Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Aşk & Sevgi - Bayanlar, Erkekler > Aşk & Sevgi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ehemmiyeti, hakkinda, tasavvufi, üslÛbun

TasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ / tasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ hakkinda

Eski 06-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

TasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ / tasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ hakkinda



TASAVVUFÎ ÜSLÛBUN EHEMMİYETİ

- Osman Nûri Topbaş

:: 2 ::
"Bu hâl onun azar ve cefâsından kaynaklanan derdin bir tesiridir Yâni babanın îkâzı senin iyiliğin için olduğu hâlde ettiği azar ve cefâ onun gönlündeki merhamet ve acıyışı sana canavar gibi göstermektedir"
İşte insandaki bu psikoloji unutulmamalı ve ne kadar günâha batmış olursa olsun onun kıymetli bir varlık olduğu idrâki ile hareket edilmelidir Bunun içindir ki hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İnsana günah olarak müslüman kardeşini küçük görmesi yeter" buyurmuşlardır
Bu hadîs-i şerîfin hikmetini kavramış bulunan Bezmiâlem Vâlide Sultan'ın hizmetçilerin şahsiyetlerinin ezilmemesi için onların kırdığı eşyaları tazmin etmek üzere Şam'da bir vakıf kurması bizlere gösterdiği gönül ufku açısından pek câlib-i dikkattir Bu şuurda bir mü'min tebliğ ve irşadda üslûp olarak "muâhezeyi kendisine müsâmahayı gayriye" yöneltmelidir Zîrâ Allâh Teâlâ buyurur:
" Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter!" (Furkan 58)
" Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin (dedikodu yapmasın); hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz (değil mi?)" (el-Hucurat 12)
Bu âyet-i kerîmeler muvacehesinde yaşayabilen ideal insanlar hiçbir zaman dünyâyı ukbâ cephesinden ayrı mütâlaa etmeyen büyük ahlâk ve fazîlet kahramanları olmuşlardır Böyle mânâ sultanlarının izinde yürüyerek târihe yön veren dünyâ sultanlarından biri olan Osmân Gâzî'nin mânevî hâmîsi Şeyh Edebali Hazretleri tarafından zâhiren ona; bâtınen ise onun şahsında gelecek olan bütün devlet adamlarına daha açık bir tabirle tâ âileden başlamak üzere en alt kademeden en üst kademedeki her idareciye yaptığı şu tavsiyeleri ne kadar derin ve mânâlıdır:
"Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana Güceniklik bize; gönül almak sana Suçlamak bize; katlanmak sana Âcizlik bize yanılgı bize; hoş görmek sana Geçimsizlikler çatışmalar uyumsuzluklar anlaşmazlıklar bize; adâlet sana Kötü göz şom ağız haksız yorum bize; bağışlama sana"
"Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana Tembellik bize; uyarmak gayretlendirmek şekillendirmek sana" Bu eşsiz nasîhatler şahsına karşı bir kusurda bulunsalar bile insanları Allâh için afvedebilip Allâh'ın kullarına ne olursa olsun şefkat merhamet ve muhabbetle bakabilmek tarzındaki zengin gönüllülüğün ve ulvî fazîletin kâbına varılmaz bir tezâhürüdür
Nitekim Rasûlullâh Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir topluluktaki suçlu şahsı bilse bile onu rencide etmemek için -âdetâ- belirsiz hâle getirir ve o kusurdan bütün topluluğu sakındırırlardı Bazen de:
"_Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum" buyurarak kendilerine galat-ı ru'yet yâni yanlış görme izâfe ederlerdi
İşte bu kusurluyu utandırmamak ve onu küçük düşürmemek üslûbudur ki tasavvufu doğru anlayıp yaşamakta olanların müşterek bir vasfıdır Çünkü Allâh yolu gönül yıkmak değil gönül yapmaktan geçer Yûnus ne güzel söylemiş:

Gönül Çalab'ın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Diğer taraftan hata ve kusurları afvedebilmenin de ötesinde kötülüğe dahî iyilikle muâmele edebilmek ve hattâ kötülüğünü gördüğü birinin ıslah ve hidâyeti için duâ edebilmek olgun bir müslümanın fârik bir vasfı olmalıdır Bu vasfa Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in Tâif'te kendisini taşlayanlara bedduâ etmeyip hidayetleri için duâ etmesi kâfî bir misâldir Yine O'nun getirdiği dînin izzetini korumak için Mekke'de insanların kahrolup gazab-ı ilâhî ile helâk olmalarını değil her birinin hidâyet dairesi içine girmelerini istemesi şeklindeki üslûbu nice azgınların kurtuluşuna vesile olmuştur Bu yüce üslûba Kur'ân-ı Kerîm şöyle işaret buyurur:
"(Rasûlüm!) İyilikle kötülük bir olmaz Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde (iyilik yapmak suretiyle) önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost olur" (el-Fussilet 34)
Hadîs-i ?erîfte de ?öyle buyurulur:
"Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir Asıl meziyet size zulmedenlere fenâlık yapanlara karşı fenâlık etmeyip iyilik yapabilmektir" (Câmi-i Tirmizî Kitâbü'l-birr ve's-sıla sf 323) Zira iyilik yapılan kimse düşmansa dost olur; ortadaysa yaklaşır; yakındaysa muhabbeti ziyadeleşir Bugün batıda materyalizmin acımasız sultasına kapılarak büyük bir mâneviyât buhranına sürüklenmiş olan insanların rûhî bir rahatlama için daha ziyâde mistik telâkkîlere rağbet etmekte olmalarının hikmeti budur Batı âlemine karşı İslâm'ı telkîn husûsundaki faâliyetlerde tasavvufî üslûbun kullanılması da bu yönden daha muvaffakıyet vericidir Bugün Batı'da hidâyete eren seçkin zümrenin çoğu rûhundaki boşluğu tatmin için Hazret-i Mevlânâ ve İbn-i Arabî gibi büyük mutasavvıfların eserlerine mürâcaat etmektedirler Yine Batı âleminde revaçta olan İslâmî eserlerin başında da tasavvufî eserler gelmektedir Bu sebeple günümüzde:
"Gel! Gel! Ne olursan ol yine gel! Kâfir mecûsî veyâ putperest olsan da gel! Bizim dergahımız (olan İslâm) ümidsizlik dergâhı değildir Yüz kerre tevbeni bozsan yine de gel!" diyen Mevlânâ'nın bütün insanlık âlemini kuşatan kalbî enginliğine şiddetle ihtiyaç vardır
Mevlânâ Hazretleri'nin bu müsâmahakâr dâvetindeki gâye insanı öz cevheriyle tanıştırıp onu şefkat ve müsâmahanın feyizli zemîninde İslâm ile şereflendirmek veya hatâlarından kurtarmaktır Yoksa herkesi bulunduğu eski hâli üzere kalmak şartıyla gâyesizce kabûllenmek değildir Maksad o kişinin iç âlemini düzeltmektir Bir tâmirciye âletin bozuğu götürülür Böyle zatların gönül dergahları da bir tâmirhâneye benzer ki orada yapılan iş yanlışları düzeltmek olduğu için dâvetin daha ziyâde hatâlı insanlara hitâben yapılması gâyet tabiîdir Bilhassa dînî hayâtın alabildiğine zayıfladığı ve dînî ölçülere göre insanların bir hayli kusurlu bulundukları zamanlarda muhâtaba mutasavvıfâne bir diğergâmlık merhamet ve müsâmaha ile muâmele etmek gerekir Zira bu davranış; günah fitne ve isyânın her yönden kuşattığı bu gibi kimselerin düzelip kurtulma ihtimâlini artıracak en bereketli bir tavırdır

Ancak ifade etmelidir ki günahkâra karşı müsamaha ferdî hususlardadır Yoksa kul hakkını çiğneyici bir mahiyette cemiyete taşan toplumun huzur ve seadetini perişan eden kusur ve zulümleri hoş görmek ve onlara afv nazarı ile bakmak tasvip edilemez Ayrıca dînini sathî ölçüler muhtevâsında yaşayan kimselerin günahkâra "öfke" duygusuyla bakması da hiç şüphesiz ki yanlış değildir Onlar için günahkârdan uzak durmak kalbin onunla ülfetten doğacak zararlardan korunması için zarûrîdir Zîrâ hayâtı gâfilâne yaşayan kimselerde günahlar tatlı bir mûsikî gibi nefislere hoş gelir ve âdetâ ağırlıkları hissedilmeden işlenebilirler Bu sebeple günahkârın günâhını hafife almak hem ilâhî ölçüleri rencide etmeye ve hem de kalbin o günahlara bulaşmasına sebep olacağından umûm için tehlikelidir Yâni günahkâra olan müsamahayı günaha taşımamalı; günâha olan düşmanlığı da günahkâra sıçratmamalıdır
Bütün bunların ardından söylenecek son sözümüz ise:
"Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz ürkütmeyiniz!" (Buharî İlim 11; Müslim Cihad 6-7) hadîs-i şerîfidir
Tabii ki dînin özüne zarar vermemek istikametten ayrılmamak şartıyla Yâ Rabbî! Bizleri günleri ilâhî hikmetlerle dolu gerçek aşk ehlinden kılıp iki cihânın sırlarına âşinâ eyle! Hâlık'tan ötürü mahlukâta karşı kalblerimizi merhametin şefkatin hamiyyetin menbaı eyle! Günah ve kusurlarımızı sevap ve güzelliklere tebdîl eyle! Milletimizi dostluk ve muhabbet iklîminden ayırma gönüllerimizi ve şu mübarek vatan toprağını her türlü fitne ve nifak tohumlarından muhafaza eyle!
Âmîn



Alıntı Yaparak Cevapla

TasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ / tasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ hakkinda

Eski 06-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

TasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ / tasavvufÎ ÜslÛbun ehemmİyetİ hakkinda



TASAVVUFÎ ÜSLÛBUN EHEMMİYETİ

- Osman Nûri Topbaş

:: 1 ::
Ashab-ı kiramdan Ebû Derda Hazretleri Şam'da kadılık yapıyordu Birgün halkın bir günahkâra sövüp saydıklarını işitti ve onlara:
"-Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz ne yaparsınız?" diye sordu
Oradakiler:
"-İp sarkıtıp çıkarmaya çalışırız" deyince Ebû Derdâ Hazretleri bu defa:
"-Öyleyse günah kuyusuna düşmüş bu adama da niçin bir ip sarkıtıp onu kurtarmayı düşünmüyorsunuz?" diye sordu
Şaşırdılar: "-Sen bu günahkâra düşmanlık duymaz mısın?" dediler
Ebû Derda Hazretleri de şu hikmetli cevabı verdi:
"-Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil günahına düşmanım"
Bu misâlde Ebû Derdâ Hazretleri'nin mü'min gönüllere yerleştirmek istediği pek derin hikmetler vardır Bu hikmetler Cenâb-ı Hakk'ın emir ve rızası ile Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yüce ahlâkından ümmete yansıyan ulvî pırıltılardır ki bunlar İslâm tarihinde hep birer olgunluk düstûru olarak hidâyet sürûr ve nûruna vesile telakkî olunmuş ve amel-i sâlih toprağında kökleşerek tasavvufî bir üslûp hâline gelmiştir
Bu üslûp günahkârı günahı içinde boğmayıp onu müsamaha afv merhamet ve muhabbet ikliminde tevbe deryasında arındırma gayretidir Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Ebû Cehil gibi müşriklerin en azgınına dahî böyle bir incelikle yaklaşmış ve muhatabının günah çukurlarını çomaklayıp rezaletleriyle uğraşmamış sadece ve sadece îmânın kurtuluş ve seadet deryasında tertemiz olmaya çağırmıştır Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın îmân ve tevbeye sarılan kimsenin evvelki günahlarını silmesi hiç işlememiş gibi muamele buyurması hatta samîmiyet ölçüsünde o günahların hepsini sevap defterine aktarması bu hususta bize yol gösteren büyük bir hikmet meş'alesidir Âyet-i kerîmede buyurulur: "Ancak tevbe ve îmân edip güzel ameller işleyenlerin işte Allâh onların kötülüklerini iyiliklere (günahlarını sevaplara) çevirir Allâh çok bağışlayıcı engin merhamet sahibidir" (Furkân 70)
Bu yüce merhametten nasip alamayanlar hem kendilerinin hem de insanlığın düşmanıdırlar Böylesi merhamet ve şefkat bilmeyen gâfillerilâhî nasiplerinin yollarını tıkayan zavallılardır Ancak merhamet kaynağını elde eden Mevlânâlar ve Yûnuslar gibi Hakk dostları ise insanların da dostları olarak herkes tarafından hatta kurdu ve kuşuyla bütün bir kâinat tarafından sevilen nûr yüzlü mütebessim birer cennet gülleridir Onlar dikenlerin üzerinde dahi âleme güzellik dağıtır ve gönül yaralarını tedavi ederler İşte önemli olan budur; gül tabiatli olabilmek yâni bu dünyâ bahçesinde dikenleri görüp onlardan incinerek dikenleşmek değil araya kış gibi çileler de girse onları bahar iklîmleriyle kucaklayarak bütün âleme bir gül olabilmek Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
"Ay geceden ürkmediği karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nûrlandıışık saçmaya başladı Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı"
"Bu hakikati gülden de işit Bak o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim Onun vesilesiyle âleme güzellikler ve hoş kokular dağıtma imkânına kavuştum"
Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri bu hâle erişebilmek için zarûrî olan üslûbu bir beytinde şöyle hulâsa eder:
Ol dost için ağuları (zehirleri)Şeker gibi yutmak gerek!
Merhûm Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî -kuddise sirruh- Hazretleri'nin bir talebesi geçirdiği buhran dolayısıyla zaafa uğramış ve sarhoş bir vaziyette kapısına gelmişti Kapıyı açan kişi:
"_Bu ne hâl! Hangi kapıya geldiğinin farkında mısın?" diye azarlayınca bitkin ve bîçâre adamcağız:
"_Beni merhametle kucaklayacak başka bir kapı var mı ki!" dedi
Olup biteni içeriden işiten Hazret hemen kapıya geldi ve o gönlü zedelenmiş talebesini içeriye buyur ederek onu can sarayına aldı Onun vîrâne olmuş gönlünü merhamet şefkat ve muhabbetle ihyâ etti Bu gönül inceliği üslûbu ile irşâda mazhar olan o şahıs da bütün menfî hâllerinden kurtularak ileriki hayâtında sâlihler zümresine dâhil oldu
İşte insana mutasavvıfâne bir gözle bakmak onun günahlarla kirlenmiş durumundan ziyâde aslına itibar ve iltifât etmeyi gerektirir Tasavvufî üslûbun -günâhı değil- günahkârı hoş görüp merhametle kucaklamasının derin bir hikmeti de işte budur Gerçek bir mutasavvıf günahkâr insanı kanadı kırık bir kuş gibi şefkat ve alâkaya muhtaç bir varlık olarak telâkkî eder Onun buhranlı rûhunu teskîn etmenin yeniden sıhhat ve huzûra kavuşturmanın endişesini sînesinde hisseder Çünkü Hâlık için mahlûka gösterilecek şefkat ve müsâmaha mü'minleri kemâle ve fazîlete erdiren en kuvvetli bir müessirdir
Ashâbdan biri ceza vere vere artık bıktıkları bir içki mübtelâsı hakkında lânet etmişti Bunu işiten Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Ona lânet etmeyin Allâh'a yeminle söylüyorum bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa o da Allâh ve Rasûlü'nü sevmiş olmasıdır" (Buhârî Hudûd 5) Çünkü insan asıl gâyesinden ne kadar uzak kalırsa kalsın "insan" olmak haysiyetiyle yine de yüce bir şeref sâhibidir Onun öz cevherindeki yücelikten habersiz olarak günah bataklığına saplanması tıpkı Kâbe-i Muazzama'nın duvarındaki Hacerü'l-Esved'in oradan yere düşüp kir pas içinde kalması gibidir Bu hâle lâkayd kalarak feverân etmeyecek hiçbir mü'min vicdânı tasavvur olunamaz Bu hâlde bile mü'minler Hacerü'l-Esved'e hürmetten vazgeçmezler Onu derhal tozu toprağıyla kapar gözyaşları ve dilleriyle temizleyerek eski yüce ihtiram mevkiine koymak için birbirleriyle yarışırlar Onun cennetten çıkmış bulunduğunu ve özündeki yüce değeri düşünürler Halbuki insan da Hacerü'l-Esved gibi cennetten çıkmadır İşlediği günahlarla ne derecede düşerse düşsün onun özündeki değer bâkîdir
Diğer taraftan hiçbir liyâkatli doktor hastasına kendisini niye hasta yaptığı yolunda kızmaz Hastalık kişinin kusûruyla ilgili bir husus sebebiyle ortaya çıkmış olsa bile bunu hastanın fiil veya düşünce bakımından kaynaklanan acziyetinin doğurduğu bir netice olarak yorumlar Böylece hastaya hasta olmasına sebep olacak hususlar dolayısıyla kızmak yerine onun çektiği ızdırap ve elemi göz önünde bulundurarak vakit geçirmeden büyük bir merhamet ve şefkatle tedâvîsine yönelir Kendini bu tedâviyle mükellef görür İşte mutasavvıf da cemiyet içinde hastahâne koğuşlarını gezen bir doktorun şu hissiyâtıyla yaşar Davranışlara hâkim kılınan bu hissiyât da yoldan çıkmışlar için âdetâ bir can kurtaran simididir Böyle bir can simidi uzatmak ve dînen günahkâr olan bir insanı içine düşmüş olduğu günah denizinden kurtarmak pek ulvî bir seadet vesilesidir Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in Hayber fethi esnasında harp meydanında Hazret-i Ali'ye yaptığı şu tenbih câlib-i dikkattir:
"_Yâ Alî! Bir kimsenin senin vâsıtanla hidâyete ermesi senin için üzerinde güneşin doğup battığı her şeye sahip olmandan daha hayırlıdır"
Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
" Kim onu (bir insanı) ihyâ ederse bütün insanları ihyâ etmiş gibi olur" (el-Mâide32)
Bu bir îmân meselesidir Şüphesiz insana aid davranışların hatâ durumu en ağır olanı küfürdür Bunun bile kurtulabilme şansı yumuşak bir üslûp ile daha fazla mümkün olduğundandır ki Cenâb-ı Hak Mûsâ -aleyhisselâm-'ı Firavun'a îmân telkîni için gönderdiğinde ona "kavl-i leyyin" yâni yumuşak sözle hitap etmesini emir buyurmuştur Zîrâ hidayete davet edenin bundaki muvaffakiyeti yukarıda ifâde buyurulduğu üzere kazançların en büyüğüne köGoogle Page Rankingü olan bir amel-i sâlihtir Allâh Teâlâ Firavun'un küfürdeki şiddetinden -hâşâ- gâfil değildi Dolayısıyla muhatap küfürde Firavun derecesinde şiddetli olsa bile bizim telkîn üslûbumuzu asıp kesmek tehdit savurmak gibi his taşkınlıklarına değil yumuşak söz söylemenin vakarlı istikametine yönelten ilâhî talimatı doğru ve iyi kavramalıdır Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
"Allâh'ın: sözünü iyi anla!"
"Zîrâ kaynayan yağa su dökersen ocağı da harap edersin tencereyi de"
Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in şahsında bütün ümmete ifade buyurduğu şu âyet-i kerîme de bu hakîkati beyan eyler:
"(Ey Rasûlüm!) O vakit Allâh'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba ve katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi Şu hâlde onları afvet; bağışlanmaları için dua et" (Âl-i İmrân 159) Diğer bir âyet-i kerîmede de daha sarîh olarak şöyle buyurulmuştur
"(Resûlüm!) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır!" (en-Nahl 125)
Bu üslûp sırf günahkâr ve kâfirler için değil belki en zirve noktalarda İslâm'ı yaşamakta olan insanlarda bile beşeriyet îcâbı görülebilecek birtakım zaaf ve kusurlara karşı da lüzûmludur Zîrâ kusûru düzeltmeye çalışırken muhâtabı ezip onu rencide edecek sert ve kaba bir üslûp maksadın hilâfına ve belki de tam zıt istikâmette netîcelere sebep olabilir Çünkü böyle bir üslûpla yapılan îkâzlarda bazen insanlar babalarına karşı bile tahammülsüz olabilmektedirler ki başkalarına tahammüllü olmaları mümkün değildir Böyle durumlarda söylenen doğrular da gönüllere tırtıklı bir bıçak tesiri yapmakta; fayda ve cazibesini kaybetmektedir Hazret-i Mevlânâ buyurur:
"Bir kabahatin dolayısıyla seni azarladığı zaman baban bile senin gözünde bir canavar gibi saldırıcı ve ısırıcı görünür"



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.