Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ozanlarımızfg

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Gurbetî
Yaz gününde nara düştüm
Gülistanda hara düştüm
Hal bilmeyen yara düştüm
Ben, zamansız misafirim yalan dünyada

Gurbetî bıktım aymazdan
İnsanı insan saymazdan
Kulun hakkıyla doymazdan
Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Asıl adı Bilal Çamlık olan Aşık Gurbetî, 691958'de İsmail ve Selver Çamlık'ın dördüncü çocukları olarak Sivas'ın Kangal ilçesine bağlı Soğukpınar(Mamaş) köyünde doğdu İki yaşında iken Pozantı'ya(Adana), altı yaşında iken Ankara'ya geldi Enstrüman ile ilk tanışması altı yaşında mandolinle oldu 12 yaşında iken büyük ablasının satın aldığı cura sazla bağlama çalmaya başladı ve kendi kendine bağlama çalmayı öğrendi

İlk, orta, lise ve üniversite öğrenimini Ankara'da tamamladı 1977 'de Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'ne girdi Üniversite öğrencisi iken, Alman Akademi Değişim Hizmeti bursuyla Trier Üniversitesi'nde derslere katıldı Dillerin Ortaya Çıkışıyla İlgili Teoriler konulu lisans tezini hazırladı ve 1981 yılında Ankara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu

Çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalıştı 1982 yılında yukarıda anılan kuruluşun bursuyla Bremen'de germanistler seminerine katıldı 1983 yılında dilbilimi alanında (grafemik) yüksek lisans çalışmasını tamamladı Vatani görevini 1986-87 yıllarında asteğmen olarak Ankara'da yerine getirdi

1987 yılında açılan Dışişleri Bakanlığı sınavını kazanarak anılan bakanlığa geçti 1989 yılında Ataşe olarak Arnavutluk'un başkenti Tiran'a gitti Sonra Almanya (Berlin), Beyaz Rusya(Minsk), yeniden Almanya'da(Nürnberg) Ataşelik görevlerini sürdürdü Halen Tiran'daki Türk Büyükelçiliğinde ataşe olarak görev yapmaktadır Almanca , Arnavutça ve orta düzeyde İngilizce ve Rusça bilen Bilal Çamlık evlidir ve Duygu(18) adında bir kız ve Dorukhan Barış(8) adında bir oğul sahibidir

SANATSAL ETKİNLİKLERİ: Amatörce yaptığı beste çalışmaları ilk kez 1990 yılında Tiran'da ürün verdi Paris'te orkestra şefi olarak çalışan Genci Tuqiçi tarafından kısmen çoksesli olarak aranje edilen İNANMAM adlı yapıtı Arnavutluk Radyo Televizyon Kurumu Senfoni Orkestrası'nca icra edildi ve Arnavutluk'un ünlü sanatçısı İrma Libohova ile bu şarkıyı bağlaması eşliğinde yorumladı Bu olay, yumuşama sürecine girmiş Arnavutluk rejiminin sanatsal ilk açılımı oldu Zira Arnavutluk'un geleneksel kış festivalinde yıllarca hiç bir yabancı konuk yer almamıştı Türk basınında da yer alan bu etkinlik, dünya basınına da yansımıştır Arnavut gazetelerinde birçok röportajı ve şiiri yayımlandı Halk müziği tabanlı birkaç ezgisi çok seslendirilerek operada kuartetlerce çalındı Bazı ezgileri piyanoya uyarlandı Piyanoya uyarlanan yapıtı Roma Operası'nda Arnavut Piyanist Egland Hasa tarafından yorumlandı Bir eseri yaylı sazlar kuvarteti tarafından Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da çalındı 1992 ve 1993 bahar festivallerinde konuk besteci olarak yer aldı Yunus'a Atfen adlı ezgisi, operaya uyarlandı , Prof Hikmet Şimşek tarafından yönetilecek olan eser, Arnavutluk Opera sanatçılarının greve gitmeleri nedeniyle icra edilemedi Hafif müzik dalındaki besteleri, Arnavutça sözlerle Arnavut medyasında halen yayınlanmaktadır

Üzerinde altı yıl çalıştığı Arnavutça-Türkçe Karşılaştırmalı Dilbilgisi kitabını 1996 yılında Ankara'da yayımladı

Beyaz Rusya'da Minsk Devlet Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi Türkçe Bölümü'nde bir yıl Türk Dili dersleri verdi ve öğrencileri ile birlikte, metodolojik olarak mevcutlardan oldukça farklı bir görünüm arz eden ve halen yayıma hazırlanan Rusça Dilbilgisi kitabını yazdı Minsk Devlet Radyosunda bağlamayı tanıttı ve iki türkü seslendirdi

Nürnberg'de müzik çevresiyle yakın ilişkide bulundu TEMA VAKFI için sözünü de kendi yazdığı TEMA MARŞI'nı besteledi ve Nürnbergli özverili 28 kişiden oluşan Türk ve yabancı müzisyenlerle TEMA VAKFI'na armağan ettiği TEMA MARŞI CD'sini çıkardı Marş, Türk - Alman basını ve vatandaşlarca beğeniyle karşılandı ve ilk kez RTL-TV Bavyera kanalında bir söyleşi ile birlikte yayınlandı Alman yerel basınında da olumlu tepki bulan TEMA MARŞI, vakfın marşı olarak halen Türkiye radyolarında ve TEMA etkinliklerinde kullanılmaktadır

Bilal Çamlık, Türk halk kültürünün tanınması-tanıtılması ve bir sonraki kuşaklara aktarılması katkısını, ömrünün yarısından çoğunu geçirdiği gurbetten dolayı ve aslında bu dünyanın bizatihi kendisinin GURBET olduğunu düşündüğünden, seçtiği GURBETî mahlasıyla sürdürmektedir

SANAT ANLAYIŞI: Serbest ölçülerle de şiir yazan GURBETî, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı; her türlü insanın her türlü manevi inancına, bu inanç,topluma, devletin genel yapısına ve uzun vadede insanlığa zarar vermediği sürece saygı duyan; insanın davranış sınırını yasalar ve teamüllerle çizilmiş ve asgari rahatsız etmemek biçiminde algılayan; sevgide limit tanımayan, özde bütün varlıkların iyi olduğuna inanan, yanlış eğitim ve öğretimin insan genetiğine işleyerek toplumları dejenere ettiğini düşünen; iki sınırsız olgu olarak Tanrı'yı ve sevgiyi gören ve bunu yalnız insanda değil, aynı zamanda her nesnede, her varlıkta hisseden; sanatı, insanın mayasından sancılı ve duygusal bir doğum, doğuran kişiyi de sanatçı olarak adlandıran, doğayı ve insanı çelişkili uyum içinde gören ve yazdığı dizelerinde; sevgi, barış, içtenlik, hakta denge ve doğayı işleyen çağdaş bir halk ozanıdır Sanat yaşamına yapıtlarından hiçbir maddi kazanç sağlamadan tevazu ölçülerinde devam etmektedir

Yayınlanmış Eserleri:
1-Arnavutça - Türkçe Karşılaştırmalı Dilbilgisi, Kılıçarslan Matbaası, Ankara, 1996
2- TEMA MARŞI CD'Sİ , MÜ-SA Stüdyoları, Nürnberg, 2000(TEMA'ya armağan)

Eserlerinden bazıları:


DİYEMEM

Ehli iman olmak her kula haktır
Sana hakikati görme diyemem
Riyadan arınıp safi gelirsen
İnsan meclisine girme diyemem

Gurbetî kainat mekana sığmaz
Boş olan başaklar boynunu eğmez
Toz düşmeden suya ağaca değmez
Her zerreye değer verme diyemem
Tiran, 852002


BANA DEĞER

Gül dalında ince diken
Yara değmez bana değer
Dağa yağmur yağar iken
Kara değmez bana değer

Altın tasa uymaz sergen
Ayağa uzanmaz yorgan
Kamile takılmaz urgan
Dara değmez bana değer

Cahil heran önde yürür
Ergin bir kenarda durur
Gurbetî mızrabın' vurur
Tara değmez bana değer
Tiran, 02022002


İNSAN OLMAK

Vermeyle azalmaz malı hünkarın
Muhtaca vermeye erinir gider
Doyar mı doymaz mı bilmez ki karın
Yoksul avaz etmez sürünür gider

Özünde var kayırmak, riya bir beden
Yorulmaz doldurur hakkım demeden
Durur mu hiç bulduğunu yemeden
İnsan kisvesine bürünür gider

Gurbetî maksat üç gün dünyada
Güzel olsun gerek var mı feryada
Balık sanar aslın' yüzer deryada
Dünya hayal olur görünür gider
Tiran, 5112001


YARALIYIM DOST

Değme tabip değme onmaz,
Yaralarım azar bugün
İlaç almaz, merhem tutmaz
Yürekten kan sızar bugün
Yaralıyım dost

Yar uzakta, sılam nerde?
Alıştı bu can kederde
Çare yok mu ki bu derde
Gönül çölde tozar bugün
Yaralıyım dost

Gurbetî solgundur gülden
Beter oldum ben bülbülden
Birşey gelmiyor ki elden
Kalem kara yazar bugün
Yaralıyım dost
Tiran, 26102001



TEMA MARŞI

Bulut ve yağmur,
Yağmur ve toprak,
Toprak ve ağaç,
Türkiye Çöl Olmasın

Doğa ve insan,
İnsan ve sevgi,
Sevenler ayrılmasın

Türkiye çöl olmasın
Sevenler ayrılmasın
Güneş ve yaprak,
Yaprak ve hava,

Hava ve hayat,
Türkiye Çöl Olmasın

Doğa ve insan,
İnsan ve sevgi,
Sevenler ayrılmasın

Türkiye çöl olmasın
Sevenler ayrılmasın
Nürnberg, 251999


NESİNE KANAYIM

Kuzgun şahin olmuş göze bakıyor
Nesine kanayım ben bu dünyanın
Can pazara düşmüş söze bakıyor
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Su katmışlar fukaranın aşına
Açılmadık dert kalmamış başına
Göz dikmişler beş kuruşluk işine
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Sevdim desen inanmıyor sevgili
Aldığımız nefes bile vergili
Göstersene bir tek kişi görgülü
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Emek dibe vurmuş borsa gidiyor
Cenneti yok etmiş Mars’a gidiyor
Eni sonu meçhul harsa gidiyor
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Armut ağacında elma bitiyor
Akbabalar bülbül gibi ötüyor
Canım desen cananına batıyor
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Ekmek ilaç pahasına yeniyor
Bilim ilaç diye bizi deniyor
Yağmur değil sanki tufan iniyor
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Siyaset sokuldu camiye ceme
Zincir bağlanıyor her bir heceme
Aydınlık mı düşmez oldu geceme
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Dualar edildi çözüm olmadı
Şikayet edecek makam kalmadı
Eziyet sürüyor vade dolmadı
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Anlayana sivrisinek saz gelir
Muhannete bir verdiği yüz gelir
Yeşili tükenmiş işte güz gelir
Nesine kanayım ben bu dünyanın

Yoksulu hak almaz olmuş emekten
Varsılı tat almıyor ki yemekten
Gurbeti’ye gına geldi demekten
Nesine kanayım ben bu dünyanın
Tiran, 20082002

ZAMANSIZ MİSAFİR

Yaz gününde nara düştüm
Gülistanda hara düştüm
Hal bilmeyen yara düştüm
Ben, zamansız misafirim yalan dünyada

Alan gördüm, talan gördüm
Yetim hakkı çalan gördüm
Boşa namaz kılan gördüm
Ben, zamansız misafirim yalan dünyada

Gurbetî bıktım aymazdan
İnsanı insan saymazdan
Kulun hakkıyla doymazdan
Ben, zamansız misafirim yalan dünyada
Nürnberg, 26101999


ZALİM AYRILIK

Garip sıla diye yanar
Göz yaş değil sanki pınar
Yaradan onu mu sınar
Ayrılık oy , ayrılık
Zalim oy, zulüm oy, ölüm oy ayrılık

Nefes almaz ciğer yanık
Gökyüzünde turna tanık
Toprak yerli ben mi konuk
Ayrılık oy , ayrılık
Zalim oy, zulüm oy, ölüm oy ayrılık

Gurbetî yanardağ oldum
Cehennemde yer mi buldum
Oysa, ben de sana kuldum
Ayrılık oy , ayrılık
Zalim oy, zulüm oy , ölüm oy ayrılık
Beter oy, yeter oy , biter oy ayrılık
Nürnberg, 5112000


ŞAHBALAM

Seni men sözlerine ganarak sevmişem
Seni men gözlerine yanarak sevmişem,
Şahbalam

Şirin gözlüm,
Melek yüzlüm,
Yahşi sözlüm,
Şahbalam

Seni men her kimseden gıymatlı tutmuşam
Seni men her şeyinle özüme gatmışam,
Şahbalam

Şiren gözlüm,
Melek yüzlüm,
Yahşi sözlüm,
Şahbalam
Nürnberg, 5111998


İSTANBUL BÜYÜK BALIK

Sahillerde balık tutar insanlar,
Kimi ekmek peşinde, kimi de neşesinde

İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar
Seçtikleri arasında benim yavuklum da var

İskelede vapur bekler yolcular,
Kimi iş telaşında, kimi çarkı başında

İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar
Seçtikleri arasında benim yavuklum da var

Kovalarla su taşıyor kadınlar,
Çocuklar aç açıkta, oynuyor oracıkta

İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar
Seçtikleri arasında benim yavuklum da var
Nürnberg, 561999


OLAMADIM

Yüklendim varlığım yollara düştüm
Bir nebzecik olsun yol alamadım
Belime bağladım cevherden zincir
İnsanın sevdiği kul olamadım

Yürüdüm yavaşça yoksul solumda
İnciler elmaslar vardı kolumda
İpek halı döşeliydi yolumda
Yerlere serilen çul olamadım

Gurbetî demedim amana koştum
İnsan sevgisiyle yandım tutuştum
Hakkın varlığıyla zorları aştım
Benden gayrısına el olamadım
Minsk, 691998


GÜLENE SOR

Gurbetin acısını
Bilene sor bilene
Sılanın kokusunu
Alana sor alana

Yerli sürer hoş sefa
Elden olur mu vefa
Saçın başın bin defa
Yolana sor yolana

Artık kaldım ben biyar
Yaş genç gönül ihtiyar
Zulüm oldu bu diyar
Gelene sor gelene

Gurbeti’yim yarem var
Mekan oldu ahuzar
Görünüşüm bahtiyar
Gülene sor gülene
Tiran,19082002


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




GUFRANİ

Emrini terkeder, neyhini tutar
Kuru dava ile kul olur mu ya!
Döner bir de halka sofuluk satar
Böyle erkân, böyle yol olur mu ya!

Ne bir zikrin, fikrin, doğru yolun var
İyi halin yoktur, kötü halin var
Gufrani! hep günahlarda elin var
Böyle şair ehl-i dil olur mu ya!

Karaman'a bağlı Başkışla köyünde 1864 yılında dünyaya gelen Gufrani'nin asıl adı Durmuş Ali'dir Babası köyün ağalarından, Ferhat oğullarından Mehmet Ali Ağa'dır, Annesi'nin adı Fatma’dır İlkokul tahsilini, köyündeki "Sıbyan Mektebi'nde" yapmıştır Daha sonra Karaman'a gelerek; bugünkü Kale İlkokulu'nun bulunduğu yerdeki Hacı İshak Medresesi'ne devam eder Bir müddet bu medresede tahsil gördükten sonra, eline bir saz alır; sazla birlikte, Gufrani mahlası ile şiirler söylemeye başlar

İbn-ül Emin MKemal "Son Asır Türk Şairleri" adlı eserinde, Gufrani hakkında "Nükte ile Hicvi birleştirmiş zeki bir edası vardır Son zamanlarda yetişen saz şairlerimizden en olgunu olarak gösterilebilir" demektedir

Hayatında dört defa evlenmiş olan Gufrani, ömrünü Karaman merkez Koçakdede mahellesinde geçirmiştir Gösterişten hoşlanmayan, sakin ve çekingen tabiatlı olan Gufrani'nin şiirleri, çeşitli nedenlerle tam olarak ortaya cıkarılamamıştır

Araştırmacı yazar DAli GÜLCAN "Karamanlı Halk Ozanlarından Gufrani ve Kenzi" adlı eserinde Gufrani'nin şiirlerini derlemiş, bir kitap haline getirmiştirSelçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof Dr Saim Sakaoğlu Gufrani ile ilgili yeni bir eser hazırlamıştır Gufrani, 62 yaşında iken 1926 yılında vefat etmiştir

Gufrani Konya ve Karaman yöresi'nin Konyalı Aşık Şemi'den sonra gelen en ünlü saz şairleri arasındadır


Kaynaklar:
Meydan Larousse
Yrd Doç Dr Doğan Kaya
Attila Özkırımlı (Edebiyat Ansiklopedisi)
DrAli Gülcan (Karamanlı Ozanlardan Gufrani ve Kenzi)

Eserlerinden bazıları:
Destan

Elhamdülillah alel a’la
Bu cenge nusret-i Sübhân yetişti
Yüz yirmi dört bin peygamber ile
Din serveri fahr-i ekvân yetişti

Sunûf-u evliya kalktı ayağa
Bir hareket geldi yazıya dağa
Ervâh-ı şüheda sol ile sağa
Can Hüseyin şah-ı cihan yetişti

Gazi Kemal Paşa hazretlerine
Aşk olsun kemâl-i izzetlerine
Bu canın yüz suyu hürmetlerine
Bize Hakk’tan lütf u ihsân yetişti

Görülmedi böyle bir keremkâni
Fikriyle fethetti bütün cihanı
Ecânib dediler Ali-i Sâni
Bil şah-ı merdân-ı zaman yetişti

Vezir-i âzamdır ol İsmet Paşa
Pervâneler gibi saldı ateşe
Bu emekler boşa gider mi haşâ
Fedâ-yı can eden arslan yetişti

Sâir zâbit dahi sıdk ile tuttu
Hulûsla askerin önünde gitti
On üç günde Yunan yerlere attı
İzmir’e bir parça kalan yetişti

İstedi İzmir’i Yunan ordusu
Yunan’ınki şimdi bir can kaygusu
Attılar deryaya kalan bakisi
Atina’ya canı olan yetişti

Anadolu on dört günde paklandı
Yolu ile düşmanımız haklandı
Köşe, bucak kâfir var mı yoklandı
Her tarafa emr-i ferman yetişti

Afyon’da sur tellerini kestiler
Allah Allah ile birden bastılar
Kırıldı kuvvesi, Yunan giydiler
Birden bire kızıl uçan yetişti

Kurtulanlar topal oldu kör oldu
Bu harp feth-i Hayber ile bir oldu
Kalktı zulmet, şükür cihan nur oldu
Doğdu güneş mâh-ı tabân yetişti

Yedi cephe tuttu Türk’ün askeri
Yunan’a ejderha oldu her biri
Ele geçenlerde kalmadı diri
Ol başını alıp kaçan yetişti

Tâyy-i mekân etti yerler kavuştu
Hesapsız mühimmat koydu savuştu
Ruzigârlar esti toza karıştı
Arkasından acı duman yetişti

Bin üç yüz otuz dokuz senemiz
Yüz senedir topa karşı sinemiz
Neler çekmiş hem anamız, babamız
Gör sabır eyle ârifân yetişti

Yaşasın rüesa hem alelusûl
Yaşasın vükelâ ve sahib-i ukl
Yaşasın asâkir mevcud-u cedvel
Yaşasın milletten kurban yetişti

Yaşasın kâmilen hep ehl-i imân
Havuzda ve göllerde bütün ihvân
Yaşasın Türkiye yaşasın vatan
Bu harbe vuhûş tiran yetişti

Harpten firar eden dinsiz haindir
Onların katli de farz-ı ayndır
Bize canın lâzımlığı bugündür
Bu devlete sanma her can yetişti

Kıyamette iş bu dünyanı bekâsı
Beş kişiden mürekkeptir ihyâsı
Üç, dört değil rûb-u meskun a’dâsı
Âlem-i rahmete Rahmân yetişti

Almış iken bütün kâfir cihanı
Ecnebiler ibret tuttu Yunan’ı
Türkiye kubbenin şems-i tabanı
Dil salana kahr-ı Yezdân yetişti

Çün üç yüz otuz üç müslüman
Bizde ecnebide bulunan ihvân
Beş insandan çoğaldı bu ins ü can
Bize ihmal gaflet keslân yetişti

Yekdiğerimiz kovalaşmayalım
Yalan, bühtân, gıybet söyleşmeyelim
Biz niçin yalvarıp ağlaşmayalım
Kemikten iliğe isyan yetişti

Ne de satıcılar helâl getirir
Ne dükkancı sıdkı bütün oturur
Bu kazanca hiç eksik mi yetirir
Bize her taraftan noksan yetişti

İsteyiksiz köpek gitse sürüye
Gider mi çobanın işi ileriye
Davet eder bütün kurdu beriye
Pay yarıya denen hayvan yetişti

Ya martına parmağını çaldırır
Nargil suyu içerinizi soldurur
Kendini imansız dinsiz öldürür
İblis aldı, şimdi mihrân yetişti

Kardeşlerim eli ele alalım
Evvela biz Hakk yolunu bulalım
Yaradana sâdık bir kul olalım
Kulluk eden kula sultan yetişti

Ne ayarı güzel kantarı çekeriz
Kilo dolu alır noksan dökeriz
Ne tarlaya helâl tohum ekeriz
Hallerimiz çok perişan yetişti

Ne kadın anlatır ere hâlini
Ne avrada er inanır malını
Bekler ikisi de fırsat yolunu
Araya bir fesat, hicrân yetişti

Çün mufassal yaptık biz bu destanı
Şimdilik uyuttuk bu çevrestanı
Geçin öne yaptırmayın ziyanı
Sayenizde çok sâye-bân yetişti

Buyralım mektebe evlatlarımız
Her fenden okutmak mutadlarımız
Ne fena mahsül-ü icatlarımız
Der odun çekmeye oğlan yetişti

Ecnebi kadar mı bizdeki akıl
Fakat terbiyeden gafiliz gafil
Bu gidişat doğru değil velhâsıl
Demek ki insandan hayvan yetişti

Gufranî girdi altmış yaşına
Tac-ı devlet mi konuldu başına
Karar olmaz Azrail’in işine
Ecel, bugün, yarın hemen yetiştiOlur mu?

Emrini terkeder, neyhini tutar
Kuru dava ile kul olur mu ya!
Döner bir de halka sofuluk satar
Böyle erkân, böyle yol olur mu ya!

Kişizadelik hiç alınmaz satın,
Asil azmaz diye söylerler bütün
Bir mülevves yere düşse bir altın
O kıymetten düşüp pul olur mu ya!

Terk-i heves edip hizmet tutmalı
Arı ahvalini ibret tutmalı
Her çiçekten birer çeşni tatmalı
Bal, bal desen ağzın bal olurmu ya!

Haberi yok say ü gayret, emekten
Böyle karın doymaz yarım çörekten
Güdük çapa ile kırık kürekten
İki çift katıra nal olur mu ya!

Gönül yücelerden yüce olmak ister
Beş-on kuruş ile hacı; olmak ister
Ellisinden sonra hoca; olmak ister
Kart ağaçtan taze dal olur mu ya!

Söyleyemez asla galatsız sözü
Hiçbir marifette yoktur bir yüzü
Mektebi görmemiş, kürsüde gözü
Elif, be demeden dal olur mu ya!

Dolaşır dolambaya, varma sen kıra
Caddeyi boşlama dayanıp dura
Uğradığın çayın köprüsün ara
Bilmediğin suya dal olur mu ya!

Ne bir zikrin, fikrin, doğru yolun var
İyi halin yoktur, kötü halin var
Gufrani! hep günahlarda elin var
Böyle şair ehl-i dil olur mu ya!


Kim Bilir?

Katra idim ummanlara karistim
Kac bulandim, kacduruldum kim bilir?
Devre edip alemleri dolastim
Bir sanata kac sarildim kim bilir?

Bulut olup agdigimi bilirim
Boran ile yagdigimi bilirim,
Alt(i) anadan dogdugumu bilirim,
Kac ebeden kac soruldum kim bilir?

Kac kez gani oldum, kac kere fakir,
Kac kez altin oldum, kac kere bakir,
Bilmem ki kac katip ismimi okur?
Kac defterde kac dürüldüm kim bilir?

Bazi nebat oldum toprakta sürdüm,
Bilmem kac atanin sulbünde durdum,
Kac defa Cennet-i alaya girdim?
Cehenneme kac sürüldüm kim bilir?

Kac kez alet oldum elde bakildim,
semadan kac kere indim, cekildim,
Balcik olup kerpic kerpic döküldüm,
Kac bozuldum, kac kuruldum kim bilir?

Dünyayi dolastim hep kara batak,
Görmedim bir karar, bilmedim durak,
Üstümü kac örttü bu kara toprak,
Kac serildim, kac dirildim kim bilir?

Gufrani'yim tarikatým bos degil,
Iyi bil ki kara bagrim tas degil,
Felek ile hic hatirim hos degil,
Kac baristim, kac darildim kim bilir?


Olduk Şimdi

Şairim on beş yaşından beri
Toldum seksen, pir olduk şimdi
Tarâikte yoktur mensubiyetim
Kendi postumuzda er olduk şimdi

Şiir mektebimde hayalât oldu
Gayb ilinden bir hidâyet oldu
Her nutuk bu yüzden tulûat oldu
Saz çalgı çalandan sır olduk şimdi

Gayrının şiirine değiliz muhtaç
Hamdullah hiç kılmayız lâilaç
Niyazi, Şem’î varmış birkaç
Onlar gitmiş, sözde var olduk şimdi

İstifadem ancak Cenâb-ı Hakk’dan
Tekerleme sözü zarar ufaktan
Kendimizi sakınalım tuzaktan
Avcılıkta ehl-i kâr olduk şimdi

Ferhat Mehmet’in oğluyum Ali
Senden öğrenelim erkânı, yolu
Kaza dahilinde Koçakdedeli
Başkışla’dan geldik kurulduk şimdi

Varsın bütün âlem olsun ağniya
Eridik süzüldük fi zamanına
Bir zaman vardı tavuk, baklava
Soğan ile ekmek yer olduk şimdi

Size laf etmeye yoktur haddimiz
Yaş altmışa vardı uçtu saydımız
Bunak defterine geçti kaydımız
Lisana geleni der olduk şimdi

Eski geçen nakd-i zamanın pulu
Bunu ben de tasdik ederim belî
Derler eski kafalarda toz dolu
Gençlerin yanında hor olduk şimdi

Gufranî bendeniz der ki görelim
Ya siz gelin ya biz ora varalım
Namenizi gazeteye verelim
Ata, evlat gibi bir olduk şimdi


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Gevheri
Ela gözlü nazlı dilber
Seni kandan sakınurum
Kandan değil hey efendim
Seni candan sakınurum

Gevheri der ben bir merdim
Yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum
Seni benden sakınurum

Adı Mehmed'dir Doğumu, değişik yerlere bağlanmakla birlikte, kuvvetli bir ihtimalle İstanbulludur Yüzyılın ortalarındaki mecmualarda şiirlerinin görülmesinden yola çıkan araştırmacılar doğum tarihi olarak yüzyılın ilk çeyreğinden biraz sonrasını ileri sürmektedirler

Onun, İstanbul ve Bursa'daki divan katipliklerini, imparatorluğun diğer büyük memleketlerinde de kısa aralıklarla yürüttüğüne bakılırsa medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır Aruz ile yazdığı şiirlerindeki söyleyiş de bunun başka bir delildir Ölümü 1127/1715 'ten sonradır

Şükrü Elçin, bazı şiirlerinde geçen Hacı Bektaş adını, onun Hacı Bektaş Veli'ye intisabından çok bir Bektaşi muhibbi olmasının işareti olarak kabul eder

Tameşvarlı İbrahim Naimeddin'in Hadikatü'ş Şüheda ve Müstakimzade'nin Tuhfe-i Hattatin adlı eserinde adı geçmektedir Musiki ile de ilgilenmiş olan Gevheri'nin kendi adını taşıyan bir de hava vardır

Aruz ile yazdığı şiirlerinde başta Fuzuli olmak üzere klasik şairlerimizin tesiri görülür Yüzyılın başlıca adlarından biri olmasında, belki de, aruz veznini hece vezni kadar başarılı bir şekilde kullanan ender şairlerden biri olmasını da rolü vardır

Usta bir aşık olması, onun sevilip örnek alınmasına vesile olmuştur Pek az aşığa nasip olan bir husus da, sadece onun şiirlerine yer veren bir mecmuanın bulunmasıdır

Şiirleri arasında çeşitli tarihi olaylara yer verenler de vardır Avusturya'ya karşı açılan 1663 ve 1689 seferleri için söylediği şiirlerini bu arada sayabiliriz

Şairname'lerden sadece Gubari'de adı geçmektedir; Sun'i ve Hızri'de ise Cevheri adıyla kayıtlı olan şairin Gevheri olması muhakkaktır




Eserlerinden bazıları:


1
Ela gözlü nazlı dilber
Seni kandan sakınurum
Kandan değil hey efendim
Seni candan sakınurum

O yana bu yana bakma
Beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma
Seni senden sakınurum

Gevheri der ben bir merdim
Yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum
Seni benden sakınurum


2
Dost bağının meyveleri erişti
Ayva benim alma benim nar benim
Çeşmim yaşı ummanlara karıştı
Cefakarım sitemkarım var benim

Yedi derya boz-bulanık selinden
Halk-ı alem aciz kaldı dilimden
Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden
Efgan benim matem benim zar benim

Mail oldum kisvesine tacına
Bend olmuşum siyah zülfü ucuna
Mansur gibi asılırım saçına
Kakül benim, perçem benim dar benim

Gevheri der kime gönül katayım
Gevherimi nadanlara satayım
Dost bağında bülbül gibi öteyim
Gülşen benim güller benim har benim


3
Şunda bir güzele gönül düşürdüm
Öpmeli kocmalı değmeli değil
Aşkın deryasını boydan aşırdım
Karadır gözleri sürmeli değil

Dilber senin ile yiyüp içmedim
Yiyüp içüp ak göğsünü açmadım
Fırsat elde iken bel in koçmadım
Beni öldürmeli döğmeli değil

Dilber haram olup yola durmuşsun
CeIlad olup cana başa kıymışsın
Kuzum bu gün al hareler giymişsin
Göğsü sıra sıra düğmeli değil

Gevheri der yola durur varırlar
Adam öldürürler kana girerler
Çok güzeller gördüm zekat verirler
Zekatsız dilberi sevmeli değil
4
Bu gün ben bir bağa girdim
Ne bağ duydu ne bağbancı
Gülün şeftalisin derdim
Ne bağ duydu ne bağbancı

Bağın duvarından aştım
Kırmızı gülüne koştum
Öptüm sardım helallaştım
Ne bağ duydu ne bağbancı

Bağın kapusunu açtım
Sanasın cennete düştüm
Doldurdum badesin içtim
Ne bağ duydu ne bağbancı

Seherin tan yeri attı
Bülbül elvan elvan attı
Gevheri yükünü tuttu
Ne bağ duydu ne bağbancı



5
Ah elinden zülf-i kemendim benim
Müjen urdu sinem yaralandı gel
Güzel başın içün ağlatma beni
Dilber gam başımdan aralandı gel

Gamdan hasar oldu mekanım yurdum
İşidüp avazım dinlemez virdim
Bir değil beş değil on değil derdim
Yaralar baş verdi sıralandı gel

Aceb gafil midir gelür mü Leyla
Bu gam bu kasavet kalur mu böyle
Çok tuz ekmek yedik gel helal eyle
Bu garibin gönlü zarelendi gel

Gevheri yar gelür haftada ayda
Sevüp ayrılması vermeyor fayda
Başım yastıktadır gözlerim yolda
Gözümün beyazı karalandı gel


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Garip Bektaş

Hakikat bağından derdiğim çiçek
Kokusu ne güzel gülü ne güzel
Kırkların ceminde gördüğüm gerçek
Sakisi ne güzel hali ne güzel


Garip Bektaş gonca gülü derince
Muhabbet sevgisi kalbe girince
Hakkın cemalini kulda girince
Yaradan ne güzel kulu ne güzel
Ozanımız Erzurum’un ilimizin Aşkale ilçesinin eski ismi Şoik yeni ismi Özler olan köyünde dünyaya gözünü açmış Bu değerli Ozanımız babası Mehmet Ali Ağa, anası Ballı hanımdır Ozan Garip Bektaş’ın daha önce yayınlanmış olduğu Geldim - Gördüm - Gezdim isimli üç şiir kitabı vardır

Ozan Garip Bektaş 1952 yılında köyünden ayrılmak zorunda kalır ve her Anadolu genci gibi o da İstanbul’a gelir Ozan Garip Bektaş bir türlü doğru dürüst iş bulamaz, çektiği çilelerden sonra askerlik çağının geçtiğinin farkında bile olmaz Bir gün gider askerlik şubesine müracaat eder 1963 yılında İzmir Bornova 57 Topçu Tugay’ında asker olur

1965 yılında terhis olduktan sonra tekrar İstanbul’a döner ve bir müddet seyyar işlerde çalıştıktan sonra 976 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nde kadrolu işçi olarak işe giren ozan, bu iş yerinden 1999 yılında emekli olur Bu zaman içinde yine güzel şiir yazmasını devam ettiren ozanımız, Yazdım isimli dördüncü kitabını tamamlar

Çağımızın en verimli ozanlarından biri olan Aşık Garip Bektaş’ın ellinin üzerinde kasetlere okunmuş eseri vardır Gidiyorum isimli dördüncü kitabını hazırlamaktadır

Eserlerinden bazıları:
NE GÜZEL

Hakikat bağından derdiğim çiçek
Kokusu ne güzel gülü ne güzel
Kırkların ceminde gördüğüm gerçek
Sakisi ne güzel hali ne güzel

Gördüm cümle canlar semah dönüyor
Gök yüzünden nurlar yere iniyor
Bütün gönüllerde kandil yanıyor
Erkanı ne güzel yolu ne güzel

Pirler oturmuşlar kendi postuna
Hakka niyaz ettim niyaz üstüne
Herkes yalvarıyor gönül dostuna
Lisanı ne güzel dili ne güzel

Sevgi oldu bu gönlümün gıdası
Her güzelin çekilir mi edası
Beni hoş eyledi aşkın badesi
Şerbeti ne güzel balı ne güzel

Garip Bektaş gonca gülü derince
Muhabbet sevgisi kalbe girince
Hakkın cemalini kulda girince
Yaradan ne güzel kulu ne güzel


ALDANMA GÖNÜL

İnsanlar oynuyor köşe kapmaca
Sakın ha bunlara aldanma gönül
Bunlar şeytandan da daha şeytanca
Sakın ha bunlara aldanma gönül

Karası içinde hiç bilemezsin
Şeytanı aldatır sen anlamazsın
Başın derde girer iflah olmazsın
Sakın ha bunlara aldanma gönül

Dost diyerek tuzak kurar dostuna
Mazlumca bürünür kuzu postuna
Sonra aç kurtları salar üstüne
Sakın ha bunlara aldanma gönül

Çıkar için aklı baştan şaşınca
Düşmanla dost olur işi dişince
Nolur kararını verme peşince
Sakın ha bunlara aldanma gönül

Düşün Garip Bektaş her şeyi düşün
Düşersen olmuyor candan yoldaşın
İster bacın olsun ister kardaşın
Sakın ha bunlara aldanma gönüm


GEL GİDELİM HACI BEKTAŞ VELİ’YE

Eğer gerçekleri görmek istersen
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye
Muhabbet demine girmek istersen
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Orada kurulsun bir ulu divan
Gerçekten görülsün sevilen seven
Varını yoğunu bu yola veren
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Şeriattan tarikata geçelim
Hakikatten marifeti seçelim
Pir elinden dolu bade içelim
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Keramet ehlinin ol kerem kani
Biz bizden alalım ilmi irfanı
Sevgide bulalım dini imanı
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Atalım kalplerden kini nefreti
İnsana verelim sevgi hürmeti
Kendinde ara bul her hakikati
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Hiç bir canı incitmeden kırmadan
Kendi kusurunu kendin görmeden
Boş boşuna bu bedeni yormadan
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye

Garip Bektaş hak çağırır dilimiz
Ezelden ikrara bağlı belimiz
Erenler yoludur gerçek yolumuz
Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’yeBİTİRDİN

Gül diyerek diken diktin bağıma
Gözün aydın dünya beni bitirdin
Zamansız kar yağdı gönül dağıma
Gözün aydın dünya beni bitirdin

Kalbime bir yara açtın derinden
Yüreğimi söküp aldın yerinden
Hangi seven vefa gördü yarinden
Gözün aydın dünya beni bitirdin

Ömrümün boyunca çektirdin acı
Açtığın yaranın yoktun ilacı
Yıkıldı gönlümün tahtıyla tacı
Gözün aydın dünya beni bitirdin

Yorgun düştü bu gönlümün kervanı
Geldi çattı ayrılığın zamanı
Bir gün sürdürmedin demi devranı
Gözün aydın dünya beni bitirdin

Bu Garip Bektaş’la dalganı geçtin
Çile çekmek için hep beni seçtin
Sen benim başıma çok işler açtın
Gözün aydın dünya beni bitirdi


SEN GELDİN

Yıllar önce açılmıştı aramız
Yine bugün hatırıma sen geldin
Kabuk tutmuş, küllenmişti yaramız
Yine bugün hatırıma sen geldin

Ne bir mektup ne bir haber bekledim
Sır diyerek sevgimizi sakladım
Şöyle geçen yıllarımı yokladım
Yine bugün hatırıma sen geldin

Yaşım yüz olsa da, ister yüz elli
Gönlüm unutmamış seni temelli
Hasretin içimde çıkmıyor belli
Yine bugün hatırıma sen geldin

Ayrılık treni gelip geçerken
Sevda dağlarını delip geçerken
Herkes kendisine bir yar seçerken
Yine bugün hatırıma sen geldin

Garip Bektaş der ki: hayalde düşte
Akıldı bırakmadı bu sevda başta
Dört mevsim içinde baharda kışta
Yine bugün hatırıma sen geldin


Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Bir canım vardı verdim erenler
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına
Serimi meydana serdim erenler
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Aşkın ateşine yaktım özümü
Uyandım gafletten açtım gözümü
Muhammed Ali’ye verdim sözümü
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Bütün kainatı eyledin seyran
Hakkın emriyle dönüyor devran
Dosta varmak için yürüyor kervan
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Varıp kapısına yüzümü sürdüm
Erenler cemine kusursuz girdim
Bütün gerçekleri orada gördüm
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Garip Bektaş der ki kurbanlık koçum
O cananı sevmek benim tek suçum
Kınamayın dostlar yanıyor içim
Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Fikret Dikmen

Her tarafı derin kaygı bürümüş,
İnsanlık kokuşmuş, dostluk çürümüş,
Çıkar, rüşvet, hile almış yürümüş,
Her şey gelip, maddiyata dayanmış

Para olmuş bu dünyanın kralı,
Böyle midir insanlığın kuralı?
Bu yüzden kulların bağrı yaralı
Fikret uyur iken kimler uyanmış?


1950 yılının bir güz ayında annesi kendi köyü olan Gökbez köyü'nden yakın bir köy olan Havuzlu köyü'ne düğüne gitmiş o düğünde doğmuş, annesi Ayşe, babası Hüsamettin'dir İlkokul mezunudur Askerliğini Denizli ve Muşta tamamlamıştır Ankara, İstanbul gibi şehirlerde yedi yıl kadar çeşitli islerde çalışmış 1979 yılında memleketi Niğde’de Tarım İl Müdürlüğü’nde isçi olarak göreve başlamıştır 1997 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrılmıştır Evli ve iki kızı olan Fikret Dikmen halen Niğde'de ikamet etmektedir

Fikret Dikmen şiir yazmaya ilkokul yıllarında merak sarmış herhangi bir aşıktan ya da ustadan şiir yazma veya söyleme dersi almamış çocukken çobanlık yaptığı yıllarda Karacaoğlan kitabından okuduğu şiirlerin etkisiyle yazmaya davam etmiştir Yetiştiği çevre tabiat ve insanlar duygu dünyasını besleyen unsurlar olmuş yani herhangi bir usta görmemiş eğer Fikret Dikmen bir usta bir aşık tarafından ya da halk şiiri geleneğinin içinde yetişmiş olsaydı bu günkü konumunun çok üstünde olurdu Hece, vezni ve şiir tekniğini kendi kendine öğrenmiş şiir denemelerini de tek başına yapmıştır Şiirlerinde görülüyor yetişme tarzı onu en çok sosyal konulara yönlendirmiştir Sevgisinde çok samimidir, insanları güzellikleri karşılıksız sevmekte bütün canlıların mutlu yasamasını samimiyetle istemektedir Şiirlerinde en çok sevgi, barış, dostluk ve insanlık gibi konuları ön plana çıkarmaktadır

Kitapları
1997 yılında ilk kitabi Duygudan Gönüllere,
2001 yılında ikinci kitabı Sulara Türkü Yazdım,
2002 yılında üçüncü kitabi Yüreğim Bir Anadolu,
2004 yılında dördüncü kitabi Pervane Misali
isimli kitapları yayınlanmıştır Yüzlerce şiiri TRT tv ve radyolarında, dergilerde, gazetelerde yayınlanmıştır On beş kadar şiiri çeşitli sanatçılar tarafından bestelenerek albümlere okunmuştur

Eserlerinden bazıları:
CAN GÖSTER BANA

Sultanlar paşalar nice beyleri,
Dünyada kalıcı şan göster bana
Adem’den Havva’dan ve Nuh’tan beri,
Ölümü tatmayan can göster bana

Tatlılar içinde bal başta gelir,
Canlılar içinde kul başta gelir,
Yedi renk içinde al başta gelir,
Kırmızı akmayan kan göster bana

Deryada buluşur ırmaklar çaylar,
Seneyi tamamlar haftalar aylar,
Boşa mı yapıldı kervansaraylar,
Yolcusu olmayan Han göster bana

Yaşamak istersen, insanca fakat,
Kibiri nefreti kalbinden sök at,
Bu yolda özünde bitse de takat,
İnsanlık aşkıyla yan, göster bana

Fikret’in serveti kendi aklıdır,
Bakışlar görüşler farklı farklıdır,
Gecenin bağrında şafak saklıdır,
Seheri olmayan Tan göster bana


NERDEYİM

İnsan aynasına camsız bakarım,
Arıyorum ben kendimi nerdeyim?
Bazen buharlaşır arşa çıkarım,
Bazen gök kubbede bazen yerdeyim

Hakikat yolundan ayrılmaz izim,
Dostluk dergâhında muhabbet bizim,
Madem kul kusursuz olmaz azizim,
İnsan ayıbını örten perdeyim

Hiç kimseyle olmadı ki hesabım,
Anlayana nasihattir hitabım,
Okumak istersen canlı kitabım
Ya bir şiirdeyim, ya nesirdeyim

Gün olur çırağım, gün olur usta,
Bakarsın damlayım ta okyanusta,
Bir gün Mevlana’da birgün Yunus’ta
Bir bakarsın Hacı Bektaş Pir’deyim

Varsın anlamasın cahiller beni,
Kitapta okudum bilimi feni,
Bulmak ister isen Fikret Dikmen’i
İnsanlık yolunda son seferdeyim


TÜRKÜLER

Ben ömrümü türkülere adadım,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var
Benliğimi türkülerde aradım,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

Türküler sevginin temel taşıdır,
Türküler duygunun deste başıdır,
Türküler milletin can yoldaşıdır,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

Sarı sıcakların serinliğinde,
Sevgi umanının derinliğinde,
Yaşar halkımızın öz benliğinde,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

Türkü kutsal, emek alın teridir,
Çeliği toz eder, tuncu eridir,
Kin ile nefretin panzehiridir,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

Halkın öz bağının yedi vereni,
Kaynaştırır eşi, dostu, yareni,
Göster türkülerden zarar göreni,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

Fikret Türkülerden alır gıdayı,
Dost elinden içer türlü badeyi,
Türkülerde bulur aşkı sevdayı,
Türkülerde dostluk, barış, sevgi var

NEREDESİN İNSANLIK

Her tarafı derin kaygı bürümüş,
İnsanlık kokuşmuş, dostluk çürümüş,
Çıkar, rüşvet, hile almış yürümüş,
Her şey gelip, maddiyata dayanmış

Körleşmiş insani bütün duygular,
Sözde kalmış hatır, gönül saygılar,
Günden güne çoğalıyor kaygılar,
Saygın insan, vatandaşı soyanmış

Defter isyan etti, yazmıyor kalem,
Herkes havasında bir başka alem,
Kardeşi kardeşe vermiyor selam,
Nifak gelmiş kapımıza dayanmış

Kullar misafirken bu köhne handa,
Acıma duygusu bitmiş insanda,
Yoksulluk bir yanda, savaş bir yanda,
Yeryüzü al kızıl kana boyanmış

Para olmuş bu dünyanın kralı,
Böyle midir insanlığın kuralı?
Bu yüzden kulların bağrı yaralı
Fikret uyur iken kimler uyanmış?


NEREDE KALDI

Eskiden Hoş Sohbetlik Yarenlik Boldu,
Bilmem Şimdilerde Bize Ne Oldu?
Her şey Para İle Ölçülür Oldu
Hani Nerede Kaldı Eski Dostluklar?

Araya Menfaat Girerse Hele
Daire Çiziyor Cetveller Bile
Kardeş Kardeşine Yapıyor Hile
Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar?

Ancak O Günleri Yaşayan Bilir
Yanından Geçerken Görmezden Gelir
İstersen Kafa Yor İstersen Delir
Hani Nerde kaldı Eski Dostluklar

Hele Bir Düşte Gör Darlığa dara
Din İman Peygamber Kesilir Para
Bulana Aşk olsun Mum Yak ta Ara
Hani Nerde kaldı Eski Dostluklar?

İnsanlar Aklını Paraya taktı
Hatır Gönül Saygı Ortadan kalktı
Menfaat Ateşi Toplumu yaktı
Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar?

Yumuşak kükredi Sertlik Üstüne
Namertlik Yürüdü Mertlik Üstüne
Fikret Dörtlük yazar Dörtlük Üstüne
Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar?


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Feyzullah Çınar


Feyzullah Çınar 1937 yılında Sivas Çamşıhı'nın Çamağa Köyü'nde doğmuş; tam beş yaşındayken almış eline bağlamayı Şeyh Ahmet Yasevi'nin soyundan gelen ozan Pir Sultan Abdal'ı, Kaygusuz'u, Virani'yi dinleyerek büyür; 14-15 yaşlarında ise iyi saz çalip, türkü söyleyen bir kişidir artık

Anadolu'nun o aman vermez çileli yaşamından büyük kente, İstanbul'a gelmesiyle başlayan zorlu yaşam öyküsü O'nu sazıyla daha da yakınlaştırmıştır İstanbul'da girdiği işler doyurmaz aşığı, O gönlündeki aşkı toplumsal çelişkileri paylaşmak ister diğer insanlarla Tam da bu sırada birlikte olduğu dostları Feyzullah Çınar'a bir plak yapmak isterler

Plağın bir yüzü Agahî Baba'nın "Fazilet" adlı deyişi, diğer yüzü Malatyalı Esirî'nin Şah Hüseyin'e mersiyesi Yıl 1966; o yıllarda Alevi deyişlerini çalıp söylemek pek çok açıdan zor Ama koca Çınar durur mu? Aldı mı sazı eline, vurdu mu sazın teline söyler Pir Sultan'dan, Viranî'den, Kul Himmet'ten işte o gün bu gündür ait olduğu kültürün o güzel ürünlerini altmıştan fazla plağa okumuştur ozan

1969 yılında Fransa'ya giden Çınar, Alevi-Bektaşi kültürü ve müziği üzerine Irene Melikoff'la birlikte konferanslara katılır, konserler verir Bir çok Avrupa ülkesinde radyo programlarına katılır Ozanın Fransa Radyo Televizyoncu ve Unesco tarafından iki long-play'i yayınlanır

Feyzullah Çınar, Alevi-Bektaşi ozanlarının içinde kırsaldan kente göçmüş, ancak geleneksel kültüründen hiç bir şey yitirmeden sanatını uygulamış ender kişilerden biridir O geleneksel kültürünü yaşatarak içinde bulunduğu toplumun sorunlarını dile getiren bir ozandır O'nun sanat yaşamına baktığımızda koca Çınar'ın yine bir başka çınarın izinden gittiğini görürüz Bu kişi Pir Sultan Abdal'dan başkası değildir Pir Sultan'ı ve Pir Sultan geleneğini kendine kılavuz seçmiştir O sazının telinden dökülen melodiler bin yıllık geleneğin sözcüsü gibidir Pir Sultan deyişlerini sanki Çınar seslendirsin diye yazmıştır Çınar deyişleri, öylesine yüksek bir sanat gücüyle icra eder, ve dilinden dökülen her sözün anlamı müzikle öylesine bütünleşir ki, yüzlerce yıllık Alevi kültürü ile binlerce yıllık Anadolu kültürlerinin sentezinden doğan bir ses çakılır kulaklarımıza Feyzullah Çınar usta malı söyler deyişlerini Yedi kutuplardan en çok Pir Sultan Abdal, Virani, Kul Himmet ve Hatayi'nin deyişlerini çalar ve okur Geçmişle günümüz arasındaki köprü görevini üstlenmiş o ozanların işlevini Çınar'da da görürüz Bu bakımdan günümüz ozanlarının deyişleri de O'nun için diğerleri kadar önemli, hatta kutsaldır Kul Ahmet, Sefil İbrahim, Celalî kendi döneminin toplumcu ozanlarıdır ve bunların deyişleri Çınar'ın dilinde ve telinde ustaca yorumlanır Feyzullah Çınar 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal açıdan çileli, karamsar, tehlikeli ortamı içinde ozanlık yapmaya çabalar Türkiye'yi bir uçtan diğer uca dört kez dolaşır Halkına umut verir, yüreklendirir onları Toplumcu deyişleri seslendirdiği için hapse atılır Ancak yine söyler, yine çalar sazım

1983 yılında daha 46 yaşındayken Çınar yaşama gözlerini kapatır Ancak onun sesi bu toprağa gönül vermiş dostlarının kulağında yaşamaya devam ediyor

Bazı türküleri : Siyah saçlarından hatem yüzlerin, Bu yıl bu dağların karı erimez, Geldim şu alemi ıslah edeyim






Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız(F-G)

Eski 06-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız(F-G)




Fakiri
Gönül istediği güzeli görmez
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?
Vefasız güzeller ahdinde durmaz
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?

«Fakir» der : girelim hırkaya, taca
Terk edelim alemi hep ucdan uca
Derdim artık durur dağlardan yüce
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?


Alevi-Bektaşi şairlerinden Fakiri’nin asıl adı Cafer’dir Malatya ilinin Yazıhan bucağına bağlı Karaca köyünde Rumi 1282 yılında dünyaya gelmiştir Doğum günü kat’i olarak bilinmemektedir Şairin çocukluğu, gençliği, ihtiyarlığı kısaca bütün hayatı köyde geçmiş bir köylü ve çiftçi çocuğudur Hayatı boyunca çiftçilikle uğraşmış, ekseriya yarıcılık yapmış, gayet fakirane bir hayat sürmüş, bu içtimai ve iktisadi durumunu da kendisine mahlas olarak seçmiştir Geçiminin bir kısmını kış günleri ara sıra çulfalık denilen ilkel tezgahla aba, çuval, bez vs dokuyarak temin etmiştir Biribiri ardısıra karılarının ölümü üzerine üç defa evlenmiştir İlk karısından evli ve 50 yaşında bir kızı son karısından da fakirce biri evli, diğeri bekar olmak üzere iki oğlu vardır

İçli ve pek hassas ruhlu şair eskiden bağlı bulunduğu ilçede yaptığı üç aylık bir ihtiyat askerliği hariç hiç bir yere çıkmamış, elli yaşında olduğu için fiilen birinci cihan harbine de iştirak etmemiştir Diğer halk şairleri ekseriya gurbetten sılaya dair şiirler söyledikleri halde, gurbeti içinde duyan bizim dindar şair aksine çok defa sıladan gurbettekilere şiir; gurbet elde ölenler için ağıt; bazı kimseler için bazı mevzularda destanlar söylemiş, bütün şiirleriyle birlikte sayısı 294 kıtayı bulan nefesler vücude getirmiştir

Onu yakından tanıyan, bilen, konuşan kimselerden edindiğim malumata göre; Fakiri ümmidir, okur-yazarlığı yoktur Söylediği deyişleri (şiirleri) bir okur yazar bulup, bir kağıda yazdırıncaya kadar hafızasında saklar ve onu yazdırdıktan sonra unutur Kendisi gayet mahcup, ömrünün yaşlı anlarında bile başkaları ile konuşmaktan çekinen, pek sıkılgan, orta boylu, geniş omuzlu; geniş oldukça uzun ve beyaz sakallı, sağlam yapılıdır

Şimdiye kadar hiçbir antolojide, mecmuada şiirlerine rastlanmayan, herkesçe meçhul, yalnız yaşadığı muhitçe tanınan, iyi bir şöhrete sahip bulunan bu büyük halk şairinin şiirleri, muhtelif şahısların hususi şiir defterlerinden Abdurrahman Ünlüer ve bilhassa Kargı Hüseyin’in tanınmış halk ve divan şairlerinin şiirlerini toplattırdığı bir cönk defterinden alınmıştır Şairin ağzından bazan doğru dürüst yazılmayan ve halk ağzında söylenegelen bu şiirler bazı ufak tefek değişikliklere de maruz kalmıştır

Hayatının son demleri sefalet içinde geçen şair aç kaldığı günlerde bile muhanetten asla kerem ummamıştır Kendisinden kimse incinmiş değildir

Kendisini Bektaşi meclislerinde yetiştiren, olgunlaşan bu büyük ümmi halk şairi aynı zamanda Atatürk’e yazdığı destanından da anlaşılacağı üzere canı pahasına Atatürk ve inkilaplarına bağlı bir zattır Onun mevcut bütün şiirlerini ele geçirdiğimi zannediyorum

Zahiren fakirane, manen pek zengin bir hayat süren Fakiri Rumi 1348 (1932) de bir Cuma gecesi saat 8 sıralarında doğduğu Karaca köyünde hayata gözlerini yummuş ve köyün güney- batı tarafındaki umumi mezarlığa defnedilmiştir Tanrı rahmet eylesin!

Cemal ÖZBEY
8 Ağustos 1953
Karaca Köyü MALATYA


Fakiri
Malatyalı Halk Şairi Cafer Baba'nın
Hayatı ve Şiirleri
Cemal Özbey
Ankara 1954




Eserlerinden bazıları:


EFSANEYE YELENLER

Turap olan hakkı bulur enginde
Yücelerde boran olur kar olur
Alçağı yok birbirinin denginde
Haber anlatması gayet zor olur

Bilmiyor halini ahmak olanlar
Ne ahzeder efsaneye yelenler
Pişman olur kahkahayla gülenler
Ariflerin meclisinde hor olur

Güvenmek yok bu dünyanın işine
Hoşluğuyla ağu katar aşına
Çok hal gelir kul olanın başına
Bir dem güler amma bir dem zar olur

Bir şirk ile hiç alem aranmaz
Mürşide ermeyen bir kar kazanmaz
Her vakit zalimin börkü uzanmaz
Gül deyi derdiği diken har olur

Hay ile huy ile geçer günümüz
Zayıfladı imanımız dinimiz
«Fakir» der : kailik çıksa canımız
Geniş dünya başımıza dar olur


NE ÇIKAR

Adem olan ademlikte durmalı
Hayvan gibi sürüşmekten ne çıkar?
Eli gözetmeden kendin görmeli
Cahil gibi yarışmaktan ne çıkar?

Adem isterim ki öğütler tuta
Konu komşusuyla birliğe yete
Aradan buğuzu benliği ata
Kavga edip vuruşmaktan ne çıkar?

Kul olanın eli olsun hayırda
Hakkı hazır bil de dağda bayırda
Cevahir bulunmaz kumda kayırda
Ummanlarda aramakatan ne çıkar?

İnsan oğlu dirlik etmez marınan
Bir arada olmaz güller harınan
Kadim konuşmalı sadık yarınan
Yalan yere görüşmekten ne çıkar?

«Fakir» der ki : Olan ömrüm zay olur
Yüklenir göçümüz gitti hay olur
Bu yalan dünya kime köy olur
Devran sürsen sürmesen de ne çıkar?

Fakiri, bu şiiri körü körüne münakaşa etmeyi adet edinmiş olan bir komşusu için bir münakaşadan sonra söylemiştir
« Derleyen »


CİHANI ZAPTETSEN

Hak kerimdir yoksullar da bay olur
Muhanetler hiç gülmesin boşuna
Her vakit ağlatmaz kulun Yaratan
Elbette bir gün rast gelir hoşuna

Cahil cimri mahlas takar her biri
Doğrusu vermemek bunlara sırrı
Saçarlar yabana namusu arı
Besbelli ki bunlar gelir hoşuna

Etmezem kimseye hiç bir minneti
Arayıp bulalım bir ehli zatı
Nekes sevinirse yoktur kıymeti
Çok hal gelir kul olanın başına

Hak emrine kail olda eğlen dur
Anla dinle ne hayırdır hele gör
Cihanı zaptetsen elbette rızk bir
Sakın olup düşme nefsin peşine

«Fakir» der bildiğim budur : Bir mana
Adülerin sözü kar etti cana
Böyle geçer günümüzde bu sene
Kim karışır o Mevla’nın işine

Fakiri, bu şiiri fakirliğinden dolayı kendisini hakir gören bazı komşuları için söylemiştir
« Derleyen »


YEZİT

Ne düşmüşsün bu araya kemalsiz?
Elinde küreğin katarsın yezit
Ahıri ölürsün murdar amelsiz
Kan ile irine batarsın yezit

Yer vurmadan niçin geri kalmışsın?
Bu isimde sıfatını bulmuşsun
Hindi pazar karısından olmuşsun
Muaviye işleğin tutarsın Yezit

Tuttuğun işlere etmezsin tövbe
Dönüpte terslersin yediğin kaba
Kov gaybet edersin gelmez hesaba
Burda alır şurda satarsın melun

İkrarlısın ikrarsızdan kötüsün
Nefsi emmareden daha katısın
Yedi tamu Cehennemin itisin
Daha ondan betersin melun

«Fakir» der ki dediklerim sende var
İşin, gücün kin, buğuz, kubar
Lanetin tokunda belli gözün var
Ulaşır iblise yetersin melun

Fakir’i bu şiirini köyde hizmetkarlık yapan, laf gezdiren, halkı birbirine düşüren Sıvas’ın Gürün kazasına bağlı Yuva köyünden Hamza adlı iki yüzlü bir şahıs için söylemiştir


GÖÇ

Kırmızı güllerin eyyamı geçer
Bülbül gibi zara başlar dilimiz
Yaz gelince eller yaylaya göçer
Issız kalır vatanımız elimiz

Gide gide yar peşinden yetilmez
Oynar oynar oyunundan utulmaz
Hiçbir elde iki karpuz tutulmaz
O yar ile müşkül olur halimiz

Havai nefsine uyan cahildir
Kaderine kail olan ehildir
Bizim eller engin olur sehildir
Burda kala toprağımız, külümüz

«Fakir» der ki uluların durağı
Yakup bilir iştiyağı fırağı
Irızk birdir dolaşmayın ırağı
Şamı şarkı tutar olsa kolunuz

Fakiri, bu şiiri köyde kıtlık olması dolayısiyle köylülerin hayvanlarını, yazın otlatmak için uzak bir yaylaya göçmeleri, kendisininde köyde kalması vesilesiyle söylemiştir

Bu şiiri, Ankara’da bir davette büyük yazar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sabık Doçentlerinden DrAbdülbaki Gölpınarlı’ya okuduğumda pek beğenmiş, tekrar tekrar okutmuş ve bu şiiri pek beğendiklerini işaret etmemi arzu buyurmuşlardı
« Derleyen »


«Hekimhan’ın Başkınık Köyünden Abbas Özkolaçık’a»

Ne vakittir ister idim ben seni
Perişan gönlümün mihmanı mısın?
Yollarına kurban edem bu canı
Perişan gönlümün mihmanı mısın?

Bulunmaz cihanda sen gibi konuk
Kalbimdir eyleyen şahidi tanık
Ciğerim yaralı yüreğim yanık
Perişan gönlümün mihmanı mısın?

Kadim gelsen gitsen hoş bu haneye
Bakma isyanıma, kalma cünhaya
Kail oldum ayda değil seneye
Perişan gönlümün mihmanı mısın?

Hasiretim gül yüzünü görmeye
Hacet değil bir kimseden sormaya
İhtiyarsız oldum lahza durmaya
Perişan gönlümün mihmanı mısın?

«Fakir» der ki : İtibarım sizedir
Şükür olsun konalganız bizedir
Miski amber kokuların bezetir
Perişan gönlümün mihmanı mısın? EYVAH

Gönül istediği güzeli görmez
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?
Vefasız güzeller ahdinde durmaz
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?

Vefa umma zemanenin halinden
Geçelim dünyanın küllü varından
Ömür hasar oldu yar efkarından
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?

Herkesin sevdiği hürü melektir
Halkı alem bu sevdadan helaktir
Üstümüzde dönen çarkı felektir
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?

Yar aşk donun giyin görün bu göze
Gören hayran olsun cilveye naza
Rahatlık kalmadı bu yerde bize
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?

«Fakir» der : girelim hırkaya, taca
Terk edelim alemi hep ucdan uca
Derdim artık durur dağlardan yüce
Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek?


YETER

Efendilik bir kişinin hakkında
Her olur olmaza efendi denmez
Gözü vardır fukaranın b da
Herze yenir amma bu kadar yenmez

Mensup olup otururlar meclise
Ellerin sokarlar pise necise
Layık mı insanlık böyle hasibe?
Asil zat olanlar haramı yemez

Malımız haczeder bu ehli garat
Ne türlü kurtulup eyliyek berat?
Yetmez mi mahluka bunca hakaret?
Mat oldu dilleri söylenip durmaz

Hali olmaz cihan ey gafil, ahmak
Bu denli cevredip hem yakıp yıkmak
Kat’i müşkül oldu altından kalkmak
Bindi sırtımızdan aşağı inmez

Yeter! zalim, yeter! bu cefa yeter!
Ancak bu işleri kem adam tutar
Zulmü taatiniz yezitten beter
İnadına kavi sözünden dönmez

Rüsva olmuşuz biz bu alemde
Fer kalmadı divit ile kalemde
Din iman olur mu böyle ademde?
Ahirin düşünüp sonunu sanmaz

Görüp gözetiyor hak, bunu arar
Muhanet babını açar ol şirar
Ancak merdaneler meydana girer
Şahinin yurduna kargalar konmaz

Yani beğendin mi bu yüce şanı?
Layık mı incitmek bu denli canı?
Neylersin ey! Cünun bu dünya fani?
Söyünür kimsenin çırası yanmaz

Şayoldu haller söylenir dilde
Ulu borç edindik dane yok elde
Haranın tadı yok şekerde balda
Aklı olan kişi bu kara çunmaz

Ne esbabın bildim ne de soyunu
Mevla olsun fakirlerin muini
Kuruttular çanağında suyunu
Nacarın törpüsü bu kadar yonmaz

Geçirdik ömrümüz sayılı günde
Ardı ucu görünmez ha şunda bunda
Gücenmen ağalar sizinle bende?
Lakin Haktan gayri kimseyi tınmaz

Gayet perişandır bu halkın hali
Tırnağı kalmamış kaşısın keli
Tesir etmez Kur’an okusa dili
Er olsa şeytanın atına binmez

Deccal doğdu ecüç mecüç cihanda
Nan nimet kalmadı kapta sahanda
Hayır söz çıkmıyor hiçbir dehanda
İyiler iyidir günleri dunmaz

Şer tohumu yerin yüzüne serpti
Büyükler küçüğün elini öptü
Neyleyim dünyanın çivisi koptu
Cihan nara düşmüş ateşi sönmez

Derilmiş bir araya biraz harami
Cehdeyleyip batırmaya meramı
Nasıl bu kuluna ersin ikramı
Farkı yok kafirden birbirin kınmaz

Er gerek ki bu cefayı götüre
Hırkasın başına çeke otura
Tavla başı oldun desen katıra
Kal’alıp kimseyi üşenip sanmaz

Adlinden taciziz biz bu itlerin
Ziyade şevketi hem yezitlerin
Bozuldu bentleri ehli zatların
Aksi döndü bu çarh doğruya dönmez

Cahil sohbetinden belli yüzünden
Mekir yağar, hem yüzünden, gözünden
Başımızı alıp gidek tezinden
Bunlar hakkı bilip korkup utanmaz

Doyurmaz gözünü hem malı Karun
Yılan, çıyan oldu bilmiyor, karın
Verseler kanmıyor cihanın varın
Hak ihsan etmezse uzanıp, sünmez,

Mabut edinmişler akçayı, pulu
Bilse kendi halin tanlamaz eli
Arifler incitip kırmaz bir kılı
Yarası olmayan deli olup bunmaz

Göklere dayandı mazlumun ahı
Yabana atmayın sözlerim sahi
İsterse yerlere indirse mahı
Divanı baride rahmete banmaz

« Fakir » der : Kurbanım halden bilene
Cümle kail olduk haktan gelene
Nasıl bel bağlayım kalbi yalana
Ne denli söylesem müşkülüm kanmaz

Bu şiir, Rumi 1340 yılında Karaca köyü ihtiyar heyeti ve ileri gelenlerinden sekiz kişiden mürekkep mültezimlerin üç yüz bin kuruşa aşar iltizamı alıp, yüz elli bin kuruş zarara girmelerinden dolayı zararlarını kapatmak için halkı fevkalade sıkıştırmaları üzerine Fakiri tarafından söylenmiştir « Derleyen »


ÇARHI FELEK

Yine çarkı felek aksine döndü
Şimdi gurbet ele düştü yolumuz
Nedeyim bu çarhın böyle elinden
Kavimden, kardeşten kesti elimiz

Ara yerde karlı dağlar yücedir
Soramadım yar halleri nicedir
Pir eyledi beni bu dert kocatır
Eğdi kametimiz büktü belimiz

İsterdim dost ile edem pazarı
Ayrılık günüdür kalırım zarı
Nice bir çekeyim bu intizarı
Kadir Mevlam sen bilirsin halimiz

Yarın hasreti yarın ateşi
Delik delik oldu sinemin başı
Lal-ü gevher oldu silanın taşı
Gazel mi oldu bilmem soldu gülümüz?

«Fakir» der gönlümden gitmez bu keder
Koç yiğitler vatanını terkeder
Daha neler eder bize bu kader?
Kalmaya bu garip elde ölümüz









Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.