Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
fizilalil, kuran, kutub, saffat, seyyid, suresi, tefsiri

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



Fizilal-il Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

1- Andolsun sıra sıra duranlara ·

2- Önlerindekini sürdükçe sürenlere ·

3- Zikir okuyanlara ·

4- Ki, ilahınız birdir ·

5- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir Doğuların da Rabb'idir
Sıra sıra duranlar, sevk ve idare edip men edenler ve okuyanlara Bunlar bir grup meleklerdir Allah burada onları sadece kendisinin bildiği sadece kendisi tarafından bilinen davranışlarla zikreder Bu melekler namazda ayakları ile saf tutmuş olabilecekleri gibi Allah'ın emrini beklemeden kanatları ile de saf tutmuş olmaları da mümkündür Saf bağlayan melekler böyledir Bağırıp azarlayarak men edenler ise mesele bağırıp çağırılarak men edilmeyi hak etmiş asilerin ruhlarını alırken, men edenler veya kıyamet günü toplanma ve cehenneme sevk etme sırasında bağırıp-çağırarak onları sürenler, yahut herhangi bir durumda ve yerde o asileri azarlayarak süren meleklerdir Zikri okuyanlar Kur'an'ı ya da başka bir Kutsal Kitab'ı okuyanlar yahut da Allah'ı anarak tesbih edenler olabilir

Allah, meleklerin bu zümresi üzerine birliğine yemin etmektedir: "Ki, ilahınız birdir" Daha önce belirttiğimiz gibi, bu yeminin sebebi, cahiliye devri Arapları arasında yaygın olan meleklerin Allah'a nisbet edilmesi, onların -zanlarına göre- Allah'ın kızları olması dolayısı ile melekleri ilah edinmeleri masalıdır Bu yeminden sonra Allah kendisini kullarına, birliğine uygun sıfatlarla tanıtır:

"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir Doğuların da Rabb'idir"

Şu gökler ve yeryüzü insanların gözleri önüne dikilmiştir Onları yoktan var eden, yaratan ve şu müthiş kâinatı idare eden yaratandan söz etmektedirler Bu, öylesine müthiş bir mülktür ki, hiç bir kimse onu yaratmaya ve idare etmeyi iddia edemeyeceği gibi, hiçbir kimse onun yaratıcısının mutlak kudretini ve gerçek Rabb'lığını itiraf etmekten kaçınamaz

Bunlar, göklerin ve yerin arasında olan, hava, bulut, ışık, nur ve insanoğlunun mahiyetleri hakkında peyderpey bilgi sahibi olabildiği ve bilmedikleri yanında mahiyetlerinden öğrenip ortaya çıkardıkları, çok az olan ince yaratıklardır

Gökler, yeryüzü ve bunlar arasındaki korkunç uzaklık, büyüklük, çok hassas dengeler, çeşitlik; güzellik, ahenk İnsanoğlu -eğer kalbi uyanıksa- bunlar karşısında derin bir etki duymaktan, son derece güzellik müşahede etmekten ve uzun bir düşünceye dalmaktan kendisini alamaz İnsan ancak, kalbi ölmüş ve hayret verici şeylerle dopdolu olan şu kâinatın etkisi karşısında etkilenip tepki gösterme gücünü kaybetmişse, ancak bu takdirde şu büyük yaratma olayının karşısında etkilenip duygulanmadan ve düşünmeden geçip gidebilir

Doğuların da Rabb'idir"

Her yıldızın doğduğu bir yer vardır Her gezegenin doğduğu bir yer vardır Şu engin göklerin her yöresinde birçok doğuş yerleri vardır Bu ilahi ifadede, yaşadığımız şu yer küremizde meydana gelen bir realiteye de düşündürücü bir şekilde temas edilmektedir Şöyle ki; yerküre güneşin karşısında ekseni etrafında dönerken dünyanın çeşitli yörelerinde ard arda "doğu"lar ve "batı"lar oluşmaktadırlar Güneşin karşısında yer alan yörenin "doğu"su oluşurken, bunun karşısındaki yörenin de "batı"sı meydana gelmektedir Sonra yerküre dönmesine devam ettiğinden, bir sonraki yörenin doğusu oluşurken, buna karşın diğer yörenin de "batı"sı oluşmakta böyle sürüp gitmektedir

Bu gerçeği Kur'an-ı Kerim nazil olduğu zamanlar insanlar bilmiyorlardı İşte o eski zamanda bunu onlara Allah haber vermiş oluyordu Şu yeryüzünde doğuların arka arkaya gelmesindeki çok hassas düzen, doğuların doğduğu yerlerde şu kainatı saran hayret verici güzellik İşte bunların insanoğlunun kalbine etki etmesi doğaldır Bunlar insanı eşsiz şekilde yaratıcısının sanat üzerinde düşünmeye ve yaratıcı ve idare edici Allah'ın birliğine imana çağırması da normaldir Çünkü o "yaratıcı", güzel ve hassas yapısında farklılık göstermeyen tek bir sanatın meyveleri arasından ortaya çıkmaktadır

Bir olan Allah'ın sıfatları arasında bu sıfatın burada zikredilmesi bu yüzdendir Bu surede, bu ayetlerden sonra gelen ayetlerde, sema'dan ve "doğu" lardan bahsedilmesinin başka bir gerekçesi daha vardır Onu da orada gezegenden, ateş almış yanan yıldızlardan, şeytanlardan ve yıldız mermilerinin atılmasından söz ederken göreceğiz

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



6- Bize en yakın göğü, bir süsle ve yıldızlarla süsledik

7- Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk

8- O şeytanlar, yüce alemi (Mele-i A'la'yı) dinleyemezler; her yandan kendilerine mermi gibi yıldızlar atılır

9- Kovulup atılırlar Ve onlar için sürekli azap vardır

10- Ancak meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan olursa, onu da delen ve yakan alevli yıldızlar takip eder

Yüce Allah, surenin başında müşriklere uydurulan masalın meleklere ilişkin bölümüne temas ettikten sonra, burada da o masalın şeytanlara ilişkin ikinci yarısına değinmektedir Cahiliye Arapları, Allah ile cinler arasında bir hısımlık olduğuna inanıyorlardı İçlerinden bazıları gerek bu yüzden ve gerekse şeytanların seçkin melekler topluluğu (Mele-i A'la) ile ilişkileri olacağı varsayımı ile gaybı bileceklerini düşünerek şeytanlara tapıyorlardı

Göklerin, yeryüzünün ve aralarında olanlarla "doğu"ların zikrinden sonra, "doğu"lar da ister yıldız ve gezegenlerin doğusu olsun, isterse yeryüzü bölgelerine arka arkaya gelen "doğu"lar olsun ister her ikisi birden olsun ve bunların nurları ve ışıklarından söz edildikten sonra söz sırası yıldızlara gelmektedir

"Bize en yakın göğü, bir süsle ve yıldızlarla süsledik"

Bu süsü görmek ve bu kâinatın kuruluşunda ana unsurun "güzellik" olduğunu kavramak için gökyüzüne bir kez bakmak yeterlidir Orada sanatkârın sanatında eşsiz bir var ediş, güzel bir ahenk görürsünüz Orada "güzellik" derinde ve karakterdedir, yoksa gelip geçici ve yüzeysel değildir Sanatkârın tasarımı, yaratmada güzellik ve aynı derecede "görevi eksiksiz yerine getirme" üzerine kuruludur Gökte her şey bir ölçü üzeredir Her şey görevini hassasiyetle yerine getirir Gökyüzü her şeyi ile güzeldir

Gökyüzü Üzerine serpilmiş yıldızlar Bu tablo, insanın gözünün görebileceği en güzel tablodur Göz bu tabloya bakmaya doyamaz Her yıldız ve her gezegen gözünü ışık-ışık büzüp sana dikmektedir Sanki sana bir göz atan sevgi gözüdür o Ona göz attığın zaman sanki gözünü yumup kaybolmakta, ondan yüzünü çevirdiğinde tekrar canlanmakta ve parlamaktadır Gönüllere bir teselli olmak üzere geceden-geceye ve bir andan diğerine yerleri değişmekte, bulundukları yerler birbirini izlemektedir Onların verdiği doyumdan gönüller asla usanmaz

Sonra, bundan sonraki ayet bu yıldızların başka bir görevi daha olduğunu, bunların içinden şeytanlar, seçkin meleklerin topluluğuna (Mel-i A'la) yaklaşmasınlar diye onlara atılan alevli gök cisimleri olduğunu ifade etmektedir: "Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk" "O şeytanlar yüce alemi (mele-i A'la'yı) dinleyemezler; her yandan kendilerine mermi gibi yıldızlar atılır" "Kovulup atılırlar Ve onlar için sürekli azap vardır" "Ancak meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan olursa, onu da delen ve yakan alevli yıldızlar takip eder"

Yıldızlar içinde, gökyüzünü azgın ve haddi aşan bütün şeytandan koruyan; onların arkasından atılan mermi gibi yıldızlar vardır Bu yıldızlar, gökyüzünü korur ve seçkin meleklerin konuşmalarım duymalarına engel olurlar Şeytan onları dinlemeye yeltendiğinde, atılan o yıldızlar her yönden şeytanı yakarlar ve derhal kovup uzaklaştırırlar Ve o şeytana ahirette de sürekli, ardı arkası kesilmez bir azap vardır Şeytan bazen seçkin meleklerin toplumunda geçen konuşmaları aniden çalıp kapabilir Onun peşine de alev almış yıldız takılır, Şeytan gökten inerken ona yetişir onu vurur ve adamakıllı yakıp kül eder

Bizler azgın, sapkın şeytanın nasıl kulak verip dinlediğini, nasıl çalıp çarptığını ve atmosferi delen alevli yıldız ile nasıl kendisine ateş edildiğini bilmiyoruz Çünkü bütün bunlar karşımızda olan şeyler değildir Bunların nasıl olduğunu düşünmekten insan olarak aciziz Bu tür konularda bizlerin yapacağı, Allah'tan bu konuda gelen açıklamaları tasdik edip inanmaktır Zaten şu kainatta, bilgi namına dış kabuktan başka ne biliyoruz ki?

Allah ile aralarında akrabalık bağının olduğunu iddia ettiklerinden burada önemli olan seçkin meleklerin topluluğuna ulaşmalarına engel olunan ve orada olup bitenleri dinlemelerine set çekilen şeytanların bu şeytanlar olduğudur Bu iddialarından bir parçası doğru olsaydı, onlara yapılan muamele değişik olurdu Bu sözde hısım ve nesep akrabalarının sonucu asla kovulmak, ateşe tutulmak ve yakılmak olmazdı

KÖR, SAĞIR VE ALAYCI KÂFİRLER

Yüce Allah, meleklerden söz ettikten sonra, göklerden, yeryüzünden ve bunların aralarında olanlardan bahsedip azgın şeytanlardan ve arkalarından yetişen mermilerden söz ettikten sonra, Resullullah'dan onlara "kendilerini yaratmak mı daha zordu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?" diye sormasını ïstiyor Şayet bu yaratıkları yaratmak daha zor ve daha güç ise, o halde öldükten sonra dirilme konusu karşısında, neden dehşete kapılıp bu konuyu alaya alıyorlar Olabilirliğini uzak görüyorlar Çünkü öldükten sonra dirilmek bu büyük yaratıkları yaratmakla mukayese bile edilemez

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



11- Şimdi sor onlara; "Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa, Bizim yarattıklarımız mı?"Aslında biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yarattık

12- Ey Muhammed! Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seninle alay ediyorlar

13- Onlara öğüt verildiği vakit düşünüp öğüt almazlar

14- Bir mucize görseler onunla alay ederler

15- "Bu apaçık büyüdür" derler

16- "Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilecekmişiz?"

17- "Bizden önceki atalarımızda mı dirilecek?"

Onlardan haber vermelerini iste ve sor onlara: Melekler, gökler, yeryüzü ve bunların arasında bulunan her şey, şeytanlar, yıldızlar, alevli gök cisimleri, bütün bunlar Allah'ın yaratıklarıdır O halde onların yaratılması mı daha zordur, yoksa şu kâinatın ve şu yaratıkların yaratılması mı?

Onların cevap vermesi beklenmez Çünkü Allah'ın bu sorusu onların durumunun çirkin tuhaf olduğunu göstermek, çevrelerinde olanlardan ne kadar gaflet içinde olduklarını gözler önüne sermek ve bir şeyi, bir durumu değerlendirmede ne kadar gülünç olduklarını sergilemek içindir Buradan hareketle yüce Allah, ilk yaratılmış oldukları ana maddeyi onlara sunuyor Bu madde, yüce Allah'ın yaratıklarından biri olan, yeryüzünün bir parçası cıvık yapışkan çamurdur "Aslında biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yarattık"

Onların yaratılışı bunca yaratıkların yaratılmasından asla zor değildir O halde durumları çok tuhaftır Çünkü onlar yüce Allah'ın ayetleri ile alay etmekte ve kendilerine yeniden dirilmeyi ve ikinci bir hayatı vaadeden kimseyi eğlenceye almaktadırlar Onların umursamazlık içinde alaya almaları Resulullah'ı hayrete düşürmüştür:

"Ey Muhammed! Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seninle alay ediyorlar

"Onlara öğüt verildiği vakit düşünüp öğüt almazlar" Bir mucize görseler onunla alay ederler"

Resulullah onların durumlarına hayret etmekte haklıdır Çünkü Hz Muhammed'in gördüğü gibi kalbin yüce Allah'ı gören ve Allah'ın ayetlerinin bu derece net ve bu kadar çok olduğunu temaşa eden bir mü'min hiç şüphesiz hayrete düşer ve kalpler nasıl olur da bu ayetlere karşı bu derece kör olabilir, nasıl olur da bunlar karşısında bu tuhaf tutuma girer diye dehşete düşer

Resulullah onlara bu şekilde hayret ederken, kendilerine sunmuş olduğu ister Allah'ın bir bilinmesi konusu olsun, ister öldükten sonra kıyamet günü dirilme olsun, böylesine apaçık bir konuyu eğlenceye almalarına hayret ederken Bir de ne görsün onlar kör değiller mi? Kalpleri öğüde kapalı değil mi? Bir de üstüne üstlük onlar yüce Allah'ın ayetlerini şiddetli bir alay konusu yapıp kendilerine göstermiş olduğu ayetlere hayret edip bu ayetleri (eğlenceye alırlar) ifadesinin de ilham ettiği gibi, birbirlerini çağırıp alaya almaya sebep saymazlar mı?

Buna ek olarak Kur'an'ı "sihir" diye nitelemeleri ve kendilerine öldükten sonra dirilmeyi vaad etmesine "hayret etmeleri" ni de ekleyelim "Bu apaçık büyüdür derler Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilecekmişiz? Bizden önceki atalarımız da mı dirilecek?"

Onlar gerek çevrelerinde, gerek bizzat kendi nefislerinde olan yüce Allah'ın kudret izlerinden gafildirler Bu gücün, göklerin, yeryüzünün ve aralarında bulunanların yaratılmasındaki ve yıldızlarla alev almış gök cisimlerinin yaratılmasındaki izinden de gafildirler Bütün bunlarda, kudretin izlerinden gafil olmuşlar ve bu gücün onlar öldükleri ve toprak ve kemik haline geldikleri zaman kendilerini ve daha önce yaşayan atalarını yeniden dirilteceğini imkânsız görmüşlerdir Bu güce göre, bu yeniden diriltme ve yeniden hayat verme hiç de tuhaf değildir Yeter ki, insan gerek kendi nefsinde ve gerekse etrafında kendini kuşatan bunca şeylerin ışığı altında, bu gerçeği azıcık düşünsün

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



18- De ki; "Evet, hem de hor ve hakir olarak dirileceksiniz "

19- O dirilme sahnesi korkunç bir çığlıktan ibarettir Hemen o anda gözlerini birdenbire açıp etrafa bakacaklar

20- "Vah bize, bu ceza günüdür" derler

21- Onlara "İşte bu yalanladığınız hüküm günüdür" denir

KUR'AN'DA KIYAMET SAHNESİ

Onlar şahit oldukları bunca şeylerden soğukkanlılık, güven, gönül huzuru içinde ibret almayınca, yüce Allah da onları şiddet ve sertlikle, ahiretteki diriliş tabloları ile onları uyarmaktadır Kendilerine o sahne içinde, nasıl çırpınıp duracaklarını ve kıvranacaklarını tasvir etmektedir

"De ki; "Evet, hem de hor ve hakir olarak dirileceksiniz"

Evet sizler de daha önce geçmiş atalarınız da diriltileceksiniz Sizler zelil, hakir olarak, teslim bayrağını çekerek, karşı gelemeyerek ve isyan edemeyerek diriltileceksiniz Evet Sonra, yüce Allah, bunun nasıl olacağını sergilemeye geçiyor: Onlar ansızın,kendilerini çok yönlü, üslubu çeşit-çeşit ve birbirini izleyen hareketlerle ve canlı manzaralarla dopdolu sahnelerden birinin karşısında buluyor Bu sahnede "niteleme" karşılıklı konuşma ile kucaklaşıyor Üslup, bazen "düz anlatım" biçiminde gelişirken bazen de "karşılıklı konuşma" şekline bürünüyor Bu olay ve hareketlerin arasına "yorum" ve "değerlendirme" giriyor Böylece sahne hayatın bütün özelliklerini tamamlamış oluyor

"O dirilme sahnesi korkunç bir çığlıktan ibarettir Hemen o anda gözlerini birdenbire açıp etrafa bakacaklar"

İşte böyle bir haykırışlık sürede yıldırım hızı ile dirilecekler Buna "çığlık" denmesi, içindeki "şiddet unsuru"na dikkat çekmek ve yöneltilmesindeki "sertlik" kaynağının "yüceliğini" anlatmak içindir "Hemen o anda gözlerini birdenbire açıp etrafa bakacaklar" Birdenbire, hiçbir ön hazırlık olmaksızın gözlerini açıverecekler ve birdenbire dehşet içinde bağırmaya başlayacaklar

"Vah bize, bu ceza günüdür" derler

Onlar dehşet ve hayret içinde iken, bir de bakarlar ki bir ses Bu ses onlara hiç beklemedikleri bir yerden azar ve kınama yağdırmakta

"Onlara işte bu yalanladığınız hüküm günüdür' denir"

İşte böylece ifade biçimi 3ncü şahıstan 2nci şahsa geçmektedir Bu hitap, ceza gününü yalan sayanlaradır Bu sadece kendilerine kesin bir azarlama yöneltmek içindir Sonra emir, gerekli işlemleri yapmakla görevli olanlara yönelir:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



41- Onlar için bilinen rızık vardır ·

42- Çeşit-çeşit meyveler vardır

43- Nimet cennetlerinde ·

44- Tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar ·

45- Önlerinden akan kaynaktan doldurulmuş kadehler dolaştırılır ·

46- Berraktır, içenlere lezzet veren bir içki ·

47- O içkide ne sersemletme var, ne de onunla sarhoş olurlar ·

48- Yanlarında da bakışlarını yalnız kendisine çevirmiş iri gözlü eşler vardır

49- Saklı yumurtalar gibi bembeyaz eşler

Bu, gerçekten bütün nimetleri içeren katmerli bir refahtır Öyle bir refah ki, bundan nefis yararlanır, duygu yararlanır Bu nimette, her nefis arzuladığı nimeti bulur Her şeyden önce, Allah'ın küfür ve şirke düşmekten korunmuş kullarıdır Bu nitelemede ikramın en büyük mertebesine işaret vardır İkinci olarak onlar Mele'i A'la (seçkin melekler topluluğu) da ağırlanmaktadır Ne güzel bir ağırlamadır bu! Sonra onlar (karşılıklı tahtlar) üzerinde oturmakta ve (meyveleri) vardır Kendilerine hizmet edilmekte, hoşnutluk, rahat ve nimet yurdunda, hiç çaba sarf etmeleri gerekmemektedir

"Önlerinden akan kaynaktan doldurulmuş kadehler dolaştırılır"

"Berraktır, içenlere lezzet veren bir içki"

"O içkide ne sersemletme var, ne de onunla sarhoş olurlar"

Bu nitelikler şarap lezzeti veren, ondaki sakatlığı da yok eden şarabın en güzel nitelikleridir Ne insanın bayı ağrıtır ve ne de yararlanmanın lezzetini giderecek tükenme ve mahrum kalma söz konusudur "Yanlarında da bakışlarını yalnız kendisine çevirmiş iri gözlü eşler vardır" Yanlarında iffet ve utançtan eşlerinden başkasına bakmayan utangaç huriler vardır Oysa onların güzel ve iri gözleri vardır Yine böyle onlar incelik, naziklik ve yumuşaklıkları yanında korunmuşlardır Saklı yumurtalar gibi bembeyaz eşler" Onlar, dikkatsizce el sürülmeyen ve göz önüne bırakılmayan, saklanmış yumurta gibidirler

Ayetin ifadesi tasvirli anlatımına şöyle devam eder: Birden Allah'ın bu korunmuş kullarının -her türlü nimete kolayca erdikten sonra- sakin sohbetlerine tanık oluruz Aralarında geçmişi ve şu anı değerlendirmektedirler Bu sahne, ilk sahnede günahkârların arasında geçen çekişme ve kınamaya karşılıktır Bu bahtiyar kullardan birisi geçmişini hatırlar ve kardeşlerine başından geçenlerden bir kesit anlatır:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



50- Cennet ehli birbirine dönmüş sorarlar

51- Onlardan biri: "Benim de bir arkadaşım vardı "

52- Bana "Sende mi doğrulayanlardansın?"

53- "Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilip yaptığımız işlere göre cezalanacağız?"

Cennette söz alan o kişinin bu arkadaşı, ahiret gününü yalan sayar ve ona insanların öldükten sonra yeniden dirileceğine ve bir yığın kemik ve toprak olduktan sonra hesaba çekileceklerine inananlardan birinin kendisi mi olduğunu dehşet içinde sorarmış

Bu kişi sohbetinde, kardeşlerine hikâyesini anlatmaya devam ederken, sözünü ettiği bu arkadaşının akıbetini öğrenmek için aklına onu araştırmak gelir Doğal olarak onun cehenneme gittiğini bilmektedir Başını kaldırıp bakar ve kardeşlerini de kendisi ile birlikte bakmaya çağırır Sohbet arkadaşlarına der ki:

54- Yanındakilere; "Siz onu bilir misiniz?" der

55- Bir bakar, onu cehennemin ortasında görür

Tam o esnada cehennemin ortasında bulduğu arkadaşına yönelir ve ona: Arkadaş! Allah'ın bana nimeti olmayıp da beni sana kulak vermekten korumasaymış sen az kalsın beni de mahvedecekmişsin

56- Ona der ki; "Yemin ederim ki, sen az daha beni helâk edecektin "

57- "Rabb'imin lütfu olmasaydı şimdi ben de cehenneme götürülürdüm" dedi

Yani Rabb'imin bana nimeti olmasaydı ben de hoşlanmadıkları yerlere götürülen kimselerden olurdum

Bu kişinin dünyadaki arkadaşını cehennemin ortasında görmesi, kendisinin ve Allah'ın ihlaslı kullarından olan kardeşlerinin elde etmiş oldukları nimetin ne kadar büyük olduğunu hissetmelerini sağlar Böylece kurtulan o kişi, o nimeti pekiştirmek ve gündeme getirmek ister Çünkü onlardan zevk alır ve o nimetlerden daha fazla yararlanmak ister ve der ki:

58- Biz bir daha ölmeyecek miyiz?" der ·

59- İlk ölümümüzden başka ölüm yok ve biz azaba da uğramayacağız ha!

60- İşte büyük başarı ve mutluluk budur ·

61- Çalışanlar bunun için çalışsınlar

Burada kalpleri uyandıran ve onları amele ve böyle bir akıbet için yarışa sevk eden bir değerlendirme gelmektedir (Bunun gibi) elden çıkmaz, tükeneceğinden korkulmaz, arkasından ölüm gelmeyen ve azabın da tehdit etmediği bir nimet için, işte böyle bir nimet için çalışsın çalışanlar Asıl törene layık nimet budur işte İnsanoğlunun yeryüzünde uğrunda ömür tükettiği bunun dışında nimetler, şu ebediyet ile mukayese edilirse önemsizdir, hem de çok önemsiz

Bu ebedi, güvenli ve hoş nimetle diğer grubu bekleyen akıbet arasındaki korkunç farkı ortaya çıkarmak için, ilahi ifadeler, eşsiz sahnenin başında yer alan mahşer günü ve hesaptan sonra onları bekleyen öteki ayrıntılara geçmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



62- Cennet gibi konak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? ·

63- Biz, o ağacı zalimler için fitne yaptık

64- O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır ·

65- Tomurcukları, şeytanın başı gibidir ·

66- İşte cehennemlikler bundan yer ve karınlarını bununla doldururlar ·

67- Sonra, bu yemeğin üzerine kaynar su katılmış içki onlar içindir ·

68- Sonra dönüşleri yine cehennemedir

Kalacak ve duracak yer olarak şu ebedi cennetmi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Zakkum ağacı nedir? "O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır Tomurcukları, şeytanın başı gibidir" İnsanlar, şeytanların başlarının nasıl olduğunu bilmezler Ancak şüphe yok, başları korkunç olsa gerek Şeytanların başını sadece tasavvur etmek bile insana korku ve ürperti veriyor O halde, bir de bunun, yedikleri ve karınlarına doldurdukları meyve olduğunu düşünün

Yüce Allah bu ağacı zalimler için bir deneme aracı kılmıştır Çünkü ağacın adını duyduklarında eğlenceye dalmışlar ve "Cehennemde ağaç yanmadan nasıl yetişir? demişlerdir Aralarından Hişamoğlu Ebu Cehil alay etmiş, şaşırmış ve "Ey Kureyş halkı! Muhammed'in size korku verdiği zakkum ağacının ne olduğunu biliyormusunuz? diye sormuştu Onlar "Hayır" deyince, Ebu Cehil "Zebed'deki Medine hurmasıdır Vallahi, onu elimize geçirirsek çiğner çiğner yutarız" demişti Fakat burada söz konusu olan zakkum ağacı, onların bildikleri yemişten başka bir şeydir "İşte cehennemlikler bundan yer ve karınlarını bununla doldururlar" Bu ağacın meyvesi, onların boğazlarına takılınca -çünkü şeytanların başları gibidir- içtiklerinde karınlarını yakıp kavurunca, çünkü cehennemin ortasından bitip çıkmakta yanmaktadır -çünkü ana maddesi cehennemdendir- işte bu esnada onlar susuzluğu giderecek ve susuzluğun alevini söndürecek bir içeceğin soğukluğunu ararlar Ve onlara bu yemeğin üstüne bulanık, çok sıcak, kaynar bir sıvı içerler "Sonra bu yemeğin üzerine kaynak, su katılmış içki onlar içindir"

Bu günlük öğünlerinden sonra, bu sofrayı terk edip devamlı kalacakları yerlerine giderler Konakları ne fena bir konak ve akıbetleri ne fena bir akıbet! "Sonra dönüşleri yine cehennemedir" Bu eşsiz sahne, bunlarla bitiyor Surenin birinci kısmı son buluyor Sanki bu kısım gözle görülen gerçeğin parçası

SAPIKLIK VE HİDAYETİN ÖYKÜSÜ

Bu derste ilahi ifadeler, ahiret alanında, nimet ve azap vadilerinde birinci bölümde yapılan ilk gezintiden sonra, bu dünyadan ilk zamanlarda göçüp gitmiş olanların arkasından, beşer tarihine başka bir gezinti düzenliyor Bundan àmaç, bu gezinti esnasında ilk insanoğlunun azıp günaha dalmasından bu yana, "sapıklık ve hidayet öyküsünü" bizlere sunmaktır Bu hikâyelere baktığımızda bir de ne görelim, bunlar bugün de işlenip tekrar-tekrar yapılan şeyler değiller mi? Resulullah'ın karşısına Mekke'de küfür ve sapıklıkla dikilen hemşehrileri işte eski zamanlarda sözü edilen ve ilahi mesajı yalan sayıp, sapıtan insanların kalıntıları değiller mi? İşte ilahi ifadeler bunlara, kendilerinden önce yaşamış olanlar için neler olup bittiğini açıklamakta ve tarihin derinliklerine dürülmüş olan bu sayfalarla onların kalplerine dokunmakta, öte yandan mü'minlere de geçmişte Allah'ın mü'min olanlardan asla yardımını esirgemediği mesajı vererek, kalplerine güven vermektedir

Yüce Allah bundan sonra Nuh, İbrahim, İsmail, İshak, Musa, Harun, İlyas, Lût ve Yunus -selâm üzerlerine olsun- peygamberlerin öykülerinden birer kesit sergiliyor Hz İbrahim ve İsmail'in öyküsü üzerinde biraz daha uzun durmakta, bu öyküde imanın, fedakârlığın ve itaatin büyüklüğünü bizlere sunmakta, İbrahim ve İsmail'in gönüllerinde yeraldığı gibi, İslamın gerçek yüzünü başka bir surede ve bundan başka bir yerde- sunmadığı bir şekilde ele alıp sunmaktadır Bu öyküler eşsiz ve şerefli dersin, dayanağıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



69- Çünkü onlar atalarını sapık yolda buldular ·

70- Öyle iken yine de düşünmeden atalarının peşinden koşuyorlardı ·

71- Andolsun onlardan öncekilerinin çoğu da sapmıştır ·

72- Biz onların içine de uyarıcılar göndermiştik ·

73- Bak, o uyarılanların sonu nice oldu ·

74- Ancak, Allah'a gönülden bağlı kullar o azabın dışında kaldı

Onlar sapıklıkta köklüdürler Aynı zamanda taklid ederler, düşünmezler Ölçüp biçmezler Aksine düşünmeyen, kafalarını çalıştırmayan sapık atalarının izine girmek için, hızla uçarcasına onların yolunu tutarlar "Çünkü onlar atalarını sapık yolda buldular Öyle iken yine de düşünmeden atalarının peşinden koşuyorlardı" Onlar ve ataları, önce geçenlerin çoğunluğunun temsil ettiği sapıklığın bir örneğini teşkil ederler "Andolsun onlardan öncekilerinin çoğu da sapmıştır" Onların sapması da ilahi uyarı ve sakındırmadan sonra olmuştu: "Biz onların içine de uyarıcılar göndermiştik" Fakat sonuç ne olmuştur? Yalanlayanların akıbeti nasıl olmuştu? Ve Allah'ın samimi kullarının akıbeti nasıl olmuştu? İşte bunlar, hikâyeler zinciri içinde sunulmaktadır Öykülerin başında yer alan şu ilan uyarı içindir: "Bak, o uyarılanların sonu nice oldu Ancak Allah'a gönülden bağlı kullar o azabın dışında kaldı"

HZ NUH

Hikâyeler zincirinden, Hz Nuh'un öyküsü, akıbeti açıklayan ve Allah'ın samimi kullarına verdiği önemi belirten, seri bir işaret içinde başlıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



75- Andolsun Nuh bize dua etmişti de ne güzel kabul etmiştik ·

76- Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık ·

77- Ancak O'nun soyunu sürekli kıldık ·

78- Sonra gelenler arasında O'na iyi bir ün bıraktık ·

79- Alemler içinde Nuh'a selâm olsun ·

80- İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız ·

81- Çünkü O bizim, inanan kullarımızdandı ·

82- Sonra ötekileri (inanmayanları) suda boğduk

Bu işaretin içinde Nuh'un Rabb'ine seslenmesi, ve yüce Allah'ın onun duasına tam ve mükemmel olarak cevap vermesi vardır Bu duaya, en hayırlı sonuçla yüce Allah'ın kabul etmesi vardır "Ne güzel kabul etmiştik" Bu işaretin içinde, Hz Nuh ve çocukları ile kendisine inananların, büyük sıkıntıdan kurtulmaları vardır Ancak Allah'ın kurtulmalarını dilediği ve yaşamasını takdir ettiği kimselerin kurtulduğu tufan sıkıntısından Bu işaretin içinde, yüce Allah'ın Nuh'un -selâm üzerine olsun- dünyanın sonuna kadar gelecek nesiller arasında adının anılmasını takdir etmesi vardır Nuh'un -selâm üzerine olsun- dünyanın sonuna kadar gelecek nesiller arasında adının anılmasını takdir etmesi vardır "Sonra gelenler arasında O'na iyi bir ün bıraktık" Bu işaret, ihsanına karşılık olmak üzere, Nuh'a yeryüzünde Allah'ın selâmını ilan ediyor "Alemler içinde Nuh'a selâm olsun İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız"

Allah'ın selâmından ve hayat boyu anıldıktan sonra geriye, mükafat olarak ne kalır ki? İhsanın ve mükafatın sebebi ise imandır "Çünkü O bizim, inanan kullarımızdandı" Müminlerin akıbeti budur

Nuh'un kavminden mü'min olmayanlara gelince: Yüce Allah onlar için helâk olup yok olmayı takdir etmiştir: "Sonra ötekileri (inanmayanları) suda boğduk" Bu ilahi öykünün başında özetlendiği gibi, çağlar ötesinden, insanlığın doğuşundan bu yana Allah'ın adeti hep böyle olagelmiştir "Biz onların içine de uyarıcılar göndermiştik Bak, o uyarılanların sonu ne oldu Ancak Allah'a gönülden bağlı kullar o azabın dışında kaldı" (saffat Suresi, 72-74)

HZ İBRAHİM

Sonra İbrahim -selâm ona olsun-in hikâyesi gelmektedir Bu hikâye, iki ana bölüm halinde anlatılmaktadır Birinci bölümde, İbrahim'in kavmine çağrıda bulunması, putları kırması, kavminin onu öldürmeye karar vermeleri ve yüce Allah'ın onu koruması ve kendisine kin besleyenleri yüzüstü bırakması yer alır Bu bölüm, daha önce Kur'an surelerinde yer almış bir bölümdür İbrahim'in hikâyesinde bir de yeni bir bölüm vardır ki, sırf bu surede anlatılmaktadır Bu bölümde İbrahim'in rüya görmesi, oğlunu boğazlaması, oğluna bedel fidye verilmesi, olayları yer alır Bunlar, bu bölümün etkileyici üslubu, müthiş ifade gücü içinde adım adım, merhale merhale açıklanır Ve bizlere uzun insanlık tarihi içinde, akide dünyasında, itaatin, fedakârlığın, bedel vermenin ve teslimiyetin en yüce tablolarını sergiler!

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



83- İbrahim de Nuh'un milletindendi ·

84- Çünkü tertemiz bir kalp ile Rabb'ine gelmişti ·

85- Babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti ·

86- Allah'dan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? ·

87- Alemlerin Rabb'i hakkındaki düşünceniz, zannınız nedir?

Hikâyenin giriş ve ilk sahnesi böyle Nuh'dan İbrahim'e geçiş İki peygamber arasında akide, davet ve yol bağı var İki peygamber ve iki peygamberlik arasında uzun zamanlar geçmiş olmasına rağmen, Hz İbrahim ile Nuh aynı davanın bağlılarındandır Çünkü karşılaştıkları, ortak oldukları ve bağlısı oldukları, sistem aynı sistem İbrahim'in sıfatlarından, temiz kalplilik, inanç sağlamlığı ve saf bir gönül ön planda ortaya çıkmaktadır!

" Çünkü tertemiz bir kalp ile Rabb'ine gelmişti"

Bu tasvir, Rabb'ine gelişinde şekillenen katıksız bir "teslimiyetin" ve kalp temizliği şeklinde beliren "duruluğun", temizliğin ve doğruluğun görüntüsüdür "Temizlik" ifadesi, kendi anlamını da kalbi ilham eden bir ifadedir Bu aynı zamanda basittir, anlamı kolay ve mefhumu açık bir ifadedir Bununla birlikte temizlik, arınmışlık, samimiyet ve (doğruluk) gibi birçok nitelikleri de kapsar Ancak şu kadar var ki, ayette geçen bu ifade basitliği karmaşık olmaması ile birlikte, sıraladığımız niteliklerin hep birden ifade ettikleri anlamdan daha geniş bir ifade gücüne sahiptir İşte bu, Kur'an ifadelerinin eşsiz anlatım harikalarından biridir

Hz İbrahim, bu tertemiz kalp ile, kavminin yaptıklarını hoş görmemiş çirkin görmüştür Sağlam bir sağduyunun tiksinmiş olduğu, her türlü düşünce ve tutumu çirkin görmesi gibi çirkin görmüştür "Babasına ve kavmine Neye tapıyorsunuz?' demişti Allah'dan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki düşünceniz, zannınız nedir?" Hz İbrahim onların putlara taptıklarını görmekte ve sağlam bir fıtratın sesi ile şiddetli bir tiksinme ile seslenmektedir "Neye tapıyorsunuz?" Nelere? Çünkü sizin taptıklarınızın ne tapılacak ve ne de kendisine ibadet edenlerinin olması uygundur Ne de gerçeği bilmemekten kaynaklanan kuşkulu bir tapınmadır Bu sadece katıksız bir yalan ve şüphesiz bir iftiradır O halde siz bu iftiraya kasten mi, bilerek mi yöneliyorsunuz? "Allah'dan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?" Siz Allah ı ne zannediyorsunuz? Allah kavramının insan sağduyusunun ilk anda bile nefret ettiği bu seviyeye düşeceğini ve böylesine sapık olabileceğini mi zannediyorsunuz? "Alemlerin Rabb'i hakkındaki düşünceniz, zannınız nedir?" Bu ifade temiz ve sağlam insan sağduyusunun yadırgamasını yansıtmaktadır Bu ifade, insanın hislerine, aklına ve vicdanına ters olan apaçık bir durumun üzerine gitmektir

İlahi ifade burada, onların Hz İbrahim'i cevaplamalarına, onunla konuşmalarına yer vermiyor, direkt olarak bunu izleyen sahneye geçiyor Hz İbrahim'in bu apaçık iftira karşısında,içinden verdiği kararı sergilemeye geçiyor!

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



88- İbrahim yıldızlara bir baktı ·

89- "Ben hastayım " dedi ·

90- Bunun üzerine onun yanından kaçtılar ·

91- İbrahim de; gizlice onların tanrılarına sokuldu "Size sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz?"

92- "Neyiniz var konuşamıyor musunuz?" dedi ·

93- Ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle putlara kuvvetli bir darbe indirdi

Rivayete göre, Hz İbrahim'in kavminin o gün bayram günüdür Bu -belki de nevruz bayramıydı- halk ilahlarının önüne kutsanmak ve hayır beklentisi ile yiyecek bırakır, bahçelere ve hoş vakit geçirecekleri yerlere çıkar, daha sonra eğlence ve dinlenme dönüşü, kutsanmak için bıraktıkları yiyecekleri almaya gelirlerdi İbrahim artık bunların kendine uyacaklarından ümidi kesmiş ve kesinlikle bunların sapık fıtratlarının düzelmeyecek bir biçimde bozulmuş olduğunu kesinkes anlamıştı Bunun üzerine bir karara varır, kararını uygulayabilmek için onların putlardan ve mabedlerden uzaklaştıkları bu bayram gününü bekleme e koyulur İbrahim'in, onların bu sapıklıklarından duymuş olduğu sıkıntı artık dayanılmaz noktaya varmış, kalbini yormuş, artık bıçak kemiğe dayanmıştı Kendisini mabedden ayrılıp bayram şenliklerine katılmaya çağırdıkları zaman gözünü gökyüzüne çevirir ve ?"Ben hastayım" gezip eğlenceye çıkacak gücü kendimde bulamıyorum, oralara keyif ve eğlence arzusu içinde olup kalbinde sıkıntı ve keder olmayanlar gider Oysa kendim rahat ve gönül huzur içinde değilim der İbrahim, sıkıntı ve yorgunluğunu dile getirmek için böyle konuşmuştu Onları kendileri ile baş başa bırakmak için bunları dile getirmişti, yoksa yalan söylemek için böyle konuşmamıştı Bu söz, o günkü yaşamış olduğu gerçeklerin ta kendisi idi, çünkü sıkıntı, huzursuzluk insanı hasta eder

Halk ise bu bayram günü adet, gelenek ve şenlikleriyle baş başa kalmak için acele ediyorlardı İbrahim -selâm üzerine olsun- ne şikayeti olduğunu onlara anlatabilmesi için beklemediler Aksine, geriye dönüp ondan uzaklaştılar Kendi işlerine koyuldular İşte bu, İbrahim'in beklediği fırsattı İbrahim soydaşlarının düzmece ilahlarına doğru koşar Putlarının önünde yiyeceklerinin en hoşu en tazesi vardı İbrahim -selâm üzerine olsun- alay ederek onlara: "İbrahim de gizlice onların tanrılarına sokuldu: "Size sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz?" der Doğal olarak putlar ona cevap vermezler Alay ederek soruyu değiştirir, putlara, kinle: "Neyiniz var, konuşamıyor musunuz?" dedi İnsanın aslını astarım bildiği, duyup konuşmadığından kesinlikle emin olduğu bir şeye hitap etmesi bilinen psikolojik bir durumdur Asıl kızgınlık nedeni, düzmece ilahların gerisinden halkın tutumundan ve zayıf tasavvurlarından duyulan can sıkın-tısıdır Bu soruya da putlar cevap vermezler İşte bu noktada İbrahim, gizli kin yükünü söz halinde değil de, aksiyon olarak boşaltır: "Ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle putlara kuvvetli bir darbe indirdi" Ve içini kin, keder ve sıkıntıdan yatıştırmış olur

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



94- Bunun üzerine puta tapanlar koşarak İbrahim'in yanına geldiler

95- İbrahim onlara "Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?"

96- "Oysa sizi de, yaptığınız bu şeyleri de Allah yaratmıştır" dedi

97- Puta tapanlar: "Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın" dediler

98- İbrahim'e bir tuzak kurmak istediler, biz de onların tuzaklarını boşa çıkardık, onları alçalttık

99- İbrahim dedi ki: "Ben Rabb'ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek "

Halk eğlenceden dönmüş ve putların paramparça olmuş kırıntılarına rastlamıştır İlahi ifadenin akışı burada, hikâyenin başka surede açıklandığı üzere, bu işi ilahlarına yapanın kim olduğunu sormaları ve sonunda bu cesur suçluyu ortaya çıkarmaları kısmına değinmiyor Onların İbrahim ile yüz yüze gelmelerine geçiyor "Bunun üzerine puta tapanlar koşarak İbrahim'in yanına geldiler" Haberi dinlerler, bu işi yapanın kim olduğunu anlarlar; koşar adımlarla üzerine giderler ve çevresini çabucak çevirirler Onlar kızgın, heyecanlı büyük bir topluluk, İbrahim ise, bir tek kişidir Fakat O, mü'min, inanmış bir tek kişi Yolunu bilen bir kişi İlahı hakkında açık tasavvurlu bir kişi Akidesi kendince belli ve malum, onu kendi benliğinde özümlenmiş ve çevresindeki kâinatta onu görmüş bir kişi İşte bu tek kişi o heyecanlı, azgın, akidesi bulanık tasavvuru çelişik olan bu çoğunluktan daha güçlüdür Bundan dolayı Hz İbrahim onların karşısına basit ve fıtri hak ile dikilmekte, onların çokluğuna, azgınlığına ve birbirlerine girerek üzerine gelmelerine hiç de aldırmamaktadır

İbrahim onlara: "Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?"

Bu düşündüğünü yüzlerine dobra dobra vuran fıtrat mantığıdır Gerçek ma'budun yaratıcı olması, yoksa yaratık olmaması gerekir

"Oysa sizi de yaptığınız bu şeyleri de Allah yaratmıştır" dedi

O, ma'bud olmaya lâyık yegâne yaratıcıdır Bu mantık bu kadar açık ve yalın olmakla birlikte, İbrahim'in kavmi gafletlerine dalmış, O'nu dinlemiyorlar bile! -Zaten batıl,yalın olan hakkın sesine ne zaman kulak vermiştir ki-? İçlerindeki emredip yasaklayabilecek olanlar da en çirkin şekli ile azgınlıklarını sürdürüyorlar:

Puta tapanlar: "Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın" der Zalimler apaçık güçlü hak söz karşısında sıkıştıklarında ve delil dayanaktan yoksun olduklarında bu mantıktan başkasını, ateş ve demir mantığından başkasını tanımazlar Onların bu sözlerinden sonra ilahi ifadeler, Allah'ın samimi kullarına vaadi ve düşmanlarına tehdidini gerçekleştiren akıbeti sergile- meye geçiyor :

"İbrahim'e bir tuzak kurmak istediler, biz de onların tuzaklarını boşa çıkardık, onları alçalttık"

Allah dilerse, kulların tuzakları neye yarar? Allah samimi kullarını kendi himayesine alınca, zayıf, çelimsiz olan azgınların, böbürlenenlerin, otorite sahiplerinin ve buralara yardım eden kibirli yardımcılarının,ellerinden ne gelir ki?

İSMAİL VE KURBAN

Bundan sonra İbrahim'in hikâyesinin ikinci bölümü gelmekte Artık babası ve kavmi ile işi bitmiştir Onu alevli ateş dedikleri ateşe atarak öldürmek isterler Yüce Allah ise -aksine- onların kaybeden taraf olmalarını diler ve onu onların hilelerinden kurtarır

İbrahim işte o anda, hayatından bir bölümü geride bırakır Ve yeni bir merhaleyi kucaklayıp bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfa açar

"İbrahim dedi ki: Ben Rabb'ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek

İşte böyle Ben Rabb'ime gidiyorum Bu bir hicrettir Yer ve mekân hicretinden önce, bir iç alemi hicretidir Bir hicret ki, bununla İbrahim hayatının tüm geçmişini terk edip bırakmaktadır Babasını, kavmini, ailesini, evini, vatanını, kendini şu toprağa bağlayan her şeyi ve bütün şu insanları bırakmaktadır Kendini engelleyen, kafasını meşgul eden, her şeyi arkasında bırakmakta, her şeyden sıyrılarak, her şeyi geride bırakarak Rabb'ine hicret etmektedir Benliğinden hiçbir şeyi geri bırakmadan her şeyi ile, bütün benliği ile Rabb'ine teslim olmaktadır Rabb'inin kendisine yol göstereceğinden kesinlikle emindir

Bu bir hicrettir Bir halden diğerine, bir durumdan ötekine, bu benliğinde başka bağların ortak olmadığı yalnız bir bağa hicrettir Bu "soyutlanmanın, samimiyetin, teslimiyetin, iç huzurun ve kesin bir imanın" ifadesidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



100- Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver

101- Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjde/edik

102- Çocuk onun yanında koşma yaşına gelince ona; "Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin? Çocuk; "Babacığım sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın " dedi

103- İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası, oğlunu alnı üzerine yere yatırınca

Hz İbrahim şu ana kadar gerçekten bitip tükenmez bir yalnızlık içinde idi Akrabalık, arkadaşlık ve tanışıklık bağlarını geride bırakıyordu Hayatının geçmişinde alıştığı her şeyi, üzerinde büyüdüğü şu toprağa kendisini bağlayan her şeyi, o toprak üstünde yaşayan ve kendisini ateşe atan kavmi ile yol ayrımına geldiği şu toprağa kendisini bağlayan her şeyi geride bırakıyordu Kendisine gittiğini açıkladığı Rabb'ine yöneliyordu O'na yöneliyordu, O'ndan imanlı bir nesil, iyi bir evlat dilemek için O'na yöneliyordu

"Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver"

Yüce Allah, her şeyi geride bırakıp her şeyden soyutlanan ve temiz bir kalp

ile kendisine gelen salih kulunun duasını kabul eder

"Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik"

Sözün gelişi ve surenin akışına göre bu oğul İsmail'dir Rabb'inin kendisini "oğul" diye nitelediği İsmail'in uysallığının örneklerini ileride göreceğiz Şimdi biz zihnimizde yapayalnız, bir başına bütün yakınlarından ve ailesinden kopmuş ve hicret etmiş olan İbrahim'in sevincini canlandıralım Rabb'inin "uysal" diye nitelediği bu "oğul" müjdesi ile ne kadar sevindiğini bir düşünelim

Şimdi İbrahim'in hayatında yer alan eşsiz, büyük ve değerli bir tutuma göz atmamızın zamanı gelmiştir Hatta bu tutum bütün insanlık hayatında eşsiz ve benzersiz bir tutumdur Şu an, Kur'an'daki anlatılan hikâyenin eşsiz ifadesi ile, yüce Allah'ın müslüman ümmete vahy ettiği ve gözlerimizin önünde sergilediği, babaları İbrahim'in "örnek tutumu"nu öğrenmemizin zamanıdır

"Çocuk onun yanında koşma yaşına gelince İbrahim ona; Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin?' Çocuk; Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın' dedi"

Aman Allah'ım! Bu ne hoş bir iman, itaat ve teslimiyettir! Bu, ailesinden ve yakınlarından kopmuş, toprak ve vatanından hicret etmiş bu yaşlı İbrahim, işte bu kişiye ihtiyarlığında kendisine bir oğul veriliyor Uzun zamandır ümitle beklemişti onun gelmesini Bu çocuk dünyaya gelince, Rabb'inin "uysal" diye nitelediği meziyete sahip bir "oğul" olarak dünyaya geliyor İşte İbrahim'i izliyoruz

Tam oğluna alıştığında ve oğlu çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına eriştiğinde ve yaşantısında ona eşlik edebilecek çağa geldiğinde Evet İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda rüyasında oğlunu boğazladığını görür Bu rüyanın Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar Niçin? Tereddüt etmez Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet bu bir işarettir Sadece bir işaret Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil Ancak Rabb'inden bir işaret İşte bu yeter Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli Fakat İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir Bütün bunlar, korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor

"Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin?"

Bu sözler sinirlerine hakim, yüzyüze geldiği emrin hak olduğundan emin, görevini yaptığına güvenen bir insanın sözleridir Aynı zamanda bu sözler, karşılaştığı emir kendini korkutup da, acele ve telaşla bir an önce ondan kurtulmaya ve işi bitirmeye çalışan ve işin sinirlerinin üzerindeki baskısını atıp rahata ermeye çabalayan bir kimsenin sözleri değildir

Durum gerçekten zordur -Bunda hiç şüphe yoktur- Kendisinden biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor Ondan oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi oğluna emretmesi de istenmiyor Ondan bu işi bizzat kendisinin yapması isteniyor Bizzat neyi yapacak? Oğlunu boğazlayacak O -bununla birlikte- emri bu şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istemektedir

İbrahim Rabb'inin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor Aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor Zaten bu emir, İbrahim e göre diğer emirler gibidir Rabb'i istiyor Rabb'inin istediği olsun Baş ve göz üstüne Oğlu bunu bilmeli Emri zorla ve mecbur ederek değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın istiyor Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o da elde etsin istiyor Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmekte "Çocuk Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın' dedi" Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor "Babacığım" bu sözde sevgi ve yakınlık var "Boğazlanma" durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor "Sana emredileni yap" Babasının kalbinin hissettiklerini o daha önceden hissediyor Rüyanın işaret olduğunu hissediyor Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli Sonra bu söz Allah'a karşı edebtir Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir Bu güçsüzlüğüne karşı Rabb'inden yardım dilemektir Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin Allah olduğunu bilmektir "İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi" Oğul, kahramanlık, cesaret gösterisiné kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır Kendi şahsında ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah'ın dilemiş olduğu şeylere, Allah'dan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah'a bağlamaktır "İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" Allah'a karşı ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!

İlahi sahne burada söz ve diyalogtan sonra bir adım daha atmaktadır Emrin uygulanması adımını atmaktadır

İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası, oğlunu alnı üzerine yere yatırınca:

Bir kez daha, insanoğlunun adet edindiği şeylerin arkasından itaatin şerefi, imanın büyüklüğü, hoşnutluğun iç huzuru yükselmekte Baba gidiyor, oğlunu şakağı üzerine yatırıp hazırlıyor, oğul teslim olmuş, yüz çevirmiş olmamak için kıpırdamıyor Durumları apaçık ortaya çıkıyor İkisi birden teslim olmuşlar İşte "İslam" budur İslamın aslı budur Güven, boyun eğme, iç huzur, hoşnutluk, teslimiyet, uygulama İkisinin birden içlerinde sadece bu duygular var Ancak büyük imanın doğurduğu bu duygular

Bu, cesaret ve kahramanlık değil Atılganlık ve cüret değil Savaş meydanında mücahit atılganlık yapabilir, ölürler ve öldürülürler Bir fedai artık dönmeyeceğini bile bile atılganlık yapabilir Fakat bütün bunlar başka, İbrahim ile İsmail'in burada yaptıkları şey başkadır Ortada ne akan kan vardır, ne itici kahramanlık ve ne de geri dönme ve acizlik korkusu Gizli olan acele ile atılganlık vardır Bu ancak bilinçli, şuurlu, yönelen, arzu eden, ne yaptığını bilen, olup bitene karşı iç huzuru taşıyan bir teslimiyettir Hayır, hayır! Aksine ortada, sakin bir hoşnutluk, tadı müjdelenmiş bir itaat ve onun hoş lezzeti vardır

İşte burada İbrahim ve İsmail görevlerini yerine getirmişlerdi Emir ve teklifi uygulamışlardı Artık geriye, İbrahim'in İsmail'i boğazlaması, kanını akıtması ve canını alması kalmıştı Bu da yüce Allah'ın ölçüsünde hiçbir şey ifade etmezdi İbrahim ve İsmail o ölçüye Rabb'lerinin kendilerinden istemiş olduğu bütün ruhlarını, azimlerini ve duygularını koyduktan sonra bunun bir değeri yoktu

İmtihan bitmişti Gerçekleşmişti Sonuçları ortaya çıkmıştı Hedefleri gerçekleşmişti Geriye sadece bedensel bir acı eksik kalmıştı Sadece kan akmamıştı Kesilmiş bir ceset yoktu Allah'ın imtihan etmekteki hedefi insanların canını yakmak değildi Onların kanlarından ve cesetlerinden bir beklentisi yoktu Kullar Allah'a samimi olduklarında, bütün benlikleri ile görevlerini yapmaya hazır olduklarında o görevi yerine getirmiş olurlar Teklifi gerçekleştirmiş olurlar ve imtihanları başarı ile vermiş olurlar

Yüce Allah İbrahim ve İsmail'in doğruluklarını bilmişti Böylece onları görevlerini yapmış, gerçekleştirmiş ve doğru olmuş saydı

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



104- Biz ona "Ey İbrahim " diye seslendik ·

105- Sen rüyayı doğruladın; biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız ·

106- Gerçekten bu apaçık bir imtihan idi ·

107- Ona fidye olarak büyük bir kurban verdik

Rüyana sadakat gösterdin ve onu eylem halinde gerçekleştirdin Yüce Allah'ın istemiş olduğu, ancak boyun eğmek ve kendisine samimi bağlılıktır Ancak bunun, gönülde Allah'dan başkasına yer olmayacak şekilde olması, onun emrinden başkasına değer verilmemesi ve O'ndan başkasına sevgi beslenmemesi şeklinde olması istenir Söz konusu insanın ciğerparesi oğlu, canı ve hayatı da olsa Ve sen -ey İbrahim- bunu yaptın Her şeyi ve en değerli varlığını cömertçe verdin Ve onu hoşnutluk içinde, sükûnetle, gönül huzuru içinde ve kesin bir imanla cömertçe sundun Geriye et ve kandan başka bir şey kalmadı Bunun yerine kurbanlık geçerlidir Yani et ve kandan ibaret olan kurbanlık bunun yerine geçer Yüce Allah teslim olan ve görevini yerine getiren bu nefsi kurtarır Evet bunu büyük bir kurbanlıkla kurtarır Derler ki: "Bu kurbanlık bir koçtu İbrahim onu Rabb'inin iradesi ve yaratması ile İsmail'in yerine bedel olarak kesmek için hazır halde bulmuştu" İbrahim'e şöyle denilir: "Sen rüyayı doğruladın; biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız" Onları böyle bir imtihana sokarak mükafatlandırırız Onları, kalplerini yönlendirerek ve vefakârlık seviyesine çıkararak mükafatlandırırız Onlara, görevlerini yerine getirirken sabır, güç vererek ödüllendiririz Böylece onları, hakettikleri ödüllerle ödüllendiririz

Böylece imanın gerçek yüzü, itaatin güzelliği ve teslimiyetin büyüklüğü için bir meşale olarak yükselen bu büyük olayın anısı olmak üzere, kurban kesme geleneği devam etmektedir İslam toplumu, bu olayı inceleyip dinine uymuş oldukları, soyuna ve inanç sistemine mirasçı oldukları babaları İbrahim'in gerçek kimliğini tanır Akidenin üzerinde durduğu veya dayandığı asıl karakterini kavrar Akidenin asıl karakterinin, hoşnutluk içinde güvenle ve O'nun çağrısına uyarak Rabb'ine "Niçin?" diye sormadan, O'ndan ilk işaret ve ilk emir gelir gelmez O'nun iradesini gerçekleştirmede hiç tereddüt etmeden nefsinde kendine hiçbir pay çıkarmadan, Rabb'ine sunacağı şeyin "metod ve şekli"nin seçimini kendi yapmaksızın, Rabb'i kendisine nasıl sunulmasını istiyorsa, öyle davranarak "Allah'ın takdirine teslimiyet" olduğunu öğrenir Sonra İslam toplumu, bu olayı inceleyerek, Rabb'lerinin "imtihan"la kendilerine azap vermek ve "bela" ile canlarını yakmak istemediğini, O'nun asıl hedefinin kendisine boyun eğerek, çağrısına uyarak, ahdine vefa göstererek ve görevini yaparak, O'nun huzurunda ne ileri giderek ne de gevşek davranarak "teslimiyet içinde huzuruna gelmek" olduğunu öğrenir Onların bu konudaki samimiyetleri belli olunca, canlarını feda etmekten ve acı çekmeden bağışlayacağını, sözlerini yerine getirmiş, görevlerini yapmış kabul edeceğini, yaptıklarını kabul edeceğini öğrenirler Kendi yerlerine bedel kabul edip, canlarını kurtaracağın, babaları İbrahim'e ikram ettiği gibi onlara da ikram edeceğini öğrenirler

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Saffat Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



108- Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık ·

109- "İbrahim'e selâm olsun " ·

110- İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız ·

111- Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı

İbrahim nesiller ve asırlar boyu anılmaktadır O bir ümmettir O peygamber babasıdır O, şu müslüman milletin babasıdır Bu müslüman millet, O'nun dinine mirasçıdır Yüce Allah bu millet için ve onların üzerine İbrahim'in dini üzere insanlığın yönetimini farz kılmıştır Ve bu yönetimi, kıyamete kadar İbrahim'in çocuklarına ve soyuna yüklemiştir

"İbrahim'e selâm olsun"

Rabb'inden selâm ona Rabb'inin ebedi Kitab'ında yazılı ve büyük varlığın her köşesine nakşedilen selâm ona

"İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız"

Böylece onları, bela ve vefa ile, anılmakla ve selâmla ve ikram ile ödüllendiririz

"Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı"

Bu, imanın karşılığıdır, öbürü ise açık bir imtihanla ortaya çıkan "aslı"dır Sonra Rabb'i, İbrahim'e ihtiyarlık çağında İshak'ı bahşederek bir kez daha fazlı ve nimeti ile tecelli ediyor Ona da İshak'a da hayır ve bereket veriyor Ve İshak'ı salih peygamberler kafilesine katıyor

112- Biz ona iyilerden bir peygamber olacak İshak'ı müjdeledik

113- Kendisini ve İshak'ı kutlu ve bereketli kıldık Her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, açıkça kendisine zulmeden de olacaktır

Bunların arkasından arka arkaya nesilleri gelir Fakat bu nesillerin onlara varis olması kan ve nesep varisliği değil, ancak din ve inanç sistemi varisliğidir Uyup tabii olan iyi hareket etmiş, uymayıp yüz çeviren ve dönen zalim olmuştur, kendisine ne yakın ne de uzak nesebi yarar sağlamaz

"Her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi açıkça kendisine zulmeden de olacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.