Prof. Dr. Sinsi
|
Kur'an- Kerim Hakkında
Varlığın en bereketli ışık kaynağı, sözün en çarpıcı, en kuvvetli nüktesi O'dur Yeryüzündeki bütün câzibedâr güzellikler, O'nun ışığının varlık üzerine akseden gölgesi, en büyüleyici ses ve nağmeler o semâvi solukların sadece bir perdesidir
O'nun ışıktan beyanları arasında tenezzüh, gönülden kirleri, gözlerden de günahları siler-süpürür O'nun ötelere açık zümrütten iklimlerini temâşâ, düşünceye hikmet tohumlarını saçar, aklı semâlar ötesi âlemlerde gezdirir
Güneş, O'nun aydınlık dünyasına nisbeten bir ateş böceği, Ay, çehresine ışık çalınmış bir avuç siyah topraktan ibarettir O, dışının parlaklığı, içinin derinliği, muhtevâsının zenginliği ile, gökler ötesinden gelmiş öyle bir sofradır ki; bize ulaşıncaya kadar, O'nu elden ele bir gül demedi gibi taşıyan melekler dahi O'ndan müstağni kalamamışlardır
Yeryüzü ve O'nun sakinleri, bu ilâhi sofranın gelişini ihtiyaç ve iştiyak türküleriyle karşıladı ve bu köhne kürenin dört bir yanı O'nun gülüyle, nergisiyle âdeta cennet yamaçlarına döndü O'nun olmadığı dönemde kapkaranlık kesilen ova, vâdi, dağ, dere, tepe O'nun heryana saldığı nurlarla aydınlandı ve okunan bir kitap haline geldi Hele; O'nun şerhedip önümüze serdiği eşyanın hakikati âdeta ruhlarımızı dolduran bir hitâp oldu
İki cihan saadetinin yol göstericiliği O'na verilmiştir Mutluluğun altın anahtarı O'nun elindedir O her yerde karşımıza çıkıp bizleri hayret ve şaşkınlıklara sevk eden muammâları çözüp aydınlatmasaydı, bu binbir bilinmezler karşısında hayretten hayrete sürüklenip duracak, müşahede ve düşüncelerimizi te'lif etme imkanını bulamayacaktık O bir hızır gibi imdadımıza yetişmeseydi, bu uçsuz bucaksız çöllerde garip, kimsesiz mahvolup gidecektik  
Ey bütün bir ölü dünyayı tertemiz soluklarıyla canlandıran Ruh, Sen olmasaydın dünyaların Cehennemden farkı neydi! Yeryüzünde Hak rahmetini temsil eden Sen gönüllerden imansızlık zulmetini silen de yine Sen'sin! İnsanlık doğru yolu ve doğru yolda yürümeyi Seninle öğrendi Öğrendi de kaoslardan ve yollara takılıp kalmaktan kurtuldu Varlık Seninle aydınlandı ve ruhlara ünsiyet salan dost ve ahbâb haline geldi !
"Sâyende azaldı zulmet-i beşeriyet,
Benzer mi fürû'un sönük envârına Bedr'in?
Caiz sana dense güneşi leyle-i kadrin,
Ey nûr-u hidâyet!"
İsmail Safâ
Şimdi,aç ağzını konuş ki, ağzının suyuna susamış gönüller cana gelsin; diller ve dudaklara şeker-şerbet ersin! Ve ilk turfanda hurmalarına denk, gönüllerde turunçlar yeşersin! Bak, bin-şeref başımıza ayak basışınla "irem bağlarına" dönen bu ülke, zakkum ve dikenlerin işgâline uğradı Bize azap olsun diye mi bilmem, nûrun gidip "Kaf dağı"nın arkasına saklandı
Çilemiz bittiyse gel artık; gelki, Seni bütün bütün hiçbir zaman unutmadık Zemini sararan, semâsı kararan bu ülkede hâlâ, yoksullar yuvası mabedler Senin anber kokularınla dolup-taşmakta, karanlık gönüller Senin meş'alelerinle aydınlanıp ışığı tanımakta  !
Ey Mekke'de inip Medine'de çağlayanlaşan Nûr, saklanmak Sana yaraşmaz; aç nurlu çehrenden nikabı ! Aç ki, çirkinliğe boğulan gözler güzellik görsün! Aç ki, bizler bir kere daha şem'ine pervâne olalım!
"Ey hutbe-i ezeliye, ey nâzilet'ül-arş! 
Nâsût nüzulünle ziyâdâr-ı Muhammed  
Ey nefha-i lâhut!"
İsmail Safa
Hakk'ın ezelî hutbesi olarak, Arş'dan iniyor gibi in! İn ki; gönüller, Hazreti Ahmed'in aydınlık dünyasına bir kere daha uyansın! Ey o ışık kaynağı Fahr-ı Kâinat'ın gönlünde zuhur eden Nûr; ey O'nun güneşlere taç giydiren hakiki çehresine ayna olan Kitap, seslen dörtbir yana; cihanlar soluklarınla dolsun  Hatip taslakları seslerini kessin ve kalp hutbeler sussun!
Yıllar var ki, insanlık yanlış şeyleri dinleye dinleye doğruları anlamaz oldu ve karanlıkda yürüye yürüye yarasalarla arkadaşlığa karar kıldı  Çöz dilinin bağlarını, ruhlarımız Senin söz cevherinin çağlayanlarını duysun! Sal ışıklarını dünyamıza, insanoğlu asırlık karanlıklardan kurtulsun! İsrâfil gibi borunu öttür ve yeryüzünü velveleye ver; ver ki, uykuda olanlar uyansın; ters yanından doğrulan bencil ruhlar kendilerine gelsin; kendini rahata salmış olanların ödü kopsun ve birkaç asırdan beri heryanı saran karakuralar savulup gitsin  !
Yağmur gibi yağ başımıza; kuraklıktan canlarımız dudaklarımıza geldi Sabâ gibi Arş'ın kokusuyla es her tarafta; ma'siyet kokusundan ruhların midesi bulandı Yıldırımlara bin ve dörtbir yanda gürle; ortalığı saran haşarat kaçıp inlerine girsin  ! Yağmazsan, esmezsen, gürlemezsen nasıl olacak halimiz ve insanlığın hâli? Millet nasıl canlanacak? Mektep nasıl hamle yapacak? Mabed nasıl nurlanacak? Kalb, ruh, akıl aradığını nereden bulacak? Başka hangi şey bu perişan ruhların ve bu yaralı gönüllerin dermânı olacak; olacak da, meflûç ruhları kanatlandırıp uçuracak  ? Aklın önü sıra tıkanan yolları açıp düşünceye sonsuzluğu gösterecek  !
Senin olmadığın bir dünyada irâdenin kolu-kanadı kırık, his âlemi kaos üstüne kaos; beşerî duygular bir bataklık; muhakemeler tutarsız, mantık aldatan bir hokkabaz, ilim de bir ukelâlıktır Bu karanlık dünyada insânî değerleri aramaksa beyhûdedir, abestir ve bir aldanmışlıktır
Gel, nefesinden bir vefa kokusu gönder; şeytanın bütün oyunlarını boz ve bizlere, Adem Nebî'ye gösterilen tövbe yollarını göster!
|