e kadar değişen yükseklikteki parçalardan oluşmaktadır En alt çap 91 cm, en üst çap ise başlık altında 64 cm’dir Sütunlar 16 olukludur, oluklar arası keskin sırt (arris) stylobat kenarına dik gelmektedir Sütunların arası, dar yüzlerde merkezden merkeze 261 m, yanlarda 245 m’dir Sütun sırası ile naos duvarı arası pteroma geniş bırakılmıştır (330 metredir)
Sütun başlıklarının yastık kısmı (ekhinus) MÖ 6 yy başlarının basık yassı profiline sahiptir ancak her başlığın profili diğerlerinden farklıdır Bu da yapının farklı ellerden çıktığını göstermektedir Tüm Dor yapılarında olduğu gibi başlıklardaki boyun bilezikleri (annulet) olasılıkla boyalıydı Bunu gösteren boya izleri de bulunmuştur
Sütun başlıkları üzerinde bağlayıcı ve taşıyıcı olarak arşitrav vardır Arşitrav blokları 240 ile 260 arasında boyutlardadırve başlıkların merkez noktasında kenetle birbirlerine bağlanmışlardır Arşitrav üzerine ise Dor düzenine yabancı ve Anadolu mimarisine uygun kabartma frizler işlenmiştir (Frizlerde tanrıların ve yarı tanrıların öyküleri anlatılmaktadır) Her iki dar cephede de ortada karşılıklı iki sfenks kompozisyonun merkezini oluşturur Ondan sonra sol köşeden okları ile kentaur’ları vuran Herakles, kaçan Kantaur’lar işlenmiştir Sağ tarafta ise atlılar, ibadet eden figürler, ve köşede tritonla döğüşen Herakles vardır Diğer yanlarda ise geyiğe saldıran aslanlar, ziyafet sahnesi (symposıon) gibi konular işlenmiştir Kabartmalı olmayan arşitrav bloklarının da bulunmuş olması, tüm üst yapıda friz olmadığını gösterir
Arşitrav üzerinde Dor düzeninin tipik öğesi olan trigliph’ler yer alır Trigliph aslında ahşap mimarlıktaki işlevsel bir öğenin taş mimarlıkta süs elemanına dönüşmüş halidir Her sütun üzerine bir anesi yerleştirilmiştir Aralarındaki boşluklar (metop) levhalar yerleştirilerek birbirleri ile bütünleştirilmişlerdir Tapınağın metop levhaları üzerine yaban domuzu, kentaur, karşılıklı iki erkek figürü, Sphinks, atlılar, yarışan atletler kabartma olarak işlenmişlerdi Bir Aiol mimarlık öğesi olarak da metop taçları Lesbos yaprağı motifi ile bezenmiştir
Tapınağın alınlığında (pediment) kabartma ya da bezeme yoktur Üçgen alınlığın tepesinde spiral bezekli bir tepe akroteri, alınlık uçlarında da sphinks veya grifon şeklinde köşe akroterleri vardı Yapının oturduğu düzlemden alınlığın uç noktasına kadar olan yüksekliği 1250 m kadardır Çatı örtüsü ise çok iyi kalıplanmış ve fırınlanmış boyalı kiremitlerden oluşuyordu




SARDES


Sardes Lidya Krallığı’nın başkentidir Hermos (Gediz) vadisi içinde, Tmoloslar’ın (Bozdağ) kuzey etekleri üzerindeki yalçın kayalıkta kurulmuştur Güçlü surlarla çevrili sitalde krallık sarayı ile öteki resmi binalar olduğu anlaşılmaktadır Aşağı kent stadelin batı ve kuzey etekleri üzerindeki geniş alanda kurulmuştur Kuzeyde saptanan kireç taşından anıtsal teras duvarları bu yörenin Lidyalılar açısından önem taşıdığına ve resmi karakterine işaret eder; ancak bunlar günümüze yalnızca parçalar halinde kalabilmiştir Ekonomik etkinlikler daha çok batı yakada, kenti bu yönde sınırlayan Paktalos (Sart) çayı yöresinde toplanmıştır Altın arıtma atölyeleri, mücevherci dükkanları ve pazar yeri hep bu taraftadır
Halka ait konutlar oldukça sade ve yoksul görünümlüdür Taş temel üzerinde yükselen kerpiç duvarlar sazdan bir damla örtülüydü Çok basit türde tek hücreli olarak inşa edilmişlerdir Boyutları 800*320m civarında olan hücreler dikdörtgen planlıdır İç bölünme ev halkınıın gereksinimine göre ayarlanmıştır ancak arada belirgin bir bölme duvarı da yoktur Tavana asılan bir perde benzeri bir şeyle bölme sağlanmıştır İçerde kiler bölümü ile ocak ve fırına yer verilmiştir VI yy’ın ikinci yarsında konutların duvarları dıştan boyalı kabartmalarla süslü, pişmiş toprak levhalarla kaplanmaya, çatılar da kiremitle örtülmeye başlanmıştır Sardes aşağı kenti önceleri sursuzdu VII yy’ın ilk yarısı içinde Kimmerler’in yağmalarına sahne olan Sardes, VII yy’ın ikinci yarısı içinde 20 m kalınlığında ve yüksekliği 10 m’yi aşan bir surla çevrildi
Kralın nekropolü 4-5 km kuzeyde, Marmara (Gygaie) Gölü’nün güney kıyılıarında, halkın gömü alanı ise Paktalos Çayı’nın hemen batısındaki yamaç üzerindedir Kral ve Kraliçe’nin gömüldüğü nekropolde irili ufaklı 150 kadar tümüslüsten üçünün krallara ilişkin olduğu düşünülmektedir 335m çapında ve 61m yüksekliğindeki biri, Anadolu’daki benzerlerinin en yükseğidir Bu anıtın küçük gömü odası zaman zaman ağırlıkları 16 tona ulaşan, özenle işlenmiş mermerleşmiş kireçtaşı bloklarından yapılmıştır Mezar odalari taştan inşa edilmiş, önüne bir giriş ve kapı eklenmiş, son olarak da yığılan toprağın yanlara doğru kaymaması için tepenin çevresine taştan bir duvar örülmüştür


Halkın gömüldüğü Paktalos Çayı’nın batı yakasıındaki küçük mezarların girişleri basamaklar ve kabartmalı stellerle belirtilmiş, üzerlerine de küçük bir tümülüs olacak biçimde toprak yığılmıştır Çoğu Lidya Krallığı sonrasına, Pers egemenliği dönemine ait bir, iki ya da ender olarak üç odalı bu mezarlarda cesetler genellikle kayaya oyulmuş tekneler ya da ahşap mobilyaları taklit eden oyma bacaklı sedirler üzerine bırakılmıştır Bu tür mezarlar bir aile için yapılmış ve bu yüzden de zaman zaman açılacak biçimde düzenlenmişlerdir
ARTEMİS TAPINAĞI
Sardes’teki günümüze kadar iyi durumda korunmuş yapılardan biridir Tapınağın kalıntıları Bozdağ sırtlarıyla akropol arasındadır
Artemis Sunağı
Sardes’teki orjinal Artemis tapınağı MÖ 300 lerde inşa edilmiştir 21*11m boyutlarındaki pembe kumtaşı sunak, tapınağa batıdan bağlıdır
Sunak Midas şehrindeki ve Alacahöyük yakınındaki Kalehisar’daki Kybele’ ye adanmış sunaklara benzemektedir Zaten bu sunağın da Kybele’ ye ait olduğu düşünülmüş ancak kazılarda çıkarılan çok sayıda Yunan ve Lidce yazıtın, tapınağın Artemis’ e ait olduğunu kanıtlaması şaşkınlık yaratmıştır (Herodotos’a göre; MÖ 499 yılında Perslere karşı düzenlenen Ionia Ayaklanması sırasında Sardes yıkılıp yağmalanır ve yöresel tanrıça Kubaba (Kybele) ‘ya ait tapınak da ortadan kaldırılır)
Artemis tapınağı üç aşamadan geçmiştir Birinci devirde Batı’ya bakan 2300*6752 m boyutlarında uzatılmış arkaik bir cella, kare bir pronaos ve dar bir opisthodomostan oluşmaktaydı Dipteros şeklinde yapılmak istendiği düşünülmüştür Naos’un batısında 21x11 m boyutlarındaki Artemis Sunağı bulunmaktadır
İkinci devirde (MÖ 2yy’ın ikinci yarısı) Tapınak pseudo dipteral amphiprostylos şekline çevrilmeye çalıışılmış ancak tamamlanamamıştır Peristesis bu dönemde yapılmıştır 13 sütun doğu tarafına dizilmiştir Böyle devam edilseydi 8*20 sütunlu bir pseudo dipteros olması gerekirdi ancak ophisthodomostaki 2 sütun daha öne alınmış ve 4 tane sütun daha inşa edilmiştir Böylece 6 sütunluk bir prostyle yaratılmıştır
Üçüncü devirde ise daha önceki devride yarım bırakılmış kısımlar tamamlanmıştır Tapınak ikiye ayrılmış, doğu kısmı, Antoninus Pius’un karısı Faustina I’e adanmış bir ibadet yeri olmuştur
MS 4yy’dan sonra tapınak bir kiliseye çevrilmiştir
AKROPOL
Burada bulunan eserlerin bir kısmı MÖ 7yy Yunan ve Lidya çömleği olsa da en çok Bizans dönemine ait yapılar bulunmuştur Akropolün merkezindeki Hellenistik döneme ait mermer kule Antiochus III tarafından yaptırılmıştır
GYMNASIUM-HAMAM KÜLLİYESİ ve MERMER AVLU
Yirmiüçbin metrekareden (227 hektar) fazla bir alan kaplayan bu anıtsal külliye, antik kentin en işlek ve merkezi kesiminde yerlemiştir Binanın güney cephesi bir sıra dükkanla beraber mermer sütunlu geniş bir caddeye açılıyordu
Roma hamamının tonozlu mekanları Hellenistik devrin sütunlu gimnaz ve palestrası birleşerek “hamam-gimnaz” diyebileceğimiz yeni bir mimari türü ortaya çıkarmıştır ki Sardes külliyesi bu türün en gelişmiş örneklerinden biridir Sardes Hamam-Gimnazı’nın doğu yarısını kaplayan sütunlarla çevrili palestra gimnaz faaliyetleri içinidir; batı yarının tonozlu salonları ise hamam kısmıdır Külliye’nin ana girişi palestranın doğusunda ve binanın ana ekseni üstünde üçlü bir kapıdandır; bu eksenin batı ucundaki iki katlı, sütunlu, çok zengin bir cephe düzeni oluşturan dikdörtgen mekanı Mermer Avlu olarak adlandırıyoruz
Mermer Avlu’nun külliye içerisindeki yeri, sütunlu mimarinin sembolik anlamı bakımından çok önemlidir Roma hamam ve gimnazlarında bu tür salonlar genellikle İmparator kültü ile ilişkilidir Bu mimari aynı zamanda Roma tiyatrosunun sahne dekorundan esinlenilmiştir Belki Mermer Avlu dekorasyonunda -özellikle doğu sütunları başlıklarında- yaygın olarak işlenen Dionysos teması bu ilişkiyi anımsatmak içindir





Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



dile getiren bir yazıt, bunun kanıtı olarak günümüze ulaşmıştır


Çamur banyosundan, Bergama'da da yararlanılıyordu Aristides, tanrının buyruğu üzerine, soğuk bir kış gecesinde nasıl çamur banyosu yapıp tapınakların çevresinde üç kez koştuğunu ve nihayet kutsal çeşmede üstündeki çamurları temizlediğini çok canlı bir anlatım ile aktarır Yazarın sözlerine bakılırsa, hava o kadar soğukmuş ki, hiçbir giysi insanı koruyamıyormuş; yazara eşlik etmeye gönüllü olan iki dostundan biri hemen geri dönmüş, öbürü de spazm geçirmiş ve gevşetilmesi için hamama götürülmesi gerekmiş Üzerinde uygulanan tedaviler eğer gerçekten doğru ise Aristides'in bünyesi, sürekli hastalıklarına rağmen, anlaşılan çok güçlüydü Bir keresinde de kırk gün süren dondan sonra Asklepios, yazara yataktan kalkmasını ve yalnızca keten bir gömlek giyip, dışarıdaki çeşmede yıkanmasını öğütlemiş Her yer donmuş olduğundan, su bulmak çok güçmüş Su musluktan akar akmaz donuyormuş Yine de Aristides tanrının buyruğuna boyun eğmiş ve soğuğu herkesten az hissetmiş Bir başka kez, kış ortasında yazar İzmir’deyken (Simirna, Smyrna) düşünde Asklepios görünmüş Tanrı ona aşağıya inerek kentin dışındaki ırmakta yıkanmasını söylemiş Soğuk o denli şiddetliymiş ki, ırmak kıyısındaki çakıllar katı bir yığın oluşturacak biçimde donmuşmuş Aristides her şeye rağmen suyun en derin yerine atlayıp bir süre yüzmüş ve dışarıya çıkınca, gün boyu süren ılık bir zindelik hissetmiş Olayın şaşkına dönen tanıkları ister istemez haykırmışlar: "Yücedir Asklepios"
Aristides, sağaltımda tutulan yöntemlerin bu aykırı niteliğine, kendisi de şaşıyordu Fakat yazar, artık Bergama'da epeyce tanınmış birisiydi; kuşkusuz rahipler onun bünyesinin nelere dayanabileceğini de hastalıklarının ne denli önemli bir bölümünün hayal ürünü olduğunu da kendisinden daha iyi değerlendiriyorlardı Baldıran suyu ya da kireç katılmış su içmek ve pekliğe karşı uzun süre oruç tutmak, Aristides'e aykırı gözüken tedavi yöntemleriydi Foçalı (Phokaia) bilge Hermokrates de bir öyküye konu olmuştur Bir gün Hermokrates, imparatorun huzurunda bir okuma yapmış İmparator Hermokrates'ten o denli hoşnut kalmış ki ona dilediği bir ödülü seçmesini söylemiş Hermokrates, Bergama Asklepios'unun buyruğu üzerine, günlük ile tütsülenmiş keklik perhizi yaptığını, fakat ülkesinde günlük bulmanın bir hayli güç olduğunu, bu yüzden imparatordan çok miktarda günlük istediğini belirtmiş Aristides, Asklepios'un bir boksöre rüyasında görünerek, zorlu bir rakibe karşı kullanabileceği oyunları öğrettiğini de anlatır
Asklepios'a bağlanan sağaltımların çoğu mucizevidir İÖ4 yüzyılda Epidavros Kutsal Alanı'na, burada gerçekleştirilen çeşitli sağaltmaları belgeleyen mermer steller dikilmiş ve bunlardan bazıları günümüze ulaşmıştır Bunlardan birinde, bir kadının beş yıllık bir gebeliğin ardından, kutsal alanda uyuduğu ve sabah uyanır uyanmaz beş yaşında bir erkek çocuk doğurduğu yazılıdır Bir diğeri, Epidavros'a çocuk sahibi olma umuduyla gelmiş ve hayal gördüğü bir sırada, kendisine dileğini soran Asklepios'a, gebe kalmak istediğini söylemiştir Başka bir isteği olup olmadığı sorulunca, dünyada başkaca bir isteği olmadığı yanıtını vermiştir Kadın gebe kalır, ama gebeliği üç yıl sürer Bunun üzerine kurtuluş için, yeniden tanrıya başvurur Ona verilen karşılık, özellikle sorulmasına karşın, gebe kalmaktan başka bir dilek belirtmediği yolundadır Yanlış dile getirilen dilek teması, antik çağda sık sık yinelenir; tıpkı Midas ve her şeyi altına dönüştüren dokunuşu ya da sonsuz yaşamı elde eden fakat sonsuz gençlikten yoksun kalan Tithonos ile ilgili efsanelerdeki gibi Her ne ise, Epidavros'taki belki en mutlu olay Pandaros adlı birinin başından geçer Anlaşıldığına göre, bir zamanlar köle olduğundan, Pandaros'un alnında dövme ile yapılmış işaretler vardır ve bunlardan kurtulmak amacıyla Asklepios’a gelmiştir Tanrı geceleyin onun alnına bir çatkı bağlamış ve sabahleyin çatkıyı çıkarıp, tapınağa adamasını söylemiştir Ertesi sabah çatkı çözülünce, işaretlerin çatkıya geçmiş olduğu görülmüştür Kısa bir süre sonra, Pandaros'un Ekhedoros adlı ve yine dövmeli bir arkadaşı aynı amaçla tanrıyı ziyaret eder Yanında, minnettar Pandaros'un kendi adına tanrıya adanması talimatıyla verdiğri bir miktar para da vardır Ekhedoros onursuzca davranıp, bu görevi yerine getirmez Üstelik tanrı geceleyin kendisine görünerek, Pandaros'un para gönderip göndermediğini sorunca, bunu inkâr da eder Bir tek, dövmelerin temizlenmesine ilişkin dileğini belirtir Asklepios, Pandaros'un tapınağa adadığı çatkıyı, bu kez Ekhedoros'un başına bağlar ve sabah çıkarttıktan sonra kutsal havuzda yansısına bakmasını buyurur Ekhedoros tanrının söylediği gibi yapar Sabah görür ki, çatkı temiz kalmıştır, ama alnındaki dövmelere şimdi Pandaros'unkiler de eklenmiştir
Bu belgeler rahipler tarafından derlenip yayımlanmıştır, dolayısıyla şifaya kavuşmuş hastaların adak yazıtları kadar gerçekçi değildir Yine de bunları uydurma sayacak kişi dikkatli olmak zorundadır Epidavros'a gelen, elinden sakat birisi böyle bir gaflette bulunmuştur Bir yandan kutsal alanda yürüdükçe, bir yandan da yazıtları okuyup homurdanmış, hiçbirine olanak bulunmadığını söylemiştir Asklepios onu inandırmak için, sakat elini şifaya kavuşturmuş, fakat lanetini de eksik etmemiştir Adam artık hep "Kuşkucu" adıyla anılacaktır Bu vaka da bir sonraki stele yazılarak, belgeler arasındaki yerini almıştır
İşte Asklepios kültü böyle bir görünüm çiziyordu; yarı batıl, yarı bilimsel Ama sonuca, ister kendi kendine telkin veya inanç yoluyla, isterse tıbbi tedaviyle, nasıl ulaşılırsa ulaşılsın, kültün büyük ölçüde revaç bulduğu kesindi Bunun nedenlerinden biri, tanrı ile yakın kişisel ilişkiye girilmesiydi Asklepion yalnızca bir sağlık kurumu değildi; bir hastaneye ise hiç mi hiç benzemiyordu Asklepion kamusal ve dinsel bir kutsal alandı; sağlıklı veya sağlıksız, yurttaş veya yabancı, herkese açıktı Tanrı tarafından öğütlenen, ama vakurluğuna yakışmayan bazı tedavilerin izleyiciler önünde uygulandığını ve onlara eğlence kaynağı olduğunu, bize birçok kez anlatır Aristides
Doğal olarak, hastaların hepsi bir gecede ya da birkaç günde şifa bulmuyordu, çoğunlukla uzun süreli ziyaretler gerekiyordu Olağan süre bir yıldı Bu süre içinde hastaların nerede kaldıkları bilinmemektedir Ciddi hastalıklar sağaltım yerinde kalınmasını zorunlu kılar, ancak kazılar kesinkes bu amaç için tasarlanmış herhangi bir yapıyı ortaya çıkarmamıştır Hareket ettirilemeyen hastaların belki uyku odasında kalmasına izin veriliyordu Öte yandan, rahatsızlıkları o denli ciddi olmayanları can sıkıntısından kurtarmak amacıyla, birtakım çözümler düşünülmüştü Kutsal alanda hem bir tiyatro, hem de bir kütüphane vardı Gerçek şu ki, can sıkıntısı burada bir sorun olamazdı Kutsal alan her gün hastalar ve ziyaretçilerle biraz daha kalabalıklaşıyordu Bilginleri, Galenos ve diğerleri gibi hekimleri, her biri ardında bir dinleyici topluluğuyla bir aşağı bir yukarı yürürken ya da iyiliksever bir rahibi bir topluluk ile rahatça kaynaşırken ya da hastaları kendi aralarında sohbet ederken gözümüzün önünde canlandırmamız hiç güç değildir Köleci bir toplumda boş zaman çoktu ve Yunanlılar bunu nasıl değerlendireceklerini iyi biliyorlardı; hiçbir Yunanlı, yanında tartışacak biri bulunduğu sürece, sıkılmazdı
Galenos


Bergama'da 130 yılı civarında doğan Galenos, o dönemlerin en önemli hekimlerini bir araya toplayan sağlık yurdunda (Asklepion) tıp eğitimi görmüştü Antikçağın, Hippokrates'ten sonraki en büyük hekimi kabul edilen Galenos, Bergama'da yıllarca çalışmış, gladyatörleri tedavi ederken insanın anatomisini iyice tanıma fırsatı bulmuş, hekimlik deneyimini arttırmıştı Damarların hava değil sıvı taşıdığını, kasların tek tek değil takım hâlinde görev yaptığını, göğüs kaslarının solunumdaki rolünü, kalp atışları ile nabız arasındaki lişkiyi açıklamış, omuriliği zedelenen bir canlının felç olduğunu saptamış, sinir sisteminin önemini ortaya koymuş, sindirim ve boşaltım sistemlerini incelemişti Hippokrates'in koyduğu hekimlik kurallarına, bugün bilinen şeklini veren de Galenos'tu Hekimlikte Hippokrates'in koyduğu ve onun zamanına kadar uygulanan kuralları tersine çevirerek, “temel düşünce insanlığa hizmettir; hekim yalnız dostu değil düşmanı iyileştirmek için de elinden geleni yapmakla yükümlüdür” şeklinde yerleşmesini sağlamıştı Deney ve incelemelerini içeren, ancak çoğu kayıp olan kitapları 9 yüzyılda Arapçaya çevrilmişti Eserlerinin Batı dünyasına ulaşması ise bu Arapça çevirilerin 12 yüzyılda Latinceye çevrilmesiyle oldu Günümüzde eczacılığın bir dalı (Pharmacie Galeniqe) onun adını taşıyor
Bergama Müzesİ
Bergama Arkeoloji Müzesi, ilk olarak 1924 yılında Bergama Akropolü'nde, müze deposu olarak kurulmuş, 1936 yılında yeni binasında ziyarete açılmıştır Müze, bir iç avlunun etrafını çeviren iki sundurmadan ve iki salondan ibarettir
Müze girişinde, soldaki birinci sundurmada, Helenistik, Roma ve Bizans devri mimarî eserleri, (sütun başlıkları, saçak ve konsoltaşları, kabartmalar, pervazlar, friz ve direk araları vs) kadın ve erkek heykelleri ile Bergama Zeus Sunağı maketi yer almaktadır Birinci sundurmadan hole buradan da soldaki salona geçilir Bu salonda, çoğu Bergama Akropolü'nden getirilen Helenistik devir mermer heykelleri, mimarî parçalar, kabartmalar, vitrinlerde de pişmiş topraktan heykelcikler, çanak çömlek ve parçalan, cam eşyalar, kandiller, paralar ve daha başka küçük eserler sergilenmektedir
Müze holünde Bergama Akropolü ve Asklepion’dan getirilmiş heykellerle, küçük buluntular vardır Holün sağındaki ikinci salon, yine Akropol ve Asklepion’dan getirilmiş heykel ve büstlere aynlmıştır Salonun zemininde Bergama'da bulunmuş bir mozaik görülür İkinci salondaki vitrinlerde Roma devri tunç ve fildişi eserler, mermer heykelcikler, Bizans ve Osmanlı sikkeleri sergilenmiştir
Müze girişinin sağındaki ikinci sundurma, MÖ V yüzyıldan MS III yüzyıla kadar olan kitabelere, kabartmalara, mermer heykellere, şeref levhalarına, adaklara, mezar stellerine ayrılmıştır Müze avlusunda, zafer heykelleri ile güneş saati yer almaktadır
Bergama’da ayrıca bir de Etnografya Müzesi bulunmaktadır Bu müzede, Bergama ve çevresinden derlenmiş, kadın ve erkek giyim eşyaları, süs eşyaları, uçkur peşkir, yağlık, bohça, kese, çorap gibi el işlemeleri, Bergama dokumacılığına ait eserler ve çeşitli etnografik malzeme bulunmaktadır



ASSOS

NEKROPOL
Şehrin batı kapısına 300 m kala yol ikiye ayrılır Bir kolu batı kapısının üst başındaki küçük kapıya gider, diğer ana kol ise iki tarafı kuleli görkemli kapıdan kente girer Bu yolların iki yanı Roma çağında kimi teraslar üzerinde, kimi çevresi güzel yontulmuş taşlarla örülü duvarlarla çevrili mezar anıtlarıyla doluydu
Eski çağın kentlerinde mezarlıklar kentin dışında ve genellikle yolun kenarında olurdu Kente gelenlerin herbiri bir anıt olan mezarları görsün, selamlasın diye
1884’ te kazıların sona erişinden sonra geçen zaman içinde, ortaya çıkarılan mezarların tümü tahrip olmuştur 1981’de yeniden başlayan çalışmalar ile birlikte eskilerinin de onarımına girişilmiştir
Assos’ un iki nekropolü vardır Birincisi ve asıl önemli olanı batı kapısına giden taş döşemeli yolun iki tarafına oturtulmuş Batı Nekropolü, diğeri doğu kapısı önündeki Doğu Nekropolü’ dür Batıdakinde sıkça küp içine gömme yöntemi görülmektedir Bir küp içine ikili gömme de yapılabilmekteydi
Batı Anadolu’ da MÖ 6 yüzyılda çok rastlanan yakarak (kremasyon) gömme tekniği Assos’ ta da görülmektedir Kazılar sırasında ölü küllerinin içine konduğu urna adı verilen çömleklere çokça rastlanılmştır Ortaya çıkarılan bu örnekler Çanakkale Müzesi’ dedir
GYMNASION
MÖ 2 yüzyılda inşa edilmiş bu Gymnasion, 40 x 31 m boyutlarında bir palaistra (açık spor alanı) ve çevresini saran sütunlu portiko’ların gerisindeki ders, soyunma ve yemek odalarından oluşan basit bir yapıydı Palaistranın, kuzey, güney ve batı kenarları portiko ile, doğu kenarı ise bir duvarla çevrili idi Portikoların bazalttan yapılmış sütunları monolithtir Kuzey portikosuna ait arşitrav yazıtlarından bu portikonun MÖ 1 yüzyılda yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır 4,92 m genişliğindeki bu portikonun gerisinde, önünde bir çift sütunu olan Ephebeion (kapalı dershane) bulunmaktaydı Kuzeydoğu köşede de 8,50 m çapında bir yıkanma yeri yapıya eklenmişti Gymnasion’a ana giriş anayola açılan güney cephededir 3 basamaklı yarım daire merdivenle birlikte bir koridorla güney portikoya ulaşılıyordu Ayrıca batıdan da giriş vardı Ders odaları tek katlıydı Ana girişin sağında diagonal düzenlenmiş bir portiko ile 4 odanın işlevleri tam olarak anlaşılabilmiş değildir, ama gymnasiona aittirler Assos’ta su daima bir sorun olduğu için palaistranın döşemesi altında bir de sarnıç vardı Sarnıç, kayadan oyulmuş ama üzeri sonradan taş örgü tonozla örtülmüştü Doğu ucundaki merdivenlerden inerek kova ile su çekilir ve yıkanma odalarına taşınırdı Hem su taşıma işi, hem de odalarla spor alanının temizlenmesi işi öğrencilerin görevi idi Büyük sınıftaki öğrencilerse, küçük sınıfların yaptığı işi denetlerdi
Paidagogos denen eğitmen – dadı karışımı görevliler öğrencileri konutlardan gymnasiona götürürlerdi Okulda dersler, öğleye kadar öğreticilerin gözetiminde güreş, boks, disk ve cirit atma, uzun atlama ve bir stadia (200 m) koşu çalışmalarıyla geçerdi Bu çalışmalardan önce vücutları saf zeytinyağı ile yağlanırdı Çalışmadan sonra striglis denilen, tunç ya da demirden yapılmış bir aletle kum ve toprağı sıyırır, sonra yapıya sonradan eklenmiş olan kuzey uçtaki hamama giderlerdi Temizlik mermer kurnaların başında yapılırdı
Okulda öğleden sonra dil ve gramer, güzel konuşma, coğrafya, matematik, felsefe ve müzik dersleri olurdu Matematik ve müzik eğitimi bu çağda spor kadar önemli bir yer tutmaktaydı Dersler güneşin batmasıyla sona ererdi
Gymnasionun yöneticisi Gymnasiarkhos ünvanını taşır ve altın bir taç ile onurlandırılırdı
MS 6 yüzyılda, Bizans döneminde bu gymnasionun ortasına bir kilise inşa ederek Aristo’nun okulunu tamamen ortadan kaldırdılar Kilise için gymnasionun yapı malzemesi kulanılarak yapı harap edilmiştir
AGORA
Assos’ta kent meclisine üye olabilen özgür, varlıklı ya da eski soylu aile erkekleri öğlene doğru agoraya inerlerdi Bu kentte de agora şehrin kalbiydi Helenistik Çağ’ın sonlarına doğru yapılan Assos agorası külliye olarak da nitelendirilebilir Batı yanında küçük bir tapınak, doğu yanında bouleuterion, güneyinde de hamam yeralır 4000 m2 büyüklüğündeki alanın kuzey ve güneyi iki stoa ile sınırlandırılmıştır
KUZEY STOA
1155m X 1242m boyutlarında iki katlı bir yapıdır Yapıya beş basamakla çıkılmaktadır ve ilk katta bulunan bir sıra dor sütunu ikinci katı taşımaktadır Içte ise yapıyı boylamasına iki sahana ayıran 20 sütun bulunurYapının daha çok güneşten ve yağmurdan korunmak için olduğu düşünülmektedir Bugün duvar yüzeyinde görülen 40X50 cm boyutlarındaki delikler ikinci katın ahşap taban kirişlerinin girdiği yerlerdir
GÜNEY STOA
Güney stoa daha küçük ve çok katlıdır Bodrumu ve su haznesi katı ile birlikte dört kattan oluşur Bodrumun güneye bakan kısmının önü açıktır, tabanı da su deposudur Sarnıçlardan biri 4160x275 diğeri 1485x237 m boyutlarındadır Sarnıçların taş kanallaarla Roma Çağı hamamına su bağlantısı vardır 69 m uzunluğu 12 m derinliği olan yapının en üst katı agora düzlüğünde tek kat görünümündedir Altındaki ara kata içeriden batı köşedeki taş merdivenlerden, dışarıdan doğudaki dış merdivenlerden ulaşılmaktaydı Zemin ise öndeki koridorun gerisinde on üç odaya bölünmüştü Bu odaların kazı sırasında bulunan su tesisatına dayanılarak yıkanma odaları olduğu düşünülmektedir
HEROON
Güney stoanın batı duvarı dibinde taapınak cepheli bir mezar anıtı yapılmıştır 1881’deki kazılar sırasında bulunan bir yazıttan yapının kente yaptığı hizmetler nedeniyle Hephaistogenes oğulları Kallisteros ve Aristias’a Assos halkı tarafından kent içinde mezar yaptırma ayrıcalığının verilmesine dayanılarak inşa ettirildiği anlaşılmaktadır
BOULEUTERİON


Meclis, düzenli toplanarak yönetimle ilgili kararları verirdi Temsilciler (prytan’lar)
arasından seçilen elli kişi sürekli görev yapar ve prytaneion denen devlet konuk evinde kalır, orada devlet hesabından yiyip içerlerdi
Meclisin, elçi yollama ve kabul etme, vergi toplama, memurları denetleme, donanma yönetimi ve maliye yönetimi gibi görevleri vardı ayrıca 500 drahmiye kadar ceza kesme yetkisine sahipti Meclis üyelerinin tiyatroda parasız giriş ve şeref koltuğunda oturma gibi ayrıcalıkları da vardı
Assos’un kent meclisi yaklaşık yüzelli kişiliktir Her kabileden (phyle’den) ellişer temsilci geldiği için kent devlete bağlı üç yerleşim olduğu düşünülmektedir Meclis yapısı 21 x 21 m boyutlarında tek katlı bir yapıdır Agora’ya doğru açılan beş kapısı vardır İçeride, ikisi kazılarda bulunabilmiş olan dört sütun çatıyı taşımakta idi Meclis üyelerinin oturduğu taş sıralar sağlam olarak ele geçmemiştir Dor düzenindeki cephe sütunları 63 cm, içteki, çatıyı taşıyan sütunlar ise 75 cm çapındadır
Bouleuterionun güneyindeki agoraya giriş kapısının yanında merdivenlerle inilen altgeçit, bir su haznesinde sona erer Bu kapının güneyinde de bir kapının kalıntıları vardır
AGORA TAPINAĞI
Agoraya batıdan girişte bir podyum üzerinde 1650x10 m boyutlarında prostylos bir tapınak yapısı vardır MS 5 yüzyıldan sonra küçük bir kiliseye çevrildiği anlaşılan yapının bugün ancak temelleri kalmıştır buna rağmen pronaosu, naosu ve ön çıkış merdivenleri anlaşılabilmektedir Tapınak büyük bir olsılıkla agora ile çağdaştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



Asklepios Kİmdİr?


Sağlık tanrısı Asklepios yılanlı asası ile birlikte Sağlık tanrısı Asklepios, Yunan söylencelerinde Apollon’un oğlu olarak geçer Şiddet ve aldatmacanın yoğun olduğu söylenceye göre Teselya kralının kızı Koronis tanrı Apollon ile sevişir ve ondan gebe kalır Ne var ki tanrının dölünü karnında taşırken Arkadya’dan gelen bir yabancıyı da yatağına alır Bu haberi tanrıya kutsal kuşu haber verir Koronis korkunç bir cezaya çarptırılır Bir odun yığının üstünde diri diri yanacaktır Alevler içinde kadın can vermek üzeredir ki Apollon, çocuğun yok olmasına katlanamaz ve ölünün karnından dölünü çıkarır Çocuğun büyümesi için at adam Kheiron’a verir Bu olay hekim tanrının son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir Asklepios'a, hekimlik sanatını öğreten Kheiron doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre Khereon’un açık havada, güneşin altında şifalı sulardan ve otlardan yararlanma yollarını bilmesi de gerçek olarak ortaya çıkmaktadır
Asklepios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliği ve cerrahlığın bütün bilgilerini edinir Daha öteye gider, ölüleri bile diriltmeye varır Bunun sırrını efsane şöyle açıklar: Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios'a vermiştir Gorgo'nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan varmış Bu şifalı kanla ölüleri diriltmek yoluna gitmiş ve dirilttiği adamlar arasında Kapaneus, Lykurgos, Minos'un oğlu Glavkos ve Theseus'un oğlu Hippolytos da varmış Zeus doğal düzeni bozan bu hekim tanrının aşırı gücünden kuşku duymaya başlamış, onu cezalandırmak için üstüne bir yıldırım salmış, yakıp yok etmiş, ama Apollon da oğlunun öcünü almış, Zeus'a yıldırımı bağışlayan Kiklop'ları (Kyklop) öldürmüş, sonra da oğlu Asklepios'u gökte burçlar arasına yerleştirmiş
Asklepios'un yok oluşundan sonra hekimlik sanatını kızı Hijye (Hygieia, Yunanca sağlık anlamına gelir) ve oğulları Asklepiades sıkı bir lonca düzeni içinde sürdürmüşlerdir İlkçağ sonuna dek gelen bu gelenek içinde tüm hekimler bu efsaneye bürünmüş olarak çıkarlar karşımıza Örneğin Hippokrates'in yaşam öyküsünün ne kadan gerçek, ne kadarı masal bilinmez bugün
Asklepios adına yaptırılan tapınakların bulunduğu yerlerde kurulan sağlık yurtlarının en ünlüleri Peloponnes'teki Epidavros (Epidauros), Hippokrates’in görev yaptığı, Gökova Körfezi'nin ağzındaki Kos Adası (İstanköy) ve Bergama’dır
Asklepios'un sembolleri arasında; yılan, tas, asa, köpek ve horoz görülür Asklepios heykellerinde sakallı (sikkeler üzerinde sakalsız) elinde yılan sarısı asa, büyük ve sade harmaniye, ayağında büyük sandallar ile görülür
Asklepion'un Tarihçesi
Bergama Asklepion'u MÖ IV yüzyılda kurulmuştur Asklepios'un tapımı (kültü) hastaları iyileştiren tanrılığa yükselince MÖ IV yüzyılda Yunanistan'da Epidavros'daki asıl kutsal yeri Bergama’ya getirilmiştir Bu işi başaran Bergama'lı Aristohminos’un oğlu Arkias’dır Arkias, Pindasos (Madra Dağı) sırtlarında avlanırken bir tarafı kırılmıştı Bu zengin adam Epidavros’daki Asklepion’a gitmiş ve orada az zamanda iyi olmuştur Dönüşünde vatandaşlarına hizmet olsun diye bakım işlerini gören asklepiyatlardan bir kaçını Bergama ya getirmişti
Böylece ilk tapınak Ayvazali yöresinde kutsal çeşme ile onun yanındaki kayalık alanda kurulmuş oluyordu Başlangıçtan beri bu kutsal bölge adım adım genişletilmiştir MÖ IV yüzyılda büyük alanda bulunan kaya ve temeller üstünde genişletilmiş olan Asklepion kutsal yol boyundaki anıt-mezarlarda klasik kültür bakımından özel bir durum taşıyordu
MÖ 280 - 133 Bergama Krallağı döneminde akropol ve kent gibi Asklepion da geniş ölçüde kalkınma ve yükselme içine girmişti Özellikle mermer işçiliğin değerli yapıtları ile süslenmiştir:
MÖ 218 de Büyük İskender'in hazinesi yüzünden Suriye kralı IIIAntiokhos ordularını, Bergama kralı I Attalos üzerine göndermişti Bergama’ya kadar gelebilen bu ordu, akropolü kuşattı ve kenti yakıp yıktı Asklepion ise çok az zararlı çıkmıştı
MÖ 201 de Makedonya kralı V Filip, akropolü zaptedemeyince kenti yakıp yıktı ve Asklepion’a da zarar vermişti
MÖ 183-173 yılları arasında Bergama kenti bayındırlık aşamasına geçerken Asklepion da gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir Bu dönemdeki plana göre yer kazanmak için güney eğimli alan destek duvarlarıyla kapatılmış ve bir dehliz oluşturulmuştur İon düzenindeki mermer tapınak kayalıklar üstünde yükselmiş, tedavi salonları kurulmuştur Kutsal su için taş çeşme ve havuz yapılmıştır
MÖ 156 da Bergama’ya Bitinya kralı II Prusias saldırmış, kenti kuşatmasına karşın alamayınca aşağı kenti ve Asklepion'u yağmalamış, tüm heykel ve sanat ürünlerini alıp ülkesine götürürken Asklepios heykelini de unutmamıştır
Bergama kralı III Attalos zamanında sağlık tanrısı ile kral arasındaki sınıf ayırımı kaldırılmış ve Asklepios'un sağlık yurduna Kral kutsal yeri denmiştir Kralın heykeli, tanrı heykelinin yanına dikildi ve adlarına kurban kesilmeye başlandı
MÖ 133 yılı Bergama Tarihinde bir dönüm noktasıdır Bergama Roma güdümü girerken, Asklepion görevini sürdürüyor olmasına karşın bir çok sarsıntılar geçirecektir MÖ I yüzyılın başlarında Pontus kralı Mithridates, Bergama’ya değin bir kurtarma savaşına girmiştir Bu ordu Bergama’ya geldiği zaman 80000 Romalının canına girmişti Bergama'daki Romalılar sığınmak amacıyla Asklepios Kutsal Alanı'na koşmuşlar, fakat tanrının heykellerine sarılırlarken insafsızca katledildiler
Sulla'nın Romalı asi komutanı Fimbria ve arkadaşları Asklepion'a kaçmışlardı Aristonikos'un adamları tarafından sığındıkları yerde yakalanıp öldürüldüler (MÖ 85) Kuruluşundan beri kutsal yurda verilen sığınma hakkı ilk kez bozuluyordu Ancak bu hak Anadolu prokonsülü tarafından tekrar kabül olundu Bu tarihlerde Asklepion gerilemeye yüz tutmuştur Bunun nedeni de Roma ordularının Anadolu’daki savaşları yüzündendir 150 yıl kadar basılan paralarda Asklepios'un başı ve yılanlı heykeli görülmemektedir
Bununla birlikte MÖ I yüzyılın başında olduğu gibi ikinci yansında da Asklepion önem ve özelliğinden bir şey yitirmemişti Jimnas başkanlığını yürütmesi ve sığınma hakkını sürdürmesi ile bu önem anlalışmaktadır
Asklepion'un Roma imparatorluğu zamanında yeni bir yükselme dönemine girdiği gözlenmektedir Trayan, Hadriyan ve Karakalla ile bunu simgeleyebiliriz Antaninus Pius zamanında (MS 138-161), Asklepion iki kat bir genişleme gösterir Bu genişleme sırasında koridor, havuz ve tedavi bölümleri kazandırılmıştır II yüzyıl ortasında söylevci Aristides (Aristid) Bergama’ya gelmiş, bir çok hastalıkları için Asklepion’da tedavi olmak istemiş ve 4-5 yıl içinde tam sağlığına kavuşan Aristides: "Tüm sağlığımı, Asklepios sana borçluyum, sana gizemsi bir aşkla bağlıyım" demektedir Aslında Asklepion hakkındaki bilgilerimizin çoğu bu bilge kişinin yazdıklarına dayanır
Asklepion’un bu son parlak dönemi de çok uzun sürmedi İmparator Decius zamanında (249-251) üç hristiyanın Asklepion'un yakınındaki tiyatroda parçalanması, Bergama’da derin yankılar uyandırmıştır Yeni dine karşı gösterilen bu şiddet, inanç ve duygular üzerinde büyük tepki gösterecektir kuşkusuz Hemen bunun arkasından gelen İmparator I Valerius (253-260) zamanındaki büyük deprem kenti ve Asklepion’u büyük ölçüde yıkıma uğrattı Yeni dinin baskısı ve depremlerin doğal yıkımı Asklepion'u bir daha ayağa kalkmamak üzere yere sermişti Bu imparatorun ilk günlerinde basılan paralarda görülen Asklepios görüntüleri de son simgeler olarak kalmaktadır
Hristiyanlık Bergama'da kök salmakta geçikmedi ve izleri Asklepion'da da bıraktı Asklepios tapınağının bu dönemde kilise olarak kullanıldığı, ortasında duran mermer kürsü altlıktan ve anıtsal kapı (propilon, propylon) yanında bulunan vaftiz yerinden anlaşılmaktadır
Küçük koridorun tapınağa bitişik yerindeki odacıklar, güney koridorun mahzenindeki sıva üstündeki haç ve havuz ile su deposu yapılan bodrumdaki sıvalar hep Bizans dönemi kalıntılarıdır
Asklepion tapınağının içindeki kilise kürsüsü yanında bulunan bir mezardan çıkan kemikler arasındaki paradan, mezarın XV yüzyıldan kalma olduğu saptanmaktadır Ölümün yasaklandığı Asklepion artık mezar gibi kullanılmaktadır XIV yüzyılda Bergama, Osmanlı Türklerinin eline geçtiği zaman Asklepion tepeden inen sellerin yığdığı kalın bir toprak tabakasıyla örtülmüştü
Asklepİon’da Kazİlar
Asklepion’da ilk kazılar, 1927 yılında başlamıştır Alman kazı kurulu başkanı Wiegand Asklepion'un yerini saptamış ve 1928 den sonra Asklepion ortaya çıkarılmaya başlanmıştır İlk buluntular arasında kuzey koridor kolonları yerleştirilmiş ve tiyatronun birinci bölümünün onarımı yapılmıştır Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün yardımları ile Basın-Yayın Genel Müdürlüğü Turizm bütçesinden destek ile Bergama Müze Müdürü Osman Bayatlı Asklepion'un onanrımı, 20 kadar sütunun dikimi ve küçük tiyatronun doğuşunu hazırlamışlardır


1958 yılında Alman arkeologlar kutsal alanın orta kesiminde yeniden çalışmaya başladılar Bu kazılar çeşitli yenilikler sunmaktadırlar Hellenistik uyku odalarının altında, üstteki kuzey-güney yönlendirmeden farklı olarak, eğik bir biçimde uzanan duvarlara rastlanmıştır; işçilik, duvarların en geç İÖ 4 yüzyıl başlarında örüldüğünü göstermektedir Gerek söz konusu duvarlar, gerekse bir birtakım arkaik figürinler ve yakında bulunup, çok erken bir döneme tarihlenen bir keramik parçası, İÖ 4 yüzyılda kurulan Asklepion'dan önce burada yerleşildiğine işaret eder Çevrede ele geçmiş bazı pişmiş toprak figürinlerin oturan bir kadını betimlemesi nedeniyle, kazıcılar burada bir tanrıça kültünün bulunduğunu ileri sürmüşlerdir Ne ki, figürinler daha geç bir döneme aittir Bu durumda eski kültün (eğer gerçekten eski bir kült var ise), Asklepios kültünün yanı başında yaşatıldığı anlaşılır Sorun henüz tam anlamıyla çözümlenememiştir
1969-1971 yılları arasında Oscar Ziegenaus yönetiminde Asklepios Tapınağı kazıları tamamlandı
Asklepİon’un Konumu
Asklepion'un yeri; kentin batı kesiminde, denizden 108 metre yükseklikte ve rüzgarlardan korunabilir bir yerdedir Örneğin Aristides buranın konumu için; su ve havasının iyiliğinden gelişi güzel seçilmiş olmayıp gizemsel bir seçim olduğunu belirtir
Bergamalı ünlü hekim Galenos ise; Asklepion'un Misi Dağları’nın (Geyikli) ayaklarında, hava akımlarından korunmuş, temiz havası ve suyu olan uygun bir yerde kurulduğunu vurgular
Ozan ve tarihçi Horas ise; oraya sıcaklar sıtma götürmez, orada vasiyetnameler açılmaz diyerek önemini dile getirir
Kazılar sonucu gün ışığına çıkarılan Asklepion'un bugün gördüğümüz kalıntıları büyük oranda İS 2 yüzyılda gerçekleştirilen geniş çaplı yenilemeye aittir Bunun öncesinden kalanlar ise kutsal alanın esas çekirdeğini oluştururlar: Kutsal kuyu, tapınağın ve onun batısı ile güneyinde yer alan uyku odalarının temelleri Bugün gördüklerimizin çoğu Aelius Aristides'in zamanında inşa edilmiştir Ne yazık, onun sözünü ettiği yapılar genellikle günümüze erişmemiştir Yine de kutsal alandaki ilk yerleşmenin Arkaik Dönem'e, hatta Bronz Çağ'a gittiği anlaşılmaktadır Yunan tanrısı Asklepios'un kültü olasılıkla daha eski ve yerli bir kutsal alan üzerine kurulmuştur
Kutsal Yol (Via tecta)
Viran Kapı’dan başlayıp Asklepion’u Bergama’ya bağlayan yol Kazılarla önemli bir kısmı açığa çıkarılan kutsal yol, anıtsal kapının önündeki avluya eğik bir şekilde kavuşur
Anıtsal Kapı
(Propilon, Propylon) Kutsal alana, kutsal yol üzerinden girişlerin yapıldığı ana kapı
Kütüphane:
Anıtsal kapıdan geçtikten sonra hemen sağda, yani kuzeyde, kütüphane yer alır Kütüphane, duvarlarında nişler bulunan kare biçimli tek bir odadan ibarettir Doğu kenardaki orta nişi, bilimsel çalışmaları koruması nedeniyle kütüphanenin adandığı İmparator Hadriyan'ın (Hadrianus) heykeli süsler Hadriyan ayrıca Asklepion'un bütününde yapılan yeniliklerden ve onun Yunan dünyasındaki en ünlü tapınaklar arasına yükselmesinden de sorumludur Okuma için gerekli ışık, nişlerin üzerindeki bir sıra pencere ile sağlanmıştır Kütüphane bir tıp kitaplığı sayılmamalıdır; tersine hastaların hizmetine sunulmuş klasik yapıtları kapsayan bir koleksiyondur Hadriyan heykeli ve belki yapının tümü Flavia Melitine adlı bir kadın tarafından adanmıştır
Zeus-Asklepios Tapınağı
Anıtsal kapının öbür yanında yuvarlak Zeus-Asklepios Tapınağı yer alır Mevcut kutsal alanın baş tapınağı olan yapıdan yalnızca en alttaki taş sırasının kalmasına karşın, duvar örgüsündeki ustalık gözden kaçmaz Tapınağın arkasında, doğu yanda bir merdiven dışarıdan çatıya ulaşıyordu ve olasılıkla onarım işlerine yönelikti Ön cephede ise, soldaki anıtsal kapıdan kutsal alana inen merdivenleri bakışımlı bir biçimde dengeleyen ikinci bir merdiven vardı Burada Asklepios'un Zeus ile bağdaştırılırması, Aristides'e göre üzerinde durulması gereken bir durumdu Ünlü hatip, Asklepios'un tıpkı Zeus gibi yüce, çok yönlü ve her şeyi saran bir güce sahip olduğunu anlatmıştır Onun kendi girişimleriyle düzenlediği bir koro gösterisi onuruna, bir üç ayaklı kazan adadığı tapınak da yine burasıdır Kazanın üç ayağı da birer altın figürle bezenmişti: Birinde Asklepios, öbüründe Hijye, sonuncusunda da Telesforos (Telesphoros) figürü vardı Adak, Asklepios heykelinin sağ elinin altına yerleştirilmişti Sağlığı ifade eden Hijye ve Gerçekleştirici anlamına gelen Telesforos Asklepios'un çevresindeki ikincil tanrılardı
Stoalar
Kutsal alan kuzey, batı ve güney yanlarında stoalar ile çevrelenmişti Bu sütunlu galeriler Yunan sivil mimarisinin vazgeçilmez öğelerindendir; insanları yazın güneşten, kışın yağmurdan korurlardı Pergamon Asklepion'unda en iyi korunagelen stoa kuzeydekidir Kazı sonrasında, bu kesimdeki sütunlar yeniden ayağa kaldırılmıştır Kuzey stoa sütunları İon düzenindedir Yalnız kütüphane tarafindaki son on sütun bir depremde yıkılmış ve yerlerine postament üzerine oturtulmuş, kompozit başlıklı sütunlar dikilmiştir - kompozit tip, İon sütun başlığına özgü volüt ile Korint başlığındaki akanthus yapraklarını birleştirir
Kalıntı bırakmamasına karşın, batı stoanın kuzeydekine benzediği anlaşılır Tam ortasındaki kapı ve basamaklar, başka bir stoaya giriş sağlamıştır 120 m uzunluğunda ve Dor düzenindeki bu stoanın gerisinde bir dizi mekân, önünde ise Aristides'in de değindiği, jimnazyum (gymnasion) işlevli bir açık alan vardır
Güney stoa da tümüyle yıkılmıştır Bu yan, arazinin eğimi yüzünden alçakta kaldığından, bir bodrum kat gerektirmiştir Günümüze erişebilen bodrum kat, ortadaki bir paye dizisiyle iki nefe bölünmüştür Payeler üstteki stoayı taşımış, bodrum kattan ise depo olarak yararlanılmıştır
Tiyatro
Kuzey stoanın batı ucunda küçük bir tiyatro vardır Yapı Roma Dönemi tiyatroları için tipik olan yarım daire şeklindedir İzleyicilerin oturdukları kademeli bölüm, merdivenler ile dikeylemesine üçgen biçimli beş alana ve bir geçit yani diazoma ile yataylamasına ikiye bölünmüştür Orta bölümün en aşağıdaki üç sırası önemli kişilere ayrılmıştır Anlaşıldığına göre sahne yapısı üç katlıydı Onun önünde yer alan, oyuncuların gösterilerini sundukları sahne, yerden yaklaşık 1 m yükseklikteydi Bir yazıt tiyatronun Asklepios ile Athena Hijye'ye adandığını belgeler Yapı 3500 kişinin oturmasına izin veriyordu Asklepion'da kalan hasta sayısının hiçbir zaman bu kadar yüksek olamayacağı göz önüne alınırsa, çevredeki halkın da gösterileri izleyebildiği sonucuna varılmaktadır
Genel Tuvalet (Latrinler)
Batı ve güney galerilerin birleştiği köşede, antik çağda kullanılan latrinlerin ilginç bir örneği ile karşılaşılır Erkeklere ayrılan büyük mekânın gösterişli olduğu anlaşılır Burada mermerden, yaklaşık otuz adet oturma yeri vardı Çatı, özenle işlenmiş Korint başlıklar taşıyan dört payenin üzerine oturtulmuş, ortasında ışık ve hava dolaşımı için bir boşluk bırakılmıştı Böyle görkemli latrinler, dönem için karakteristiktir Bunlar günümüzde aradığımız gizlilikten yoksun bulunmalarına karşın, göz alıcı bir biçimde inşa edilip, kusursuzca donatılmışlardır Öte yandan, bayanlara ayrılan latrin daha küçük ve sadedir
Uyku Odaları, Şifalı Kaynak ve Kuyular
Kutsal alan ve kültün odak noktası Kutsal Kuyu idi Kuyu basit bir yapının içine alınmış, künkler aracılığıyla bir pınardan beslenmesi sağlanmıştı Su, hastaların içine girmesi için değildi; çeşitli kaplarla çekilerek yıkanma ve özellikle içme suyu olarak kullanılıyordu Aristides kutsal suyun yararlarını coşkuyla anlatır, hatta yazılarından birini, yalnızca bu su için düzdüğü övgülere ayırmıştır Dediğine göre kuyu her zaman dolu ve su, yazın serin, kışın ılıkmış Göz hastalıkları çekenler, bu suyla banyo yaparak göğüs hastalıkları, astım ve ayak sorunlarından yakınanlar, suyu içerek şifaya kavuşuyormuş Bir keresinde, dilsiz birisi suyu içince, konuşmaya başlamış Pergamon'daki suyun kutsallığı, başka yerlerdeki kutsal nitelikli sular gibi - örneğin, Delos'taki gibi - kimsenin dokunmasına izin verilmemesinden kaynaklanmıyordu Pergamon Asklepion'undaki su kutsaldı, çünkü kullanan herkese tanrının yardımıyla yararlar veriyordu
Kutsal alanda, ayrıca iki çeşme vardır Her ikisi de hastaların sağaltımında rol oynayan bu çeşmelerden birisi, tiyatronun yakınındadır Üstü açıktır, mermer bir tekne ile donatılmış ve olasılıkla soğuk banyo önerilen hastalarca kullanılmıştır Obürü batı tarafın ortasına rastlar Tekne kayaya oyulmuştur Üzerinin bir çatı ile örtüldüğü anlaşılır Kış mevsiminde ve yağışlı havalarda çevresinde yoğun biçimde çamur birikir Asklepion'u kazanlar, hastaların buradaki birikinti ile çamur banyosu yaptıklarını, sonra da teknede yıkandıklarını ileri sürmüşlerdir Eğer tekne bir tek bu amaca yaramış ise çamur banyosu sık uygulanmış bir tedavi yöntemi olmalıdır, çünkü tekneye inen basamaklar bir hayli aşınmıştır
Kutsal Kuyu'nun hemen güneybatısında uyku odaları yer alır Yalnızca temelleri korunan odaların ayrıntılı biçimde tümlenmesi olanaksızdır Uyutulma işlemi kesin dinsel kurallar uyarınca gerçekleştiriliyordu Kurallardan bazılarını çok hasar görmüş bir yazıttan öğreniyoruz: Hasta, uyku odasına girmeden önce yıkanıp beyaz giysiler giymeli, kuşak ya da yüzüğünü çıkarmalı ve kurban sunmalıdır Bergama'da kurbanın zeytin dallarıyla süslü, beyaz bir koyun olduğu anlaşılır; Aristophanes'ten (Klasik Dönem oyun yazarı) öğrendiğimize göre, Atina'da ise Asklepios'a adak çörekleri sunulmuştur
Hellenistik Devir’a ait Asklepios, Apollon ve Hijye (Hygieia) Tapınakları
Uyku odalarının kuzeyindeki kayalık taban üzerinde, günümüze pek az iz bırakan üç tapınak yükseliyordu Bunlar Kurtarıcı Asklepios'a, kızı Hijye'ye ve babası, Güzel Çocuklu Apollon'a adanmış tapınaklardı Hijye Tapınağı'nın içinde ya da yanında Telesforos'un kutsal bir yeri vardı Telesforos ilk kez Bergama'da Asklepios'un çevresinde yer alan, daha sonra başka yerlerde de tapım gören bir çocuk-tanrıydı Sağaltım kültünde önemli bir rol oynuyordu: Aristides bir gün kendisine Telesforos'un, daha doğru bir deyişle Telesforos rahibinin, vücuduna sürülecek bir merhem verdiğine değinir Bir keresinde de Aristides bir düş görmüş ve düşünde bütün vücudunu kurtarmak istiyorsa, bir organını kesip Telesforos'a adaması gerektiğini öğrenmiştir Fakat rahip bir organın adanması çok acı vereceğinden, Aristides'in parmağındaki yüzüğü adamasının yeterli olacağına karar verir Böylece parmak adağı yapmış gibi, etkili bir sonuç elde edilebilecektir Aristides'in öyküsü gerçekçi ifade biçimiyle, enikonu inandırıcıdır
Hastaların Tedavi Gördüğü Klinik
Kutsal alanın güneydoğu köşesinde, tiyatrodan sonra alanın en iyi korunmuş öğesi olarak karşımıza çıkan, ikinci bir yuvarlak yapı vardır Yapı iki katlıydı Esas katı oluşturan üst katta daire biçimli bir mekân, büyük apsisler ile çevrelenmiş ve ahşap bir çatı ile örtülmüştü Fakat bunlar günümüze ulaşmamıştır Ayakta kalabilen kesimi, alt kat ya da bodrum katıdır Burada, ortadaki çekirdeğin çevresinde dolaşan bir dehliz yer alır Belirli aralıklarla yerleştirilmiş, masif ayakların oluşturduğu bir halka, dehlizi boylu boyunca ikiye bölmektedir Ayaklardan kimisinin dibinde yıkanmaya yönelik tekneler görülür Güneydoğuda, üst kata çıkan iki merdivenin kalıntıları göze çarpar
Bu yapıya antik yazarlardan hiçbiri değinmemiştir ve işlevi kesin biçimde bilinmemektedir İS 2 yüzyılda kutsal alanı yenileyen tasarımın bir ürünü olması ihtimali, bu tasarımdaki bakışımı bozduğnundan, akla yakın görünmemektedir Telesforos Tapınağı yakıştırmasının ardında ise hiçbir dayanak yoktur; yukarıda belirtildiği gibi, Telesforos'un kutsal yeri alanın başka bir köşesinde bulunmaktadır Aslında yapının bir tapınak olduğu da kesin değildir Buna karşılık, sağaltım sürecinde belirli bir rol oynadığı kuşkusuzdur Bodrumdaki yıkanma teknelerinin yanı sıra yapının bir tünel ile Kutsal Kuyu'ya bağlanması, tıbbi bir işlev taşıdığına işaret eder
Yeraltı Geçidi
Geçit kusursuz bir biçimde korunmuştur Her iki ucunda merdivenler, tepesinde içerisini aydınlatan bir dizi delik vardır Asklepion'u kazanlar, tünelin iki amacı olabileceğini öne sürmüşlerdir Bunlardan birincisi, kutsal alanda çalışanların yararlanması için yapıldığıdır İkinci seçenek ise yaz günlerinde hastalara serin bir korunak sağlanması amacını gündeme getirir Oysa belki daha güçlü bir olasılık, tünelin özellikle kötü havalarda hastaların yuvarlak yapıdan çıkıp, kutsal alanın kuyu çevresindeki merkezine ulaşmalarına yaramasıdır Yuvarlak yapının ya da en azından bodrum katının, kutsal alanda kalan hastalar için hem sıcak, hem de yağışlı havalarda korunabilecekleri bir yer olarak yapıldığını kabul edebiliriz Yapıya güneyden bitişen taş döşeli teras, yatalakların kutsal alanın kalabalığına girmeksizin, hava alıp güneşlenmesini sağlamıştır
Asklepion’da Sağaltım Yöntemleri
Roma İmparatorluk Dönemi'nde Bergama Asklepion'u önemi bakımından Epidavros'takinden sonra ikinci sırayı alıyordu Asklepion’daki sağaltım yöntemleri hakkındaki bilgilerimizn çoğunu ünlü söylev ustası ve kronik bir hasta olan Aelius Aristides öğreniyoruz Buranın sürekli ziyaretçilerinden Aristides bazı yazılarında doğrudan Asklepion'u ele almış, Asklepios'un uyguladığı olağanüstü tedavi biçimlerini anlatırken, Asklepion'a ilişkin değerli bilgiler vermiştir
Gerek Bergama'da, gerekse diğer Asklepionlarda gerçekleştirilen sağaltım, doğaüstü ve kılgılı yöntemleri garip bir biçimde kaynaştırmıştı Sağaltımın en önemli özelliği, hastanın uyutulmasıydı: Hasta kutsal alan sınırları içinde uyutuluyordu Uyandığında ya iyileşmiş ya da o kadar şanslı değilse, rahiplere anlatacağı bir düş görmüş oluyordu Bu düşe göre rahipler, daha dünyevi tedavi yolları öğütlüyorlardı Rüya çok kesin değilse - Aristides'in rüyaları genellikle kesindi - rahiplerce yorumlanması gerekirdi Rahipler, böylece hekimlerin işlevini gerçekleştiriyorlardı Fakat herhangi bir dinsel görevleri olmayan hekimler de tedavi biçiminin belirlenmesinde çoğu kez rahiplere yardım ederlerdi Hippokrates'ten sonra antik çağın en ünlü hekimi sayılan Galenos, Bergama'da doğmuş ve Asklepion'da çalışmıştı İlk tıbbi deneyimlerini, belki yakındaki amftiyatroda gösteriler yapan ve başkalarına oranla üzerinde çalışılacak daha çok insan malzemesi sağlayan, bir gladyatör topluluğunun hekimi olarak kazandı Antik çağdaki sınırlı tıp bilgisi göz önüne alınırsa, uygulanan tedavinin genelde çok akıllıca yürütüldüğü ve mesleğin yüzünü ağarttığı anlaşılmaktadır Üç temel öğe: perhiz, sıcak ve soğuk banyo ile beden hareketleridir Sindirim bozukluğu şikâyetiyle Epidavros Asklepios Tapınağı'na başvuran bir Milaslının (Milasa, Mylasa) durumu örnek alınabilir Hastaya ekmek, peynir, maydanoz, marul ve ballı sütten oluşan bir perhiz verilmiş, çıplak ayakla dolaşması, her gün koşması, çamur banyosu yapması ve belki tuhaf, ama sıcak bir banyo almadan önce vücudunu şarap ile ovması öğütlenmiştir Tedavi başarılı sonuç vermiş ve hastanın şükranını dile getiren

Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



TİYATRO VE TİYATRO TERASI
Özellikle kaledeki tiyatronun yerleştirildiği dik eğimli arazi, mimarları özgün ve oraya has çözüm yolları bulma zorunluluğu altında bırakmıştır
Tiyatro Akropolis’in dik batı yamacında kurulmuşturGiriş aşağıdan, önde yer alan büyük “Tiyatro Terası”ndadır
Tiyatro iki yatay yol (diazoma) ile üç bölüme ayrılmıştırAlt yoldaki mermer şeref locası dışında bütün oturma sıraları andesittendir10000 kişiye ulaşan seyircilerin içerde dağılması ayrıca kama biçiminde yerleştirilmiş merdivenlerle de sağlanırTiyatronun sahnesi Hellenistik Çağ’da yalnız tören oyunları zamanında, tiyatro terasında kuvvetli ahşap hatıllar üzerine kurulurduOyunların oynandığı alçak bir sahne (proskenion) ve arka plandaki konstrüksiyon (scaenae frons)dan meydana gelirAhşap sahneyi taşıyan dikmelerin delikleri, tiyatronun orkestrası önündeki terasın döşemesinde iyi durumda kalmıştırOyunlardan sonra bu delikler taş levhalarla yeniden örtülürlerdiİlk defa Roma Çağı’nda bu gün görülen taş podium tiyatronun önüne inşa edilmiştirTiyatronun üst kısmındaki yüksek kemerli nişlere sahip duvar da Roma zamanındaki bir değişim sırasında yapılmıştır
Ahşap sahnenin kurulup sökülmesi zor olmakla beraber gerekliydi, çünkü dar ve yapay kurulmuş tiyatro terasında olağan taş bir sahne binası için, terasın kuzeyindeki Dionysos tapınağının görünüşünü kesmeden, bir yer yokturBu tapınak yaklaşık 250 m uzunluktaki terasın mimari görünüşüne egemendiYüksek bir merdivenin üzerinde ion düzeninde bir prostylos’tur ve arkası kayaya yaslanarak yükselirMÖ 2 Yy’da andesit taşı ile inşa edilmiş, MS 3 Yy Başında kendini olasılıkla burada “yeni Dionysos” olarak kutlayan imparator Caracalla tarafından mermere çevrilmiştir
Tiyatro terasına güneyden, üç kapılı bir kapıdan girilir Sağda ve solda mümkün olduğu kadar dor düzeninde galerilerle süslenmiştir Tiyatro ile doğu galeri arasındaki bir yapı oyuncuların toplandığı bir yapı olabilir Bu yapı da Hellenistik Çağ’dandırTiyatro terasının substrüksiyonlarının kuruluşu krallık zamanın önemli bir imar faaliyetidir Kuvvetli basıncı tutabilmek için bazı yerlerde beş kat yükseklikte alt yapı kurmak gerekmiştir
ŞEHİR KAZISI
1973’te başlayan şehir kazısı alanı , Akropolis ile bu tepenin yamacı altında bulunan Demeter kutsal alanı ve Gymnasion arasındaki kuşaktadır
Bu kazının amacı buradaki oluşumu ve resmi yapıların dışında Bergama’nın şehir organizması formunu açıklamaktır
1-Yukarı Agora’nın Güney Batısındaki Hamam
Yukarı Agora’dan 100 m aşağı doğru inilirse caddenin batısında yer alan hamamın kalıntıları görülürTepidarium (yuvarlak esas oda) geniş nişi dolayısıyla açıkça tanınırDiğer odalardan pek az kalıntı vardırHamamın korunagelen formu Roma İmparatorluk Çağı’na ait olmakla beraber mozaik bezemeli Hellenistik bir öncü yapıya sahiptir, yamaçtan aşağıya doğru Hellenistik Çağ’dan üç büyük teraslamanın temelleri tanınabilmektedir
2- Küçük Gymnasion (Hamam-Odeion-Mermer salon)
Yapı bileşimi birbirine bağlı üç bölümden meydana gelir: Batıda bir hamam (avlunun sütunları yeniden dikilmiştir), bir konferans ya da konser salonu ve doğuda kült salonu Odeion (konser salonu) ve “Mermer Salon “ adı verilen kült salonu hellenistik yapının çekirdeğidir Hamam ancak Roma İmparatorluk Çağı’nda buraya inşa edilmiştir
Hamamın batısında yamacın üzerine doğru dar bir sokak (hamam sokağı) uzanır Sokağın altında bir pis su kanalı akar, aynısı ana caddenin altında da vardır Sokağın batısında, Aşağı ucuna doğru bir latrin (umumi hela)’in duvar kalıntıları vardır Sokağın kanalı latrinide temizler
Hamamın esas girişi ana cadde üzerinde , hamam sokağının hemen doğusundadırHamamın avlusuna , bu güne kalmamış giriş merdivenlerinden bir koridor ile geçilirAvlunun kuzey yanındaki apsis biçimli soğuk su kurnasının üzerinde eskiden bir su deposu bulunuyordu, hemen kuzeyinde ona bağlı diğer bir su haznesi kalın sıvalı duvarlarından ve su geçirmez tabanından hala tanınabilmektedirAvlunun güneyinde sıcak banyo odaları,terleme odası (küçük yuvarlak oda) ve külhan yer alırAyrıca odunluk olan ocak odasına ana caddeden giriliyordu Burada külhanı ateşlemek üzere bir platform vardırOcak odası ve giriş odası arasındaki iki oda olasılıkla dükkanlardı ve bunların üzerinde hamamın artık kaybolmuş odaları yer alıyor olmalıydı
Hamamın avlusu doğu yandan da bir geçişe sahiptirAyrıca odeion ile en üst oturma sırası düzeyinde bir kapı bağlantı sağlarBurada beden eğitimi ile birlikte ruhun eğitiminde müziğin yakın ilişkisi açıkça ortaya konmuştur
Odeion kama biçimine yakın bir plandadır Oturma basamakları daire parçalarından meydana gelirBu düzenlemeye çok sık rastlanmamaktadırDüz çizgili oturma sıralarına karşın , sınırlı bir yerin daha iyi kullanımı sağlanır
Doğusundaki “Mermer Salon” , kendi şehri için büyük hayırseverlikte bulunmuş ve daha yaşadığı sırada bir tanrı gibi büyük saygı görmüş bir Bergamalı’ya ait bir kült yeri , bir Heroon’durKült heykelinin portre başı , kült apsisi önünde bulunmuşturÜslup ve tarih uyumu bu başta MÖ 70 yıllarında nüfuzlu bir Bergamalı olan Diodoros Pasparos’un portresini tanımayı sağlar
Korunagelen kabartmalarda (asılları Bergama müzesindedir) işlenen konular: Bir dövüş horozu , miğfer ve Dioskurların başarısına yardım eden yıldız, kılıç ve mızrak , zırhToplam olarak salonda böyle 18 kabartma bulunuyordu ve bunlar bir yanda 9 tane olmak üzere karşısındaki eşini yineliyerek dizilmiştiThema, yapının kurulmasına kuşkusuz para yardımı yapmış Heros’un övgüsüne hizmet eder
Odeion ve mermer salonun önündeki iki derin sarnıca sahip ortak bir avlu (bugün koruyucu çatının önünde , ön teras) bulunurBu yapıda , varlıklı bir kült birliğinin kendi törenlerinide kutladığı bir bileşim söz konusudurBu bina Roma İmp Çağı sonuna kadar (MS 4 Yy) kullanılmıştır
Yapı yıkıntısı arasında bulunan , antik çağda genellikle uğur ve bolluğun olağan sembolü fallos kabartmalı blok , onarım sırasında koruyucu yapının doğu duvarı yüzüne konmuştur
3- Aşevi
Mermer salonun yanında , hemen doğusunda basit bir aşevinin odaları bulunurYolun sonunda kayalık zemindeki ocağı ile bir oda ve onun arkasında eskiden duvar resimleri ile bezenmiş küçük bir oda daha yer alırDaha arkadaki ve kısmen kaya içine inşa edilmiş üçüncü odada büyük bir ızgara bulunmuştur
4-Şarap ve Yağ Dükkanı
Mermer salonun doğusundaki üçüncü oda duvar örgü payelerden caddeye doğru geniş bir tezgaha sahip bir dükkandırDükkanın içindeki büyük küpler (pithoi) yumuşak kaya taban oyularak yerleştirilmişti
5-Dionysos Kültü için Podiumlu Salon
Aşevi ve şarap dükkanın kuzey doğu arkasında , yamaç üstünde büyük bir salon yer alır, tabanı sıvalı bir ön terası vardırSalon kiremitli bir dam ile örtülüydüÖn terasın solunda küçük odalar bulunur Terasta bir çeşme kalıntısı ve doğu kısımda tüf kayalık içinde büyük derin bir mahzen vardır Podiumlu salonun girişi çeşme ve mahzen arasındadır
Salona duvarları boyunca uzanan podiumlardan (1 m yükseklik ve 2 m derinlikte) dolayı bu ad verilmiştir Podiumlarda kült topluluğu , başları salonun ortasına dönecek şekilde uzanırlardı Girişin karşısında , önündeki sunak ile kült nişi vardı Burası Dionysos kültüne işaret eden ilginç resim kalıntılarına sahiptir (Bergama müzesinde) Devamlı podiumlar doğu etkisinde kutsal mahalleri anımsatır
6- Hamamı ile Peristylli Ev
Orta yol’un (mittelgasse) doğusunda antik bir peristylli evin kalıntıları vardırEskiden avluyu çeviren sütunların bir kaç tanesi yeniden dikilmiştir Evin inşası hellenistik çağa uzanır Roma İmp Çağı’nda ev gelişmiş ve oldukça konforlu düzenlenmiştir Isıtılabilen çok büyük bir hamamı ve buna bağlı çok büyük bir su deposu vardır
7- Çeşme
Peristylli evin güney doğusunda antik ana yol boyunca dükkan ve işyerleri sıralanmıştır, bunların arkasında ve üst katlarında kuşkusuz ev odaları yer alıyordu
Yolun kenarında kayadan bir sarnıç üzerinde , bugün bir bölümü ayağa kaldırılmış büyük taş kemerli yapı vardırHalka açık bir çeşme yapısı olmalıdır Bütün evlerde ayrıca çok sayıda sarnıç bulunmaktadır
8- Şehir kazı alanın doğusundaki Peristylli yapı
Şehir kazı alanın doğusunda büyük bir yapı ortaya çıkarılmıştır ki büyük bir olasılıkla Hellenistik Çağ’dan kalmış bir kutsal alan söz konusudur Burada Kybele , Bergama’nın Megalesion’unun yer aldığı var sayılabilir
9- Bizans İnşaatı (12-14 Yy)
Şehir kazısı alanın tümü yoğun, fakat düzensiz inşa edilmiş bizans evlerine ait kalıntılarla kaplıdır Bu kalıntıların çoğu plana geçirildikten sonra antik yapıları ortaya çıkarabilmek amacıyla kaldırılmıştır
DEMETER KUTSAL ALANI
Bergama hanedanın kurucusu Philetairos zamanında (MÖ 281-263) şehir duvarının dışında kırsal çevrede Demeter’in (toprağın verimliliği ve bereket tanrıçası) kutsal alanı yer alıyordu
Bu yapılar , yazıtlardan öğrenildiğine göre Philetairos ve kardeşi Eumenes tarafından MÖ 3 Yy’ın ikinci yarısında anneleri Boa’nın anısına adanmıştır Tapınak ve sunak andesit taşındandır İon düzeninde anteli bir tapınaktır Roma Çağı’nda mermer sütunlar ve alınlığı ile korinth düzeninde bir prostylosa çevrilmiştir Tapınağın önündeki oldukça büyük Hellenistik Çağ sunağı eskiden gayet zarif Hellenistik köşe volütleriyle süslüydü
Kutsal alan üç yanda galerilerle çevrilidir, bunlar vadi tarafında kuvvetli destek duvarları üzerinde kuzeye doğru genişletilmelerini Kraliçe Apollonis’e (Attalos I’in karısı) borçludurlar Kraliçe , bugün tekrar dikilmiş sütunları ile (eol yaprak başlıklı) ayakta duran giriş kapısınıda yaptırmıştırBir kraliçenin bağışta bulunması buranın Bergama kadınları için özel önem taşıdığını gösterir, burada geceleri meşalelerin aydınlığında tanrıçanın bayramları kutlanırdı Bergama müzesindeki , galerilerin Roma Çağı’ndaki değişimi sırasında kullanılmış bir kabartmalı levhada , sunağı yanında elinde meşalesi ile Demeter görülmektedirKutsal alanın girişinin solunda taş içine açılmış göze çarpmayan bir çukur vardırBurası adak kuyusudur, kutsal yeri ziyaret eden kadınlar Demeter ve yeraltı tanrısı Hades’in karısı olan kızı Persephone için getirdikleri çörek , küçük domuz ve diğer armağanları buraya bırakırlardıKarşısındaki akan bir çeşme kült temizliği için kullanılırdı
HERA KUTSAL ALANI ve YUKARI GYMNASİON
Yukarı Gymnasion’un üstündeki dar terasta , Zeus karısı Hera’nın kutsal alanı bulunurBu alan batıdaki yuvarlak Exedra (oturma bankı ile heykel kaidesi) , doğuda sütunlu galeri ile çerçevelenmiş ortadaki bir tapınaktan meydana gelir Çok basamaklı açık bir merdivenle çıkılan tapınak bir Roma podiumlu tapınağı ile hemen hemen aynıdır Dor düzeninde bir prostylosturAdak yazıtına göre Attalos II (MÖ 159-138) tarafından inşa ettirilmiştir Tapınak cellasının içinde büyük ölçüde bir erkek heykeli bulunmuştur Zeus’un kült heykeli ya da krali bağışı yapan Attalos II olabilir
Aşağıda yer alan Gymnasion’da da başlangıçta krallık devrine ait Roma kuruluşunun ölçülerine yaklaşan Hellenistik bir yapı bileşimi vardı Yukarı gymnasion geniş bir sütunlu avlunun dört yanındaki kuruluşlardan meydana gelir Doğuda ve batıda hamamlarla sona erer, meydanın batı galerisinin arkasındaki orta mekanda , yarışlardan sonra temizlik için kullanılan yıkanma kurnaları hala durmaktadırKuzeybatı köşede ,üzeri kapalı ve tiyatro biçiminde bir salon vardır Bu auditorium 1000 kişi kadar alıyordu
Kuzey tarafın ortasındaki mekan Gymnasion’un esas odasıydı, doğuda buna eklenen iki apsisli odanın yazıtlarla “imparator salonu” olduğu anlaşılmıştırDuvar kaplamalarında ,sütun ve saçaklıklarda Roma İmp’nun çok uzak bölgelerinden getirilen çok çeşitli mermer cinsi kullanılmıştırDoğuda eklenen hamamın bugün aşınmış duvarları da böyle kaplamaya sahipti, iyi durumda korunagelen bu hamamın andesit sütuncukların taşıdığı ısıtılan alt yapısı (hypokaust) hala iyi görülebilmektedirGymnasionun güneyinde arazinin düşüşü uzun bir koşu yolu, kapalı stadion yapısı ile çok hünerli kullanılmıştırBu stadionun üzerinde üstteki sütunlu avlunun güney galerisi uzanır
GYMNASİON, AŞAĞI VE ORTA TERASLAR
Bergama Gymnasion’u şehrin en büyük profan yapı bileşimidir Kuruluşun tümü ana çizgileri ve yayılımı ile Hellenistiktir
Bu kuruluş araziye uygun olarak yukarıya doğru büyüyerek genişleyen üç teras üzerinde yer alır, aynı zamanda aşağıdan yukarıyada önemleri artar: Alt teras çocukların , orta gençlerin ,en üst terasta yetişkinlerindirGüney batıdan ana yol gymnasiona ulaşırOrta gymnasionun merdivenli girişinin doğusunda bir sütunun taşıdığı çatının altında 21 m uzunlukta dörtgen bir yapı olan büyük şehir çeşmesi bulunur
Öndeki korkuluğun iç tarafında hala su almakta kullanılan kapların izleri görülmektedirBunun solunda ,batıda sınırları düzensiz bir terasta çocukların gymnasionun basit girişi bulunur Güney kısmı bugün yıkılmıştır ve temel duvarlarından başka pek az kalıntı vardır Arka duvar paye çıkıntıları ve nişlerle bezelidir Kavisli bir açık merdivenle orta gymnasionun merdivenli geçitine ulaşılırBirbirini dik kesen iki tonozlu örtü tekniği ile burası mimari bakımdan ilginçtir(Hellenistik) Orta gymnasionun doğu ucunda küçük bir tapınağın temelleri görülmektedir Hellenistik çağda inşa edilmiş geniş bir merdiven arkasında korint düzeninde anteli prostylos bir tapınaktırTapınağın önünde sunak kalıntıları bulunmuştur, kuzeyde, sunağın karşısında , cephesinde dor düzeninde iki sütuna sahip ve tanrılar kültüne hizmet eden bir yapı vardır Bir yazıta dayanarak burada Hermes ve Herakles’e , sembolik olarak vücut kuvveti ve sürat, tapınıldığı anlaşılmıştır
AŞAĞI ŞEHİR
Konsül Attalos Evi
Agoranın kuzeyinde, yüksek bir teras üzerinde Roma çağında değişikliklere uğramış Hellenistik çağa ait soylu bir kişiye ait bir ev kazılmıştır Bu ev sütunlu bir avlu (peristyl) etrafında inşa edilmiştirEvin bütün güney bölümü antik çağdan itibaren yıkılmıştır Avlunun sütunlu galerileri iki katlı olup, altta andesitten dor düzeninde, üstte mermerden ion düzenindedir Batıda evin en büyük odası, erkeklerin toplantı ya da ziyafet odası (oikos) bulunur Bu odanın girişinin sağ yanında bir Herme duruyordu ki eskiden evsahibi Attalos’un bronzdan bir portre başını taşıyor olmalıydıYazıtta adı anılmakta ve konukları onunla birlikte hayatın tadını sürmeye çağrılmaktadır Avlunun kuzeyinde, koruyucu bir çatı altına alınan oturma ve yatak odalarında değerli duvar resmi ve taban mozaikleri bulunmuştur Avluda bir tane büyük Hellenistik ve iki tane küçük Roma sarnıcı vardır
Aşağı Agora (pazar yeri)
Asıl pazar meydanı MÖ 2 Yy başlarında kurulmuştur Dört yanda sütunlu galerilerle çevrilidirDor düzeninde iki katlıdırlar Arkalarında tek odalı dükkanlar bulunurGüney galeri yamaçta kurulduğundan alt kata , kuzey galeri ise ikinci bir üst kata sahiptir ve bunun dükkanları kuzeydeki caddeye açılırlarPazar yerinde dikili levhalarda toplum hayatının kanunları yazılıydı Özellikle yol ve inşası , kuyuların, sarnıç ve su yollarının temizlenmesi gibi şehir polisiyle ilgili sıkı hükümleri kapsayan uzunca krali buyrultu önemliydi(Astynom yazıtı, Ber Müzesi) Pazarın ortasında bir kuyu bulunuyordu ki bunun suyu kuzeydeki konsül Attalos evinin büyük sarnıcından kayalar arasından akarak besleniyordu
Eumenes Kapısı
Bergama’nın en güçlü kralı Eumenes II tarafından şehrin genişletilmesiyle şehir duvarı şehir tepesinin en güneyindeki yamaçlara kadar ileri götürülmüştürTahkimatın en önemli yapısı şehrin buraya yerleştirilen esas kapısıdır Ovadan gelerek burada duvarın içinden geçen yol tahkimli kapı avlusunda dar bir kıvrım yaparak döner ve biraz daha ötede yüksekteki aşağı agoraya ulaşır Kapı içindeki avlunun doğu duvarındaki sütunlu galeri ile korku verici karakteri giderilmiştir Kapı, her taraftan gelecek saldırıyı önlemek üzere üç kule ile korunmuştu
ANFİTİYATRO
Roma İmp Çağı’nın diğer büyük yapıları Stadion, Aşağı Şehir Tiyatrosu ve özellikle görülmeye değer bir yapı Anfitiyatro’durAnfitiyatro küçük Asya’da çok az rastlanan bir yapı tipini temsil eder Kazısı yapılmayan bu yapının bazı sütunları ayakta durmaktadırDeniz oyunları için suyundan yararlanılan derenin iki yanda üzerinin tonozla örtülmesi dikkat çekicidir

Kızıl Avlu
Antik kentin aşağı kesimi büyük oranda Bergama kasabası ile kaplanmıştır Kasabanın içinde antik çağa ilişkin en etkileyici kalıntı Kızıl Avlu denen yapıdır Gerek tasarımı, gerekse dev boyutları ile hayranlık uyandıran anıt, Roma ihtişamını çok iyi yansıtmaktadır Kompleksin merkezini büyük bir salon ya da tapınak oluşturur Esasında üç katlı olan bu yapı günümüze aşağı yukarı tüm yüksekliğiyle erişmiştir Tapınağın iki yanında, kendisi gibi iyi korunagelmiş iki yuvarlak kule yükselmektedir Her iki kulenin de önünde sütunlu galeriler ile çevrili birer avlu vardır Sütunlu galerilerden pek az iz kalmasına karşın, iki avlunun da ortasında ince, uzun bir havuz saptanmıştır Sıcak ve soğuk su künklerinin beslediği bu havuzlar dinsel yıkanma işlemine yöneliktir Tapınak ve avlulu kulelerin önünde, uzunluğıı 1829 m’yi bulan ve bugün büyük kesimi Bergama kasabasının altında kalan uçsuz bucaksız ana avlu uzanır Giriş kapısını içeren dış duvar ise ana caddedeki evlerin arasında şimdi de görülebilmektedir Bir başka ilgi çekici özellik, büyük avlunun Selinus Irmağı üzerine inşa edilmiş olmasıdır Avlunun altında, onu bir baştan öbürüne eğik bir çizgiyle kat eden ırmak, hâlâ aynı işlevi sürdüren tonozlu iki kanalın içine alınmıştır
Dev boyutlu yapının Mısır tanrılarına, öncelikle Sarapis'e (Mısır'da Osiris) adanmış bir kutsal alan olduğu kesindir Yapının üçlü formu, Sarapis'in yanı sıra başka tanrıların, büyük olasılıkla İsis ve Harpokrates'in, tapım gördüğünü belirtir Yapısal öğelerin her biri, kült ile ilgili farklı törenlerin uygulanmasına izin verecek biçimde tasarlanmıştır Büyük ön avlu tören geçitleri için bir sahne oluştururken, tapınağın kendisi ikiye bölünmüş, yalnızca rahiplerin ve külte kabul edilenlerin ayak basabildiklerí içerideki bir kutsal yer ile tapımda bulunan kalabalığın toplandığı dışarıdaki bir alanı içermiştir İki yandaki kule benzeri elemanların altyapısında saptanan büyük odaların, kült içinde önemli bir rol oynadıkları kuşkusuzdur Bilindiği gibi, Sarapis'in yeraltı ile güçlü bağları ve Yunan yeraltı tanrısı Hades ya da Plouton ile ortak noktaları vardır Küçük avlulardaki havuzlar ise İsis ve Sarapis tapımında suyun taşıdığı dinsel anlam ile ilişkilidir İsis ve Sarapis kültünde su, yıllık taşkınlarıyla Mısır'a bolluk ve bereket getiren kutsal Nil Nehri'ni simgelemiştir Yapı olasılıkla İS 2 yüzyıla tarihlenir Sonraları orta avluda bir kilise inşa edilmiştir Mevcut yükseltilmiş taban bu yapıya aittir

ASKLEPİON


“ Ölümün Yasaklandığı, Vasiyetnamelerin Açılmadığı Yer”


Antik çağlarda Yunan halkı ölümden sonraki yaşamı hep yerin altında karanlıklar içinde düşünmüş, ve bu yaşama hep soğuk bakmıştır Ölüm öncesi yaşama sıkı sıkı bağlanıp, ölümden sonrasına hep üstün tutmuşdur Bu yüzden gerek Anadolu gerekse Yunanistan hep tiyatrolarla, stadyumlarla ve hamamlarla doludur Oysa Mısır tam bir mezarlıklar ülkesidir Yaşamın vazgeçilmez kaynağı sağlık da unutulmamış, pek çok değişik yerlerde sağlık için tesisler yapılmıştır Ünü günümüze kadar ulaşan Bergama’nın Asklepion’u (Asklepieion) da sağlık alanında hizmet vermiştir
Günümüz Bergama’sının önemli tarihsel ve gezmesel yeri, antik Pergamon’un sağlık yurdu Asklepion’un kuruluşu İÖ 4 yüzyıla dayanır Yapılan kazılar Asklepion, Asklepion olmazdan önce yine aynı yerde başka bir yerleşimin olduğu sonucunu çıkarmıştır Sağlık ve doktorluk tanrısı Asklepios için adanan bu tapım merkezi, olasılıkla, Anadolu’da sıkca karşılaşıldığı gibi, başka bir tapım merkezinin üzerine kurulmuştu Asklepion’un işlevi, barındırdığı yapıları, söylenceleri ve ünlü Bergamalı hekim Galenos’u görmeden önce, Asklepion’a adını veren, eski Yunan’ın ve Roma’nın sağlık tanrısı olan Asklepios’u tanımak gerekir


Alıntı Yaparak Cevapla

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına

Eski 06-26-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bergama / bergama tarihi / bergama tarihi hakkına



BERGAMA TARİHİ
Buluntular, Bergama ve yöresinde Prehistorik Çağ’dan bu yana yerleşildiğini kanıtlar MÖ 6 Yy’da ise Bergama Mysia Eyaleti’ne yerel olarak bağlıdır
Bu dönemde Lidya Devleti Bergama’da etkinliğini siyasal ve ekonomik yönden benimsetmiştirHitit devletinin üstünlüğüde bölgede Lidya kanalıyla gerçekleştirilmiştir Hitit konfedarasyonu ile doğu-batı köGoogle Page Rankingüsü atılırken , bölge diğer bölgelere göre erken gelişimini oluşturmuştur Persler kurucuları Kiros ile Anadolu’yu ele geçirdiklerinde Bergama kalesi Grek tiranlarının sığınak ve dinlenme yeri olmuşturDaha sonraları Perslerin yumuşak yönetimleriyle ekonomik olanaklarını arttırıp bölgenin geleceğini hızla hazırladıkları görülüyor
MÖ 334 yılında ise Makedonya Kralı Büyük İskender Çanakkale Boğazı yoluyla Anadolu’ya geçti Granikos denilen Biga Çayı bölgesinde Pers kralı III Darius’u ilk büyük yenilgiye uğrattı Bu başarısını MÖ 333 İssos ve MÖ 331 de Gavgamela (Arbil) savaşlarıyla sürdürecektir Böylece Persler İskender karşısında üç büyük yenilgiden sonra yok olacaktır Bundan sonra Bergama’da Pers satraplığının yönetiminden çıkıp İskender’in egemenliğine girer
İskender Bergama’yı Pers komutanı Rodoslu Memnon’un eşi dul Barsine’ye verdiBu dönemde Akropol’de bir şehir vardı Bu kentte yaşayan halkın buraya Ege yoluyla gelmiş oldukları ortaya çıkmıştır MÖ 323’te ise , İskender ölünce büyük bir karışıklık dönemi başladı Roma toprakları İskender’in generalleri arasında bölüşüldüUzun süren karışıklıklardan sonra Bergama Lysimakhos’un egemenliği altına girdi
İpsos savaşından sonra Bergama’yı düşüren Lysimakhos, Küçük Asya’da kaldığı sürede biriktirdiği servetini kentin yüksek kalesine saklamıştı O sırada kentin yöneticisi bir kaza sonucu hadım kaldığı söylenen Philhetairos adında bir Paphlagonialıydı Philhetairos , Lysimakhos’un servetini , O MÖ 280 yılında yenilip ölene değin saklamıştı Daha sonra bunca servet kendisine kalınca , artık Seleukoslara bağımlı kalmasının gerekmediğini farketti ve servetinin bir bölümünü küçük krallığının savunma ekonomisini geliştirmeye ayırdı MÖ 263 yılında öldüğünde varlığını yeğeni Eumenes’e bıraktı O da bu serveti kat kat artırarak Attalos adındaki oğluna bıraktı Bergama da Ege’de kıyısı olan bütün Seleukos devletleri gibi, artık haraç almaya başlayan Galatlarla savaşa tutuşmuştuBu durumu hiçbir şekilde kabullenemeyen Attalos, harekete geçip bir dizi askari manevrayla onları yenmeyi ve oturdukları toprakların sınırları içinde tutmayı başardı Bundan sonra gözünü Seleukoslara çevirdi ve o sıralar aralarında sürmekte olan iç savaştan yararlanarak her birinin ordusunu ayrı ayrı yendiKüçük Asya’nın batısını ele geçirinceye değin onları güneye sürdü
Roma, Küçük Asya’da ilk kez etkili olmaya başladığında , Attaloslar hala Bergama’da hüküm sürüyorlardı Büyük Antiokhos’un orduları Menderes’e vardığında II Eumenes’in yardım için başvurduğu yer Roma oldu MS 190’da Roma’nın Küçük Asya’yı tam olarak istila etmesi birazda bu başvurunun bir sonucudur Bu istila , Spylos Magnesiası savaşında Antiokhos’un kesin yenilgisi ve Eumenes’ten aldığı bütün toprakları yitirmesiyle sonoçlandı Böylece Bergama Roma’nın sığıntısı olduBergama’nın etkisi bu yolla kazanılan askeri destekle giderek Kappadokia ve Armenia krallıklarına geğin ulaştı
Bergama kentinin kendiside bu sırada varsıllığını ve önemini artırdı; son olarak İskenderiye ile boy ölçüşecek kadar büyüyüp o çağda Küçük Asya’nın en büyük tecim merkezi oldu Yurttaşlarının kültürü, süs eşyasında becerikli ustaları ve altın kaytanlı ipek kumaşları ile sesini duyurdu Bir başka alandaki buluşları , bugün ‘parşömen’ (pergamena) sözcüğüyle belleklerde yer etti
Attaloslar birbiri peşi sıra kral oldular MÖ 133’te III Attalos öldüğünde çocuksuzdu ve döneminin en çok tartışılan belgelerinden biri sayılan vasiyetinde , Bergama devletini Roma’ya bıraktı
Bu davranışı açıklamak için birçok neden ortaya sürülmüştür Bunların içinde belki de en akla yakını , Roma emperyalizminin kazanmakta olduğu güç karşısında dayanamayacağını anlayıp teslim olmasıdır Asıl nedeni ne olursa olsun, vasiyeti Senato’da yapılan bilmece dolu bir tartışmadan sonra Roma’da kabul edildiBergama’da ise haberin, özellikle köylüler ile köleler arasında yarattığı coşku daha az oldu En nihayet Romalılar kondukları mirasın denetimini tam olarak ele geçirmek için veliaht Stratonikos’un başlattığı silahlı ayaklanmayı bastırmak gerektiğini anlamışlardı MÖ 130’da eski Attalosların tüm mal varlığı , toprakları yeni kurulan Asya Eyaleti’yle birleştirildi
Roma İmp Çağ’ında şiddetli nüfus artışıyla beraber , şehir ovaya yayıldıÖzellikle İmp Hadrian zamanında büyük bir yükseliş yaşadı Asklepios kutsal alanıda bu dönemde inşa edildi3 yy’da Roma egemenliği gerilemeye başladı 8yy’da Arap akınlarına karşı Bizanz tahkimatı oldu 12-14 yy’larda Bizans yerleşmesi yeniden güçlendi 14 Yy’dan itibaren ovada Türk şehri gelişmeye başladı
YUKARI AGORA
1883-84 yıllarında ortaya çıkarılan bu agora, Zeus Sunağı taraçasından 14 m aşağıda ve güneye uzanmış durumdadır Akropolün en eski yapılarındandır Kuzey temellerindeki kalıntılar burada daha eski bir yapının olduğunu gösterir Agora, dağ sırtının küçük düzlüğünden yararlanılarak kayaları parçalayarak açılan bu alanda 83,7x435m ölçüsündedir Anayol bu alanı ikiye bölmüştür Kuzeyden güneye 90m uzunluğunda ve bunun yarısı kadar genişlikte olan doğu tarafın agoranın ilk kurulduğu bölge olduğu daha sonra tiyatro ile ilişkisini kolaylaştırmak için genişletildiği sanılmaktadır
Agoranın üç tarafı porticuslarla çevrilmiştir Bunlardan kuzey kenarında az, doğu ve güney kenarında daha fazla izler bulunmuştur Porticusların alana bakan bölümlerinde bir kat, dışa bakan bölümde ise arazinin eğimine göre üç kata kadar çıktığı anlaşılmaktadır Dorik biçimli 3,83m boyundaki porticus sütunlarının üst bölümünden üçte ikisi derin yivli, alt tarafı ise düz işlenmiştir
Agora alanında yüksekliği 0,48, genişliği 0,405 ve derinliği 0,385m olan çelenklerle süslü bir yazıtı olan bir sunak altlığı bulunmuştur Agorada tunçtan bir Hermes Agoreus (Agorada duran) heykeli bulunuyordu
Agoranın batı bölümünde, önündeki sunakları ile küçük bir Agora tapınağı bulunur Dor ve İon düzeni karışımında, anteli prostylos tapınak şeklindedir Bina iki basamak üzerine kurulmuş olup genişliği 766m ve uzunluğu 1230m'dir Bu tapınağın, bir heykel kaidesindeki yazıttan Dionysos için yapıldığı anlaşılmaktadır Batı galerinin kuzey köşesindeki, tapınağa benzeyen daha eski yapının anlamı açıklanamamıştır Kuzeyde, yolun Agoradan çıktığı yerde, sağ tarafta galerinin ucuna eklenmiş niş şeklinde bir kült yapısı vardır Burada Bergama Sunağı'nı bulan ve kazısını yapan Karl Humann'ın (1839-1896) granit bir blok altında mezarı yer almaktadır
40-60cm ölçüsünde sert taşlardan döşemesi olan agora Ortaçağdaki yıkımına kadar köklü bir onarım görmeden ilk yapısını korumuş, VIIIyy'da porticusların temellerine kadar sökülerek Bizans surlarının yapımında kullanılmıştır
BÜYÜK SUNAK (ZEUS SUNAĞI)


Bergama'nın Attalos I zamanında Galatlara karşı kazandığı büyük zafer üzerine Eumenes II zamanında (MÖ 197- 159) Akropol'de Zeus (Athena ya da tüm tanrılar) adına bir sunak yapıldı Sunak hakkında ilk bilgi verenlerden biri Romalı yazar L Ampelius'tur Dünya Harikaları adlı yapıtında "Bergama'da mermerden kırk ayak yüksekliğinde, görkemli kabartmalarla süslü büyük bir sunak vardır Tanrılarla Gigantların savaşını göstermektedir" demektedir
Bu kabartmalardan birkaçının bulunması ile 1877'de Akropol'de kazılar başlamış ve sunak ortaya çıkarılmıştır Ele geçen parçaları ile Berlin Müzesi'nde tekrar yapılandırılan sunak boyutları nedeniyle bugün Berlin'de ziyaretçileri ağırlayan Pergamon Müzesi'nin yapımını (1910-1930) zorunlu kılmıştır
Akropol'ün birinci surları dışında Athena Tapınağı'ndan 24m aşağıda bulunan 5623 metrekarelik düzlemin ortasında inşa edilmiş olan sunak, yukarı agoranın biraz üstünde bulunmaktadır Sunak binası, kuzeyden güneye 37,70m, batıdan doğuya 36,60m'lik bir dikdörtgendir Sunağın genişliği 34,20 ve derinliği 36,44m olup beş basamaklı bir altlık üzerinde 40 ayak (12m) yüksekliği vardır Selinos vadisine bakan cephesinde 20m genişliğinde 28 basamaklı merdiveni bulunur Kuzey, güney ve doğu yüzlerini kuşatan ve Tanrılarla Gigantların savaşını anlatan kabartmaları (Gigantomachia) içeren yüksek kabartmaların uzunluğu 120m dir Bunların yüksekliği 2,30m, kalınlığı 050m olup genişliği 0,60 - 1,10m arasında değişmektedir Sunak meydanının girişi doğuda ancak sunak avlusuna çıkan merdivenler batıda olduğundan sunağa gelenler merdivenli cepheye varabilmek için yapının iki yanından birini dolaşmak zorundadır Doğudan gelindiğinde ilk olarak Zeus ve Athena kabartma grubu görülür Frizin bu yanında güneş doğuşuyla ilgili ışık tanrıları Apollon, Artemis ve Leto tasvir edilmiştir Karanlık kuzeyde ise yıldız tanrı Orion, kader tanrıçaları (Moira'lar) ve gece tanrıçası gibi tasvirler vardır Güneyde başka tasvirler arasında şafak kızıllığı, güneş tanrısı Helios, batıda denizle ilgili tanrılar ailesi Okeanos, Amphitrite, Nereus ve Triton vardır Homeros'a göre Gigantlar vahşilikleri yüzünden yok olmuş bir halk kitlesidir Hesiodos ise "Onlar göğün ve toprağın çocuklarıdır Parlak silahlı ve ellerinde uzun mızrakları olan savaşçılardır" der Olympos tanrıları, Titanları sürgün ettikleri zaman, anaları toprak tanrıçası Gaia, Titanların öcünü almak için eşsiz büyüklük ve güçte olan Gigantları doğurmuştur Gigantlar tümüyle insan kılığında gösterildiği gibi, bacakları oyluklarına kadar yılan kuyruklu da oluyordu Böylece toprağın çocukları analarının kucağından çıkarak insan biçiminde ayağa dikiliyorlardı Gigantlara yılan ayakları savaşta yardım ettiği gibi tanrılara da hayvanlar yardım ediyordu Zeus'un kartalı Gigantların yılanlarına karşı savaşıyor, azgın köpekler ve Hekate'nin bir aslanı da Rea'nın yanında bulunuyordu Yüksek kabartmalarda birbirine giren figür bolluğu vardır Bunlar yan yana veya arka arkaya değil, birbirini kısmen örten ve kesen bir durumda düzenlenmiştir Böylece, göğüs göğüse yapılan bir ölüm kalım savaşı, sanatçılar tarafından büyük bir ustalıkla, olağan bir karmaşadan uzak tutulmuştur Bu kabartmalardaki tema, direkt olarak tarihsel olayların (Galatlara karşı kazanılan zafer) konu edilmesi yerine bu olayların vurguladığı düşünceye önem veren Hellen görüşüne uygun görülmektedir Kral Eumenes II de Hellenliğin ruhsuz, duygusuz barbar bir dünya üzerindeki zaferinin sanatsal betimleme ve anlatımını önemsemiştir
Sunağın iç yüzünde de dış yüzde olduğu gibi sütunlu galeriler planlanmış ancak tamamlanmamıştır Duvarın iç yüzünü, Bergama krallık soyunun atası olarak kutsanan Herakles'in oğlu Telephos destanından sahneler süsler
Antik dünyada önemli veya halka hükmeden ailelerin soylarını bir tanrı ya da büyük kahramanlara dayandırmaları yaygındı Telephos da Attalos hanedanının hem Grek tarihinin en büyük kahramanı Zeus'un oğlu Herakles, hem de Arkadia'daki soylu ve saygıdeğer bir Grek ailesi ile bağlantılarını sağlıyordu Telephos'un yaşamından bölümlere antik şiirlerde ve Aeschylus, Sophokles, ve Euripides' in klasik dramalarında rastlanmaktadır Telephos frizinde diğer eserlerdeki gibi bütün olay aynı zaman ve mekanda geçmemektedir Bu anlamda bu friz heykelcilikte yeni bir anlatım şeklinin oluşmasında öncülük etmiştir


Efsane Arkadia'da başlar Apollo kahinleri Arkadia Kralı Aleos'a oğullarının kızı Auge'nin soyundan gelen biri tarafından öldürüleceği hakkında uyarırlar Kral bunu engellemek için kızını Athena baş rahibesi yapar Kralın huzuruna gelen Herakles bir meşe koruluğunda Auge'ye rastlar Kral Aleos Auge'nin Herakles'ten olan bebeğini Parthenion dağlarına bırakır, kızı Auge'yi de bir kayığa bindirip denize bırakır Auge Mysia kıyılarına sürüklenir Burada Kral Teuthras Auge'yi karşılar ve evlat edinir Auge Bergama'da tanrıçası olan Athena kültünü kurar Bu sırada Herakles oğlu Telephos'u onu sütüyle besleyen bir aslan ile birlikte bulur Dağ perileri de çocuğa bakmaktadır
Çocukluğu hakkında diğer olaylar saklanamamıştır Gençliğinde Telephos bir kahin tarafından annesini aramak üzere Mysia'ya gönderilir Telephos Kral Teuthras tarafından karşılanır ve tanıyamadığı annesi, Auge, ona Mysia için savaşması için silahlar getirir Kral Teuthras Telephos ile Auge'yi evlendirir, ancak ilk gece yataklarındaki bir yılan anne ile oğulun birbirlerini tanımasını sağlar Telephos daha sonra Mysia kralı olur ve Truva için yola çıkan ancak yanlışlıkla Mysia kıyılarına çıkan Grekler ile büyük bir savaşa girer Karısı Hiera da Mysia kadınlarının başında savaşa girer Antik kaynaklara göre Hiera o kadar güzeldir ki, savaşta öldüğünde düşman geri çekilmiş ve gömülmesi için ateşkes ilan edilmişti Mysialılar Grekleri püskürtür, ancak Telephos Achilles tarafından Telephos'un hediyeler sunmadığı Dionysos'un bir sarmaşığa takılmasını sağlamasıyla yaralanır Yarası iyileşmeyince, bir kahine danışır ve ona "Yarayı açan iyileştirecektir" denir Bunun üzerine Telephos bir gemi ile Argos'a (Yunanistan) gider ve Kral Agamemnon huzurunda kimliğini saklar Bir şölen sırasında yarasını gösterip kimliğini açıklar İçlerine kadar sızmış olan düşmanlarına karşı Greklerin öfkesi Telephos'u korkutur ve o da Agamemnon'un oğlu Orestes'i rehin alır Telephos Achilles'in mızrağının tozu ile iyileştirilir Sunaktaki diğer paneller Bergama'nın önemli kültleri ile ilgili sahneleri gösterir Dionysos'un onurlandırılması ve oturmuş tanrıça için yapılan sunak gösterilmiştir Son panel ise ölen kahramanın cenazesinden bir sahne olabilir
HEROON
Özellikle Attalos I ve Eumenes II gibi önemli krallara gösterilen saygı ve onların tanrılara yaklaştığı inancı ile yapılan krallar kültünün kutsal yapısı üst esas kalenin kapısı önünde sütunlu bir avlu etrafında büyük bir yapı halinde inşa edilmiştir Asıl kült odası kültle ilgili yemek törenlerinde toplantı odası olabileceği düşünülen geniş bir galerinin arkasındadır Son şeklini Roma İmparatorluk Çağı'nda alan kare şeklindeki kült odasının arka duvarına bir podyum yerleştirilmiştir Sütunlarla bezeli kule şeklindeki üst yapısı üst kat görünümündedir İçinde mezar bulunamayan Heroon'un batıdaki yoldan iki girişi vardır ve iç avluya uzun koridorlardan ulaşılır Çevredeki evler gibi Heroon'un da kendine özel sarnıcı vardır Heroon'un altında krallar kültüne hizmet ettiği düşünülen daha basit Hellenistik bir yapı bulunmuştur
KRAL SARAYLARI
Hellenistik Çağ Bergama krallarının oturdukları saraylar ve bunlara bağlı yapılar kalenin doğu duvarı boyunca sıralanmıştır Üst yapısı gösterişli olmayan sarayların planları peristyl'li ev tipindedir (Odalar sütunlu bir avlu çevresindedir) Yazılı bir belge ele geçmemiş, genel buluntulara göre bu yapılar kral adları ile ilişkilendirilmiştir En kuzeydeki sülalenin kurucusu olan Philetairos'un(MÖ281-263) yapı grubu daha sonra kalede görevli askerler için kışla olarak değiştirilmiştir Diğer yapı grupları kuzeyden güneye doğru Attalos I (241-197), Eumenes II (197-159) ve Attalos II (159-138) adlı krallara ait olarak tanımlanır Bunlardan en güneydeki en büyük sarayın yapımında Zeus Sunağı'nın taşları yapıtaşları olarak yeniden kullanılmıştır (MÖ160) Bu sarayın kuzeydoğu köşesinde mozaik döşemeli bir sunak bölümü vardır Kuzeybatıdaki odada sanatçı Hephaistion'un imzasını taşıyan değerli bir mozaik daha bulunmuştur
Saraylara ait iki sarnıçtan en büyük yapıya ait olanı kale yolu üzerinde görülür Bu sarayın gösterişli bir girişi vardır Kale kapısının arkasındaki meydandan açık bir merdiven ile buraya gelinir Aynı meydandan, Athena Kutsal Alanı'nın girişinin karşısında, kalenin güneydoğu köşesindeki yapı grubuna geçilebilirdi
ARSENAL
MÖ III ve II yüzyıllarda, özellikle korunmuş, Bergama Kalesi'nin en dıştaki alanda kuzey güney doğrultusunda uzanan beş magazin yapısı kurulmuştur Burada bulunan ve bugün aşağı agorada korunan 13 farklı çapta 900 gülle mancınık biçiminde sapanlar ile atılırdı Eski çağda da gülleler magazinler dışında depolanır, magazinlerde özellikle çabuk bozulan erzak ve tahıl saklanırdı Üzerindeki ağırlığı taşıyabilmek için ızgara biçiminde birbirine yakın duvarlar halinde inşa edilen temellerde etkin havalandırma için yarıklar bulunuyordu Çatıları kiremitle örtülü büyük ahşap galerilerden oluşan asıl magazinlerde yiyecek dışında kalede kalan savaş araçları da saklanırdı Daha sonra Roma Legionlarında görülen bu büyük yapılar antik çağda görülen en eski silah ve erzak depolarındandır
Arsenalin güneydoğusundaki kral birliklerinin büyük kışlasının 32 taş sırasına kadar ayakta kalabilmiş kuzeydoğu duvarı Hellenistik Çağ tahkimatının en iyi durumda kalmış parçasıdır
SU YOLLARI
IIyy Roma İmparatorluk çağı'na ait olduğu düşünülen su yolları Arsenal alanının kuzey ucundan görülebilir MÖ IIyy'da yapılan krallık zamanı su yolları 50-75cm uzunluğundaki 240 bin kadar toprak künkten oluşur Kuzeyde Madra Dağı'ndan yaklaşık 45km aşarak üç yol halinde gelen su yolları Bergama'daki kale tepesinin karşısındaki bir tepe üzerindeki su haznesine uzanır Buradan da toprak altına döşenmiş büyük taşlardaki deliklerden geçirilen yüksek basınçlı su yolu kurşun borularla üç vadi ve iki alçak tepeyi aşarak kuzey taraflarından Bergama Kalesi'ne ulaşır Sarayın sarnıçlarına, evlere ve şehrin çeşmelerine merkezi bir su deposundan toprak künkler aracılığı ile su verildiği düşünülmektedir Bergama'nın Roma Çağı'nda artan nüfusunun ve büyük yeni hamam kuruluşlarının su gereksinimi Kozak Dağları ve Soma'dan (yaklaşık 80km uzaklıkta ) gelen su yolları ve kısmen su kemerleri ile karşılanıyordu
TRAİAN TAPINAĞI


1883-85 yıllarında yapılan kazılarda akropolde mermer yığını halinde bulunan yapının bir deprem yüzünden yıkılmış olduğu düşünülmektedir Athena tapınağından 9m yüksekte olan bina, bağımsız olarak Akropolün en yüksek yerinde ve uzaklardan görülebilecek bir düzlem üzerine inşa edilmiştir Bu 84x58m boyutlarındaki düzlemin Athena kutsal alanı ile ilişkisi olduğu ve doğu yönündeki kapı merdivenden de kütüphaneye geçildiği anlaşılmaktadır Bölge çok eğimli bir arazide bulunduğundan büyük bir binayı oturmak için zemin kat olarak son derece ustaca ve oldukça sağlam yan yana beş kemer oluşturulmuştur
Merdivenle iki metre yükseltilen binanın uzunluğu 27, genişliği 20m dir Güneye bakan tapınağın cephesinde 6, yanlarında 9 sütun bulunuyordu Çapı 1,10m olan sütunların yüksekliği 9,80m dir Sütunların büyük Korinth başlıkları, altlıklarında olduğu gibi usta bir sanat anlayışıyla işlenmiş zengin süsleri taşımaktadır Arşitravlar üzerinde altın kaplamalı tunç yazılar bulunuyordu Friz, konsollar arasında kanatlı yılanlı ve bukleleri serbest işlenmiş Medusa başları ile süslenmişti Ortada ve tepede bulunan akroterler, bir küre içinde bulunan zafer tanrıçası (Nike) ile yaprak ve filizlerden yapılmış taçlardan oluşmuştur
Binanın geniş alanı, üç taraftan sütunlarla çevrilmiştir Sütunlar arasında alana bakan korkuluklar bulunuyordu Alanın kuzey bölümünde biri köşeli, diğeri yuvarlak iki bank bulunmuştur Bu bankların bilginlerin toplanması ve sanat yapıtlarının sergilenmesi için yapıldığı ileri sürülmektedir Bunlardan yuvarlak olanı Berlin'deki Pergamon Müzesi için alınmıştır Bankların yanında bulunan bir yazıttaki "Kral Attalos'un oğlu Attalos" dizesinden burasının kralın oğlu Prens Attalos tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır
Tapınak binasında bulunan eserler binanın Hadrianus zamanında Zeus Philius ve Traianus için kurulmuş olduğunu göstermiştir Bir yazıta göre Bergama kenti Jupiter Amicalis (Zeus Philios) ve Traianus onuruna büyük piyesler oynatma yetkisine sahipti Tapınak kazısında Traianus için iki, karısı Plotina için bir, Hadrianus için üç, Antoninus Pius için iki, Caracalla için bir yazıt bulunmuştur Traianus ve Hadrianus'a ait birer büyük heykel başı da çıkmıştır Tapınaktaki Hadrianus heykeli de önemli bir sanat eseri kabul edilmekte ve Traianus'un bu güçte idealize edilmiş başka bir portresinin bulunmadığı kabul edilmektedir
ATHENA KUTSAL ALANI
Akropolde yapılan kazılarda (1880-1881) ortaya çıkarılan Athena kutsal alanı,Zeus Sunağının 24 m üstündeki taraçada kurulmuştur324 yükseltili olan bu taraça birinci sur çevresinin içindedir Burada Bergama'nın mitolojik döneminden beri kültü kabul edilen Athena Polias için kurulan en eski baş tapınak bulunuyordu Athena,sanat ve bilim koruyucusu olduğu gibi,kentin de kollayıcısı ve zafer müjdeleyicisi idi
Bizans döneminde (VI yüzyılda) bu alanda inşa edilen kilise yüzünden tapınak,temellerine kadar sökülmüş olarak ortaya çıkarıldığı halde,Dr R Bohn inançlı bir çalışma ile burasının rekonstrüksiyonunu yapmayı başarmıştır Tapınağın kuzeyini kaplayan,doğuya doğru devam eden bir kilisenin mermer döşemesi kazıda bulunmuştur Kilisenin çevresindeki büyük kısmı kayalara oyulan mezarlar,eskizleri silmiştir Tapınağın malzemesi ile yapılmış olan Bizans kilisesinin duvarları yıkılınca içinden birçok antik kalıntı çıkarılmıştır Bunlardan yazıtlı bir sutün parçasında ,"Bunu Artemo'nun oğlu senin için dikti Ey Triton'dan doğan tanrıça" cümlesine göre kalenin en eski kutsal bölgesi olan buranın Athena Poliyas'a atanmış olduğu anlaşılmıştır
Tapınağa kentten ve uzaklardan egemen bir görüş sağlamak için cephesi,klasik dönem Hellen tapınaklarında olduğu gibi doğuya değil güneye bakıyordu Yüksekliği 024 m iki basamakla çıkılan tapınağın genişliği 13 m,uzunluğu 2250 m dir Cephesinde 6, yanlarında 10 sütun bulunuyordu Çapı 075-06 m arasında olan beş parçalı sütunların yükseklikleri 525 m dir Sütunlar üzerinde yükseklikleri 0295 m başlık, 0,48 m arşitrav , 0,208 m olan gayzon bulunuyordu Yapılan incelemeler, bu tapınağın peripteral yani çevresi sütunlu olduğunu ve ortasındaki bir bölme ile ikiye ayrıldığını belli etmiştir Aynı zamanda tapınağın bir sunağı olduğunu da güneyindeki izler göstermiştir Hellenistik dönemin dorik mimari biçimine uygun trahit taşından yapılan tapınağın ölçü düzeninin Philetairos ayağına (0,35 m) göre olması da dikkat çekicidir Örneğin üst basamaktaki cephe uzunluğu 12,25 m 35 ayağa ,sütun yükseklikleri ise 5,25 m 15 ayağa uymaktadır
Tapınağın bulunduğu alanın kutsal yöreyi oluşturan uzunluğu güneyde 90 kuzeyde ise 74 m dir Genişliği de 70 m yi bulmaktadır Alanın doğal durumu kuzeydoğudan güneye doğru eğimli bir kayalıktan oluşur Kayaların yontulması ve alçak yerlerin doldurulması ile düzlük elde edilmiştir
Alanın güneydoğu köşesindeki kale kapısı yakınından kapı girişinde geniş mermerle kaldırımlanmış bir ön avluya giriliyordu Buradan doğruca kral saraylarına ve soldan Athena Tapınağına gidiliyordu Tapınağa giden girişte gösterişli bir propyelaia bulunuyordu Kapının önünde ortada bir çift sütunla iki antre ve en önde dört ion sütunlu tapınağa benzer bir cephe vardı Bu cephe öküz başları arasında bulunan çelenk,kartal ve baykuşlarla zengin bir biçimde süslenmişti Bu kapıdan,güneyden kuzeye uzanan doğuda iki katlı porticusa giriliyordu Burasının uzunluğu 40, genişliği 5,47 m dir Alt katta bulunan 17 oluksuz düz sütun dorik biçimindedir Kuzeydeki porticusun uzunluğu ise 65 m dir Alt katında bulunan 26 sütunun biçimi diğerinin aynıdır Yalnız burasının genişliği ötekinin iki katıdır Bu yüzden ikinci katın ahşap döşemesini tutmak için 13 sütun eklenmiştir Porticusun ikinci katı ion düzenindedir Kullanılan ion sütunları üzerinde dorik lento Bergamalı mimarların zekice buldukları bir yenilikti Porticuslar II Attalos tarafından inşa edilmiştir Porticusların ikinci katının ion sütunlarının arasındaki korkulukların alana bakan yüzlerinde düşmandan alınan trophe'ler rölyef halinde gösterilmişti 087m yüksekliğindeki bu kabartmalar, antik savaşlarda kullanılan silah ve eşyanın zengin örneklerini taşıyordu
Tanrıçaya adanmış anıtlar alanı dolduruyordu Büyük Athena heykelini Kral Attalos buraya diktirmişti Epigonos tarafından yapılan ve Galatlara karşı kazanılan zaferin anası olan anıt, bir çok anıt arasında yükseliyordu I Attalos'un kardeşleri Eumenes, Attalos ve anneleri Apollonis ile Athena Polias rahiplerinin heykelleri ve adaklarının burada bulunduğu kaidelerinden anlaşılmaktadır
Alanın ortasında çapı 313m olan yuvarlak bir altlık üzerine imparator Augustus için bronz bir anıt dikilmiştir Yine burada 12 küçük bronz heykel taşıyan üç basamak vardı Ondan sonra gelen imparatorlar için de anıtlar dikilmiştir Hadrianus için de yuvarlak altlıklı bir anıt olduğu anlaşılmıştır
Bunların dışında tapınak ve porticusların duvarları boyunca yazıtları bulunan birçok taş levha vardı Bunlarda, diğer kentlerle yapılan antlaşmalar, kral ve imparatorların buyrukları kült hakkında kararlar gibi birçok belge bulunuyordu
Alanın ortasında bulunan sarnıç kilise yapıldığında genişletilmiştir 19102da onarılan sarnıcın içi 1930'da boşaltılmış ve sıvanmıştır
BERGAMA KÜTÜPHANESİ
Bergama kütüphanesinin yeri 1880 yılında akropolde yapılan kazılarda Carl Humann ve Prof Conze tarafından ortaya çıkarılmıştır Böylece Attalos I tarafından yaptırılan ve MÖ 2yüzyılın başlarında ünlenen kütüphanenin, Athena Tapınağının kuzey koridoru arkasındaki durumu anlaşılmış ve planları çizilmiştir Koridorun alt karından geçilebilen batı kısmındaki 12x9m boyutlarında büyük odadan daha küçük odalar yapılmıştır Bunlar arasında üç sütunlu küçük dar bir salon, onun arkasında da üç oda bulunmaktadır Doğu tarafındaki orta büyüklükteki odaya koridorun ikinci katından geçilmektedir Kapılar yerine perdelerle birbirinden ayrılmış dört salondan oluşan odada mermer pervazların kalıntıları bulunmuştur Daha doğudaki en büyük oda 16x13m boyutlarındadır Koridordan kütüphaneye açılan geçitlerin en büyüğünün burada olduğu kabul edilmektedir Taştan altlıklı duvarlardaki bir sıra çivi deliklerine Conze'ye göre altlık üzerine konulan kitap dolaplarını saplamak için yapılan madenden yapılmış çengeller asılıydı Kitaplar, güney ve batının nemli havasından korunmak için kuzey ve doğuya konulmuş ve kitap raflarıyla duvarlar arasında yarım metrelik bir boşluk bırakılmış olduğu anlaşılmıştır
Kuzey duvarının ortasında bulunan büyük kaidenin üzerinde Bergama'nın ve krallığın koruyucusu olan Athena'nın büyük bir heykeli bulunuyordu Parthenos'taki altın-fildişi heykelinin Hellenistik anlamda bir kopyası olan heykelin etrafında çok güzel bir kadın heykeli ile bir kadın başı da bulunmuştur Kütüphanede ayrıca destan ozanı Homeros'un, Helen dünyasının en büyük kadın lirik ozanı Lesbos'lu Sapho'nun büstleri,parşomenci Krates ve İrodikos, Halikarnassos'lu tarihçi Herodotos, Miletos'lu lirik müzisyen Timotheos, daha ileride tarih yazarları Meleagros'un oğlu Balakros, Philotas'ın oğlu Apollonios gibi bilginlerin heykel ve büstleri bulunuyordu
Bergama ve İskenderiye arasındaki rekabet yüzünden Mısır kralı papirüs dışsatımını yasaklayınca Bergama'da papirüs yerine geçebilecek herhangi bir maddeyi getirene büyük ödüller verileceği duyuruldu Çok geçmeden, Sardes'li sanatçı Krates, krala keçi derisinden özel bir biçimde hazırlanmış bir örnek getirdi İstenilen kullanışa elverişliliği görülen bu kağıtlara Bergama kağıdı (Pergaminae Chartae) adı verildi ve daha sonra bilim dünyasının yolunu ışıtacak olan parşömen adını aldı Bergama kütüphanesi edebiyat ve sanat hakkında parşömenlere yazılmış 200 bin tomar kitapla doldu Bergama, İskenderiye karşısında bilim ve sanat bakımından erişmek istediği varlığı sağlamış oldu
Bergama, MÖ 133'de Roma egemenliğine geçtiğinde Romalı bilginler Hellen kültürünü incelemek için aradıkları eşsiz eserleri Bergama kütüphanesinde buldular Sezar'ın ölümünden sonra Roma'da başlayan iç savaş sırasında Bergama da ünlü kütüphanesini yitirdi Antonius tarafından Tarsus'ta Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya armağan edilen Bergama Kütüphanesi, MÖ 47 yıllarında bir savaş sırasında yanan İskenderiye Kütüphanesinin boşluğunu dolduracaktı
TİYATRO VE TİYATRO TERASI
Özellikle kaledeki tiyatronun yerleştirildiği dik eğimli arazi, mimarları özgün ve oraya has çözüm yolları bulma zorunluluğu altında bırakmıştır
Tiyatro Akropolis’in dik batı yamacında kurulmuşturGiriş aşağıdan, önde yer alan büyük “Tiyatro Terası”ndadır
Tiyatro iki yatay yol (diazoma) ile üç bölüme ayrılmıştırAlt yoldaki mermer şeref locası dışında bütün oturma sıraları andesittendir10000 kişiye ulaşan seyircilerin içerde dağılması ayrıca kama biçiminde yerleştirilmiş merdivenlerle de sağlanırTiyatronun sahnesi Hellenistik Çağ’da yalnız tören oyunları zamanında, tiyatro terasında kuvvetli ahşap hatıllar üzerine kurulurduOyunların oynandığı alçak bir sahne (proskenion) ve arka plandaki konstrüksiyon (scaenae frons)dan meydana gelirAhşap sahneyi taşıyan dikmelerin delikleri, tiyatronun orkestrası önündeki terasın döşemesinde iyi durumda kalmıştırOyunlardan sonra bu delikler taş levhalarla yeniden örtülürlerdiİlk defa Roma Çağı’nda bu gün görülen taş podium tiyatronun önüne inşa edilmiştirTiyatronun üst kısmındaki yüksek kemerli nişlere sahip duvar da Roma zamanındaki bir değişim sırasında yapılmıştır
Ahşap sahnenin kurulup sökülmesi zor olmakla beraber gerekliydi, çünkü dar ve yapay kurulmuş tiyatro terasında olağan taş bir sahne binası için, terasın kuzeyindeki Dionysos tapınağının görünüşünü kesmeden, bir yer yokturBu tapınak yaklaşık 250 m uzunluktaki terasın mimari görünüşüne egemendiYüksek bir merdivenin üzerinde ion düzeninde bir prostylos’tur ve arkası kayaya yaslanarak yükselirMÖ 2 Yy’da andesit taşı ile inşa edilmiş, MS 3 Yy Başında kendini olasılıkla burada “yeni Dionysos” olarak kutlayan imparator Caracalla tarafından mermere çevrilmiştir
Tiyatro terasına güneyden, üç kapılı bir kapıdan girilir Sağda ve solda mümkün olduğu kadar dor düzeninde galerilerle süslenmiştir Tiyatro ile doğu galeri arasındaki bir yapı oyuncuların toplandığı bir yapı olabilir Bu yapı da Hellenistik Çağ’dandırTiyatro terasının substrüksiyonlarının kuruluşu krallık zamanın önemli bir imar faaliyetidir Kuvvetli basıncı tutabilmek için bazı yerlerde beş kat yükseklikte alt yapı kurmak gerekmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.