Salih Peygamber'in Devesi Mesnevi |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Salih Peygamber'in Devesi MesneviSALİH PEYGAMBERİN DEVESİ Salih’in devesi görünüşte deveydi, o zalim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler Su için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek oldular ( helak olup mezarı doyurdular) Tanrı devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi Onlar, Hakk’ın suyunu Hak’tan esirgediler Salih’in devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helaki için tuzaktır Neticede” Tanrı devesinden ve içeceğinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne dertlere uğrattı, onları nasıl helak etti! Tanrı kahrının şahnesi, bir devenin kanına diyet olarak onlardan bütün bir şehri diledi Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir Temiz ruha zarar vermenin imkanı yoktur Tanrı yaralanmaz Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil Temiz ruha zarar vermenin imkanı yoktur Tanrı’nın nuru, kafirlere mağlup olmaz Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir Tanrı bütün aleme penah olsun diye bir cisme alaka bağlamıştır Onların gönüllerine kimse muzaffer olamaz Sedefe zarar gelir, inciye gelmez Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız, üç gün sonra Tanrıdan azap erişecek Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrıdan başka bir afet gelecek ki onun üç alameti vardır: Hepinizin yüzünüzün rengi değişir Birbirinize bakınca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrının kahrı gelir, çatar Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın! Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi Bu sözü duyunca hepsi birden köpek gibi onun ardından seğirtmeğe başladılar Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu Temiz ruh gibi ten ayıbından, nimet ve ihsan sahibi Tanrı’ya kaçıp gitmekteydi Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrının bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu” Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü Onun hatırını ele alın, onun isteğini yerine getirin Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz yoksa, pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür Salih’ten bu bulanık vadi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördülerÜmitsizlikle soğuk ,soğuk ah etmeye başladılar İkinci günü hepsinin yüzü kızardı Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru çıktı Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Casimin” ayetini getirerek Kuran’da anlattı Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yani bela gelmeden diz çök! Salih’in kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap da gelip o şehri yok etti Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde Onların hak ile yeksan olmuş cüzülerinden bile feryat ve figanlarını duyuyordu; feryat duyulmaktaydı ama ortada feryat eden yok! Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu; canları çiğ taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu Salih bunu duyup ağlamaya başladı: feryat edenlere feryat etmeye koyuldu:”Ey batıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrıya şikayet etmiş ağlamıştım Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti Ben cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum Nasihat sütü sevgiden, saflıktan coşup akar” demiştim Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu Tanrı, bana “Ben sana lütuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu Hak, gönlümü gök gibi saf bir hale getirdi Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye başladım Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı, tatlı öğütler vermeye koyuldum O sözler, size zehir gibi tesir etti Çünkü siz baştan aşağı zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?” Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!” Ey Kuran’ı doğru okuyan! Eğri okuma Zalim kavmin ardından nasıl yas tutayım? Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı Onda sebepsiz bir merhamet hasıl oldu Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı? Neye ağlıyorsun söyle Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi? Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi? Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi? İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helak eyledi! Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri Onlar, geçmişleri taklit edip nakil ettikleri reylere uyduklarından bu akıl pirinin başına ayak bastılar Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi” Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkanda otururlar Aralarında bir perde vardır, birbirlerine karışmazlar Nar ehliyle nur ehli, görünüşte karışıktır ama aralarında kaf dağı çekilmiştir Bunlar, madende toprakla altının birbirine karışmasına benzerler Toprakla altın karışıktır ama aralarında yüzlerce ova, yüzlerce konak var! Bu, bir dizide hakiki inci ile yalancı incinin bir gecelik konuk gibi misafir olmasına benzer Denizin yarısı şeker gibi tatlı, lezzetli, rengi ay gibi parlak; Diğer yarısı, yılan zehri gibi acı,lezzetsiz, rengi de katran gibi kara Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten, dalgalanıp dururlar Dar ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder Sevgi acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir Kahır ise, tatlıyı acılığa çekmektedir Acı, tatlı ile bir arada bulunur, bağdaşır mı? Acı tatlı;bu gözle görünmez Basiret ehli, onları, akıbet penceresinden görmeyi bilir Akıbeti gören göz, doğuyu görebilir Ahiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına varmadan reddeder Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat edince anlar Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman, zaman ciğerini delen bir acı peyda eder Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür Diğer birisinde ise ölümden ve sur üfürüldükten sonra meydana çıkar Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır Lalin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir Alelade otlar, iki ay içinde yetişir Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am suresinde anlatmıştır Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin Bu duyduğun abıhayattır, afiyet olsun! Bu söze söz deme, abıhayat de Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör Arkadaş; başka bir nükte daha duy Bu nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrının tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir Bir yerde zehirdir, bir yerde ilaç Bir yerde küfürdü, bir yerde tam layık ve yerinde Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir Su koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır, güzelleşir Sonra küpün içine girince acır, haram olurSirke olunca ne güzel katıktır! Veli, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar Süleyman”Rabbi hebli” demiş, yani “”Benden başkasına bu saltanatı verme” Yahut benden başkasına bu lütufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiştir Bu hasede benzer ama değildir La yenbağı nüktesini candan oku Benden sonra bu saltanatı kimseye verme sırrını onun nekesliğinden bilme Hatta o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü Cihan saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, baş korkusundan ibarettir Baş korkusuyla can ve din korkusu Bize bunun gibi bir imtihan daha olamaz Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da Şefaat edip”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman odur, o da benim O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir Hatta benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim” dedi |
|