|  | Ahmed'e Doğru, 2 Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Ahmed'e Doğru, 2 Mesnevi AHMED'E DOĞRU 2 Sen güçlendirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran”Bir tomarda da; “Bir üstad ara  Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın  Her çeşit din salikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın işlerin akibetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlallerde bulundular da bu yüzden hata ve dalalete düştüler  Akıbet, görme elle dokunmuş, örülmüş değildir  Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti  Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin, çünkü ustayı da sen tanırsın  Er ol erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme  ” Bir diğerine; “Bunların hepsi birdir  İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş  Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğer ki deli olsun! Bunların her biri, öbürünün zıddıdır  Gayrı zehirle şeker nice bir olur? Zehirden de şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti  O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da bu çeşitte on iki tomar yazdı  İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku alınamamıştı  O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı  Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgarı gibi sade ve latif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı  Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir  Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler  Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var! Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!Varlık alemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler  Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi  Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz cömertlik öğrendi  Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu  Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin  Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır  İlk bahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur? O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada , kuru yeryüzüne vermiştir  Fazıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celali de akıllı insanları kör eyler  Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur  Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok! Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu  Nerede bir taş varsa; onun lütfiyle yeşim taşına döndü  Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır,simya ne oluyor ki? Benim bu öğüşüm, öğmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu öğüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır  Onun varlığına karşı yok olmak gerektir:onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir! Varlık kör olsaydı    Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı  Bu zahiri vucudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir  Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi  Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu  Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu gibi yüz tanesini var eder  Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında alem gibi yüzlerce alem meydana getirir  Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir  Zaten bu alem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir  Bu alemin hududu vardır, o alem ise esasen hadsizdir  Nakış ve suret, o manaya settir,maniadır  Firavun’un yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asası ile kırdı  Yüz binlerce Calinus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında batıl oldu  Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve ar haline geldi  Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin  Çok dağ gibi gönüller kopardı  Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu  Akıl ve zekada kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz  Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez  Hey gidi hey    Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze(vezire) maskara oldular  Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın  Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı  Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı!!!Ruh seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin  Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin  Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı  Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Adem’i tanımadın! Ey hayırsız evlat! Nihayet sen Ademoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın  Niceye dek “ben alemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?Dünyayı baştan başa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir  O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder  O, aslı olmayan hayelleri, tamamı ile hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir  O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakin haline getirir  Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve muhabbet belirtir  İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selameti yapar  Onun sebep yakıcılığına hayranım  Onun hayallerinde Sofestai gibiyim  O vezir kendince başka bir hile kurdu  Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi  Müritleri yakıp yandırdı  Tam kırk elli gün halvette kaldı  Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular  Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmuştu  Hepsi birden”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz, değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur? İnayet et  Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma! Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi  Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir  Fakat dışarı çıkmaya izin yok  Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de  Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz  Biz senin sohbetine alışmışız  Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz  Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfen bu günü yarına bırakma! Gönlün razı olur mu, aşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar? Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar  Suyu aç ırmağım bendini yık! Ey zamanede naziri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!” Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar! Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün! O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır  Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrcii-Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz  Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin! Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir  Batıni yürümek ise gökler üzerinde olur  Cisim kuruluğu(bu alemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu alemden) doğdu; can İsa’sı ayağını denize attı  Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı  Ömür kuruluk yolunda; gah dağ, gah deniz, gah ova aşarak geçip gittikten sonra    Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın? Kara dalgası, bizimkuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir  Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur  Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın  Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun  Zahir dedikodusu toz gibidir  Kulak gibi bir müddet dinlemeyi adet edin!” Hepsi birden dediler ki: “Ey bahane arayan hakim bu cefayı bize reva görme! Hayvana takati derecesinde yük yüklet  Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et! Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir  Nasıl olur da her kuş bir inciri(bütün olarak) yutabilir? Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu öldü bil! Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister  Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur  Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce,iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar  Senin sözün Şeytan’ı susturur, senin lütuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir  Söyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibarettir  Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir! Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balığa kadar her şey kendisinden nurlanmış olan! Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir  Sensiz, biz göğün ta üstünde bile karanlık içindeyiz  Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin? Göklerin süreta yüksekliği var  Mana yüzünden yükseklik temiz ruhundur  Süreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mana huzurunda cisimler, isimlerden ibsrettir  Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi can ve gönülden dinleyiniz  Emin isem, emin adam ittiham edilmez göğe ver desem bile!Eğer ben mahzı kemal isem kemali inkar nedir? Değilsem bu zahmet bu eziyet ne oluyor? Ben bu halvetten çıkmayacağım çünkü, kalp ahvali ile meşgulüm  ” Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkar etmiyoruz, bizim sözümüz ağyarın sözü gibi değildir  Ayrılığından göz yaşlarımız akmakta, canımızın ta içinden ahu vahlar coşmakta!” Çocuk dadı ile kavga etmez  Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi    Fakat boyuna ağlar durur! Biz çenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden değil, sen inliyorsun! Biz ney gibiyiz bizdeki nağme senden  Kazanıp kaybetmede satranç oyunu gibiyiz; ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir  Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim! Biz yokuz  Varlıklarımız, fani suretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin  Biz umumiyetle aslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmiş aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgardandır  Hareketimiz de, varlığımız da senin vergindir  Varlığımız umumiyetle senin icadındır  Yoksa varlık lezzetini gösterdin  Yok olanı kendine aşık eylemiştin! O İn’am ve ihsanın lezzetini    mezeyi, şarabı ve kadehi esirgeme!Esirgersen kim arayıp tarıyabilir? Nakış nakkaşla nasıl mücadele eder? Bize bizim efendimize bakma; kendi ikramına, kendi cömertliğine bak! Biz yoktuk, mücadelemiz de yoktu  Senin lütfun bizim söylenmemiş sırlarımızı da işitiyordu  Nakış, nakkaşın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki çocuk gibi aciz ve eli bağlıdır  Kudret huzurunda bütün alem mahlukları, iğne önünde gergef gibi acizdir  Kudret gergefe bazen şeytan resmi, bazen insan resmi işler; gah neşe, gah keder nakşeder  Gergefin eli yok ki onu def için kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses çıkarsın  Sen beytin tefsirini Kur’an dan oku Tanrı “Attığın zaman sen atmadın” dedi  Biz bir ok atarsak, atış, bizden değildir  Biz yayız, o yayla ok atan Tanrı’dır  Bu “cebir” değil, cebbarlığın manasıdır  Cebbarlığı anış da, ancak Tanrı’ya tazarru ve niyaz içindir  Bizim figanımız muztar ve kudretsiz olduğumuzun delilidir  Yaptığımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar olduğuna delildir  Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanış, bu teeddüp ne? Hocaların şakirtleri terbiye etmesi niçin; fikir, neden tedbirlerden tedbirlere dönüyor? Eğer sen “O, cebirden gafildir  Hak’ka mensup olan ay, bulutta yüzünü gizliyor” dersen  Buna hoş bir cevap var; dinlersen küfürden geçer dini tasdik eder, bana tabi olursun:Hasret ve figan, hastalık zamanındadır  Hastalık zamanı tamamı ile uyanıklık zamanıdır  Hasta olduğun zaman günahından istiğfar eder durursun  Sana günahın çirkinliği görünür; iyileşince yola geleyim diye niyet edersin  Bundan sonra kulluktan başka bir iş ihtiyar etmiyeyim diye ahdeylersin  Şu halde bu yakinen anlaşıldı ki hastalık sana akıllılık bahşediyor  Ey asılı arayan kimse! Şu aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almış, dermana ermiştir  Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir  Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır  Hak’kın cebrinden agah isen feryadın nerede? Cebbarlık zincirini görüşün hani? Zincire bağlanan nasıl olur da neşelenir? Hapiste esir olan nasıl hürlük eder? Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah çavuşlarının dikildiğini görüyorsan    Gayrı sende acizlere çavuşluk etme  Çünkü bu vazife acizlerin huyu ve tabiatı değildir  Madem ki görmüyorsun; Tanrı’nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hangi gördüğünün nişanesi? Hangi bir işe meylin varsa o işte kendi kudretini apaçık görür durursun; hangi işe meylin ve isteğin yoksa    Bu Tanrı’dandır diye kedini Cebri yaparsın! Peygamberler, dünya işinde Cebridirler, kafirler de ahiret işinde  Peygamberlerin, ahiret işinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dünya işinde  Zira her kuş, kendi cinsinin bulunduğu yere gider, bedeni, geride uçmaktadır, canı daha tez, daha ileri gitmekte  ! Kafirler “Siccin” cinsinden olduklarından dünya zindanına rahat rahat gelmişlerdir  Peygamberler, (İlliyyi) cinsinden olduklarından can ve gönül İlliyyine doğru gitmişlerdir  Bu sözün sonu yoktur, fakat biz yine dönüp o hikayeyi tamamlayalım: Vezir içerden seslendi: “Ey müritler, benden size şu malum olsun  Ki İsa bana “Hep yakınlarından, arkadaşlarından ayrıl, tek ol, yüzünü duvara çevirip yalnızca otur, kendi varlığından da halveti ihtiyar et” diye vahyetti  Bundan sonra konuşmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile işim yok  Dostlar elveda! Ben öldüm, yükümü dördüncü göğe ilettim  Bu suretle de ateşe mensup feleğin altında zahmet ve meşakkatler içinde yanmayalım  Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, İsa’nın yanında oturacağım  ” Neden sonra o emirleri yalnız ve birer birer çağırıp her birine bir söz söyledi  Her birine “İsa dininde Tanrı vekili ve benim halifem sensin  Öbür emirler senin tabilerindir  İsa, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti  Hangi emir, baş çeker, tabi olmazsa onu tut; ya öldür yahut esir et, hapse at  Ama ben sağ iken bunu kimseye söyleme, ben ölmedikçe, reisliğe talip olma  Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma  Saltanat ve galebe davasına kalkışma  İşte şu tomar ve onda Mesih’in hükümleri    Bunu ümmete tasih bir tarzda oku!” dedi  O, her emire ayrı olarak şunu söyledi: “Tanrı dininde senden başka naib yoktur!”Her birini ayrı ayrı ağırladı  Ona ne söyledi ise buna da onu söyledi  Her birine bir tomar verdi, her tomar öbürünün zıddını ifade ediyordu  O tomarların metni “Ya” harfinden “Elif” harfine kadar olan harflerin şekilleri gibi birbirine aykırıdır  Bu tomarın hükmü, öbürünün zıddıydı, bu zıt diyeti bundan önce bildirdik  Ondan sonra daha kırk gün kapısını kapadı  Kendisini öldürüp varlığından kurtuldu  Halk onun ölümünü haber alınca kabrinin üstü kıyamet yerine döndü  Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yığıldı  Arap’tan ,Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Tanrı bilir  Mezarın toprağını başlarına serptiler  Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler  Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlara yol verdiler  Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı  Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir  Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım  Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim  Madem ki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok  Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigar kalması gerekir  Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan! Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir  Hayır yanlış söyledim  Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil  Sen sürete taptıkça ikidir  Süretten kurtulana göre ise birdir  Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırdedilemez  Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır  Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkan yoktur  Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır  Onları sıkarsan yüz kalmaz hepsi bir olur  Manalar da taksim ve sayı yoktur, ayırma birleştirme olamaz  Dostun, dostlarla birliği hoştur  Mana ayağını tut (ona yönel), süret serkeştir  Serkeş süreti, eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin  Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir  Ey gönlüm kulu olan Tanrı!O hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker  Hepimiz yayılmıştık ve bir  Orada başsız ve ayaksızdık; Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık    su gibi  O güzel ve latif nur sürete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı  Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın  Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım  Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir  Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç! Kalkansız bu elmasın karşısına gelme  Çünkü kılıca kesmekten utanç gelmez  Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin  Hikayeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakarlığından bahse geldik: O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istediler  O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti  Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim  İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır  ” Öbür emirde pusudan çıkageldi  Hilafet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi  O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi  Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı  Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca davaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler  ) Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler  Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu  Sağdan soldan sel gibi kanlar aktı  Havaya dağlarcasına tozlar kalktı  O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti  Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve latif ruha malik oldu  Ancak ten nakşına ait olan öldürmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir  Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz  Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider  Ey sürete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana süret tenine kanattır  Mana ehliyle düş, kalk ki hem ata ve ihsan elde edesin, hem de feta olasın  Bu cisimde manasız can; hilafsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir  Kılıfta bulundukça kıymetlidir  Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur  Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir kere kontrol et; Eğer tahta ise, yürü    başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel! Elmas kılıç, velilerin silah deposundandır  Onları görmek size kimyadır  Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen alemlere rahmettir  Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin  O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir  Mübarek olmayan gülme, lanetin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karanlığını gösterir  Gülen nar bahçeyi güldürür  Erler sohbeti de seni erlerden eder  Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun  Temizlerin muhabbetini ta    canının içine dik  Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme  Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var  Karanlığa varma güneşler var  Gönül seni gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker  Agah ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al    onunla gönlünü gıdalandır  Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!!! İncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı  Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı  Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için  Yüce adı öperler; latif vasfa yüz sürerlerdi  Bu söylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan emindiler  Onlar, o emirlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı  Onların neslide çoğaldı  Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yar oldu  Hıristiyanlardan AHMED adını hor tutan diğer fırka, fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi  Manaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de! Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur? Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur? Vezirin belası yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez padişahtan sonra   | 
|   | 
|  | 
|  |