|  | Gururun Akıla Oyunu Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Gururun Akıla Oyunu Mesnevi  GURURUN AKILA OYUNU Aklın aklından kaçan, peygamber ve velilere uymayan kişi meşhur Harut’la Marut’a benzer  Onlar da gururları yüzünden zehirli ok yediler  Mukaddes yaradılışlarına, melek olduklarına itimat ettiler  Fakat bu itimat, su sığırının aslana itimadı gibidir  Manda, aslana ne kadar itimat edebilir? Onun yüz tane boynuzu olsa ve bu boynuzlarla korunmaya çalışsa yine aslan, onun boynuzunu değil; boynuzunun boynuzunu bile parça parça eder  Kirpi gibi baştan aşağı diken olsa, aslan, yine onu çaresiz öldürür  Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur  O sert rüzgar, otun zayıflığına acır  Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma  Balta ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer  Fakat bir ota saldırmaz  Neşter yaradan başka yere vurulmaz  Aleve odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı? Manaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok aciz  Kötüyü baş aşağı tutan ondaki manadır  Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut  Onun dönmesi nedendir? Onda müdebbir olan akıldan  Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli ruhtandır  Bu rüzgarın hareketi onun manasından ( o suretle zahir olan manadan, Tanrı kudretindendir) değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir  Bu nefesin alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir? Can, o nefesi, nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de inkar da bulunur)  Gah o sözü barış sözü yapar, gah savaş sözü  Can, o nefesi bazen sağa götürmektedir, bazen sola   Bazen gül bahçesine koymaktadır, bazen diken haline  Yine böyle Tanrımız, bu rüzgarı Ad kavmine ejderha yaptığı halde, Yine aynı rüzgarı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale getirmişti  Alemlerin Rabbinin manalar denizi olan bin Şeyhi, “ mana Allah’dır” dedi  Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir  Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır  İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir  Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi    ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder) Bu söze de son yoktur  Ey genç sen yine Harut Marut hikayesine dön  Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce, hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı  Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı  Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış  Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü mü    İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar  O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kafir nefsini görmez  Din gayretinin başka alameti vardır  O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur  Tanrı; Harut’la Marut’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, masum melekseniz aldanmış, ziyankar suçları görmeyin  Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz  Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez  Sizdeki masumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir  O masumluğu benden bilin, kendinizden değil  Kendinize gelin, kendinize    Lanetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi  Nitekim Peygamberin vahiy katibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti  Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü  Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın  Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin? Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim    O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir  Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber verdi  Sağır kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım  Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa    Fakat mutlaka da gitmek lazım  Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum  Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim  O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek  Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım  O mesela, mercimek çorbası diye cevap verir  Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim  O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur  Geldi mi işin yoluna girdi demektir  Biz de onun kademini denedik  Nerede vardıysa dilek hasıl oldu  ” O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti  “Nasılsın “dedi  Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı  “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı” diye düşündü  Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü  Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta “Zehir” dedi  Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı  Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu  Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi  Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!”dedi  Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı  Sağır, eşekliğinden tamamı ile aksini sandı, ziyanın ta kendisi olan o işi kar zannetti  Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu bilmiyormuşuz” diyordu  Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber göndermeyi kuruyordu  Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır  İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın  Hasta olmadığı için hasta kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki  Söylediklerinin hepsine karşılık vereyim  O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir şey gelmedi  Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir  Halbuki bu, hatır sorma değil, düşmanlık! Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş” diyordu  Nice ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Tanrının rızasını almak, sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar  Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır  Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları saf ve berrak sanırsın  O sağır gibi    Sağır, iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti  O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu  Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı  Yaktığınız ateşlerden korkun  Siz, onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden alevdesiniz  Peygamber bir riyakara namaz kıldığı halde “ Ey yiğit kalk, namaz kıl, çünkü senin kıldığın namaz değil” dedi  Bu korkular yüzünden her namazda “ ihdinassıratal müstakime- sen bizi doğru yola hidayet et” denir  Yani “ Ey Tanrı! Bu namazımı yolunu azıtmışların, riyakarların namazıyla karıştırma” O sağır adamın seçtiği kıyas yüzünden on yıllık konuşma hiç olup gitti  Ulu kişi, hele bu kıyas, tavsif edilemeyecek vahiyde aşağılık duygusunun kıyası olursa    Senin duygu kulağın harfleri anlayabilirse de bil ki gaybı duyan kulağın sağırdır  Tanrı nurlarına karşı bu kıyasçıkları ileri süren ilk kişi, İblisti  Dedi ki: “ Şüphe yok, ateş topraktan daha iyidir  Ben ateşten yaratıldım Adem kapkara topraktan  Şu halde fer’i, asla nispetle mukayese edelim: O zulmettendir, biz aydın nurdan  ” Tanrı “ Hayır, soy sop yok  Zahitlik ve şüpheli şeylerden çekinmek, faziletin mihrabıdır  Bu, fani dünyanın mirası değildir ki soy sop yüzünden onu elde edesin  Bu can mirasıdır  Hatta peygamberlerin mirası  Bunun varisi şüpheli şeylerden sakınan müminlerin canıdır  O Ebucehl’in oğlu, açıkça müslüman oldu; şu Nuh Peygamberin oğlu yolunu yanılanlardan  Topraktan yaratılan, ay gibi nurlandı  Ateşten yaratılan sen, yüzü kara oldun, defol!” dedi  Bu kıyaslar, bu araştırmalar; bulutlu günde, yahut geceleyin kıbleyi bulmak içindir  Fakat güneş doğmuş, Kabe de karşıdayken bu kıyası, bu araştırmayı bırak, arama! Kıyas yüzünden Kabe’yi görmezlikten gelme, ondan yüz çevirme  Doğruyu Tanrı daha iyi bilir  Tanrı kuşundan bir ötüş duyunca ders beller gibi yalnız zahirini beller, hatırında tutarsın  Sonra da kendinden kıyaslar yapar, hayalin ta kendisini hakikat sanırsın  Abdalların ıstılahları vardır ki sözlerin, onlardan haberi yok  Sen, kuş dilini, yalnız ses bakımından öğrendin; yüzlerce kıyas ve hevesler ateşledin  Fakat o hastanın incindiği gibi senden de gönüller incindi, kederlendi  Halbuki sağır, kendi zannına kapılıp, isabet ettiğini sanıp sevincinden sarhoş oldu  O vahiy Katibi de kuşun sesini duyup kendini de o kuşla eşit sandı  Fakat kuş, bir kanat vurup onu kör etti işte    Onu ölümün ve elemin ta dibine kadar götürdü  Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan düşmeyesiniz  Harut’la Marut’sanız da, “ Biz sana saf ,saf ibadet ediyoruz” damının üstünde herkesten ileriyseniz de  Kötülerin kötülüklerine acıyın  Benliğin kendini görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın  Kendinize gelin  Tanrı gayreti, pusudan çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz  İkisi de dediler ki: “ Tanrı, ferman senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir ihsan, nerede bir koruyan?” Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip hükmetmek için yürekleri oynamaktaydı  “ Bizden kötülük gelir mi? Biz ne güzel kullarız!” diyorlardı  Bunların bu gurur ve istekleri, kendilerini rahat bırakmadı: nihayet bunları kendilerini beğenmiş bir hale soktu  “Ey toprağa, suya, yere, ateşe mensup insanlar, ey ruhanilerin temizliğinden haberi olmayanlar  Biz şu gökyüzünün üstünde perdeler dokuyor, yeryüzüne inip şadırvanlar kuruyoruz  Adalet yapar, ibadet eder; her gece yine göklere uçar gideriz  Bu suretle de şu devrin şaşılacak büyükleri olur, yeryüzüne adalet ve emniyeti yayarız” diyorlardı  Gökyüzü ahvalini yeryüzüne kıyas ettiler, fakat bu kıyas, doğru değil    Arada büyük bir fark var! Perde altına girmiş olan Hakimin sözünü dinle: Şarap içtiğin yere baş koy, yat  Meyhaneden çıkıp yol, yanılan sarhoş, çocukların maskarası ve oyuncağı olur  Her tarafa, her yola, çamurların içine düşer, her ahmak da ona güler  O bu haldeyken onun sarhoşluğundan, içtiği şarabın neşe ve zevkinden haberleri olmayan çocuklar peşine takılırlar  Tanrı sarhoşundan başka bütün halk, çocuktur  Heva ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka baliğ yoktur  Tanrı “ Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız  ” Dedi  Tanrı doğru buyurur  Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun  Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz? Dünyada daima istenen, peşinde koşulan, bir türlü terk edilemeyen bu şehvet; bil ki çocukların cimaı gibidir  Çocuğun cimaı nedir ki? Bir Rüstem’in, bir yiğidin cimaına nispetle oyundan ibaret  Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir  Tamamı ile manasız, esassız ve hor! Hepsi sopadan kılıçlarla savaşırlar  Hepsi faydasız bir şeyle uğraşıp dururlar  Hepsi, bu bizim Burak’ımız Düldül yürüyüşlü atımız diye bir sopaya binmiştir  Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar  Hele dur    halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak! O gün ruh ve melek Tanrı’ya yücelir  Ruhun yücelmesinden gök titrer! Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz    Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz! Tanrı’dan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez” hükmü gelmiştir  Zan merkebi nerede gökler koşacak? İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir  Fakat güneş zuhur etti mi    onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez  İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz    Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil! Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır  Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür  Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir  Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir  Tanrı “ Yahmilü esfara-Tevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer” dedi  Tanrı’dan olmayan bilgi yüktür  Tanrı’dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider  Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler  Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin  İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar  Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “HU” ismine kani olan! Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur  Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz    Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kar ve Lam harflerinden gül topladın mı? Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara  Ayı gökte bil derede değil! Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!) Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel  Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol! Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi saf, pak zatını göresin  O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun  Peygamber “ ümmetimden öyleleri vardır ki onlar, benimle aynı yaratılıştadırlar, benimle aynı himmete sahiptirler  Ben onları hangi nurla görüyorsam onların canları da beni mutlaka aynı nurla görür” dedi  Bunlar Peygamberi, Shihayn kitapları, hadisler, hadisi rivayet edenler olmaksızın, bunlara hacet kalmaksızın abıhayat kaynağında (gönüllerinde) görürler  “Kürt olarak yattık” sırrını bil, “ Arap olarak sabahladık” sırrını oku! Gizli ilme dair bir misal istersen Rum halkıyla Çinlilere ait hikayeyi söyle: | 
|   | 
|  | 
|  |