Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı'da Lale Kültürü
Bir toplumun ruh halini anlamak için, o toplumun uğraşlarına bakmak gayet mantıklı olabilir Lâle sevgisinin özellikle Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminin, en gösterişli vaktinde bir tutku haline gelmesi sosyolojik açıdan değerlendirilmesi gereken bir konudur Halk ve saray çevresinin bu çiçeğe karşı beslediği sevginin kaynağı, o dönemdeki iç ve dış durumlardan kaynaklanabilir Artık Avrupa'daki topraklarını kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti Pasarofça anlaşmasıyla girdiği barış dönemini, Lâle Devri adıyla yaşamıştır Bu dönemde padişah ve saray çevresi büyük bir israfa başlamış, halk bu dönemde ağır vergiler altında ezilmiştir Bu döneme Lâle Devri denmesinin sebebi yeni yapılan bahçeler,saraylar, kasırların lâlelerle donatılmasıdır Saray çevresi ve halkın bunaldıkları savaş ortamından bir nebze de olsa güzel ortamlara uzaklaşma istekleri de bu tutkuya neden olmuş olabilir Sadrazam İbrahim Paşa bile kendi elleriyle lâle yetiştirmektedir
Lâle sadece Osmanlı Gerileme devrinde değil , Osmanlının bütün dönemlerinde gözdeliğini korumuştur Anadolu'ya Türklerle birlikte gelen lâle Selçuklu Döneminden itibaren Türkler için bambaşka bir yer tutmuştur Lâlenin diğer çiçeklerden sıyrılıp Türk ruhuna değişik bir şekilde hitap etmesinin sebebi hayli ilginçtir Gerek şekli, gerek ismi onu farklı kılmıştır
II LÂLENİN FİZİKSEL YAPISI VE ANAVATANI
Lâle zambakgiller familyasından, yaprakları uzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte, alacalı bir süs bitkisidir Çiçeklerin parlak renkli, hemen hemen bir birine eşit olan altı taç yaprağı vardır Ayrıca çok tohumlu bir bitki olup, kapsül yapısında meyveleri vardır
Lâlenin anavatanın Orta Asya olduğu yaygın bir görüştür Beşir Ayvazoğlu Lâlenin Türkistan'ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip, Bulgar Türkleriyle İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint'e, Selçuklularla İran'a ve Anadolu'ya geldiğini savunmaktadır Lâleye yabani olarak Akdeniz'in kuzey kıyıları ve Japonya'da da rastlanmaktadır
Çiçek kültürü Türkler de oldukça gelişmiş olup, lâlenin bu kültürde özel bir yeri vardır Ayrı bir öneme sahip olan lâle motifi, tarihi kaynaklardaki örneklerden de anlaşılacağı üzere ilk olarak Orta Asya'da ortaya çıkmıştırSanat tarihçilerinin büyük bir kısmı Orta Asya sanatında veya 16 yüzyıla gelinceye kadar Türk sanatı süslemelerinde lâleden bahsetmezler Lâle form benzerliğinden dolayı palmet grubu içerisinde değerlendirilir Hun sanatına ait bilgilerin büyük çoğunluğunda ve kurganlarda çıkarılan buluntularda lâle motifinin yoğun bir şekilde kullanıldığı süs eşyalarına ve aksesuarlara rastlanmıştır M Ö 5 ve 6 yüzyıllarla tarihlendirilen 1 Pazırık Kurganı'nda bulunan at koşum takımına ait ahşap malzemelerin ve eğer için kullanılan deriden kesilmiş parçaların, lâleye ait palmet motifleri olduğu görülmektedir Uygurlar dönemi ile ilgili bir mezardan çıkarılan ipek kumaş üzerinde de lâle motifleri net bir şekilde görülmektedir
III OSMANLILARDA LÂLE SEVGİSİ
İran Selçuklularının ve Büyük Selçukluların sanat eserlerinde, 12 Yüzyıldan itibaren, lâle motiflerine rastlanmaktadır Anadolu Selçuklu devletinin başkenti Konya'da ki eserlerde de lale motiflerine rastlanır Lale ve lâle kültürünün Anadolu'ya Türklerle birlikte geldiği kesindir
İstanbul'un Fethi'nden sonra, şehir imar edilirken, bizzat Fatih'in emri ile yeniden düzenlenen bahçeler (parklar) lâlelerle süslenmiştir Zaten Fatih Sultan Mehmet bir bahçıvandı Bu meslekte çok önemli bir yeri vardı Boş vakitlerinin çoğunu bunun için harcar ve bundan büyük bir haz duyardı Seferler arasındaki boş zamanlarda Topkapı ve diğer sarayların bahçelerinde çalışmaktan da büyük zevk alırdı Kanuni devrinde de, lâle türleri geliştirip çoğaltılmıştır
Türkler ve özellikle Osmanlılar yaşakları çevreyi güzelleştirmeye çalışmışlardır Bunun için özel gezinti alanları yapılmış, İstanbul ve diğer büyük şehirleri park ve bahçelerle donatmışlardır İstanbul bahçelerinin vazgeçilmez çiçeği olarak başta lale, gül,karanfil ve zerrin gibi çiçekler yetiştirmişlerdir
Lâlenin Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile
( ﻻ ﻟﻪ )
şeklinde yazıldığında, Allah ( ﷲ ) kelimesinde ki bütün harfleri kapsamaktadır Harflerinin karşılığı sayılar hesabına dayanan "ebced" usulüne göre de "Allah" kelimesi ile " lâle" kelimesinin aynı rakama tekabül etmesi, ediplerde "yaratıcı"nın yarattıklarında tecelli etmesi düşüncesinden hareketle derin bir heyecan uyandırmıştır Lâle , Arap harfleri ile yazılır ve tersinden okunursa ( ل ﻫﻼ ) = Hilal =Ay olur; Hilal veya Ay da Osmanlı Devleti'nin amblemidir
Osmanlı Kültürünün klasik ölçülerini bulduğu yüzyıl İstanbul'unda bahçe ve çiçek zevki bütün halka yayılmıştı Bu sevgi ve merak dışarıdan yeni türlerin getirilmesine de yol açtı 2 Selim Devrinden itibaren imparatorluğun çeşitli bölgelerinden lâle ve sümbül soğanları ısmarlandığına dair fermanlar bulunmaktadır 2 Selim, Kırım'ın güneyindeki Kefe'den 300 000 adet lâle soğanı ısmarlamıştır Türk çiçekçilik tarihiyle ilgili araştırmaları bulunan Turhan Baytop, "Lâle-i Rumi" denilen ve ayırcı özelliklere sahip olan Osmanlı Lâlesi 'nin Kefe'den getirilen bu lale soğanlarından elde edildiği düşüncesindedir Bu laleler seçme ve melezleme yoluyla elde ediliyordu
Çiçek soğanları ve fidanları sadece saray tarafından ısmarlanmıyordu; meraklılarda bir yolunu bulup yeni türler elde etmek için çeşitli yerlerden soğanlar getirtiyor, imkan bulursa kendileri temin ediyorlardı Bu çiçek ve lâle merakı İstanbul'a gelen yabacıları bir hayli etkilemiş ve hayran bırakmıştır Fransız şair ve devlet adamı Lamartin'de bu tesire kapılanlardan biridir Lamartin, Topkapı sarayını gezerek Türklerin doğaya yakınlıklarını ve göz zevkine ne kadar önem verdiklerini anlatır Miss Julia Parabe adındaki bir İngiliz kadınsa, İstanbul'un o yeşilliğe ve çiçeğe boğulmuş sokaklarını, evlerini, yalılarını görünce hayretler içinde kalmış ve "Keşke Shakespeare, Romeo ve Juliet'in bahçe sahnesini yazmadan önce Boğaziçi'ni görmüş olsa idi" demiştir
VI LÂLENİN AVRUPA MACERASI
Anadolu'da 13 yüzyıldan beri lâle yaygın olarak motiflerde kullanılıyordu Bu dönemde Roma ve Bizans'ın nedense bu çiçekle hiç ilgilenmemiştir Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde lâleyi tanımadıklarında bu çiçeği, bir çeşit zambak (lilium) olarak kabul etmiş ve bu düşünüşe göre isimlendirme yapmışlardır P Bellon "Lils Rouges" (kırmızı zambak), C Clusius "lilionarcissus" (nergiz zambağı),A Toderini ise "Lys Sanguins" (KanRrenkli Zambak) isimlerini kullanmışladır Bugün Avrupa ülkelerinde lâle için kullanılan Tulip veya Tulipe kelimesinin aslı O G Busbecq hatıratında Türklerin bu bitkiye "Tulipan" ismini verdiklerini yazmıştır S W Murray bu ismin Türklerin başlarına sardıkları "tülbent"ile ilgili olduğunu, O G Busbecq ile tercümanı arasında meydana gelen bir yanlışlık sonucu ortaya çıktığını kaydetmektedir Lâlenin Türkiye'den Avrupa'ya hangi tarihte götürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Kanuni Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbeck 1554 yılında geldiği İstanbul'dan Avusturya'da yaşayan dostu Carolus Clusius'a lale soğanları gönderdiği sanılmaktadır Daha sonra Hollanda'ya giderek Leiden Üniversitesi'nde göreve başlayan Clusius, bu ülkelerde laleyi ilk yetiştiren ve lâle endüstrisini kuran kişi olarak bilinmektedir Ancak Avrupa'da lâle merakının daha da önce başladığına dair kayıtlar da vardır B Belon adlı bir Fransız hekimi 1549'da çıktığı Yakındoğu seyahati sırasında İstanbul'a da uğramış ve hatıratında kırmızı zambak diye söz ettiği lâle çiçeğinin soğanlarından edinmek için bir çok yabancının gemilerle İstanbul'a geldiğinden söz ermiştir Lâleyi Avrupa'da meşhur ettiğini iddia eden Conrad Genser de bu çiçeği ilk defa 1559 yılında, Ausburg'da , ender egzotikler koleksiyonuyla şöhret kazanan Newart'ın bahçesinde gördüğünü ona da soğanların İstanbul'da ki bir dostu tarafından gönderildiğini söyler
14 yüzyılın ortalarında Avrupa'ya giden lâle, özellikle Hollanda ve Almanya'da aranan bir haline gelmişti Lâle merakı bir ara kelimenin tam manasıyla çılgınlık haline gelmişti Charles Mackay'ın "Tuliptomania" adındaki makalesi bu konu hakkında çarpıcı bilgiler sunmaktadır Bu dönemde bir lale soğanına bütün servetini yatıranlar vardı Schinler 1922'de yazdığı bir eserde, "Bir lale soğanın 9000 altın Mark'a satıldığı olmuştur" diyor, üstelik lale devrinden çok önceki yıllarda, "Naibi Krali" adındaki bir lalenin soğanı için şunları sunduğunu söylüyor: "2 araba yulaf, 4 araba arpa, 4 semiz öküz, 12 semiz koyun, 8 semiz domuz, 2 fıçı şarap, 4 fıçı bira, 2 fıçı tereyağı, 50 kilo peynir, 1 karyola, 1 kat elbise, 1 de gümüş vazo "1636 yılında nadir türlere talep artmış ve bunların satışlarını gerçekleştirmek üzere Amsterdam, Roterdam ve Leiden gibi şehirlerdeki borsalarda düzenli pazarlar kurulmuştu İş zamanla öyle bir noktaya vardı ki, bazı tüccarlar, her türlü yola başvurarak fiyatlarda dalgalanmalar meydana getirmeye başladılar Ne var ki çılgınlığın sonuna kadar böyle devam etmeyeceğini anlayan bazı tüccarlar, birden tavır değiştirerek yeni soğanlar almadıkları gibi ellerin de kilerini de yüksek fiyatlarla satmaya başlayınca işin rengi değişti ve başlayan büyük panik sonucunda lâle zengini bir çok büyük tüccar birden yoksullaşıverdi; Çılgınlık sona ermişti
Avrupa'ya özellikle de Hollanda'ya giden lâle soğanları melezleme yoluyla, yeni türler elde edilerek Osmanlı İmparatorluğuna rakip bir durma gemiş, hatta Osmanlı İmparatorluğunda ki lâleciliği geçmiştir Artık lâle Osmanlı Devletine Hollanda'dan getirilmeye başlamıştır
|