Prof. Dr. Sinsi
|
Lokman'ın Sınavı Mesnevi
LOKMAN'IN SINAVI
Tertemiz bir kul olan lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil miydi?Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü Çünkü lokman, filvaki kul oğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile” Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel! Benim iki kulum var Onlar hor hakir kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi
Padişah “ Bu söz hatalı bir söz O iki kul kimler ? deyince şeyh “ Birisi, kızmak öbürü şehvet” dedi Padişahlıktan feragat edeni padişah bil Onun nuru ayla güneş, olmaksızın da parlar durur Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir Varlığa, mağlup olan, varlığa düşman olan kişidir Lokman’nın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’nın kuluydu
Bu ters dünyada benzerler çoktur Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır Her çöle, çeçip kurtulunacak yer adı verilmiştir Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır Bir güruhu, elbisesi tanıtır Onu o libasla görünce avamdan derler Mürailik sureti de bir güruhun adını zahitliğe çıkarmıştır
Halbuki kendisi riyaya boğulmuştur Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın Bu nura sahip olan , akılyoliyle onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz Gaybı adamakıllı bilen Tanrının has kulları can aleminde kalb casuslarıdır
Hayal gibi gönle girerler Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır Serçenin vücudunda ne kuvvet ne kudret vardır ki sırrı doğanın aklından gizli kalsın? Tanrı sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlukatın sırrı nedir ki? Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi? Be zalim, Davud’un elinde demir mum haline gelir erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
Lokman, kul şeklinde bir efendiydi Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar Kullar gibi onun ardından yürür Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz Ey kul sen baş köşeye otur Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim
Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir Ben bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir Onların gözleri toktur efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lazım olan işi yapa gelmişlerdir
Halbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler Efendi kulluk edebilir fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez ki Şunu bil ki o alemden bu aleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır Lokman’nın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü Sırrı bildiği için o yol gösterici,iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi
Lokman’nı daha önceden azad ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu Çünkü lokman’nın muradı buydu O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin Sırrını kötülerden gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de gizlemendir Fakat sen işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler O halde meşgulken canını alıverirler Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır Her ne düşünür Her ne elde edersin hırsız, emin olduğun terden gelip çatmaktadır Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak En aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul
Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, lokman’a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur
Bir gün lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler Hizmetçiye “ git, oğlum lokman’ı çağır” dedi Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi 
Çünkü lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı Bir eyyam acılığından adete kendisini kaybetti Sonra “ A benim canım efendim, Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi
Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım Çünkü vücudumun bütün cüzüleri senin nimetlerinden meydana geldi Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryadedersem vücudumun bütün cüzüleri hak ile yeksan olsun!
Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden bakırlar altın kesilir Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur Bu sevgi de bilgi neticesidir Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir
Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce adeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir Nihayet şimşeği güneş sanır Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lanet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil
Kötü hastalık lanet edilmesi icap eden, uzaklığa layık olan illet, akıl noksanıdır Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkan yok Tanrıdan uzak düşen her kötü kişinin kafirliği, firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir Beden noksanı için Kuran’ da “ köre teklif yok” diye bir genişlik var Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun Şimşek güler o kişiye Kime biliyor musun ? onun nuruna gönül bağlayana
Felek nurlarının sonu yoktur O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Tanrı nuruna benzer mi hiç? Şimşek bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasiyle mektup okumak, Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir Aklın hassası, işin sonunu görmektir Akıbeti görmeyen akıl nefistir Nefse mağlup olan akıl, nefis haline gelmiştir Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer
Tanrı, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemi’nin lezzetini umarsın Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz acizdir Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamimiyle söyleyeyim
Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede? Can İbrahim canı olmalı ki nuriyle ateş içinde cennetler, köşkler görsün Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem Bu ten alemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider
|