Prof. Dr. Sinsi
|
Edebiyatın Bilimlerle İlişkisi
Bilim ile edebiyat: Bu iki benzeşmezi karşı karşıya koyuyoruz, zorla yatış*tırıyoruz, sonuca bakarak, boynumuzu büküp göz göre göre, bilimin kesinlik ölçüleri açısından edebiyatın büyük bir yenilgiye uğradığını söylüyoruz Peki ya edebiyat? Hangi sonucu ileri sürebilir?
Mikrobiyolojinin, fiziğin, toplumbilim ile ruhbilimin ortaya koyduğu göz kamaştırıcı sonuçlarla yarış dışı bırakılmamış mıdır?Bilimler, kesin kavrayışımızı görünmez alanlara dek büyütürlerken, edebi*yat gene de sevgiyle, doğumla, ölümle uğraşmakta, belki bugünkü iki Almanya arasındaki ilişkiler üzerine çöken sis perdesini biraz aralamakta, bunu yaparken bile kişisel talihsizlikler üzerine birtakım boş yakınmalar sunmaktadır Bilime oranla, bilgimizde pek alçakgönüllü bir artış sağlayan bütün bunlar, verilen emeğe değer mi?Mantığa uygun gibi gözüken bu soru, aynı zamanda yanlıştır
Edebiyat ile bilimin yöneldikleri amaçlar arasındaki ayrım hatırlandığında, bu yanlışlık iyice ortaya çıkacaktır Hiçbir bilim adamı gerçeğin rastlantı yönüyle uğraşmaz; hiç biri, yalnız şu an için geçerli olan bir kesitle, gelişigüzel ayrıntılarla yetinmez Belirsiz, ge*lişigüzel, rastlansal özelliklerden uzak olanın aranmasında, rastlantı bir yana itilmiş, yenilmiştir Varılmak istenen şey, kurallılık, geçer bir kuram, her zaman tam çıkan genel bir hesaptır
Böylece, gerçek bize önceden kestirebileceğimiz bir kurallılık içinde yaklaşır, hiç değilse öyle tanırız onu Peki ya edebiyat? hiç bir zaman insan davranışlarının genel formüllerini bulgulamak gibi bir amaca yönelmiş değildir Kuramlara ya da temel bilgilere ulaşmak için, rastlantıyı kendi içinden kovmaz Geçici kesitlerle ayrıntıyı hiç bir zaman önemsiz gereçler olarak hor görmez Edebiyatta bilme, geçici, öznel, değişmeye uğrayabüecek bilmedir Bilimde anlama kesin bir tutumu gerektirirken, edebiyat bizi kazanılmış belli bir görüşü benimseyip benimsememe konusunda özgür bırakır
Başka de*yimle, çekim yasaları karşısında söyleyecek tek sözümüz bile yoktur; buna kar*şılık Thomas Mann'm Hans Castorp'u bize kimileyin zamanını çar çur eden bir zavallı, kimileyin de hastalığıyle olgunluk kazanan bir yaşama hastası olarak gözükür Edebiyat, iki yönlüye, belirsize, gelişigüzele kapalı değildir; bilimdeki bilme sürecinin tam tersine, edebiyatta yer almak bu niteliklerin hakkıdır Bu, hem anlama, hem de bilme konusunda aynıdır
Edebiyatla bilim, her ne olursa olsun, aynı çıkış noktasından işe başlarlar: Bilgi Ama şimdi hemen, bu iki başka anlamda bilginin ayrılıklarını belirtmeliyiz Birinci durumda bilgi, bir düzene bir sisteme bağlanmış, kesin olgulara, ta*rihlere, sayılara dayanan güvenilir bir yer kazanmıştır İkinci durumda hiç bir güvenceye dayanmayan bir bilgi çıkar karşımıza : Değişkendir, gelişigüzeldir, hep aynı kalmaz, ama dünyanın bir kavranışını dile getirdiği ölçüde, garip bir bütünlük de taşır Kimyacı, yeni patlayıcı maddelerin formüllerini tanır, yönetir; yazar ise bu formüllerdea doğan korkuyu yönetir Bu iki tür bilginin birbirinden başkalığı hiç ortadan kalkmaz, ancak, başkalık kalsa da bu iki tür bilgi birbirini bütünler Bu nedenle, insanın ük bakışta var sandığı durumun, edebiyatla bilim arasında bir yarış du" umunun varlığına düpedüz inanmıyorum Bilme süreci, bilginin niteliği  Bu yolda daha başka ayrımların araştırıl*masında insan, bilim ile edebiyatın ortaya koydukları soruların da yüzde yüz karşıt sorular olmadığını görür Bilim, sorularını kendi adına koyar ortaya; buna karşılık edebiyat, okurları adına da sorar Bilim, sorularını bilinmeyene yöneltirken, edebiyat ise bilinir sanılana, dolayısıyle de, değişmez gibi gözükene yöneltir En sonunda edebiyat, kendisi için, karşılıksız soruların da var olduğunu ka*bul eder; öte yandan, bilim belli birtakım soruların neden karşılıksız kaldığını araştırmak zorundadır
Böylece, sorularını soruşlarında da, edebiyat ile bilimin birbirleriyle yarı*şan karşıtlar olmak zorunda bulunmadıkları açıkça ortaya çıkar Çünkü bilimin ağına takılan ile edebiyatın kapanma düşen, birbirinden ayrı şeylerdir Tabiî, edebiyatla bilimin birbirine karşıt olduğu sanısı bir yanlış anlamaya da yol açtığından, edebiyatın bilim çağında kendisine düşen görevi yeniden ta*nımlamak zorunda olduğu gerçeği küçümsenemez Nasıl bir görev?Bu görev kuramsal olarak kavranan konularda bilgi vermek, katı bilgiler sunmak olamaz Bilimlerle aydınlanmış bir dünyada edebiyat her şeyden önce tek bir gö*rünümü konu edinir : Şaşkınlığı en son göz kamaştırıcı bilgilere sahip olduğu zaman bile geçmeyen şaşkın bireyin çarpıtılmış, karanlık resmi, görüntüsü
Bilim yan tutmaz kuramlarıyle bu işi yapamaz Ama burada yan tutan bir edebiyatın görevleri başlar Genel bir kaygının temel nedenlerini tanımlamak; tasarılarımızın neden başarıya ulaşamadığını belirtmek; korkuyu anlaşılır kıl*mak, umuda bir ad takmak: Bütün bunlar, görevin içinde yer alır Ayrıca, şu girişimler de kolay kolay bir yana itilemez : Korkuları yatıştır*mak, çekilen yokluğu değiştirebilir bir durum olarak anlatmak; dilin olanakları*nı deneyerek, yanlış ya da doğru eylemlerin var olduğunu kanıtlamak Bütün bunları, konuşan bir resim biçiminde, ya da şiirsel bir şifreye aktararak görü*nür kılmak: Yetmez mi bunca görev?Dahası da var
Edebiyat her çağda yapageldiği işi bilim çağında da sür*dürebilir : Okurda, anlatılanları doğrudan doğruya paylaşma isteği uyandırmak Başka deyimle: Stiller ile kimlik sorununu ortaya koymak, Oskar Matzerath ile aşağı orta tabaka cehenneminin boyutlarını vermek; Hans Schnier ile kuşkuyu doğrulamak, Karsch ile de bir sınırlılık durumunu belirlemek Bu paylaşma isteğinden, kendimizle ilgili bilgiler doğar Kendi olanakları*mızı dener, aynı zamanda kendi sınırlarımıza çarparız
İşte edebiyatın görevleri böylesine apaçık, olanakları da tanımlanabilir ni*teliktedir Nerdedir bu olanaklar? Edebiyat, kendi çağıyle uyum göstermek, şimdiyi anlatmak uğruna, yalnız şimdiki belli bir dönemin sorunlarını ortaya koymakla kalmamalı, bilimin vargılarını da göz önünde tutmalıdır Edebiyat kuşkusuz da olamaz, hele kendinden kuşkusuz hiç olamaz Ede*biyatın sorunsuz kaldığı an, yeni bir katı kurallar döneminin gelmesinden kork*malıyız
Edebiyat etkili olabilmek için karşıt sorulara karşılık verebilmeyi, ama her şeyden önce, okuduğu şeyleri onayladığı gibi yadsıyabilecek özgürlükte açık kafalı okurları gereksinir Sık sık söylendiği, her zaman da söylenebileceği gibi: Edebiyat, ancak ikin*ci kişi, otelci, okur, bir yapıtı kendince kavrayıp tekrarlayacak, hatta yaratacak kişi varsa, vardır
Tabiî edebiyata ara sıra gerekli olan şey, büyük bir etkisizliğe düşmemek için, sorularını sürdürmekte direnmek, hiç yılmadan direnmektir
|