Prof. Dr. Sinsi
|
Bingöl efsanesi
Ölümsüzlüğe Giden Yol
Bingöl
Aldık kalemi ele, düştük yola Döne dolaşa geldik Bingöl'e Sorduk, soruşturduk dinlediklerimizi bir bir size anlatalım diye Öyle çok efsane dinledik ki Bingöl'de, bir değil, bin tane İsterseniz önce adından başlayalım, birkaçını bu diziye dökelim:
Bingöl'de sıra dağlar, dağların üzerinde de büyüklü küçüklü sayısız krater gölleri var Derler ki:
Bir zamanlar, Bingöl dağlarında sefere çıkan bir bölük asker, içecek su bulamaz, karşıdan gelen ikinci bölüğe suları olup olmadığı sorarlar Onlar da, karşıdaki dağın ardında bir göl gördüklerini, oradan su alabileceklerini söyler Bölük, dağın tepesine ulaşınca, aşağıda bir değil, pek çok gölün bulunduğunu görerek, seslenirler:
- Burada bir değil, bin göl var!  
O günden sonra, bu dağlara "Bingöl" derler
Efsanelere göre, bu göllerden biri, insanı ölümsüzlüğe götüren "ab-ı hayat" yani "hayat suyu" dur Ama bu hangi göldür, bilinmez Yıllar yılı aranır, durur, bulunmaz
Bir zamanlar, bu dağlarda avlanan bir avcı, bir keklik avlar Kanlı kekliği buradaki göllerden birinde yıkar, tüylerini yolar, torbasına atarak köyüne döner Evine geldiği zaman torbayı açar, açmasıyla keklik "Pırrr " Diye uçar, gider O zamanla anlar ki kekliği yıkadığı göl, "'b-ı hayat" tır Koşar dağlara Şu göl senin, bu göl benim arar da arar, bir türlü bulamaz O gün bugündür, ararlar da bulamazlar 'b-ı hayat gölünü Yılda bir kez "Hızır Peygamber" in, "'b-ı hayat" gölünde yıkandığı, abdest tazelediği söylenir Ama ne zaman, hangi gölde bunu kimse bilemez Bilinmemesi için de, Tanrı bir değil, bin göl yaratmış burada, derler
Evliya Çelebi, gezileri sırasında, Bingöl'e de uğrar, bir çok gölleri, adlarıyla defterine yazar Bu göllerden bazılarının suyunu içen hastaların iyileştiğini söyleyerek der ki:
- İçlerinde Harem gölü dirler bir göl vardır Burada yıkanan avretler semiz ve iri olurlar Doğururken asla acı çekmezler Er gölü vardır, şekerden lezizdir Ballı göl vardır, sabah vakti kenarında kudret helvası bulunur Salbaş gölü vardır, birkaç kere içenin başı sallanır Kerkis gölü vardır, bu gölden bir adam içse, ak sakallı pîr olur Şor gölünden yeter miktar su alınsa, yemeğe konsa, 'l' leziz olur Bundan gayri göller, 'b-ı hayat'tan nişan verir Tatlı sular olup, esvap yıkanırken sabuna lüzum kalmaz Amma, 'b-ı hayat gölünü kimse bilmez 
Köroğlu'nun da bir gün, yolunun buralara düştüğü, Kıratının bu sulardan içtiği söylenir
Hatta bir kez, Köroğlu, 'b-ı hayat'ı bulmuş, tam içeceği sırada, bir fırtına kopmuş, göl coşmuş, köpürmüş; Köroğlu avuçladığı bir köpüğü ağzına götürmüş Ondan sonra yiğitliği ölümsüz olmuş Eğer sudan içseymiş, Hızır gibi o da ölümsüzlüğü ulaşacak, dünya durdukça yaşayacakmış, derler Kırat'a gelince o bu dağlarda yaşarmış, ama kimse göremezmiş 
Bingöl’de Bahar
Bingöl'de "ab-ı hayat" arana dursun, biz inelim Bingöl'ün, göz alabildiğine yeşil, ünlü yaylalarına Gerçekten de Bingöl yaylaları, ilkbaharda bir yer yüzü cennetidir Bingöl'de bahar, bir başka bahar Bingöl baharını yaşayan, renklerden, çiçeklerden, kokulardan esinlenen nice ozanlar, Bingöl'ün baharına özlem duyarlar Bakınız şairimiz Feyzi Halıcı "Bingöl'de Bahar" şiiriyle bu özlemi nasıl dile getirir:
İstanbul'da köprü üstü
Herkesin bir işi vardır
Uzakta, çok uzaklarda
Şimdi Bingöl'de bahardır
Mavi mavi aynalardır
Günüm, güneşim, hasretim,
Suya belendi kasvetim
Şimdi Bingöl'de bahardır
Saadet yakında değil,
Dağlarda bir avuç kardır
Nerde renkli kalemlerim?
Şimdi Bingöl'de bahardır
Y'r, pul pul durdu içime,
Cemre düşürdü içime,
Kimseler farkında değil,
Şimdi Bingöl'de bahardır
Gayri zamanın seyridir,
Benim derdim apayrıdır 
Kulağımda o türkü hep
Şimdi Bingöl'de bahardır
Kavalın Öyküsü
Bingöl yaylalarının geniş otlaklarında, adım başı sürülere rastlanır Her sürünün başında bir çoban, her çobanın elinde bir kaval vardır Her kavaldan bir ses dökülür Yanık yanık, uçsuz - bucaksız yaylalara Bu ses, gönülden dökülür kavala, umutsuz bir aşkın yürek yürek içli nağmeleridir Bir de efsanesi vardır çoban kavalının, bunu söyleşir herkes Bingöl yaylalarında
Anadan öksüz, babadan yetim, kimsesiz, şıvgın vücutlu, yağız benizli bir genç, çoban olmuş, katmış sürüsünü önüne, inmiş Bingöl yaylalarına Derken koyunlar kuzulamış, kuzular meleşmiş, çoban hayatından memnun, yaşantısını sürdürüp giderken, bir gün Ağa'nın fidan boylu, kömür gözlü kızı, sürüye gelmiş, birkaç kuzu seçerek götürmüş İşte ne olduysa o gün olmuş, çobanın yüreği yerinden oynamış, bağlarında köz köz ateşler yanmış, bir kara sevda onu yakmış kavurmuş Ne yapsın, ne etsin? Derdini kimselere açamaz, açsa kimseler dinlemez Sustukça aşkı alevlenmiş, alevlendikçe aşkı dayanılmaz olmuş Varmış bir sulağın başına, çevresine bakmış kimsecikler yok, var gücüyle içini boşaltmış sulara:
Ekinler harman olsun,
Gönlüme ferman olsun,
Haber verim ağama
Derdimi derman olsun
İçini dökmüş, sırrını söylemiş ya çoban, biraz olsun ferahlamış Derken bu sulakta kamışları çobanlar kaval yapmışlar Kavaldan dökülen içli, yanık sesler ağa kızının sevdasıyla yanıp tutuşan çobanın gönül iniltileriymiş
Bingöl yaylalarının yanık kaval seslerini de geride bırakarak, eski Çapakçur kasabasının yanında kurulan, şimdiki Bingöl şehrine geliyoruz Murat suyuna karışan Göynük çayı buradan geçer 24 kilometre güneyde, Genç ilçesiyle Elazığ - Tatvan demiryoluna bağlanır 1937 yılında il merkezi olan Bingöl, son depremden sonra, yeniden kuruluyor Eskisinden daha güzel, daha modern 
Söz burada biter, ama Bingöl bitmez Bingöl, efsaneleriyle konuşur, türküleriyle konuşur Bingöl kültüründe öz, folklorda sözdür
+
Mehmet Önder - Şehirden Şehire (Efsaneler, Destanlar, Hikayeler) - Yapı Kredi Bankası - Kültür Yayınları
|