Prof. Dr. Sinsi
|
Dunyanın Antık Kentlerı Ve Anlaımları

İtalya'nın başkenti Roma'daki Dünya'nın yeni yedi harikasından biri sayılan Kolezyum
Antik Roma, MÖ 9 yüzyılda İtalya Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelmiştir Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür ispanya, Galya ve İtalya'yı içine alan batı imparatorluğu 5 yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü Batı imparatorluğunun 476 yılında sona ermesi Roma'nın yıkılışı ve Orta Çağ'ın başlangıç tarihi kabul edilir Öte yandan İstanbul'dan yönetilen doğu imparatorluğu, 1453 yılına kadar varlığını sürdürmüştür
Roma uygarlığı, kültürel olarak yoğun biçimde ilham aldığı ve örnek edindiği Antik Yunan ile birlikte "klasik antikite" içine dahil edilir Antik Roma Batı dünyasındaki hukuk, savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir
Flavianus Amfiteatrı olarakta bilinen Kolezyum, Roma İmparatorluğu ve devamı olan Batı Roma İmparatorluğu'nun başkenti Roma'daki 50 000 kişilik büyük bir arenadır Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından M S 72 yılında yaptırılmıştır İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için gladyatör dövüşleri düzenlerdi Asıl adı Arena iken, sonradan, girişteki etkileyici heykelin adını almıştır Roma Kolezyumu gibi halen ayakta olan Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi ve Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası' olarak seçilmiştir
Mısır Piramitleri

Dünya'daki en eski ve en büyük anıt-kabir olan Mısır Piramidlerinin en önemlisi olan Keops
Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser, Mısır'daki Keops Piramididir Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır
Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır
Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M Ö 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4 Sülale devri hükümdarlarından Keops'un mezarıdır İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren'e aittir Küçük piramit ise M Ö 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır
Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır
Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir Tepeden 10 metre kadar aşınmıştır Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2 300 000 adet blok taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50 524 metrekarelik bir alanı kaplar Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır
Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100 000 esirin çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmıştır Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir
Petra Antik Kenti

Ürdün'deki Petra Antik Kenti
Ürdünde çölün ortasında kayalık bir vadiye kurulu Petra Antik Kenti pembe renkli kayalara oyulmuş tek parça yapılarıyla, büyüklüğüyle dünyanın en ilginç ve en güzel arkeolojik eserlerinden biridir
Petradaki ilk yaşam izleri M Ö 7000lere kadar uzansa da M Ö 6 yüzyılda bütün Mezopotamya'yı ele geçirmeye çalışan Perslerden kaçan Nebatian'lar, Musa Vadisi'ne sığınırlar Milyonlarca yıl önce deniz olan bu ucsuz bucaksız vadideki kayaları oyarak bir yeraltı şehri yaparlar ve göçebelikten kent yaşamına geçerler Su kanalları, küçük ilkel barajları, kaya oymalarıyla olağanüstü bir düzen kurarlar Lut Gölü çevresinde yaşayan Arap asıllı Nebatianların, yazısı, Arap yazısının başlangıcı sayılmaktadır M S 106 yılında Romalılar tarafından yıkılan Nebatianlar putperest olup en büyük tanrıları Duşara, en büyük tanrıçaları da Ellata tapmaya başlarlar
Lut Gölü, yani bildiğimiz adıyla Ölü Deniz'in güneyinde, Arap Çölü'nün kıyısındaki bu antik çağ kentinin tapınakları, sarayları, 4 000 kişilik bir amfitiyatrosu, mezarları, kervansarayları, idare binaları, pazar yerleri varmış Bu gül renkli yapıların hepsi aynı kaya bloklarının oyulmasıyla meydana getirilmiştir
Kesinlikle bir parça, bir başka parçanın üstüne getirilerek yapılmamıştır Nebatianlar döneminde baharat ticaretiyle geçinen Petra halkı çok etkileyici bir zenginlik yaratmışlar Bu dönemde Arabistana ulaşmaya çalışan Romalılar bu topraklardan hem çekinirler hem de uzak duramazlarmış Nebatianlar da Arap yarımadası ve uzakdoğudan getirdikleri baharat ve kokuları Romalılara satarak akıl almaz bir gelir elde etmişler ve kenti bugünkü haline getirmişler M Ö 1 ile M S 2 yy lar arası en parlak dönemini yaşayan ve Musa Vadisinin etrafını saran dağlarla çölün koruması altında kalan Petra kenti ticaret yollarının yönünü değiştirmesiyle önemini yitirmiş Büyük İskender Petrayı almak istediğinde ilk işi suyu kesmek olmuş M Ö 312 yılında fethettiğinde, kentteki Nebatianların sayısı gerçekten çok azmış Böylelikle başlayan Roma dönemi etkilerini mimaride ve yaşam tarzında göstermeye başlıyor Kentte kayalara oyulmuş yapıların dışında vadide Roma ve sonrası dönemlerine ait yapılar da bulunmaktadır Dağların arasında konumlanmış bir kent olan Petra bir süre sonra önemini yitiriyor ve 12 yüzyıldan sonra yaklaşık yedi yüzyıl boyunca unutuluyor ta ki 1812 yılında İsviçreli gezgin Ludwig Şam'dan Kahire'ye giderken Petrayı buluncaya kadar
Machu Picchu Antik Kenti

Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti
Bugüne kadar çok iyi korunarak gelmiş İnka antik şehridir And Dağları 'nın bir dağının zirvesinde, 2 360 m yükseklikte, Urubamba Vadisi üzerinde kurulmuş olup Peru'nun Cusco şehrine 88 km mesafededir Şehir, İnka'lı bir hükümdar olan Pachacutec Yupanqui tarafında 1450 yılları civarında inşa ettirilmiştir İspanyol istilacılar 1532 yılında buraları feth ederken sık dağlar arasında kalmış bu şehir, istilacılar tarafından fark edilmemiş ve bu sayede zarar görmemiştir Machu Picchu 200 den fazla, merdiven sistemiyle birbirne bağlı olan taş yapıdan oluşur Şehrin 3000 basamağı bugün hala gayet iyi durumdadır
Kuruluş amacı ve anlamı bugüne kadar gelmiş olan tartışma konusudur Günümüze gelmeyi başarmış bilimsel kanıt içerikli çok fazla ipucu bulunmamasından, sadece tahminler yapılabilmektedir Bu yüzden o zamanlardaki adı bilinemeyen şehir, ismini bugün yakınlarda olan bir dağ zirvesinden almıştır Şehrin tarım alanı olarak kullanılan teraslardan oluşan bölümleri, Eski Zirve Machu Picchu denen dağın eteklerindedir Şehrin sonunda ise Genç Zirve Huayna Picchu yükselir
Şehirde içinde 100 den fazla insan iskeletinin bulunduğu 50 adetin üzerinde mezar keşfedilmiştir (ilk başlarda bunların %80i kadın olduğu sanılmış, ama sonraki incelemelerde eşit dağılım olduğu tespit edilmiş) Bu keşfe istinaden şehrin, İnkalar'ın yetiştirme ve disiplin yeri olduğu teorisi geliştirilmiş Ancak zamanımızda bu teori geçerliliğini yitirmiş durumdadır Daha çok bugün kabul gören teori, şehrin 700 den fazla İnka asil ve din adamına ev sahipliği yapmış olduğudur
Kalıntılar 24 Temmuz 1911 tarihinde Hiram Bingham ldaresindeki Yale Üniversitesi'nin yaptığı bir bilimsel gezi sırasında tesadüfen bulunmuştur Bingham aslında keşfi sırasında, 1536 yılında ispanyol istilacı Pizarro'dan kaçan İnkalar'ın saklandığı gizemli İnka şehri Vilcabamba'yı aramaktaydı Bingham Machu Picchu'yu bulduğunda Vilcabamba'yı bulduğunu sandı Bugün Vilcabamba'nın 70 km daha ileride, ormanların içinde olduğu biliniyor
1912 ve 1913 yıllarında Bingham şehri ortaya çıkarmaya başladı 1915'de Machu Picchu araştırmalarıyla ile ilgili bir kitap yayınladı National Geographic Society'nin Nisan 1913 sayısını Machu Picchu şehrine ithaf etmesiyle meşhur oldu
Şehrin aslında 2 yıl öncesinden keşfedildiği, ama şehrin altınlarının ABD'ye götürülmesi için Bingham'ın zaman kazanmak istediği iddia edilmektedir Diğer bir yerlilerin iddiası ise, köylülerin çoktan 1901 yılında şehri keşfetmiş olduğu ve Bingham'ın keşfinin tesadüf olmadığıdır
1983 yılında UNESCO Machu Picchu'yu dünya mirası olarak ilan etmiştir
Machu Picchu Güney Amerika'nın en çok turist çeken yerlerinden biridir Her gün günlük 2000 kişi ziyaret eder UNESCO harabelerin zarar görmemesi için bu sayının en fazla 800 e düşürülmesini talep etmektedir
İnka şehrinin çok zor geçit veren bir bölgede olması ve oraya giden bir yolun olmaması yüzünden, Cusco şehrinden Machu Picchu dağının eteklerinde bulunan Aguas Calientes köyüne (ki harabelere en rahat bu köyden ulaşmak mümkün) bir raylı sistem hattı inşa edilmiştir Bu köyden sonra 8 km lik bir otobüs yolculuğu yapılmakla beraber bu mesafe yaya olarak ta katedilebilir Zira küçük basamaklı patika yollar buraya açılır Patikanın sonunda, Machu Picchu'nun hemen giriş alanında "Sanctuary Lodge“ oteli bulunur ki bu otel de raylı sistem gibi ingiliz oteller zinciri „Orient Express“ 'e aittir Machu Picchu'ya otantik yoldan ulaşmak isteyenler, birkaç günlük yürüyüş programlı, Urubamba Nehri'nin birkaç yüksek geçidi üzerinden, İnka yolu'nu (Camino inca) kullanarak ulaşırlar
Sürekli büyüyen turizm çevre konusunda çok büyük yük olmaktadır UNESCO, yapılması planlanan Aguas Calientes'den Machu Picchu' ya bir teleferik hattı konusunda sert bir muhalefet yapmaktadır Bu hattın tamamlanması turizmin daha da artması anlamına geldiği gibi toprak kayması tehlikesinin yükselmesini de beraberinde getirmektedir 10 Nisan 2004 'te meydana gelen bir toprak kayması onbir kişinin yaşamına mal olmuş, raylı sistemi de kısmen aksatmıştır 14 Ekim 2005 'teki başka bir toprak kayması raylı hattın 400 m lik kısmını toprak altında bırakmıştır
Akropolis Antik Kenti

Yunanistan'ın başkenti Atina'daki Akropolis Antik Kenti
Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin yükseldiği tepede bulunan Akropolis, Eski Yunan dilinde "yukarı kent" anlamına gelir Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı zamanda bir din merkeziydi Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra Perikles'in öncülüğüyle, M Ö 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı O çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte çalıştılar
Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır Yapının, çok büyük boyutlarda olan kemerleri ince mermerden yapılmıştır Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim küçük tapınağı vardır Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir
Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur Adını Eski Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır Burada sütunların yerini kadın heykelleri alır Bunlar, kimi gülümseyen, kimi somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir
Günümüze kalan görkemli yapılar, Milattan önce 5 yüzyılda devlet adamı Perikles tarafından başlatılan geniş bir yapı programı sonucunda gerçekleştirildi Yapılış sıralarına göre Atina Akropolisi'ndeki başlıca yapıtlar şunlardır:
Parthenon (Athena Parthenos Tapınağı) : İ Ö 437-432
Propylaion (kapılı giriş) : İ Ö 437-432
Athena tapınağı : İ Ö 427-424
Erekhtheion : İ Ö 421-405
Parthenon: Antik Yunandan günümüze kalan yapılar arasında en iyi bilinenidir ve Yunan mimarisinin en büyük eseri olarak kabul edilir Dış cephesinde kullanılan heykeltıraşlığın Yunan sanatının en yüksek noktası olduğu düşünülür Dünyanın en büyük kültürel abidelerinden biri olarak Parthenon, Antik Yunanın ve Atina demokrasisinin de sembolüdür
Partenon isminin Atena Partenosün kült heykelinden geldiği sanılmaktadır Bu heykel Fidias tarafından fildişi ve altın kullanılarak yapılmıştır, Athenanın sıfatı partenos tanrıçanın bekaretini simgelemektedir
Parthenon, Perslilerin M Ö 480de eski Athena tapınağını yok etmesinden sonra yapılmıştır Birçok Yunan tapınağı gibi Partenon da hazine olarak kullanılmıştır
M S 6 yüzyılda Partenon Bakire Meryeme adanan bir kiliseye çevrildi Osmanlı Devletinin fethinden sonra 1456 yılında ise bir camiye çevrildi 1687de Türkler burayı cephanelik olarak kullanmaya başladı, Venedik savaş topu tarafından vuruldu Bu olay/patlama tapınağa ciddi biçimde zarar verdi 19 yüzyılda uçmuş heykel parçaları Lord Elgin tarafından İngiltereye taşındı, şu anda Britanya Müzesinde sergilenmektedir Bu eserlerin Yunanistana gönderilip gönderilmeyeceği halen tartışılmaktadır
Angkor Wat

Dünya'nın en büyük dini yapısı Angkor Wat
12 yüzyıl'ın başlarında Kral II Suryavarman icin tapınak ve başkent olarak inşa edilmiştir Buradaki en büyük ve en iyi korunmuş tapınak, kuruluşundan beri önce Hindu, sonra Budist olarak hizmet vermek üzere daima önemli bir dini merkez olarak kalmıştır Tapınak, klasik Khmer mimarisinin en somut örneğidir ve Kamboçya'nın sembolü olmakla birlikte, (herhangi bir ülke bayrağı üzerinde bulunan tek yapıdır) ülkenin en önde gelen turistik cazibe merkezidir Angkor Wat, Khmer mimarisinin iki temel özelligini barındırır: tapınak dağı ve asma koridorlu tapınaklar Yapısı, Hindu mitolojisindeki tanrıların evi olan Meru Dağı'nı çağrıştırmak üzere planlanmıştır Bir hendeğin etrafındaki 3 6 kilometrelik bir dış duvarın içinde, her biri diğerinin üzerinde inşa edilmiş üç dikdörtgen galeri bulunur Tapınağın tam merkezinde her biri dikdörtgenin birer köşesine, bir adedi de tam ortaya gelecek şekilde yerleştirilen beş kule vardır Diğer birçok Angkor tapınağının aksine, Angkor Wat batıya bakar ki bunun önemi de uzmanlar arasında tartışma ve bölünme konusu teşkil etmektedir Yapı, mimarisinin ihtişamı ve uyumu haricinde aynı zamanda, geniş duvar heykelleri ve duvarlarını süsleyen birçok Hindu koruyucu meleği ile de hayranlık uyandırır Guiness Rekorlar Kitabı'na göre, Angkor Wat dünyadaki en büyük dini yapıdır
Angkor Wat klasik Khmer mimarisinin en üst örneği ve Angkor Wat Stili'ne adını veren tarzdır 12 yüzyılda Khmerli mimarlar, ana yapı malzemesi olarak tuğla ya da laterit yerine kumtaşı kullanımında eskisinden daha tecrübeli hale gelmişlerdir Angkor Wat Stili, çoğunlukla nitelik yerine nicelik kurbanı olan Bayon dönemini takiben gelmiştir Bu tarzdaki diğer tapınaklar Angkor'daki Preah Pithu, Angkor dışındaki Beng Mealea ve Phimai'daki Phanom Rung'dur Antik Yunan ve Roma mimiarisi ile kıyaslanan Angkor Wat, en fazla övgüyü dizaynındaki uyum için alır Tarzının mimari açıdan karakteristik özellikleri: kemerler, lotus çiçeği goncası şekilli kuleler, geçiş yollarını geniş tutmak icin inşa edilmiş yarı asma katlar, eksenel galeriler, bağlantılı çıkıntılar, haç seklindeki teraslardır Görülen alanların büyük kısmı kumtaşı bloklarından, dış duvarlar ve gizli mimari kısımlar ise lateritten oluşur Blokları yapıştırmak için kullanılan materyal henüz tanımlanamamakla birlikte, doğal reçineler ya da sulandırılmış kireç olabileceği önerilmiştir
Dizaynın diğer parçaları zaman etkileri ve yağmalanma suretiyle yıkılmıştır; yağmalananların arasında kulelerin üstündeki altın alçı ya da bazı duvar heykelleri ya da ahşap figürlerin üstündeki varaklar ve duvar ve tavan panelleri ile kapılar da vardir Tipik dekoratif unsurlar; koruyucu melekler, duvar heykelleri, yükseltiler üzerinde uzanan taçsı çelenkler ve hikaye mizansenleridir Heykelcilik muhafazakardır ve daha önce yapılan diğerleri ile kiyaslandiginda daha statik bir yapı ve daha az zarafet icerir Tapınağın ilk dizayn ve inşası 12 yy'ın ilk yarısında Kral II Suryavaman hükümdarlığı sırasında (1113-1150), Vishu'ya adanmak suretiyle başlamıştır Kralın tapınağı ve devletinin başkenti olarak inşa edilmiş, yapının dizaynı ya da inşası üzerine yazılmış herhangi bir belgeye ise rastlanmamıştır Yapının orijinal ismi ise bilinmemektedir
Tapınak günümüz şehri Siem Reap'in 5 5 kilometre kuzeyinde, kısa bir mesafe güneyinde ve eski başkent Baphuon'un doğusunda bulunur İnşaatı Kral'ın ölümüyle durmuş ve bazı duvar heykelleri yarım kalmıştır Angkor 1177'de Khmerlerin geleneksel düşmanları Chamlar tarafından talan edilmiş ve birkaç kilometre kuzeyde yeni bir başkent inşa eden yeni Kral VII Jayavarman tarafından yeniden inşa edilmiştir
14 ya da 15 yüzyılda, tapınak Theravada Budist kullanımı için değiştirilmis ve günümüze kadar da bu sekilde kalmıştır 16 yüzyıldan sonra ihmal edilmiş olmasına rağmen, Angkor Wat diğer Angkor tapınakları arasında değişik bir yere sahiptir ve hiçbir zaman tamamen terk edilmemiştir Hendeği sayesinde orman tarafından gelebilecek tehlikelere karsi korunmuştur Bu sıralarda tapınak Prah Pisnulok olarak bilinmekte, modern ismi ise 16 yüzyıldan beridir Shir Tapınağı anlamında kullanılmaktadır Tapınağa ilk gelen batılılardan biri, 1586'da gelmis Portekizli keşiş Antonio da Magdalena'dır ve kendisi yapıyı bir kalemin yazabilecekleri ile tasvir etmenin imkansız olduğunu ve yapının dünyadaki diğer hiçbir şeye benzemediğini söylemiştir Ancak yapının Batı'da populer hale gelmesi Fransız gezgin Henri Mouhot'nun seyahat notlarını yayınlamasını takiben, 19 yüzyılın ortasını bulmuştur 20 yüzyılda Angkor Wat'in ciddi bir restorasyona ihtiyaç duymuş ve asırlardır toplanmış toprak ve vahşi otların temizlenmesi gerekmiştir
Bu konuda yapılan çalışma 1970 ve 80'lerdeki Kızıl Khmerler yönetiminde durmuş, ancak yapı yağmalanma ve hırsızlık açısından nispeten daha az zarar görmüştür 1990'lardan başlamak suretiyle, Ankgor Wat, koruma çalışmalarına yeniden hız verilmiş, turizmin artmasıyla daha da önem kazanmıştır Yapı 1992'de kurulmuş Angkor Dünya Mirası yapıları arasına girmiş, Kamboçya hükümeti tarafından da desteklenmiştir Alman Apsara Koruma Projesi (GACP) koruyucu melek heykelleri ve duvar heykellerini koruma altına almıştır Organizasyonun araştırması sonucunda koruyucu melek heykellerinin %20'si doğal aşınmadan dolayı çok kötü durumda olduğu ve daha önceki restorasyon çalışmalarının da taşlara zarar vermiş olduğu belirtilmiştir Diğer çalışmalar, yıkılmış bölümlerin onarımı ve gelecek yıkılmaların önlenmesi olarak devam etmekte, batı çatısının üst kısmı 2002'de desteklenmiş, kuzey kütüphanesinin restorasyonu ise bir Japon ekibi tarafından tamamlanmıştır
Persepolis Antik Kenti

Persepolis, İran'ın Şiraz şehrinin hemen doğusundadır
Pers İmparatorluğu 'nun başkenti olan Persepolis, M Ö 6 yüzyıl sonlarına doğru Pers Kralı I Darius (Dara) tarafından kurulmuştur Darius'dan sonra tahta çıkan Kserkes I (Xerxes, Serhas) ve Artakserkses (Ardaşir) şehri büyüterek harika anıtlarla doldurmuşlardır İran 'ın Şiraz şehrinin hemen doğusundadır
Saray
Persepolis'te kral sarayları taşıma toprakla yapılan, tepesi 473 metre uzunlukta, 86 metre genişlikte ve 13 metre yüksekliği olan yapay bir tepe üzerinde bulunmaktaydı Sarayların bulunduğu bu taraçaya iki geniş merdivenle çıkılıyordu Merdivenlerin yan duvarları kabartma heykellerle doludur Kserkes'in taht salonunda, her biri 20 metre yükseklikte olan ve üzerinde 2 metre yükseklikte başlıkları olan 100 sütun bulunuyordu Başlıklar boğa ve insan şeklindeydi Sarayın iki büyük sütunla tutturulan kapısının yüksekliği 11 metredir Kapıdaki sütunların önünde, yüzleri insan şeklinde olan iki boğa heykeli vardır
Tören Salonu
Dara'nın Mısır'daki ocaklardan getirilen blok taşlarla yapılmış "Apadana" denilen tören salonu 10 000 kişi alıyordu Bu kadar büyük bir kapalı salon başka hiçbir sarayda görülmemiştir Hazine sarayının geniş avlusuna açılan 4 büyük ahşap kapısı vardı ve bunlar renkli ve süslü alçılarla kaplıydı Persepolis'te büyük sütun kaideler üzerinde, Perslerin inançlarını yansıtan heykeller vardır Bunlar iyilik sembolü olan yarı insan bir savaşçı ile kötülük sembolü olan bir canavarın mücadelesini ve iyilik sembolünün zaferini gösterir
Kral Mezarları
Persepolis'in yakınındaki kayalık dağın yamaçlarında birbirinden 8-10 km uzaklıkta, kayalar oyularak yapılan ve saray görünümlü iki kaya mezar vardır Frigya kral mezarlarına benzeyen bu mezarlar "Taht-ı Cemşid" ve "Nakş-ı Rüstem" olarak anılırlar Bunlardan biri Darıus I'in mezarıdır M Ö 331'de Büyük İskender Persleri yenerek şehri yaktı Bundan sonra şehir toprak yığınları altında kendi haline terkedildi
Palmyra Antik Kenti

Dünya'nın en eski ve büyük yerleşim birimlerinden Plmyra Antik Kenti
Tedmur adıyla da bilinen Palmira, Suriye çölünün ortasında Humus şehrinin 155 km doğusundadır Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden olan Palmyra Antik Kenti Milattan önce 2000li yıllarda tüm doğuya hakim olan ve kraliçeyle (Zennube) yönetilerek büyük bir devlete başkentlik etmiştir İran körfezini uzaklardaki Akdeniz ile birleştiren kervan yolları üzerinde bulunması Bizans ve Roma dönemlerinde Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında zengin ve canlı bir kent olarak parlamıştır Dönemin iki büyük devleti İran ve Roma imparatorlukları arasında bağımsızlık mücadelesi veren zengin bir şehir devletiydi İki devlet de İpek Yolu üzerinde bulunan bu şehrin hakimiyeti için sürekli mücadele içerisindeydiler Bağımsız kalmak için çok çaba sarf eden şehrin hükümdarı Uzafe baskılara dayanamadı Şehir sonunda Roma İmparatorluğu'nun himayesine girdi Bundan sonra şehir, ticaretten kazanılan parayla Roma tarzında ve çok görkemli bir şekilde inşa edildi Sarayları, tapınakları ve diğer binalarıyla muhteşem bir hal alan şehir kısa zamanda Roma imparatorunun dikkatini çekti Şehrin methini çok duyan Roma imparatoru iki defa şehre geldi Şehrin ihtişamı karşısında çok etkilenen imparator şehrin adını Palmeyra olarak değiştirdi
Etrafı sağlı sollu 160 adet sütunla çevrili kral yolu şehrin en muhteşem yerlerinden biriydi Her bir sütunun üzerinde bir tanrının heykeli bulunuyordu Sütunların bazıları günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş Şehrin en gösterişli eseri ise şehre hakim bir tepe üzerine kurulu olan Kral Uzafe'nin sarayı Sarayın da bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir
Busra Antik Kenti

Hz Muhammed'in de uğradığı Busra Antik Kenti
Suriyenin başkenti Şamın yaklaşık 140 kilometre güneyinde bulunan, Ürdün sınırına da 30 kilometre yakınlıktaki Busra Antik Kenti Müslüman Alemi için de çok önemli mekanlardan biridir Hz Muhammed'in 12 yaşlarındayken amcası Ebu Talip ile ticaret kervanı ile geldiği ve rahip Bahiranın kendisini görüp Peygamber olduğunu anladığı belde ayrı bir öneme sahiptir Busra'da Efes Antik Kentini aratmayacak mahiyette bir antik şehir bulunmaktadır Roma döneminden kalan ve bir zamanlar Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden Busra Antik Kenti, Büyük Constantinus zamanında (306-337) önce piskoposluk merkezi haline getirilmiş, daha sonra Antakya patrikliğine bağlanarak Arabistan başpiskoposluğunun merkezi olmuştur Keşfedilmemiş bu güzel şehirde Hz Muhammed'in konakladığı ve Mescide Merkabun Neka (Devenin Çöktüğü Yer) adı verilen mekanıda gezebilirsiniz
Ugarit (Ras Şamra) Antik Kenti

Suriye Alevileri'nin kutsal dağı Cebel Ansariye'nin gizli
ve saklı kalmış antik kenti Ugarit (Ras Şamra)
Batı Suriye'de Akdeniz'e kıyısı bulunan Ugarit Antik kenti İ Ö 1450 - 1195 yılları arasında bir ticaret kenti olarak hareketliydi ancak bir depremle yerle bir olmuştur Ugarit krallığı'nın hükmettiği ve günümüzün Lazkiye kentinin kuzeyinde Suriye Alevileri'nin kutsal dağı Cebel Ansariye'nin yamaçlarını kapsamaktadır Bu alanın, kuzeyde yerel mitolojide tanrı Baal'in yaşadığı yer olan Cebel Akra dağı'nın yüksek kayalıkları ve güneyde de ovanın deniz ile yalıyar arasında boğulup kalmış olması, 2000 kilometrekareyi hiçbir zaman aşmamış bir çevrenin doğal sınırlarını çizmektedir Günümüzde Ras Şamra olarak bilinen Uegarit kenti adı ilk olarak Ebla arşivleri, Tell-el amarna mektupları ve Boğazköy'de ortaya çıkarılan Hitit yazılı belgelerinde görülmüştür Lazkiye kentinin 10 kilometre kuzeyinde ve sahilden yaklaşık 1 kilometre uzakta yer alan Ras Şamra Höyüğü 1929 yılında bir rastlantı sonucu keşfedilmiş ve höyüğün ana yerleşim merkezi yine aynı yıl Claude F A Schaffer başkanlığında Fransız bir ekip tarafından kazılmaya başlanmıştır 1939 yılına dek süren çalışmalar II Dünya Savaşı ile kesintiye uğrasa da 1948'de yeniden başlar 1972 yılında H Contenson tarafından yürütülen kazı, 1975'ten itibaren ise Marguerite Youn idaresinde devam etmektedir
Ras Şamra'da süregelen çalışmalar sonucunda şehrin mahalleleri, mabetleri, sur kalıntıları, büyük bir kral sarayı ve çok sayıda tableti bulunmuştur
Paskalya Adası

Tam olarak anlamı ve neden yapıldığı bilinmeyen taş
heykel Moai'ler Şili'nin turistik değerlerindendir
Şili'nin batısında Büyük Okyanus'taki volkanik adanın Yüzölçümü 179 km2 'dir Hollandalı Jacob Roggeveen tarafından 1772 yılının Paskalya günü keşfedilmiş olmasından dolayı bu adı almıştır 1888'den beri Şili'ye aittir
Polinezya Adaları'nın en doğusunda bulunan Paskalya Adası, dünyanın en ıssız, aynı zamanda en esrarlı beldelerinden bindir Bilginler, bu adanın ilk halkının Güney Amerika'dan mı, Polinezya'dan mı geldiğini henüz keşfedemediler Bu insanlar her halde olağanüstü gemicilik niteliklerine sahiptiler, çünkü adaya en yakın kara 2000 km uzaktadır
Ada, sarımtırak bir volkanik taştan, tek parça olarak yontulmuş dev boyutlu heykelleriyle ünlüdür Heykellerin hepsinin, uzun kulaklı koskocaman başları vardır ve bacaksız bir gövde üzerine oturtulmuşlardır Bu heykellerin en büyüğünün yüksekliği 30 metreyi bulur ve bunların sadece yontulmuş saçları bile 30 ton çeker Ada halkı, bu heykelleri kraterin çevresinden bulundukları yere kadar nasıl getirebilmiş, nasıl dikebilmişlerdir? Bu heykellerin anlamı nedir? Henüz hiç kimse bu gizemleri çözebilmiş değildir
Paskalya Adası, 1967 yılında ilk yolcu uçağının bu adaya inmesinden beri önemli turistik bir yer haline gelmiştir Bugün de adaya Şili'den 5 saatlik bir uçuşla ya da Tahiti'den ulaşılır Santiago'dan haftanın belli günleri ülkenin resmi havayolu şirketi LAN Chile sefer düzenlemektedir Adanın limanı küçük olduğundan buraya düzenli bir feribot seferi yapılmamaktadır
Ada halkının ağırlıklı geçim kaynağı turizmdir Gelen turistler buradaki pansiyonlarda ya da 3 yıldızlı otellerde konaklamaktadırlar
|