|  | İbrahim Ethem'in Kerameti Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   İbrahim Ethem'in Kerameti Mesnevi  İBRAHİM ETHEM'İN KERAMETİ İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir; bir yerde deniz kıyısında oturmuş, o can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu  Ansızın oraya bir emir geldi  o emir, şeyhin kullarındandı  Şeyhi tanıyıp hemen secde etti  Şeyhin hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı  Şekli de değişmişti, huyu da! Emir, kendi kendisine “ öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti  Bu ne acayip iş! Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu   Şeyh onun düşüncesini anladı  Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür  Cihan esrarı ona gizli değildir  Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun! Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir  Çünkü Tanrı, onlardan gizli şeyleri örtmüştür  Fakat gönül ehillerinin yanında edep, batini bir muameledir  Batına aittir  Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar   Sen ne aykırı iş yapıyorsun  Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanına oturuyor  Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun  Onun için şehvet ateşine odun oldun ya! Madem ki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun  Körler için yüzünü cilala, süsle dur   Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür, sonra da bu kokmuş halinle nazlan! Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle iğneyi istedi  Yüz binlerce Tanrı balığı, her birinin ağzında birer altın iğne olduğu halde, Ey şeyh Tanrının iğnelerini al, diye Tanrı denizinden baş çıkardı  İbrahim Ethem, yüzünü o emire dönüp dedi ki; Ey emir, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı? Bu zahiri bir işaretten ibaret, bir hiç hile değil  Batın alemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün  Şehre bahçeden bir dal getirirler  Fakat bağı bostanı oraya nasıl götürsünler? Hele bu gökyüzü, ancak bir yaprağı olan bir bağ olursa  Hatta o alem bir içtir, hakikattir de şu cihan, onun kabuğuna benzer  Sen, o bağa doğru adım atamıyorsun  Fazla koku kokla da nezleni gider! Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun  Yakup Peygamberin oğlu Yusuf, bu koku hakkında “ Gömleğimi alın, götürüp babamın yüzüne koyun” dedi  Ahmet bu koku için vaizlerinde daima “ Gözüm namazda ışıklanır” buyurdu  Beş duyguda birbirleriyle birleşmiştir   Çünkü beşi de bir asıldan meydana gelmedir  Bu beş duygudan biri kuvvetlense öbürleri de kuvvetlenir; birisi her birisine saki olur  Gözün görüşü, söz söyleme kabiliyetini artırır  Gözdeki aşk da doğruluğu  Doğruluk, her duygunun uyanıklığıdır, bu suretle duygulara zevk, munis olur   Sülukta bir duygu, bağını çözdü mü öbür duyguların hepsi birden değişir  Bir duygu, zahiri duygularla idrak edilemeyecek şeyleri duydu, gördü mü, gayba ait şeyler bütün duygulara aşikar olur  Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer, birer o tarafa atlarlar   Sen de duygu koyunlarını sür, Tanrı yazısında yay, otlat  Da orada sümbül ve ağustos gülü yesinler, hakikat bahçelerine yol bulsunlar  Öbür duyguların hepsi birer, birer o cennete ulaşsın diye her duygun, duygulara peygamberlik eder  Duygular, senin duyguna dilsiz, dudaksız, hatta hakikatten de öte, mecazdan da öte sırlar söyler   Çünkü bu hakikat dediğin türlü, türlü tevil edebilir  Bu vehimlenme de hayaller doğurur durur  Halbuki ayan alemine mensup olan hakikatse hiçbir suretle tevil edemez  Her duygu senin duyguna kul olunca gayri felekler bile senden ayrılamaz  Bar derinin sahibi kimdir diye dava çıksa, deri kiminse içi de onundur   Bir saman denginin kime ait olduğunda nizaa düşülse buğday kimin? Sen ona bak! (çünkü saman da buğday sahibinindir  ) felek kabuktur, ruhun nuru iç  Bu görünürde o görünmez  Ayağın kaymasın, sallanma, kendine gel! Cisim zahiridir, ruhsa gizli  Cisim yen gibidir, ruh el gibi  Akılsa ruhtan daha gizlidir  Duygu, ruhu çabucak anmalı   Mesela bir hareket gördün mü anlarsın ki o hareket eden diridir  Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin  Mevzun hareketlere başlar, bakırın kimya ile altın oluşu gibi o da hareketlerini bilgisiyle tanzim ederse, ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden anlarsın ki aklı vardır   Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir  Çünkü o gayptır, gayp alemindendir  Ahmed’in aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi olduğunu bilirdi  Fakat vahiy ruhunu her can anlayamadı  Vahiy ruhuna münasip şeyler de var,fakat onları akıl anlayamaz  Çünkü o ruh pek yücedir   Akıl, o ruhun işlerine gah delilik diye bakar, gah şaşkınlık diye  Çünkü onu anlamak, o olmaya bağlıdır  Hızır’a göre alelade olan işler Musa’nın aklını şaşırttı, Musa onları görünce bulandı  O işler Musa’ya aykırı göründü  Çünkü Musa o hale sahip değildir  Musa’nın aklı bile gayp işlerine ermezse, ey ulu kişi bir farenin aklı nedir ki bu işlere ersin! Taklit bilgisi, satış içindir, bu bilgi sahibi, müşteri buldu mu, bilgisini güzelce satar   Fakat hakikat bilgisine müşteri, Tanrıdır  Bu bilgi sahibinin pazarı daima işler, daima parlar  Alışveriş ederken mest bir halde ağzını yumup oturur  Fakat müşteri Tanrıdır  Ademin dersine melek müşteridir, o derse dev ve peri mahrem değildir  Adem, senin dersin her şeyin adını haber vermektir  Haydi, Tanrı sırlarını kıldan kıla anlat   Kısa görüşlü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan, kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır  Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir  Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir, o , her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir  Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar  Tanrı fareye de miktarınca akıl vermiştir  Çünkü yüce Tanrı, hiç kimseye ihtiyacından artık bir şey vermez   Eğer alemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı alemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı  Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Tanrı, o heybetli dağları halk etmezdi  Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi  Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi   Şu halde varlıkların kemendi,( yoklukları çekip varlık alemine getiren) ihtiyaçtır  Tanrının ihsanı ihtiyaç miktarınca zahir olur  Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Tanrının kereminden cömertlik denizi coşsun  Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler  Kör , sakat, hasta illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini coşturmak isterler  “ Ey halk, ekmek verin  Benim de ambarım var, benim de malım, benim de sofram var” derler mi hiç? Köstebeğin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur  Onun için Tanrı onu gözsüz yarattı  Köstebek, gözsüz de pekala yaşayabilir  Ter-ü taze toprakta göze ne ihtiyacı var* zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, başka bir iş için değil, Tanrı, onu bu hırsızlıktan arıtsa, o da kanatlanır, kuş olur; melekler gibi göklere uçup gider   Tanrının gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır  “ Ey çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren, Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Tanrı  Fakat o maanınin cisimle ne alakası var? Keramet ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi  O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin  O koşup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın   Eğer su yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki? Senin çerçöpün de fikri suretlerindir  Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir  Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten hali değil  Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin kabuklarıdır   Bu kabukların içini suda ara  Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta, bağdan gelmektedir  Abıhayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların, yaprakların,çerçöp de daha çabuk sürüklenip gider  Bu feyiz şiddetle zuhur etti mi gayri ariflerin gönüllerinde gam gelmez, o gönüllerde elem eğleşmez olur  Nitekim ırmak da dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eğlenmez! Birisi, şeyhin birini “ Kötü adam, doğru yolda değil  Şarap içiyor, mürai ve pis herif  Böyle adam nereden müritlerin imdadına yetişecek?” diye kınadı  Başka biri de ona dedi ki “ Edebe riayet et  Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz  Onun saf seli, bulanıversin  Bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak! Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma, bu senin hayalinden ibaret, çevir yaprağı! Böyle bir şey olmaz ya şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş, bahrumuhite pislikten ne zarar! O iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki  Bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir  ? Ateş, İbrahim’e bir ziyan veremedi  Kim nemrutsa sen ona de : kork ateşten! Nefis Nemruttur, akılla can da Halil  Ruh, işin tam içindedir  Kılavuza ihtiyaç yok kılavuza muhtaç olan nefistir   Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolma lazımdır  Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lazım değil  Onlar kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de  Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir  Baba, küçük çocuğuna onun dilince “ Ti, ti” der, aklı, alemi ölçüp biçse bile! Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez  Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek, onun dilince konuşmak gerek  Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir  Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir  Nasihat verdiği zaman pire, onların seviyesine inmek lazım” Şeyhin müridi, o kötü sözlüye, o küfürle, sapıklıkla dopdolu kişiye dedi ki: kendini keskin kılıç üstüne atma  Aklını başına al, padişah ve sultanla savaşa girişme  Havuz ,deryaya omuz vurur, onunla boy ölçüşmeye kalkışırsa mahvoldu gitti   O, öyle bir deniz değil ki ucu, kıyısı bulunsun da sizin pisliğinize bulansın! Küfrün de bir haddi, hududu var  Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bi had yok! Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir  Tanrıdan başka her şey fanidir  Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman   Çünkü, o içtir  Küfürle imansa deri  Bu yokluklar, yüze perdedir  O leğen altında gizli ışığa benzer  Hulasa bu ten başı, o başa perdedir  O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz  Kafir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan  Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan! Can tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir  Kim daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır  Canımız hayvan canından daha üstündür neden? Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur  Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak! Melekler, Ademe secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür   Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz  Tanrının adaleti, Tanrının lütfu bir gülün dikenine secde etmesini hoş görür mü? Bir can oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı ona muti olur   Kuş, balık, in,cin,insan hepsi ona itaat eder  Çünkü o üstündür, öbürleri noksan  Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne getirirler  Bu ipliğin iğneye tabi olmasına benzer  O emir, balıkların İbrahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş çıkardıklarını görünce vecde geldi  bir ah çekip “ Balık bile piri tanıyor  Yuh olsun o tapudan sürülen tene! Balıklar bile piri biliyorlar da biz ondan uzağız  Biz bu devletten mahrumuz da onlar erişmiş” deyip, secde ederek ağlaya ,ağlaya perişan bir halde yola düzüldü; bu kerametin aşkından divaneye döndü  ! Hey yüzünü yıkamamış pis herif, neredesin sen ? kiminle kavgaya girişiyor, kime haset ediyorsun?! Sen aslanın kuyruğuyla oynamakla, meleklere saldırmaktasın  Hayırdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun  kendine gel, o alçalışı yücelme sayma  Kötü nedir? Aşağılık ve muhtaç bakır, Şeyh kimdir? Ucu, sonu olmayan kimya! Bakır kimya yüzünden altın olmak kabiliyetinde değilse kimya bakır yüzünden bakırlaşmaz ya! kötü nedir? İşi ateş gibi serkeş kişi, şeyh kimdir? Ezel denizinin ta kendisi   Ateşi daima su ile korkuturlar  Fakat suyun hiç ateşle korkutabilirler mi? Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun  Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden başka bir diken göremezsin  Güneşi balçıkla sıvıyor, kamil bedirde gedik arıyorsun  Alemde parlayıp duran güneş bir yarasa için nasıl gizlenir? Ayıplar, pirler ret ettiğinden ayıp oldu   Kayıplar onların hasedi yüzünden kayıp kesildi  Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce koyul, da o yoldan sana da bir rüzgar essin  Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun? Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, “ Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün” Eşek bile hızlı yürüyeyim der derken balçığa saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur  Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim yeri değildir  Duygun eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile  Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin çünkü orada gönlünü almak istemiyorsun ki   “ Bana bu layık ihtiyarım elimde değil  Allah kerimdir  Bir acizi de suçlu tutacak değil ya” dersin  Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun  Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler  De mağarayı kapatırlar, halbuki sırtlan “ Benden haberleri yok  Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya? Diye bağırırlar mıydı” Şayb zamanında birisi, “Tanrı benden nice ayıplar gördü  Nice suçlarda bulundum  Böyle olduğum halde kereminden bana ceza vermiyor” dedi  Ulu Tanrı, Şuayb’ın kulağına dedi ki  “ Ona gayp aleminden fasih bir dille cevap ver: sen, ben ne kadar suç işledim, öyle olduğu halde Tanrı kereminden suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor dedin ama, Ey aykırı düşünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmuş! Seni nice kereler cezalandırdım  Fakat senin haberin yok  Ayağından tepene kadar zincirler içinde kalmıştır  A kara kazan, isin, pasın kat,kat; için, yüzün berbat! Gönlünde is üstünde is kurum üstünde kurum  Bu is ve kurum bir derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara karşı kör olmuş  Eğer o is kurum, yeni bir kazana ursa bir arpa tanesi kadar küçük bile olsa eseri görünür   Çünkü her şey zıddı ile meydana çıkar  Bembeyaz kazanın beyazlığı ütünde o kara is berbat bir şekilde kendini gösterir  Fakat dumanın tesiriyle kazan karardı mı artık onun üstünde isi, kurumu kim görür a inatçı? Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı renktedir   Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer ,yer kararır, kızarır  Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlanmaya başlar  Ve “ Aman yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter  Paslar demiri yemeğe gevherini yok etmeye başlar   Beyaz bir kağıda yazı yazarsan o yazı kağıda bakar bakmaz okunur  Yazılı kağıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir  Çünkü o karalanmış kağıt kağıt üstüne kara yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir manası kalmaz  O kağıda üçüncü defa bir şey yazarsan kafirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur  Şu halde her şeye çare bulan Tanrıya sığınmaktan başka ne çare var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır  Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!” Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı  Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini uydu  Dedi ki  “ eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?” Şuayb “ Yarabbi, beni kabul etmiyor  Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi  Tanrı “ Ben ayıpları örtücüyüm, sırları söylemem  Ancak iptilasına dair şu tek remzi söyleyeyim  Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: oruç tutmak da dua etmekte  Namaz kılmakta, zekat vermekte  Başka ibadetlerde bulunmakta  Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor  Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor  Fakat bir parçacık bile tat yok   İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok  Cevizler çok ama içleri boş! İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek tohumun ağaç olması için iç gerek! İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil   O habis şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı  Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür  “ ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret  inanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi  Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki : “ fasikliğe bak, işreti gör” Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret  Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb ! gibi  Gündüz adı Abdullah gece , elinde kadeh, neuzibillah!” pirin elinde dolu bir kadeh vardı  mürit bunu görünce “ Şeyhim, sen de mi aldatıcısın? Sen Şeytan, şarap kadehine hemencecik işeyiverir” demez miydin?” dedi   Şeyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sığmaz  Bir bak hele buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış anlamışsın, aldanmışsın  Bu zahiri şarap, zahiri kadeh değil ki  Onu, gaybı bilen şeyhten uzak bil  Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır  Oraya şeytanın sidiğine asla yol yok1 o varlık, Tanrı nuruyla dolu, hem de dudağına kadar  Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır  Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur” Şeyh bu sözleri söyledikten sonra “ bu ne kadehtir, nasıl şarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi  Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal  O manasız düşmansa kör oldu, bir şey göremedi  O zaman pir müridine dedi ki: “ Yürü ey ulu mürit bana şarap bul, bir hastalığım var, şarap içmek zaruretindeyim  Hastalıktan ölüm haline geldim, hatta bu halden de iler bir hale düştüm   Zaruret vakti her pis temiz sayılır  İnkar edene lanet başına toprak! Mürit meyhaneleri dönüp dolaşmaya,şeyh için her küpten şarap taşımaya başladı  Fakat küplerin hiç birin de şarap bulamadı  Hurma şarabıyla dolu olan küpler, balla dolmuştu  “ rintler, bu ne hal, bu ne iş? Hiçbir küpte şarap bulamıyorum” dedi  Bütün Rintler, ağlayıp ellerini başlarına vurarak Şeyhin yanına geldiler  “ Ey ulu Şeyh, sen meyhaneye geldin, bütün şaraplar, kudümün hürmetine bal oldu  Şarabı arıttın, bizim canlarımızı da kötü huylardan arıt  Tebdil et “dediler  Cihan baştanbaşa ağız, ağıza kanla dolu olsa Tanrı kulu yine ancak helal yer   | 
|   | 
|  | 
|  |