Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bedrettin, osman

Osman Bedrettin

Eski 07-05-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osman Bedrettin



OSMAN BEDREDDİN ERZURUMİ

1858 (H1274)'de Erzurum'da doğdu1922 (H1340) senesinde Harput'ta vefât etti Kars'ta üçüncü tabur imâmlığı yapması sebebiyle İmâm Efendi lakabıyla tanındı Asıl ismi, Osman Bedreddîn'dir Babası Seyyid Selman Sükûtî'dir Küçüklüğünde babasının eğitim ve terbiyesi altında kıymetli bir cevher ve edeb timsâli olarak yetiştiDokuz yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberlemekle şereflendi Sonra Erzurum medreselerinde; sarf, nahiv dersleri alarak Arabî öğrenmeye başladı Kısa zamanda akranı arasında seçkin ve sevilen bir talebe oldu Arabî'de âlet ilimlerini öğrendikten sonra; tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi ilimlerde temel metinleri okudu Hucurât sûresinin tefsîrini okuyunca, orada buyrulduğu üzere yaptığı amellerin bilmeyerek işleyeceği hatâlar sebebiyle silinmesinden, boşa gitmesinden korkarak çok az konuşmaya başladı Bu sessizliği üzerine hocaları ve arkadaşları kendisine; "Sessizce Hâfız Osman Bedreddîn" dediler Üstün hâlleri, kâbiliyeti ve meseleleri kavrayışı, etrâfındakilerin dikkatini çekiyor ve çok seviliyordu


Hocalarından Mehmed Tâhir Efendi bir gün ona; "Molla Hâfız! Bütün bildiklerimi sana öğrettim Ayrıca bilmediklerimi de öğrendim Şöyle ki, bilmediklerimi sana öğretmek için önce çalışıp öğrenmeye mecbûr kaldım Bundan ötesine gidemiyorum Artık senin, ilmi benden daha fazla bir hocanın dersine devâm etmen gerekiyor Bu günden îtibâren ders veremeyeceğim" dedi

Bunun üzerine İmâm Efendi; "Dertliyim derdim derin, derdime derman için sana geldim yâ Muîn" diyerek, Allahü teâlâya duâ etti ve medreseden ayrıldı İlimde daha yüksek bir müderris arıyordu Aslında zâhirî ilimlerde yetişmiş, bâtınî, tasavvuf ilminde yetiştirecek bir rehber arıyordu Onun bu arayışı sırasında Buhârâ'dan bir büyük âlim onu yetiştirmek için gelmek üzereydi Şöyle ki; Buhârâ'daki Câmi-i kebîrde halka vâz ve nasîhat eden Seyyid Ahmed Merâmî, âni olarak ve habersizce Buhârâ'dan ayrılıp Erzurum'a gitmek üzere yola çıktı Sevenleri bunun farkına varınca çok üzüldü Fakat bu işin mânevî bir işâretle olduğunu anlayanlar halkı tesellî ettiler


Uzun, ince boylu, beyaz sakallı ve mübârek bir zât olan Seyyid Ahmed Merâmî, Erzurum'a varınca, Hasankale'nin Bevelkâsım köyüne gidip, bu köyün imamlık vazîfesini üzerine aldı Hoş sohbetiyle çok sevilip, sayıldı İlmi ve şöhreti kısa zamanda bütün çevreye yayıldı Bu arada yana yana kendisine rehberlik edecek bir hoca arayan İmâm Efendi, o zâtın ismini ve medhini duyunca, huzûruna kavuşmak için derhâl yola çıktı Bevelkâsım köyüne varınca, aradığı zâtı bir namaz vaktinde câmide buldu O, câmiye girer girmez, Seyyid Ahmed Merâmî bu gencin, kendisine yetiştirmesi için işâret edilen genç olduğunu anladı Namazdan sonra; "Merhaba, hoşgeldin Hâfız Osman Bedreddîn!" dedi Bunun üzerine Osman Bedreddîn hazretleri birdenbire ürpererek, hayretler içinde yaklaşıp elini öptü Sonra kendisinden ders almak istediğini arzetti Bu arzusuna; "Buhârâ'dan kalkıp buraya kadar geliriz de senin gibi ilim isteyen bir talebeye ders vermez miyiz?" cevâbını verdi Sonra onu yanına alıp evine götürdü Eve varınca, Osman Bedreddîn'in ilimdeki derecesini anlamak için bir kaç ibâreArapça metin ve hadîs-i şerîf okuyup bunların mânâsını sordu Aldığı fevkalâde cevaplar üzerine çok memnun olup, onu ve yetiştiren hocasını medhetti Sonra şöyle buyurdu: "Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, netîcede insanı Hakk'a ulaştırır İlmin muhtelif sahneleri ve safhaları vardır İlmin çeşidi çoktur Bizim sana vereceğimiz ilim, tasavvuf ilmidir Meâlen; "Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir" (Tevbe sûresi: 40) buyrulan âyet-i kerîmenin tefsîrine göre hâlık ile mahlûk arasında kavuşturucu bir râbıta vardır Bundaki mânâ ve hikmet; kul, Hâlık'ını unutmazsa bitmez tükenmez nîmetlere kavuşur Bu mânânın tekâmül (gelişmesi) ve tesânüdü (dayanağı) ise, huzûrdur Huzûr, Allahü teâlâyı hiç unutmamak demektir" Hâfız Osman Bedreddîn'in bunları büyük bir dikkat ve şevkle dinlediğini gören o zât, onun istek ve meylini iyice anladı Bundan sonra ders alacağı günleri tesbit etmek istedi İmâm Efendi her gün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün gelip ders alması kararlaştırıldı Sonra Erzurum'a döndü Her gün Erzurum'dan Bevelkâsım köyüne gidip ders alıyor sonra dönüyordu Şöyle ki, Erzurum ile Alvar köyü arası üç saatlik mesafe idi Gece yarısı kalkıp yola düşer, sabah namazını Alvar köyünde kıldıktan sonra Bevelkâsım köyüne gider ders alırdı Yaz, kış, tipi, fırtına, yağmur ve kar demeden her gün muntazaman derse devâm etti Feyz ve ilham aldığı bu hocasının derslerine devâmı yıllarca sürdü Erzurum ile Bevelkâsım köyü arası ona hiç mesâbesinde idi Bu yolda karşılaştığı meşakkatlere ve zahmetlere hiç aldırmıyordu

Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında âniden şiddetli bir tipiye tutuldu Son derece bunalıp, çâresiz kaldı Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ilerisi görülmüyordu İmâm Efendi hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allahü teâlâya sığınarak yere diz çöküp oturdu Annesinin kendisine ninni yerine okuyarak büyüttüğü şu ilâhîyi yavaş bir sesle tevekkül içinde okumaya başladı:

Hak şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayreyler,

Ârif ânı seyreyler,

Mevlâ görelim n'eyler,

N'eylerse güzel eyler


Çâresiz bir hâlde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, âniden karşısına beyaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı Selâm verdikten sonra terkisine bindirdi Sonra; "Yolcu kardeş çok üşümüşsün" dedi Meşin bir kırbadan, su kabından şerbet içirdi "Dağarcığımızda nasîbiniz ne varsa ondan da arzû ettiğiniz kadar yiyiniz" diyerek dağarcığı uzattı Hâfız Osman Bedreddîn dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı Kendisine yardımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselâm idi Bu kanâatkâr hâlini görüp, sırtını okşayarak; "Nasîbin açık olsun Feyzin bereketli olsun Sana gelen misâfirler senin gibi kanâatkâr olsun Sofran mübârek olsun Hocana selâm söyle!" dedi ve gözden kayboldu


İmâm Efendi ise, kendini hocasının kapısı önünde buldu Tipi hâlen ortalığı kasıp kavurmaktaydı Bu sırada hocası Seyyid Ahmed Merâmî onu düşünüp duâ ediyordu Âniden kapı çalındı Hocası onu karşısında görünce Allahü teâlâya çok şükretti Hocası hâlinden ve başından geçenlerin farkındaydı Sorup anlattırdıktan sonra, bunu gizlemesini söyledi Sonra da; "Şunu bilesin ki, ilm-i zâhir ile ilm-i bâtın birleşerek âid olduğu kalbde merkezleşti Allahü teâlâya hamd ve senâ olsun, size de mübârek olsun Benim vazîfem burada tamam oldu Ben irşâda memûr değilim Sizi bu güne kadar yetiştirmekle, tasavvufî ahkâmı size bildirmekle vazîfeliydim Biz memleketi, memlekettekiler de bizi arzûluyor Vâris-i enbiyâ meşârık-ı evliyâ (Peygamberlerin vârisi ve velîler güneşi), olarak bir mürşîd-i kâmil aramaya hak ve selâhiyet kazandınız Cenâb-ı Hak hayırlısıyla muvaffak buyursun" dedi ve derslerine son verdi


İmâm Efendi ilk mürşidinden ayrıldıktan sonra hayâtında yeni ve bambaşka bir safha başlatacak olan bir mürşîd-i kâmil aramaya başladı Bu arayışı sırasında içindeki aşkın aleviyle yanıp tütüyor ve yalnız kaldıkça ağlayarak Allahü teâlâya yalvarıyor, içli göz yaşları döküyordu Annesi çevrenin bir takım sözleri sebebiyle onun hâlinden endişe ediyordu Kocasına bu durumu anlatınca; "Oğlumuz, Allahü teâlânın ve Resûlullah'ın aşkıyla yanıyor Bırak ağlasın Böyle bir evlâdımız olduğu için iftihâr et Kendini üzme Osman, selâmet ve seâdet üzeredir Allahü teâlâ onu murâdına erdirsin" dedi

İmâm Efendi, kendisine rehberlik edecek âlim bir zât aradığı sırada yirmi yedi yaşındaydı Bu sıralarda Erzurum, Rusların hücûmuna uğradı 8 Kasım 1877'de vukû bulan bu savaş, târihte Doksanüç Harbi adıyla bilinir Azîziye tabyalarının düşmesi üzerine Erzurum halkı yediden yetmişe silâhlanıp, düşmana karşı kahramanca bir müdâfaa yapma hazırlığı içindeydi 8 Kasım 1877 gecesi Erzurum mahallelerinde gümbür gümbür davullar çalınarak halk cihâd için uyandırıldı Tanyeri ağarmadan önce halk kalkıp, balta, tahra, dehre, sopa ne bulduysa eline alıp hazırlandı Tanyeri ağarırken, Ayaz Paşa Câmii şerîfi minâresinden sabah ezânı okunmaya başladı Bu ezânı İmâm Efendi okuyordu Ezân, ihlâs ve sadâkatle öyle okunuyordu ki, Erzurum'un dağı-taşı, deresi, tepesi, yamaçları, ağaçları sanki dile gelmiş, ezânı tekrar ediyordu Ezân sesi dalga dalga yayılıp, ufukları aşıyordu Bu ezân halka bambaşka bir şevk ve cesâret vermişti Okuyanda bir başka hâl vardı Bu arada mehter de çalınmaya başladı Erzurum halkı büyük bir heyecan ve cesâretle Allah Allah nidâlarıyla, Azîziye tabyalarını işgâl etmiş olan Moskofların üzerine hücûm etti İlk hücûmda Moskof dağılmaya başladı Erzurumlu miralay Bahri Bey, halkı gazâya teşvik için haykırıyor; "Urun kardaşlarım, dadaşlarım urun!" diyordu Erzurum halkı bir çırpıda Azîziye tabyalarını Ruslardan boşalttılar

Gâzi Ahmed MuhtarPaşa, halkı bu derece heyecana getiren ezân-ı Muhammedî'yi kimin okuduğunu öğrenmek istedi Bulunması için yâverlerine emrettiEtrâfa dağılan yâverler ve çavuşlar ezânı okuyan zâtı arayıp buldular Bu zât, Erzurum'un Abdurrahmân Ağa mahallesinden HocaSelman Sükûtî Efendinin oğlu Hâfız OsmanBedreddîn (İmâm Efendi) idi Bu husus Gâzi Ahmed Muhtar Paşaya arzedilirken, orada bulunan cephe kumandanı Kurt İsmâil Paşa onun ismini duyar duymaz ileri çıkıp heyecanla Paşanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi: "Paşam, ezânı okuyan zâtı tanıdım Erzurumlu miralay Bahri Beyin kumandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti Elinde silâh yoktu Düşmanı taşla kovalıyordu Attığı taş mutlaka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu Onun taş atması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir hâldi Çok dikkatle seyrediyordum Bu zâtta mânevî bir hâl var diye düşünüyordum Bu sırada kulağıma gazâya katılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldiNene Abla adında bir kadın; "Hadîce bacı, bak görüyor musun? Selman Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor" diyordu Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım Söylenen gerçekten doğruydu; hâdiseyi gözümle gördüm O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu Bu kahramanın velî bir zât olduğunu anladım ve kerâmetini gözlerimle gördüm"

Gâzi Ahmed Muhtar Paşa bu sözleri dinledikten sonra sevinç ve heyecanla; "Bre paşa kardaş niçün demezsiniz ki bu cenkde üçler, yediler, kırklar, erenler bizimle berâberlermiş Elhamdülillah bu, Rabbimin bize bir ihsânıdır" dedi Bunun üzerine Kurt İsmâil Paşa şöyle ilâve etti: "Şu anda o, şehîd düşen kumandanı kahraman miralay Bahri Beyin başındadır" dedi Bundan sonra daha çok tanınıp sevilen İmâm Efendi hazretleri yirmi sekizinci alayın üçüncü taburu imâmlığına tâyin edildi ve artık "İmâm Efendi" diye tanındı

Bu vazîfede iken evliyânın büyüklerinden Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin oğlu ve halîfesi Seyyid Ubeydullah ile Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin halîfelerinden Kufrevî Şeyh Muhammed ve Gümüşhâneli Anmed Ziyâeddîn ve Erzincanlı Terzi Baba lakabıyla meşhûr Şeyh Hayyât'ın talebelerinden Hacı Fehmi efendiler ile sohbet etti 1882'de vazîfeli olduğu tabur Palu'ya taşındı Burada asıl hocasına kavuştu Bu mübârek zât Mahmûd Sâminî idi Daha İmâm Efendi gelmeden önce, onun hâllerini kapalı olarak talebelerine bildirdi Zaman zaman işâretler vererek; "Mâşallah dokuz yaşında hâfız ve fakih olmak her kulun kârı değildir" derdi Yine bir gün; "Fesübhânallah, ilme olan gayreti hocalarını çalışmaya mecbûr ediyor" Aradan bir müddet geçince onun hakkında yine şöyle buyurmuştur: "Hikmet-i Hüdâ onu okutmaya Buhârâ'dan âlim, fâdıl ve mutasavvıf bir hoca memur edildi Allah Allah, bu ne saâdet bu ne bahtiyârlıktır ki, Hızır aleyhisselâmın kırbasından şerbete, dağarcığından lokmaya kavuşmak Moskof'un kafasına taşla darbe vurmak" Talebeleri hayretle dinledikleri bu sözlerde kime işâret edildiğini merak ediyorlardı Fakat açıklamıyor, sâdece işâret veriyordu


Mahmûd Sâminî hazretleri bu işâretleriyle, birgün kendi sohbetine kavuşacak olan İmâm Efendinin hayâtını ve başından geçen önemli hâdiseleri safha safha anlatıyor ve onun gelmesini bekliyordu O günlerde İmâm Efendi bir rüyâ gördü Rüyâsında hiç tanımadığı bir zât şöyle dedi: "Hâfız kurban! Ben seni bekliyorum Sen de bizi arıyorsun Sana verilmesi gereken emânetin altında kudret ve kuvvetim azaldı Gözüm yoldadır Bu kadar saklanmaya ve naz etmeye sebep nedir? Yeter artık gel bana!" Bu rüyâdan sonra merakla, rüyâ Rahmânî mi diye düşünmeye başladı Kendini dâvet eden zât kimdi ve neredeydi? Ertesi gün bir rüyâ daha gördü Rüyâsında dört mübârek zât ile karşılaştı Bunlar, Behâeddîn Buhârî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Ali Sebtî ve Vehbî-yi Hayyâtî yâni Terzi Baba hazretleri idiler Ona şöyle buyurdular: "Aradığını Palu'da bulacaksın Palulu Şeyh Mahmûd Sâminî'nin dâvetine icâbet et!" Bu işâret üzerine Palu'ya hareket etti O yolda iken Mahmûd Sâminî hazretleri de dergâhındanPalu'ya gidip, beklediği talebenin kendisine gelmekte olduğunu söyleyerek talebeleri ile birlikte karşılamaya çıktı Karşılaştıkları yerde onu şefkat ve muhabbetle bağrına bastı Sonra onu dergâhına götürüp misâfir etti

Burada Mahmûd-ı Sâminî hazretlerinin sözlerini ve sohbetlerini çok dikkatli dinleyen İmâm Efendi, vaktinin nasıl geçtiğini anlamadı Mahmûd-ı Sâminî'nin huzûrunda önceki sıkıntılarını unuttu Kendinden geçmiş bir vaziyette sohbeti dinlerken, Mahmûd-ı Sâminî birden; "İmâm Efendiye bir kahve getirin, bir kahvemizi içsin" buyurdu Kahveyi getiren talebeye birisi çarpınca kahve Osman Bedreddîn'in beyazŞam hırkasının üzerine döküldü Giyimine ve temizliğe son derece titiz olan ve îtinâ gösteren İmâm Efendi içinden; "Eyvah bu elbise çok berbat oldu Artık giyilmez" dediMahmûd-ı Sâminî hazretleri; "Hâfız, kalbin incinmesin Bizim Mustafa çok da güzel çamaşır yıkar Hırkanı çıkar ver de bir güzel yıkasın" dediğinde, İmâm Efendi utanarak hırkasını Mustafa Efendiye verdi Bir müddet sonra Mustafa elinde hırka ile geri döndü İmâm Efendi hırkayı üzerine giyince kendisini bâzı haller kapladığını hissetti Kahve dökülen yerde hiç bir iz yoktu Karşılıklı sohbetlerini dinleyen diğer talebelerin kalblerindeki; ihlâs, muhabbet, teslimiyet, huzûr, sabır artıyordu İmâm Efendi önce inâbeye (ondan tasavvufu almaya) yaklaşmadıMahmûd Sâminî hazretlerinin tütün içmesi ve rahatsızlığı sebebiyle gözlerinin çapaklanması dikkatini çekmişti Sabırla bekliyordu Hocası onun bu sabrı karşısında artık zâhirî perdeyi kaldırıp bir gün şöyle buyurdu: "Hâfız, misâfirlik üç gündür Senin misâfirliğin on günü geçti Yemek için çalışmak lâzımdır Haydi bakalım bostanımızı sulama sırası sendedir" Bu bostan, Sâminî hazretlerinin eliyle yetiştirdiği ve helâl lokma kazandığı bir bostandı Burada kendi emeği ile sebze yetiştirir, misâfirlerine ikrâm ederdi

İmâm Efendi, verilen emir üzerine bostanı sulamaya gittiHavuzun suyunu saldı Fakat daha bir evlek sebze sulamadan havuzun suyunu bitmiş gördü Gidip durumu hocasına bildirdi Mahmûd Sâminî hazretleri; "Hâfız, kocaman havuzun suyu bir evlek de mi sulamadı? Dikkat et hâfızım, gören gözle bak Havuz dolu duruyor Git vazîfeni yap!" dedi Tekrar havuzun başına gitti Bir de baktı ki havuz su ile dolu Bu işte hocasının kerâmeti olduğunu anladı O gün bostanı tamâmen suladı


Aynı gün ikindi vakti hocası; "Hâfız, yarın çok misâfirimiz gelecek Bostana git biraz patlıcan topla, mutfağa bırak" dedi Bu sefer aldığı emir üzerine patlıcan toplamaya gitti Ancak bostandaki patlıcanların henüz çiçek açmış ve yetişmemiş olduğunu gördü Geri dönüp durumu hocasına bildirdi Patlıcan yetişmemiş deyince, hocası; "Hâfız, Murat suyuna gitsen kurutup gelirsin Tekrar git patlıcanları yetişmiş bulacaksın" dedi Gidip bakınca gerçekten çuval çuval patlıcan yetişmiş olduğunu gördü Bu işte de hocasının kerâmeti olduğunu anladı Ancak bir taraftan da neden tütün içiyor diye düşünüyor, bir türlü teslim olamıyordu Bu düşüncesi ve tereddüdü o dereceye vardı ki, artık ayrılıp gitmeye karar verdi Bu karârı verdiği günün sabahı, Mahmûd Sâminî hazretleri sabah namazını kıldırdıktan sonra, aralarında İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu O gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli bir hâldeydi Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze başladı: "Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabîbe anlatmayıp gizlerse, derdine dermân bulamaz Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez Tasavvufda gurur yasaktır Teslimiyet şarttır Aşkın mecâzi köprüsünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir Buna erenler ise, Hakk'a inanıp bir rehbere bağlananlardır Size bir misâl vereyim Bir zât hazret-i Hızır elinden şerbet içmekle, bir kaç hocadan icâzetsiz izin almakla, erenler imtihânına mânen katılıp beline kemer bağlamakla yolu katedemez Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağacına benzer Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur Onu aşılamak lâzımdır Bâzı insanlar işte böyledir Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır Ondan kimse faydalanamaz Beşeriyete hizmet lâzımdır Beşeriyet latîf ve güzel kokuya muhtâctır

Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar Bunlar birer hikmet ve esrârdır Sürüden ayrılanı kurt kapar Fırsat elden kaçar Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut Gönül ister ki hoş olalım Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:

Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle

Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle

Bulalım dersen feth-i bâbın, gel gönüle gir gönüle

Bulam dersen aşk kenânın, gel gönüle gir gönüle

Siyâhı ko, akı tut, anma işe şer katanı,

Zikret müdâm yaradanı, gel gönüle gir gönüle

Zühd zâhid duzağıdır, ilim, ilimin bağıdır,

Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle

Kaygusuz bu böyle olur, Hakk'a doğru yola varır,

Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle

Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir hâlde oturuyorlardı Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi O da bunu gâyet açık bir şekilde anlamıştı Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hâllerini saymıştı Bu, hocasının bir kerâmeti idi Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı İmâm Efendi ise sohbetini dinleyince gitmekten vaz geçip tam bir teslimiyetle Mahmûd Sâminî hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi Kendi kendine; "Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi Sonra; "Yâ Rabbî! Âciz ve bîçâre kulun Bedrî'yi gafletten uyandır Selâmete erdir" diye duâ etti

O gün imâmlığı kendisi yaptı Talebelerden biri, Sâminî hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye; "Hoca efendi mihrâbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı" diyerek sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı ve istidâdı ile bir hamlede atlamıştır" cevâbını verdi

Mahmûd Sâminî hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı Mescidde iken İmâm Efendi de mescide girdi Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı Bu heybetli sesi işitenler heyecâna kapıldılar İmâm Efendi birden bire titremeye başladı Telaşla hocasına koştu Vilâyet heybeti onu titretiyordu Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti Sonra; "Burada ne kadar kalacağım" diye suâl edince, şöyle cevap verdi: "Allahü teâlânın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır Devran da meydan da harman da senin Zaman mahsul zamânıdır Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır Dikkat lâzımdır


Hâfız! Hazret-iHızır'ın şerbeti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına sebeb oldu Büyüğümüz Muhammed Bahâüddîn hazretleri ve diğer büyükler rehberlik ederek senin bize gelmeni işâret ettiler değil mi? Erzurum'daAyaz PaşaCâmii minâresinde okuduğun ezân-ı Muhammedî, mâneviyât âleminin erenlerini cihâda dâvet etti Yer gök sarsıldı Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzurum semâlarında toplandı


Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir Metin ol Allahü teâlâ yardımcındır"

İmâm Efendi kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldıVazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu'da kaldı Bu arada hocasının sohbetlerinde bulundu


Daha sonra vazîfesi icâbı askerî taburla birlikte Dersim'e gitti Taburu Dersim'den Çemişgezek'e gönderilince, senelerce orada hizmet etti Buradan Palu'ya sık sık hocası Mahmûd-ı Sâminî hazretlerini ziyârete giden İmâm Efendi, onun duâsını alır ve sohbetini dinleyip geri dönerdiİmâm Efendi 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput'a yerleşti Bundan sonra tamâmen ilimle meşgûl olduDerslerinde ve sohbetlerinde bulunan pekçok zâtı tasavvufta yetiştirdi Pekçok insanı da cehâletten kurtarıp, sâlihlerden eyledi İlme, mârifete ve feyze susamış iki yüz bine yakın kimse onun feyz pınarından kana kana içti Rüşd, hidâyet ve mârifete kavuştu

Sohbetlerinde aslâ siyâsî ve boş şeyler konuşulmazdı 1911 senesinde Harput'un ileri gelenlerinden pekçok zâtla birlikte hacca gitti Bu Hicaz seferinde; Şam, Mekke ve Medîne âlimleri kendisine çok hürmet ve ikrâmda bulundular

İmâm Efendi buyurdu ki: "İnsan Allahü teâlânın nîmetlerini düşünse, bunların şükrünü nasıl yerine getireceğinden hayret eder Şükrünü tam mânâsı ile edâ etmek mümkün değildir Allahü teâlâ, emirlerine itâat ve yasaklarından kaçma gibi azıcık bir şeyden râzı oluyor Pekçok ikrâm ve ihsânda bulunuyor"


"Cehennem iki türlüdür Hem sıcak, hem soğuk Cehennem vardır Cenâb-ı Hak kışın şiddetli soğuğunu yaratmış ki, insanlar Cehennem'in soğuğunu hatırlasınlar da ondan sakınsınlar Yazın en sıcak günlerini de yaratmış ki bundan da Cehennem'in sıcağını hatırlasınlar da ondan sakınma çârelerine yönelsinler"


"Tasavvuf, kitap ve sünnete dayanan ilâhî ve rabbânî hikmetin adıdır Mevzuu ise, kişiyi gafletten sakındırıp, Allahü teâlâ ile berâber olmayı kazandırmaktır Faydası da; kişiyi nefsin kötü huylarından arındırıp insanı kâmil ve Mevlâya lâyık bir kul yapmaktır"

İmâm Efendi hayâtı boyunca dâimâ insanları saâdete kavuşturmak için çalıştı Vâz ve nasîhat etti 1922 (H1340) senesinde Harput'ta vefât etti Vefâtından birkaç gün evvel vasiyetini yazdı Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplandı Harput'ta Meteris kabristanına defnedildi Bilâhare kabri üzerine türbe yapıldı Ziyâret edilmektedir Gülzâr-ı Sâminî adındaki mektûbâtı ve Gülbün-i İrşâd ve Mecâlis-i Sâminiyye adında beş ciltlik kasîdesi vardır Sohbetleri üç kitap hâlinde basılmıştır

OSMAN BEDREDDÎN'İN ÇIRAĞI

İmâm Efendiden, talebelerinden Ömer NâsûhîArabistan'a gitmek için izin istedi İmâm Efendi; "Nâsûh, orada bizi tanıyan çok olur Sorana selâmımızı söyle!" dedi O zât kendi kendine; "Oralarda hocamı kim tanıyacak?" diye düşünme cehâletinde bulundu Arkadaşları ile yolda giderken tipiye tutuldular Perişan bir halde ilerledikten sonra, bir köye vardılar Orada büyük bir zât onları misâfir etti Ömer Nâsûhî'ye dönerek; "Gel bakalım Osman Bedreddîn'in çırağı!" dedi Şaşıran talebe yine kendi kendine; "Acabâ bu zât burada, hocam orada birbirlerini nasıl tanıyabilirler?" diye düşününce, o zât başını kaldırıp; "Evlâdım, biz birbirimizi hiç görmedik ama birbirimizi gâyet iyi tanırız" dedi Aradan zaman geçti ve Harput'a geri döndü Hocasını ziyârete gidip; "Efendim, sağlıkla gidip geldik Orada soranlara da selâmınızı söyledim" dedi Bunları söylerken yine merakı geçmemişti İmâm Efendi ona; "Ömer, biz Allahü teâlânın bildirmiş olduğu şekilde birbirimizi tanır ve biliriz Rabbimiz bize hidâyet etmezse hiçbir şey bilmeyiz" buyurdu

VASİYYETİ

İmâm Efendi âilesine ve akrabâlarına şöyle vasiyet etti: Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-i sünnet vel-Cemâat mezhebi üzere bir müslüman olduğuma cenâb-ı Hak şâhidimdir

Lütuf ve ihsânına karşı Allahü teâlâya hamd ederim Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum

Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür Yalnız Allahü teâlâ vardır O'nun ortağı yoktur Mülk O'nundur Hamd O'na mahsustur O, her şeye kâdirdir

Sizden Allahü teâlânın birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum Ben âciz ve günahkâr bir kulum "Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin Çünkü Allahü teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder" (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatına kavuşmayı ümid ederek gidiyorum Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim Bilhassa Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, MuhammedBehâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh AliSebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü teâlânın katında bu fakîre şefâatçı olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim Vefât ettiğimde üzerime Kur'ân-ı kerîm okuyunuz Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin

1) Osman Bedreddîn Efendi, Hayâtı ve Hocaları (Ethem Ruhî Başaran)

2) Sohbetnâme (Cemâleddîn Emiroğlu)

3) Harput Yollarında; c2, s268

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.