Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )Fizilal-il Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) 1- Hamd, göklerdeki ve yeryüzündeki tüm varlıkların sahibi olan Allah'a mahsustur Ahirette de hamd O'na mahsustur O her işi yerinde yapar ve her şeyden haberdardır 2- O yeraltına giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen her şeyi bilir O merhametli ve bağışlayıcıdır Sure, Allah'a hamd ederek söze giriyor Bu başlangıç müşriklerin Allah a ortak koştuklarını, O'nun peygamberini yalanladıklarını, ahireti şüphe ile karşıladıklarını ve yeniden dirilmeye ihtimal vermediklerini anlatan bu sure için son derece uygun bir başlangıçtır Yüce Allan aslında, özü itibarı ile övgüye lâyıktır Bazı insanlar O'na karşı hamd görevlerini yerine getirmeseler de O'nun övgüye lâyık oluşu gölgelenmez O kendisini överek tesbih eden şu varlık aleminin tümünün övgüsüne muhatap olduğu gibi birçok canlı varlıkların da övgüsüne muhataptır İnsanlar bu genel kuralın dışında kalsalar da fark etmez Yüce Allah'a hamd edildikten sonra O'nun göklerdeki ve yerdeki tüm varlıkların sahibi olduğu gerçeği vurgulanıyor Hiçbir şey hem O'nun hem de başkasının değildir Göklerde ve yeryüzünde hiç kimse O'nun ortağı değildir Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O'nun tekelindedir İnanç sisteminin birinci temel prensibi budur Allah'ın birliğini dile getirme ilkesi yani Her şeyin sahibi yüce Allah'dır ve şu engin evrende O'nun dışında hiç kimse hiçbir şeyin sahibi ve egemeni değildir "Ahirette de hamd O'na mahsustur" Hem doğal hamd ve hem de kullardan yükselen hamd ahirette de O'na özgüdür Hatta dünyada O'nu inkâr edenler yada sapık bir yaklaşımla O'na başkalarını ortak koşanlar bile ahirette O'na hamd ederler Orada gerçek meydana çıkacağı için bütün hamdler ve övgüler, ortaksız olarak sırf O'na yöneltilir Ayetin son cümlesini okuyoruz: "O her işi yerinde yapar ve her şeyden haberdardır" "Hakim"dir; yani yaptığı her işin kesinlikle bir hikmeti vardır, dünyayı ve ahireti hikmet ilkesine göre yönetir; varlık aleminin tüm gelişmelerini hikmet ilkesi uyarınca tasarlar Ayrıca O her şeyi her işi eksiksiz, sınırsız, köklü bir bilgi ile bilir ve her tasarısı bu geniş kapsamlı bilgisini yansıtır Sonra yüce Allah'ın bilgi kitabının bir sayfası önümüze açılır Bu engin bilginin alam gökler ile yeryüzü kadar geniştir Okuyoruz: "O yeraltına giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen her şeyi bilir" İnsan, birkaç cümle halinde önüne açılan bu sayfanın karşısında dikilince neler görür, neler! Acayip nesnelerin, hareketlerin, hacimlerin, şekillerin, biçimlerin, anlamların ve yapıların yığın yığın görüntüsü ve çağrışımı zihnine üşüşür Bunları hayale sığdırmak bile mümkün değildir Eğer bu ayetin işaret etmek istediği olayların ve gelişmelerin sadece bir an içinde olup biten bölümünü araştırmak ve sayıya vurmak üzere bütün insanlar biraraya gelseler ve tüm hayatlarını bu işe adasalar, kesinlikle "o bir an içinde" kaç nesne gökten yere iniyor ve aynı tek anlık süre içinde kaç nesne yerden göğe yükseliyor? Acaba yeraltına nice şeyler giriyor? Bu yerin bağrına nice tohumlar düşüyor, ya da ekiliyor? Bu yerin altında nice kurtlar, nice böcekler, nice sinekler ve nice sürüngenler barınıyor? Bu uçsuz-bucaksız toprağın nice su damlaları, nice gaz molekülleri ve nice radyo-aktif ışınlar sızıyor? Evet, nice nice şeyler geçiyor toprağın altına! Yüce Allah'ın sürekli ve uyuklama nedir bilmez gözetimi altında! Topraktan nice şeyler çıkıyor? Nice bitkiler filizleniyor? Nice kaynaklar fışkırıyor? Nice yanardağlar, volkanlar lâv püskürtüyor? Nice gazlar buharlaşıyor? Nice saklı nesneler ortaya çıkıyor? Nice böcekler gizli yuvalarından yeryüzüne çıkıyor? Görülebilen ve görülemeyen nice nice şeyler İnsanın bir bölümünü bildiği ve çoğunu bilmediği nice cansız nesneler ve hayvanlar! Acaba gökten nice şeyler yere düşüyor? Nice yağmur damlaları, nice yıldız mermileri, nice yakıcı ışınlar, nice aydınlatıcı ışınlar? Nice "kaza" okları ve nice belirlenmiş "kader"ler? Nice tüm varlıklara yaygın, fakat bazı kulları özellikle kucaklayan "rahmet"ler? Yüce Allah'ın bazı kullarına oluk oluk türleri? Sayısını yüce Allah'dan başka hiç kimsenin bilmediği nice cansız-canlı varlıklar? Peki nice şeylerin göğe yükseldiğini acaba hiç düşündük mü? Nice bitki, hayvan, insan ve insanın tanımadığı başka bir tür canlı soluğu? Yüce Allah'a yöneltilen ve O'ndan başka hiç kimsenin işitmediği nice gizli-açık dualar? Bildiğimiz ve bilmediğimiz nice ölmüş canlıların ruhları? Cebrail'in emri üzerine yücelen nice melekler? Yüce alemine süzülen ve yalnız yüce Allah'ın bildiği nice ruhlar? Sonra denizden nice buhar kabarcıkları havaya karışıyor? Cisimlerden nice gaz zerrecikleri atmosferin enginliğine karışıyor? Yüce Allah'dan başka hiç kimsenin bilmediği nice nice nesneler? Bunların hepsi bir an içinde olup bitiyor Acaba bir tek anın olaylarını insan bilgisi kavrayabilir mi, uzun ömürler verse bile bu olayları sayıya geçirebilir mi? Oysa yüce Allah'ın sınırsız, akla sığmaz, engel tanımaz bilgisi bütün bu olayları-nerede ve ne zaman olurlarsa olsunlar-kapsamı içine alır Niyetleri, duyguları, kasılmaları ve atışmaları ile bütün kalpler yüce Allah'ın gözetimi altındadırlar Buna rağmen O görmezlikten gelir, bağışlar Çünkü "Merhametli ve affedicidir" Kur'an'ın bunun gibi tek bir ayeti bile bu kitabın insan sözü olmadığını anlatmaya, kanıtlamaya yeter Çünkü kalbinden geçmez Yine böylesine evrensel bir düşünce doğal olarak hiçbir insanın aklının ucundan geçmez Bir tek dokunuşta bu kadar çarpıcı ve yaygın bir etki meydana getirebilmek, ancak tüm evrenin yaratıcısı olan yüce Allah'ın sanatının işidir Kulların sanatı buna benzeyemez KIYAMETİ YALANLAYANLAR Yüce Allah bu temel gerçeği bunca çarpıcı, geniş ufuklu ve engin alanlı biçimde açıkladıktan sonra bize kıyamet gününü inkâr eden kâfirlerin olumsuz tutumlarını anlatıyor Bu adamlar yarın başlarına ne geleceğini bilmeyecek kadar zavallıdırlar Oysa yüce Allah gaybın bilicisidir Ne göklerdeki, ne yerdeki hiçbir nesne O'nun bilgisi dışında değildir Öte yandan kıyamet günü mutlaka gerçekleşmelidir Çünkü iyilerin ve kötülerin dünyadaki davranışlarının ödülünü ve cezasını alabilmeleri için o günün gerçekleşmesi şarttır Okuyoruz: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )3- Kâfirler "Kıyamet anı hiç gelmeyecek" dediler Onlara de ki; Hayır, gaybın bilgisi tekelinde olan Rabb'im adına yemin ederim ki, o an mutlaka gelecektïr Göklerdeki ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne ya da zerrenin daha küçüğü ve daha büyüğü O'nun bilgisi dışında değildir, bunların tümü apaçık bir kitaptadır 4- Amaç, iman edip iyi ameller işleyenleri ödüllendirmektir Onları bağışlanma ve onurlu bir rızık beklemektedir 5- Bizimle başa çıkabileceklerini,sanarak olanca güçleri ile ayetlerimize karşı çıkanlara gelince onları tiksindirici ve acıklı bir azap beklemektedir Kâfirlerin ahireti inkâr etmeleri, yüce Allah'ın hikmetini ve takdirinin gerekçesini kavrayamamalarından ileri gelir Çünkü insanı başıboş bırakmak yüce Allah'ın hikmetine uygun değildir İsteyen iyilik yapsın, isteyen kötülük işlesin, sonra da iyilik yapan iyiliğinin ödülünü almasın ve kötülük işleyen de kötülüğünün cezasını görmesin, böyle bir uygulama yüce Allah'ın amacına ters düşer Yüce Allah, ödüllerin ve cezaların ya tümünü yada bir bölümünü ahirete sakladığını peygamberlerinin dilinden insanlara bildirmiştir Yüce Allah'ın evreni niçin yarattığını kavrayabilen herkes ahiretin kaçınılmaz olduğunu, O'nun vaadinin ve verdiği haberin gerçekleşebilmesi için öbür alemin gerekli olduğunu da kavrar Fakat kâfirler bu ilâhi hikmeti kavrama yeteneğinden yoksun oldukları için "Kıyamet anı hiç gelmeyecek" diyebiliyorlar Fakat red nitelikli kesin ve vurgulamalı cevaplarını hemen alıyorlar Okuyoruz: "Hayır, gaybın bilgisi tekelinde olan Rabb'im adına yemin ederim ki, o an mutlaka gelecektir" Gerek yüce Allah'ın ve gerekse O'nun peygamberinin dediği doğrudur Kâfirler gaybı bilmedikleri halde yüce Allah'ın işine burunlarını sokuyorlar, bilmedikleri bir konuda kesin hüküm veriyorlar Oysa kıyamet gününün geleceğini kesin bir dille bildiren yüce Allah "gaybın bileni"dir O halde O'nun sözü, ahirete ilişkin kesin bilgiye dayanan doğru sözdür Arkasından yüce Allah'ın bilgisi, tıpkı surenin başlangıcında olduğu gibi evrensel boyutlarda gözler önüne serilir Bu sunuş biçimi bir kere daha kanıtlar ki, bu Kur'an insan sözü, insan eseri değildir Çünkü böyle bir düşünce tarzı normal olarak insan aklının ucundan bile geçmez Okuyoruz: "Göklerdeki ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne yada zerrenin daha küçüğü ve daha büyüğü O'nun bilgisi dışında değildir; bunların tümü apaçık bir kitaptadır" Aynı sözü bir kere daha söylüyoruz: Bu ayetin yansıttığı düşünce biçimi insan işi değildir Bu ifadenin gerek şiir olarak ve gerekse düzyazı olarak şimdiye kadar söylenmiş ve yazılmış olan insan sözleri içinde bir benzeri yoktur İnsanoğlu bilginin sınırsızlığından, ayrıntılığından ve geniş kapsamlılığından söz ederken kavramlaştırmayı düşünemez Ayetin o bölümünü tekrar okuyalım: "Göklerdeki ve yerdeki zerre kadar küçük bir nesne ya da zerrenin daha küçüğü ve daha büyüğü O'nun bilgisi dışında değildir" Ayrıntılı ve geniş kapsamlı bilgiyi tanımlamaya çalışan insan sözleri içinde böylesine çarpıcı bir yaklaşım tarzına hiç rastlamış değilim Gerçek şu ki, her türlü noksanlıktan münezzeh olan yüce Allah, özünü ve bilgisini insan hayalini aşan sıfatlarla nitelemekte, tanımlamaktadır Bu tanımlama sayesinde insanın düşünce ufku genişleyerek kulluk ettiği Allah'ına yükselmekte, sınırlı düşünce kapasitesinin dar çerçevesi içinde O'nu sıfatları ile tanıma imkânına kavuşmaktadır Ayetin son cümlesi olan "Bunların tümü apaçık bir kitaptadır" ifadesinin akla en yakın yoruma göre anlamı her şeyi kaydeden, göklerdeki ve yerdeki bir tek zerreyi, zerrenin küçüğünü ve büyüğünü dışarda bırakmayan Allah'ın bilgisinin kastedildiğidir Bu ayetteki "Zerre kadar küçük bir nesne ya da zerrenin daha küçüğü" ifadesi üzerinde biraz durmak istiyoruz Zerre, yakın zamana kadar cisimlerin en küçük parçası olarak biliniyordu Fakat şimdi atomun parçalanmasından sonra zerrenin daha küçük parçalarının olduğu görülmüştür Bu küçük cisimler atomu oluşturan çekirdek, elektronlar, protonlar ve nötronlar diye anılan parçacıklardır Bilindiği gibi bu ayetin indiği dönemde bu parçacıklardan hiç kimsenin haberi yoktu Gerek kendi sıfatlarının ve gerekse yarattığı varlıkların sırları hakkında kullarına dilediğinden, dilediği oranda bilgi veren Allah ne kadar yücedir! Kıyametin geleceği kesin ve kuşkusuzdur Yüce Allah'ın bilgisi, küçük-büyük hiç bir nesneyi dışarda bırakmayacak derecede geniş kapsamlıdır Niçin? Okuyalım: "Amaç, iman edip iyi ameller işleyenleri ödüllendirmektir Onları bağışlanma ve onurlu bir rızık beklemektedir "Bizimle başa çıkabileceklerini sanarak olanca güçleri ile ayetlerimize karşı çıkanlara gelince onları tiksindirici ve acıklı bir azap beklemektedir" Burada bir hikmet, bir amaç, bir ön-tasarı vardır Bu noktada yaratma olgusuna ilişkin bir ön-tasarı ile karşı karşıyayız Amaç hem iman edip iyi amel işleyenlere ve hem de yüce Allah'a kafa tutarcasına O'nun ayetlerine karşı çıkan küstahlara davranışlarının uygun karşılığını vermektir İman edenlere ve bu imanlarını iyi ameller ile pratiğe yansıtanlara önce "bağışlanma" vardır Bunların günahları affedilecektir Ayrıca onlara "onurlu rızık" verilecektir Bu surede "rızık" terimi sık sık kullanılır Buna göre ahiret nimetlerinin, ahiret mutluluğunun da bu terimle tanımlanması uygun görülmüştür Çünkü ahiret mutluluğu her bakımdan, yüce Allah'ın "rızık" türlerinden biridir Olanca güçlerini ortaya koyarak insanlar ile yüce Allah'ın ayetleri arasına engel koymaya çalışanlara gelince bunlar için tiksindirici, kötü ve acıklı bir azap vardır Ayetin orijinalinde kullanılan "rıcz" sözcüğü "kötü, iğrenç azap" anlamına gelir Bu ceza onların insanları kötü yola sürükleme uğruna harcadıkları küstahca ve ısrarlı gayretlerinin karşılığıdır Görülüyor ki, kâfirler kıyamet gününün gelmeyeceğini kesin bir dille ileri sürüyorlar Oysa bu konu bilgilerinin sınırı dışında kalan bir gayb konusudur Buna karşılık gayb aleminin ortaksız "bilen"i olan yüce Allah, o günün mutlaka geleceğini belirtiyor Bu arada Peygamberimiz de, kıyamet konusunda yüce Allah'ın direktifi çerçevesinde insanlara bilgi veriyor İşte bu vesile ile belirtiliyor ki, "kendilerine bilgi verilenler" Peygamberimize Allah'dan gelen mesajın insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna ileten bir gerçek olduğunu kavrayabilirler ve bu gerçeğin tanıklığını yaparlar Okuyoruz: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )6- Kendilerine bilgi verilenler Rabb'in tarafından sana indirilen mesajın, insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletici bir gerçek olduğunu görürler Bazı klâsik tefsir bilginlerinin yorumlarına göre ayette geçen "Kendilerine bilgi verilenler" yahudi ve hristiyan din adamlarıdır Çünkü bunlar kutsal kitaplarından Kur'an'ın gerçek olduğunu, insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna ilettiğini öğrenmişlerdir Oysa bu ifadenin kapsamı söz konusu yorumun çerçevesine sığmayacak derecede geniştir Sebebine gelince her yerin ve her dönemin bütün bilginleri hangi kuşaktan, hangi inanç sisteminden olurlarsa olsunlar bu gerçeği görebilirler Yeter ki, bilgileri sağlam ve tutarlı olsun, sahiden "bilim" adını taşımaya lâyık bir bilgi olsun Kur'an, bütün kuşaklara açık bir kitaptır Bu kitap her doğru bilgi sahibine kendini kabul ettirecek gerçeği içerir Bu kitap tüm evrenin yapısında saklı olan gerçeği açığa vurur Bu kitap, bu evrenin ve bu evrenin dayanağı olan köklü gerçeğin aslına uygun tercümanı ve özüdür Devam ediyoruz: "Bu kitap, insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletir" Üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yolu, yüce Allah'ın tüm evren için belirlediği ve insanlar için seçtiği yöntemdir Amaç şu insanların adımları ile içinde yaşadıkları şu evrenin adımları arasında uyum sağlamaktır Bu yol şu koca evrenin çeşitli kesimlerine egemen olan yasalar sistemidir Bu kesimlerden biri de insan hayatıdır Zaten insan hayatı ne özünde ne kaynağında ne düzeninde ne hareket tarzında bu evrenden, bu evrende barınan diğer cansız-canlı varlıklardan ayrı ve kopuk değildir Bu kitap, insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletir Bunu nasıl gerçekleştirir? Mü'minin kafasında evrenin bütününe, bu bütünü kaynaştıran bağlara, bu bütünün çeşitli kesimleri arasındaki ilişkilere ve bu bütüne egemen olan değerlere, insanın bu varlık bütünü içindeki yerine, fonksiyonuna ilişkin bir kavram oluşturur İnsanın kendisini de içine alan evren bütününün parçaları arasındaki işbirliğini düşündürür Bu işbirliği sayesinde yüce Allah'ın yaratıklara ilişkin dilediğinin ve hikmetinin nasıl gerçekleştiğini öğretir Evrenin tüm kesimlerinin eşgüdüm içinde, uyarlı adımlarla bu evrenin yaratıcısına doğru nasıl yol aldıklarını belletir Evet, bu kitap insanı üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletir Nasıl mı? Düşünce sistemini düzelterek, onu evrenin insan fıtratına yansıttığı mesajlarla uyumlu hale getirecek esaslar üzerine oturtarak Öyle olunca bu sistem insan düşüncesini, şu evrenin tabiatını, özelliklerini, kanunlarını, yararlanma yollarını; onunla çatışmasız, çekişmesiz ve engelsiz bir iletişimin nasıl kurulabileceğini kavrama yeteneği kazandırır Evet, bu kitap insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletir Nasıl mı? Orjinal eğitim sistemi sayesinde bu amacı gerçekleştirir Çünkü bu eğitim sistemi tek tek fertleri insan toplumu ile uyuşmaya ve iletişim kurmaya hazırlar Bu eğitim sistemi gerek fert ve gerekse toplum olarak tüm insanlık ailesini, şu evrende yaşayan diğer bütün canlılar ailesi ile uyuşmaya ve iletişim kurmaya hazırlar Yine bu eğitim sistemi bütün canlı türlerini içinde yaşadıkları şu evrenin bütünü ile uyum ve bağdaşma halinde olmaya hazırlar Bu eğitim sistemi bütün bu amaçları yalın, zorlamasız ve yumuşak bir yaklaşımla gerçekleştirir Evet, bu eğitim sistemi, insanları üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletir Nasıl mı? Önerdiği sosyal kurumlar ve yasal düzenlemeler aracılığı ile Bu sosyal kurumlar ve yasal düzenlemeler insan fıtratı ile; insan hayatının, insan geçiminin temel şartları ile aynı doğrultudadırlar Bunun yanı sıra diğer canlılara ve tüm cansız varlıklara egemen olan genel kanunlarla da uyum halindedirler İnsanın sosyal kurumları ve yasal düzenlemeleri, bu genel kanunlardan kopuk ve ayrı değildir İnsanlık ailesi bu koca evren çerçevesinde yaralan varlık kesimlerinden biridir Bu kutsal kitap, insanları sözünü ettiğimiz bu yola ileten rehberdir Bu rehberi, hem insanı ve hem de bu yolu yaratmış olan yüce Allah ortaya koymuştur O hem bunun ve hem de onun, yani hem insanın ve hem de bu yolun mahiyetini herkesten iyi bilir Bir yolculuğa çıktığını düşün Eğer o yolu yapan mühendis tarafından dikilen bir işaretle bir yol gösterici ile karşılaşırsan, kendini talihli bir yolcu sayarsın değil mi? Peki öyle bir yolculuğa çıktığını düşün ki, hem yolun ve hem de yolcunun yapıcısının, yaratıcısının önüne koyduğu bir rehberden, bir yol işaretinden yararlanabiliyorsun Bundan daha alâ bahtiyarlık olabilir mi? DİRİLİŞİ YALANLAYANLARIN SÖZLERİ Bu uyarıcı ve yönlendirici dokunuşu izleyen ayetlerde müşriklerin "yeniden dirilme" olgusuna ilişkin sözlerine dönülüyor, onların bu olgudan söz edilince nasıl olağanüstü bir dehşete düştükleri, böyle bir gelişmeyi nasıl acayip ve şaşırtıcı gördükleri anlatılıyor Onlara göre bu olgudan söz eden kimse ya cinlerin çarptığı işitilmedik saçmalıkları kulağına fısıldadıkları bir delidir, ya da uydurma haberler veren, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayalleri diline dolayan bir yalancıdır Okuyalım: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )7- Kâfirler biribirlerine dediler ki; "Ölen vücutlarınız didik didik parçalanıp iyice dağıldıktan sonra yeni bir aşamada tekrar dirileceğinizi ileri süren biri var, onu size gösterelim mi?" 8- "Bu adam Allah adına yalan mı uyduruyor, yoksa deli midir?" Hayır aslında ahirete inanmayanlar, koyu bir sapıklığın ve azabın pençesindedirler İşte müşrikler, yeniden dirilme olayını bu derece garip, tuhaf ve dehşete düşürücü karşılıyorlardı Bu yüzden başkalarına da bu tuhaflık ve şaşkınlık duygusunu aşılamaya çalışıyorlardı Bu aşılama çabasını seslendirirken alaycı ve teşhir edici bir dil kullanıyorlardı Okuyalım: "Ölen vücutlarınız didik didik parçalanıp iyice dağıldıktan sonra yeni bir aşamada tekrar dirileceğinizi ileri süren biri var, onu size gösterelim mi?" Size son derece tuhaf, son derece acayip bir adamı gösterelim mi? Bu adam akla sığmaz, hayale gelmez sözler söylüyor Öldükten, cesetleriniz çürüdükten, organlarınız param-parça olup dağıldıktan sonra yeniden dirileceğini, tekrar varlık sahnesine döneceğini söyleyecek kadar ileri gidiyor Şaşmaya şaşkınlıklarını başkalarına aşılamaya, yadırgamaya ve aşağılama amaçlı teşhire devam ederek şöyle diyorlar: "Bu adam Allah adına yalan mı uyduruyor, yoksa bir deli midir?" Onlara göre insanın böyle bir sözü söyleyebilmesi için ya Allah'a iftira atan, O'na söylemediği sözleri mal etmeye kalkışan bir yalancı, ya da cinler tarafından çarpıldığı için saçmalayan, acayip ve garip iddialar ileri süren bir deli olması gerekir Bütün bu gürültülerin sebebi nedir acaba? Çünkü Peygamberimiz bu adamlara "yeniden diriltileceksiniz" demiştir Peki tuhaflık bunun neresinde? Onlar ilk kez, hiç yoktan yaratılmamışlar mı? Niye bu şaşırtıcı realiteyi, yani hiç yoktan yaratılmışlarının somutlaştırdığı şaşırtıcı olguyu görmüyorlar; Eğer bu olguyu görseler, onun üzerinde kafa yorsalar yeniden yaratılacakları gerçeği kendilerini zerre kadar şaşırtmazdı Fakat adamlar sapıtmışlar, bir türlü doğru yolu bulamıyorlar Bu yüzden bu teşhir amaçlı yaygaralarına bu aptalca şaşkınlıklarına sert ve korkunç bir değerlendirme cümlesi ile karşılık veriliyor Okuyoruz: "Hayır, aslında ahirete inanmayanlar, koyu bir sapıklığın ve azabın pençesindedirler" Burada kâfirlerin "pençesinde" oldukları belirtilen azap ne anlama gelir? Bu ahiret azabı anlamına gelebilir Bu azabın gerçekleşeceği kesin olduğu için şimdi içindeymişler gibi tanımlanmıştır Bunun yanı sıra onlar doğru yola gelme ümidi vermeyen, koyu bir sapıklığın pençesindedirler Fakat buradaki "azap" başka bir anlama da gelebilir Çünkü ahirete inanmayanlar sürekli bir sapıklığın pençesinde oldukları gibi sürekli bir bunalım içindedirler Bu derin anlamlı bir gerçektir Sebebine gelince kalbinde ahiret inancı taşımaksızın yaşayan kimse bitmez bir psikolojik tedirginlik içinde olur Dünyada çektiği sıkıntıların telâfi edileceğine, adaletli bir hesaplaşma gerçekleşeceğine ilişkin hiç umudu, hiçbir beklentisi yoktur Dünyada öyle durumlar, öyle sıkıntılar var ki, insanın kalbinde ahiret beklentisi olmasa bunlara katlanamaz; orada iyilerin ödüllendirileceği ve kötülerin cezalandırılacağı ümidi olmasa insanda kötülüklere karşı sabretme gücü kalmaz İnsana kötülükler karşısında direnme gücü hazırlayacak bir başka beklenti de yine ahirette ortaya çıkacak olan Allah'ın rızası, hoşnutluğudur O ahiret ki, orada küçük-büyük hiçbir davranış hiçbir iyilik ya da kötülük göz ardı edilmez Hesaplaşma konusu olan nesne isterse bir hardal taneciği kadar küçük olsun, ayrıca bu hardal tanesi ister göklerde, ister yerin dibinde ve isterse bir kayanın üzerinde bulunsun, yüce Allah onu buldurup huzuruna getirtir İşte bu ışık ve serin hava pençesinde yoksun yaşayan insan, hiç kuşkusuz sapıklık içinde yaşadığı gibi sürekli bunalım ve tedirginlik içinde de olur Daha dünyadayken, henüz ahiret azabı ile karışlaşmadan bu çifte azabın pençesinde kıvranır Ayrıca ahirete varınca dünyadayken içine düştüğü bu "cezanın" cezası olarak oraya özgü azabını da çekecektir Ahirete inanmak bir nimet, bir rahmettir Yüce Allah bu nimeti ve bu rahmeti bunları hakkeden kullarına verir Bunun için temiz bir kalple Allah'a bağlanmak, gerçeği aramak ve doğru yolu bulma arzusu taşımak gerekir Bana göre ahirete inanmayanların hem koyu bir sapıklığın ve hem de azabın pençesinde olduklarını belirten bu ayetin anlatmak istediği gerçek budur UYARICI GÖRKEMLİ BİR SAHNE Bunu izleyen ayette ahirete inanmayanlar sert bir uyarı ile karşılaşırlar Bu uyarı evrensel bir tabloda somutlaşıyor Onlara şu anda olan canlı bir olay canlılığında sunuluyor Böylece eğer yüce Allah dilerse ve kendileri de içinde bulundukları sapıklıkta ısrar ederlerse bu olayla karşılaşacaklarının kesin olduğu mesajı ile yüzyüze getiriyorlar Bu tablo, ahirete inanmayanların yerin dibine geçirildikleri ve paralanan göğün parça parça başlarına yağdırıldıkları tablodur |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )9- Onlar önlerindeki ve arkalarındaki göğü ve yeri görmüyorlar mı? Dilesek onları yerin dibine geçirir ya da göğü parçalayıp başlarına indirirdik Allah'a bağlı her kulun bundan alacağı ders vardır Bu sahne çarpıcı bir evrensel sahnedir Aynı zamanda o inkârcıların gördükleri ve algıladıkları olaylara dayanıyor Sebebine gelince yerin sarsılarak alt-üst olması doğa olayıdır Ayrıca kimi hikâyelerin ve söylentilerin de konusu olduğu görülür Gökten yere parçaların düşmesi de onlara yabancı bir olay değildir Gök taşları düştüğünde ve şimşek olaylarında bunun benzeri meydana gelmektedir Yani onlar bu sahnede canlandırılan olayların benzerlerini ya görmüşler ya da işitmişlerdir Buna göre bu dokunuş, kıyamet gününün geleceğini ihtimal dışı sayan bu koyu gafilleri uyarabilir Çünkü bu tabloda görüyorlar ki, azap son derece yakınlarındadır Eğer yüce Allah onları daha kıyamet kapmadan, şu dünyadayken azaba çarptırmak istese şu üzerinde gezindikleri yerden ya da başları üzerindeki gökten kaynaklanacak azaplarla onları cezalandırabilir Buna göre ne zaman kopacağını yalnız yüce Allah'ın bildiği kıyamet günü onların pek uzağında değildir Yolunu şaşırmış "fasık"lardan hiç kimse yüce Allah'ın acı süprizlerinden emin olamaz Gözleri önünde çeşitli gök ve yer olayları meydana geliyor Bunların yanı sıra bir yer sarsıntısı sırasında her an toprağın alt-üst olması ya da gök parçalarının başlarına yağması muhtemeldir İşte tevbe edip Allah'a dönen, az önce sözü edilen koyu sapıklığın pençesinde olmayan kalp için bu gerçekten alınacak ders vardır Okuyoruz: "Allah'a bağlı her kulun bundan alacağı ders vardır" Sure bazı şükür ve şımarıklık örnekleri karşımıza çıkarır Bunların yanı sıra yüce Allah'ın çeşitli doğal güçleri ve yaratık dilediği kullarının emrine verdiği anlatılır Bu güçler ve yaratıklar normalde insanın emrine girmez Ama yüce Allah'ın gücü ve dileği insanların normal alışkanlıkları ile kayıtlı değildir Bu örnekler anlatılırken bir kısmı şeytanlara ilişkin olan bazı gerçekler meydana çıkar Bilindiği gibi bazı müşrikler bu şeytanlara tapıyorlar ya da onlardan gayb konuları hakkında bilgi istiyorlardı Oysa gaybın bilgisi şeytanlara kapalı idi Bunun yanı sıra şeytanın, insanı kışkırtmasının, yoldan çıkarmasının mahiyetini öğreniyoruz Aslında şeytanın insan üzerinde hiçbir yaptırım gücü, hiçbir nüfuzu yoktur İnsan, gönüllü olarak şeytana kendini ayartma imkânı vermektedir Bunların yanı sıra yüce Allah'ın şu önlemine dikkatlerimiz çekiliyor Yüce Allah, insanların gizli kalmış davranışlarını ortaya döker, bunları somut olaylar biçiminde meydana çıkarır Amaç bu davranışların karşılıklarının sahipleri tarafından görülmesidir Surenin ilk "aşama"sı gibi, bu "aşama"sı da ahiretten söz ederek noktalanıyor |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )HZ DAVUT'UN AYRICALIĞI 10- Biz gerçekten Davud'a kendi katımızdan ayrıcalık sunduk "Ey dağlar, o tesbih ettikçe siz de söylediklerini tekrarlayın Ey kuşlar sizde" dedik Ayrıca demiri avucunda yumuşattık 11- Ona "İnsan vücudunu iyice saracak geniş ruhlar yap ve zırhların parçalarını biribirine ölçülü biçimde tak" dedik Ey Davudoğulları, iyi ameller işleyiniz Çünkü ben yaptıklarınızı görüyorum Hz Davud, birinci "aşama"nın son ayetinde kullanılan deyimle "Allah'a bağlı" bir kuldu Bilindiği gibi ilk "aşama"nın son ayeti şu idi "Allah'a bağlı her kulun bundan alacağı ders vardır" Okuduğumuz ayetlerin ilkinde bu noktaya işaret edildikten sonra Hz Davud'un hikâyesini anlatıyor Hikâyeye O'na sunulan ayrıcalığa değinilerek giriliyor, arkasından bu ayrıcalığın ne olduğu açıklanıyor Okuyoruz: "Ey dağlar, O tesbih ettikçe siz de söylediklerini tekrarlayın" Bu konuya yer veren kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Hz Davud'un eşi görülmemiş derecede güzel bir sesi vardı Bu güzel sesi ile yanık ilâhiler (mezamir) okurdu Bu ilahilerin bazıları "Kitab-ı Mukkaddes'in "Eski Ant (Tevrat)" bölümünde yer alır Fakat bu ilâhilerin orijinallerine uygun, yani O'nun söylediği ilâhiler olup olmadıklarını Allah bilir Sahih bir hadis kaynağından öğrendiğimize göre Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bir gece sahabilerden Ebu Musa el-Eşari'nın Kur'an okuduğunu işitince olduğu yerde durup güzel sesini dinledikten sonra "Ebu Musa'ya, Hz Davud'un ki, gibi güzel bir ses verilmiştir" dedi Ayet, bize yüce Allah'ın Hz Davud'a sunduğu ayrıcalığı şöyle tanımlar: O tesbihleri sırasında Allah'a bağlılığın ve kendinden geçmişliğin o kadar ileri bir derecesine ermişti ki, kendisi ile evren arasındaki bütün perdeler ortadan kalkmış, özü evrenin özü ile bütünleşmiş, tesbih nameleri evrenin tesbihleri ile birleşmiş, bunun sonucu olarak O'nun tesbih cümlelerini dağlar ve kuşlar tekrar eder olmuştu Çünkü O'nun varlığı ile evrenin varoluşu arasında bir başkalık, bir engel kalmamıştı Bu böyledir Tüm varlıklar yüce Allah ile ortak bir ilişki kurdukları zaman canlı türleri arasında, hatta cansız varlıklar ile canlılar arasındaki farklılıklar ortadan kalkar, bütün varlıklar yüce Allah'ın sunduğu dolaysız ve tek özde buluşur Bu ortak öz, daha önce farklılıkların ve benzemezliklerin perdesi altında saklı idi Fakat yüce Allah'a yönelen ortak tesbihlerde bu özün, varlık türleri arasında iletişim kurduğu, onları ortak bir melodinin titreşimlerinde buluşturduğu görülür Bu öylesine yüce bir arınma, saflaşma ve ışığa dönüşme derecesindedir ki, insan bu düzeye ancak yüce Allah'ın özel bağışı sayesinde tırmanabilir Yüce Allah, bu düzeye yükselttiği kulların maddi varlık perdesini aradan kaldırır, onu ilâhi özüne dönüştürerek tüm evrenle bütünleşmesini sağlar, evrendeki herkesle ve her şey ile dolaysız ve engelsiz bir iletişim kurar İşte Hz Davud'un, Rabb'ini öven, ilâhi okuyan yanık sesi etrafa dağılınca dağlar ve kuşlar bu kutsal nameleri tekrarlıyor; evren, özüne sinen ve ortaksız yaratıcıya yöneltilen bu övgülerin muhteşem korosuna katılıyordu Bu anlar olağanüstü derecede acayip anlardır İnsan bu coşkudan haberdar olmadıkça, hiç değilse ömrünün tek bir anında bu türden bir deney yaşamadıkça, bu evrensel orkestradan yükselen ortak namenin zevkine varamaz Ayetin son cümlesini okuyoruz: "Ayrıca demiri, avucunda yumuşattık" Bu olay, yüce Allah'ın Hz Davud'a sunduğu ayrıcalıkların bir başka örneği idi Ayetlerin havasından anladığımıza göre bu olay, insanların bilgilerine ve deneyimlerine tamamen yabancı olan bir "harika" idi Öyleyse olay, demirin ısıtılarak eritilmesi ve böylece işlenmeye elverişli bir yumuşaklığa kavuşturulması olayı değildi Doğrusunu yüce Allah bilir, ama burada söz konusu olan bir "mucize" idi Bu mucize sayesinde biline gelen yöntemler dışında demir yumuşatılıyordu Gerçi eğer Hz Davud'a demiri ısıtarak yumuşatma yöntemi öğretilmiş olsaydı, bu da başlı başına anlatılmaya değer, Allah vergisi bir "ayrıcalık" olurdu Fakat biz bu ayetlerin yansıttığı havayı ve çağrışımı özenle göz önünde tutuyoruz Ayetlerin yansıttığı hava, mucizeler havası ve uyandırdığı çağrışım, alışılagelmişi aşan "harikalar" çağrışımıdır Devam edelim: "İnsan vücudunu iyice saracak geniş zırhlar yap ve bu zırhların parçalarını birbirine ölçülü biçimde tak" Ayetin orjinalinde kullanılan "sabiğat" sözcüğü "zırhlar" anlamına gelir Elimizdeki bilgilere göre Hz Davud'dan önce zırhlar, tek parçadan oluşmuş metal levhalarından yapılırdı Bu yekpare zırhlar, hem ağır ve hem de içlerindeki vücudun hareket etmesini zorlaştıracak nitelikte idi Bu yüzden yüce Allah, Hz Davud'a ilham yolu ile biribirine geçen, oynak halkalardan oluşmuş zırhlar yapmayı öğretti Böylece zırhların, insan vücuduna göre şekil almaları ve vücudun hareketlerine bağlı olarak esnemeleri mümkün oluyordu Burada Hz Davud'a bu halkaları birbirlerine sağlam biçimde, arada boşluk bırakmaksızın, eklemenin emredildiğini görüyoruz Amaç, zırhın sağlam olması, düşman oklarını geçirecek deliklerinin bulunmamasıdır İşte "zırh parçalarının biribirine ölçülü biçimde takılması"nın anlamı budur Bu emir, tümü ile ilham yolu ile gerçekleşen bir öğretme, bir ders verme mucizesi idi Arkasından Hz Davud'a ve ailesine şöyle sesleniyor: "İyi ameller işleyiniz Çünkü ben yaptıklarınızı görüyorum" Sadece sağlam zırhları yapmakla yetinmeyiniz Yaptığınız her işi özenerek yapınız Elinizden çıkan her işi gören ve bu işin hakkettiği karşılığı size verecek olan Allah'ın sizi sürekli olarak gözetlediğini bir an bile unutmayınız Çünkü O'nun gözünden hiçbir şey kaçmaz, yaptığınız her işte O'nun sürekli gözetimi altındasınız |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )HZ SÜLEYMAN'IN AYRICALIKLARI 12- Süleyman'ın buyruğuna da rüzgârı vermiştik Bu rüzgâr sabahleyin esince bir aylık uzaklığa gider ve akşamleyin de bir aylık mesafeyi aşarak geri gelirdi Onun için erimiş bakırı su gibi akıttık Rabb'inin izni ile yanında çalışan bazı cinleri de buyruğuna sunmuştuk Bu cinlerden buyruğumuzun dışına çıkanlara kızgın alevli ateşin azabını tattırırız 13- Onlar, Süleyman'a, isteği uyarınca mabetler, heykeller, havuz gibi geniş çanaklar ve yerlerinden kımıldatılamaz koca kazanlar yaparlardı Ey Davudoğulları, şükrediniz Kulların içinde şükredenler pek azdır Rüzgârın, Hz Süleyman'ın buyruğuna sunulması konusunda yoğun rivayetler vardır Gerçi orjinal yahudi kaynakları bu konuya hiç değinmez, ama yahudi masallarının gölgesi bu rivayetlerde açıkça seçilir Bu yüzden en iyisi bu rivayetlerden uzak durmak, Kur'an'daki bilgi ile yetinmek, ayetteki sözcüklerin dış anlamını aşmaya kalkışmamaktır Bu anlama göre yüce Allah rüzgârı Hz Süleyman'ın emrine verdi Bu rüzgâr Hz Süleyman'ın direktifi ile belirli bir bölgeye (Enbiya suresinde bildirildiğine göre "Kutsal Topraklar"a) doğru bir ay süreyle esiyor, sonra yine bir ay zarfında geri geliyor Rüzgâr sabahleyin esmeye başlıyor ve bir akşam vakti geri dönüşünü noktalıyor Bir sabah vakti başlayan bu esmenin bir akşam vakti sona ermesi belirli bir amacı gerçekleştirmek için oluyor Bu amacı Hz Süleyman kavrıyor ve yüce Allah'ın emri uyarcınca onu gerçekleştiriyor Bu açıklamaya başka bir söz ekleyemeyiz Eğer konuşmaya devam edersek hiçbir söz bir kurala bağlı olmayan, hiçbir incelemenin süzgecinden geçmemiş olan masallara dalmış oluruz Devam edelim: "Onun için erimiş bakırı su gibi akıttık" Ayette geçen "Kıtr" sözcüğü "bakır" anlamına gelir Ayetlerin akışından anladığımıza göre bu olay, Hz Davud'un avucunda demirin yumuşatılması gibi, olağanüstü bir olaydır, bir mucizedir Acaba nasıl geçekleşti? Yüce Allah, belki yeraltında bulunan bir erimiş bakır birikintisini patlayan bir volkanın lâvları olarak yeryüzüne çıkarmıştır Ya da Hz Süleyman'a ilham yolu ile bakırı nasıl eriteceğini nasıl sıvılaştırıp döküme ve işlemeye elverişli hale getireceğini öğretmiştir ki, bu da hiç kuşkusuz, yüce Allah'ın Hz Süleyman'a bağışladığı büyük bir ayrıcalık anlamına gelir Ayeti okumaya devam edelim: "Rabb'inin izni ile yanında çalışan bazı cinleri de buyruğuna sunmuştuk" Bunların yanı sıra Hz Süleyman'ın buyruğuna bazı cinler de verilmişti Bunlar yüce Allah'ın izni ile Hz Süleyman'ın buyruğu altında çalışıyorlardı Ayetin orjinalinde geçen "cm" sözcüğü "insan'ın göremediği, örtülü varlık" anlamına gelir Bu arada yüce Allah'ın "cin" adını verdiği bir canlı yaratık türü vardır Bu cinler hakkında yüce Allah'ın verdiği bilgi dışında hiçbir şey bilmiyoruz Burada bize bu varlıklardan oluşan bir grubu Hz Süleyman'ın emrine verdiğini bildiriyor Aralarından biri eğer Allah'ın emrine karşı çıkarsa O'nun azabı yakasına yapışır Okuyoruz: "Bu cinlerden buyruğumuzun dışına çıkanlara kızgın alevli ateşin azabını tattırırız" Bu cümle, cinlerin Hz Süleyman'ın buyruğuna sunuluşu hikâyesi tamamlanmadan, araya sıkıştırılan bir değerlendirme cümlesidir Bu cümlenin bu şekilde araya konmasının sebebi belki de cinlerin, yüce Allah'ın emri altında olan varlıklar olduklarını vurgulamaktır Çünkü bazı müşrikler, Allah ı bir yana bırakarak onlara tapıyor, onları ilâhlaştırıyorlardı Oysa bu cümlenin verdiği bilgiden öğreniyoruz ki, cinler yüce Allah'ın emri altındadırlar ve O'nun emrinden sapınca, tıpkı onlara tapan müşrikler gibi azaba çarpılırlar İşte bu cinler Hz Süleyman'ın buyruğuna sunulmuşlardır Okuyalım: "Onlara Süleyman'a, isteği uyarınca mabetler, heykeller, havuz gibi geniş çanaklar ve yerlerinden kımıldatılamaz koca kazanlar yaparlardı" Önce a etin orjinalinde kullanılan aşağıdaki kelimelerin anlamlarını irdeleyelim: "Meharib', "ibadet yerleri, mabetler" demektir "Temasil" "bakırdan, ağaçtan, ya da başka nesnelerden yontulmuş heykeller" demektir Cevabi kelimesinin tekili olan "Cabiye" sözcüğü "içinde su toplanan havuz" demektir Cinler Hz Süleyman'a havuzları andırır irilikte geniş yemek çanakları yaparlardı Bunların yanı sıra O'na öyle koca yemek kazanları yaparlardı ki, bunları çok ağır oldukları için hiç kimse yerlerinden oynatamazdı Bu işler Hz Süleyman'ın cinlere yaptırdığı işlerin bazı örnekleridir O yüce Allah'ın buyruğuna sunduğu bu yaratıkları Allah'ın izni ile dilediği gibi çalıştırabiliyordu Hz Süleyman hakkında bize anlatılan bütün bu olaylar, olağanüstü olaylardır, onların içyüzünü kavramamız ya da nasıl gerçekleştiklerini açıklamamız mümkün değildir Bu konuda yapabileceğimiz tek açıklama söz konusu olayların doğrudan doğruya Allah'ın eseri olan birer "harika" olay olduklarıdır Bu konuda yapabileceğimiz tek ve net açıklama budur Bu ayet, Davudoğulları'na yönelik bir seslenişle sona eriyor Okuyalım: "Ey Davudoğulları, şükrediniz" Yani "Atalarınız Hz Davud'un ve Hz Süleyman'ın kişiliklerinde bunca varlığı ve olağanüstü olayı buyruğunuza sunduk Öyleyse ey Davudoğulları, yaptığınız işleri, Allah'a şükür ifadesi olarak yapınız Yoksa buyruğunuza sunulan olağanüstü imkânlara güvenerek övünmeyiniz, büyüklük taslamayınız İyi amel, yüce Allah'a şükretmenin en iyi göstergesidir Devam ediyoruz: "Kullarım içinde şükredenler pek azdır" Bu cümle hem açıklama hem yönlendirme hem de acı güden bir değerlendirme cümlesidir Kur'an'da, hikâyelere ilişkin değerlendirme yapan bu tür cümlelere sık sık rastlarız Bu cümle bir yandan yüce Allah'ın bağışının ve nimetinin büyüklüğünü dile getiriyor Öyle ki, bu bağışların ve nimetlerin şükrünü yerine getirebilenlerin sayısı az oluyor Öte yandan da yüce Allah'ın bağışı ve nimetleri karşısında kulların şükretmekte ne kadar ihmalkâr davrandıklarını ortaya koyuyor Kullar ne kadar çok şükretseler bile, şükür borçlarını yeterince yerine getiremezler, buna güçleri yetmez Bir de onların şükür borcunu umursamadıklarını, daha baştan ciddiye almadıklarını düşünelim O zaman acaba durum nice olur? Yüce Allah'ın sınırsız nimetlerine karşı "insan" denen gücü sınırlı varlık ne kadar şükredebilir? Eğer siz yüce Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız, onları bitiremezsiniz Bu nimetler insanı başının üstünden, ayaklarının altından, sağından ve solundan sarmış, her yanından kuşatmıştır İnsanın kendisi bu nimetler denizinde kaybolmuş, o denizden taşan bir damladır Başka bir deyimle insanın kendisi bu hesaba sığmaz nimetlerden biridir Bir gün bir grup arkadaşla oturmuş, konuşuyorduk, fikir alış-verişi yapıyor, biribirimize cevap yetiştiriyorduk Aklımıza gelen her şeyi söylüyorduk Bir ara baktık ki, küçük kedimiz "susu" etrafımızda dolanıp duruyor Belli ki, bir şey arıyor Sanki bizden kendisine bir şey vermemizi isteyecek gibi bize bakıyor, ama ne o istediğini bize söyleyebiliyor ve nede biz yaptığı hareketlerden bu isteğinin ne olduğunu anlayabiliyoruz Sonunda Allah, zavallı hayvanın su istediğini aklımıza getirdi Gerçekten hayvanın derdi buymuş, zavallı çok susamıştı Çok susamıştı, ama bunu ne söyleyebiliyor ve ne de işaret yolu ile anlatabiliyordu O zaman yüce Allah'ın biz insanlara yönelik bir nimetini fark ettik Konuşma, söz söyleyebilme, kavrama ve önlem alabilme nimeti idi bu O anda içimiz şükür duyguları ile dolup taştı Ama bizim şükrümüzün O bol nimetlere karşı ne anlamı var ki! Hapiste uzun bir süre güneş yüzü görmekten yoksun bırakılmıştık Bazen bozuk para çapında bir güneş ışını demeti hücremize sızabiliyordu O zaman bu bir demetlik güneşten yararlanmak için bütün hücre arkadaşları sıraya girerdik Sırası gelenimiz bu ışın demetinin karşısına durur, onu yüzünün, ellerinin, göğsünün, sırtının, karnının, ayaklarının üzerinde yapabildiği kadar gezdirirdi Sonra yerini bu nimetten mümkün olduğu kadar, yararlansın diye sıradaki kardeşimize verirdi İşte bu mahrumiyet döneminin sonunda ilk güneşe kavuştuğumuz günü hiç unutamıyorum Daha doğrusu arkadaşlarımızdan birinin o gün yüzünde okuduğum, uçarı hareketlerinde gözlediğim, coşkun sevinci hiç aklımdan çıkmıyor Adam neşesinden uçacak gibi idi Bu arada derin bïr nefes aldıktan sonra çığlık gibi bir sesle şunları söylemişti; "Allah! Aha, işte güneş! Rabb'imizin güneşi doğuşunu sürdürüyor Elhamdülillah!" Güneşlenirken, güneş banyosu yaparken vücudumuzun bu ışınlardan ne kadarını emdiğini hiç düşündük mü? Yüce Allah'ın nimet denizinde yüzdüğümüzün, bu denizin derinliklerine gömüldüğümüzün farkında mıyız? Bu yaygın, her yanı saran, parasız, pulsuz, emeksiz, çabasız, sıkıntısız nimete karşılık acaba ne kadar şükrediyoruz? Eğer yüce Allah'ın nimetlerini bu şekilde gözden geçirmeye devam edersek ömrümüz biter, gücümüz tükenir, fakat yine bu uğurdu fazla bir yol alamayız İyisi mi, Kur'an'ın işaret etme ve dolaylı anlatım yöntemi uyarınca bu uyarıcı işareti yapmakla yetinelim Kalplerin bu işareti irdeleyerek onun izinden gitmesini bekleyelim, şükür nimetinden aldığı pay kadar bu yolda adım atmasını dileyelim Çünkü şükür de başlı başına bir ilâhi nimettir İnsanın bu nimeti elde edebilmesi için tüm samimiyeti ve arınmış kalbi ile Allah'a yönelerek onu hakketmesi gerekir Kur'an ayetlerini okumaya devam ederek hikâyenin son sahnesine geliyoruz Bu sahne Hz Süleyman'ın ölüm sahnesidir Oysa emri altındaki cin'ler efendilerinin öldüğünden habersiz O'nun buyurduğu ağır işleri yapmaya devam ettiriyorlar Sonunda Hz Süleyman'ın dayandığı değneği kemiren bir tahta kurdu olay fark etmelerini sağlıyor Çünkü değnek aşınınca Hz Süleyman'ın cansız vücudu yere yığılıyor ve bunu gören cin'ler O'nun öldüğünü anlıyorlar Okuyoruz: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )14- Süleyman'ın canını aldığımızda ancak değneğini kemiren bir kurt onun öldüğünü cinlere fark ettirdi Onun ölüsü yere düşünce belli oldu ki, eğer cin'ler gaybı bilselerdi, o onur kırıcı angaryaların sıkıntısını çekmeye devam etmezlerdi Rivayete göre Hz Süleyman can verdiğinde elindeki değneğe dayanmış ayakta duruyordu Son derece ağır işlere koşmuş olduğu cin'ler ise öteye-beriye koşuşuyor, bu ağır işlerini yapıyorlardı Hiçbiri efendilerinin öldüğünü fark etmemişti Bu arada bir böcek söylendiğine göre bir tahta kurdu çıkageldi Bu böcek ağaçları kemirerek besinini sağlar Yaşadığı yörelerde evlerin çatılarını, kapılarını ve direklerini oburcu bir iştahla aşındırır Bu yüzden Mısır'ın bazı bölgelerindeki köylerde halk, evlerini yaparken kereste kullanmaktan kaçınır Çünkü bu böceğin ağaç türünden olan bütün yapı bölümlerini kemirip yok edeceğini iyi bilirler İşte bu böcek tarafından kemirilen Hz Süleyman'ın değneği aşınınca ölü vücudu yere yığılıverdi Ancak o zaman cin'ler O'nun öldüğünü anlayabildiler Yukarıdaki ayetin o bölümünü bir daha okuyalım "Onun ölüsü yere düşünce belli oldu ki, eğer cin'ler gaybı bilselerdi, o onur kırıcı angaryaların sıkıntısını çekmeye devam etmezlerdi" İşte bazı müşriklerin taptıkları cin'ler bunlardı Görüldüğü gibi bunlar, yüce Allah'ın kullarından birinin buyruğu altında çalışıyorlar ve bunun yanı sıra "yakın" gaybın bilgisinden bile yoksundurlar Oysa sözü edilen müşrikler onlardan "uzak" gayblere ilişkin bilgi edinebileceklerini umuyorlardı! SEBE HALKININ HİKÂYESİ Davudoğullarına ilişkin hikâyede yüce Allah'a inanmanın, O'nun bağışlarına şükretmenin ve nimetlerini yerinde kullanmanın sayfası sunuluyor Bu sayfanın karşı yüzünde ise Sebe halkının sayfası yer alır Neml suresinde Hz Süleyman ile Sebe kraliçesi arasında geçen olaylar anlatılmıştı Burada Sebelilerin, Hz Süleyman hikâyesini izleyen maceraları sunuluyor Bundan anlıyoruz ki, burada anlatılan olaylar Hz Süleyman ile kraliçenin arasındaki maceradan sonra meydana gelmişlerdir Bu varsayımımızın dayanağı şudur: Sebe halkına ilişkin hikâyenin burada anlatılan bölümünde adamların sahip oldukları nimetler yüzünden şımarmaları, bu yüzden ellerindeki nimetlerin kayboluşu, arkasından birliklerinin bozuluşu ve parçalanıp öteye-beriye dağılmaları gündeme gelmektedir Oysa bu adamlar, Neml suresinde bize tanıtılan ve Hz Süleyman ile arasındaki ilişkilere yer verilen kraliçeleri zamanında güçlü bir devletleri ve son derece mutlu bir hayatları vardı Bunun böyle olduğunu kraliçenin ülkesinden döndüğünde gördüklerini anlatan Hudhudun Neml suresinde okuduğumuz şu sözlerinden anlıyoruz "Ben o yörenin halkını yöneten bir kadınla karşılaştım Allah ona her şeyi vermiş, görkemli bir tahtı var "Onun ve soydaşlarının Allah'ı bir yana bırakarak güneşe secde ettiklerini gördüm" (Neml suresi, 23-24) Bilindiği gibi sonra bu kraliçe Hz Süleyman'la buluşarak alemlerin Rabbine teslim olmuştu İşte burada anlatılan hikâyenin olayları, kraliçenin Allah'a teslim oluşundan sonra meydana gelmişti Bu hikâyede bize, yüce Allah'ın bağışladığı nimetlere karşı şükür görevlerini yerine getirmekten kaçman Sebelilerin başlarına neler geldiğini öğreniyoruz Hikâyenin başında Sebe halkının içinde yüzdüğü bolluğu, refahı ve mutluluğu anlatılıyor, bunun arkasından kendilerine bunca bol nimetler veren yüce Allah'a şükretmelerinin gereği vurgulanıyor Okuyoruz |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )15- Gerçekten bir vadinin sağında ve solunda uzayan iki ovadan oluşmuş Sebe yurdundan alınacak ibret dersi vardır Onlara Rabb'inizin verdiği rızıkları yiyiniz ve O'na şükrediniz, işte size güzel bir ülke ve bağışlayıcı bir Rabb" dendi "Sebe" vaktiyle Güney Yemende yaşamış bir toplumun adıdır Bunların yurtları son derece verimli topraklardan oluşmuştu Bu topraklar üzerinde kurulan uygarlığın bazı izleri günümüze kadar ayakta kalabilmiştir Sebeliler uygarlıkta ileri bir düzeye ulaşmışlardı Öyle ki, güney ve doğu taraflarım saran denizden gelen bol yağmur sularını denetim altına almayı başarmışlar, bu amaçla doğal bir baraj yapmışlardı Bu barajın iki yanında iki dağ yükseliyordu Barajın önüne ördükleri surlarda açılıp kapanabilen kapaklar yapmışlardı Baraj duvarının ardında büyük miktarda su biriktirmişlerdi ve bu suyu gerektiği şekilde kullanıyorlardı Başka bir deyimle son derece büyük bir su kaynağına sahiptiler Bu baraj "Merib barajı" adı ile anılıyordu Ayette geçen "vadinin sağında ve solunda uzayan iki ova" toprak verimliliğinin, bolluğun, refahın ve göz alıcı hayat standardının simgesidir Bu yüzden bu bol nimetleri bağışlayan yüce Allah'ı hatırlatan bir kanıt olarak algılanması istenmiştir Nitekim Sebe'lilere yüce Allah'ın verdiği rızıklardan yararlanırken O'na şükretmeleri emredilmiştir Okuyoruz: "Rabb'inizin verdiği rızıkları yiyiniz ve O'na şükrediniz" Onlara yüce Allah'ın nimetleri hatırlatılıyor Akıllarına ilk gelecek nimet verimli ve güzel yurtları idi Oysa bunun da üzerinde şükür görevlerinde yaptıkları ihmalkârlıkları bağışlama ve kötülüklerine göz yumma nimeti gelir Okuyoruz: "İşte size güzel bir ülke ve bağışlayıcı bir Rabb" Bolluk ve refah biçiminde somutlaşan yeryüzüne dönük cömertlik ile bağışlama, kötülükleri görmezlikten gelme biçiminde ifadesini bulan "gökyüzü cömertliği"ne bir arada kavuşmuşlardır Öyleyse yüce Allah'ı övmelerine, O'na şükretmelerine ne engel olabilir ki? Fakat onlar ne Allah a şükrediyorlar, ne da verdiği nimetleri hatırlıyorlar Okuyoruz: 16- Fakat onlar bu buyruğa sırt çevirdiler Bu yüzden üzerlerine Arim selini göndererek o verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçlı iki çorak ovaya dönüştürdük Adamlar yüce Allah'a hamd etme, iyi amel işleme ve Allah'ın nimetlerini iyiye kullanma görevlerine sırt çevirdiler Bu yüzden yüce Allah, içinde yüzdükleri göz alıcı refahı ellerinden aldı Üzerlerine son derece yıkıcı "Arım" selini gönderdi Kayaları önünde sürükleyen bu korkunç sel kurdukları barajı yıktı Bunun üzerine büyük bir taşkın meydana geldi, seller her yanı silip süpürdü Artık adamların elinde suları biriktirme imkânı kalmamıştı Bu yüzden ortalık susuzluktan kurudu, kavruk yangın yerine benzedi O güzelim bahçeler, üzerinde tek tük bir kaç ağaçtan, bir kaç kuru çalıdan başka bir yeşillik bulunmayan bir çöle dönüştü Okuyalım: "O verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçla iki çorak ovaya dönüştürdük" Ayetin orjinalinde geçen "Hamd" sözcüğü "erik ağacı, ya da her tür dikenli ağaç"; "Esl" kelimesi "Ilgın ağacına benzeyen bir çalı türü" ve "Sidr" sözcüğü ise "Arabistan kirazı" anlamını verir Bu sonuncu ağaç türü, selden ve yıkımdan sonra Sebe'lilerin elinde kalan en işe yarar doğal üründü Fakat çöle dönüşmüş topraklarında bu ağaç türüne artık pek seyrek rastlanabiliyordu Ayetleri okumayı sürdürüyoruz: 17- Yaptıkları nankörlükten ötürü onları işte böyle cezalandırdık Biz nankörden başkasını hiç cezalandırır mıyız ki? Ayetin orjinalinde yaralan "keferu" sözcüğü en akla yakın yoruma göre "nimeti görmezlikten gelmek, nankörlük etmek" anlamına gelir Sebeliler bu sıralarda yine evlerinde-barklarında oturuyorlardı Gerçi artık yoksullaşmışlardı, eski göz kamaştırıcı bolluklarının ve mutluluklarının yerini yokluklar ve sıkıntılar almıştı Fakat bir arada yaşıyorlardı, henüz toplumları dağılmamıştı Ayrıca yurtlarını kuzeylerindeki kutsal kentlere, yani Arap yarımadasındaki Mekke ile Şam yöresindeki Kudüs'e bağlayan uygarlık düzeyleri halâ ayakta idi Kuzeylerinde yer alan Yemen kenti, sözünü ettiğimiz kutsal kentlerle bağlantılı, bayındır bir kent olduğu gibi bu uygarlık merkezleri arasında gidişi-gelişi sağlayan yol bakımlı, işlek ve güvenli idi Ayeti okuyalım: 18- Onların yurtları ile kutsal kentler arasına, birinden bakınca öbürü görünebilen kısa aralıklı kentler serpiştirerek konaktan konağa mesafeleri ölçülebilir bir yolculuk yapmalarını sağladık Onlara "Bu yol boyunca hem geceleyin hem de gündüzün güven içinde yolculuk yapın" dedik Elimizdeki bazı bilgilere göre köyün birinden sabahleyin yola çıkan birisi karanlık basmadan bir sonraki köye ulaşabiliyordu Yani bu yöredeki yolculuk belirli mesafelere bölünmüş, güvenli bir yolculuktu Ayrıca konaklama yerleri arasındaki mesafeler kısa olduğu için yol sıkıntısı çekilmiyordu Fakat Sebe'liler zamanla daha da kötüleştiler Yüce Allah'ın ilk uyarısı onlara faydalı olmadı Kendilerine gelip yüce Allah'a yalvarmaya, ellerinden giden eski mutluluklarını geri vermesini dilemeye yönelmediler Tersine aptallıklarını ve cahilliklerini belgeleyen şu duayı seslendirdiler Önce ayetin tümünü okuyoruz: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )19- Fakat onlar "Ey Rabb'imiz, seferlerimizi uzun aralıklı yap" diyerek kendilerine yazık ettiler Bunun üzerine onları dillere düşürdük, toplumlarını parçalayarak öteye-beriye dağıttık Hiç kuşkusuz sabırlıların ve şükredenlerin bu olaylardan çıkaracakları bir çok dersler vardır Evet, şimdi ayetin başına dönelim: "Fakat onlar Ey Rabb'imiz, seferlerimizi uzun aralıklı yap' dediler" Görüldüğü gibi yakın konaklarla biribirine bağlı kısa aralıklı yolculuklar yerine yılda ancak bir kaç tanesi yapılabilecek olan uzun aralıklı, uzak konaklamalı yolculuklar istiyorlar Anlaşılan kısa aralıklı yolculuklar "seyahat" zevklerini tatmin etmiyor! Bu istek ne kadar şımardıklarını, kendilerine nasıl yanık etmeye kıyabildiklerini gösteriyor Okuyoruz: "Böylece kendilerine yazık ettiler" Duaları kabul edildi Ama şımarıklıklarına yaraşır bir biçimde Okuyalım: "Bunun üzerine onları dillere düşürdük, toplumlarını parçalayarak öteye beriye dağıttık" Göçler yolu ile parçalandılar Rüzgârda savrulan saman yığını gibi Arap yarımadasının çeşitli yörelerine dağıldılar Artık dilden dile dolaşan söylentilere karışmışlar ve heyecanla anlatılan şaşırtıcı hikâyelerin konusu olmuşlardı Oysa bir zamanlar somut varlığı olan, canlı ve dinamik bir millet idiler Devam edelim: "Hiç kuşkusuz sabırlıların ve şükredenlerin bu olaylardan çıkaracakları bir çok dersler vardır" Sabır ile şükür yan yana getirilmiş Yani sıkıntılara karşı "sabır" ve bolluk sırasında "şükür" Sebe'lilerin hikâyesinde hem sıkıntılara karşı sabredenlerin ve hem de bolluk sırasında şükredenlerin alacakları dersler vardır Bu ayet bu şekilde yorumlanabileceği gibi şu şekilde de yorumlanabilir Bu ikinci yoruma bağlı olarak yukarda okuduğumuz "Onların yurtları ile kutsal kentler arasına birinden bakınca öbürü görülebilen kentler serpiştirdik" ayetindeki "birinden bakınca öbürü görülebilen" deyiminin anlamı "çevrelerine karşı üstünlük sağlamış güçlü kentler" olabilir Bu güçlü kentlerin komşusu olan Sebe'lilerin yurdu ise o sırada yoksul düşmüş, kupkuru bir çöle dönüşmüştü Bu yüzden hayvanlarını otlatabilecekleri, sulak yerler aramaya koyuldular Günlerini, hayatlarını hep bu "arama"lar uğruna harcıyorlardı Bu sıkıntılı hayata dayanamadılar Yüce Allah'ın bu sınavına katlanamadılar Bu yüzden "Ey Rabb'imiz seferlerimizi uzun aralıklı yap" yani "Ey Rabb'imiz artık yorgun düştük, seferlerimizin sayısını azalt" diye dua ettiler Fakat dualarının kabul edilmesini hakkettirecek şekilde Allah'a bağlanmamışlar, emirlerine sarılmamışlardı Vaktiyle bolluk yüzünden şımardıkları gibi şimdi de sıkıntılar karşısında sabırsız davranıyorlardı Bu yüzden yüce Allah, onlara hakkettikleri karşılığı verdi Toplumlarını parçalayarak öteye-beriye dağıttı O göz alıcı uygarlıklarından geriye sadece bir takım harabeler, dilden dile gezen söylentiler ve halk arasında anlatılan hikâyeler kaldı Buna göre ayetin sonunda yer alan "Hiç kuşkusuz sabırlıların ve şükredenlerin bu olaylardan alacakları dersler vardır" şeklindeki değerlendirme cümlesi adamların nimetlere karşı az şükretme1erini ve sıkıntılar karşısındaki sabırsızlıklarını vurgulayan, konu ile uyumlu bir yorum olur Bana göre bu ayet böyle de açıklanabilir Tabii ki, ne demek istediğini tek bilen, yüce Allah'dır ALLAHIN DEĞİŞMEZ YASASI Sebe'lilere ilişkin hikâyenin sonunda hikâyenin sınırlı çerçevesi aşılarak genel kapsamlı ilâhi tasarının değişmez yasaları ile yüzyüze geliyoruz Burada bize hikâyenin tümünden süzülen hikmet, hikâyenin olaylarında ve bu olayların arkasında saklı duran ilâhi plan ve tasarı açıklanıyor Okuyoruz |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )20- Şeytan, onlara ilişkin beklentisini gerçekleştirmiş ve bir grup mü'min dışında hepsi ona uymuştu 21- Aslında şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu, hiçbir yaptırım gücü yoktu Ama biz ahirete inananları, o konuda kuşku içinde olanlardan ayırd etmek istedik Her şey, senin Rabb'inin gözetimi altındadır Acaba Sebe'liler neden bu yolu izlediler de sonunda böyle bir akıbetle yüzyüze gelmeyi hakkettiler Çünkü şeytan onları ayartabileceğine ilişkin tahmininde haklı çıkarak onları doğru yoldan çıkarmayı başardı Okuyoruz: "Şeytan onlara ilişkin beklentisini gerçekleştirmiş ve bir grup mü'min dışında hepsi ona uymuştu" Normal olarak her toplumda aynı şey olur Yani şeytana uymuş her toplumda şeytan'ın kışkırtmalarına karşı kararlılıkla direnen küçük bir grup bulunur Bu küçük grup herkese şunu kanıtlar Ortada değişmez bir gerçek vardır Onu arayan tanır Onu bulmak, ona sarılmak isteyen kimse, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, onu bulabilir Ayrıca şu gerçeği akıldan çıkarmamak gerekir: Şeytan'ın bu adamlar üzerinde karşı konulmaz, bir yaptırım gücü, önünde durulmaz bir nüfuzu yoktur Onlar onun iradesi karşısında eli-kolu bağlı tutsaklar değildirler Gerçi şeytan'a, onları ayartma izni verilmiştir Bunun hikmeti şudur: Gerçeğe bağlı olanlar bu bağlılıklarını sürdürsünler, buna karşılık gerçeği istemeyenlerin, onu bulmak için çaba harcamayanların ayakları kaysın Başka bir deyimle "Kimlerin ahirete inandıkları" kimler imanları aracılığı ile sapık yola düşmekten korundukları meydana çıksın Bu kimseler "Ahiret konusunda kuşku içinde olanlardan" ayırd edilsin Ahirete kesinlikle inananlar ile bu konuda tereddüt içinde bocalayanlar, şeytan'ın kışkırtmalarına pas verenler, yüce Allah'ın gözetimi altında olduklarını bilmeyenler ve ahiret gününün beklentisi içinde olmayanlar biribirine karışmasınlar Yüce Allah, olup biten her gelişmeyi, bu gelişmeler daha ortaya çıkmadan, insan gözü ile görülmeden önce bilir Fakat olayların ve davranışların karşılıkları, bu olayların ve davranışların somut olarak insanların dünyasına yansımalarına bağlıdır Bu engin ve açık alanda yüce Allah'ın olayları ve gelişmeleri planlayıp yönlendiren iradesinin alanı ile şeytan'ın insanları ayartma alanı yer alır Fakat bu alandaki şeytan'ın yetkisi sınırlıdır, onun insanlar üzerinde karşı durulmaz, baş edilmez bir otoritesi yoktur Ona insanları ayartma yetkisinin tanınması, yüce Allah'ın bilgisinde saklı olan akıbetlerin ve sonuçların pratikler dünyasında ortaya çıkması içindir Bu geniş alanda Sebe'lilerin hikâyesi ile her zaman ve her yerde yaşayan bütün toplumların hikâyeleri bütünleşir Buna göre ayetin metnin çerçevesi ve sonunda yer alan değerlendirme cümlesinin kapsamı da genişlik kazanır Başka bir deyimle bu değerlendirme, sadece Sebelileri ilgilendiren, özel bir yorum olmaktan çıkarak bütün insanlığın durumunu anlatmaya elverişli bir açıklama niteliği kazanır Evet, okuduğumuz hikâye şeytana uyup yoldan çıkma ile doğru yolu bulmanın, bu iki olgunun her zaman ve her yerdeki sebeplerinin, sonuçlarının, şartlarının ve amaçlarının hikâyesidir Devam ediyorum: "Her şey senin Rabb'inin gözetimi altındadır" Hiçbir şey gözden kaçmaz, kayıplara karışmaz Hiçbir şey ihmale uğramaz, göz ardı edilmez Görüldüğü gibi surenin bu ikinci "aşama"sı, tıpkı ilk "aşama"sı gibi ahiretten söz ederek, yüce Allah'ın bilgisini ve yoğun gözetimini vurgulayarak sona eriyor Bu iki konu zaten surenin tümünün ağırlık verdiği, özenle tekrarladığı konulardır Surenin bu "aşama"sını Allah'a ortak koşma ve O'nun birliğini onaylama konuları üzerine düzenlenmiş kısa bir gezi oluşturur Gezi kısadır, ama insan kalbini evrenin tüm alanlarında dolaştırır Bu gezide insan kalbi, evrenin görünen ve görünmeyen bölümlerini, algılanabilir kesimleri ile "gayb" alemini oluşturan kuytuluklarını, göklerini ve yeryüzünü, dünyasını ve ahiretini izleme fırsatını bulur İnsan kalbi, bu gezi sırasında, eklemleri titreten, yüce Allah'ın ululuğu karşısında onları kendinden geçirten korkunç tablolar önünde durdurulur Bunun yanı sıra insan rızkının, insan kazancının, ahiret hesaplaşmasının, hesaplaşma sonundaki ödülün ve cezanın mahiyetlerini açıklayan uyarıcı tablolar önünden geçirilir Kimi zaman kendini büyük kalabalıklara karışmış bulurken kimi zamanda tek başına, yapayalnız, kimsesiz ve herkesten ayrı düşürülmüş durumda kalır Bütün bu tablolarda frekans yüksek, cümleler kısa ve kesin, mizrap darbeleri serttir; bu cümlelerin ilk sözcüklerini oluşturan "de ki, de ki, de ki," sözcükleri inkârcıların beynine balyoz gibi iner, kanıtlarını dobra dobra haykırır, mesajlarını son derece güçlü ve etkili bir çarpıcılıkla yüzlere vurur |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )DOKUNAKLI BİR GEZİNTİ 22- Müşriklere de ki; "Allah dışında ilâh olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız bakalım Onlar ne göklerde ve ne de yeryüzünde zerre kadar bir şeye sahip değildirler Gökler ile yeryüzü üzerinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi onların hiçbiri Allah'ın yardımcın da değildir " Burada gökleri ve yeryüzünü kapsamına alan geniş alanlı bir meydan okuma ile karşı karşıyayız Cümle cümle okuyalım: "Müşriklere de ki; Allah dışında ilâh olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız' bakalım" Onları çağrınız da gelsinler Gelsinler de söylesinler bakalım, göklerde ve yeryüzünde önemli ya da önemsiz neyin sahibidirler? Ya da bu soruya onlar yerine siz cevaplandırın Devam ediyoruz: "Onlar ne göklerde ve ne de yeryüzünde zerre kadar bir şeye sahip değildirler" Bu düzmece ilâhların göklerde ve yeryüzündeki en küçük bir şeyin mülkiyetini iddia etmeleri mümkün değildir Çünkü herhangi bir şeyin sahibi o şeyi istediği gibi kullanır Peki bu düzmece ilâhların yüce Allah'ın mülkiyeti dışında kalan bir şeyleri var mı? Bu uçsuz-bucaksız evrende hangi nesneyi bir mülkiyet sahibinin rahatlığı ile serbestçe kullanabilirler? Bu düzmece ilâhların yerde ve göklerde zerre kadar ortaksız bir mülkleri olmadığı gibi ortak sıfatı ile de hiçbir mülkleri yoktur Okuyoruz: "Gökler ile yeryüzü üzerinde hiçbir ortaklıkları yoktur" Yüce Allah hiçbir konuda bunlardan yardım almaz Çünkü O'nun hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur Okuyoruz: "Bunların hiçbiri Allah'ın yardımcısı da değildir" Anlaşılan ayetin bu cümlesinde yüce Allah'a koşulan düzmece ortakların belirli bir türüne değiniliyor Bu "belirli tür" meleklerdir Bilindiği gibi Araplar melekleri, yüce Allah'ın kızları sayarlar ve O'nun katında kendilerine aracılık yapacaklarını ileri sürerlerdi Belki de onlar "Biz onlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" diyenler arasındaydılar (Zümer Suresi, 3) Bundan dolayı bir sonraki ayette meleklerin onlara aracılık edeceği şeklindeki beklentileri kesinlikle reddediliyor Bu red açıklaması yüce Allah'ın huzurunda tüyler ürpertici bir sahnede yapılıyor Okuyalım: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )23- Allah katında O'nun izin verdiği kimseler dışında hiç kimse şefaat, aracılık edemez Bu konuda izin bekleyenlerin yüreklerini ürperten korku yatıştırılınca biribirlerine "Rabb'iniz ne dedi?" diye sorarlar Cevap verenler "O gerçeği söyledi, O yüce ve büyüktür" derler Evet, ayetin baş tarafını bir daha okuyalım: "Allah katında O'nun izin verdiği kimseler dışında hiç kimse şefaat, aracılık edemez" Demek ki, aracılık (şefaat) yüce Allah'ın iznine bağlıdır Yüce Allah da kendisine inanmayanlara, O'nun merhametine lâyık olmayanlara aracılık edilmesine izin vermez Müşrikleri ise kendileri hakkında ilke olarak aracılık izni verilmeye lâyık değildirler Buna göre böyle bir izin ne meleklere ve ne de diğer aracılık edebilecek kimselere verilmez Sonra aracılık olayının gerçekleştiği sahne tasvir edilir Bu sahne tüyleri diken diken edecek derecede korkunçtur Okuyoruz: "Bu konuda izin bekleyenlerin yüreklerini ürperten korku yatıştırılınca biribirlerine Rabb'iniz ne dedi?' diye sorarlar Cevap verenler O gerçeği söyledi O yüce ve büyüktür' derler" Bu sahne "zor gün"ün, yani kıyamet günün sahnelerinden biridir Burada kalabalıklar ayakta dikiliyor Gerek aracılar ve gerekse aracılardan medet umanlar aracılık etmeye lâyık görülenlere yüce Allah tarafından izin verilmesini bekliyorlar Bekleme suresi uzuyor Süre uzadıkça bekleyenlerin sabrı daralıyor Yüzler endişeli ve gergindir Hiç kimseden çıt çıkmaz "Acaba yüce Allah bana izin verecek mi?" beklentisinin heyecanı ile çarpan kalpler yuvalarından fırlayacak gibidirler Bu arada yüce Allah'ın korkunç buyruğu duyulur Bunun üzerine hem aracılık yetkisi isteyenler ve hem de aracılıktan medet umanlar titreme nöbetine tutulurlar Kavrama yetenekleri işlemez olur Fakat; "Bu konuda izin bekleyenlerin yüreklerini ürperten korku yatıştırılınca" Kapıldıkları korku hafifleyince ve tutuldukları titreme nöbeti geçince; "Biribirlerine Rabb'iniz ne dedi?' diye sorarlar" Bu soruyu biribirlerine sorarlar Belki de bazıları kendilerini zorla da olsa toparlayabilmişlerdir Bu arada; "Cevap verenler O gerçeği söyledi' derler" Belki de bu kısa ve özlü cevabı verenler, en önde gelen meleklerdir Evet O gerçeği söyledi Rabb'iniz gerçeği söyledi Genel geçerli, ezeli ve dolaysız gerçeği Zaten O'nun her sözü gerçektir Çünkü; "O yüce ve büyüktür" Bu niteleme cümlesi "yüce"lik ve "büyük"lük imajlarının beyinlerde somutluk kazandıkları bir ortamda karşımıza çıkıyor Bu kısa ve özlü cevap, sahneye egemen olan korkunun, dehşetin çapını gösteriyor Duyulan korku o kadar büyüktür ki, ağızlardan sadece bir tek cümle çıkabiliyor! İşte korkunç şefaat sahnesi ve işte meleklerin, yüce Allah'ın huzurunda gerçekleşen bu sahnedeki pozisyonları Bu sahneyi izledikten sonra hiç kimse onların yüce Allah'ın ortakları ve müşriklerin Allah katındaki aracıları olduklarını ileri sürebilir mi? KORKUNÇ TABLODUR Bu tablo, izlediğimiz korkunç, ürpertici, dehşetli ve çetin kıyamet sahnesinin ilk tablosudur Bu sahnenin bir ikinci tablosu daha vardır Bu tabloda "rızık" konusu gündeme getirilir Müşrikler "rızık"tan yararlanırlar, fakat kaynağını göz ardı ederler Oysa rızkın kendisi yaratıcının, bu rızkı verenin, onu kimi zaman bol akıtırken kimi zaman kısanın tekliğini, ortaksızlığını kanıtlar Okuyoruz: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )24- Ey Muhammed, müşriklere "Gerek göklerden inen ve gerekse yerden çıkan rızıkları size sunan kimdir?" diye sor Sonra de ki; "Allah sunuyor Öyleyse ya biz doğru yoldayız ve siz açık bir sapıklık içindesiniz, ya da bunun tersi doğrudur " "Rızık" konusu müşriklerin gündelik hayatında yeri olan bir realitedir Gökten inen "rızık" türleri vardır Yağmur, sıcaklık, ışık, aydınlık gibi Bunlar ayetin indiği dönemde bilinen başlıca gök kaynakları rızık türleri idi Bunların dışında yine gökten kaynaklanan nice "rızık" türleri var ki, insanoğlu onları gün geçtikçe tanıyabilmektedir Yer kaynaklı "rızık"ların başlıcaları ise bitkiler, hayvanlar, yeraltı suları, sıvı enerji kaynakları, madenler ve toprak-altı hazineleridir Bunların dışında gerek eski insanların da bildikleri ve gerekse zamanın akışı içinde varlığı keşfedilen daha nice yeryüzü kaynaklı "rızık" türleri vardır Şimdi ayetin cümlelerine dönelim: "Ey Muhammed, müşriklere Gerek göklerden inen ve gerekse yerden çıkan rızıkları size sunan kimdir?' diye sor Sonra de ki; Allah sunuyor" Bu konuda sana ne itiraz edebilirler ve ne de yüce Allah'dan başka birinin rızık verici olduğunu ileri sürebilirler Evet "De ki; Allah sunuyor" Sonra aranızdaki anlaşmazlığın çözümünü yüce Allah'a havale et Çünkü iki taraftan biriniz doğru yolda ve öbürünüz sapık yoldasınız Onlarla aynı yolun yolcusu olamayacağın gibi her ikiniz doğru yolda ya da her ikiniz de sapık yolda olamazsınız Okuyoruz: "Öyleyse ya biz doğru yoldayız ve siz açık bir sapıklık içindesiniz ya da bunun tersi doğrudur" Burada tartışma edebi ile ilgili son derece ılımlı ve hoşgörülü bir örnek karşısındayız Görüldüğü gibi Peygamberimiz, müşriklere önce "aramızdan biri kesinlikle doğru yolda ve öbürü sapık yoldadır" diyor, arkasından kimin doğru yolda olduğunu ve kimin sapık olduğunu belirlemeyi atlıyor Böylece karşı tarafı günahla öğünme kompleksine düşürmeksizin, tartışma ve atışma heyecanına kaptırmaksızın soğukkanlı bir zihinle olayı düşünüp değerlendirmeye çekmek istiyor Çünkü Peygamberimiz bir yol gösterici, bir öğretmendir Onun biricik amacı müşrikleri doğru yola iletmek, doğru ile buluşturmaktır; yoksa onları tartışmada susturup küçük düşürmek peşinde değildir Tartışma böylesine nazik ve düşündürücü bir çerçeve içinde yürütülünce mevki ve makam sarhoşu inatçıların, yenilemeyi ve boyun eğmeyi hazmedemeyen burnu büyüklerin kalplerini etkileyebilir, onları soğukkanlı biçimde düşünerek iyice ikna olmaya sevk edebilir Peygamberimizin bu üslubu tartışma edebine ilişkin seçkin bir örnektir; bu dâvanın savunucuları tarafından incelenmesi, göz önünde tutulması gerekir Kıyamete ilişkin bu sahnenin bir üçüncü tablosu daha vardır Bu tabloda her kalbin işlediği amelin, yaptığı işlerin ve sorumluluğunun karşısında dikildiğini görüyoruz Bu tablonun sözlerine aynı nezaket, aynı ölçülülük ve aynı tolerans egemendir Okuyalım: |
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub ) |
11-04-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Sebe Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )25- De ki; "Ne bizim suçlarımız size sorulacak ve ne de sizin işlediğiniz kötülükler bize sorulacaktır " Bu ayet, belki de, Peygamberimizi ve çevresindeki mü'minleri sapık ve günahkâr sayan müşriklere verilmiş bir cevaptır Bilindiği gibi müşrikler, müslümanlara "atalarının dininden dönmüşler" anlamına gelmek üzere "sabiiler (dönekler)" yaftasını yapıştırmışlardı Batıl yanlılarının hak yanlılarını böylesine küstahça ve arsızca sapıklıkla suçladıklarını sık sık rastlamak mümkündür Ayeti bir daha okuyalım: "De ki; Ne bizim suçlarımız size sorulacak ve ne de sizin işlediğiniz kötülükler bize sorulacaktır" Her kesin yaptığı iş kendi hesabına işlenir Herkes sorumluluğu ve davranışının karşılığı ile başbaşadır Herkes kendi tutumunu değerlendirme süzgecinden geçirerek kurtuluşa doğru mu, yoksa felâkete doğru mu gittiğini belirlemelidir Bu nazik dokunuşla müşrikler uyarılmakta, düşünmeye, durumlarını değerlendirmeye ve gelecekleri hakkında kafa yormaya özendirilmektedirler Gerçeği görüp arkasından ikna olmanın ilk adımı budur Sonra bu kıyamet sahnesinin dördüncü tablosu ile yüzyüze geliriz Okuyalım: 26- De ki; "Rabb'imiz bizi biraraya getirecek, sonra aramızdaki uyuşmazlıkları hak uyarınca çözecektir O son derece âdil bir yargıç ve her şeyi bilendir İlk başta, yani dünyada, yüce Allah hak yanlıları ile batıl yanlılarını biraraya getiriyor Maksat hak ile batıl yüzyüze gelsin, hak yanlıları insanları yollarına çağırsınlar, hak dâvanın savunucuları olanca gayretlerini ve maharetlerini ortaya koysunlar Bu aşamada işler karışık, karmaşık ve belirsizdir Hak ile batıl arasında amansız bir çekişme meydana gelir Kimi zaman kuşkular, kanıtların önüne geçer Kimi zaman batıl, hakkı (gerçeği) örter Fakat bütün bu karışıklıklar belirli bir zamana kadardır Sonra günü gelince yüce Allah, iki taraf arasındaki anlaşmazlığı hak ilkesi uyarınca çözümler, iki taraf arasında ayırd edici, sayfaları belirleyici, kesin ve son hükmünü verir Çünkü O; "Son derece adil bir yargıç ve her şeyi bilendir" O hak yanlıları ile batıl yanlılarını bilerek, tanıyarak, kılı kırk yararak son kararını verir Böyle demek, yüce Allah'ın hükmüne ve kararına güvenmek demektir Yüce Allah kesinlikle son hükmünü verecek, hak ile batılı biribirinden ayıracak, hakkın yüzünden belirsizlik perdesini sıyıracaktır O sadece belirli bir sürenin sonuna kadar işlerin karışık kalmasına göz yumar Hak yanlıları çağrı görevlerini yapmaya fırsat bulabilsinler diye hak yanlıları ile batıl yanlılarını biraraya getirir O karışık ortamda hak yanlıları olanca çabalarını harcasınlar, olanca maharetlerini ortaya koysunlar ister Sonra O buyruğunu yürütecek, son sözünü söyleyecektir Ayrıca yüce Allah bu son sözünü ne zaman söyleyeceğini kendisi bilir Bu sözün söyleneceği, bu hükmün verileceği zamanı belirlemek, hiç kimsenin yetkisinde değildir Hiç kimsenin o zamanı öne aldırması da düşünülemez Hak ile batılı biraraya getiren de Allah'dır, onları biribirinden ayıran da Çünkü O; "Son derece adil bir yargıç ve her şeyi bilendir" Sonra bu kıyamet sahnesinin sonuncu tablosu karşımıza çıkar Bu tablo yüce Allah'a ortak koşulan düzmece ilâhlara yönelik bir meydan okuma içermesi bakımından ilk tabloya benzer Okuyoruz: |
|