|  | Sıbgatullah Arvasi . |  | 
|  07-13-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Sıbgatullah Arvasi .SIBGATULLAH ARVÂSÎ (K  S  ) Osmanlı âlim ve velîlerinden  Büyük âlim ve evliyâ Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebelerindendir  İsmi Sıbgatullah olup "Gavsü'l-Âzam", "Gavsu Hizânî" veya "Gavs" lakablarıyla meşhûr olmuştur  "Arvâsî" nisbesiyle bilinir  Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir  Babası, Seyyid LütfullahEfendi, dedesi SeyyidAbdurrahmân Kutub'dur  Doğum târihi bilinmemektedir  1870 (H  1287) senesinde vefât etti  Kabri, Hizân'ın Gayda köyündedir  Seyyid Tâhâ hazretlerinin "Abdurrahmân Nîgûnam= Abdurrahmân iyi isimli, yüce şanlıdır", yâhut "Kutb-ı Arvâsî" buyurarak medhettiği Abdurrahmân Kutub'un torunu olan SıbgatullahArvâsî küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı  Babası Seyyid Lütfullah Efendi onun yetişmesi için husûsî gayret sarf etti  Çok zekî olan SeyyidSıbgatullah Arvâsî, kısa zamanda kelâm, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri tahsil etti  Zamânının fen bilgilerinde de mütehassıs oldu  Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sünnetine uygun bir hayat yaşamaya çalıştı  Tasavvufa karşı büyük alâka duydu  Birçok âlim ve velî zâtın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu  Van'a giderek Seyyid Muhyiddîn Efendinin hizmetine girdi  Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazîfeleri yapmak için canla başla çalıştı  Ağır riyâzetler ve mücâhedeler çekti  Yâni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti  Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi  Nihâyet bir gün hocası ona; "Vefât etmiş velîlerden istifâde edecek, faydalanacak makâma geldin  " buyurdu  Seyyid Muhyiddîn vefât edince, Şeyh Hâlid-i Cezrî'ye gitti  Bu mübârek zâtın vefâtına kadar sohbetleriyle şereflendi  Sonra Seyyid Tâhâ'nın, Molla Murâd Hurûsî'yle gönderdiği; "Kendi yuvana dön!" haberiyle, Tâhâ-i Hakkârî'nin şerefli hizmetine koşup, hakîkî ve esas yuvaya kavuştu  Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayât verici buldu  Seyyid Tâhâ hazretleri,Resûlullah efendimizden mürşidleri vâsıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı  Kalb gözü açılıp yüksek makamlara kavuştu  Öyle ki, Hızır aleyhisselâm ile görüşür, sohbet ederdi  Mürşidi Seyyid Tâhâ hazretleri vefât edince, onun yerine geçen Seyyid Sâlih hazretlerinin sohbetine devâm etti  Seyyid Tâhâ'nın huzûrunda kemâl ve ikmâl mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, Hizân ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı  Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhar olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti yerleşirdi  Dînin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı  Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibâdetle geçirirdi  Uykusunu, öğleye yakın kısa bir müddet kaylûle yaparak telâfi ederdi  Hep kıbleye dönerek otururdu; buna son hastalığında dahî çok dikkat etti  Dostlarıyla sohbetinden sonra murâkabe hâlinde olur, Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ederdi  Yakın talebelerinden biri anlattı: "Abdürrahmân Tâhî (Tâgî), henüz hocamıza bağlanıp talebesi olmak şerefine kavuşmamıştı  Hocamızın, zamânın gavsı olup olmadığı hakkında tereddüdü vardı  Bir gün gavslık alâmetlerini kitaptan okuyarak huzûruna gitmeyi, bu alâmetlerin üzerinde olup olmadığını görmeyi arzu etti  Kitapta; "Gavs olanın üzerine yağmur yağmaz  " ibâresi vardı  O, kitaplarla meşgûl iken evine bir talebe geldi ve; "Hocam Sıbgatullah hazretlerinin selâmı var; "Misâfirlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyâretine gelemiyorum  Lütfen kendisi buraya kadar zahmet etsin  " buyurdu  " dedi  Abdürrahmân Tâhî de; "Ben de onu ziyâret etmeyi düşünüyordum  Bugün bizde misâfir ol da yarın berâber gideriz  " dedi  Sabahleyin yola çıktılar  Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını haber alınca, talebeleriyle kasabanın dışına çıkıp, bir tepenin başında beklemeye başladılar  Mevsim ilkbahardı, gökyüzünde hiç bulut yoktu  Nihâyet beklenen misâfirler geldiler  Tepenin başında güzel bir sohbet başladı  Bu sırada masmâvi olan gökyüzünde bulutlar birikmeye, şimşekler çakıp gök gürlemeğe başladı  Derken sağnak halinde şiddetli bir yağmur başladı  Abdürrahmân Tâhî, kitaptan okuduğu gavs olanın alâmetlerini hatırladı ve dikkatle Sıbgatullah hazretlerini tâkib etmeye başladı  Semâdan inen yağmur tâneleri mübârek Seyyid'in üzerine inmeden etrâfına meylederek yere düşüyor, hiç üzerine yağmıyordu  Herkes sırılsıklam ıslandığı hâlde onun üzeri kupkuru idi  Abdürrahmân Tâhî, bu hâli görünce bir anda kendini kaybederek bayıldı  Oradakiler telâşa kapıldılar ve; "Herhâlde öldü  " diyorlardı  Seyyid Sıbgatullah ise; "Korkmayın, telâşa kapılmayın, Allahü teâlânın sevdiği velî kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir  " buyurdu  Biraz sonraAbdürrahmân Tâhî kendine geldi ve hocamın büyüklüğünü kabûl ederek, en önde gelen talebelerinden oldu  Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccühü, sohbetinden daha ziyâde ve faydalı idi  Onun için sohbet süresi çok az olurdu  Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek çoğu cezbeye kapılır, kendinden geçerdi  Bir defâsında oğlu Behâeddîn, babasından izin alarak vâza başladı  İki saat kadar kalpleri aydınlatan güzel sözler söyledi  Fakat hiç kimsede muhabbet ve cezbe eseri yoktu  Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız, ikâmet getiriniz de namazımızı kılalım  " der demez, cemâat cereyâna kapılmış gibi cezbeye tutuldu  Sevdiği talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gün murâkabe hâlinde otururken tebessüm ettiler  Bu hâli daha önce hiç görmediğimiz için merak ettik ve; "Tebessüm etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye suâl ettik  Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan Çayı'nda başını yıkamış, saçını tararken, tarak saçına takıldı  Canı acıyınca bizden yardım istedi  Onun için tebessüm ettim  " Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdülgafûr isminde, hocamızın büyüklüğüne inanmayan biri vardı ki, değil kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammül edemezdi  Cumâ günleri namazını kılar kılmaz câmiden hemen çıkıp giderdi  Bir gün câminin kapısında Seyyid Sıbgatullah ile karşılaştı  Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdülgafûr! Sen bizden ne kötülük gördün ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?" buyurdu  O da Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin  " diyerek itmeye devâm etti  Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona öyle bir celâl ile baktı ki, Abdülgafûr, yıldırım isâbet etmiş çınar ağacı gibi yere yıkıldı  Sonra da kalkıp hocamın elini öpmeye başladı  Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz  Kötü ve yalancı benim  Yaptıklarıma pişmân oldum  Sizin büyüklüğünüzü anlayamadım, beni affediniz  " diyordu  Sonra Abdülgafûr'a; "Ne gördün ki, böyle birdenbire değiştin?" diye sordular  O da; "Gavs bana öyle celâlli bakınca, yemîn ederim ki, başım tâ Arşa kadar yükseldi, sonra tekrar yere düştüm  Gavs'ın büyük kerâmetini gördükten sonra, nasıl pişmân olmam?" dedi  Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gün talebelerine; "Filân tepeye çıkalım, orada sohbet edelim  " buyurdular  O gün talebeleriyle yola çıktılar  Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bâzıları önden yürüyüp, oturulacak yerleri, hocaları tepeye çıkıncaya kadar düzeltmek istediler  Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi Abdürrahmân Tâhî, en arkada ve aşağıda idi  Önden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı  Gittikçe hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin üzerine doğru geliyordu  Bütün talebeler korkuya kapıldılar  Abdürrahmân Tâhî ise birden hocasının önüne geçerek, taşın Seyyid hazretlerine değmesine engel olmak istedi  Taş, hikmet-i ilâhî tam önlerindeki bir kayaya çarparak arkasında kaldı  Hâdiseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, Abdurrahmân Tâhî'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu  Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahü teâlânın bütün mahlûkâtı üzerine çok merhâmetliydi  Sıla-i rahm yapardı  Dostları vefât ettiğinde onların çocuklarını arar, gözetir ve tâziyede bulunurdu  Sohbetlerinde kendisine karşı çıkanlara çok şefkatli ve nâzik davranırdı  Kendisine kötülük yapanlara iyilik yapardı  Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi  Kalkan olursa onu men ederdi  Allahü teâlânın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnetine tam olarak uyardı  Hattâ bir gün çoraplarını giyerken unutarak önce sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlamıştı  İslâmiyetin emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın  Bir şey giyerken önce sağ taraftan başlanılacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin? buyurdu  Teheccüd ve Evvâbin namazlarına devâm ederdi  Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esâsı sohbet ve muhabbettir  Sohbet muhakkak lâzımdır  " buyurdu  "Sohbet, dünyâ bağlılıklarını keser ve hakîkî îmânı kazandırır  Eshâb-ı kirâmdan bâzılarının; "Gelin bir saat îmân edelim  " sözlerindeki îmândan maksat, sohbettir  (Yâni bir saat sohbet edelim de îmânımız yenilensin, kuvvetlensin  )" "Talebe, tavus gibi olmalıdır  Güzel kanatlarına, renk renk tüylerine değil, siyah bacaklarına bakmalıdır  Nefsini son derece kusurlu görmedikçe istikâmet ele geçmez  Bu şekilde görmemek büyük günâhtır  Muhabbet, ihlâslı amel ve gayret talebeliğin şartıdır  Bunlardan birinin eksik olması mânevî felâket alâmetidir  " "Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının değişmesinden ibârettir  " Komşu kasabadaki talebelerinden biri hastalanmıştı  Ölüm döşeğinde iken; "Himmetinizi istirham ediyorum, yâ mübârek hocam!" diyerek yardım istedi  Seyyid Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı  Bir ara sohbeti yarıda keserek, Abdurrahmân Tâhî'yi o talebesine gönderdi  Hemen yola çıkan Abdurrahmân, kısa bir zaman sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyileşmiş oturuyor gördü  Bâzı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı  Bu yüksek zümrenin hâllerini bilmeyen bâzı zâhir âlimleri, acabâ Şeyh niçin bize bir şeyler anlatmıyor dediklerinde; "Sükûtumuzdan istifâde edemeyen, konuşmamızdan da edemez  " buyururdu  "Bu zamanda diğer yollardan istifâde edilememesi, kâmil velîlerin kalmamasından mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" suâline, şu cevâbı verdiler:"Bid'atler karışması sebebiyledir  Zîrâ bu zamanda bid'atler çoğaldı  Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol, ancak fayda verir  " Kabir azâbıyla ilgili olarak buyurdu ki: Kabir azâbı, dünyâ sevgisini âhiret sevgisine tercih edenlere olur  İkisinin sevgisi müsâvî, yâhut âhireti dünyâdan çok sevene kabir azâbı yoktur  " Bid'atlerden ve kötülüklerden sakınmak husûsunda buyurdu ki: "Bid'atlerin hepsi karanlıktır  Onlarda güzellik yoktur  Bizim yolumuzun üstünlüğü, bid'at karışmamış olmasıdır  Ortadan kalkan her yol, bid'at yüzünden kalkmıştır  Farzlarla yetinip, bid'atlerden kaçınan kimse, bir bid'at işleyip, birçok tâatler yapıp hâl ve mevâcide kavuşandan üstündür  " "Bu son zamanlarda sünnet, bid'atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir  Zaman, dînin garîb olduğu zamandır  Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücâhedelerle elde edilenden daha çok sevâb verilir  " "Bir şey için olan hırs ve gayret, ona olan sevginin netîcesidir  " "Müminin kabrinde yüzünün kıbleden çevrilmiş görünmesi, dünyâ sevgisi üzerine ölmesindendir  " "Hasedden zararlı kalb hastalığı yoktur  Âlimlerin âfeti de ondandır  " Evliyânın hallerini anlatmak ve dinlemek husûsunda buyurdu ki: "Evliyânın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, Eshâb-ı kirâmın menkıbeleri îmânı kuvvetlendirir, günahları mahveder  " SeyyidSıbgatullah'ın hocası Tâhâ-i Hakkârî hazretleri kendisine; "Ne kendin sesli zikret, ne de başkasına ettir  " buyurdu  O da ona uydu  Öyle ki, insanlar sesle olan bütün zikirleri mezmûm (kötülenmiş) sandılar  Seyyid Sıbgatullah hazretleri gönüllerinden geçeni anlayıp şöyle buyurdu: "Bütün zikirler mezmûm değildir  Teşrik tekbirleri, ölüye telkin, aksırıp "elhamdülillah" diyene, "yerhamükellah" demek derin vâdiye inerken, yükseğe çıkarken okunacak tesbihler ve benzerlerini sesli söylemek sevâb olup, eserde gelmemiş ve sâbit olmamış olanlar mezmûmdur  " Seyyid Tâhâ hazretleri kendisine yazdığı mektûbda; "Talebenin hocasına ihlâs ve muhabbeti tam, tâbiliği dürüst olup, hâl sâhibi olmasa zararı yoktur  Bu üçünden birinde noksanlık olup, hâl var ise Allah korusun istidractır  Şekâvet alâmetidir  " diye yazdı  Bu mektûbdaki mânâ o kadar büyüktür ki, bir sene sohbete bu sözlerle başlamıştır  Gavs hazretleri, ömrü boyunca İslâmiyeti öğrendi, öğretti  İnsanlara anlatarak onların iki cihân saâdetine kavuşmaları için çalıştı  Bir gün talebelerine şöyle anlattı: "Sırrî-yi Sekatî buyurdu ki: "Korku, küfürden başka kalb hastalıklarını giderir  Muhabbet bunu da siler  " Bunun için biz yolumuzda muhabbeti esas aldık  Talebelerinden Abdurrahmân Tâhî; "Muhabbet ve ihlâstan hangisi üstündür?" diye sorunca; "Bu ikisi yemek ve su gibidir  Yâni bu ikisi olmadan tasavvuf yolculuğu olmaz  " buyurdu  Abdurrahmân Tâhî; "Hangisi asıldır?" dedi  Ona cevâben; "İhlâs" buyurdu  Tasavvuf yolcusunun durumuyla ilgili olarak buyurdu ki: "Fıkıhta bir mezhebe uyup amel edenin ictihâd derecesine varmadıkça, imâmından ayrılıp nasslara uyması doğru olmadığı gibi, tasavvuf yoluna intisâb eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının halîfelerinin koyduğu usûl ve edeplerden dışarı çıkması uygun değildir  Bununla meclisinde bulunan ve ayağını öpmek isteyen bir talebesine mâni olmak istedi  Abdurrahmân Tâhî; "Bu hususta hadîs-i şerîf vardır  Birisi Resûlullah'tan elini öpmek için izin istedi, müsâde buyurdu  Ayağını öpmek istedi, müsâde buyurdu  Secde için izin istedi, müsâde etmedi  " dedi  Bunun üzerine Gavs buyurdu ki: "Bu yolun geçmiş büyüklerinin birinden ve kendi hocası Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinden bahs edip; "Bu işe mâni olurlardı  Şöyle ki, Muhammed Pârisâ hazretleri vefât edince, oğlu babasının ayağını öpmek için eğildiğinde, öptürmemek için ayağını çekmiştir  " buyurdu  Vefât etmeden önce; "Amel ediniz?" buyurdu  "Amel nedir?" diye sordular  "Amelden maksâd râbıtadır, yâni mürşidini düşünüp ona bağlanmaktır  " buyurdu  Devâm ederek; "Maksad, İslâmiyet'in bildirdiği yönde istikâmet üzere olmaktır  Bid'atten ve İslâmiyet'e aykırı olarak yapılan amellerden feyz alınmaz  Tasavvuf, İslâmiyete uymak demektir  Molla Yûsuf Ali; "Evliyâlık, İslâmiyetin emirlerini yapmakla kazanılır  " buyurdu  Fakat kalb hastalıklarının izâlesi için hocasıyla sohbet de şarttır  İslâmiyete uymadan vilâyete, yâni velîliğe kavuşulur diyen sapıktır, zındıktır  Namazlardan hemen sonra istigfâr ediniz  İslâmiyetin bildirdiği hususlara uymayan ve sünneti terk eden mürşid, yol gösterici olamaz  " buyurdu  HalîfelerindenAbdurrahmân Tâhî'ye vasiyet ederken; "Büyüklerin yolunu değiştirme  Ben hocamın bana emrettiği gibi değiştirmedim  O da hocasından aldığı gibi hiç değiştirmedi  Rüyâda hocam Seyyid Tâhâ hazretlerini gördüm, buyurdu ki: "Talebenin hocasına saygılı olmasının faydası, onun büyüklüğünün ortaya çıkması ve olabilecek edepsizliklerden kurtulmasıdır  " Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulunduğu sırada bir gün sabah namazından sonra; "Ölümüm sonbaharın sonuna doğru olacak  " Başka bir zaman Abdurrahmân Tâhî'nin de bulunduğu bir sırada oturduğu odanın boşaltılmasını emir buyurdu ve vasiyetini yazdıracağını bildirdi  Abdurrahmân Tâhî; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi  "Bana ilhâm yoluyla yaşamayı veya ölmeyi tercih etmem istendi  Rûhum âhireti diledi  " buyurdu  Abdurrahmân Tâhî hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını çoğaltır  Sadaka veriniz, zîrâ sadaka kaderin hükmünü önler  Kaderin hükmünün kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir  " dedi  Bunun üzerine Sıbgatullah Arvâsî hazretleri emir verip çokça sadaka dağıttırdı  Fakat ertesi gün sâlihâ bir kadın gelip; "Eyvâh! Eyvâh! Gavs-ı Âzam şu alçak dünyâdan ayrılıp, Hakk'a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir  " dedi  "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular  Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha önce hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu  Halbuki bu sefer ecelim kesindir  Zîrâ Kazâ-i mübremdir  Ona hiçbir şey engel olamaz, buyurdu  " dedi  Hazret-i Gavs'a halîfesi Abdurrahmân Tâgî, Teşrin-i sânînin (Kasım ayının) dokuzunda; "Daha önce belirttiğiniz ecelinizin vakti geçti  " dedi  "Hayır geçmedi  Çünkü Kânun-ı evvelin (Aralık ayının) ilk on günü de sonbahardan sayılır  " buyurdu  Bir gün; "Cumâ günü, ölüm için güzel bir gündür  Fakat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Pazartesi günü vefât etmiştir  Şeyhim Seyyid Tâhâ iseCumartesi günü vefât etti  " buyurdu  "Cumartesi günü" sözünü bir kaç kere tekrar etti  Kendisinin bu günde vefât edeceğini tahmin etti  Ölüm öncesi hastalığı sırasında kendisini ziyârete gelen kimselere hastalığının şiddetinden bahsetmediği gibi, aksine iyi olduğundan bahsederdi  Hattâ vefât ettiği gün, akrabâları izin isteyip köylerine gittiler  Çünkü sıhhatinin yerinde olduğunu gördüler  O günlerde çorba suyundan başka bir şey yemiyordu  Hastalığı sırasında hiç uyumuyor, sâdece kıbleye karşı oturuyor, bâzan sağına, bâzan sol tarafına yaslanarak murâkabede bulunuyordu  Ölüm hastalığı sırasında hiç inlemedi  Sekerât-ı mevtinden önce yerine halîfe bıraktığı oğlu SeyyidBehâeddîn'i yanına çağırdı  "Evlâdım! Talebelerim sana emânet  Onları büyük bir îtinâ ile yetiştir  Gözün gibi koru  Sohbet ve teveccühlerini üzerlerinden esirgeme  Sakın şöhret isteme  Allahü teâlânın emirlerini yap, yasaklarından kaçın  Dîne muhâlif iş yapma  Seni yetiştiren hocanı ve Allahü teâlânın dostlarını incitme, onların her zaman gönüllerini almayı ihmâl etme  " buyurdu  Dostlarıyla vedâlaştıktan sonra da; "Ben ölünce arkamdan ağlamayınız  " buyurdu  Sonra bir müddet murâkabe hâlinde kaldı  İki küçük oğlunu Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Burhan'ı zâhirî ve mânevî terbiyeleri için Molla Abdurrahmân-ı Meczûb'a teslim etti  Seyyid Tâhâ hazretlerinden naklederek; "Kılıç kınından çıkmadıkça, bir şey kesemez  " buyurdu  Vefât ettiği Cumartesi günü öğleden sonra Sekerât-ı mevt hâline girdi  Bu hâlinde yanına giren Abdurrahmân Tâgî ve MollaAbdurrahmân Meczûb, sessizce "Yâsîn" sûresini okudular  "Beni doğrultun  " buyurdu  Doğrulttular  Tekrar; "Beni yatağıma uzatın  " buyurdu  Birkaç defâ doğrulttular ve tekrar yatağa uzattılar  Ölüm hastalığının ızdırabı fazlalaşınca, Abdurrahmân Tâgî'ye bakarak; "Böyle olsun bakalım  " dedi ve ölümü tercih ettiğini belirtti  Sarığını çıkardı  Göğsüne buz koydular  Yâsîn-i şerîf sûresini yüksek sesle okumalarını tavsiye buyurdu  Rabbine bir an evvel kavuşması ve ecelinin çabuk son bulması için duâ edilmesini ve bunun için, oğluna sadaka vermesini emretti  Bu sırada yanına girenlere oturmalarını söyledi  Ağır sekerâta girip rûhunu teslim edeceği zaman, sekerâtın şiddet ve ağır hallerinden hiç şikâyetçi olmadı  Kendisini yatağına koymalarını isteyince, kollarından tuttular  Lâkin yatağa kadar yürüyerek gitti  Yüksekliği bir dirsek boyu olan sedirine kendisi çıktı  Sağ yanına yaslandıktan sonra tebessüm eder bir vaziyette Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti  O anda odanın içine bir güzel koku yayıldı  Bu kokuyu odanın dışında duran diğer talebeleri de duydular  Bu koku defin esnâsına kadar devâm etti  Oğlu Celâleddîn Efendi, cenâzesini yıkadı  Yıkama esnâsında yakın hizmetçisi Ali Efendi ve Abdurrahmân Tâgî ona yardım ettiler  Techiz ve kefenlenmesi yapıldıktan sonra talebeleri ve sevenleri tarafından cenâze namazı kılındı ve Gayda'da defnedildi  Mübârek kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmekte feyz ve bereketlerinden istifâde edilmektedir  Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretlerinin yolu, başta halîfesi ve oğlu Seyyid Behâeddîn hazretleri, diğer halîfeleri Abdurrahmân Tâgî, Şeyh Hâlid-i Şirvânî, Şeyh Abdurrahmân Behtânî, Sofî Mustafa Kûlâtî, Ali Can Külpikî gibi zâtlar tarafından devâm ettirildi  Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin on kardeşi vardı  Bunlardan birisi; zâhid yâni dünyâya ehemmiyet vermeyen, cömert ve velî bir zât olan Seyyid Molla Resûl Zeki idi  Diğerleri; Seyyid Cemâleddîn, Seyyid Nûreddîn, Seyyid Abdülmelik, Seyyid Abdülkahhâr, Seyyid Abdülgaffâr, Seyyid Muhammed, Seyyid Âbid, Seyyid Abdülganî, Seyyid Mevlânâ'dır  Bunların hepsi âlim ve zâhid olup, zamanlarını medreselerde geçirirlerdi  Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin, Seyyid Celâleddîn, Seyyid Behâeddîn, Seyyid Hamzâ, Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Hasan adlı oğulları vardı  Ayrıca Seyyid Bahrî, Sultan Veled ve Burhâneddîn adlı üç oğlu ise küçük yaşta vefât etmişlerdir   | 
|   | 
|  | 
|  |