Prof. Dr. Sinsi
|
Goethe .
Johann Wolfgang von Goethe, 28 Ağustos 1749’da Frankfurt’da doğdu Varlıklı bir aileden geliyor Küçük yaşta Fransızca, Latince ve Eski Yunanca öğrendi, güzel sanatlar ve tiyatroyu tanıdı 1765’de hukuk eğitimine başladı ancak hastalanıp evine döndü Din ve mistisizmle tanışması bu dönemdedir İyileşince, hukuk eğitimini Strasbourg’da tamamladı Dil üzerine araştırmalar yapan Herder’le dostluk kurdu 1775’de Weimar Dükü tarafından elçilik danışmanlığına atandı ve 1782’de “von” unvanını aldı 1786’da Roma’ya giderek güzel sanatlar alanında incelemeler yaptı Sicilya’da botanikle ilgilendi Almanya’ya dönüşünden sonra evlendi Bu sıralarda Jena kentinde ikamet ediyordu ve Schiller’le de burada tanıştı Yaklaşık on yıl süren dostlukları sırasında, iki yazar olumlu anlamda birbirini her yönden etkilediler Siyasi karışıklar ve toplumsal patlamalara, 1805’de Schiller’in ölümü de eklenince çok sarsılan Goethe, Jena’dan ayrıldı Yaşı da hayli ilerlemişti, köşesine çekildi; yazdı, durmadan yazdı ve hayatının en üretken dönemini geçirdi 22 Mart 1832’de Weimar’da öldü
HAKKINDA YAZILANLAR
Ayıplı bilim olur mu?
Özcan Ünlü
Türkiye 7 Mayıs 2001
Böyle bir ülkede yaşıyoruz biz  Şikayetçi değiliz ama  Sesimiz kısılana kadar sevgimizi haykırabileceğimiz dağların gölgesinde yaşamayı seviyoruz çünkü  
Ah, bir de bu ülkedeki insanlar, birbirlerini dağların, denizlerin, ağaçların birbirlerini sevdiği kadar sevebilse  
Ağlamayı bir onur meselesi haline getirebilse  
Gülmeyi, yorulmadan düşünmeyi  
Düşünen beyinlerine sahip çıkmayı  
‘Yılmaz dışarı!’
Geçen hafta içinde, Alman edebiyatı konusunda yaptığı ciddi araştırmalar, yayımladığı kitaplar, sunduğu tebliğlerle çok iyi tanıdığımız Yrd Doç Dr Bayram Yılmaz’ın görevine son verildiği haberini aldık Harran Üniversitesi’nde yedi yıldır çeşitli idari görevlerde bulunmasının yanısıra bugüne kadar, özellikle Goethe üzerine yayımlanmış üç eseriyle edebiyat dünyasında adından söz ettiren Yılmaz’ın görevine son verilme sebepleri üzerinde durmak istemiyorum ama gerekçe olarak gösterilen bazı maddelerin tutarsızlığı aklımı karıştırdı Görevli olduğu bölümde öğrenci olmadığı için böyle bir tasarrufa gidilmesine rağmen hâlâ iki öğretim görevlisinin aynı bölümde tutulması, yayımlanmış eserlerinin dikkate alınmaması, çeşitli panellerde sunulan tebliğlerin gözardı edilmesi, üniversiteye kazandırdığı onlarca kitabın bir kalemde silinip atılması vs  Bilimsel çalışmalar yapmadığı iddia edilen Yılmaz’ın, bu hafta içinde Alman Goethe Enstitüsü’nün davetlisi olarak Almanya’ya (Weimar) gideceğini ve buradaki bir sempozyumda Goethe üzerine tebliğ sunacağını hatırlatmak isterim
Basit hesaplar
Hepimiz beyin göçünün karşısındayız Değerli insanların bu ülkeye gerekli olduğunu yazıp-çiziyoruz Ama gelin görün ki, ucuz hesaplar ve basit gerekçelerle onlarca yılda zor yetişen insanlarımızı küstürmekte oldukça cömert davranıyoruz Bunu yaparken öne sürdüğümüz ana gerekçelerin arkasında yatan art niyeti de yıllardır anlamıyoruz, anlayamıyoruz
Dürüstlüğün, hizmet aşkının, samimiyetin yerini küçük hesaplar aldığı günden beri kayıplar ülkesine yeni yolculuklara çıkmadık mı? Bıkmadık mı basit denklemleri çözmek için ana sermayeyi tüketmekten? 
Yrd Doç Dr Bayram Yılmaz, bu ülkenin kendi alanında yetiştirdiği değerli isimlerden biri O’nu -hangi görünür veya görünmez gerekçelerle olursa olsun- harcayanlar, şimdi kendileri oturup, “Goethe ve İslâmiyet” (Timaş), “Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’nda Cennet Bahsi” (Timaş) ve “Doğu-Batı Divanı”nı (İyiadam) hazırlasınlar bakalım!  
Yılmaz’ın eserleri
Harran Üniversitesi’ndeki görevine son verilen değerli bilim adamı Yrd Doç Dr Bayram Yılmaz’ın, edebiyat dünyamıza kazandırdığı üç eserden söz etmek istiyoruz
Goethe ve İslâmiyet: İslâm dini ve Hz Peygamber’e olan hayranlığı ile tanınan Alman şairi Goethe, Hristiyan-Batı dünyasında İslâm dinini aslı gibi göstermeyen eserlerin aksine, kendi eserlerinde bu yüce dini diğer bütün dinlerin üstünde tutmuştur Yılmaz, “Goethe ve İslâmiyet” isimli eserinde bu önemli konuyu ele almaktadır Kitap, Timaş Yayınları arasında çıktı
Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’nda Cennet Bahsi: Bayram Yılmaz, bu kitabında, Goethe’nin şaheser haline gelmiş olan Doğu-Batı Divanı üzerinde duruyor Goethe, büyük bir hayranlık duyduğu İslâm dünyasını bizzat gezip, gözlem yapma imkânı bulamamış olmasına rağmen, doğru tesbitleriyle bugün bile okuyanlarını kendisine hayran bırakmaktadır Bu kitap da, Timaş Yayınları imzasını taşıyor
Doğu-Batı Divânı: Goethe’nin dünyaca bilinen Doğu-Batı Divânı, bir şaheser olmasının yanısıra, adeta iki dünyanın kavşağı olma özelliğini de taşıyor Züleyhâ’nın, Hâtem’in, Hâfız’ın sesleri arasında başlayıp biten divân, yaklaşık iki yüzyıl sonra aslından birebir yapılan tercümeyle Türk okuyucusunu selâmladı Bu kitabın nâşiri ise İyiadam Yayınları  
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
"Faust"
Ruhunu şeytana satan ünlü bir Alman büyücüsü Dr Faust'un efsanesinden konusunu alan bu eser Goethe'nin bütün hayatını kaplar
Faust'un ilk monoloğu ile Wagner'le konuşması, Mephistopheles'in üniversite öğrencisi ile olan sahnesi, Auerbach Meyhanesi sahnesi ve Margarete'nin öyküsü 1773-1775 yıllarında yazılmıştır Ama Margarete'nin öyküsünde 'Valentin'in Ölümü' ile 'Walpurgis Gecesi' daha o zamanlar yer almış değildir Bunlar Urfaust adını taşıyan Faust'un ilk biçimini ortaya koyarlar Bu Urfaust, Goethe'nin ölümünden çok sonra bulunmuş ve 1887 yılında Erich Schmidt tarafından yayınlanmıştır Şairin 'Strum und Drang' döneminin ürünü olan bu parçalar belki bütün kitabın en lirik parçalarıdır
Urfaust'un yazılışından on iki yıl sonra Goethe eserini yeniden ele almış ve ona İtalya'da yazdığı parçaları eklemiştir Bu yeni eklenen parçalar 'Büyücü Kadın'ın Mutfağı', 'Valentin'in Ölümü', 'Yüce Ruha Başvurma' sahneleridir 'Sözleşme' sahnesinin kimi dizeleri de burada değiştirilmiş ya da bunlara yenileri eklenmiştir Bu yeni parçalarda Goethe'nin daha olgunlaştığı görülmektedir Coşku biraz daha dizginlenmiş ve ölçülülük bütün esere egemen olmaya başlamıştır Mephistopheles alaycı, kurnaz, aldatıcı yüzünü yitirmemiştir ama dünyaya ve ruha biçim veren bir varlığa dönümüştür Goethe ile Mephistopheles arasındaki uçurum da iyiden iyiye dolmuştur Faust şeytanıyla sözleşme imzalamak için artık zorluk çıkarmayı düşünmez
Goethe, Shiller'in eleştirileri ve üstelemeleri üzerine 1797 yılından 1801 yılına kadar yeniden Faust'a eklemeler yapmaya başlar 'İthaf', 'Tiyatro Üzerine Öndeyiş', 'Gökyüzü Sahnesi', 'İkinci Monolog', 'Şehrin Kapısı Önünde Gezinti'nin Mephistopheles'in sahnede görünmesine kadar olan bölümü, 'Walpurgis Gecesi' ve 'Helena'nın Dönüşü'nün ilk 265 dizesi bu yıllarda yazılmıştır Yayıncı Cotta'nın üstelemeleri üzerine Goethe 'Sözleşme' sahnesini de 1804 yılından sonra yeniden ele almış, bu sahneye 1806 gününde tamamen son vermiş ve kitap 1808 yılında Goethe'nin eserlerinin sekizinci cildi olarak Faust, Eine Tragödie adıyla yayınlanmıştır
Faust'un bu ilk bölümünde, Goethe, hayata verdiği önemi ortaya koyar 'Hazlarım bu dünyadan fışkırıyor, acılarımı bu güneş aydınlatıyor' sözleri, Faust'un yeryüzündeki insanın alın yazısı görüşünü belirtir Hiç kuşkusuz, insanoğlu çabaladığı ve araştırdığı ölçüde yanılır Yanılgının ta kendisi olan hayat, acılara ve hatalara olanak sağlar Ama insan yine de içinde iyiliği taşır ve doğru yolu görür Faust'un ruhunda iki şey sürekli bir çatışma halindedir Onun ruhu bir yandan uzak ve yüksek ülkelere doğru yönelmek isterken, bir yandan da aşkla sıkı sıkıya bağlanmış olan yeryüzüne dört elle sarılır Fakat Faust'un ruhundaki bu bitmek tükenmek bilmeyen çatışma, hayata o yüce değerini kazandırır İnsan hayatı böylece, gerçeğin yaşanması dolaylarında yeniden bütünlenmek üzere parçalanan bir uyumu andırır Ama Faust 'kaçıp giden an'a hiç bir vakit 'Aman dur gitme, sen çok güzelsin' diyemez Şu var ki, Faust'un bin güçlükle ilerlediği hayat yolunun üstünde, Tanrı'nın yüzü, meleklerin arasından beliriverir Bu da insanın alınyazısının dünya gizemini aşan bir anlam kazanmasına yol açar
Goethe 1816 yılında Şiir ve Gerçek'i yazarken Faust'un ikinci bölümünün bir şemasını çizmiştir Ama ikinci bölümü 1826 yılında yazmaya başlar Goethe şiirini yeni bir düzeye oturtmak düşüncesindedir artık 'Ariel Öndeyişi' vesilesiyle Eckermann'a şunları söyleyecektir 'Kahramanımın gözle görülür tükenişinden yeni bir hayat yaratabilmek için ona bilincini yitirmekten ve onu tükenmiş saymaktan başka ne yapabilirdim?' İşte Goethe bu 'yeni hayat'ı anlatabilmek için daha beş yıl çalışmak zorunda kalmıştır Helena'nın öyküsü 1827 yılında yazılmış ve bu, Goethe'nin eserlerinin dördüncü cildinde Helena, Romantik ve Klasik Görüntü Oyunu adıyla yayınlanmıştır 1828 yılında on ikinci ciltte ise birinci perdenin bölümü ile İmparator rayındaki ilk sahneler yer alır 'Klasik Walpurgis Gecesi' ile birinci perdenin son bölümü ise daha çok 1830 yılının ilk aylarında yazılmıştır Bir yıl öncesinin sonbaharında başlanan beşinci perde de 1830 Ocak ayında biter Faust'un ölüm sahneleri ise, çok önceleri, 1800 yılında yazılmış, son yıllarda ise yeniden gözden geçirilmiştir Dördüncü perde de 1827-1831 yılları arasında birçok kez yazılmış ve düzeltilmiştir Goethe 22 Mart 1832 gününde öldüğü vakit daha hala İkinci Faust üzerinde çalışıyordu Ama artık ona bitmiş gözüyle bakıyordu Nihayet o yılın sonbaharında Goethe'nin eserlerinin kırk birinci cildi, ölümünden sonra yayınlanan eserlerinin de birinci cildi olmak üzere bu ikinci Faust'da Faust, Beş Perdelik Tragedyanın İkinci Bölümü (Faust, Der Tragödie zweiter Teil in fünf Akten) adıyla yayınlanır
Goethe bu eserine bütün hayatı boyunca içinde biriken ve kafasında yer eden şeylerin tümünü dökmüştür İnsanın kendi kendisiyle çatışması, Tanrıyla ilişkisi, insanın doğa içindeki işlevi, insanın toplumla ilişkileri, yeni çağ insanının eski çağla ilişkisi, insan gücünün sınırları, hayat sorunlarının çözümü temaları bu eserin çatısını oluşturur Faust çeşitli zamanlarda yazıldığı için çeşitli yapılar gösteren bir eserdir Ama yapıdaki bu eşitlilik eserin büyüklüğünü de yaratmaktadır Eserde gerçek ile mitos elele vermiş gibidir Bütün ayrıntılarıyla okurların önüne serilen gerçek, öyle gizliden gizliye kalıp değiştirir ki bunun mitosa dönüşmesinin kimse farkına varmaz
İkinci Faust'ta eserin tonu oldukça değişir Birinci Faust'ta hayat olduğu gibi, kendi gerçeğiyle ya da sürüp giden bir büyü içinde gösterildiği halde ikincisinde 'renkli yansıları' ile usun onu kavramış olduğu biçimde canlandırılır Öte yandan dünya, Faust'un iç yaşantısının bir işlevi olmaktan çıkar Faust sadece bir birey olarak dünya içindeki yerini düşünür Goethe İkinci Faust'ta doğacı görünüşü de bir yana bırakmış ve dünyayı simgesel bir varlık gibi görmeye başlamıştır Goethe bu nokta üzerinde özellikle durmuştur Bu yüzden de İkinci Faust bu temayı işleyen 'Şirin Bir Yer' sahnesiyle başlar
İkinci Faust, Faust'un ruhunu gökyüzü katlarına çıkaran meleklerin eylemiyle son bulur Melekler 'acı çekmeye çalışan ve acıyı arayan kişiyi biz de kurtarabiliriz' der Faust'un ruhu göklerin en üst katına vardığı vakit, şimdi sevgilisinin bağışlanması için yalvaran Margarete'nin ruhu da kendisini izler Eserin bu biçimde sona ermesi birçok eleştirilere yol açmıştır Protestan bir öyküye Katolik bir son vermekle suçlamışlardır Goethe'yi Kimileri de Faust'un gökyüzüne yükselirken bir an için bile olsa Meryem Ana'nın önünde diz çökmesini yadırgamıştır Hıristiyanca bir temel üzerine oturtulmuş bir eserde aşkın, kadın biçiminde canlandırılması da doğru bulunmamıştır Hele bu aşkın Yunanlıların Eros'uyla aynileştirlmesi ise hiç iyi karşılanmamıştır
Eserin başkişisi Faust, iki ruh taşıyan bir insandır Faust'un birinci ruhu dünya işlerine sıkı sıkıya bağlıdır, ikincisi ise gökyüzüne yönelmiştir Hayata olan sevgisi kimi zaman Werther'de olduğu gibi umutsuzluğa, kimi zaman da Prometheus'ta olduğu gibi başkaldırmaya götürür onu Bu hayat, Doktor Faust'u boyuna erişilemeyecek amaçlara da iteler Ama onun hep değişik amaçlara yönelmesinin bir nedeni de hiçbir şeyle tatmin edilmeyeşidir Öyle ki Faust zaman ve uzam dışı ülkede Yunanlı Helena'yı bulduğu vakit bile mutluluğa erişemez Çünkü onun istekleri boyuna yenilenmektedir Ne var ki, yükseklerden bir ses kendisine o güçlü denizi sahillerden uzaklaştırmasını ve böylece yüce neşeyi ele geçirmesini buyurduğu vakit en son ve en yüksek zaferi elde etmiş olur Bu zafer Faust'un ilk yaşantılarından başlayarak içinin darlığından kendisini kurtaran atılıma dek süren yolun son noktasıdır Ama Faust'un mutluluğa erişebilmesi çevresindeki insanların da bu mutluluktan pay almalarını gerektirir Faust'un Baucis ile Philemon adındaki bir karı kocayı kulübelerinden kurtarmaya çalışması bu yüzdendir
Faust'un çeşitli amaçlara yönelmesi bir de hayatın temel bir ilkesine dayanır O temel ilke de şudur: 'Her şey eylemdedir, zaferin yoktur' Margarete'nin öyküsünden Faust'un yenik olarak çıkmasının nedeni işte budur Bu öyle bir yenilgidir ki Faust'un bir daha doğrulamayacağı düşünülebilir Oysa İkinci Faust şirin bir yüzle başlar Faust çiçeklerle donanmış bir çayırda uzanmıştır Çevresinde hava perileri uçuşur Ariel'in şarkısı da ona bütün acısını ve bitikliğini unutturur Bu, unutmanın türküsüdür Faust yükselmesini engelleyen her şeyden yakasını sıyırmanın erdemine sahiptir Ayrılmalar, kopmalar Faust'a yeni bir hayat için gerekli bütün gücü de verir Öte yandan vicdan acısı da Faust'un üstüne öyle uzun boylu çöküp kalmaz Çünkü 'saf insanlık duygusu' ondaki hataları silip süpürdüğü gibi, onu yüksek bir hayata elverişli bir hale de getirir Bu saf insanlık duygusu Faust'ta iki biçimde belirir Birincisi, Faust'u boyuna en yüksek olana doğru iteleyen hızdır İkincisi de 'ölümsüz dişi' temasında biçim kazanır 'Ölümsüz dişi ya da 'ölümsüz kadın' teması ise en olgun biçimine Helena öyküsünde ulaşır Helena bir an için elde edilse bile hayatın en büyük anlamını taşır Aşk böylece mutlu anla ölümsüzlük arasında bir aracı rolündedir Çünkü ölümsüzlük bir anlık mutluluktaki zamanın ortadan kaldırılmasıyla elde edilir
Faust'un varmak istediği amaçlar insanların ahlak duygusunu bereleyecek niteliktedir Bu insan haklarına bir saygısızlığı da doğurur Ne var ki, bu ahlaka Tanrı da karşı çıkmaz İnsan doğurabilmek için yere düşmek zorundadır Burada Faust'un bağışlanmasının ilkesi de saklıdır Eserin sonunda melekler şöyle diyecektir: 'Yükselmek için yılmadan çalışanı biz de bağışlayabiliriz ' Ama Faust'un bağışlanması sadece eylemden eyleme koşmasına da dayanmaz Bu, bir de aşkın bir armağanıdır ona Bu armağanı da Faust'un canice aşkının kurbanı olan Margarete, Meryem Ana katında Faust için yalvarmakta sağlar Böylece o ölümsüz hızla, o ölümsüz kadın, eserin sonunda yeniden birleşmiş olur
Birinci Faust'un gerilimini sağlayan Margarete öteki adıyla Grechen, Goethe'nin aşk serüvenlerinde yer alan kadınların bir toplamı niteliğindedir Bu tipin yaratılmasında bir çocuğu öldüren bir kadının idam edilmesinin Goethe üzerinde yaptığı etki de rol oynamıştır Margarete'nin Shakespeare'in Ofelya'sıyla (Hamlet) kimi benzerlikler taşıdığı çok söylenmiştir Ofelya ise iç dengesini yitirmiş ve deliliğin eşiğine dayanmıştır Margarete'nin gelecek üzerine delice düşünceler öne sürmesi şimdilerin ve geleceğin biçimini değiştirmesinden gelir
Margarete Werther'deki Charlotte'nin kız kardeşine de benzetilmiştir Kilise sahnesindeki Margarete ise çok daha başka bir Margarete'dir Bu sahnede Meryem Ana'ya yalvaran Margarete ise sembolik bir kişilik kazanır Bütün bunlar bir yana, Margarete eserin en şiirsel kişisidir Mephistopheles'e gelince, bu tip alayları ve nükteleriyle Aydınlanma Çağı'nın en aydınını andırmaktadır Mephistopheles şeytan olduğu halde Tanrı onu yanından kovmaz Dahası, onunla konuşmaktan zevk alır Çünkü şeytan var olmamış olsaydı insanlar huzur içinde uyuşup kalacaklardı Tanrı'nın Mephistopheles'e özgürlük tanıması yaratıcı ve üretici kaygının yeryüzünde yeşermesini sağlamak içindir Mephistopheles'in dünyanın genel uyumu içinde yeri vardır Hegel'in doğru olarak gördüğü gibi, Mephistopheles evrensel oluş içinde başlıca öğelerden (olumsuz öğe) biridir Ama bu uyumun bütününü ancak Tanrı ve kurtulmuş olan ruhlar kavrayabilir Mephistopheles kendi özelliğinin tutsağıdır Dünyanın alın yazısını çizen güçlere ulaşmak Mephistopheles'e yasak edilmiştir O akıllıdır, zekidir, her işin üstesinden gelmesini bilir Ama işte bu kadar Mephistopheles gerçeğin sınırını hiç mi hiç kavrayamaz Goethe'nin tregedyasında da Faust'u aldatmaya çabalamasına karşın en sonunda aldanan kendi olur Çünkü sonunda Faust'un değil kendisinin bağışlanmasını ummamaktadır o da
'Işıktan nefret eden' anlamına gelen Mephistopheles, 1857 yılında yazılan ilk Faust öyküsünde (Doktor Faust'un Öyküsü) ortaçağ insanlarının kafasında yer ettiği gibi basit bir şeytandan başkası değildir Cehennem Prensi onu Faust'a eşlik etmekle görevlendirmiştir Yıllarca sürecek bu eşlik sonunda Şeytan kendini bağışlattırabilecektir Ama Marlowe, Doktor Faust'un Trajik Öyküsü adlı eserinde (1589) ona değişik bir karakter kazandırır Özgür düşünceli bir Rönesans adamı olan Marlowe, Mephistopheles'in ağzından yüksek yaratılışlı insanların acısını dile getirir Marlowe'nin eserinde Mephistopheles, çevresini aldatan bir kişi olmaktan çok Faust'un alaylarına hedef olan biridir Bu yüzden de Reform İngilteresi'nin Hıristiyanları kendisine acıyacaklardır
|