Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
albani, tefsir, usulu

Tefsir Usulu Albani

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tefsir Usulu Albani



Tefsir Usulu Albani

Kur'ân-ı Kerîmi Nasıl Tefsir Etmemiz Gerekir

Üzülerek belirtmek isterim ki, günümüzde bir sapma olarak beliren ve belirli bir amaca bağlı olarak geliştirdikleri felsefi yöntemlerle ve de Sünneti reddetme gayretiyle, Sünnetden yoksun salt Kuran-la yetinme çabaları güdülen bazı telif eserlerin raflarda sıkça görülmeye başlanıldığı bir zaman münasebetiyle Kuran-ı beyan ve tefsir ettiğinden dolayı sizlere ilmimizin nisbetinde, bu önemli konuda Allâhu Teâlânın “Hayırda ve iyilikte yardımlaşın”[u] emrinden yola çıkarak bir şeyler zikretmeyi uygun bulduk
Hepimizin İslamdan zaruri olarak bildiği husus; İslamın temeli Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in kalbine Allâhu Teâlâ tarafından indirilen Kur'ân-ı Kerîmdir İnsanlardan bir çoğu Arapçayı biraz bilmekle Allâhu Teâlânın kitabını -ne kadar hevalarına göre anladıklarını söylemesek te - akıllarına göre anlamakta kendilerini hür görebilmektedirler
Bundan dolayı kendinde ilimden bir şey olan kişilerin üzerine, asrımızda çoğalmaya başlayıp kendisini gösteren, yarım asırdan beri kendilerini Kur'ân-a nisbet eden, kendilerine Kur'âncılar (mealciler) adı veren ve İslamın sadece Kur'ân-ı Kerîmden ibaret olduğu iddiasına kalkışan bu fasit sinsi görüşü ibtal etme görevi düşmektedir
Bu günde geçmiştekine benzeyen yeni bir iddia ortaya atılmıştır ki; önceki gurup gibi sadece Kur'ân-ı Kerîmle yetinmeyi ortaya açık olarak atmasa bile, bu konuyu yeniden tartışma gündemine sokmaları ve Müslümanların zihninde şüphe tohumları ekmeye çalışanlar İslamın Kur'ân-ı Kerîmden başka bir şey olmadığını insanlara her fırsatta aşılamaya kalkışmaktadırlar İslamın sadece Kur'ân-ı Kerîmden ibaret olduğu iddiasının batıllığını isbat etmeye ihtiyacımız yoktur Ancak bazı insanların Kitap ve Sünnete uyduklarını iddia etseler de akılları veya hevaları Sünneti ehemmiyetsiz görüp Kur'ân-ı Kerîmle yetinme yönünde onların saplandığı batıla saplanmaktadırlar
Bunun için bu yoldan gidenlerin metodunun ne kadar tehlikeli olduğunu sizlere beyan etmek istedim Biz hepimiz Allâhu Teâlânın Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}i muhatap olarak aldığı sözü bilmekteyiz “Sana zikri, insanlara indirileni (li tubeyyine) açıklayasın diye indirdik”[u] ve Kitap ve Sünnete dönmenin gerekliliğini savunan Sünnet davetçilerinin zikretmiş oldukları âyetler burada zikredilmeyecek kadar çoktur Bunları burada zikretmek konumuzu uzatır Ancak ben burada az önce zikretmiş olduğum Âyet-in üzerinde duracağım
“Sana zikri, insanlara indirileni (li tubeyyine) açıklayasın diye indirdik”[u]
Bu Âyet-i Kerime de apaçık ifade vardır ki; oda Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e indirilen bu Kur'ân-ı Kerîm-i açıklama göreviyle de yine o mükellef kılınmıştır Âyet-i Kerim-ede geçen beyan kelimesi Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in temiz arındırılmış sünnetidir
Bu Âyet-in manası şudur: Bırakın arapçayı sonradan öğrenmiş olanları da fasih Arapçayı bilen Araplar dahi olsalar, Allâhu Teâlâ Kur'ân-ı Kerîmin anlayışını insanlara bırakmamıştır[u]
Hiç şüphesiz ki onlar Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in beyanından (açıklamasından) mustağni olamazlar Çünkü bu beyan Allâhu Teâlânın Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in kalbine indirdiği ikinci vahiydir
Allâhu Teâlânın hikmeti, okunması ibadet olan Kur'ân-ı Kerîm-i gerektirdiği gibi, diğeri de Kur'ân-ı Kerîm gibi vahiy olup onun gibi okunması ibadet olmayan, ancak muhafazasına gerek duyulan ikinci bir vahiy gerektirdi Çünkü açıklanan şeyi (Kur'ân-ı Kerîmi) anlamanın yolu ancak açıklayanı veyahut Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in açıklamasıyla mükellef tutulduğu beyanı anlamadan geçer
“Arabların arabı, onların en akıllısı, ve fasihi de olsa Kur'ân-ı Kerîmi anlamada hiç kimse bağımsız değildir” sözümüz belki bazılarına garip gelebilir Ancak bunlar Kur'ân-ı Kerîm onların dilinde indirildiği halde arapçayı anlamada Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in ashabından da daha anlayışlı ve arap diline onlardan daha çok mu vakıftırlar ki? Böyle olmasına rağmen bazı âyetleri anlamada bazı sorunlarla karşılaştıklarında meseleyi Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e arzederlerdi
Bunun açık örneğini İmam Buhari {Rahmetullahi Aleyh}in Sahihinde ve İmam Ahmed {Rahmetullahi Aleyh}in de Müsnedinde Abdullah b Mesud {radiyallahü anhu}dan rivâyet ettikleri hadistir: Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} ashabına Allâhu Tebâreke ve Teâlânın “İman ettikten sonra imanlarına zulum bulaştırmayanlar var ya İşte güvenlik onlaradır ve doğru yolda olanlar da onlardır”[u] Mealindeki kavlini okunduğunda ashabı bu Âyet-i Kerime altında ezildi, ağır geldi ve dediler ki: Ey Allâhın Rasûlü! Bizden kim nefsine zulmetmez ki?
Buradaki zulümden kişinin nefsine zulmetmesi veya kişinin arkadaşına zulmetmesi veyahut ehline zulmetmesi gibi herhangi bir zulmü anladılar Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} meselenin onların zihinlerinde çağrıştırdığı mana değil de bu zulmün büyük zulüm olup Allâhu Teâlâya şirk koşma olduğunu beyan etti ve Allâhu Teâlânın Lokman Suresindeki Salih Kul Lokman {aleyhisselam}ın sözünü hatırlattı “Oğluna; -Ey evlatçığım! Sakın Allaha ortak koşma! Şirk gerçekten büyük bir zulümdür, dedi”[u]
İşte onlar Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in ashabı Onlar ki arabın en fasih olanları Onlar Âyet-i Kerimede geçen bu lafzı anlamada zorluk çekip ancak Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in beyanından sonra müşkilleri son buluyor
İşte Allâhu Teâlânın geçen Âyet-i Kerimede zikrettiği budur “Sana zikri, insanlara indirileni (li tubeyyine) açıklayasın diye indirdik” Bundan dolayı hiç bir kimsenin Sünnete başvurmadan Kur'ân-ı Kerîmi anlamada müstakil olamayacağını zihinlerimizde karar kılıp, bunu âkîde olarak kabullenip inanmamızdır
Gerçekten Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}: “Size iki husus bıraktım, bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz: Allâhu Teâlânın kitabı ve benim sünnetim”[u]
Başka bir rivâyette: “Allâhu Teâlânın Kitabı ve akrabalarım Onlar havuza gelene kadar ayrılmazlar
Hadiste size iki şey bıraktım deniyor İki vahiy, bir değil Bu ikisine sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz: Kitabullah ve Sünnetim
Bu hadisin anlamı: Bunlardan sadece birine tutunan taifeler sapıktırlar Kitap ve sünnetin dışındadırlar Sadece Kur'ân-ı Kerîmi alıp sünneti terk edenin durumu aynen sadece sünneti alıp Kur'ân-ı Kerîmi bırakan gibidir Bunları yapan topluluklar açık bir sapıklık içerisindedirler Hidâyet ve nur bu iki nura birden sarılmaktır Allâhu Teâlânın kitabı ve Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sünneti Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} bizlere bu sahih hadiste verdiği müjde; Rabbimizin kitabı ve Peygamberimiz {sallAllahu aleyhi ve sellem}in Sünnetine tutunduğumuzda hiç bir zaman sapıtmayacağımızdır
Bunun için Kur'ân-ı, Kur'ân ve sünnet ile tefsir etmek tefsir usulu ve tefsir ilmi kaidesidir Ve bunu üzerine basarak söylüyorum ki: Kur'ân-ı, Kur'ân ve sünnet ile tefsir etmek gerekli olup, bazı kitaplarda okuduğunuz gibi Kur'ân-ı Kerîmi önce Kur'ân-ı Kerîmle sonra sünnetle edilmesi gerekir diyenler gibi demiyorum
Maalesef bu yaygın bir hatadır Çünkü gördüğünüz gibi sünnet Kur'ân-ı Kerîmi beyan, mücmelini tafsil edip, mutlak olanı da kayda bağlar Umumi olanı hususileştirip, buna benzer Müslümanın ihtiyaç duyduğu beyyinatları (açıklamalar) içerir Bunun için Kur'ân-ı tefsirde sadece Kur'ân-ı Kerîm ile yetinmek caiz değildir Doğru ve hak olan Kur'ân-ı, Kur'ân ve sünnetle beraber tefsir etmek gerekir Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} bu gerçeği, “Onlar ikisi havuza yanıma gelene kadar birbirinden ayrılmazlar” hadisiyle beyan etmiştir
Böylelikle Kur'ân-ı Kerîmden bir âyet tefsir etmek isteyen müfessirin takınacağı uslup; Kur'ân-ı Kerîm ve Sünneti bir araya toplaması gerekmektedir Tefsir edeceği âyet âkîde, ahkam veya ahlak ve suluka dair meselerde olduğunda bu ihtiyaç daha da şiddetlidir Neden böyle diyoruz? Çünkü Kur'ân-ı Kerîmden bir âyet Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in beyanını gerektirebilir
Bu mevzuyu tamamlama açısından ilim talebelerinin ve hasseten usulu fıkıh okuyanların yakından bildiği bir hadistir Bu hadis içtihad ve kıyasa dair delil olarak zikredilir
Bu bazı sünen kitaplarında Muaz b Cebel {radiyallahü anhu}dan rivâyet edilen hadisdir Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} Muazı {radiyallahü anhu}yu Yemene gönderdiğinde ona şöyle sorar: “Ne ile hüküm verirsin?” oda “Allâhu Teâlânın kitabıyla” der “Onda bulamazsan,” “Allah Rasulu {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sünnetiyle,” “Onda bulamazsan?” kendi görüşümle hüküm vermeye çalışırım” der Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}de buna karşılık: “Allâhu Teâlânın Elçisinin Elçisini Allah Rasulunun sevdiğinde muvaffak kılan Allâhu Teâlâya hamd olsun” der[u]
Bu hadis hakkında bilmemiz gereken bir husus bu hadisin ne nas olarak ne de fer olarak hadis uleması indinde senet yönüyle sabit değildir Nas dememden muradım: hadis uleması çoğunluk olarak bu hadisin senedine zayıf olarak hükmetmişlerdir
Hadisçilerin imamı İmam Buhari ve diğer bir çok hadis alimi bu hükme varanlardandır Önce ve sonraki hadis alimlerinin bu hadise zayıf olarak hükmedenlerin sayısı onu geçmiştir Bunların en eskilerinden hatırladığım kadarıyla İmam Buhari, en sonuncularından da İmam İbnu Hacer el-Askalani olup, bunların arasında bir çok hadis imamı vardır Bu hadis hakkında “Uydurma ve Zayıf Hadisler Silsilesi ve Ümmet Üzerindeki Kötü Tesirleri” adlı kitabımda değindim Bu konuda daha tafsilatlı bilgi isteyen oraya müracaat edebilir Şahidimiz bu hadisin hadis imamları indinde, onların değerlendirmesiyle sahih olmamasıdır Ve yine onların kaidelerine göre bu rivÂyet-in temelinde cehaleti ile bilinen bir adamın bulunmasıdır Yani doğruluğuyla tanınmasından öteye, hafıza yönüyle de itkan sahibi birisi olmayan, hadis rivÂyet-iyle tanınmayan birisi bu hadisi rivâyet etmiştir Bütün bu şartlar o kişi hakkında meçhuldur Mechûlul-ayn olan bir kişi bu hadisi rivâyet etmiştir Hadis tenkitçisi Dimaşkli İmam Hafız Zahebi “Mizanul-İtidal fi Nakdir-Rical adlı maruf ve değerli eserinde bunu ifade etmiştir Bu hadisin, hadis alimleri indinde nas ve fer olma yönünden, zikrettiğimiz gibi zayıf olduğunu öğrenmiş olduğun gibi, bu münasebetle metin yönünden de bu hadisin münker olduğunu zikretmemiz gerekir Bu da geçen açıklamamdan anlaşılır Kur'ân-ı Kerîmle birlikte sünnete yönelmenin farziyetinin açıklanmasına nazaran, burada metnin batıllığı daha açık bir şekilde meydandadır
Bu Kur'ân-ı Kerîmden sonra sünneti, sünnetten sonra da reyini sıraladı Burada sünneti Kur'ân mertebesine, reyini de sünnet mertebesine indirdi
Araştırıcı veya fakih ne zaman kendi görüşüne baş vurur?
Sünnette bulamadığı zaman
Sünnete ne zaman baş vurur?
Kur'ân-ı Kerîmde bulamadığı zaman
Bu görüş İslama uygun bir görüş değildir Hiç bir imam ve fakih bu hadisin içerdiği gibi bir sıralamayı uygulamaz
“Ne ile hüküm verirsin?” oda “Allâhu Teâlânın kitabıyla” der “Onda bulamazsan,” “Allah Rasulu {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sünnetiyle,”
Daha fazla uzatmamak için bir misalle bile olsa bu hadisin metninin münker olduğunu anlatmamız gerekir
Hepimiz Allâhu Teâlânın şu sözünü biliyoruz:
“Size ölü eti ve kan haram kılındı,”[u] birisi bu işaret edilen sıralamaya göre hareket eden bir fakihe (Muaz hadisinde ki sıralamaya göre) denizin ölüsünden sorsa, ilk etapta Kur'ân-ı Kerîme bakacak, cevabı âyette açık olan hüküm “Size ölü eti ve kan haram kılındı” Âyet-ine dayanarak balığın ölüsünü haram kılacak Aynı şekilde ciğer ve dalaktan sorulduğunda yalnız Âyet-i kerimeye istinad edersede cevabı aynı olacak çünkü âyette kanın hükmü ölü etiyle aynıdır “Size ölü eti ve kan haram kılındı” dalakla ciğer kandır O zaman sadece Âyet-i kerimeye dayanarak vermiş olduğu hüküm İslami bir hüküm değildir Çünkü daha önce de zikrettiğim gibi İslam dini sadece Kur'ân-ı Kerîmden ibaret değildir, bilakis hem Kur'ân-ı Kerîm ve beyandır, hem Kur'ân-ı Kerîm ve sünnettir Bu Âyet-i kerimeyle ilgili olarak Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in beyanı nedir?
Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den senedi hakkında söz edilen ancak İbnu Umer {radiyallahü anhu}dan sahih bir senetle mevkuf olarak gelen bir rivâyette ki, bunun hükmü hadis alimleri indinde merfudur Çünkü lafzı şöyledir: “Bize iki çeşit ölü eti ve iki çeşit kan helal kılındı: Çekirge ve balık, dalak ve ciğer”[u]
Bu hadise göre, bazı ölü etinin ve bazı kanın helal kılınmasıdır
Aynı şekilde İmam Müslimin sahihinde Cabir b Abdullahdan konuyla ilgili diğer bir hadis vardır:
Nebi {sallAllahu aleyhi ve sellem} başlarında Ebu Ubeyde b Cerrahı komutan tayin ettiği bir seriyye[u] gönderir Deniz kenarına doğru yol almışlardı Azıkları biraz hurmadan ibaret olup oda bitmeye yüz tutmuştu Hurmaları azalınca her ferde birer hurma dağıtmaya başladılar Çok uzaktan sahil kenarında büyük bir şey kendilerine belirdi, yaklaştıklarında onun karaya vurmuş anber denilen büyük bir balık olduğunu gördüler
Ebu Ubeyde: “Bu bir ölüdür” dedi, sonra da: “Hayır, muhakkak ki bizler Allahın Rasûlunun elçileriyiz ve Allah yolunda (mücahidler) yız Şimdi de açlık zaruretine düşmüş haldesiniz Binaenaleyh bundan yeyiniz” dedi Sahabeler ondan bir ay üç yüz kişi semizlenerek yediklerini, ondan öküz büyüklüğünde parçalar kestiklerini Onun büyüklüğünü de on üç kişinin göz çukuruna oturabilip, kaburga kemiklerinden birini alıp diktiklerini, altından deveye binmiş bir insanın kolaylıkla geçtiği şeklinde tarif etmişlerdir Ve yine onun etini kaynatıp kurutarak kendilerine yol azığı elde ettiklerini söylemektedir Medineye döndüklerinde olayı Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e haber verirler Bunu üzerine Rasûlullah {sallAllahu aleyhi ve sellem}: “O, Allâhu Teâlânın sizler için çıkardığı bir rızıktır Yanınızda onun etinden bir şey var mı ki bize de yediresiniz?” buyurdu Müteâkiben biz ondan Rasûlullah {sallAllahu aleyhi ve sellem}e gönderdik o da bunu yedi[u]
Bu hadis önceki İbnu Umer {radiyallahü anhu}nun hadisinin delalet ettiği denizin ölüsünün helal olması konusuyla bağlantılıdır
Sadece Kur'ân-ı Kerîmle yetinen veya bunların şüphelerinden etkilenmiş bir kişinin deniz ölüsünden veya buna benzer şeylerden sorulduğunda takınacağı tavır sadece “Size ölü eti ve kan haram kılındı” Âyet-ini okuyup, buda ölüdür demek olacaktır
Ancak Kur'ân-ı Kerîme dönüp Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e itaatin Allâhu Teâlâya itaat olduğunu isbat eden Âyet-i kerimeleri müracaat ettiğinde o da sünnete dönme gereğini duyacak ve onu Kur'ân-ı Kerîmle birlikte ele alacaktır Ve “Size ölü eti ve kan haram kılındı” Âyet-i kerimesinin hükmüne deniz hayvanlarının ölüsünü, kan olan ciğer ve dalağı bu hükümden ayrı tutacaktır
Bunun ayrı tutulması gerektiğini nasıl karar veriyoruz? Tabii ki Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in beyanında buluyoruz ki, bu çok önemli bir husustur Bunun için şeriatın tümü, sünneti Kur'ân-ı Kerîmle birleştirmeye dayanır İmam Şafii {Rahmetullahi Aleyh}den şöyle bir rivâyet gelmiştir “Sünnetin tümü Allâhu Teâlânın Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e öğretisidir” İmamı Şafii {Rahmetullahi Aleyh} sahih sünnetin tümünü Kur'ân-ı Kerîm içerir demek istemiştir Allâhu Teâlâ Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e Müslümanların beyanına ihtiyaç duydukları şeyleri ilham etmiştir Bu verdiğimiz misal yeterlidir inşaAllah
İşte Kur'ân-ı Kerîm tefsirinde uygulayacağımız kaide; Kur'ân-ı Kerîm ve Sahih Sünnette birden dönmektir Kur'ân-ı Kerîme sonrada Sünnete diyemeyiz Çünkü burada sünneti ikinci mertebeye indirme vardır
Evet, sünnet bize ulaşması yönünden mütevatir yolla gelen Kur'ân-ı Kerîme göre ikinci mertebededir Ancak iş görmesi ve ona duyulan ihtiyaç yönünden Kur'ân-ı Kerîmle aynı sevidedir Burada bu ikisinin arasını ayırt etmemiz caiz değildir Bazı mütehassıs hadis alimlerinden mulahaza edilen ayırım rivâyet ilmiyle alakalı olup, dirâyet yönüyle veya fıkıh yahut Kitabı anlama hususuyla ilgili değildir Bu hususlarda Allâhu Teâlânın kitabıyla Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sünneti arasında bir ayırım yoktur
Bazı şüphecilerin Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sünneti için ortaya attıkları şüpheler, bizi ister istemez onların sünnetin rivâyet yollarını bilmedikleri onun temel kaidelerinden cahil oldukları, ravilerin hal tercemelerini bilmedikleri için başka bir araştırmaya götürür
O şüpheleri hadisi ahad ve tevatür dedikleri şey değil midir?
Mütevatir ve Ahadın Hükmü
Hadisul-ahad dedikleri bu terimlerden sadece istifade edecek olanlar bu ümmetin alimlerinden hadis ve sünnet hususunda mütehassıs olmuş bazı fertlerdir Müslümanların umumuna gelince bu tafsilattan hiç bir kazanç elde edemezler Bilakis bu Nebi {sallAllahu aleyhi ve sellem}den gelen ve iman edilmesi gereken bu hadisleri, şek ve şüphecilerin akıllarının kavramamasına bir sebeptir
Hadis: Hangi yolla olursa olsun sahih olarak peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den bize alimlerin tarif ettiği şekilde rivâyet edilen hadis demek olup bunun tafsili Müslümanların umumunu ilgilendirecek bir konu değildir
Hadisin kısımları olan; hasen, sahih, hasen li zatihi, hesen li ğayrihi, sahih li zatihi, sahih li ğayrihi, sahih garib, sahih mustafid, sahih meşhur, sahih mutevatir, bunların hepsi ilim ehlinin sahası olup, Müslümanların umumunu ilgilendiren; hadisin ilim ehlinden sahih olmasını öğrenip, ona iman ve tasdik etmeleri onlar için yeterlidir
Müslümanların umumunu ilgilendirmeyen sadece ilim ehlinin sahası olan bu tafsilatlara girenler, Müslümanların umumunu sahih olan bir çok hadise inanmama çağrısını yapmaktadırlar Niçin? Çünkü ahad hadislerdir de ondan Kısa olarak ahadın manası mütevatir derecesine ulaşmayan hadis demektir
Burada tevaturden istedikleri; mütevatir olmayan ahad hadislerin ihtiva ettiği ğaybi konularda alınmasının caiz olamamasıdır Bunu âkîde olarak da tabir ederler Ahkama dalalet etmeyen bütün hadisler ğayıbla bağlantılıdır Öyleyse o mütevatir değilse o hadis alınmaz İşte az önce yapılan tafsilata değinen insanların istedikleri budur
İşte bu tafsilat vakıamıza uygundur, ancak bunu kim açığa vuracak?
Bunu açığa çıkaracak olan her asırda az da olsalar hadiste mütehassıs olmuş alimlerimizdir
Bu konuya alimler indinde ittifak edilen hadisle bir örnek verelim
Mütevatir hadise en açık misal Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in şu sözüdür:
“Kim bana bilerek yalan uydurursa ateşteki oturacağı yeri hazırlasın”[u]
Bu hadis filen mütevatir bir hadistir, çünkü bu hadisi rivâyet eden sahabinin sayısı yüzü geçmiştir Ancak sizden şimdi hanginizin gücü yetecek de bu hadisin bütün rivâyet yollarına ulaşacak ki; o insanın indinde bu hadis mütevatir olsun? Bu hadisin mütavatir olduğunu ben size dersem o zaman tevatür bende kesilmiş olur Ve sizin indinizde bu hadisin tevatür bulabilmesi için benim yaptığımı yapmanız gereklidir Aynen bu hadisin bütün yollarını araştırmış ve onların indinde tevatür derecesine ulaşanlar gibi Öyleyse Müslümanların umumunu ilgilendirmeyen felsefs gibi bu tafsilatın faydası ne olacaktır?
Hadiste mütevatir şartının konulması, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hadislerini ibtal etmekten başka bir şey değildir Bundan dolayı günümüzde bir çok insanı bu konuda guruplaşmış görüyoruz Bazıları daha henüz guruplaşmamış
Bunlar ahkama dair olmayıp, âkîde ve ğaybiyatla ilgili sahih hadisleri, ahad hadis olması hasebiyle reddedip aynen meyvanın çekirdeğini çıkartıp fırlattıkları gibi reddedebiliyorlar
Şimdi Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in zamanına dönüp, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in sahabelerinin Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hadislerini kendilerinden sonrakilere nasıl rivâyet ettiklerini görelim Bunlar Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} zamanında yaşayıp onun sohbetine nail olamayan Yemenliler gibi Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e gelmeye imkan bulamayan ve Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in onlara değişik zamanlarda Muaz, Ali, Ebu Musa {radiyallahü anhum} gibi sahabeleri gönderdiği insanlarda olsalar Bunlara Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} Muaz {radiyallahü anhu}yu gönderdiğinde sahihaynda da belirtildiği gibi ona şöyle yapmasını emretti:
“Onları ilk davet edeceğin şey, “La ilahe illallah ve Muhammedun Rasulullah” kelimesine şahitlik etmeleri olsun Bunu kabul ederlerse beş vakit namazı emret,…” ila ahiril hadis[u]
Şahidimiz; namaz ahkama müteallik bir ameldir, bununla beraber Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} Muaz {radiyallahü anhu}ya emri namazdan önce onları tevhide davet etmesini emretmiştir Tevhid ise İslamın temeli ve aslı olduğu gibi İslam âkîdesinin tümünün aslıdır Gördüğün gibi Muaz {radiyallahü anhu} Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in emrini onlar tebliğ ettiği bu haber mütevatir mi yoksa ahad mıydı?
Hiç şüphesiz akıl sahibi bir kişi bunun haberi ahad olduğunu görür Bununla Allâhu Teâlânın ve Rasûlu {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hücceti Yemenlilere ulaştırılmış oldu mu, olmadı mı?
Ahad hadisin âkîdede hüccet olmayacağı felsefesini kabul edenlere göre, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in arkadaşı Muaz b Cebel {radiyallahü anhu}yu tek başına Yemenlilere İslamı tebliğle görevlendirmesiyle Allâhu Teâlânın ve Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hücceti onlara ulaşmış olamaz Hüccetin ulaşmış sayılabilmesi için Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in tevatür adedince bir toplumu onlara göndermesi gerekirdi
Dolayısıyla âkîdede haberi ahadın hüccet olamayacağını iddia edenlerden bazılarına şunu söyledim:
“Sizden biriniz küfür diyarından herhangi bir ülkeye gidip orada İslama davet edecek olsa, onları ilk davet edeceği şey âkîdeye (imana, inanca) davet edecek Ve İslamda ilk âkîde Şahadet kelimesidir Ancak işaret edilen bu gurubun reisi hazırlamış olduğu bir kitabında şöyle bir başlık koymuş: “İmanın Yolu” ve çağrılarını buna göre yapmaktadırlar İslam beldelerinde Müslümanları İslama çağırmak, kafirleri de küfür diyarlarında İslama davet etmek
Sizden biriniz gidip iman yolunu onlara anlatsa, bu yolun sonunda ahad hadisin âkîdede delil olamayacağı gelse ve insanlar toplu halde sen iman yolunu anlatıp bitirene kadar senin konferansını dinleseler, sonunda oradaki dinleyicilerden biri kalkıp dese ki: “Ya üstad! Ey hocam! Sen bize İslam âkîdesini öğretiyorsun Öğrettiklerinin içerisinde ahad hadisin âkîde de delil olamayacağı var Sen bize İslam inancını öğretmek için o Müslümanların yanından gelen tek bir kişisin Bu, senin bize öğrettiğin usule, metoda göre Allâhu Teâlânın hücceti bize senin anlatmanla ulaşmış değildir Çünkü senin haberin ahaddır Sen şimdi ülkene döneceksin ve oradan tevatür derecesine ulaşacak adedde insan bulup bize getirecek, onlar senin anlattığının İslamdan olduğuna şahadet edecekler, o zaman biz sana inanırız İslam bu mu?
Siz nerede, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in Aliyi, Muazı, Ebu Musayı İslamı öğretmek üzere ferd ferd gönderdiği insanlar nerede? Bundan öğrenirsiniz ki; bu İslama sonradan sokulmuş bir fikir olup, Selefi Salihin hadisi ahad ve mütevatir gibi ayırıma tabi tutmadığı bir konudur
Size Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hadisi bu işin ehli tarafından sahih hükmü verilip ulaşırsa yeterlidir Akılları kıt olup, akılarını kitap ve sünnet anlayışı ile temizlemeyen insanlardan değil
Öyleyse mütevatir de olmasa, Kur'ân-ı Kerîmin tefsirini Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hadisiyle yapmamız gerekir Rabbimiz Tebâreke ve Teâlânın kitabını tefsir ederken takip edeceğimiz yol, Allâhu Teâlânın şu Âyet-ine imanımızın gereği olarak Âyet-in belirttiği gibi olması lazımdır
“Bir hususta çekişirseniz eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız onu Allaha ve Rasûlune havale ediniz Bu sizin için daha hayırlı olup sonuç bakımından en güzeldir”[u]
İşte Kur'ân-ı Kerîm tefsirinde takip edeceğimiz yol bu olmalıdır

Bir Âyet Hakkında Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den Bir Hadis Olmazsa Nasıl Bir Yol Takip Ederiz?

Burada şunu mulahaza etmemiz lazımdır ki; oda bazı âyetler hakkında tefsir edecek bir hadisin bulunmayışıdır Böyle bir durumda tefsir usulümüz ne olmalıdır?
Cevap: İlim ehli indinde bilindiği gibidir
Sahih sünnette herhangi bir Âyet-i tefsir edecek bir şey bulamazsak, bundan sonra gerekli olan selefi salihinin tefsirine başvurmamızdır
Bunların başında Allah Rasulü {sallAllahu aleyhi ve sellem}in Ashabı gelir Bunlardan en önce İbnu Mesud {radiyallahü anhu} gelmektedir ki, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e arkadaş olma yönünden bir özelliği olduğu gibi, diğer bir özelliği ise Kur'ân-ı Kerîm tefsirinde Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}e soru sormasıdır Sonra Abdullah b Abbas {radiyallahü anhu} gelir İbnu Mesud {radiyallahü anhu} onun “Kur'ân-ı Kerîmin” tercümanı olduğunu söylemiştir Kur'ân-ı Kerîm tefsirinde önemli bir yeri olan İbnu Mesud {radiyallahü anhu}nun İbnu Abbas hakkında ki şahadeti budur
Buna göre sahih sünnette bir Âyet-i beyan edecek bir şey bulamazsak, o zaman ashabın tefsirine müracaat ederiz ki bunların başında; İbnu Mesud, İbnu Abbas ve daha sonra diğerleri {radiyallahü anhum} gelir Onların arasında hilaf konusu olmayan bir âyet tefsiri geldiğinde bu tefsiri alıp ondan razı oluruz Eğer onlardan da bir şey bulamazsak o zaman tefsiri Allah Rasulu {sallAllahu aleyhi ve sellem}in ashabından alan tabiinden alırız Bunlar; Said b Cubeyr, Tavus {radiyallahü anhum} vb bunların bazıları tefsiri hususi olarak İbnu Abbas {radiyallahü anhu} gibi sahabelerden aldıkları meşhur olmuştur
Bazı Âyet-i kerimeler vardır ki, bunlar reyle tefsir edilen âyetlerdir Bunların hakkında doğrudan doğruya Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den hiç bir tefsir gelmemiştir Sonradan gelen bazıları hiç bir kayıta bağlı olmadan bu âyetleri mezheplerine uygun olarak tefsir etmektedirler Bu mesele, Âyet-i kerimeyi kendi mezheplerini destekler mahiyette tefsir ettiklerinden dolayı tehlikeli bir durumdur Bir Âyet-i tefsir alimleri başka bir şekilde tefsir ederken, bunlar mezhebi görüşlerini desteklemek için bu âyetleri tefsir ederler Bir misal verecek olursak
“Kur'ândan kolayınıza geleni okuyun”[u] Âyet-ini sadece yalnız Kur'ân-ı Kerîm okumak olarak tefsir ettiler Yani bu konuda Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den sahih hadis olmasına rağmen, namazlarda gerekli olan Kur'ân-ı Kerîm okunması, uzun bir âyet okunması veya üç tane kısa âyet okunmasıdır diye tefsir ettiler
Bunu Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den bu konuda sahih olarak;
“Namazda Fatihayı okumayanın namazı yoktur”[u]
Başka bir hadiste ise:
“Kim (namazında) Fatihayı okumazsa onun namazı noksandır, onun namazı noksandır, onun namazı noksandır, tamam değildir”[u] Gibi hadisler geldiği halde Âyet-i kerimeyi böyle tefsir ettiler Bu iki hadisin işaret ettiği mana bunların Kur'ân-ı Kerîm okumayı sadece kayıtsız olarak okumak diye tefsirlerini reddetmektedir Bazı muteahhirin mezhepliler Kur'ân-ı Kerîmin tefsirinin sadece mutevatir sünnetle olabileceğini söylemektedirler Yani mutevatir olan mutevatir olanla tefsir edilir Ve bu iki hadisi “Kurandan kolayınıza geleni okuyun”[u] Âyet-ini ilk okuyuşta okuyana zahir olan anlayışa itimad ederek reddettiler
Ancak tefsir alimleri öncekiler veya sonrakiler olsun aralarında hiç ihtilaf olmadan Âyet-i kerimedeki “okuyun” kelimesini gece namazından ne kadar kolayınıza gelirse o kadar kılın diye tefsir etmişlerdir Çünkü Allâhu Teâlâ bu Âyet-i kerimeyi müzemmil suresindeki;
“Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını, üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor Geceyi ve gündüzü ölçüp biçen sadece Allahdır” Âyet-inden “Artık Kurandan kolayınıza geleni okuyun”[u]a kadar, yani artık o gece namazından kolayınıza gelip kılabildiğiniz kadar kılın Âyet-i kerime sadece gece namazında Kur'ân-ı Kerîm okumanın gerekliliğine has değildir Sadece Allâhu Teâlâ müminlere gece namazını kolaylaştırmış ve onlara ne kadar kılabilirlerse o kadar kılmaları için bir kolaylık tanımıştır Onların Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in kılmış olduğu on bir rekatı kılmaları vacip değildir Âyet-in manası budur İşte arab dilinin hususiyetlerinden olan bir şeyi cüziyyete itlak edip, ondan istenilenin tümü olmasıdır Okuyun; yani namaz kılın Namaz talep edilen tüm Okuma ise cüz (bir bölüm) dür
Arab dili alimleri bu cüzi zikredip, ondan maksadın o cüzün içinde bulunmuş olduğu şeyi tümüyle istenme uslubunun, o tümden bir cüz o şeyin ehemmiyetine delalet eder demişlerdir Allâhu Teâlânın şu kavli gibi:
“Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar namaz kıl; bir de fecirde Kur'ân (de sabah namazını)”[u]
Sabah Kuran-ı yani sabahleyin de ikame et Sabah Kuran-ı; yani sabah namazı Yine burada konu cüze itlak edilmiş olup ondan tamamı istenmiş Bu arapçada bilinen bir uslupdur Bundan dolayıdır ki, tefsir alimlerinin selefi ve halefi aralarında hiç bir hilaf olmadan bu Âyet-i kerimeyi bu şekilde tefsir ettikleri meydana çıkınca, birinci ve ikinci hadisi ahad hadis diye ve ahad hadisle Kur'ân-ı Kerîmin tefsir edilmesi caiz değildir denemez Çünkü, Âyet-i kerime Kur'ân-ı Kerîmin dilini bilen alimler tarafından tefsir edilmiştir, bu bir
Ve Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in hadisi Kur'ân-ı Kerîme muhalefet etmez, bilakis bu konunun başlangıcında de dediğimiz gibi onu tefsir eder ve açıklığa kavuşturur Nasıl olurda Âyet-in farz olsun nafile olsun Müslümanın namazda okuması gerekli olanla alakası olmaz
Az önce zikrettiğimiz diğer iki hadise gelince; namaz kılan insanın namazının sadece fatiha suresini okumasıyla doğru olacağı konusunda açıktır
“Fatihayı okumayanın namazı yoktur” “Kim (namazında) Fatihayı okumazsa onun namazı noksandır, onun namazı noksandır, onun namazı noksandır, tamam değildir” Kim namazdan noksan olarak ayrılmışsa namaz kılmamıştır[u]
Namazı o zaman birinci hadis de (“Fatihayı okumayanın namazı yoktur”) beyan edildiği gibi namazı batıl olur
Bu hakikatleri iyice anladıktan sonra birinci olarak hadis kitaplarında Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den rivâyet edilmiş, ikinci olarak senetleri sahih olan hadisler hakkında asrımızda işittiğimiz, ahad hadisler ahkam hususunda olmadığı müddetçe onları kabul etmeyiz, âkîdede ahad hadisler delil olamaz gibi felsefelere kulak asmadan bu hadisleri delil kabul eder, onlardan şüphe etmeyiz
Bu onların zannıdır Ancak, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in ilk olarak tevhide davet etmeye gönderdiği Muaz b Cebel {radiyallahü anhu} tek bir kişiydi
Bu kadarıyla beyan etmek istediğim Kur'ân-ı Kerîmi nasıl tefsir etmemizin gerekli olduğu hususunda söyleyeceğim kelimeleri yeterli buluyorum

SORULAR

1 Soru: Değerli Şeyh, küçük bir kitapta “Kurandan istediğini istediğin için al” diye bir hadis okudum Bu hadis sahih midir?
Cevap: “Kurandan istediğini istediğin için al” bazı insanlar tarafından kullanılan meşhur bir hadistir Bununla beraber üzüntüyle söylüyorum ki, bu hadisin sünnette bir aslı yoktur Dolayısıyla bu hadisi Peygamber sallAllahu aleyhi ve selleme nisbet ederek rivâyet edilmesi caiz değildir Yine aynı şekilde bu kadar yaygın ve geniş anlamıyla bu hadis İslam şeriatına da aykırıdır
“Kurandan istediğini istediğin için al” istersem evimde oturur, sanatımla ve mesleğimle ilgili hiçbir şey yapmam, rızkımı Allahdan isterim, Oda bana gökten indirir Çünkü bunu Kurandan aldım Böyle diyen olabilir mi?
Bu söz batıldır Belki de bu, Ribat olarak isimlendirdikleri yarlerde tembel tembel oturmaya alışmış sofilerin uydurmasıdır
Ribat: Müslümanın tabiatına ters düştüğünü bildikleri halde bazı kişilerin oralara uğrayıp, onlara Allahu Tealanın tayin ettiği rızkı beklemeleridir
Çünkü Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} müslümanları yüce değerler ve şerefli olarak yetiştirmiş ve şöyle demiştir:
“Yüksek el alçak elden daha hayırlıdır”[u] Yüksek el; veren el, alçak el; alan el
Yeri gelmişken bazı zahit sofular hakkında okuduğum bir hikayeyi anlatayım Onların hikayeleri çok ve hayret vericidir
O sofulardan bir tanesi hazırlıksız olarak bir yolculuğa çıkar Bu yolculuk esnasında açlıktan ölümle karşı karşıya geldi Tam o esnada bir köy gördü ve oraya geldi Günlerden Cuma idi Zannınca Allâhu Teâlâya tevekkül ederek yola çıkmıştı ya, bu tevekkülüne zarar gelmemesi için kendisini kimseye hissettirmeden minberin altına gizlendi Ama o içinden birisinin kendisini hissetmesini istiyordu Bu şekilde İmam hutbeyi bitirip, namaz kılınınca (tabii ki o namazı da kılmadı) insanlar camiden çıkmaya başladılar O zaman insanlar çıkıp gidecekler, caminin kapsı da kilitleneceğini anlayıp açlıktan orada öleceğini hissedince, esneyerek orada olduğunu duyurmaktan başka çaresinin kalmadığını gördü
İnsanlar varlığını hissedince baktılar ki açlık ve susuzluktan bir süvari Onu alıp doyurdular ve kim olduğunu sordular:
“Allâhu Teâlâya tevekkül etmiş zahit birisi” dedi
Onlarda: “Nasıl Allâhu Teâlâya tevekkül, az kalsın ölüyordun Eğer gerçekten tevekkül ettiysen insanlara varlığını hissettirmez ve onlardan istemezdin Böylece kendi günahınla ölürdün” dediler
Hulasa olarak yukarıda sorduğunuz hadisin aslı yoktur
2 Soru: Değerli Şeyh, Kurancılar, Allâhu Teâlânın: “Her şeyi detaylı bir şekilde geniş olarak anlattık” ve “Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık” âyetlerini ve Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in de: “Bu Kuran-ın bir ucu Allâhu Teâlânın elinde bir ucu da sizin elinizdedir Ona sımsıkı sarılın ki sapıtmayasınız” buyurduğunu söylüyorlar Bunlar hakkında açıklama istiyoruz
Cevap: Allâhu Teâlânın: “Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık” Âyet-i kerimesindeki Kitap Levhi Mahfuz olup Kuran-ı Kerim değildir Tefsir kitaplarına bu Âyet-in tefsirine bakarsa buradaki kitabın Levhi Mahfuz olduğunu görür
“Her şeyi detaylı bir şekilde geniş olarak anlattık” Âyet-i ise, daha önceki anlattıklarımızı Kuran-ı Kerime ilave ederseniz (oda sünnettir) o zaman Allâhu Teâlâ her şeyi beyan etmiştir Ama sünnet ile
Hepinizde biliyorsunuz ki; bazen detaylı açıklama umumi kaidelerdir Özet olarak zikredilir Bir Müslüman bunu anladığı zaman bunun altına cüziyyattan bir çok hususun buna bağlı olduğunu görür Çokluğundan dolayı bunu sınırlandırmak mümkün değildir Hüküm koyucu ve hikmet sahibi Allâhu Teâlâ bir çok detayları bir Âyet-i kerimenin altında birleştirmesi, işte tafsilin (açıklamanın) bir başka şeklidir Bu Âyet-i kerimeden akla ilk gelen budur Aynen İmam Şafii {rahimehullah}ın süneninde Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}den rivâyet etmiş olduğu hadiste dediği gibi: “Sizi Allâhu Teâlâya yaklaştıracak ve ateşten uzaklaştıracak ne varsa hiç birisini bırakmadan hepsini emrettim Yine sizi Allâhu Teâlâdan uzaklaştırıp, ateşe yaklaştıracak ne varsa hiç birisini bırakmadan hepsinden de sizi sakındırdım
Tafsil bazen altına bir çok cüziyyatın girmesiyle olur Bazen de ibadet ve ahkam müfredatında olur ki, bu umum kaideye müracatı gerektirmez
Altına bir çok detayın sokulabildiği, İslam dininin yüceliği ve onun teşri (hüküm koyma) alanının geniş olduğuna dair Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in şu sözünü misal olarak verebiliriz:
“Zarar vermek yoktur Zarara uğratılmakta yoktur”[u]
Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in şu sözü de buna bir örnektir:
“Sarhoşluk veren her şey hamrdır, her hamrda haramdır”[u]
Yine Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}in şu sözü:
“Her bidat dalalettir (sapıklıktır) her dalalet de ateştedir”[u]
Nefse zararı olan herhangi bir hususta olsun veya mala zarar verecek cinste olsun zarar olan her şey bu birinci hadisteki kulli kaidenin dışına çıkmaz
İkinci hadiste zikredilen kulli kaide ise sarhoşluk veren herhangi bir şey yaygın olduğu gibi üzümden, arpadan veya diğer maddelerden yapılsın Sarhoş verdiği müddetçe mayalaşmış içki hükmündedir ve haramdır
“Sarhoşluk veren her şey hamrdır, her hamrda haramdır
Üçüncü hadiste de aynen böyledir
“Her bidat dalalettir (sapıklıktır) her dalalet de ateştedir
Çokluğundan dolayı bidatı sınırlandırmak mümkün olmadığı gibi bidatları sınıflandırılamaz Böyle olduğu halde bu hadis icazı ve bütün açıklığıyla bütün bidatların sapıklık, bütün sapıklığın da ateşte olduğunu tasrih etmektedir
Bunlar tafsil etmedir Ancak kaidesiyle Bildiğiniz hükümler müfredatların tafsilidir Bunların tafsili çoğunlukla sünnetten gelmiştir Bazıları da Kuranda varid olmuştur Miras mesleleri gibi
Zikretmiş olduğunuz hadis ise sahihdir Onu pratiğe koymak ise ona tutunmamızla olur Aynen daha önce ki zikrettiğimiz hadisin misali:
“Kendisine sımsıkıca sarıldığınız müddetçe sapıtmayacağınız iki şey bıraktım Allâhu Teâlânın kitabı ve sünnetim
Elimizdeki Allâhu Teâlânın kitabına tutunmamız, sadece Kuran-ı Kerimin tafsili olan sünneti pratiğe döktüğümüz zaman olur
3 Soru: Sıhhat derecesi ne olursa olsun herhangi bir hadis Kuran-ı Kerime zıt olduğunda reddedilmesi gerekir, diyenler var Buna da “Yakınlarının ağlaması sebebiyle ölüye azab edilir” hadisini örnek olarak verdiler Bu hadisi reddetmede Aişe {radiyallahü anha}nın bu hadisi “Hiç bir günahkar, başkasının günahını yüklenmez”[u] Âyet-iyle reddetmesini delil getirdiler Bunlara nasıl cevap verirsiniz?
Cevap: Sünneti Kuranla reddedenlerin sorunlarından bir tanesi bu hadisi reddetmeleridir Daha önce bunların dosdoğru yoldan çıktıklarını geniş olarak anlatmıştık Bu hadise ve hassaten de Aişe {radiyallahü anha}nın hadisine temessük edenler için cevap ise şudur:
Birinci olarak: Hadis usulü yönünden bu hadisi reddetmek mümkün değildir
İbnu Umer {radiyallahü anhuma}dan sahih bir senetle varit olmuştur
İbnu Umer bu hadisi rivâyet hususunda tek kalmamıştır Babası da bu hadisi rivâyet etmiş olup ikisine Muğiratubnu Şube {radiyallahü anhu}da bu hadisi rivâyet etmede bunlara uymuştur Şu anda hatırlayabildiğim kadarıyla bu üç rivâyetleri Sahihu Buhari ve Müslimdedirler Bir araştırıcı bu hadisi derin bir araştırmaya tabi tutsa bu hadise başka yollarda bulunur Bu üç rivÂyet-in senetleri de sahihtir Sadece Kurana ters diye bu hadis reddedilmez“Yakınlarının ağlaması sebebiyle ölüye azab edilir” hadisini alimler iki şekilde tefsir etmişlerdir
Birinci Tefsir: Kendisi hayattayken yakınlarının kendi ölümünden sonra şeriata muhalefet edeceklerini bildiği halde onlara nasihat etmemiştir Onlara öldükten sonra ağlamaları halinde azab edileceğini söylemedi da “Yakınlarının ağlaması sebebiyle ölüye azab edilir” hadisinde ki el-meyyit kelimesinde ki el (elif lam) takısı istiğrak için değil belirlilik içindir Yani bütün ölenlere yakınlarının ağlamasıyla azab edilmez Burada bulunan belirlilik takısı (elif lam) ahd içindir Yani kendisinin ölümünden sonra şeriata muhalefette bulunmamaları için nasihat etmeyen ölüye azap edilir İşte bu kişiye yakınlarının ağlamasıyla azap edilir Kendisine düşen nasihatı yerine getirmiş ve şeriata uygun olarak kendisi için gerekli vazifeyi yapıp ardından ağıt yakmamalarını da öğütleyip, hasseten bu zamanımızda yapılan munker işlerden de uzak durmalarını öğretmişse bu kişi hadisin hükmü altına girmez Eğer bunları yapmazsa bu hadisin hükmü altına girer Nevevi ve bir çok alimin yaptığı tefsirlerden bu tafsilatı anlamamız gerekir Bu tafsili anladığımız zaman bu hadisle Allâhu Teâlânın: “Hiç bir günahkar, başkasının günahını yüklenmez” sözü arasında bir zıtlık olmadığı anlaşılır Ancak buradaki el (elif lam) takısı istiğrak ve şumuliyet manasında anlaşılırsa o zaman zıtlık meydana çıkar Yani her ölü azap görür diye anlaşılırsa anlama müşkil olup âyetle zıt olur Zikrettiğimiz mana anlaşılırsa zıtlık ve müşkil bir durum olmaz Çünkü azap edilen vasiyet ve nasihat yönüyle üzerine düşeni yapmadığı içindir Bu zıtlığı kaldırmak için yapılan birinci tefsirdir
İkinci Tefsir: Şeyhul-İslam İbnu Teymiye {rahimehullah}ın bazı eserlerinde yaptığı tefsirdir Buradaki azab kabirde veya ahiretteki azap değildir Bu hüzünlenme ve azcılanma manasınadır Yani ölü kendisine ağlayanları duyunca üzülür ve hüzünlenir Şeyhul-İslam İbnu Teymiye {rahimehullah} böyle dedi Eğer bu doğruysa burada tamiri mümkün olmayan şüphe temellenir Ancak diyorum ki; bu tefsir iki hakikatla zıtlık teşkil etmektedir Bunun için bizim birinci tefsiri almaktan başka çıkar yolumuz yoktur
Birinci Hakikat: İşaret etmiş olduğum Muğiratubnu Şube {radiyallahü anhu}nun hadisinde bulunan ziyadelik buradaki azabın yani hüzün manasına değil de, akla gelen azap olup yani ateşte ki olan azaptır Allâhu Teâlâ affettikleri müstesna Allâhu Teâlânın şu buyruğunda açıklandığı gibi: “Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez Bunun dışında istediğini affeder”[u] Muğiratubnu Şube {radiyallahü anhu}nun hadisindeki ziyadelikte: “Kıyamet günü yakınlarının ağlaması sebebiyle ölüye azab edilir” İbnu Teymiye {rahimehullah}ın dediği gibi kabrinde hüzün ve üzüntüyle değil kıyamet günü yakınlarının ağlamasıyla azap edilir
Diğer Hakikat: İster hayır, ister şer olsun Kitab ve Sünnetin delalet ettiği hakikatlara göre kişi öldüğü zaman etrafındaki olanlardan haberdar değildir Sadece belirli münasebetlere binaen çeşitli hadislerde zikri edilen husus durumlar müstesna

Bu yazı Muhammed Nasıruddin El-Elbaninin sözlü olarak yapmış olduğu bir konferansın 26/1 nolu kasetten Arapça olarak yazıya alınmış, aynı yazıdan Türkçeye Ebu Abdullah tarafından tercüme edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.