|  | Kadının Fendi, 2 Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Kadının Fendi, 2 Mesnevi  KADININ FENDİ -2- Bir Muhlis’in (Çelebi Hüsameddin’in) gönlü, o karı ve koca hikayesinin neticesini istemekte  Karıkoca hikayesi, bir masaldan ibaret  Fakat onu nefsinle aklının misali bil  Bu kadınla erkek nefisle akıldır  İyi kişiye de mutlaka lazımdır, kötü kişiye de  Bu ikisi, toprak yurtta esir ve mahpusturlar  Gece gündüz savaşta macera içinde  Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lazım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur  Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gah toprağa döşenir, tevazu gösterir; gah ululuk diler, yücelir  Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur  Fikrinde Tanrı gamından başka bir şey yoktur   Hikayenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle  Eğer yalnız manaya ait anlatış kifayet etseydi alem halkı, tamamı ile işten güçten kalır, alemin nizamı bozulur giderdi  Sevgi düşünce ve manadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının zahiri suretleri de kalmaz, yok olurdu  Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir  Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder  Çünkü, ey ulu kişi, zahiri iyilikler gizli sevgilere şahittir  Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur   Sarhoş bazen şaraptan olur, bazen da ayrandan! Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir  Gürültü eder, sarhoş görünür  O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar   Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır  Fakat gönülde gizli olan şeye alamettir  Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi ver de o eğri, yalancı alameti,doğrusundan ayırt edelim   Hiç, bu temyize nasıl malik olur? Tanrı nuru ile bakar, görürse o zaman bu temyizi elde eder  Eser olmasa bile sebep onu meydana çıkarır  Akrabalık gibi    Akrabalık sevgiyi bildirir  Fakat imam ve muktedası Tanrı nuru olan kişi, ne eserlere kul olur ne sebeplere  Sevgi gönülde şulelendikçe büyür, nihayet sevgi sahibi, eserden kurtulur  Sevgisini bildirmeye ihtiyacı yoktur  Çünkü sevgi nurunu bütün kainata yaymıştır  Bu sözün tamamlanması için hayli tafsilat var ama sen ara  Gerçi mana, bu suretten zahir olmaktadır ama bir cihetten manaya yakındır, bir bakımdan manaya uzak! Delalet hususunda mana ile suret, su ile ağaç gibidir  Mahiyetlerine bakarsan birbirlerinden tamamı ile uzaktırlar  Sen mahiyetleri de bırak, hususları da  O iki rızık arayan karıkocanın ahvalini anlat   Arap dedi ki: “Ayrılıktan vazgeçtim  Hüküm senin  Kılıcı kından çek, emret  Ne dersen ben sana tabiim; emrin, ister iyi olsun, ister kötü    ona bakmam  Senin uğruna feda olayım; çünkü seni seviyorum  Sevgi; insanı kör eder, sağır yapar  ” Kadın “Sahiden beni seviyor musun, yoksa hile ile sırrımı öğrenmek mi istiyorsun?” dedi   Erkek dedi ki: “Gizli sırları bilen ve Adem Safi’yi yaratan Tanrı hakkı için (Seni seviyorum  ) Tanrı, Adem’e üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne varsa hepsini gösterdi  Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesma” sından ders verdi, öğretti  Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler  Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler  Adem’in yüzünden nail oldukları fütühata, göklerde bile erişememişlerdir   Adem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı  Peygamber “Tanrı; ben, yücelere, aşağılara yere, göğe, hatta arşa sığmam  Bunu, ey aziz, yakinen bil  Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım  Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi   Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin  ” Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Adem’ görünce yerinden kalktı  Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat manaya karşı suret nedir ki? Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı  Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk   Yere olan bu meylimize, bu alakamıza da şaşmaktaydık  Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alakamız nedir? Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi? Ey Adem! O ülfet, senin kokundanmış  Çünkü cisminin nesci yeryüzü  Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular  Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu  Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu  Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi  O yüzden Tanrıya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek? Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik   Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:”Açıkça istediğinizi söyleyin  Tek evlatların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse çekinmeden deyin  Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır  Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler salmaktayım; Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım  Bu suretle de benim hilmimi inkar eden ağız açamasın   Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar, yokluğa dalıp mahvolur  O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür  Köpük gider gelir ama deniz bakidir dedi  ” Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün köpüğüdür  İşte o köpük hakkı için, o saf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir laf değil   Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir  Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için  Bu hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına  Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın  Elimden geleni; gücümün yettiğini buyur! Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu suretle ne yapabileceksem kabul edeyim  Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe yarar ki?” Kadın dedi ki:”Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır  O tanrı vekili, Tanrı halifesidir  Bağdat şehri, onun yüzünden bahar gibidir  O padişaha ulaşabilirsen padişah olursun  Ne vakte kadar ikbal sahibi olmayanların yanına gidip duracaksın? İkbal sahiplerinin dostluğu kimya gibidir  Onların nazarına benzer kimya nerede? Ahmed’in gözü Ebubekir’e o bir tasdik yüzünden sıddık olmuştur  ” Kocası, “Ben padişah huzuruna nasıl kabul olunurum; bir bahanesiz onun yanına nasıl giderim? Buna bir münasebet, bir vesile gerek  Hiçbir sanat aletsiz meydana gelir mi? Mecnun gibi ki, birisinden Leyla’nın bir parça hastalandığını duydu  Eyvah, dedi; bahanesiz nasıl gideyim? Gitmezsem, hatırını sormazsam ne hale gelirim? Keşke hazık bir hekim olaydım    O vakit Leyla’ya koşa, koşa giderdim   Tanrı, bize “Ya Muhammed, gelin de” buyurdu da bu davet, utanmamızın giderilmesine sebep oldu  Gece kuşlarının gözleri ve kabiliyetleri olsaydı gündüzün uçup gezerler, dönüp dolaşırlardı” dedi   Kadın cevap verdi: “Kerem sahibi padişah meydana girer, kendisini gösterirse aletsizlik, aletin ta kendisi, vesileden mahrum oluş, vesilenin aynı olur  Çünkü alet, vesile; davaya düşmektir, varlık alametidir  Asıl hüner aletsizliktedir, alçalmadadır  " Arap “Aletsiz nasıl alışveriş edeyim de aletsizliği elde edeyim? Müflisliğime de bir delil gerek ki padişah halime acısın  Sen, bana dedikodudan ve hileden başka bir şahit göster de o şen padişah merhamete gelsin  Çünkü sözden ve kötü hileden ibaret olan bu şahitlik o hakimler hakiminin yanında mecruhtur  Müflisin şahidi doğruluk olmalı ki nuru, söylemeden parıldasın (halini arzetmeden hali anlaşılan)” dedi   Kadın dedi ki: “Doğruluk varlığından tamamı ile çıkıp arınarak, isteğini terk etmendir  Testimizde yağmur suyu var  Malın, mülkün, sermayen bundan ibaret  Bu su testisini al, git; padişahlar padişahın huzuruna var, armağan götür  De ki: Bizim bundan başka hiçbir malımız, mülkümüz yok  Çölde de bundan iyi su hiç yoktur  Padişahın hazinesi ağır elbiselerle doluysa da bunun gibi suyu yoktur  Bu su az bulunur   O testi nedir? Bizim mezar gibi cismimiz, içinde de bizim acı ve hislerimizin suyu var  Ey Tanrı! “Tanrı, cennet karşılığına iman edenlerin canlarını, mallarını satın aldı” ayetindeki fazıl ve kereminden bizim bu küpümüzü, bu testimizi kabul et! Bu beş duygudan meydana gelme beş lüleli testideki suyu her türlü murdar şeylerden, her çeşit pisliklerden temiz tut  Bu suretle şu testinin denize bir menfezi olsunda testim deniz huyuyla huylansın   Armağanı padişaha tertemiz götürünce onu görür, anlamak ister  Ondan sonra da artık testinin suyu nihayetsiz bir dereceye gelir  Testinin suyundan yüzlerce dünya dolar  Lüleleri kapa, testiyi de küpten doldur   Tanrı” Gözlerinizi heva ve hevesten yumun” buyurdu  Arap, kimin böyle bir hediyesi var? Hakikaten bu armağan, öyle bir padişaha layık diye gururlanmaktaydı  Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp durmakta  Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp gitmekte  Padişahın huzuruna var da şevketi, azameti gör; altından nehirler akan bahçeler diye övülen yerlere bak! O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katradan ibarettir   Arap, evet, dedi  Testinin ağzını kapa, hakikaten armağan, bize faydalı  Keçeye sar sarmala  Padişah, orucunu armağanla açsın  Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur  Bu halis şarap, zevk ve sefa kaynağı! Çünkü onlar acı tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör olmuşlardır  Durağı, yatağı acı subaşı olan kuş; saf berrak suyu ne bilsin? Yurdun acı su kaynağı; Şatt’ı, Ceyhun’u nereden bileceksin? Ey şu fani konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi ne bilirsin ki! Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin  Senin yanında bu adlar ebced gibidir  Ebced, hevvez  Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat manası yok  Hulasa, Arap testiyi alıp yola düştü  Gece, gündüz onu taşımaktaydı  Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta    şehre kadar götürdü  Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte; “Suyumuzu, bayağı kişilerden koru    Ya Rabbi, bu inciyi o denize ulaştır  Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı olur  Cevher dediğin de nedir ki    Bu su Kevser suyudur  İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu   Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle, Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin ta Hilafet Şehrine kadar götürdü  Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu   Haceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar? Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail olmuş, hil’atler elde etmiş  O kapı; kafire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi! Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor  Bir bölük halk gördü ayakta, hizmet bekliyor  Süleyman’dan karıncaya kadar herkes, içinde    Hepsi sur üfürülmüş te dirilmiş canlar gibi  Görünüşe aldananlar, cevherlere gark olmuşlar    İç yüzüne ehemmiyet verenler, mana denizini bulmuşlar  Himmetsizler, himmete erişmiş    Himmet sahipleri nimete erişmiş! Kapıdan ses gelmekteydi: Ey istekli, gel! Cömertlik, yoksul gibi, yoksullara muhtaçtır  Cilalı ve tozsuz ayna arayan güzeller gibi cömertlik de yoksul ve zayıf kişileri arar  Güzellerin yüzü ayna ile güzelleşir  Onlar aynaya bakıp bezenirler  İhsan ve keremin yüzü de yoksula bakmakla görünür  Bundan dolayı H “Vedduha” suresinde “ Ey Muhammed, yoksula bağırma” buyurdu  Mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır  Tanrının bir çeşit cömertliği, yoksulları meydana çıkarır, bir başka cömertliği de onlara bol ,bol ihsanda bulunur  Şu halde yoksullar, Tanrı cömertliği aynalarıdır  Hak ile Hak olan ve varlıktan tamamı ile geçen hakiki yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır   Bu iki çeşit yoksuldan başkaları(yani varlığı olmayanlarla varlıktan geçenlerden başkaları) esasen ölüdür  Bu çeşit adam bu kapıda değildir, perdedeki, nakıştan, suretten ibarettir   O kişi, yoksulun resmidir, canı yoktur, ekmek yemez  Köpek resmine kemik atma  O, Tanrı fakiri değil, lokma fakiridir  Ölü resmin önüne yemek tabağını koyma  Ekmek yoksulu, karada balıktır  Şekli balık şeklidir ama denizden ürküp kaçar  O evde beslenen kuştur, havada uçan Simurg değil  Nefis şeyler yiyip içer, gıdası Hak’tan değildir  Yemek, içmek için Tanrı aşığıdır; cam güzelliğe aşık değildir  Tanrının zatına aşık olduğunu vehmetse bile sevdiği zat değildir; vehmi, esma ve sıfatın verdiği vehimdir  Vehim; vasıflardan, hadlerden doğar   Hak ise doğmamıştır, doğurmaz  Kendi tasvir ettiği şeye, kendi vehmine aşık olan kişi, nereden nimet ve ihsan sahibi Tanrı aşıklarından olacak? O vehme aşık olan, doğrucuysa mecazi sevgisi, kendisini nihayet hakikate çeker, götürür   Bu sözü iyice anlatmak, açmak lazım; fakat eski düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum  Kısa görüşlü köhne anlayışlar, fikre yüz türlü kötü hayaller getirirler  Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktur  Her kuşcağız, bir inciri bütün olarak yutamaz  Hele ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış kör bir kuş olursa    Balık resmine ister deniz olmuş, ister toprak  Kara yüzlüye ha sabun, ha kara boya! Kağıda gamlı bir adam resmi yaparsan o resmin ne gamla alışverişi vardır, ne neşeyle  Resim, görünüşte gamlıdır ama, kendisi gamla alakasızdır   Görünüşte gülen bir resmin de neşeyle münasebeti yoktur  Gönülde bir haletten başka bir şey olmayan dünya gamı dünya neşesi; hakiki neşeye hakiki gama nispetle resimden ibarettir  Resmin gamlı bir surette görünüşü, o resim yüzünden mananın doğrulması, hakiki gamı anlaman içindir  Bu hamamlardaki resimler camekanın dışından bakılırsa elbiseler gibidir; cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar Sen ancak dışardan elbiseleri görürsün  Elbiseni çıkar, soyun da bir içeriye gir arkadaş! Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur  Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir  O bedevi Arap uzak çöllerden Hilafet Şehrinin kapısına vardı  Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üstüne lütuf gülsuyunu serptiler  Bedevi söylemeden ihtiyacını, dileğini anladılar  Zaten onların işi istetmeden ihsan etmekti   Ona “Ey Arab’ın en asili, en yücesi! Hangi diyardansın, yol yorgunluğuyla nasılsın?” dediler  Bedevi dedi ki: “Eğer bana yüz verirseniz asilim, yüceyim  Fakat ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm! Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Caferi altından daha hoş kişiler! Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir  Sizi görmek için mal, mülk, servet    hepsi feda olsun! Ey Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar padişahının ahlakıyla ahlaklanmış kişiler! Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları altın haline getirirsiniz  Ben garibim, padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim  Onun lutfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler bile lütfiyle canlandı   Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin yüzünüzden sarhoş oldum  Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkanına koştu, fakat ekmekçinin güzelliğini görünce canını verdi  Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü teferrüç yeri oldu  Kuyudan su çekerken Yusuf’un yüzünden abıhayat içen bedevi gibi   Musa ateş elde etmek için gitti  , öyle bir ateş gördü ki ateşten vazgeçti  İsa düşmanlardan kurtulmak için kaçtı  O kaçış, onu dördüncü kat göğe kadar çıkardı  Buğday başağı, Ademin tuzağı oldu da bu suretle varlığı, insanlara başak oldu; bütün insanlar ondan var oldu  Doğan kuşu, karnını doyurmak üzere tuzağa tutulur, fakat bu yüzden devlet ve kuvvet bulur, padişahın kolu, durağı olur  Çocuk, babası lutfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider   Mektepten çıkınca yücelir, en yüksek mevkiye sahip olur  Hocaya aylık verirken alemi aydınlatan bir bedir haline gelir  Abbas, kin güderek eski dinin öcünü almak ve Ahmed’i ortadan kaldırmak üzere harp etmeye gelmişti  Öyle olduğu halde o ve evlatları, hilafet makamında kıyamete dek dine arka oldular, o makama şeref verdiler  Ben bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe oldum, yüceldim  Ekmek ümidiyle armağan olarak su getirdim; ekmek kokusu, beni ta cennetin baş köşesine kadar çekti, götürdü  Ekmek, bir Adem’i cennetten sürdürdü; beni ise cennetliklerle kaynaştırdı  Melek gibi sudan da vazgeçtim, ekmekten de  Bu kapıda gök gibi ihtiyarsız dönmekteyim  Aşıklarının cisimlerinin, aşıkların canlarının dönmesinden başka dünyada garezsiz bir dönüş yoktur  Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır  ” Kül aşığı olanlar, bu cüz’e müştak olmazlar, Cüz’e müştak olan, külden mahrum kalır  Cüzü, cüze aşık olunca maşuku, çabucak küllüne gider, aşık ayrılığa düşer  Cüz’ü seven, maskaralaştı, başkalarına kul oldu  Denize düştü, boğulmak üzere; eline geçen ota yapışmakta  O zayıf maşuk, hakim değildir ki aşığın derdine derman olsun  Efendisinin işini mi görsün, kendi işini mi? “Zina edersen hür kadınla et” sözü bu yüzden ata sözü olup kaldı  ”Çalacaksan inci çal” sözü de neye meyledeceksen en iyisine meylet manasına geldi  Kul yani maşuk; efendisinin, Tanrısı’nın yanına gitti  Aşık ağlayıp inler bir halde kaldı  Gül kokusu, güle gitti; o, hor hakir kala kaldı  Dirliğinden uzaklaştı    Çalışması zayi oldu  Çektiği eziyet hiçe gitti, ayağı yaralandı  Gölge avlayan avcıya benzedi  Hiç gölge ona sermaye olur mu? Adam kuşun gölgesini sımsıkı tutmuş  Kuş da ağacın dalında ona şaşmakta ve  ” Bu akılsız adam neye seviniyor?” demekte    İşte sana batıl, işte sana çürümüş sebep! Eğer cüzü külle muttasıldır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme  Diken de gülden ayrılmaz  Cüz’ü kül’ ancak bir yüzden bağlıdır  Yoksa Tanrının peygamberleri göndermesi abes olurdu  Çünkü peygamberler, kulları Tanrıya ulaştırmak için gelmişlerdir  Herkes bir tenden ibaretse, Tanrı ile kul, kül ile cüz ise birbirine bağlıdır; kiki kime ulaştırırlar? Oğul bu sözün sonu yoktur  Gün sona erdi, hikayeyi tamamla! Su testisini sunup tapuya hizmet ve tazim tohumunu ekti  Dedi ki:” Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su    Yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır  Testi de güzel, yepyeni  ” Padişah kullarının bu söze gülecekleri geldi  Fakat o armağanı can gibi kabul ettiler  Çünkü basiret sahibi padişahın tabiatındaki lütuf, bütün saray erkanını da sirayet etmişti  Padişahların huyu halka da tesir eder  Yeşil gök, yeryüzünü de yeşertir  Padişah bir havuza benzer  Maiyetini de lüleler gibi bil  Su, göllere lülelerden akar  Lülelerden akan suların hepsi, tertemiz bir havuzdan geldiği için her lüle, zevkli ve tatlı su akıtır  Eğer havuzdaki su tuzlu ve pis olursa her lüleden aynı su akar  Çünkü her lüle havuza muttasıldır   Sen bu sözün manasına iyice dal, adamakıllı dikkat et, düşün! Yurdu olmayan padişahlar padişahı can da, bak, bütün bedene nasıl tesir etmiştir  Tabiatı, soyu sopu hoş aklın lutfu da, bak, bütün bedeni nasıl müeddep bir hale getiriyor  Kararı, sükunu olmayan şuh ve şen aşk da bütün bedeni nasıl cünuna sürüklüyor? Kevser gibi olan deniz suyunun letafeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir  Usta hangi hünerde tanınmışsa, hangi hünerle şehvet bulmuşsa çırağı da o hünerde ilerler ,o hünerde meşhur olur  Usul ilmini bilen üstadın yanında zihni çevik, istidatlı talebe usul okur; Fakih üstadın yanında da usul okumaz, fıkıh tahsil eder  Nahiv üstadının talebesi nahiv üstadı olur  Hakikat yolunda mahvolan üstadın talebesi ise üstadının sayesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir   Ölüm günü bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir   Bir nahiv alimi, gemiye binmişti  O kendini beğenmiş alim, yüzünü gemiciye dönüp, “Sen hiç nahiv okudun mu?” demişti  Gemici “hayır” deyince demişti ki : “Yarı ömrün hiçe gitti  ” Gemici bu söze kızdı, gönlü kırıldı  Fakat susup derhal cevap vermedi  Derken rüzgar gemiyi bir girdaba düşürdü  Gemici, o nahiv alimine bağırdı: “ Yüzmeyi bilir misin, söyle!” nahivci “Bilmem bende yüzgeçlik arama” deyince “Nahiv alimi, bütün ömrün hiçe gitti  Çünkü gemi bu girdapta batacak   İyi bil burada mahiv bilgisi lazım, nahiv bilgisi değil  Eğer mahiv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal! Deniz suyu, ölüyü başında taşır  Fakat denize düşen adam diri olursa nerede kurtulacak? Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi, seni başının üstüne kor   Ey alim, sen halka eşek diyorsun ama şimdi sen, eşek gibi buz üstünde kalakaldın  İstersen dünyada zamanın allamesi ol, hele şimdicik dünyanın yokluğunu da gör, zamanın yokluğunu da!” dedi   Nahivciyi, size yok olma nahvini öğretmek için hikaye arasında hikaye ettik  Fıkhı bilmeyi de yok olmada bulursun, nahvi tahsil etmeyi de, sarftaki değişiklikleri de, ey yüce sevgilim! O su testisi bizim bilgilerimizdi; halife de Tanrı bilgisinin Diclesi  Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz  Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz! O Arap, bari o hususta mazurdu  Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı  Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi  Hatta Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi   Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup  Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı   O Ulu padişah, o ihsan dünyası, o adalet denizi, adamlarından birisine  “Bu altın dolu testiyi ona ver  Dönerken de onu Dicle yoluyla götür  Çöl yolundan buraya gelmiş  Halbuki Dicle yolu, yurduna daha yakındır” dedi   Bedevi, gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmaya, yere kapanmaya başladı  “Bu ihsan sahibi cömert padişahın lutfuna şaştım  Daha ziyade şaşılacak şey de şu ki, o suyu aldı  O cömertlik denizi öyle hor ve kalp armağanı nasıl oldu kabul etti?” diyordu   Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilmle, güzellikle dolu bir testi bil  Fakat bu ilim ve güzellik, fevkalade dolu olduğundan derisine sığamayan kişinin (zuhuru, zatının muktazası olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Tanrı’nın )Dicle’sinden bir katradır   O gizli bir defineydi  Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti  Toprağı , göklerden daha parlak bir hale getirdi  Gizli bir hazineyken coştu; toprağı atlas giyen bir sultan haline soktu  O Bedevi, Tanrının Dicle’sinden bir katrayı görseydi hakikatte bir deniz olan o katranın önünde testisini atardı   Onu görenler, daima kendilerinden geçmiş bir haldedirler  Bu yokluk halinde testilerini taşlayıp kırmışlardır  Ey himmet edip testiyi kıran! O testi, kırılmakla daha iyi yapılmış olur  Küp kırılır ama içindeki su dökülmez  Bu kırılmada yüzlerce sağlamlık vardır   Küpün bütün parçaları oynamakta, hallenmektedir  Fakat Akl-ı Cüz’i, bunu imkansız görür  Bu halette ortada ne testi görünür, ne su  Bunu iyice gör, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir  Mana kapısını döversen açarlar  Fikir kanadını terket ki seni iri bir doğan haline getirsinler   Fikir kanadı, çamurlara bulanmıştır, ağırdır  Sen toprak yemeğe alışmışsın; onun için toprak, sana can gibi geliyor  Ekmek et    Bunlar topraktır, bunları daha az ye de toprak gibi yeryüzünde kalma  Acıkınca kızgın geçimsiz, aslı kötü bir köpek oluyorsun  Karnın doyunca murdarlaşıyor, ayak üstünde duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir duvar kesiliyorsun   Şu halde sen bir zaman pis, murdar bir hale geliyor, bir zaman köpekleşiyorsun  Aslanların yolunda nasıl yürüyebilecek, nasıl koşup seğirteceksin? Sana avlanmakta yarayan ancak köpektir  Bunu böyle bil de köpeğe daha az miktarda kemik at  Çünkü köpeğin karnı doyarsa daha ziyade serkeşleşir  Bu serkeşlikle ava istediğin gibi gider mi? O Bedeviyi, oraya yoksulluk çekiyordu  Nihayet o kapıyı, o devleti gördü  O penahı olmayan yoksula padişahın ihsanını hikaye etmiştik  Aşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur  Fıkıhtan bahsetse ağzından hep yokluğa ait sözler çıkar; o sözlerden yokluk kokusu gelir   Küfre ait bahis açsa o bahsinde din kokusu vardır  Şüpheye dair söz söylese sözleri, yakıni anlatmış olur  Eğri söylese doğru görünür  O ne güzel eğridir ki doğruyu süsler  Doğruluk denizinden zuhur eden o eğri köpük, feridir  Saf asıl, o fer’i de saflıkla bezemiştir   O köpüğü saf ve makbul bil  Sevgilinin dudağından çıkan azarlayış say  Aşığın, pek de istemediği o azar, sevgilinin yüzünün hatırı için hoş görülür  Şekeri ekmek şekline sokar, pişirirsen tadınca yine onda şeker lezzeti vardır, ekmek lezzeti bulunmaz   Bir mümin, altından yapılmış bir put bulsa hiç onu Şamanlara bırakır mı? Bırakmadıktan başka alır, ateşe atar  Onun ariyet şeklini bu suretle eritip bozar  Altında put şekli kalmaz  Çünkü suret, ibadete manidir, yol vurucudur   O putun hakikati, yani altın; Tanrının bir ihsanıdır  Sonradan put şekline sokulmuştur  Altın, Tanrı ihsanı olup altınlık nasıl bu ihsan için ariyet put şeklide altın için arızi bir surettir  Bir pire için yepyeni kilimi yakma  Sineğin verdiği baş ağrısı yüzünden gününü zayi etme   Surette kalırsan putperestsin  Her şeyin suretini bırak, manaya bak  Hacca gidersen hac yoldaşı ara  Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap  Onun şekline rengine bakma; azmine ve maksadına bak  Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı güdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de   Bu hikaye parça buçuk söylendi (araya sözler karıştı, başka hikayeler girdi  ) Aşıkların işi gibi başsız, ayaksız nakledildi  Fakat hakikatte başı yoktur, ezel gibi evveline evvel bulunmaz  Sonu da yok  Ebetle eş! Hatta su gibidir; her katrası hem baştır, hem ayak  Hem de başsız, ayaksız koşup gider  Haşa, bu hikaye değil, kendine gel! Bizim ve senin bugünkü halimizdir, dikkat et! Kuvvet ve kudret sahibi olan sofilerin yanında geçmiş anılmaz   Arap da biziz, testi de biziz, padişah da biziz, hepsi biziz  Ezelde mahrum olanlar, bunu anlamaktan mahrum kaldılar  Aklı erkek bil  Kadın da bu nefis ve tabiattır  Bu ikisi zulmete mensup ve münkirdirler; akıl ise ışıktır   Şimdi dinle, asıl inkar neden meydana geldi, Şundan: küllün çeşit, çeşit cüzileri vardır  Bu küllün cüz’ü, cüzülerin külle nispeti gibi değildir (terkip kabul etmez); gülün cüz’ü olan gül kokusu gibi de değildir  (cüzülenmez  Bu cüz ve kül itibaridir)   Yeşilliğin letafeti güldeki güldeki letafetin (itibari olarak) cüz’ü olduğu gibi kumrunun sesi de (yine itibari olarak) bülbül nağmesinin bir cüz’üdür  Eğer bu husustaki müşkül şeyleri anlatmaya, onlara cevap vermeye koyulsam susamışlara ne vakit su vereceğim? Eğer sen, burada müşkül vaziyete düştüysen sabret  Sabır, gamdan kurtulmak için anahtardır  Sakın, endişelerden sakın! Fikir aslan ve yaban eşeğidir, gönüller de ormanlıklar  Perhizler, ilaçların başıdır  Çünkü kaşınma, uyuzluğu arttırır  Perhiz, şüphe yok ki ilacın aslıdır  Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör! Sen, kulak gibi bu sözlere kabiliyet kazan da sana altından küpe takayım  Küpe de ne? Altın madeni olursun Aya, Süreyya’ya kadar yükselirsin  Önce şunu duy ki bu muhtelif halkın canları da “elif”ten “ya” ya kadar olan harfler gibi muhteliftir   Bir yüzden baştan ayağa kadar hepsi birse de yine muhtelif harflerde birbirlerine benzerlik yoktur  Harfler; bir yüzden birbirlerine zıt, bir yüzden birbirleriyle bir, bir yüzden faydasız ve alaydan ibaret, bir yüzden tamamı ile faydalı ve ciddidir   Kıyamet günü her şeyin Tanrıya arz edileceği, Tanrı tarafından görülüp sorulacağı en büyük bir gündür  Kendisini göstermeyi süslenip bezenen kişi ister  O görünüş günü; Hindu gibi yüzü kapkara olan kişiye rüsvay olmak nöbetinin gelip çattığı gündür, Yüzü güneş gibi olmayan, ancak yüzünü peçe gibi örten geceyi ister   Dikeninde bir gül yaprağı bile bulunmadığından baharlar onun sırlarına düşman kesilmiştir  Fakat bahar, baştan ayağa kadar gül ve süsen olana iki aydın gözdür  Manadan mahrum olan diken, gül bahçesiyle bir arada bulunabilmek için güz mevsimini ister güz mevsimini! Çünkü güz, hem gülün öğünecek halini, hem dikenin ayıbını örter  Bu suretle sen de onun rengiyle bunun halini görmezsin  Şu halde güz, dikenin hayatıdır, baharıdır  Çünkü güzün ikisi de bir görünür  Ama bahçıvan, gülü güzün de görür  Bu bir kişinin görüşü yok mu? Yüzlerce cihanın görüşünden iyidir   Zaten Cihan o bir kişiden ibarettir  Geri kalanlar, hep onun tabileridir, hep onun yüzünden geçinenlerdir  Onun için bütün güzel çiçekler “ Müjde, müjde; işte bahar gelmekte “ deyip dururlar; Çiçekler, akarsu zinciri gibi parlamak, meyveler, tomurcuklanmak için hep baharı isterler  Baharda çiçek dökülünce meyve baş gösterir  Ten de harap olunca can görünür   Meyve manadır, çiçek onun sureti  O çiçek, müjdedir, meyve de nimeti! Çiçek döküldü mü meyve meydana çıkar  O kayboldu mu bu fazlasıyla görünür  Ekmek kırılıp yenmeyince kuvvet verir mi; salkımlar sıkılmadıkça şarap olur mu? Hileli, ilaçların arasında kırılıp ezilmedikçe ilaçlar, nereden sıhhati arttıracak? | 
|   | 
|  | 
|  |