Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Gurbetî Yaz gününde nara düştüm Gülistanda hara düştüm Hal bilmeyen yara düştüm Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Gurbetî bıktım aymazdan İnsanı insan saymazdan Kulun hakkıyla doymazdan Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Asıl adı Bilal Çamlık olan Aşık Gurbetî, 691958'de İsmail ve Selver Çamlık'ın dördüncü çocukları olarak Sivas'ın Kangal ilçesine bağlı Soğukpınar(Mamaş) köyünde doğdu İki yaşında iken Pozantı'ya(Adana), altı yaşında iken Ankara'ya geldi Enstrüman ile ilk tanışması altı yaşında mandolinle oldu 12 yaşında iken büyük ablasının satın aldığı cura sazla bağlama çalmaya başladı ve kendi kendine bağlama çalmayı öğrendi İlk, orta, lise ve üniversite öğrenimini Ankara'da tamamladı 1977 'de Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'ne girdi Üniversite öğrencisi iken, Alman Akademi Değişim Hizmeti bursuyla Trier Üniversitesi'nde derslere katıldı Dillerin Ortaya Çıkışıyla İlgili Teoriler konulu lisans tezini hazırladı ve 1981 yılında Ankara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu Çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalıştı 1982 yılında yukarıda anılan kuruluşun bursuyla Bremen'de germanistler seminerine katıldı 1983 yılında dilbilimi alanında (grafemik) yüksek lisans çalışmasını tamamladı Vatani görevini 1986-87 yıllarında asteğmen olarak Ankara'da yerine getirdi 1987 yılında açılan Dışişleri Bakanlığı sınavını kazanarak anılan bakanlığa geçti 1989 yılında Ataşe olarak Arnavutluk'un başkenti Tiran'a gitti Sonra Almanya (Berlin), Beyaz Rusya(Minsk), yeniden Almanya'da(Nürnberg) Ataşelik görevlerini sürdürdü Halen Tiran'daki Türk Büyükelçiliğinde ataşe olarak görev yapmaktadır Almanca , Arnavutça ve orta düzeyde İngilizce ve Rusça bilen Bilal Çamlık evlidir ve Duygu(18) adında bir kız ve Dorukhan Barış(8) adında bir oğul sahibidir SANATSAL ETKİNLİKLERİ: Amatörce yaptığı beste çalışmaları ilk kez 1990 yılında Tiran'da ürün verdi Paris'te orkestra şefi olarak çalışan Genci Tuqiçi tarafından kısmen çoksesli olarak aranje edilen İNANMAM adlı yapıtı Arnavutluk Radyo Televizyon Kurumu Senfoni Orkestrası'nca icra edildi ve Arnavutluk'un ünlü sanatçısı İrma Libohova ile bu şarkıyı bağlaması eşliğinde yorumladı Bu olay, yumuşama sürecine girmiş Arnavutluk rejiminin sanatsal ilk açılımı oldu Zira Arnavutluk'un geleneksel kış festivalinde yıllarca hiç bir yabancı konuk yer almamıştı Türk basınında da yer alan bu etkinlik, dünya basınına da yansımıştır Arnavut gazetelerinde birçok röportajı ve şiiri yayımlandı Halk müziği tabanlı birkaç ezgisi çok seslendirilerek operada kuartetlerce çalındı Bazı ezgileri piyanoya uyarlandı Piyanoya uyarlanan yapıtı Roma Operası'nda Arnavut Piyanist Egland Hasa tarafından yorumlandı Bir eseri yaylı sazlar kuvarteti tarafından Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da çalındı 1992 ve 1993 bahar festivallerinde konuk besteci olarak yer aldı Yunus'a Atfen adlı ezgisi, operaya uyarlandı , Prof Hikmet Şimşek tarafından yönetilecek olan eser, Arnavutluk Opera sanatçılarının greve gitmeleri nedeniyle icra edilemedi Hafif müzik dalındaki besteleri, Arnavutça sözlerle Arnavut medyasında halen yayınlanmaktadır Üzerinde altı yıl çalıştığı Arnavutça-Türkçe Karşılaştırmalı Dilbilgisi kitabını 1996 yılında Ankara'da yayımladı Beyaz Rusya'da Minsk Devlet Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi Türkçe Bölümü'nde bir yıl Türk Dili dersleri verdi ve öğrencileri ile birlikte, metodolojik olarak mevcutlardan oldukça farklı bir görünüm arz eden ve halen yayıma hazırlanan Rusça Dilbilgisi kitabını yazdı Minsk Devlet Radyosunda bağlamayı tanıttı ve iki türkü seslendirdi Nürnberg'de müzik çevresiyle yakın ilişkide bulundu TEMA VAKFI için sözünü de kendi yazdığı TEMA MARŞI'nı besteledi ve Nürnbergli özverili 28 kişiden oluşan Türk ve yabancı müzisyenlerle TEMA VAKFI'na armağan ettiği TEMA MARŞI CD'sini çıkardı Marş, Türk - Alman basını ve vatandaşlarca beğeniyle karşılandı ve ilk kez RTL-TV Bavyera kanalında bir söyleşi ile birlikte yayınlandı Alman yerel basınında da olumlu tepki bulan TEMA MARŞI, vakfın marşı olarak halen Türkiye radyolarında ve TEMA etkinliklerinde kullanılmaktadır Bilal Çamlık, Türk halk kültürünün tanınması-tanıtılması ve bir sonraki kuşaklara aktarılması katkısını, ömrünün yarısından çoğunu geçirdiği gurbetten dolayı ve aslında bu dünyanın bizatihi kendisinin GURBET olduğunu düşündüğünden, seçtiği GURBETî mahlasıyla sürdürmektedir SANAT ANLAYIŞI: Serbest ölçülerle de şiir yazan GURBETî, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı; her türlü insanın her türlü manevi inancına, bu inanç,topluma, devletin genel yapısına ve uzun vadede insanlığa zarar vermediği sürece saygı duyan; insanın davranış sınırını yasalar ve teamüllerle çizilmiş ve asgari rahatsız etmemek biçiminde algılayan; sevgide limit tanımayan, özde bütün varlıkların iyi olduğuna inanan, yanlış eğitim ve öğretimin insan genetiğine işleyerek toplumları dejenere ettiğini düşünen; iki sınırsız olgu olarak Tanrı'yı ve sevgiyi gören ve bunu yalnız insanda değil, aynı zamanda her nesnede, her varlıkta hisseden; sanatı, insanın mayasından sancılı ve duygusal bir doğum, doğuran kişiyi de sanatçı olarak adlandıran, doğayı ve insanı çelişkili uyum içinde gören ve yazdığı dizelerinde; sevgi, barış, içtenlik, hakta denge ve doğayı işleyen çağdaş bir halk ozanıdır Sanat yaşamına yapıtlarından hiçbir maddi kazanç sağlamadan tevazu ölçülerinde devam etmektedir Yayınlanmış Eserleri: 1-Arnavutça - Türkçe Karşılaştırmalı Dilbilgisi, Kılıçarslan Matbaası, Ankara, 1996 2- TEMA MARŞI CD'Sİ , MÜ-SA Stüdyoları, Nürnberg, 2000(TEMA'ya armağan) Eserlerinden bazıları: DİYEMEM Ehli iman olmak her kula haktır Sana hakikati görme diyemem Riyadan arınıp safi gelirsen İnsan meclisine girme diyemem Gurbetî kainat mekana sığmaz Boş olan başaklar boynunu eğmez Toz düşmeden suya ağaca değmez Her zerreye değer verme diyemem Tiran, 852002 BANA DEĞER Gül dalında ince diken Yara değmez bana değer Dağa yağmur yağar iken Kara değmez bana değer Altın tasa uymaz sergen Ayağa uzanmaz yorgan Kamile takılmaz urgan Dara değmez bana değer Cahil heran önde yürür Ergin bir kenarda durur Gurbetî mızrabın' vurur Tara değmez bana değer Tiran, 02022002 İNSAN OLMAK Vermeyle azalmaz malı hünkarın Muhtaca vermeye erinir gider Doyar mı doymaz mı bilmez ki karın Yoksul avaz etmez sürünür gider Özünde var kayırmak, riya bir beden Yorulmaz doldurur hakkım demeden Durur mu hiç bulduğunu yemeden İnsan kisvesine bürünür gider Gurbetî maksat üç gün dünyada Güzel olsun gerek var mı feryada Balık sanar aslın' yüzer deryada Dünya hayal olur görünür gider Tiran, 5112001 YARALIYIM DOST Değme tabip değme onmaz, Yaralarım azar bugün İlaç almaz, merhem tutmaz Yürekten kan sızar bugün Yaralıyım dost Yar uzakta, sılam nerde? Alıştı bu can kederde Çare yok mu ki bu derde Gönül çölde tozar bugün Yaralıyım dost Gurbetî solgundur gülden Beter oldum ben bülbülden Birşey gelmiyor ki elden Kalem kara yazar bugün Yaralıyım dost Tiran, 26102001 TEMA MARŞI Bulut ve yağmur, Yağmur ve toprak, Toprak ve ağaç, Türkiye Çöl Olmasın Doğa ve insan, İnsan ve sevgi, Sevenler ayrılmasın Türkiye çöl olmasın Sevenler ayrılmasın Güneş ve yaprak, Yaprak ve hava, Hava ve hayat, Türkiye Çöl Olmasın Doğa ve insan, İnsan ve sevgi, Sevenler ayrılmasın Türkiye çöl olmasın Sevenler ayrılmasın Nürnberg, 251999 NESİNE KANAYIM Kuzgun şahin olmuş göze bakıyor Nesine kanayım ben bu dünyanın Can pazara düşmüş söze bakıyor Nesine kanayım ben bu dünyanın Su katmışlar fukaranın aşına Açılmadık dert kalmamış başına Göz dikmişler beş kuruşluk işine Nesine kanayım ben bu dünyanın Sevdim desen inanmıyor sevgili Aldığımız nefes bile vergili Göstersene bir tek kişi görgülü Nesine kanayım ben bu dünyanın Emek dibe vurmuş borsa gidiyor Cenneti yok etmiş Mars’a gidiyor Eni sonu meçhul harsa gidiyor Nesine kanayım ben bu dünyanın Armut ağacında elma bitiyor Akbabalar bülbül gibi ötüyor Canım desen cananına batıyor Nesine kanayım ben bu dünyanın Ekmek ilaç pahasına yeniyor Bilim ilaç diye bizi deniyor Yağmur değil sanki tufan iniyor Nesine kanayım ben bu dünyanın Siyaset sokuldu camiye ceme Zincir bağlanıyor her bir heceme Aydınlık mı düşmez oldu geceme Nesine kanayım ben bu dünyanın Dualar edildi çözüm olmadı Şikayet edecek makam kalmadı Eziyet sürüyor vade dolmadı Nesine kanayım ben bu dünyanın Anlayana sivrisinek saz gelir Muhannete bir verdiği yüz gelir Yeşili tükenmiş işte güz gelir Nesine kanayım ben bu dünyanın Yoksulu hak almaz olmuş emekten Varsılı tat almıyor ki yemekten Gurbeti’ye gına geldi demekten Nesine kanayım ben bu dünyanın Tiran, 20082002 ZAMANSIZ MİSAFİR Yaz gününde nara düştüm Gülistanda hara düştüm Hal bilmeyen yara düştüm Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Alan gördüm, talan gördüm Yetim hakkı çalan gördüm Boşa namaz kılan gördüm Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Gurbetî bıktım aymazdan İnsanı insan saymazdan Kulun hakkıyla doymazdan Ben, zamansız misafirim yalan dünyada Nürnberg, 26101999 ZALİM AYRILIK Garip sıla diye yanar Göz yaş değil sanki pınar Yaradan onu mu sınar Ayrılık oy , ayrılık Zalim oy, zulüm oy, ölüm oy ayrılık Nefes almaz ciğer yanık Gökyüzünde turna tanık Toprak yerli ben mi konuk Ayrılık oy , ayrılık Zalim oy, zulüm oy, ölüm oy ayrılık Gurbetî yanardağ oldum Cehennemde yer mi buldum Oysa, ben de sana kuldum Ayrılık oy , ayrılık Zalim oy, zulüm oy , ölüm oy ayrılık Beter oy, yeter oy , biter oy ayrılık Nürnberg, 5112000 ŞAHBALAM Seni men sözlerine ganarak sevmişem Seni men gözlerine yanarak sevmişem, Şahbalam Şirin gözlüm, Melek yüzlüm, Yahşi sözlüm, Şahbalam Seni men her kimseden gıymatlı tutmuşam Seni men her şeyinle özüme gatmışam, Şahbalam Şiren gözlüm, Melek yüzlüm, Yahşi sözlüm, Şahbalam Nürnberg, 5111998 İSTANBUL BÜYÜK BALIK Sahillerde balık tutar insanlar, Kimi ekmek peşinde, kimi de neşesinde İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar Seçtikleri arasında benim yavuklum da var İskelede vapur bekler yolcular, Kimi iş telaşında, kimi çarkı başında İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar Seçtikleri arasında benim yavuklum da var Kovalarla su taşıyor kadınlar, Çocuklar aç açıkta, oynuyor oracıkta İstanbul büyük balık, yutar insanı yutar Seçtikleri arasında benim yavuklum da var Nürnberg, 561999 OLAMADIM Yüklendim varlığım yollara düştüm Bir nebzecik olsun yol alamadım Belime bağladım cevherden zincir İnsanın sevdiği kul olamadım Yürüdüm yavaşça yoksul solumda İnciler elmaslar vardı kolumda İpek halı döşeliydi yolumda Yerlere serilen çul olamadım Gurbetî demedim amana koştum İnsan sevgisiyle yandım tutuştum Hakkın varlığıyla zorları aştım Benden gayrısına el olamadım Minsk, 691998 GÜLENE SOR Gurbetin acısını Bilene sor bilene Sılanın kokusunu Alana sor alana Yerli sürer hoş sefa Elden olur mu vefa Saçın başın bin defa Yolana sor yolana Artık kaldım ben biyar Yaş genç gönül ihtiyar Zulüm oldu bu diyar Gelene sor gelene Gurbeti’yim yarem var Mekan oldu ahuzar Görünüşüm bahtiyar Gülene sor gülene Tiran,19082002 |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)GUFRANİ Emrini terkeder, neyhini tutar Kuru dava ile kul olur mu ya! Döner bir de halka sofuluk satar Böyle erkân, böyle yol olur mu ya! Ne bir zikrin, fikrin, doğru yolun var İyi halin yoktur, kötü halin var Gufrani! hep günahlarda elin var Böyle şair ehl-i dil olur mu ya! Karaman'a bağlı Başkışla köyünde 1864 yılında dünyaya gelen Gufrani'nin asıl adı Durmuş Ali'dir Babası köyün ağalarından, Ferhat oğullarından Mehmet Ali Ağa'dır, Annesi'nin adı Fatma’dır İlkokul tahsilini, köyündeki "Sıbyan Mektebi'nde" yapmıştır Daha sonra Karaman'a gelerek; bugünkü Kale İlkokulu'nun bulunduğu yerdeki Hacı İshak Medresesi'ne devam eder Bir müddet bu medresede tahsil gördükten sonra, eline bir saz alır; sazla birlikte, Gufrani mahlası ile şiirler söylemeye başlar İbn-ül Emin MKemal "Son Asır Türk Şairleri" adlı eserinde, Gufrani hakkında "Nükte ile Hicvi birleştirmiş zeki bir edası vardır Son zamanlarda yetişen saz şairlerimizden en olgunu olarak gösterilebilir" demektedir Hayatında dört defa evlenmiş olan Gufrani, ömrünü Karaman merkez Koçakdede mahellesinde geçirmiştir Gösterişten hoşlanmayan, sakin ve çekingen tabiatlı olan Gufrani'nin şiirleri, çeşitli nedenlerle tam olarak ortaya cıkarılamamıştır Araştırmacı yazar DAli GÜLCAN "Karamanlı Halk Ozanlarından Gufrani ve Kenzi" adlı eserinde Gufrani'nin şiirlerini derlemiş, bir kitap haline getirmiştirSelçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof Dr Saim Sakaoğlu Gufrani ile ilgili yeni bir eser hazırlamıştır Gufrani, 62 yaşında iken 1926 yılında vefat etmiştir Gufrani Konya ve Karaman yöresi'nin Konyalı Aşık Şemi'den sonra gelen en ünlü saz şairleri arasındadır Kaynaklar: Meydan Larousse Yrd Doç Dr Doğan Kaya Attila Özkırımlı (Edebiyat Ansiklopedisi) DrAli Gülcan (Karamanlı Ozanlardan Gufrani ve Kenzi) Eserlerinden bazıları: Destan Elhamdülillah alel a’la Bu cenge nusret-i Sübhân yetişti Yüz yirmi dört bin peygamber ile Din serveri fahr-i ekvân yetişti Sunûf-u evliya kalktı ayağa Bir hareket geldi yazıya dağa Ervâh-ı şüheda sol ile sağa Can Hüseyin şah-ı cihan yetişti Gazi Kemal Paşa hazretlerine Aşk olsun kemâl-i izzetlerine Bu canın yüz suyu hürmetlerine Bize Hakk’tan lütf u ihsân yetişti Görülmedi böyle bir keremkâni Fikriyle fethetti bütün cihanı Ecânib dediler Ali-i Sâni Bil şah-ı merdân-ı zaman yetişti Vezir-i âzamdır ol İsmet Paşa Pervâneler gibi saldı ateşe Bu emekler boşa gider mi haşâ Fedâ-yı can eden arslan yetişti Sâir zâbit dahi sıdk ile tuttu Hulûsla askerin önünde gitti On üç günde Yunan yerlere attı İzmir’e bir parça kalan yetişti İstedi İzmir’i Yunan ordusu Yunan’ınki şimdi bir can kaygusu Attılar deryaya kalan bakisi Atina’ya canı olan yetişti Anadolu on dört günde paklandı Yolu ile düşmanımız haklandı Köşe, bucak kâfir var mı yoklandı Her tarafa emr-i ferman yetişti Afyon’da sur tellerini kestiler Allah Allah ile birden bastılar Kırıldı kuvvesi, Yunan giydiler Birden bire kızıl uçan yetişti Kurtulanlar topal oldu kör oldu Bu harp feth-i Hayber ile bir oldu Kalktı zulmet, şükür cihan nur oldu Doğdu güneş mâh-ı tabân yetişti Yedi cephe tuttu Türk’ün askeri Yunan’a ejderha oldu her biri Ele geçenlerde kalmadı diri Ol başını alıp kaçan yetişti Tâyy-i mekân etti yerler kavuştu Hesapsız mühimmat koydu savuştu Ruzigârlar esti toza karıştı Arkasından acı duman yetişti Bin üç yüz otuz dokuz senemiz Yüz senedir topa karşı sinemiz Neler çekmiş hem anamız, babamız Gör sabır eyle ârifân yetişti Yaşasın rüesa hem alelusûl Yaşasın vükelâ ve sahib-i ukl Yaşasın asâkir mevcud-u cedvel Yaşasın milletten kurban yetişti Yaşasın kâmilen hep ehl-i imân Havuzda ve göllerde bütün ihvân Yaşasın Türkiye yaşasın vatan Bu harbe vuhûş tiran yetişti Harpten firar eden dinsiz haindir Onların katli de farz-ı ayndır Bize canın lâzımlığı bugündür Bu devlete sanma her can yetişti Kıyamette iş bu dünyanı bekâsı Beş kişiden mürekkeptir ihyâsı Üç, dört değil rûb-u meskun a’dâsı Âlem-i rahmete Rahmân yetişti Almış iken bütün kâfir cihanı Ecnebiler ibret tuttu Yunan’ı Türkiye kubbenin şems-i tabanı Dil salana kahr-ı Yezdân yetişti Çün üç yüz otuz üç müslüman Bizde ecnebide bulunan ihvân Beş insandan çoğaldı bu ins ü can Bize ihmal gaflet keslân yetişti Yekdiğerimiz kovalaşmayalım Yalan, bühtân, gıybet söyleşmeyelim Biz niçin yalvarıp ağlaşmayalım Kemikten iliğe isyan yetişti Ne de satıcılar helâl getirir Ne dükkancı sıdkı bütün oturur Bu kazanca hiç eksik mi yetirir Bize her taraftan noksan yetişti İsteyiksiz köpek gitse sürüye Gider mi çobanın işi ileriye Davet eder bütün kurdu beriye Pay yarıya denen hayvan yetişti Ya martına parmağını çaldırır Nargil suyu içerinizi soldurur Kendini imansız dinsiz öldürür İblis aldı, şimdi mihrân yetişti Kardeşlerim eli ele alalım Evvela biz Hakk yolunu bulalım Yaradana sâdık bir kul olalım Kulluk eden kula sultan yetişti Ne ayarı güzel kantarı çekeriz Kilo dolu alır noksan dökeriz Ne tarlaya helâl tohum ekeriz Hallerimiz çok perişan yetişti Ne kadın anlatır ere hâlini Ne avrada er inanır malını Bekler ikisi de fırsat yolunu Araya bir fesat, hicrân yetişti Çün mufassal yaptık biz bu destanı Şimdilik uyuttuk bu çevrestanı Geçin öne yaptırmayın ziyanı Sayenizde çok sâye-bân yetişti Buyralım mektebe evlatlarımız Her fenden okutmak mutadlarımız Ne fena mahsül-ü icatlarımız Der odun çekmeye oğlan yetişti Ecnebi kadar mı bizdeki akıl Fakat terbiyeden gafiliz gafil Bu gidişat doğru değil velhâsıl Demek ki insandan hayvan yetişti Gufranî girdi altmış yaşına Tac-ı devlet mi konuldu başına Karar olmaz Azrail’in işine Ecel, bugün, yarın hemen yetiştiOlur mu? Emrini terkeder, neyhini tutar Kuru dava ile kul olur mu ya! Döner bir de halka sofuluk satar Böyle erkân, böyle yol olur mu ya! Kişizadelik hiç alınmaz satın, Asil azmaz diye söylerler bütün Bir mülevves yere düşse bir altın O kıymetten düşüp pul olur mu ya! Terk-i heves edip hizmet tutmalı Arı ahvalini ibret tutmalı Her çiçekten birer çeşni tatmalı Bal, bal desen ağzın bal olurmu ya! Haberi yok say ü gayret, emekten Böyle karın doymaz yarım çörekten Güdük çapa ile kırık kürekten İki çift katıra nal olur mu ya! Gönül yücelerden yüce olmak ister Beş-on kuruş ile hacı; olmak ister Ellisinden sonra hoca; olmak ister Kart ağaçtan taze dal olur mu ya! Söyleyemez asla galatsız sözü Hiçbir marifette yoktur bir yüzü Mektebi görmemiş, kürsüde gözü Elif, be demeden dal olur mu ya! Dolaşır dolambaya, varma sen kıra Caddeyi boşlama dayanıp dura Uğradığın çayın köprüsün ara Bilmediğin suya dal olur mu ya! Ne bir zikrin, fikrin, doğru yolun var İyi halin yoktur, kötü halin var Gufrani! hep günahlarda elin var Böyle şair ehl-i dil olur mu ya! Kim Bilir? Katra idim ummanlara karistim Kac bulandim, kacduruldum kim bilir? Devre edip alemleri dolastim Bir sanata kac sarildim kim bilir? Bulut olup agdigimi bilirim Boran ile yagdigimi bilirim, Alt(i) anadan dogdugumu bilirim, Kac ebeden kac soruldum kim bilir? Kac kez gani oldum, kac kere fakir, Kac kez altin oldum, kac kere bakir, Bilmem ki kac katip ismimi okur? Kac defterde kac dürüldüm kim bilir? Bazi nebat oldum toprakta sürdüm, Bilmem kac atanin sulbünde durdum, Kac defa Cennet-i alaya girdim? Cehenneme kac sürüldüm kim bilir? Kac kez alet oldum elde bakildim, semadan kac kere indim, cekildim, Balcik olup kerpic kerpic döküldüm, Kac bozuldum, kac kuruldum kim bilir? Dünyayi dolastim hep kara batak, Görmedim bir karar, bilmedim durak, Üstümü kac örttü bu kara toprak, Kac serildim, kac dirildim kim bilir? Gufrani'yim tarikatým bos degil, Iyi bil ki kara bagrim tas degil, Felek ile hic hatirim hos degil, Kac baristim, kac darildim kim bilir? Olduk Şimdi Şairim on beş yaşından beri Toldum seksen, pir olduk şimdi Tarâikte yoktur mensubiyetim Kendi postumuzda er olduk şimdi Şiir mektebimde hayalât oldu Gayb ilinden bir hidâyet oldu Her nutuk bu yüzden tulûat oldu Saz çalgı çalandan sır olduk şimdi Gayrının şiirine değiliz muhtaç Hamdullah hiç kılmayız lâilaç Niyazi, Şem’î varmış birkaç Onlar gitmiş, sözde var olduk şimdi İstifadem ancak Cenâb-ı Hakk’dan Tekerleme sözü zarar ufaktan Kendimizi sakınalım tuzaktan Avcılıkta ehl-i kâr olduk şimdi Ferhat Mehmet’in oğluyum Ali Senden öğrenelim erkânı, yolu Kaza dahilinde Koçakdedeli Başkışla’dan geldik kurulduk şimdi Varsın bütün âlem olsun ağniya Eridik süzüldük fi zamanına Bir zaman vardı tavuk, baklava Soğan ile ekmek yer olduk şimdi Size laf etmeye yoktur haddimiz Yaş altmışa vardı uçtu saydımız Bunak defterine geçti kaydımız Lisana geleni der olduk şimdi Eski geçen nakd-i zamanın pulu Bunu ben de tasdik ederim belî Derler eski kafalarda toz dolu Gençlerin yanında hor olduk şimdi Gufranî bendeniz der ki görelim Ya siz gelin ya biz ora varalım Namenizi gazeteye verelim Ata, evlat gibi bir olduk şimdi |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Gevheri Ela gözlü nazlı dilber Seni kandan sakınurum Kandan değil hey efendim Seni candan sakınurum Gevheri der ben bir merdim Yüreğimden çıkmaz derdim Sen bir kuzu ben bir kurdum Seni benden sakınurum Adı Mehmed'dir Doğumu, değişik yerlere bağlanmakla birlikte, kuvvetli bir ihtimalle İstanbulludur Yüzyılın ortalarındaki mecmualarda şiirlerinin görülmesinden yola çıkan araştırmacılar doğum tarihi olarak yüzyılın ilk çeyreğinden biraz sonrasını ileri sürmektedirler Onun, İstanbul ve Bursa'daki divan katipliklerini, imparatorluğun diğer büyük memleketlerinde de kısa aralıklarla yürüttüğüne bakılırsa medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır Aruz ile yazdığı şiirlerindeki söyleyiş de bunun başka bir delildir Ölümü 1127/1715 'ten sonradır Şükrü Elçin, bazı şiirlerinde geçen Hacı Bektaş adını, onun Hacı Bektaş Veli'ye intisabından çok bir Bektaşi muhibbi olmasının işareti olarak kabul eder Tameşvarlı İbrahim Naimeddin'in Hadikatü'ş Şüheda ve Müstakimzade'nin Tuhfe-i Hattatin adlı eserinde adı geçmektedir Musiki ile de ilgilenmiş olan Gevheri'nin kendi adını taşıyan bir de hava vardır Aruz ile yazdığı şiirlerinde başta Fuzuli olmak üzere klasik şairlerimizin tesiri görülür Yüzyılın başlıca adlarından biri olmasında, belki de, aruz veznini hece vezni kadar başarılı bir şekilde kullanan ender şairlerden biri olmasını da rolü vardır Usta bir aşık olması, onun sevilip örnek alınmasına vesile olmuştur Pek az aşığa nasip olan bir husus da, sadece onun şiirlerine yer veren bir mecmuanın bulunmasıdır Şiirleri arasında çeşitli tarihi olaylara yer verenler de vardır Avusturya'ya karşı açılan 1663 ve 1689 seferleri için söylediği şiirlerini bu arada sayabiliriz Şairname'lerden sadece Gubari'de adı geçmektedir; Sun'i ve Hızri'de ise Cevheri adıyla kayıtlı olan şairin Gevheri olması muhakkaktır Eserlerinden bazıları: 1 Ela gözlü nazlı dilber Seni kandan sakınurum Kandan değil hey efendim Seni candan sakınurum O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden sakınurum Gevheri der ben bir merdim Yüreğimden çıkmaz derdim Sen bir kuzu ben bir kurdum Seni benden sakınurum 2 Dost bağının meyveleri erişti Ayva benim alma benim nar benim Çeşmim yaşı ummanlara karıştı Cefakarım sitemkarım var benim Yedi derya boz-bulanık selinden Halk-ı alem aciz kaldı dilimden Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden Efgan benim matem benim zar benim Mail oldum kisvesine tacına Bend olmuşum siyah zülfü ucuna Mansur gibi asılırım saçına Kakül benim, perçem benim dar benim Gevheri der kime gönül katayım Gevherimi nadanlara satayım Dost bağında bülbül gibi öteyim Gülşen benim güller benim har benim 3 Şunda bir güzele gönül düşürdüm Öpmeli kocmalı değmeli değil Aşkın deryasını boydan aşırdım Karadır gözleri sürmeli değil Dilber senin ile yiyüp içmedim Yiyüp içüp ak göğsünü açmadım Fırsat elde iken bel in koçmadım Beni öldürmeli döğmeli değil Dilber haram olup yola durmuşsun CeIlad olup cana başa kıymışsın Kuzum bu gün al hareler giymişsin Göğsü sıra sıra düğmeli değil Gevheri der yola durur varırlar Adam öldürürler kana girerler Çok güzeller gördüm zekat verirler Zekatsız dilberi sevmeli değil 4 Bu gün ben bir bağa girdim Ne bağ duydu ne bağbancı Gülün şeftalisin derdim Ne bağ duydu ne bağbancı Bağın duvarından aştım Kırmızı gülüne koştum Öptüm sardım helallaştım Ne bağ duydu ne bağbancı Bağın kapusunu açtım Sanasın cennete düştüm Doldurdum badesin içtim Ne bağ duydu ne bağbancı Seherin tan yeri attı Bülbül elvan elvan attı Gevheri yükünü tuttu Ne bağ duydu ne bağbancı 5 Ah elinden zülf-i kemendim benim Müjen urdu sinem yaralandı gel Güzel başın içün ağlatma beni Dilber gam başımdan aralandı gel Gamdan hasar oldu mekanım yurdum İşidüp avazım dinlemez virdim Bir değil beş değil on değil derdim Yaralar baş verdi sıralandı gel Aceb gafil midir gelür mü Leyla Bu gam bu kasavet kalur mu böyle Çok tuz ekmek yedik gel helal eyle Bu garibin gönlü zarelendi gel Gevheri yar gelür haftada ayda Sevüp ayrılması vermeyor fayda Başım yastıktadır gözlerim yolda Gözümün beyazı karalandı gel |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Garip Bektaş Hakikat bağından derdiğim çiçek Kokusu ne güzel gülü ne güzel Kırkların ceminde gördüğüm gerçek Sakisi ne güzel hali ne güzel Garip Bektaş gonca gülü derince Muhabbet sevgisi kalbe girince Hakkın cemalini kulda girince Yaradan ne güzel kulu ne güzel Ozanımız Erzurum’un ilimizin Aşkale ilçesinin eski ismi Şoik yeni ismi Özler olan köyünde dünyaya gözünü açmış Bu değerli Ozanımız babası Mehmet Ali Ağa, anası Ballı hanımdır Ozan Garip Bektaş’ın daha önce yayınlanmış olduğu Geldim - Gördüm - Gezdim isimli üç şiir kitabı vardır Ozan Garip Bektaş 1952 yılında köyünden ayrılmak zorunda kalır ve her Anadolu genci gibi o da İstanbul’a gelir Ozan Garip Bektaş bir türlü doğru dürüst iş bulamaz, çektiği çilelerden sonra askerlik çağının geçtiğinin farkında bile olmaz Bir gün gider askerlik şubesine müracaat eder 1963 yılında İzmir Bornova 57 Topçu Tugay’ında asker olur 1965 yılında terhis olduktan sonra tekrar İstanbul’a döner ve bir müddet seyyar işlerde çalıştıktan sonra 976 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nde kadrolu işçi olarak işe giren ozan, bu iş yerinden 1999 yılında emekli olur Bu zaman içinde yine güzel şiir yazmasını devam ettiren ozanımız, Yazdım isimli dördüncü kitabını tamamlar Çağımızın en verimli ozanlarından biri olan Aşık Garip Bektaş’ın ellinin üzerinde kasetlere okunmuş eseri vardır Gidiyorum isimli dördüncü kitabını hazırlamaktadır Eserlerinden bazıları: NE GÜZEL Hakikat bağından derdiğim çiçek Kokusu ne güzel gülü ne güzel Kırkların ceminde gördüğüm gerçek Sakisi ne güzel hali ne güzel Gördüm cümle canlar semah dönüyor Gök yüzünden nurlar yere iniyor Bütün gönüllerde kandil yanıyor Erkanı ne güzel yolu ne güzel Pirler oturmuşlar kendi postuna Hakka niyaz ettim niyaz üstüne Herkes yalvarıyor gönül dostuna Lisanı ne güzel dili ne güzel Sevgi oldu bu gönlümün gıdası Her güzelin çekilir mi edası Beni hoş eyledi aşkın badesi Şerbeti ne güzel balı ne güzel Garip Bektaş gonca gülü derince Muhabbet sevgisi kalbe girince Hakkın cemalini kulda girince Yaradan ne güzel kulu ne güzel ALDANMA GÖNÜL İnsanlar oynuyor köşe kapmaca Sakın ha bunlara aldanma gönül Bunlar şeytandan da daha şeytanca Sakın ha bunlara aldanma gönül Karası içinde hiç bilemezsin Şeytanı aldatır sen anlamazsın Başın derde girer iflah olmazsın Sakın ha bunlara aldanma gönül Dost diyerek tuzak kurar dostuna Mazlumca bürünür kuzu postuna Sonra aç kurtları salar üstüne Sakın ha bunlara aldanma gönül Çıkar için aklı baştan şaşınca Düşmanla dost olur işi dişince Nolur kararını verme peşince Sakın ha bunlara aldanma gönül Düşün Garip Bektaş her şeyi düşün Düşersen olmuyor candan yoldaşın İster bacın olsun ister kardaşın Sakın ha bunlara aldanma gönüm GEL GİDELİM HACI BEKTAŞ VELİ’YE Eğer gerçekleri görmek istersen Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Muhabbet demine girmek istersen Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Orada kurulsun bir ulu divan Gerçekten görülsün sevilen seven Varını yoğunu bu yola veren Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Şeriattan tarikata geçelim Hakikatten marifeti seçelim Pir elinden dolu bade içelim Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Keramet ehlinin ol kerem kani Biz bizden alalım ilmi irfanı Sevgide bulalım dini imanı Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Atalım kalplerden kini nefreti İnsana verelim sevgi hürmeti Kendinde ara bul her hakikati Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Hiç bir canı incitmeden kırmadan Kendi kusurunu kendin görmeden Boş boşuna bu bedeni yormadan Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’ye Garip Bektaş hak çağırır dilimiz Ezelden ikrara bağlı belimiz Erenler yoludur gerçek yolumuz Gel gidelim Hacı Bektaş Veli’yeBİTİRDİN Gül diyerek diken diktin bağıma Gözün aydın dünya beni bitirdin Zamansız kar yağdı gönül dağıma Gözün aydın dünya beni bitirdin Kalbime bir yara açtın derinden Yüreğimi söküp aldın yerinden Hangi seven vefa gördü yarinden Gözün aydın dünya beni bitirdin Ömrümün boyunca çektirdin acı Açtığın yaranın yoktun ilacı Yıkıldı gönlümün tahtıyla tacı Gözün aydın dünya beni bitirdin Yorgun düştü bu gönlümün kervanı Geldi çattı ayrılığın zamanı Bir gün sürdürmedin demi devranı Gözün aydın dünya beni bitirdin Bu Garip Bektaş’la dalganı geçtin Çile çekmek için hep beni seçtin Sen benim başıma çok işler açtın Gözün aydın dünya beni bitirdi SEN GELDİN Yıllar önce açılmıştı aramız Yine bugün hatırıma sen geldin Kabuk tutmuş, küllenmişti yaramız Yine bugün hatırıma sen geldin Ne bir mektup ne bir haber bekledim Sır diyerek sevgimizi sakladım Şöyle geçen yıllarımı yokladım Yine bugün hatırıma sen geldin Yaşım yüz olsa da, ister yüz elli Gönlüm unutmamış seni temelli Hasretin içimde çıkmıyor belli Yine bugün hatırıma sen geldin Ayrılık treni gelip geçerken Sevda dağlarını delip geçerken Herkes kendisine bir yar seçerken Yine bugün hatırıma sen geldin Garip Bektaş der ki: hayalde düşte Akıldı bırakmadı bu sevda başta Dört mevsim içinde baharda kışta Yine bugün hatırıma sen geldin Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Bir canım vardı verdim erenler Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Serimi meydana serdim erenler Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Aşkın ateşine yaktım özümü Uyandım gafletten açtım gözümü Muhammed Ali’ye verdim sözümü Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Bütün kainatı eyledin seyran Hakkın emriyle dönüyor devran Dosta varmak için yürüyor kervan Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Varıp kapısına yüzümü sürdüm Erenler cemine kusursuz girdim Bütün gerçekleri orada gördüm Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına Garip Bektaş der ki kurbanlık koçum O cananı sevmek benim tek suçum Kınamayın dostlar yanıyor içim Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Fikret Dikmen Her tarafı derin kaygı bürümüş, İnsanlık kokuşmuş, dostluk çürümüş, Çıkar, rüşvet, hile almış yürümüş, Her şey gelip, maddiyata dayanmış Para olmuş bu dünyanın kralı, Böyle midir insanlığın kuralı? Bu yüzden kulların bağrı yaralı Fikret uyur iken kimler uyanmış? 1950 yılının bir güz ayında annesi kendi köyü olan Gökbez köyü'nden yakın bir köy olan Havuzlu köyü'ne düğüne gitmiş o düğünde doğmuş, annesi Ayşe, babası Hüsamettin'dir İlkokul mezunudur Askerliğini Denizli ve Muşta tamamlamıştır Ankara, İstanbul gibi şehirlerde yedi yıl kadar çeşitli islerde çalışmış 1979 yılında memleketi Niğde’de Tarım İl Müdürlüğü’nde isçi olarak göreve başlamıştır 1997 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrılmıştır Evli ve iki kızı olan Fikret Dikmen halen Niğde'de ikamet etmektedir Fikret Dikmen şiir yazmaya ilkokul yıllarında merak sarmış herhangi bir aşıktan ya da ustadan şiir yazma veya söyleme dersi almamış çocukken çobanlık yaptığı yıllarda Karacaoğlan kitabından okuduğu şiirlerin etkisiyle yazmaya davam etmiştir Yetiştiği çevre tabiat ve insanlar duygu dünyasını besleyen unsurlar olmuş yani herhangi bir usta görmemiş eğer Fikret Dikmen bir usta bir aşık tarafından ya da halk şiiri geleneğinin içinde yetişmiş olsaydı bu günkü konumunun çok üstünde olurdu Hece, vezni ve şiir tekniğini kendi kendine öğrenmiş şiir denemelerini de tek başına yapmıştır Şiirlerinde görülüyor yetişme tarzı onu en çok sosyal konulara yönlendirmiştir Sevgisinde çok samimidir, insanları güzellikleri karşılıksız sevmekte bütün canlıların mutlu yasamasını samimiyetle istemektedir Şiirlerinde en çok sevgi, barış, dostluk ve insanlık gibi konuları ön plana çıkarmaktadır Kitapları 1997 yılında ilk kitabi Duygudan Gönüllere, 2001 yılında ikinci kitabı Sulara Türkü Yazdım, 2002 yılında üçüncü kitabi Yüreğim Bir Anadolu, 2004 yılında dördüncü kitabi Pervane Misali isimli kitapları yayınlanmıştır Yüzlerce şiiri TRT tv ve radyolarında, dergilerde, gazetelerde yayınlanmıştır On beş kadar şiiri çeşitli sanatçılar tarafından bestelenerek albümlere okunmuştur Eserlerinden bazıları: CAN GÖSTER BANA Sultanlar paşalar nice beyleri, Dünyada kalıcı şan göster bana Adem’den Havva’dan ve Nuh’tan beri, Ölümü tatmayan can göster bana Tatlılar içinde bal başta gelir, Canlılar içinde kul başta gelir, Yedi renk içinde al başta gelir, Kırmızı akmayan kan göster bana Deryada buluşur ırmaklar çaylar, Seneyi tamamlar haftalar aylar, Boşa mı yapıldı kervansaraylar, Yolcusu olmayan Han göster bana Yaşamak istersen, insanca fakat, Kibiri nefreti kalbinden sök at, Bu yolda özünde bitse de takat, İnsanlık aşkıyla yan, göster bana Fikret’in serveti kendi aklıdır, Bakışlar görüşler farklı farklıdır, Gecenin bağrında şafak saklıdır, Seheri olmayan Tan göster bana NERDEYİM İnsan aynasına camsız bakarım, Arıyorum ben kendimi nerdeyim? Bazen buharlaşır arşa çıkarım, Bazen gök kubbede bazen yerdeyim Hakikat yolundan ayrılmaz izim, Dostluk dergâhında muhabbet bizim, Madem kul kusursuz olmaz azizim, İnsan ayıbını örten perdeyim Hiç kimseyle olmadı ki hesabım, Anlayana nasihattir hitabım, Okumak istersen canlı kitabım Ya bir şiirdeyim, ya nesirdeyim Gün olur çırağım, gün olur usta, Bakarsın damlayım ta okyanusta, Bir gün Mevlana’da birgün Yunus’ta Bir bakarsın Hacı Bektaş Pir’deyim Varsın anlamasın cahiller beni, Kitapta okudum bilimi feni, Bulmak ister isen Fikret Dikmen’i İnsanlık yolunda son seferdeyim TÜRKÜLER Ben ömrümü türkülere adadım, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Benliğimi türkülerde aradım, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Türküler sevginin temel taşıdır, Türküler duygunun deste başıdır, Türküler milletin can yoldaşıdır, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Sarı sıcakların serinliğinde, Sevgi umanının derinliğinde, Yaşar halkımızın öz benliğinde, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Türkü kutsal, emek alın teridir, Çeliği toz eder, tuncu eridir, Kin ile nefretin panzehiridir, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Halkın öz bağının yedi vereni, Kaynaştırır eşi, dostu, yareni, Göster türkülerden zarar göreni, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var Fikret Türkülerden alır gıdayı, Dost elinden içer türlü badeyi, Türkülerde bulur aşkı sevdayı, Türkülerde dostluk, barış, sevgi var NEREDESİN İNSANLIK Her tarafı derin kaygı bürümüş, İnsanlık kokuşmuş, dostluk çürümüş, Çıkar, rüşvet, hile almış yürümüş, Her şey gelip, maddiyata dayanmış Körleşmiş insani bütün duygular, Sözde kalmış hatır, gönül saygılar, Günden güne çoğalıyor kaygılar, Saygın insan, vatandaşı soyanmış Defter isyan etti, yazmıyor kalem, Herkes havasında bir başka alem, Kardeşi kardeşe vermiyor selam, Nifak gelmiş kapımıza dayanmış Kullar misafirken bu köhne handa, Acıma duygusu bitmiş insanda, Yoksulluk bir yanda, savaş bir yanda, Yeryüzü al kızıl kana boyanmış Para olmuş bu dünyanın kralı, Böyle midir insanlığın kuralı? Bu yüzden kulların bağrı yaralı Fikret uyur iken kimler uyanmış? NEREDE KALDI Eskiden Hoş Sohbetlik Yarenlik Boldu, Bilmem Şimdilerde Bize Ne Oldu? Her şey Para İle Ölçülür Oldu Hani Nerede Kaldı Eski Dostluklar? Araya Menfaat Girerse Hele Daire Çiziyor Cetveller Bile Kardeş Kardeşine Yapıyor Hile Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar? Ancak O Günleri Yaşayan Bilir Yanından Geçerken Görmezden Gelir İstersen Kafa Yor İstersen Delir Hani Nerde kaldı Eski Dostluklar Hele Bir Düşte Gör Darlığa dara Din İman Peygamber Kesilir Para Bulana Aşk olsun Mum Yak ta Ara Hani Nerde kaldı Eski Dostluklar? İnsanlar Aklını Paraya taktı Hatır Gönül Saygı Ortadan kalktı Menfaat Ateşi Toplumu yaktı Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar? Yumuşak kükredi Sertlik Üstüne Namertlik Yürüdü Mertlik Üstüne Fikret Dörtlük yazar Dörtlük Üstüne Hani Nerde Kaldı Eski Dostluklar? |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Feyzullah Çınar Feyzullah Çınar 1937 yılında Sivas Çamşıhı'nın Çamağa Köyü'nde doğmuş; tam beş yaşındayken almış eline bağlamayı Şeyh Ahmet Yasevi'nin soyundan gelen ozan Pir Sultan Abdal'ı, Kaygusuz'u, Virani'yi dinleyerek büyür; 14-15 yaşlarında ise iyi saz çalip, türkü söyleyen bir kişidir artık Anadolu'nun o aman vermez çileli yaşamından büyük kente, İstanbul'a gelmesiyle başlayan zorlu yaşam öyküsü O'nu sazıyla daha da yakınlaştırmıştır İstanbul'da girdiği işler doyurmaz aşığı, O gönlündeki aşkı toplumsal çelişkileri paylaşmak ister diğer insanlarla Tam da bu sırada birlikte olduğu dostları Feyzullah Çınar'a bir plak yapmak isterler Plağın bir yüzü Agahî Baba'nın "Fazilet" adlı deyişi, diğer yüzü Malatyalı Esirî'nin Şah Hüseyin'e mersiyesi Yıl 1966; o yıllarda Alevi deyişlerini çalıp söylemek pek çok açıdan zor Ama koca Çınar durur mu? Aldı mı sazı eline, vurdu mu sazın teline söyler Pir Sultan'dan, Viranî'den, Kul Himmet'ten işte o gün bu gündür ait olduğu kültürün o güzel ürünlerini altmıştan fazla plağa okumuştur ozan 1969 yılında Fransa'ya giden Çınar, Alevi-Bektaşi kültürü ve müziği üzerine Irene Melikoff'la birlikte konferanslara katılır, konserler verir Bir çok Avrupa ülkesinde radyo programlarına katılır Ozanın Fransa Radyo Televizyoncu ve Unesco tarafından iki long-play'i yayınlanır Feyzullah Çınar, Alevi-Bektaşi ozanlarının içinde kırsaldan kente göçmüş, ancak geleneksel kültüründen hiç bir şey yitirmeden sanatını uygulamış ender kişilerden biridir O geleneksel kültürünü yaşatarak içinde bulunduğu toplumun sorunlarını dile getiren bir ozandır O'nun sanat yaşamına baktığımızda koca Çınar'ın yine bir başka çınarın izinden gittiğini görürüz Bu kişi Pir Sultan Abdal'dan başkası değildir Pir Sultan'ı ve Pir Sultan geleneğini kendine kılavuz seçmiştir O sazının telinden dökülen melodiler bin yıllık geleneğin sözcüsü gibidir Pir Sultan deyişlerini sanki Çınar seslendirsin diye yazmıştır Çınar deyişleri, öylesine yüksek bir sanat gücüyle icra eder, ve dilinden dökülen her sözün anlamı müzikle öylesine bütünleşir ki, yüzlerce yıllık Alevi kültürü ile binlerce yıllık Anadolu kültürlerinin sentezinden doğan bir ses çakılır kulaklarımıza Feyzullah Çınar usta malı söyler deyişlerini Yedi kutuplardan en çok Pir Sultan Abdal, Virani, Kul Himmet ve Hatayi'nin deyişlerini çalar ve okur Geçmişle günümüz arasındaki köprü görevini üstlenmiş o ozanların işlevini Çınar'da da görürüz Bu bakımdan günümüz ozanlarının deyişleri de O'nun için diğerleri kadar önemli, hatta kutsaldır Kul Ahmet, Sefil İbrahim, Celalî kendi döneminin toplumcu ozanlarıdır ve bunların deyişleri Çınar'ın dilinde ve telinde ustaca yorumlanır Feyzullah Çınar 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal açıdan çileli, karamsar, tehlikeli ortamı içinde ozanlık yapmaya çabalar Türkiye'yi bir uçtan diğer uca dört kez dolaşır Halkına umut verir, yüreklendirir onları Toplumcu deyişleri seslendirdiği için hapse atılır Ancak yine söyler, yine çalar sazım 1983 yılında daha 46 yaşındayken Çınar yaşama gözlerini kapatır Ancak onun sesi bu toprağa gönül vermiş dostlarının kulağında yaşamaya devam ediyor Bazı türküleri : Siyah saçlarından hatem yüzlerin, Bu yıl bu dağların karı erimez, Geldim şu alemi ıslah edeyim |
Ozanlarımız(F-G) |
06-24-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(F-G)Fakiri Gönül istediği güzeli görmez Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Vefasız güzeller ahdinde durmaz Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? «Fakir» der : girelim hırkaya, taca Terk edelim alemi hep ucdan uca Derdim artık durur dağlardan yüce Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Alevi-Bektaşi şairlerinden Fakiri’nin asıl adı Cafer’dir Malatya ilinin Yazıhan bucağına bağlı Karaca köyünde Rumi 1282 yılında dünyaya gelmiştir Doğum günü kat’i olarak bilinmemektedir Şairin çocukluğu, gençliği, ihtiyarlığı kısaca bütün hayatı köyde geçmiş bir köylü ve çiftçi çocuğudur Hayatı boyunca çiftçilikle uğraşmış, ekseriya yarıcılık yapmış, gayet fakirane bir hayat sürmüş, bu içtimai ve iktisadi durumunu da kendisine mahlas olarak seçmiştir Geçiminin bir kısmını kış günleri ara sıra çulfalık denilen ilkel tezgahla aba, çuval, bez vs dokuyarak temin etmiştir Biribiri ardısıra karılarının ölümü üzerine üç defa evlenmiştir İlk karısından evli ve 50 yaşında bir kızı son karısından da fakirce biri evli, diğeri bekar olmak üzere iki oğlu vardır İçli ve pek hassas ruhlu şair eskiden bağlı bulunduğu ilçede yaptığı üç aylık bir ihtiyat askerliği hariç hiç bir yere çıkmamış, elli yaşında olduğu için fiilen birinci cihan harbine de iştirak etmemiştir Diğer halk şairleri ekseriya gurbetten sılaya dair şiirler söyledikleri halde, gurbeti içinde duyan bizim dindar şair aksine çok defa sıladan gurbettekilere şiir; gurbet elde ölenler için ağıt; bazı kimseler için bazı mevzularda destanlar söylemiş, bütün şiirleriyle birlikte sayısı 294 kıtayı bulan nefesler vücude getirmiştir Onu yakından tanıyan, bilen, konuşan kimselerden edindiğim malumata göre; Fakiri ümmidir, okur-yazarlığı yoktur Söylediği deyişleri (şiirleri) bir okur yazar bulup, bir kağıda yazdırıncaya kadar hafızasında saklar ve onu yazdırdıktan sonra unutur Kendisi gayet mahcup, ömrünün yaşlı anlarında bile başkaları ile konuşmaktan çekinen, pek sıkılgan, orta boylu, geniş omuzlu; geniş oldukça uzun ve beyaz sakallı, sağlam yapılıdır Şimdiye kadar hiçbir antolojide, mecmuada şiirlerine rastlanmayan, herkesçe meçhul, yalnız yaşadığı muhitçe tanınan, iyi bir şöhrete sahip bulunan bu büyük halk şairinin şiirleri, muhtelif şahısların hususi şiir defterlerinden Abdurrahman Ünlüer ve bilhassa Kargı Hüseyin’in tanınmış halk ve divan şairlerinin şiirlerini toplattırdığı bir cönk defterinden alınmıştır Şairin ağzından bazan doğru dürüst yazılmayan ve halk ağzında söylenegelen bu şiirler bazı ufak tefek değişikliklere de maruz kalmıştır Hayatının son demleri sefalet içinde geçen şair aç kaldığı günlerde bile muhanetten asla kerem ummamıştır Kendisinden kimse incinmiş değildir Kendisini Bektaşi meclislerinde yetiştiren, olgunlaşan bu büyük ümmi halk şairi aynı zamanda Atatürk’e yazdığı destanından da anlaşılacağı üzere canı pahasına Atatürk ve inkilaplarına bağlı bir zattır Onun mevcut bütün şiirlerini ele geçirdiğimi zannediyorum Zahiren fakirane, manen pek zengin bir hayat süren Fakiri Rumi 1348 (1932) de bir Cuma gecesi saat 8 sıralarında doğduğu Karaca köyünde hayata gözlerini yummuş ve köyün güney- batı tarafındaki umumi mezarlığa defnedilmiştir Tanrı rahmet eylesin! Cemal ÖZBEY 8 Ağustos 1953 Karaca Köyü MALATYA Fakiri Malatyalı Halk Şairi Cafer Baba'nın Hayatı ve Şiirleri Cemal Özbey Ankara 1954 Eserlerinden bazıları: EFSANEYE YELENLER Turap olan hakkı bulur enginde Yücelerde boran olur kar olur Alçağı yok birbirinin denginde Haber anlatması gayet zor olur Bilmiyor halini ahmak olanlar Ne ahzeder efsaneye yelenler Pişman olur kahkahayla gülenler Ariflerin meclisinde hor olur Güvenmek yok bu dünyanın işine Hoşluğuyla ağu katar aşına Çok hal gelir kul olanın başına Bir dem güler amma bir dem zar olur Bir şirk ile hiç alem aranmaz Mürşide ermeyen bir kar kazanmaz Her vakit zalimin börkü uzanmaz Gül deyi derdiği diken har olur Hay ile huy ile geçer günümüz Zayıfladı imanımız dinimiz «Fakir» der : kailik çıksa canımız Geniş dünya başımıza dar olur NE ÇIKAR Adem olan ademlikte durmalı Hayvan gibi sürüşmekten ne çıkar? Eli gözetmeden kendin görmeli Cahil gibi yarışmaktan ne çıkar? Adem isterim ki öğütler tuta Konu komşusuyla birliğe yete Aradan buğuzu benliği ata Kavga edip vuruşmaktan ne çıkar? Kul olanın eli olsun hayırda Hakkı hazır bil de dağda bayırda Cevahir bulunmaz kumda kayırda Ummanlarda aramakatan ne çıkar? İnsan oğlu dirlik etmez marınan Bir arada olmaz güller harınan Kadim konuşmalı sadık yarınan Yalan yere görüşmekten ne çıkar? «Fakir» der ki : Olan ömrüm zay olur Yüklenir göçümüz gitti hay olur Bu yalan dünya kime köy olur Devran sürsen sürmesen de ne çıkar? Fakiri, bu şiiri körü körüne münakaşa etmeyi adet edinmiş olan bir komşusu için bir münakaşadan sonra söylemiştir « Derleyen » CİHANI ZAPTETSEN Hak kerimdir yoksullar da bay olur Muhanetler hiç gülmesin boşuna Her vakit ağlatmaz kulun Yaratan Elbette bir gün rast gelir hoşuna Cahil cimri mahlas takar her biri Doğrusu vermemek bunlara sırrı Saçarlar yabana namusu arı Besbelli ki bunlar gelir hoşuna Etmezem kimseye hiç bir minneti Arayıp bulalım bir ehli zatı Nekes sevinirse yoktur kıymeti Çok hal gelir kul olanın başına Hak emrine kail olda eğlen dur Anla dinle ne hayırdır hele gör Cihanı zaptetsen elbette rızk bir Sakın olup düşme nefsin peşine «Fakir» der bildiğim budur : Bir mana Adülerin sözü kar etti cana Böyle geçer günümüzde bu sene Kim karışır o Mevla’nın işine Fakiri, bu şiiri fakirliğinden dolayı kendisini hakir gören bazı komşuları için söylemiştir « Derleyen » YEZİT Ne düşmüşsün bu araya kemalsiz? Elinde küreğin katarsın yezit Ahıri ölürsün murdar amelsiz Kan ile irine batarsın yezit Yer vurmadan niçin geri kalmışsın? Bu isimde sıfatını bulmuşsun Hindi pazar karısından olmuşsun Muaviye işleğin tutarsın Yezit Tuttuğun işlere etmezsin tövbe Dönüpte terslersin yediğin kaba Kov gaybet edersin gelmez hesaba Burda alır şurda satarsın melun İkrarlısın ikrarsızdan kötüsün Nefsi emmareden daha katısın Yedi tamu Cehennemin itisin Daha ondan betersin melun «Fakir» der ki dediklerim sende var İşin, gücün kin, buğuz, kubar Lanetin tokunda belli gözün var Ulaşır iblise yetersin melun Fakir’i bu şiirini köyde hizmetkarlık yapan, laf gezdiren, halkı birbirine düşüren Sıvas’ın Gürün kazasına bağlı Yuva köyünden Hamza adlı iki yüzlü bir şahıs için söylemiştir GÖÇ Kırmızı güllerin eyyamı geçer Bülbül gibi zara başlar dilimiz Yaz gelince eller yaylaya göçer Issız kalır vatanımız elimiz Gide gide yar peşinden yetilmez Oynar oynar oyunundan utulmaz Hiçbir elde iki karpuz tutulmaz O yar ile müşkül olur halimiz Havai nefsine uyan cahildir Kaderine kail olan ehildir Bizim eller engin olur sehildir Burda kala toprağımız, külümüz «Fakir» der ki uluların durağı Yakup bilir iştiyağı fırağı Irızk birdir dolaşmayın ırağı Şamı şarkı tutar olsa kolunuz Fakiri, bu şiiri köyde kıtlık olması dolayısiyle köylülerin hayvanlarını, yazın otlatmak için uzak bir yaylaya göçmeleri, kendisininde köyde kalması vesilesiyle söylemiştir Bu şiiri, Ankara’da bir davette büyük yazar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sabık Doçentlerinden DrAbdülbaki Gölpınarlı’ya okuduğumda pek beğenmiş, tekrar tekrar okutmuş ve bu şiiri pek beğendiklerini işaret etmemi arzu buyurmuşlardı « Derleyen » «Hekimhan’ın Başkınık Köyünden Abbas Özkolaçık’a» Ne vakittir ister idim ben seni Perişan gönlümün mihmanı mısın? Yollarına kurban edem bu canı Perişan gönlümün mihmanı mısın? Bulunmaz cihanda sen gibi konuk Kalbimdir eyleyen şahidi tanık Ciğerim yaralı yüreğim yanık Perişan gönlümün mihmanı mısın? Kadim gelsen gitsen hoş bu haneye Bakma isyanıma, kalma cünhaya Kail oldum ayda değil seneye Perişan gönlümün mihmanı mısın? Hasiretim gül yüzünü görmeye Hacet değil bir kimseden sormaya İhtiyarsız oldum lahza durmaya Perişan gönlümün mihmanı mısın? «Fakir» der ki : İtibarım sizedir Şükür olsun konalganız bizedir Miski amber kokuların bezetir Perişan gönlümün mihmanı mısın? EYVAH Gönül istediği güzeli görmez Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Vefasız güzeller ahdinde durmaz Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Vefa umma zemanenin halinden Geçelim dünyanın küllü varından Ömür hasar oldu yar efkarından Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Herkesin sevdiği hürü melektir Halkı alem bu sevdadan helaktir Üstümüzde dönen çarkı felektir Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? Yar aşk donun giyin görün bu göze Gören hayran olsun cilveye naza Rahatlık kalmadı bu yerde bize Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? «Fakir» der : girelim hırkaya, taca Terk edelim alemi hep ucdan uca Derdim artık durur dağlardan yüce Nasıl ağlamayım eyvah! diyerek? YETER Efendilik bir kişinin hakkında Her olur olmaza efendi denmez Gözü vardır fukaranın b da Herze yenir amma bu kadar yenmez Mensup olup otururlar meclise Ellerin sokarlar pise necise Layık mı insanlık böyle hasibe? Asil zat olanlar haramı yemez Malımız haczeder bu ehli garat Ne türlü kurtulup eyliyek berat? Yetmez mi mahluka bunca hakaret? Mat oldu dilleri söylenip durmaz Hali olmaz cihan ey gafil, ahmak Bu denli cevredip hem yakıp yıkmak Kat’i müşkül oldu altından kalkmak Bindi sırtımızdan aşağı inmez Yeter! zalim, yeter! bu cefa yeter! Ancak bu işleri kem adam tutar Zulmü taatiniz yezitten beter İnadına kavi sözünden dönmez Rüsva olmuşuz biz bu alemde Fer kalmadı divit ile kalemde Din iman olur mu böyle ademde? Ahirin düşünüp sonunu sanmaz Görüp gözetiyor hak, bunu arar Muhanet babını açar ol şirar Ancak merdaneler meydana girer Şahinin yurduna kargalar konmaz Yani beğendin mi bu yüce şanı? Layık mı incitmek bu denli canı? Neylersin ey! Cünun bu dünya fani? Söyünür kimsenin çırası yanmaz Şayoldu haller söylenir dilde Ulu borç edindik dane yok elde Haranın tadı yok şekerde balda Aklı olan kişi bu kara çunmaz Ne esbabın bildim ne de soyunu Mevla olsun fakirlerin muini Kuruttular çanağında suyunu Nacarın törpüsü bu kadar yonmaz Geçirdik ömrümüz sayılı günde Ardı ucu görünmez ha şunda bunda Gücenmen ağalar sizinle bende? Lakin Haktan gayri kimseyi tınmaz Gayet perişandır bu halkın hali Tırnağı kalmamış kaşısın keli Tesir etmez Kur’an okusa dili Er olsa şeytanın atına binmez Deccal doğdu ecüç mecüç cihanda Nan nimet kalmadı kapta sahanda Hayır söz çıkmıyor hiçbir dehanda İyiler iyidir günleri dunmaz Şer tohumu yerin yüzüne serpti Büyükler küçüğün elini öptü Neyleyim dünyanın çivisi koptu Cihan nara düşmüş ateşi sönmez Derilmiş bir araya biraz harami Cehdeyleyip batırmaya meramı Nasıl bu kuluna ersin ikramı Farkı yok kafirden birbirin kınmaz Er gerek ki bu cefayı götüre Hırkasın başına çeke otura Tavla başı oldun desen katıra Kal’alıp kimseyi üşenip sanmaz Adlinden taciziz biz bu itlerin Ziyade şevketi hem yezitlerin Bozuldu bentleri ehli zatların Aksi döndü bu çarh doğruya dönmez Cahil sohbetinden belli yüzünden Mekir yağar, hem yüzünden, gözünden Başımızı alıp gidek tezinden Bunlar hakkı bilip korkup utanmaz Doyurmaz gözünü hem malı Karun Yılan, çıyan oldu bilmiyor, karın Verseler kanmıyor cihanın varın Hak ihsan etmezse uzanıp, sünmez, Mabut edinmişler akçayı, pulu Bilse kendi halin tanlamaz eli Arifler incitip kırmaz bir kılı Yarası olmayan deli olup bunmaz Göklere dayandı mazlumun ahı Yabana atmayın sözlerim sahi İsterse yerlere indirse mahı Divanı baride rahmete banmaz « Fakir » der : Kurbanım halden bilene Cümle kail olduk haktan gelene Nasıl bel bağlayım kalbi yalana Ne denli söylesem müşkülüm kanmaz Bu şiir, Rumi 1340 yılında Karaca köyü ihtiyar heyeti ve ileri gelenlerinden sekiz kişiden mürekkep mültezimlerin üç yüz bin kuruşa aşar iltizamı alıp, yüz elli bin kuruş zarara girmelerinden dolayı zararlarını kapatmak için halkı fevkalade sıkıştırmaları üzerine Fakiri tarafından söylenmiştir « Derleyen » ÇARHI FELEK Yine çarkı felek aksine döndü Şimdi gurbet ele düştü yolumuz Nedeyim bu çarhın böyle elinden Kavimden, kardeşten kesti elimiz Ara yerde karlı dağlar yücedir Soramadım yar halleri nicedir Pir eyledi beni bu dert kocatır Eğdi kametimiz büktü belimiz İsterdim dost ile edem pazarı Ayrılık günüdür kalırım zarı Nice bir çekeyim bu intizarı Kadir Mevlam sen bilirsin halimiz Yarın hasreti yarın ateşi Delik delik oldu sinemin başı Lal-ü gevher oldu silanın taşı Gazel mi oldu bilmem soldu gülümüz? «Fakir» der gönlümden gitmez bu keder Koç yiğitler vatanını terkeder Daha neler eder bize bu kader? Kalmaya bu garip elde ölümüz |
|