Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
akıllı, arıyorum, mesnevi

Bir Akıllı Arıyorum Mesnevi

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Akıllı Arıyorum Mesnevi








BİR AKILLI ARIYORUM





Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “ Hemencecik bir orospuyu neden aldın? Bunu bana söylemeliydin Sana namuslu bir kız alırdık” dedi Delkak “ Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu Derdimden eridim, bittim Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım Görelim bakalım, bunun sonu ne olacak? Dedi Ben birçok defalar aklı sınadım Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumunu saçacağım!

Birisi” Bir akıllı arıyorum, onunla meşverette bulunacağım, bir müşkülüm var, ona söyleyeceğim” dedi Bu sözü duyan da “ şehrimizde kendisini deliliğe vuran birisi var, ondan başka akıllı yok İşte bir sopaya binmiş, çocuklarla beraber koşup duruyor Rey ve tedbir sahibi, ateş parçası gibi bir adamdır

Kadri gök gibi yüce, yıldızlar yağdırıcı bir zattır Kudreti parlaklığı, Kerrubilere can olmuştur O kendisini bu divanelikte gizlemiştir” Dedi Fakat her divaneyi kendine can sayma Samiri gibi buzağıya secde etme Bir veli sana gayb’a ait yüz binlerce şeyi, yüz binlerce sırrı apaçık söylese bile, Sen de o anlayış, o bilgi olmadıkça yine fışkıyı ödağacından ayırt edemezsin

Veli kendisine deliliği perde etti mi, ey kör, sen onu nasıl tanıyabilirsin? Eğer yakın gözün açıksa bak da her taşın altında bir erin gizli olduğunu gör! Yol gösterici ortada, göz önünde, her Kelimin bir kilime bürünmüş olduğu meydandadır Veliyi meşhur eden yine velidir Veli kime dilerse nasip verir Fakat deliliğe vurdu mu kimse akıl edip de onu anlayamaz Bir hırsız, körden bir şey çaldı mı kör, onu bulabilir mi hiç? Hırsız, gelip ona çatsa bile kör, hırsız kimdir? Ne anlasın? Köpek, kör yoksulu ısırsa bile kör, kendisini dalayan köpeği nereden bilecek?

Bir köpek mahallede bir kör bir dilenciye savaş aslanı gibi saldırdı Ay bile yoksulların izi tozunu gözüne sürme gibi çektiği halde köpek, kızgınlıkla yoksullara saldırır Kör, köpeğin sesinden korktu, aciz oldu Ona tazim etmeye başladı: “ Ey avcılar beyi, ey av aslanı, el senin elin (hüküm senin hükmün), benden el çek” demeye başladı

Hakimin biri de zaruret yüzünden eşeğin kuyruğunu ağırlamış, o kuyruğa kerim lakabını takmıştır Kör de zora gelince köpeğe “ Ey aslan, benim gibi arık birisini avlayıp da ne yapacaksın? Dostların çölde yaban eşeği avlamaktalar, sense mahallede kör avlıyorsun, bu ne kötü şey! Dostların avda yaban eşeği arıyorlar, sen sokakta hile düzüp kör arıyorsun” dedi Bilgili köpek yaban eşeği avlar, bilgisiz köpekse köre kasteder Köpek bile, ilim öğrenince azgınlıktan kurtulur, ormanlarda helal hayvanlar avlar

Köpek bile alim olunca savaşta çevikleşir Köpek bile arif olunca Eshab-ı Kehif’ten olur Köpek bile avcıları kimdir, anlar, tanır Yarabbi, her şeyi tanıtan o nur nedir ki? Körün tanıyamaması, gözü olmadığından değildir; bu, onun bilgisizlikten sarhoş olması yüzündendir

Kör, bu yeryüzünden de daha gözsüz değil ya! Halbuki bu yer bile Tanrı inayetiyle düşmanı tanıdı! Musa’nın nurunu gördü, ona iltifat etti, Karun’u ise tanıdı yere geçirdi Benlikte bulunan her kişiyi helak etti, Tanrının “ ya ard ublai” emrini anladı Toprak su, yer ve kıvılcımlı ateş, bizimle her şeyden habersiz fakat Tanrı ile her şeyden haberdardırlar Bizim ise onun aksine Hak’tan gayrı her şeyden haberimiz var da Hak’tan haberimiz yoktur Tehditçilerden bihaberiz

Hülasa onların hepsi Tanrı emanetini yüklenmekten korktular, çekindiler Fakat hayvanla karışınca bu çekinmeleri, bu çalışmaları körleşti, neticesiz bir hale geldi! “ Hepimiz de halkla diri, Hak’la ölü bir hale gelen bu hayattan bizarız” dediler Birisi, anası babası öldü mü yetim olur Hak’la ünsiyet için kalb-i selim gerek! Hırsız, bir körden bir kumaş çaldı mı kör, bilmeden feryada başlar

Fakat hırsız ona “senin malını ben çaldım ben hilebaz bir hırsızım” demedikçe kör hırsızı nereden bilecek? Gözünün nuru, gözünün ışığı yok ki! Ama sesini duydun mu onu sımsıkı tut, koy verme de çaldığı şeyleri söylet Hırsızı yakalayıp, sıkıştırmak, çaldığını çırptığını söyletmek cihadı ekberdir O , önce senin gözünün sürmesini çaldı Onu elde ettin mi, yine gözlerine nur gelir Gönül’ün kayıp malı olan hikmet kumaşı, ehli dilden elde edilir Kör olan gönül, canı, kulağı

Gözü olsa bile hırsız Şeytanın izini bulamaz, onu elde edemez Şeytanın izini bulmayı hırsızı elde etmeyi, gönül ehli olanlardan um, bu işi onlardan iste; taştan topraktan değil Çünkü halk, gönül ehline nispetle taş, topaç gibidir, adeta cansızdır Danışacak adam arayan da o deliliğe vurmuş delinin huzuruna geldi dedi ki : “ Ey kendini çocuk gösteren baba, bana bir sır söyle” veli dedi ki: “ Git bu halkayı çalıp durma Kapı kapalı Bu gün sır söylenecek gün değil, başka vakit gel Eğer La mekan aleminde mekana yer olsaydı ben de şeyhler gibi dükkanda oturur, alışverişe koyulurdum”

Muhtesip gece yarısı bir yere uğradı Duvar dibinde bir adamın uyuduğunu gördü “ Hey, sarhoş musun, ne içtin? Söyle dedi Adam dedi ki: “ Testidekinden içtim!” Muhtesip “ Söyle, testide ne var?” diye sordu Adam “İçtiğim şey” diye cevap verdi Muhtesip “ Bu gizli bir laf Ne içtin içtiğin ne ?” diye sordu Adam “ Testide gizli olan şey işte” dedi Bu sual cevap, birbirine ulanıp gitti

Muhtesip de eşek gibi çamura saplanıp kaldı Ona “ Gel de bir ah de bakalım” dedi Sarhoş söz söylerken “ Hu, hu” dedi Muhtesip “ Ben sana ah dedim, hu de demedim,sen hu diyorsun” deyince adam “ ben neşeliyim sen gamdan iki büklüm olmuşsun Ah, dertten ; gamdan, zulümden olur Sarhoşların bu hularıysa neşedendir” Dedi Muhtesip “ ben şunu bilmem,bunu bilmem,kalk

Marifet satıp durma Bu dırıltıyı bırak”dedi Adam, yürü be sen neredesin, ben nerede?” deyince Muhtesip “ Hadi kalk, zindana gel” dedi Sarhoş dedi ki: “ Be Muhtesip, beni bırak da yürü işine Çıplak adamdan rehin alabilir misin sen? Eğer benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar mıyım Evime giderdim Eğer benim de aklım olsaydı imkanını bulsaydım şeyhler gibi dükkan başında bulunurdum

O, büyük adamın ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını bu tarafa sür dedi Adam “ Çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huyludur Çabuk ol ki seni tepmesin Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkan bulamadı Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı Dedi ki: “ Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak itiyorum Benim gibi bir adama acaba hangisi layık?”

Veli, “ Dünyada üç türlü kadın vardır İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri dimi bir hazinedir Onu alırsan tamamıyla senin olur İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır Üçüncü ise hiç hiç sana mal olmaz Bunu duydun ya Hadi şimdi yürü, ben gidiyorum Sen de durma atım seni tepelemesin Yoksa bir düştün mü, bir daha kalkamazsın!” dedi Şeyh sopasını, sürüp çocukların arasına katıldı

O genç adam ona tekrar bağırdı “ Gel de hiç olmazsa şunu etraflıca anlat Bu söylediğin üç çeşit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!” Şeyh, yine onun yanına ay sürüp dedi ki : “ Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun Yarısı senin olan da duldur Fakat hiçbir suretle sana mal olmayan, evladı olan kadındır İlk kocasından evladı olursa sevgisi de, bütün hatıraları da oraya gider Hadi git, atım seni tepmesin

Uzaklaş, yoksa serkeş atımın nalı seni ezer! Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çağırdı Adam tekrar bağırdı : “ Ey ulu padişah, bir sualim kaldı, gel!” dedi Şeyh tekrar o tarafa gelip “ Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!” dedi Adam “ Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu ne divanelik, bu ne iş Şaşılacak şey! Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun*” dedi Şeyh dedi ki: Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar verdiler Reddettim imkanı yok Senin gibi alim , fazıl kimse yok Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok, dediler Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı eriyordum Fakat hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben Aklım hazinedir, ben viraneyim Deliyim hazineyi gösterirsem! Divane odu ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördüğü halde evine girmedi Benim bilgim cevherdir, araz değil

Bu değerli bilgi, bir maksada erişmek için değil ki Ben şeker madeniyim, şeker kamışıyım, hem benden yetişmekte, hem ben yiyorum Bir bilgiyi işiten kişi beğenmez kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, öğrenilerek elde edilmiştir( adama mal olmamıştır) Çünkü geçim elde edilmiştir, gönül aydınlatmak için değil, bu ilim de talibi gibi aşağılık dünya ilmidir

Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim öğrenmek ister, bu alemden halas olmak için değil Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir Nuru, sahraya yol bulamadığı için ona bu karanlık kuyusu, hoş bir meskendir Fakat Tanrı, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuşlar gibi uçar

Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, simak burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düşer Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne aşıktır Münakaşa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider Halbuki benim müşterim Tanrıdır Beni o yüceltir, o satın alır

Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Tanrının cemalidir Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helal bir kazançtır Bu müflis alıcıları bırak Bir avuç toprak, ne satın alabilir ki? Toprak yeme, toprak alma, toprağı arama Çünkü toprak yiyenin yüzü daima sapsarıdır Gönül ye de daima genç kal Benzin tecelliden erguvana dönsün!” Yarabbi , bu ihsan bizim işimiz değil Senin lütfun, gizli lütfe yol göstericidir

Ey düşkünlerin ellerini tutan, elimizi tut Bizi al perdeyi kaldır, perdemizi yırtma Bizi bu murdar nefisten kurtar Çünkü bıçağı bıçağı kemiğimize kadar dayandı Ey tacı, Tahtı olmayan padişah, bizim gibi biçarelerden bu kuvvetli bağı kim çözebilir? Ey muhabbet ihsan eden muhabbetli Tanrı, böyle sağlam bir kilidi, senin fazlından başka kim açabilir? Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü sana tutarız

Çünkü sen, bize bizden yakınsın Bu dua da senin öğretmenledir, senin ihsanındandır Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir? Kan ve bağırsak arasında kalmış olan anlayış ve akıl senin ikramından başka bir şey nakletmez ki, İki parça yağdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta Bu dil dene et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta

Kulak denen deliklerden akıp meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu Alemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o Haydi, hemen “ o, bahçelerin inişlerinde nehirler akar” ayetini oku artık



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.