Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilmedikleriniz, medeniyetler, tarihinde

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Hz Muhammed�in amcası Abbas�ın soyundan gelen Ebul Abbas�ın kurduğu halife hanedanı (750-1258)

Emeviler halifeliği, Hz Muhammed'in amcaoğlu ve damadı, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almışlar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karşı kanlı bir siyaset gütmüşlerdi Bu yüzden Emevilere karşı düşmanlık artmış, özellikle Hicaz, Irak ve İran'da büyük hoşnutsuzluklar baş göstermişti Abbasoğulları bu düşmanlıktan yararlanarak, halifeliğin peygamber ailesinden en lâyık olana geri verilmesi gerektiği yolunda propagandaya giriştiler

Emevilerin, özellikle çoğunluğu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladıkları vergi soygunculuğu ve Arap olmayanları aşağı görme siyaseti bu propagandayı daha da güçlendirdi Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk, Emevilere karşı ilk ayaklanmayı başlattı Önceden Türklerin Müslüman olanları ile olmayanlarını barıştırmış ve bunları İranlı Şiilerle birleştirerek güçlü bir birlik hazırlamış olan Ebu Müslim, Arap ordularını yenerek Emevi saltanatına son verdi

Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifeliğe getirildi (750) İlk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acımadan yok ettiği için kendisine kan dökücü anlamına gelen el-Seffah adı verildi

BERMEKOĞULLARI

Abbasiler ilk dokuz halife zamanında (özellikle Harun Reşit [786809] ve Memun [813833]) bütün İslâm dünyasını kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadılar

Türkler ve İranlılar tarafından iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim işlerinde Türklerden ve İranlılardan yararlandılar Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, özellikle Toharistanlı Bermekoğullarınca düzenlendi Bağdat bu dönemde kuruldu ve başkent oldu (762); kısa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kışlalarla donatıldı

Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenliği zayıfladı, İslâm İmparatorluğu'nda bağımsız hükümetlerin sayısı çoğaldı (Samanoğulları, Karahanlılar, Büveyhoğulları, Fatımiler vd) Kuruluştan 150 yıl sonra, Bağdat'ın egemenliği sadece Irak ve İran bölgelerinde geçerliydi Zamanla Abbasi halifelerinin yalnız manevi değeri kaldı Büveyhoğulları 945'te Bağdat'ı ele geçirdiler, siyasi çıkarlarını düşünerek, Abbasi hanedanını yıkmadılar, ama onların elinde halife unvanından başka bir yetki de bırakmadılar

1055'te Selçuklular, Bağdat'ı ele geçirerek Büveyhoğulları Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hoş tuttular Moğol istilâsı ile Abbasi hanedanı kesin olarak son buldu Hulâgu, Bağdat'ı alarak son Abbasi halifesi Mustasım'ı öldürdü (1258) Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasoğullarından biri, Mısır'da Memlûklere sığınarak orada halife oldu

Abbasiler döneminde İslam�ın Arap ve İran kesimi büyük ölçüde birliğe kavuştu Halifelik Arap özelliğini kaybederek, Sasani Krallığı'nın kurumlarını, saray geleneklerini ve uygarlık zenginliğini edindi

Samarra'da (Irak) Cafer El-Mütevekkil Camii'nin kalıntıları Irak Abbasileri sanatının belirgin örneklerinden olan bu cami,

«ziggurat» (çok katlı kule) biçimi tuğla minaresiyle ünlüdür

Abbasiler döneminde İslam İmparatorluğu

ABBASİ SANATI

Abbasiler dönemi İslâm İmparatorluğu�nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bağımsız bir sanat merkezi durumundadır Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, müzik, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme gösterdi Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça�ya çevrildi IX yüzyılda halifelerin oturmuş olduğu Samarra'da bulunan kalıntılar, Abbasi sanatının başlıca özelliklerini yansıtan belgelerdir

Kayrevan Camii (Tunus) kubbeleriyle dikkati çeker Mimber ve mihrabın yarım kubbesi oymatik ağacındandır; mermer levhalar kakma çinilerle bezenmiştir Temeli 670 yılında atılan cami, XI yya kadar birçok kere onarılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



(İÖ 334 yazı başları), Pers İmparatorluğu'nun istilası sırasında Büyük İskender'in kazandığı bir zafer Sayıları büyük olasılıkla 40 bini bulan Persler, Granikos ırmağı (Kocabaş Çayı) kıyılarında mevzilenmişti İskender'in hücum tabur, karşı kıyıdan yağan kargılara karşın ırmağın sığ yerinden öbür tarafa geçti Onları izleyen İskender, Pers hattının sol merkezini vuracak biçimde yerleştirdiği komutanlarını harekete geçirdi

İskender, Pers Kralı III Dareios'un iki akrabasını öldürdü; kendisi ise süvari birliği komutanı Kleitos (Kara) sayesinde ölümden kurtuldu Persler bundan sonra dağıldı İskender'in biyografisini yazan Arrhionos'a göre (İS 2 yy) bu savaşta Makedonyalılar yalnızca 115 kayıp verdiler

BÜYÜK İSKENDER'İN GRANİKOS SAVAŞI

(Valerio Massimo Manfredi'nin Büyük İskender adlı romanından Can Yayınları) Peritas yüzünü yalayarak sahibini uyandırdı; İskender ayağa fırladığında, zırhını giydirmek için yardımına gelmiş iki askerini gördü Leptine, gümüş bir tepside ona 'Nestor Lokması' getirmlşti; kahvaltısı peynir, un, bal ve şarapla çırpılmış çiğ yumurtaydı
Hükümdar zırhı ve dizlikleri bağlanır, kemeri beline geçirilir, kılıcı takılırken, ayaküstü kahvaltı etti "Bukefalos'u istemiyorum," dedi çıkarken "Irmağın kıyıları fazlasıyla kaygan ve o çamura gömülebilir Bana doru Sarmaçya atımı getirin"

Yardımcıları onun seçtiği atı almaya gittiler İskender tolgasını sol kolunun altına sıkıştırıp kamp alanının ortasına doğru yürüdü Adamları sıra sıra dizilmişlerdi; her an yeni askerler gelip arkadaşlarının yanındaki yerlerini alıyorlardı İskender getirilen atına bindi, önce Makedon ve Thessalialı süvari birliklerini, sonra Yunan piyadelerini denetledi

Uç birliklerinin süvarileri kampın ötesinde, doğu kapısına yakın bir noktada, mükemmel düzende beş sıra olmuş bekliyorlardı Kralları geçerken, sessizce mızraklarını havaya kaldırdılar İskender hareket buyruğunu verdiği anda, Kara onun yanındaki yerini aldı Yürümeye başlayan binlerce atın ve savaşçıların mızraklarının sesi karanlıkta yankılanmaya başladı

Granikos'un birkaç stadyon ötesinden gelen nal seslerinin ardından dört haberci karanlıktan sıyrılıp İskender'in önünde durdular "Kralım," dedi en öndeki, "barbarlar henüz yerlerinder kımıldamadılar; ırmaktan üç stadyon ötede alçak bir tepenin üzerine yerleştiler Kıyıda Med ve İskit gözcüler var onlar bizim kıyıyı da gözlem altında tutuyorlar Onları bütünüyle habersiz yakalayamayacağız"

"Elbette hayır," dedi İskender, "ama onların orduları doğu kıyısıyla aralarındaki üç stadyonu kapatana dek bizler ırmağın sığ yerinden karşıya geçmiş olacağız O nokta da olan olacak zaten" Sonra özel korumalarına yaklaşmaları için işaret etti "Elverişli bir yer bulur bulmaz karşıya geçeceğimizi tüm birlik komutanlarına bildirin Borazanla çalar çalmaz kendimizi ırmağa atacağız ve olanca hızımızla karşıya geçeceğiz Önden süvariler gidecek"

Korumalar uzaklaştılar; az sonra piyadeler durarak yanlarındaki süvarilere, Granikos'a doğru ilerlemeleri için yol verdiler Gökyüzü, doğudan hafifçe aydınlanmaya başlamıştı "Güneşin gözümüzü yakacağını sanıyorlardı, ama ay bile göremedik," derken, İskender Phrygia tepelerin ardından, güneyden batan hilali gösteriyordu Elini kaldırarak yanında Kara ile birlikte atını ırmağa sürükledi; tüm Uç Birliği onunlaydı Aynı anda karşı kıyı da bir nara işitildi, sonra bağırışlar giderek çoğalıp kalabalıklaştı; sonunda bir kornonun sesini uzaktan gelen sesler yanıtlamaya başladılar Med ve İskit gözcüler alarm veriyorlardı

Irmağın ortasında olan İskender, "Borazanlar!" diye haykırdı Ve borazanlar boğuk, iç paralayıcı tek bir nota ile çalmaya başladılar Sanki karşı kıyıya yanıt verir gibiydiler; çevredeki tepelerde hem kornoların, hem borazanlarıN sesleri yankılanıyordu

Hükümdar ve askerleri olabildiğince çabuk karşı kıyıya geçmeye çalışırlarken Granikos (Kocabaş çayı) köpürüyordu Bir bağırış işitildi ve bir Makedon asker yaralanarak suya devrildi Med ve İskit keşif kolları kıyıya yığılmış, hedef bile almadan ok yağdırmaya başlamışlardı Başka askerler de boyunlarından, karınlarından, göğüslerinden yaralandılar İskender kalkanını kaldırdı, doru atını mahmuzlayıp asker kalabalığından sıyrıldı Şimdi dışarıdaydı!

"İleri!" diye haykırdı "İleri! Borazanlar!"

Borazan seslerinin daha tiz ve etkileyici olarak yükselmesiyle, atlarını kamçılayarak suyun girdabından kurtarmaya çalışan binicilerin bağırışlarına, karmaşadan dolayı heyecana kapılan atların kişnemesi de katıldı Şimdi üçüncü ve dördüncü sıra sudan çıkmıştı; dördüncü, beşinci ve altıncı sıra süvariler ırmağa giriyorlardı İskender bu arada kendi birliği ile kaygan kıyıyı tırmanmaya başlamıştı

Arkasından savaş düzeninde yürümekte olan piyadelerin haykırışları ona eşlik ediyordu Düşman öncüler, okları tükenince atlarına atlayarak, son hızla kamplarına doğru kaçmaya başladılar; kamptan da gürültüler, silah sesleri geliyordu Savaşçı gölgeleri ellerinde meşalelerle, karanlığın her yanında koşuyor, havayı değişik dillerde naralar dolduruyordu İskender, Uç Birliği'ni savaş düzenine sokup başına geçti

Bu arada iki hetairoi birliğiyle iki Thessalialı süvari birliği onu arkadan ve yanlardan komutanlarının buyruklarına göre korumaya aldılar Makedonlara Krateros ile Perdikkas, Thessalialılara Prens Amyntas ve subayları Enomaos ile Ekekratides komuta ediyordu Borazancılar, hareketi başlatmak için Hükümdar'ın buyruğunu bekliyorlardı

"Kara!" diye seslendi İskender "Bizim piyadeler neredeler?"

Klitos, safları sonuna dek gözden geçirdikten sonra ırmağa doğru baktı ve, "Tırmanmaktalar, Kralım," dedi "Tamam o zaman, haydi borazanlar! Dörtnala ileri!" Borazanların yeniden çalmasıyla on iki bin süvari aynı anda ileri atıldılar; atlar kişniyor, İskender'in gösterişli ve ağır Sarmaçyalı dorusunun adımlarına uyarak ilerliyorlardı

Öte yanda, Pers süvarileri telaşla toplanırlarken belli bir karmaşa yaşamıyor değillerdi: Düzene girmiş olanlar Komutan Spithridates'in buyruğunu bekliyorlardı İki öncü heyecan içinde onların yanına varıp, "Saldırıyorlar efendim!" diye bağırdı

"Haydi, beni izleyin!" diye buyurdu Spithridates, daha fazla oyalanacak zamanı olmadığını anlamıştı "Şu yauna'ları kovalım, onları yeniden sulara döküp balıklara yem edelim! Haydi! İleri!"

Kornolar çaldığında toprak, ateşli atların yeri çekiç gibi döven nalları altında titriyordu İlk sırada Medler ve çift kıvrımlı büyük yaylarıyla Horazmiler vardı, arkadan kıvrık palalarıyla Oksian ve Kaduslar, en arkadan da Sakalar ve ellerinde devasa kılıçlarıyla Drancanlar gelmekteydiler Süvariler yola çıkınca, çoktan düzene girmiş olan Yunan paralı askerleri de onları sıkı saflar halinde izlemeye başladılar

"Anadolu'nun askerleri!" diye bağıran Memnones, onları yüreklendirmek için mızrağını havaya kaldırdı "Satılık kılıçlar! Sizin geri dönecek bir eviniz ve vatanınız yok! Siz yalnızca kazanabilir ya da ölebilirsiniz Bunu unutmayın, bizlere kimse acımaz, çünkü Yunan da olsak, Büyük Kral'ın yanında savaşmaktayız Erkekler, bizim ülkemiz onurumuzdur, mızrağımız ekmeğimizdir Canınız için sava-şın: Elinizde kalan bir tek budur!

Alalalái! Sonra öne atıldı; önce hızlı adımlarla, sonra koşarak ilerlemeye başlayınca adamları da ona yanıt verdiler: Alalalái!

Cephe düzenini bozmadan komutanlarının arkasından giden askerlerin ayakları toprağa değdikçe, müthiş bir demir ve bronz gürültüsü duyuluyordu İskender bir stadyon uzaklıktan beyaz toz bulutunu gördü ve borazancılara bağırdı: "Savaş adımları!" Borazan öyle bir çaldı ki, Uç Birliği iyice coştu Süvariler mızraklarını indirip öne atıldılar Sol elleriyle atlarının dizginlerini ve yelelerini tutuyor, böylece çarpışma ânında, insanlarla hayvanlar birbirlerine dehşet verici seslerle bağırır, dişbudak ve kızılcıktan yapılmış mızraklar birbirine çarpar, Pers ciritleri havada uçarken hayvanlarına destek oluyorlardı

İskender, kılıcı al kana boyanmış Spithridates'in öfkeyle sağ yanında savaştığını gördü, dev Rheonıithres onun solunu korumaya almıştı; bunun üzerine atını o yana sürdü "Dövüş barbar! Cesaretin varsa Makedon Kralı'yla dövüş!"

Bunun üzerine Spithridates de atını Kral'a doğru sürüp kılıcını sallamaya başladı Kılıcın ucu İskender'in zırhının omuzluğunu sıyırıp boynu ile kaval kemiği arasına battı, ama kılıcını kınından çeken Hükümdar ötekine öyle şiddetle saldırdı ki, atının üzerindeki dengesini bozdu Vali, yere düşmemek için atına tutunmak zorunda kalınca yanı açıkta kaldı: O anda İskender kılıcını onun kolunun altına sapladı, ama artık tüm Persler ona doğru gelmeye başlamışlardı Bir ok doru atını yaralayınca, hayvan dizleri üstüne çöktü; o da Rheomithres'in baltasından kurtulamadı

Kalkanı, darbeyi bir noktaya kadar engelleyebildi; balta metali yardı, keçesini kesip kafa derisine çarptı; bunun üzerine artık atıyla yere düşmüş olan Kral'ın başından fişkıran kanlar yüzüne akmaya başladı Rheomithres baltasını yeniden havaya kaldırdı, ama Kara o anda deli gibi bağırarak onun üzerine atıldı ve ağır İllyria kılıcıyla kolunu kökünden kesiverdi Barbar, çığlıklar atarak atından yuvarlandı; kesik koldan fışkıran kan onu henüz öldürmemişti; o anda yeniden ayağa dikilen İskender, kılıcını göğsüne sokarak ona öldürücü darbeyi vurdu

Sonra Kral, alanda başıboş koşan bir ata atlayıp tekrar kalabalığın içine daldı Komutanlarının ölümüyle korkuya kapılan Pers askerleri gerilemeye başladılar; bu arada Uç Birliği'ne desteğe gelen hetairoi'ler ve Amyntas'ın komutasındaki Thessalialı süvariler de çarpışmaya katıldılar

Perslerin süvarileri cesurca savaştılarsa da, giderek içeri dalan Uç Birliği yüzünden dağılmaya başladılar; Makedonların hafif süvarileri de yanlara doğru dalga dalga yayılmaya başlamışlardı Bunlar hayvan gibi yabanıl Trakyalı ve Triballi savaşçılardı; ok ve mızrak yağmuruna aldırmadan ilerliyorlardı; düşmanla yüz yüze gelip onu kan revan içinde bırakmak için atılıyorlardı İskender'in arkadaşları Krateros, Philotas, Ephestione, Leonnatos, Perdikkas, Ptolemaios, Seleukos, Lysimakhos krallarını örnek alarak ön safta savaşıyor, büyük kayıpla veren düşman komutanlarla yüz yüze gelmeye çalışıyorlardı Bunların aralasında Büyük Kral'ın yakın akrabaları dı vardı

Sonra Pers süvarileri kaçmaya başlayınca hetairoi'ler Thessalialılar, Trakyalılarla Triballilerin hafif süvariler onların peşine düştüler Şimdi önde pezhetairoi zırhlı piyadeleri, bir de Memnones'in saflarını bozmadan, omuz omuza, gövdelerini büyük dışbükey kalkanlarla yüzlerini Korinthos tarzı maskeyle koruyan paralı askerleri vardı Her iki ordu avaz avaz:

Alalalái! diye bağırıp mızraklarını uzatarak öne atıldılar Memnones'in bir buyruğuyla Yunan paralı askerleri mızRaklarını hep birlikte kaldırıp düşmanın üzerine fırlattıktan sonra, ellerini bellerindeki kılıçlara attılar Piyadelerin toparlanmasına fırsat vermeden aralarına daldılar Düşman cephesini yarmak için Makedonların kendilerine özgü o uzun mızraklarını kırmaya uğraşıyorlardı Parmenion, tehlikeyi sezerek vahşi Agrianları işin içine soktu; Agrianlar saldırınca, Memnones'in paralı askerleri savunmaya geçtiler

Böyle olunca Makedon piyadeler de toparlanıp ön cepheden mızraklar fırlatmaya başladılar Yunan paralı askerleri ise Persleri kovalamış geri gelen süvariler tarafından da kuşatıldılar ama son soluklarına dek savaştılar

Güneş ovayı ışınlarıyla aydınlattığı zaman cesetler yerde üst üste yığılmıştı Veterinerler yaralı dorusuyla ilgilenmeye başlayınca, İskender Bukefalos'unu istedi ve atıyla muzaffer ordusunun önünde bir geçit yaptı Başındaki yaradan ötürü yüzü kan kırmızısıydı; zırhı Spithridates'in kılıcıyla yırtılmıştı; bedeni de ter ve toz içindeydi ama o anda askerlerinin gözünde o bir ilahtı Hepsi birden, Philippos'un onun doğuşunu müjdelediği gün yaptıkları gibi mızraklarını kalkanlarına vuruyor,

İskender! İskender! İskender! diye coşkuyla bağırıyorlardı Kral gözlerini pezhetairoi saflarının en arkasına çevirip yetmiş yaşındaki General Parmenion'un, bedeninde eski savaşların izleri, elinde kılıcıyla yirmilik bir asker gibi duruşunu seyretti Onun yanına gidip atından indi, generalini kucaklarken askerlerinin haykırışları gökyüzüne ulaşıyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Hititler'in Anadolu'ya göç tarihleri kesin olarak bilinmemektedir MÖ 2000 yıllarında Hint-Avrupa kavimlerinin doğuda Kafkasya üzerinden Anadolu'ya girdikleri en kabul gören tezlerdendir Tezlerden bir diğeri Çanakkale Boğazı'ndan, bir başkası ise, Karadeniz'den geldikleri varsayımıdır Yeni gelenler yerli Anadolu Hatti Beylikleri'ni egemenlikleri altına almışlar, kısmen politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü ellerinde tutmuşlardır

MÖ IIbin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler

Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, MÖ II bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da MÖ 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz

Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit (MÖ 18yy) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir

Başkentleri: Hattuşa

Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşa), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum,a uzaklığı 82 km'dir Boğazköy'ün gerçek tarihi MÖ 1900'den az sonra başlar Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi MÖ 19 ve 18 yy'da Hitit öncesideki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar

Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı Boğazköy, MÖ 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur İlk Hitit kralı olarak Hattuşa'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır

Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; MÖ 13 yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır Hitit Krallığı; MÖ 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir MÖ 750 yılında Friklerin yerleşimine sahne olmuştur

Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olmaktan öte gidememiştir Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18 yy'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir

COĞRAFYA

Küçük Asya'ya İÖ 2 binyılın başlarında gelen Hititler egemenliklerini İÖ 13 yüzyıl sonlarına kadar sürdürdü Bu uygarlığa ait kalıntılar Anadolu'nun büyük bir kesimine yayılmış olmakla birlikte, günümüzde özellikle dikkat çekenler Boğazkale, Yazılıkaya, Alacahöyük ve Ortaköy gibi Hitit merkezleri

Konya'nın Halkapınar ilçesine bağlı Aydınkent köyü yakınında İvriz Kaya Kabartması, Kayseri'nin Develi ilçesine bağlı Gümüşören köyündeki Fraktin Anıtı gibi Hatti kalıntılarının yanı sıra Gaziantep'in İslahiye ilçesindeki Zincirli Höyük, Karkamış, Adana'nın Kadirli ilçesindeki Karatepe gibi geç Hitit beyliklerine ait kalıntılar da görülmeye değer Hitit kazılarındaki buluntuların büyük bir kısmının sergilendiği Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi, Hititlerin izini sürenlerin ilk durağı

KÖKENLERİ

İndo-German kökenli Hititlerin tarih sahnesine çıkıp İsa'nın doğumundan 20 yüzyıl önce KüçükAsya topraklarında yaptığı işlerde, İsa'nın doğumunda 20 yüzyıl sonrasının insanları bizler için de ibret alınacak çok şey bulunur Çünkü Hititolog Albrecht Götze'nin dediği gibi "Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititlerle başlar; bu da onların ilginçliğini daha da arttırmaktadır" Hititler kuzeydoğudan mı gelmişlerdi, yoksa kuzeybatıdan mı?

Bunu henüz kesinlikle öğrenemediğimiz gibi, geldikleri zaman asıl adlarının da ne olduğunu bilmiyoruz Kuşkusuz birkaç bin kişiden fazla değildiler, fakat buranın yerli halkı Proto-Hatti'lerden daha gelişmiş ve daha becerikli oldukları hemen anlaşılıyor Meydana çıktıkları andan itibaren siyasal yönetim ile askeri güç arasında çok ender dengesizlikleri var Başka bir deyişle, öylesine güç kazanıyorlar ki, yayılmalarına karşı çıkmayı kimse göze alamıyor Ayrıca siyasal açıdan büyük yetenek sahibi oldukları besbelli Öyle ki, çiğneyip geçtikleri ulusları köle yapmıyorlar, aksine onları bir sadakat ilişkisi içinde eritmeyi başarıyorlar

BOĞAZKÖY (HATTUŞAŞ)

Orta Anadolu'da küçük bir şehrin İÖ 1700'lerde sonu gelmiş gibiydi "Hattuş şehrini geceleyin yaptığım bir saldırı ile aldım Yerine yaban otu ektim benden sonra her kim kral olur ve Hattuş'u yeniden iskan ederse Gökyüzünün Fırtına Tanrısının laneti üzerine olsun" Kuşşara şehri kralı Anitta bu dileğini bir tablet üzerine çiviyazısıyla yazdırdı Ancak Hatti krallığı'nın ve başkenti Hattuş'un yerle bir edilişi üzerinden yüz yıl bile geçmeden, yine Kuşşara kökenli bir soylu, sonradan aldığı adıyla 1 Hattuşili, bu tehdidi kulak arkası yaparak burayı Hitit Krallığı'nın başkenti yaptı ve 400 yıldan uzun bir süre, antik dünyanın süper gücü olarak varlığını sürdürecek bir imparatorluğun merkezi haline getirdi

1834'te Texier, Boğazköy harabelerini görmüş, Hattusas'ı tanımıştı, ve 1907'de Winckler Hattusas'ın Hitit İmparatorluğun başkenti olduğunu tanıtladı Medeniyetlerin yoğrulduğu bir kazandı Anadolu, Hattusha da tam ortasındaydı onun Geçtiğimiz yüzyılda fark edildi, ancak yüzyılımızın başında Hitit başkenti olarak tanımlandı Bugün, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde ve bu kazılar Anadolu'nun Karanlık Çağ'ını aydınlatmayı sürdürüyor

ANADOLU'NUN DİLİ

Hattuşa'da bulunan belgeler, Anadolu'da aynı dönemde (İÖ 2 bin yılda) Hint-Avrupa dillerinin en eskisi Hititçeden başka, yine aynı dil grubuna ait Luvi ve Pala dillerinin, ayrıca Hurrice, Hattice ve Akadca'nın yazı dili olarak kullanıldığını gösterir Hepsi de çiviyazısıyla yazılan bu dillerde her işaret bir heceyi simgeler Hititlerin kullandığı bir başka yazı da Luvi dilinde yazılan ve hiyeroglif denen resim yazısıydı

Mısır hiyerogliflerinden tamamen farklı olan bu biçimde heceler hatta kelimeler tek bir işaretle temsil edilebiliyordu Hiyeroglif daha çok mühürlerde ve kaya anıtları gibi büyük yazıtlarda tercih edilirdi ve büyük olasılıkla daha büyük kesim için anlaşılabilir nitelikteydi Hititlerde okuryazarlığın yalnızca küçük bir gruba ait beceri olduğu kabul edilir Çiviyazısını kralların bile okuyamadıkları, aldıkları mektupların sonunda yer alan ve yazıcıya hitap ettiği anlaşılan "sesli oku" ibaresinden anlaşılır

BİN TANRILAR TOPRAĞI

Antikçağın pek çok toplumunda olduğu gibi Hiitlerin de çok tanrılı inanç sistemleri vardı Yendikleri komşularının tanrılarını kızdırıp, gazaba uğramaktansa, armağan ve dualarlaonlara saygılarını dile getirip panteonlarına, yani kendi tanrıları arasına almayı gelenek haline getirmişlerdi Bu da zamanla yabancı inançların Hitit dininde etkinlik kazanmasına sebep oldu Hitit inancında, özellikle komşu Mitanni ülkesi halkı Hurrilerin etkisi önemli boyutlardaydı Hatta bir dönem kendi tanrılarını bile Hurrice adlarla andılar

Her şehrin bir baştanrısı, her kralın bir koruyucu tanrısı vardı Ülkenin en büyük iki tanrısı Göklerin Fırtına Tanrısı Teşup ile Güneş Tanrıçası Hepat'dı Bunlar bölgelere göre değişik isim alıyorlardıysa da, aynı tanrı-tanrıça esasına dayanan bir inanç tüm ülkede geçerliydi Devletin en üst düzey yöneticisi, askeri önder ve yüksek yargıç olan Hitit kralları, aynı zamanda Fırtına Tanrısı'nın yeryüzündeki temsilcisi sayılır, öldüklerinde de tanrı katına yükselir

KADEŞ SAVAŞI

Mısır'ın üstünlüğünü yeniden kurmakta olağanüstü atılımlara girişen II Ramses ve eskiçağın bu en güçlü hükümdarının karşısına dikilmesi gereken de Muvattalis'ti Yalnızca piyadelerin savaştığı dönemler, İÖ 2000 binyılın ortalarında kalmıştı, çünkü artık savaş arabaları kullanılıyordu

Mısırlıların hafif ve sürücü dışında yalnızca bir savaşçının binebileceği arabalarına karşı, Hititlerin daha ağır ve sürücü dışında iki savaşçı taşıyabilen arabaları vardı Bu arabalar, Mısırkılarınkinden daha ağır olmakla beraber, üzerindeki savaşçı sayısı açısından orduya üstünlük sağlıyordu Mısır kaynaklarına göre Kadeş savaşına giden Hitit ordusunda 3 bin 500 araba, ve 17 bin yaya asker bulunuyordu

KRONOLOJİ

Kralların egemenlik sürelerini gösteren tarihler Dr Sidney Smith ve Prof Albrecht Götze'nin çalışmalarından alınmıştır Kesin yılların eksik olduğu yerlerde, ortalama insan ömrüne göre yapılmış boşlukları zaman bakımından ihya edilmesi çalışmaları DrOR Gurney'e aittir Dr Gurney 1590 ve 1335 tarihlerini her bakımdan güvenilir sağlam yıllar saymaktadır Öteki tarihlerin hepsi, yaklaşık olarak doğru kabul edilmektedir

Teşup: Boğa, Hititlerin en büyük tanrısı Teşup'un kutsal hayvanı ve simgesiydi Boğazköy'de bulunan, sunu kabı formundaki bir çift boğanın koşum kayışlarıyla betimlenmesi, Fırtına Tanrısı'nın arabasına koşulu olabileceklerini akla getiriyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Hitit Krallığı mimarisi, eski Doğu Yapı Sanatı içinde, hem Batı Anadolu, hem de Mezopotamya mimarlığından ayrılan, önemli ve kendine özgü bir gelişim gösterir Bu mimarlığın kökenleri Anadolu yaylasının yapı geleneklerine dayanır ve en geç İÖ 3 binde, İlk Tunç Çağı'nda belirgin biçimini almıştır

İÖ 2 bin sonunda, Batı Anadolu'nun özgün ev biçimi olan bağımsız uzun dikdörtgen, önavlulu evi, (Megaron) İç Anadolu'ya ne denli az girebilmişse Hititler'in büyük taş bloklarından örülmüş bindirme kemer yapma sanatı da taş yönünden zengin olan Troya'da o denli az kullanılmıştır Mezopotamya da çok bol sayıda zorlayıcı bir bakışımlılık sistemiyle yapılmış tapınak ve saray mimarlığı da yine İç Anadolu'daki Hitit Krallığının ana ülkelerinde görülmez

Bir yandan karşılıklı canlı bit ticaret, öte yandan komşu ülkelerle belirgin bir kültür ilişkisi kurulmuş olmasına karşın, mimarlık alanında karşılıklı etkilenme çok kısıtlı bir ölçüde gerçekleşmiştir Yalnız, kısa bir süre sonra Hitit egemenliği altına girecek olan Kilikya - Kuzey Suriye bölgesinde karışık mimarlık öğeleri ortaya çıkmaktadır Bu öğeler Hitit Krallığı sona erdikten sonra 1 bin Geç Hitit - Arami Küçük Krallıkları döneminde de varlıklarım sürdürmüşlerdir

Bugün, 3 binyıl ve 2 binyıl başına tarihlenen çok sayıda büyükçe yerleşmenin varlığı bilinmesine karşın, bunların yalnız birkaçı araştırıldığından, yapı sistemleri, görünüşleri ve özellikle yapıları üstünde konuşmak olanağı yoktu? Tüm Önasya'da olduğu gibi, burada da genellikle en eski yerleşme yerleri varlığını sürdürmüştür Bu yerleşmeler ovalara ya da koyaklara açılan dağ sırtlarında, çevrenin kolaylıkla gözlenebileceği yerlere kurulmuştur Bu Höyük ya da Teli olarak adlandırılan yerleşmelerin özgün bir örneği Fırat'ın yukarı kesiminde Altınova'daki Norşuntepe'dir

Bu höyük üstünde İç Anadolu'nun Son Tunç Çağına ilişkin şimdiye dek bilinen tek sarayı kazılarak ortaya çıkarılmıştır Bu sarayda en büyük bölümün erzak depolarına ayrılmış olması çok ilgi çekicidir Bu döneme tarihlenen başka belirgin tapınak ya da kutsal alan şimdiye değin bulunmamıştır Savunma sisteminde bir yenilik yoktur: Tarsus'taki testere biçimli sur duvarlarıyla ağır bir savunma sistemi oluşturan İlk Tunç Çağı sistemi II, 5 binyılda görülen Mersin sistemi ile (Tabaka XVI) karşılaştırılabilir Konutlar kural olarak dikdörtgen, ender olarak da yamuk planlı, gelişigüzel yanyana dizilmiş odaları kapsamaktadır Her avlunun kendi dış duvarı vardır Yapı gereci olarak çamur ve kerpiç kullanılmıştır, ancak 3 binyıl sonuna doğru taştan alçak temellere rastlanır

2 binyılın ilk yüzyıllarındaki örnekler, öncelikle Eski Asur Ticaret Kolonilerinin evleri, iş yerleri ve bunların kurulmasında destek sağlamış yerli prenslerin sarayları olarak karşımıza çıkmaktadır Kaneş, Karahöyük ve Acemhöyük sarayları, bugün bildiğimiz kadarıyla bir orta mekân ya da avlu çevresine dizilmiş odalardan oluşmuştur

Kültepe'deki temelleri bulunmuş bir yapının sağlam köşe çıkmaları, yapı ustalarının anıtsal yapı kurma yeteneğini kanıtlamaktadır Boğazköy'de de daha sonra Hitit kral sarayının kurulacağı Büyükkale tepesinde yerli bir prensin konağı (Tabaka IV d) bulunmaktadır Bu prensin desteklediği Asurlu tüccarların kurduğu Karum Hattuş bu kale tepesinin eteğindedir

En eski tabakalarındaki mimarlık Batı Anadolu bölgesi kapsamı içine giren Beycesultan'da hem Girit mimarlığı hem de yukarıda adı geçen ve daha geç döneme tarihlenen Hitit sistemleriyle bir dizi benzerlik gösteren bir saray bulunmaktadır (Tabaka V) Karum Kaneş ticaret kolonisi evleri tüm yapılarıyla Orta Anadolu geleneğindedir : Dörtgen bir avlu çevresinde az ya da çok gelişi güzel dizilmiş değişik sayıda odalar Şimdiye değin avlunun bir bölümünün üstünün, bir ön avlu oluşturacak bir biçimde kapalı olduğu görülmüştür, ancak bu Batı Anadolu'daki örneklere benzemez

Yapıların kurulmasında ahşap önemli bir yer tutmaktadır Duvarların önüne dikilmiş olan ahşap destekler kerpiç ve kırıktaş duvarların beslenmesine ya da sık sık rastlanan üst katın ağırlığını taşımaya yarıyordu Bu dönemin kült yapılarının varlığı yazılı kaynaklarla kesinlikle kanıtlanmışsa da, görünüşleri konusunda bir şey bilinmemektedir Bunlar kurallara uygun tapmak yapısı olamazlar, daha çok biçimi eve benzeyen kült hücresi ya da bir evin bir odası olabilirler

İÖ 1600 dolaylarında Hitit Krallığının kurulmasıyla yapılarda da birtakım yenilikler" gözlemlenmektedir Evlerde oda düzenlemeleri ve yapı gereçleri genellikle değişmemiştir, ama savunma yapılarında yenilikler vardır Alişar'da daha çok önce, yan yana dizilmiş, çok hafif karşılıklı kaydırılmış, düzenli aralıklarla burçlarla desteklenmiş sandık duvarlardan oluşmuş anıtsal bir duvar sistemi ortaya çıkmıştı Bu yapıya Konya Karahöyük'de ve Korucutepe'de daha belirginleşmiş olarak rastlanmaktadır; burada Hitit Krallığı'nın tipik sandık duvar sisteminin tüm öğelerinin temel çizgilerinin kurulduğu görülüyor

Bu kenemden Boğazköy ve Alacahöyük'de saraylar bilinmektedir, ancak bunlar daha sonra Büyük Krallık dönemindeki geniş yapı girişimleri sırasında geniş ölçüde yıkılmıştır Alacahöyük'de 14 ve 13 yüzyıllara özgü ayaklı geçitlerle çevrili orta avlu ve bunu çeviren ayri oda topluluklarından oluşan evlerin bu dönemdeki örneklerine yapı kalıntılarında rastlanır Bunların duvar yapısında bol ocak taşı kullanılmıştır

14 ve 13 yüzyıllarda, daha doğrusu Hitit Büyük Krallığı çağında mimarlık kesin ve yerleşmiş özellikler gösterir Hattuşa merkezi bir yönetim sisteminin başkenti olarak mimarlık ve sanat yaratıcılığının odak noktasıdır Burada, hem işlevleri açısından (savunma sistemleri, tapmak, saray) hem de yapı tekniği ve kuruluşu açısından (duvar yapısının yapısal ve biçimsel kuruluşu), yapı sanatının en etkileyici örneklerine rastlanır

Yukarıdaki Büyükkale ile kentin en alt terası arasında 14 yüzyılda kurulmuş, Poterneli Sur adım taşıyan kent duvarının yeniden yapımı sırasında, yığma toprak üstünde iki kabuklu, taş örgüsünden oluşmuş bir sandık duvar kurulmuştur Bu duvar düzenli aralıklarla dizilmiş burçlar ve kulelerle doldurulmuş ve poternelerle donatılmıştır Bu poterneler, kenti ana duvarlar altından öndeki araziye bağlayan, Dindirme tekniğinde sağlam kemerlerden tünel gibi yapılmış, duvarların önündeki hendeğe açılan gizli kapılardır (huruç kapısı)

Biraz değişik bir yapıda olmakla birlikte, buna benzer daha eski bir poterneye Alişar'da, daha sonra da Korucutepe, Alacahöyük ve Büyükkaya tepesinde (Boğazköy) ve ayrıca Kuzey Suriye'deki birkaç savunma sisteminde rastlanmıştır Hitit başkentinde, 13 yüzyılda bir kez daha bu tür poternlere kentin rahatça genişletildiği yukarı kentin savunma sisteminde rastlanmıştır Bu dönemin birkaç kapı sistemi başka bir görünümdedir: Hattuşa ve Büyükkale Yukarı Kent kapılan, Alacahöyük Sfenksli Kapısı, Alişar Güney Kapısı bir ön avlu bir oda ve iki anıtsal kule arasında çift kapı kanadından oluşur

Bunlann duvarı ya büyük taş bloklarından çokgen oluklu örülmüştür ya da kesme taş olarak tabakalanmıştır; iki çeşidin birbirine karıştığı da görülür Kapı söveleri ortostatlıdır, bunun üstüne ya tek bir taştan yontulmuş kapı kirişi uzatılmıştır ya da Hattuşa Yukarı Kentindeki dört kapıda olduğu gibi bindirme tekniğinde parabol biçimli bir kemer oturtulmuştur Bu kemer biçimi, kabartma duvar süsleri, duvarın kente bakan yüzündeki geniş duvar ayakları ve kapıların bakışımlı planı Hitit mimarlarının yaratıcılığını kanıtlar

Büyük Hitit Krallığı saraylar da bu konuda benzer kanıtlar vermiştir Büyükkale ve Alaca Höyük'de saraylardaki bağımsız yapılarda düzgün bir oda planlaması uygulanması ve bağımsız kurulmuş geçitlerle çevrili avlular çevresine toplanmış bağımsız yapıların ustalıkla birleşmesi gibi özellikler görülür Büyük Hitit tapınakları da aynı özellikleri gösterir Şimdiye değin bulunmuş beş yapı da krallığın başkentindedir, hepsi aynı oda gruplarından oluşmuş ve aynı düzende kurulmuştur

Dış görünüşleri bakımından birbirlerinden kesinlikle ayrılmaları ise, yapı ustalarının katı yapı kurallarına bağlı kalmadıklarının yeterli bir kanıtıdır Kapı, avlu, önavlu, cella, cella ön odası ve yan odaları tüm yapılarda kullanılmış öğelerdi? Kapıdan geçen yol doğrudan doğruya avluya girer Cella'ya hiçbir zaman doğrudan doğruya Önavludan girilmez, ancak önavluya açılan birkaç yan odadan girilir

Kült odalarından oluşan grup tüm yapının içinde belirgin olarak ayrılır Odalara ve oda gruplarına ne de tüm yapıya bir bakışım düzeni egemen değildir Yalnız Tapınak Tin kapısı ve depoların oluşturduğu çembere giriş bakışımlı yapılmış ve bu nedenle de kent kapıları gibi anıtsallık kazanmıştır

Temiz bir işçilikle yerleştirilmiş ve birleşme olukları iyice kapanmış yer yer beş metreyi geçen kireçtaşı bloklardan kurulmuş ortostatlı duvar döşeğinin yapı özellikleri el becerisi, ustalık, etkileyici bir görünüme ve dayanıklılığa ulaşma isteği belirtir Tapınağın ve depoların tüm dış duvarlarını bölen geniş duvar çıkıntıları da özgün biçimlendirme öğeleridir

Kütlesel temel döşekleri üstünde bugün de görüldüğü gibi, bu çıkıntılar kerpiç duvar boyunca dama kadar yükselmekteydi Bunun dışında bu çıkıntılara ya da duvar ayaklarına hem birtakım odaların iç duvarlarında hem de Hattuşa Yukarı Kent surlarının kapı ve kulelerinde rastlanmaktadır Bu, başkentin büyük devlet yapılarında birkaç kâtı kapsayan yüksek duvarlarında kullanılmış bir yapı türü, ahşap hatıl sistemiyle desteklenmiş kerpiç duvar yapısıdır

Bu tür duvarların ayrıntılı biçimi konusunda kanıtlar azdır Keramikler üstündeki betimler ve kabartmalar duvarların bölümlenmesi, pencere burç ve mazgalların biçimleri için ipuçları verir Yazılı belgelerde üstüne çıkılabilen düz damdan sık sık söz edilmektedir Bu anıtsal tapınaklar dışında şimdiye değin çok az sayıda Hitit kült yeri kanıtlanmıştır Yazılıkaya, bir grup doğal kaya odasının kabartmalarla süslenip ek yapılarla genişletilmesi sonucunda oluşmuş bir doğal kutsal alandır

Eflatunpınar anıtı bir kaynak kutsal yeridir Alacahöyük'deki sarayın bir bölümü de tapınak olarak yorumlanabilir, çünkü Hitit Büyük Krallık Çağında bile konutlarda tek odalı kült hücreleri olduğu varsayılmalıdırYapı sanatının Anadolu yaylası dışına yansıması sınırlı olmuştur Hatti krallığına sıkı sıkıya bağlı Kilikya'da Mersin savunma sistemi ve Tarsus sarayları başkent mimarlığıyla kesin ilişkiler gösterirken, Kuzey Suriye bölgesinde benzer etkilerin önemsiz kaldığı gözlemlenmektedir Kargamış ve Sam'alda 2 binyıl tabakalarında yapı üslubu daha kazılarda ortaya çıkarılmadığından bu sav şimdilik çekingenlikle geçerlidir

İÖ 1200'de Büyük Hitit Krallığının yıkılmasından sonra İç Anadolu Batı'nın etkisine girer Bu, bundan sonraki yüzyılların mimarlığına yansıyan bir gelişmedir Güneydoğuda Geç Hitit-Arami beylikleri kurulmuştur Kuzey Suriye, Hitit ve Arami özelliklerinin birleşmesi sonucu mimarlıkta kısa süreli bir olgunluk çağı yaşanmıştır

Karkanuş'tan iki örnekte görüldüğü gibi, tapınak yapısında Kuzey Suriye'nin küçük tek odalı sisteminin geleneği sürdürülmektedir Hatay bölgesinde Teli Tayinat'daki önavlu, adyton (en kutsal oda) ve cella planıyla Ege bölgesinin Megaron'unu anımsatan uzun dikdörtgen tapınağın bu bölgede İÖ 2 binyıl içine tarihlenen öncüleri vardır Saraylar genellikle ön avlu, buna genişlemesine yerleştirilmiş ana oda ve birkaç yan odayla Hilani olarak karşımıza çıkmaktadır

Hilaninin kapalı biçimi, genişlemeyi olanaksız kılıyordu, ancak birkaç Hilaninin birleştirildiği büyük yapılar vardır Önyüzü iki ya da üç sütunla bölünmüş olan Hilani önavlusu Büyük Krallık döneminin tapınaklarının önavlusuna, Hilammar'a benzerlik göstermektedir Savunma sistemlerinde, örneğin Sam'al'da Anadolu yaylasının iki yüksek kule arasında dar kapı odalı kapı tipine rastlanırsa da, ana kapı arkasına genişlemesine yerleştirilmiş odası olan kapı daha yaygındır

Bu sistemde, Karatepe'de elverişsiz arazide olduğu gibi, kapı odasının kulelerden uzağa çekildiği de görülmüştür Kent planının, örneğin" Sam'alda olduğu gibi, geometrik bir biçim alması da değişik bir özelliktir Bu dönemin mimarlığında, özellikle çok sayıda resmi yapı, saray, tapınak ve anıtsal kapılardaki ortostatlarda görülen kabartma süslemelerde bakışımlı düzenlemelerin kullanılmış olması değişik bir yaratıcılık gücünü göstermektedir Buna karşılık Hitit ana ülkesinden yalnız Alaca Höyük'de Sfenksli Kapı'da bu tür kabartma süslerin varlığı bilinmektedir

Kuzeydeki 2 binyıl süssüz sütunlan yerine, Torosların bu tarafında 1 binyılda yontularla ve geometrik bezemelerle süslü tabanlara oturtulmuş sütunlar ortaya çıkmıştır Büyük Hitit Kralları'nın başkentinin ağır ve içe dönük yapı sistemleri karşısına güneyde 400 yıl sonra süslü, bağımsız yapılardan oluşmuş hafif dokuda bir mimarlık çıkmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Kalıntılar, Milas'a 18 kilometre uzaklıkta yer alan Kıyıkışlacık Köyü'nde bulunmaktadır 1929 yılında Asın Kuren adıyla kurulan köyün adı 1960'lı yıllarda Kıyıkışlacık olarak değiştirilmiştir Yaklaşık 2000 kişinin yaşadığı köyün en büyük geçim kaynağı balıkçılık ve zeytinciliktir

Güllük Körfezi'nin kenarında yer alan köy, karşı sahildeki komşularının aksine sakin bir yerleşim yeri Mitolojiye göre, İasos, Mandalya Körfezi'nde Güllük'ün karşısında Kıyıkışlacık Köyü'nde bir yarımada üzerinde Yunanistan'dan gelen Argoslu Kolonistler tarafından kurulmuştur Sonraki dönemlerde Milet'ten gelen göçmenler gelip buraya yerleşmişlerdir Kentin tarihi, MÖ 3 binin sonuna kadar uzanmaktadır

Batı Anadolu kıyılarındaki en başarılı arkeolojik çalışmalardan biri olan Iasos araştırmaları Charles Texier ile başlamış, Profesör Doro Levi'nin ardından Profesör Clelia Laviosa tarafından sürdürülmüştür İtalyan kazı ekibinin başkanlığını günümüzde Profesör Fede Berti yapmaktadır

Dış Surlar

İlk çağ kentinin biraz dışından başlayan ve yaklaşık 1,5 kilometre devam eden surlar, tamamlanamamış bir ön savunma düzenine aittir

Bouleuterion

Agoranın güneyinde dikdörtgen biçiminde bir yapıdır Yapımı, İasos'un Miletlilerin kontrolü olduğu dönem olan MS 1 yüzyıla dayanmaktadır Birisi binanın kuzey tarafında, diğeri de binanın ön duvarında bulunan iki girişle toplantı odasına ulaşılabilmektedir Bu bölümden dar bir geçit kullanılarak Agora stoasının doğusunda bulunan arşive ulaşılmaktadır Binanın Roma döneminden kalan son hali Milet Bouleuterionu'na benzemektedir Günümüzde bina duvarının kalıntıları, oturma bölümünün bazı parçaları ve kapalı koridor görülebilmektedir

Tiyatro

Çevresi büyük boy taşlarla harçsız olarak yapılan tiyatro çok eğimli bir bölüm üzerine yapılmıştır Yirmi bir sıra olan merdivenler hepsi beyaz mermerden yapılmıştır ve epeyce sağlam olarak günümüze kadar ulaşmıştır

Balık Pazarı

İlk kazı çalışmaları sırasında kentin biraz dışında yer alan bu yapının, eski dönemde balık ticareti için yapılan bir Pazar olduğu düşünülmüştü Ancak daha sonra ele geçirilen bulgularla buranın Roma döneminden kalma bir anıt mezar olduğu anlaşıldı Ancak belki daha romantik geldiğinden dolayı hala bu adla anılmaktadır Son dönemlere kadar kazı deposu olarak ta kullanılan yapı, burada kazı yapan İtalyan heyetinin desteği ile bir açık hava müzesine dönüştürüldü Bir bekçi bulunamadığından dolayı çoğu zaman kapalı olan yapı köyün girişinde, kalıntılardan uzak olmasına rağmen önemli ilgi alanlarından birisi

YUNUSLU ÇOCUK

Tarihçi George Bean'in ''Karia'' adlı kitabında yazdığı; ''Büyük İskender'in ilgisini çeken bir başka İasoslu da, yunus tarafından sevilmek gibi bir şansa sahip olan erkek çocuktu'' satırları, İasos halkının denizle ve balıkçılıkla nasıl bütünleştiğini daha iyi anlatıyor Hem yerli hem yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken ''Yunuslu Çocuk'' öyküsü, İasos'ta asırlardır dilden dile, kulaktan kulağa aktarılıyor

Olay, İasos'ta ki erkek çocukların gimnazyumda çalıştıktan sonra denizde yıkanmaları geleneğinin sürdüğü günlerde yaşanıyor Çocuklar denizde yıkanırlarken, kıyıya yaklaşan bir yunus çocuklardan birini sırtına alıyor Çocukla birlikte açıklara giden yunus, bir süre sonra çocuğu yeniden kıyıya bırakıyor Bunu duyan İskender, çocuğu Babil'e getirtiyor ve deniz tanrısı Poseidon'un rahibi yapıyor

Bununla ilgili anlatılan bir efsanede şöyledir: Bir yunus balığı, annesinin kucağında dolaşan Hermiyas'ı denize çağırır Çocukta bu çağrıya uyarak denize atlar Denize açılan bütün balıkçılar annesine Hermiyas'ı gördüklerini söylerler, ancak kadın hala deniz kıyısında çocuğunu beklemektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Amatör dalgıçların yıllardır bildikleri, sık sık dalış yaptıkları bir bölgeydi Limanın birkaç kilometre açığında ve sadece 8 metre derinlikte gördüklerine de bir isim takmışlardı: "Kaya Ormanı" Binlerce dev granit taştan, sütun parçalarından, sfenks heykellerinden ve mini dikilitaşlardan söz ediyorlardı, ama kimse onları ciddiye almıyordu Ta ki, 1962 yılında, içlerinde birkaç arkeologun da bulunduğu bir grup profesyonelin dalışına kadar

Onlar gözlerine inanamamışlardı; suyun dibinde bir tarih yatıyordu Ancak, hemen önlem alınması gerekiyordu Bazı parçalar yavaş yavaş kuma gömülmeye başlamıştı bile Ayrıca kalıntılar oldukça sığ bir bölgede bulunduğu için, dalgaların sürtünmesi kayaları aşındırıyordu

Mısır hükümeti, ilk önlem olarak binlerce metreküp çimento bloku dökerek bölgeyi küçük bir limana dönüştürdü ve böylece dalgaların etkisini ortadan kaldırdı Oysa, tam 22 yıl sonra suyun dibindekiler çıkartılmaya başlandığında, ekibi bir başka sürpriz bekliyordu Dalgıçlar biraz daha derinlerde, kiloları 10 ile 75 ton arasında değişen pembe granitten dev bloklara rastlamışlardı Çalışmaları denetleyen İskenderiye Araştırmaları Merkezi müdürü Jean Yves Empereur ve ünlü bir mısır bilimci olan Jean Pierre Corteggiani'ye göre, bu dev granit bloklar dünyanın 7 harikasından biri olan İskenderiye Feneri'ne aitti

Şimdiye kadar bu bölgeden çıkarılan parça sayısı 34 Araştırmayı yürüten Fransız bilim adamları, denizin dibinde daha böyle en az 2000 parça olduğunu ileri sürüyorlar Ancak bölgedeki tüm parçaların İskenderiye Feneri'ne ait olup olmadığı konusunda fikir ayrılıkları söz konusu

Bir grup arkeolog, bu iki bin parçanın büyük bir çoğunluğunun Fener'e ait olduğunu iddia ederken, Jean Yves Empereur, bu 2000 parçadan sadece 20 tanesinin Fener'in orijinal parçası olabileceğini söylüyor Örneğin geçen Ekim-Kasım aylarında çıkarılan ve şu sırada müzede saklanan 12 ton ağırlığındaki başsız insan heykelinin (torso) Fener'e ait olduğu kesin, Yine denizden çıkarılan bir sfenksin ise, Fener'in sağında ve solunda bulunan iki ünlü sfenksten biri olduğu tahmin ediliyor

Çıkarılan bu parçaların İskenderiye Feneri'yle hiçbir ilgisi olmadığını iddia edenler de var Eski Mısır uzmanı, Mısırlı bilimadamı Abdül Halim Nureddin, denizin dibinde bulunan blok granit kayalarının Fener'e ait olmadığını ileri sürüyor Ona göre, bu blok granit parçaları liman savunmasının bir unsuruydu Limana saldıran gemilerin çarpıp batmaları için, 8 metre gibi bir derinliğe özellikle konulmuştu

Abdül Halim Nureddin iddiasını şöyle destekliyor: Bir kere, bugüne kadar yapılan sualtı kazılarında üzerinde Yunanca yazı bulunan tek bir kaya ya da heykel parçasına rastlanmış değil İkinci olarak, denizin dibinde bulunan dev granit blokları pembe granitten Oysa tarihçiler, Fener'in renginin beyaz olduğunu yazıyorlar Bu da, yapımında beyaz taşların ya da beyaz mermerin kullanıldığını gösteriyor

İster İskenderiye Feneri'ne ait olsun ister olmasın, şu ana kadar denizin dibinden çıkarılanlar her açıdan tarihi bir öneme sahip 12 ton ağırlığındaki, Tanrı Osiris giysileri içindeki II Ptoleme heykeli başlı başına bir tarihi belge Firavun L Seti dönemine ait bir dikilitaş, Firavun II Ramses dönemine ait bir sfenks de az şey değil Çıkarılan malzemenin çeşitliliği ve farklı dönemlere ait olması kuşkusuz kafaları biraz karıştırıyor Bu gerçeği araştırmaları sürdüren Fransız ekip de kabul ediyor

İskenderiye sualtı kazıları, şu anda iki Fransız şirketi tarafından finanse ediliyor Ne var ki, bu iki şirketin 340 bin doları bulan katkısı daha kapsamlı bir çalışma için yetersiz kalıyor Arkeologların amacı, bu parçalar aracılığıyla İskenderiye Feneri'ni yeniden orijinal büyüklüğünde ve modelinde oluşturmak Böylece antik dönemin yazarlarının aktardıklarından hareketle, Fener'in biçimine ilişkin yapılan tarifleri de yeniden gözden geçirmek Ancak, madalyonun bir başka yüzü daha var Bu iş için milyarlarca dolar gerekiyor

Böyle bir yükün altından da ne Mısır Hükümeti, ne de kazılan finanse eden Fransız firmaları kalkabilecek durumda İskenderiye ve çevresi, Mısır'da en önemli bölgeyi oluşturduğundan, bölgeyi anlatmaya buradan başlayacağım Pelusium'dan itibaren kıyı boyunca yürürseniz, Canobik ağzına kadar yaklaşık 150 stadia etmektedir (28 km, l stadium: 185 m) Nil Delta'smdan Pharos Adası'na kadar ise, 103 stadia (20 km) eder Pharos, dikdörtgen biçiminde, anakaraya çok yakın ve iki limana sahip bir adadır

İskender, önceleri basit bir kasaba olan bölgeyi ve konumunun avantajlarını gördüğünde, kenti liman bölgesinde güçlendirerek, buraya bir kent kurmaya karar verir Tarihçilerin anlattığına göre, kente geldikten sonra buraya yerleşme hazırlığı yaparlarken iyi talihi işaret eden şöyle bir olay olmuştur: Mimarlar tebeşirle, bölgeye çizgiler çekerlerken, tebeşirleri biter Kralın yanlarına gelmesi üzerine, yardımcıları işçiler için hazırladıkları arpa ununu tebeşir yerine kullanmaya başlarlar

Sonuç olarak, işaretleye çekleri sokak sayısı artar Bu, tanrıların onların yanında olduğunu gösteren bir olaydır (Bu öykü Plutarkos'a göre; "her cinsten kuş bölgeye doluşmuş ve arpa ununu yemeye başlamıştı Bunun üzerine İskender, olayın kötü bir kehanetin işareti olup olmadığını sormuş, ama kahinler kehanetin olumlu olduğunu belirtmişler Arpa ununu, bereketi artırsın diye yanlarına almışlar" şeklindedir) batıdan eser

Etesian, "yıllık" anlamındadır) yaz mevsimi, İskenderiyeliler'in en rahat ettikleri zamandır Kentin yerleşim açısından avantajları oldukça fazladır Öncelikle, iki taraftan denize açıktır; kuzeyde Mısır Denizi dedikleri, güneyde Mareotis denilen Mareia Gölü Burası Nil Nehri'nden gelen pek çok kanala da sahiptir Özellikle yaz başlarında Nil Nehri iyice gürleşip bu gölü doldurduğunda, yükselen buğudan ötürü geriye hiç balçık bırakmaz

Bu mevsimde, kuzeyden ve denizden esen Etesian rüzgarından dolayı (Mısır musonları bütün yaz kuzey Kentin planı, "chlamys"e benzer (Makedonyalılara özgü pelerin ya da Yunanlılar'ın kullandıkları askeri manto): Uzun kesimi iki yandan denize açıktır, kısa kenarlar ise kıstaklardır ve bunların bir tarafı denize, diğer tarafı göle değmektedir Kentin tamamı, atların ve at arabalarının bir arada geçebileceği genişlikte, birbirini dik açıyla kesen caddelere sahiptir "Sema" da kraliyet saraylarına aittir (Mezar)

Burası kralların ve İskender'in gömülü olduğu yerdir; Ptolomaios'a göre, erken davranan Perdikas onun canını alıp bedenini Babil'den Mısır'a getirdiğinde, kentin artık orıa kalacağını düşünerek büyük bir ihtirasla yürüyordu (Söylentiler çeşitlidir; Diodorus Siculus'a göre, Arrhidaeus, İskender'in cesedini getirmek için iki yılını çeşitli görüşmelere ayırmıştı Ve I Ptoleme, onunla tanışmak için Suriye'ye kadar gitmiş ve cesedi yakmak için Mısır'a getirmiştir Pausanias'a göre ise, I Ptoleme onu Memphis'te gömmüş, ama II Ptoleme İskenderiye'ye aktarmıştır)
Girişteki Büyük Liman'ın sağ tarafında ada ve Pharos Kulesi (İskenderiye Feneri) yer alır

İskenderiye Feneri Bir mimari harikası

Yapımına MÖ 3 yüzyılda Kral I Ptoleme zamanında başlanan ve oğlu II Ptoleme zamanında bitirilen (MÖ 297 ile MÖ 280 arası) İskenderiye Feneri, bütün limanı aydınlatması amacıyla, liman girişindeki Pharos Adası üzerine kurulmuştu

Bugün kullandığımız "fener", "far" kelimeleri bu adanın isminden geliyor Knidoslu ünlü mimar Sostratos tarafından inşa edilen üç katlı fener kulesinin yüksekliği, bir iddiaya göre 120, bir başka iddiaya göre ise 140 metreydi Diktörtgen tabanını çevreleyen terasın uzunluğu da 340 metreyi buluyordu Tabanın genişliği 30, uzunluğu ise 61 metreydi Bugün, birinci katın yüksekliğinin 71 metre olduğu tahmin ediliyor

Kulenin ikinci katını oluşturan merkez gövde ise sekizgen biçimindeydi ve 34 metre yüksekliğe sahipti Asıl fener görevini gören üçüncü kat ise bir silindiri andırıyordu Bu bölümü koni biçiminde bir çatı örtüyordu ve bunun üzerinde de bir Zeus heykeli bulunuyordu Firavunlar ülkesindeki dev bir eserin tepesindeki Zeus heykelinin anlamı ise şuydu: Mısır'da o dönemde hüküm süren Ptolemeler aslında bir Makedonya hanedanıydı Mısır'ı ele geçirdikten sonra, gerçek birer firavun gibi davranmalarına karşılık, dini inançlarını korumuşlardı

Fenerin içinde ta tepeye kadar çıkan taş bir merdiven bulunuyordu Bu merdiven öylesine genişti ki, odun yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyordu Fenerin ateşi, bu hayvanlarla taşınan reçineli odunlarla besleniyordu Bir başka varsayıma göre de, Mısırlılar'ın o dönemde petrolü bildikleri ve kullandıkları sanılıyor Üstelik bu petrolü yukarı kadar taşımayıp, hidrolik pompalarla aşağıdan yukarıya pompaladıkları ileri sürülüyor

Fenerin ateşinin ışığı, çeşitli aynalarla artırılıyordu Eski tarihçiler bu ışığın 30 mil uzaklıktan rahatlıkla görüldüğünü yazmışlardı Öte yandan, fenerin kendisi de beyaza boyalı olduğu için hayli uzaktan seçilebiliyordu

Ancak, o dönemde fenerin sadece gemileri kayalıklardan uzak tutmak için inşa edildiğini söylemek çok zor Fener, aynı zamanda bir savunma görevi görüyordu; limanın girişini savunan bir kale gibiydi Savaş sırasında Mısırlılar, fenerdeki asker ve mancınık sayısını artırırlardı Yapı öylesine güçlü bir stratejik konumdaydı ki, görevlilerinin izni olmadan hiçbir geminin limana girmesi mümkün değildi

1000 yıl kadar kullanıldığı sanılan bu gökdeleni daha sonra depremler sallamaya başlıyor MS 700 yılındaki deprem, yapının fener bölümünü yıkıyor Ardından MS 1100 yılında tüm Kuzey Afrika'yı yerle bir eden büyük bir deprem felaketi daha geliyor ve bu kez de fenerin sekizgen gövde bölümü sulara gömülüyor

Son olarak MS 14 yüzyılda bakımsızlıktan temel bölümü yıkılıp gidiyor 15 yüzyılda Mısır'da hüküm süren Memluklar, fenerin bulunduğu yere bir kale ve cami inşa ediyorlar Dörtgen bir sütun biçimindeki minaresiyle Arap ülkelerinde görülen cami tiplerinden ayrılan bu yapı, bugün Müslüman Afrika ülkelerindeki camilere örnek oluşuyla hatırlanıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Anadolu'nun fethi sırasında, Malatya dolaylarında faaliyet gösteren Oğuz'un Çavuldur boyundan olduğu sanılan Çakan, İstanbul'da uzunca bir müddet kaldıktan sonra 1081'e doğru İzmir'e gelerek bir beylik kurmuştur Bizans imparatorluğunun zayıf noktalarını iyi bilen Çakan, Foça'yı ve civarını aldıktan sonra 40 parça gemiden kurulu kuvvetli bir donanma yaptırarak Ege Denizi'nde Sakız, Midilli, Sisam, Rodos adalarını zapt etti ve Çanakkale'ye doğru ilerledi Üzerine gönderilen Bizans donanmalarını birkaç kere mağlup etti

İstanbul'u ele geçirip İmparator olmak istiyordu Kara kuvveti kafi gelmediği için, Balkanlar üzerinden Trakya'ya doğru ilerleyen Peçenek Türkleri ile işbirliği yaptı Onlar karadan İstanbul'u baskı altına alırken Çakan Bey de denizden hücuma geçecek ve Bizans başkenti düşürülecekti Fakat plan başarıya ulaşamadı Çünkü, İmparator Aleksios Komnenos, Tuna boyundaki Kuman Türkleri'ni Peçenekler üzerine saldırtmış ve aralarında cereyan eden, Meriç kıyısındaki Lebonium Savaşı (Nisan 1091)'nda Peçenekler ağır mağlubiyete uğramışlardı

İzmir Beyi Çakan Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan I tarafından ortadan kaldırıldı (1097) Yine bu sıralarda Efes bölgesinde de çok küçük bir Türkmen beyliği daha görülmektedir ki, başında Tanrıvermiş Bey bulunuyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Anadolu'da tarihsel bir bölge Yaklaşık sınırları kuzeyde Karadeniz, doğuda Fırat Irmağı, güneyde Toros Dağları ve batıda Tuz Gölü'dür Çeşitli dönemlerde birçok uygarlığın egemenliğine giren Kapadokya'da bilinen en eski topluluk Samiler'dir MÖ 2000-1200 arasında Hititler'in yönetiminde olan bölge daha sonra Lidya ve MÖ VI yüzyılda Pers egemenliğine girdi

Pers döneminde iki satraplığa* ayrılan bölgenin kuzeyine Pontik Kapadokya, güneyine Büyük Kapadokya (Asıl Kapadokya) adı verildi Büyük İskender'in fetihleri sırasında başına buyruk bir yönetim kurulan Kapadokya, MÖ 332'de Perdikkas tarafından fethedilerek Eumenes satraplığına atandı Ne var ki I Antigonus ve daha sonra Selefkiler döneminde görece özerk bir yönetime sahip oldu Yerel bir hanedan Makedonyalıların ve daha sonra Selefkilerin yüksek egemenliğini tanıyarak hüküm sürdü

MÖ 255 dolaylarında III Ariarathes kral ünvanını alarak bağımsızlığını ilan etti Selefki krallarıyla iyi ilişkileri koruyan bu yerel krallık, Selefkilerin Romalılarca bozguna uğratılmasından sonra Roma himayesine girdi MÖ I yüzyılda Pontus Kralı VI Mithradates Kapadokya'yı ele geçirdi Mithradates'in ölümünden sonra bölge doğrudan Roma İmparatorluğu'na bağlandı

Hristiyanlığın Anadolu'da ilk önemli yayılma merkezlerinden biri olan Kapadokya'nın o dönemlerdeki en önemli kentleri Mazaka (bugünkü Kayseri) ve Tyana (bugünkü Niğde) idi XI Yüzyılda Romanos Diagones'in Doğu Roma İmparatoru olduğu sırada Selçuklular Kapadokya'yı ele geçirdi Bçlge 1399 yılında I Bayezit tarafından Osmanlı topraklarına katıldı 1405'te Timur'un eline geçen Kapadokya, Timur'un çekilmesinden sonra yine Osmanlı egemenliğine girdi Kapadokya günümüzde arkeoloji ve sanat tarihi açısından dünyanın sayılı bölgelerinden biridir

* Satrap: Persler'de il yöneticisi, vali

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Kommagene Krallığı Türkiye'nin güneydoğusunda, Dicle ve Fırat Nehirlerinin yukarı kıyılarında kurulmuştu Bugün bu topraklar anlatılan o cennete ait ipuçları vermiyor-cenneti çağrıştırmakta zorlanıyor Yamaçları kapladığı söylenen o ağaçlar artık yok ve keçi sürüleri bitki örtüsünün son yeşilliklerini tüketmekle meşgul Başlatılan sulama kanalları mucizeler yaratacak ve verilen çabalar sonunda bölge yeniden ağaçlanacak zira toprak burada çok verimli ve sayısız dağ pınarı var

Kommagene kömür, demir, altın ve petrol gibi mineral ve madenleriyle ünlü çok verimli bir bölgeydi Bu zenginliklerin bir kısmı bugün yeniden keşfedilmiş durumda Örneğin 1960larda bir arkeolog Fırat'tan altın çıkarmayı başardı Diğer bir kesif petrol ile yasandı Son birkaç yıldır bölgede yaygın olarak ham petrol sondajı yapılıyor

Her yerde Türk Petrol Ofisi'nin kara altın çıkaran petrol çıkarma şantiyelerini görmek mümkün Ama artık zamanda yolculuk etme vakti Kommageneyi ilk kez IÖ 850 civarında yazılı tarihin kayıtlarında görmeye başlıyoruz Bir Asur kralının tutanaklarında, halkın krala yıllık vergi olarak altın, gümüş ve sedir ağacından yapılmış tahta verdiği yazılı Belli ki o günlerde değerli sedir ağaçları sadece Lübnan'da değil Kommagene topraklarında da yetişiyordu Kommagene Asurluların bir uydusu haline geldiği dönemde

İÖ 700 civarında bir Kommagen Kralı Asurlulara başkaldırır Asur kralı Sargon Kommagenleri yener ve yenilen asi kralı: "Tanrılardan korkusu olmayan tanrısız bir adam bu Sadece kötü planlar yapan bir hilekar," diyerek suçlar Kral Sargon'un nitelemesi fazlasıyla öznel görünebilir Ancak Sargon sözlerine şöyle devam eder: "karısını, oğullarını ve kızlarını, malını ve hazinelerini aldım ve son olarak halkını aldım ve onları Mezopotamya'nın güneyine (bugün Irak) sürdüm" Anlaşılan, yerleşik halkları yurtlarından topraklarından sürmek o zamanlarda da uygulanan bir yöntemdi

İÖ 600 dolaylarında Babilliler Asurluları yenilgiye uğratırlar Sonradan Kommagene krallığını başkenti olacak olan Samsat'da son kez savaşırlar Bu savaşta Mısır ordusu Asurlulara destek verir ancak Babilliler birleşik orduları yenmeyi başarırlar Kommagene halkı İÖ 550 dolaylarında, önce Babillileri yenen Perslerin sonra da Persleri yenen Büyük İskender'in ordularının istilasına tanık olur İÖ 300'lerde Büyük İskender'in veliahtlarından biri olan Kral Seleukos 1 Nikator bölgesinde hüküm sürer 1Nikator Kommagene krallarının Yunan atalarından birisidir İÖ130'larda Kommagene krallığı bağımsızlığını kazanır

Kral Mithridates I Kallinikos

Küçük Asya'da hüküm süren çogu krallık gibi Kommagene de dogu ve batı halklarının kaynaştığı bir pota oldu Farklı kültürleri, gelenekleri olan farklı diller konuşan insanlardı onlar ve doğal olarak kendilerini birleşmiş tek bir halk olarak görmüyorlardı Onlar için aile ve kan bağı Kommagene krallığı altında birleşmiş olmaktan daha önemliydi Kral Mithridates bu tavrı değiştirmek için çok çalıştı

Örneğin her yıl atalarının onuruna Kommagene krallığında Olimpiyat Oyunları düzenledi Bu oyunlar, Yunanlıların Olimpiyat Oyunlarıyla karsılaştırılabilir nitelikteydi Gençlik yıllarında Kral Mithridates de bu oyunlara katılmış ve Kommageneliler arasında popüler olmayı başarmıştı Yetenekleri sayesinde Kral Mithridates pek çok ödül almış ve bunun bir sonucu olarak Güzellikle zafer kazanan' anlamına gelen Kallinikos' adını almıştı

Mithridates Laodike adında bir Seleukos prensesiyle evlendi Üç kızları oldu ve dördüncü çocukları da kız olunca çift bir oğul sahibi olamama kaygısına kapıldılar Bir oğula sahip olmak krallığın kalıcılığı açısında çok önemliydi ve erkek evladı olmayan bir kralın veliahdı da yok demekti Oğulları olduğunda tattıkları mutluluk ve rahatlık sonsuzdu ve çocuğa Laodike'nin babasının adı, Antiokhos, verildi

Kommagene krallığı gücünü kat kat asan güçlerin tehdidi altındaydı ve Mithridates yardıma muhtaçtı Yardım alma amacıyla Mithridates tanrılarla bir anlaşma yaptı Bu tanrıların gerçek mi hayali mi oldukları bilmiyoruz, ancak krallığın bağımsızlığını koruduğu dikkate alınırsa Mithridates'in anlaşmasının ise yaradığı söylenebilir

Diğer taraftan bu sözleşmenin halklar arasındaki uyumsuzlukları yumuşattığı anlaşılıyor Kommagene Krallıgı'nı oluşturan bu başka başka köklerden gelen insanların kendilerini birbirleriyle bağlantılı hissetmeleri güçtü Ancak tanrılarla yapılan sözleşmeden etkilendiler ve kendilerini tanrıların korumayı kabul ettiği seçilmiş insanlar olarak gördüler Böylelikle, Mithridates krallığını meydana getiren halklar arasında bir bağ oluşturulabildi

Kral bu sözleşmenin onuruna ülkenin her yerinde, temenos denilen, küçük tapınaklar insaa ettirdi Temenoslar ülkenin en göze çarpıcı noktalarında kuruldu Bu noktalardan tapınakların en önemlisi olan kutsal Nemrud Dagı'nın tepesindeki tapınağı görmek mümkündü Bu tapınakların hepsinde tanrılardan biriyle el sıkısan Kral Mithridates'in tasvir edildiği bes tablet bulunurdu

Mithridates tanrılaraiYunanca ve Persce olan isimler verdi:

Apollo/Mithras
Artagnes/Herakles
Zeus/Oromasdes
Hera/Teleia
Helios/Hermes

Mithridates tanrılara her iki dilde isim vermesinin sebebi krallığını oluşturan halkların kendilerini tanrılara yakın hissetmelerini sağlamaktı Bu tas tabletler stel olarak da bilinir Bu steller sayesinde Kral Mithridates tebaasını sadece onun sayesinde koruma altıda olabileceklerine inandırdı Bur temenoslar kralın tanrılarla yaptığı anlaşmanın şahitleriydiler Apollo / Mithras, Artagnes / Herakles, Zeus / Oromasdes, Hera / Teleia ve Helios / Hermes'i karsılayan / ev sahipligi yapan Kral Mithridates'in beş steli

Loos'un onuncu günü--14 Temmuz-- "Yüce Tanrıların Tezahürü" günü olarak kabul edildi O gün Kral Mithridates'in taç giydiği gün olarak da seçilmişti Her yıl o gün Kommageneliler köylerinin veya kasabalarının yakınındaki tapınaklarında biraraya gelerek kutlamalar yaparlardı Bu kutlu günde Kral Mithridates Nemrud Dagı'nın zirvesinde Kommagene'nin asilzadeleri ve diğer önemli şahsiyetleriyle bir araya gelir ve yüzlerce yurttaşının önünde tanrıların temsilcilerini kabul ederdi

Kral Antiokhus I Theos

Kral Mithridates'in oğlu Antiokhos ailesinden Yunan ve Pers kültürün karışımı bir eğitim aldı Annesi Kraliçe Laodike Büyük İskender'in soyundandı, babası ise Perslerin kralların kralı' dedikleri 1 Darius idi Antiokhos çok genç yastayken babası onu bir Seleukos prensesi olan İsias Philostorgos, Sevgili' ile evlendirdi Bu evlilik tamamen politik bir amaç uğruna plânlanmıştı ve aşkla pek ilgisi yoktu

Mithridates tahtını ogluna bıraktıktan sonra onu gözetmeye devam etti Nemrud DaĞı'ndaki tapınağı birlikte tasarladılar Tapınak Mithridates'in temellerini attığı tanrılarla yapılan sözlesmenin merkezi olacaktı Mithridates'in yaklaşımı, her zaman olduğu gibi pragmatikti Tapınak öylesine etkileyici bir anıt olmalıydı ki tebaası sözleşmenin önemini anlamalıydı

Nemrud Dagı'nın bölgeye hakim konumu tapınagın ülkenin her yerinden kolaylıkla görülmesini sağlayacaktı Antiokhos ise idealistti Ona göre sözleşme yeni bir dine beşik, Nemrud Dagı da onun merkezi olacaktı Bu yeni din Nemrud'dan tüm medeni dünyaya yansıyacaktı Bir din yaratmanın verdiği güvenle olsa gerek, Antiokhos taç giyişinin hemen ardından kendine Theos (Tanrı) adını verdi Ve kendince bir efsane oldu

Antiokhos babasına çok derin bir saygı duyar ancak annesi Laodike'yi her şeyin üstünde severdi Bir çok yazıtta kendisini annesini seven kişi' olarak kaydettirmiştir Annesine tanrıça anlamına gelen Thea ismini verdi Nemrud Dagı tanrılarının heykelleri arasında annesini kendisiyle birlikte ölümsüzlestirdi Tanrı Zeus'un soluna Kommagene Kralı, Theos olarak kendisini, Zeus'un sağına da Kommagene'nin Anası, Thea, olarak annesi Laodike'yi yerleştirdi

Sanat

Kommagene'nin tamamen kendine özgü bir sanat geleneği vardı Bu gelenek Yunan ve Pers sanatlarının essiz bir senteziydi Antiokhos sanata destek verdi Meclisinde sanatçıları ve bilginleri toplardı Bunlara karalın arkadaşları' anlamına gelen philoi denirdi Kral Mithridates zamanında sanatta dogu etkisi agır basmaktayken Kral Antiokhos dönemi sanatı daha doğalcı (naturalist) ve daha az stilize (geleneğe uygun) bir üslup kazandı Antiokhos Yunan kültürünü tercih etmiş ve kendine Yunanlıların ve Romalıların dostu' adını vermişti

Dağın zirvesindeki heykeller Kommagene sanatının ihtişamını belgeler Orada doğu ve batı tam bir uyumla kaynaşır Batı Terası'ndaki Antiokhos basında formu bozabilecek tüm ayrıntılardan arındırılmış çok güzel bir örnektir Heykelde süslü bir sakal, takı ya da başka bezemeler yoktur Sade ve dinamik bu eser bugün bile ebedi güzelliğiyle görenleri heyecanlandırır

Ticaret

Ticaret Kommagene Krallığı için önemli bir gelir kaynağıydı Romalılar ile Partlar arasında büyüyen sorunlar dogu ve batı arasındaki ticareti engelliyordu Bu iki süper güç arasında bağımsız tek devlet olan Kommagene hem Romalılar hem de Partlarla ticari ilişkiler kurmuştu Kommageneli tüccarlar özgürce Partların topraklarında ticaret yapabilyorlardı Çin'den ipek, Hindistan'dan egzotik hayvanlar ve baharatlar dahil pek çok malın ticaretini yapıyorlardı

Antiokhos denetimi altında tuttuğu Toros Sıradağları ve Fırat Nehri geçitleri sayesinde ağır vergiler topluyordu Zenginliği sayesinde Kommagene sadece bir geçiş yeri degil aynı zamanda lüks malların tüketildiği bir ülke olmuştu Getirilen mallar başkent Samsat'da Romalılara ve zengin Kommagenelilere satılıyordu Antiokhos devrinde Samsat dogu ile batı arasındaki ticaretin merkezi haline geldi Partlar, Kommageneliler, Romalılar, Yunanlılar ve Araplar orada bir araya geliyorlardı

Roma'yla Savaş

Romalılar batı Anadolu'ya ilk adımlarını atar atmaz Bythinia, Pisidia, Galatia ve Cappadocia gibi Küçük Asya krallıklarını birer birer ele geçirmeye başladılar Pergamon'dan sonra İÖ 80 dolaylarında Bythinia ve Pisidia'yı egemenlikleri altına aldılar Aynı sıralarda Partlar da Kommagene sınırlarına varmışlardı Romalılar İÖ 70 sıralarında en büyük düşmanları Pontus Krallığı'nı devirdiler Hemen arkasından da Pontus'un güçlü müttefiki olan Arm krallığını yıktılar ve fetihlerini tamamlamak için süratle bölgedeki son bağımsız krallık olan Kommagene'ye yöneldiler Bu küçük ülkenin istilası başlangıçta hiç de zor görünmüyordu

İÖ 69'da Kommagene'nin baskenti Samsat kuşatıldı Ancak hiç umulmayan bir şey oldu ve Roma savaş makinesi durdu Romalı askerler daha önce hiç görmedikleri bir maddeyle bombalanıyorlardı Romalı tarihçi Plinius onun vurduğu asker silahıyla beraber yanıyordu' Anlasılan Kommagene dışında bilinmeyen bu gizli silahın sebep olduğu korku çok büyük olmuştu Samsat düşmedi Roma konsülü Lucullus ile Kral Antiokhos özel bir görüşme için bir araya geldiler Bu görüşmenin kaydı yok ama toplantı sonunda Roma ordusu geri çekildi Kommagene için durum gerginligini korumaya devam ediyordu zira bir yanlarında sömürgeci savaş tutkunu Romalılar diğer tarafta güçlü Part ülkesi vardı

İÖ 64'de Romalılar istilalarına devam ettiler Seleukos devletinden kalanlar Suriye vilayetine dahil edildi Bu devirde Roma'nın Kommagene Krallığı dışında Küçük Asya'da egemenliği altına almadığı devlet kalmamıştı Kommagene Seleukos devletinin yıkılısından küçük bir toprak parçasını ülkesine katarak yararlandı Kommagene'nin stratejik konumu Roma'nın doğuya doğru genişlemesinde hayati önem tasımaktaydı Ya burası da istila edilecek ya da genişlemekten vazgeçilecekti

Antiokhos Partlarla ilişkisini güçlendirmesi gerektiğini biliyordu Bu amaçla kızı Laodike'yi Part kralına es olarak verdi Bu evlilikten bir erkek çocuk dünyaya geldi, Pakoros O babasının gözdesi ve tahtının tek varisiydi Küçük Asya'da savaşlar sürüyordu IÖ 53 yılında Partlar Romalıları yenerek Suriye'yi fethettiler Bunu fırsat bilen Pontus Krallığı Roma'ya başkaldırma gücünü kendinde buldu

Jül Sezar Küçük Asya'a yürüyerek ayaklanmayı bastırdı Sezar'ın tarihe geçen "geldim, gördüm, yendim' sözü bu zaferin ardından söylenmiştir Sezar'ın öldürülmesiyle Roma İmparatorluğu bölündü Markus Antonius doğuyu Oktavianus batıyı aldı Markus Antonius meclisini, sevgilisi Kleopatra da yanında olduğu halde, Tarsus'ta kurdu Jül Sezar da Mısır kraliçesinin güzelliği karsısında ezilmiştir

İÖ 38'de Markus Antonius Part ordusunu yendi ve veliaht prens Pakoros'u öldürdü Annesi Laodike ve Part Kralı olan babası derin bir acıya düştüler Antiokhos kızı ve damadının acısını paylastı ve onlara yardım etmek istedi Antiokhos savaştan kaçarak Kommagene'ye sıgınanları himayesini altına aldı ve onları Marcus Antonius'a teslim etmeyi reddetti Savas istemeyen Antiokhos esirlere karşılık, 25 bin ton gümüşe eşit olan 1000 talens teklif etti Zenginligiyle ünlü Kommagene'nin tüm altın ve gümüş varlığına göz koyan Markus Antonius sığınmacılara karşılık olarak Kommagene'nin tüm servetini istedi Antiochus'un bu teklifi kabul etmesi söz konusu olamazdı

Markus Antonius küçücük bir krallıktan gelen bu cevabı büyük bir hakaret olarak görerek askerlerine derhal Kommagene'yi kuşatmalarını emretti; kendisi Tarsus'ta, meclisinin basında, kalarak ordusundan gelecek iyi haberleri beklemeyi tercih etti Ancak beklenenin aksine, Samsat kuşatması istenildiği gibi gitmiyordu Bunun üzerine gücünü arttırmak isteyen Markus Antonius Tarsus'daki keyifli yaşantısını bırakıp yanına Judea Kralı Herod da olduğu halde ordusunun basına geçti

Zaferin yakın olduğuna emindi Belki de şu gerçekleşti: Samsat kuşatması boyunca Kommagene askerleri Kommagene'yi çevreleyen alanlarda yoğunlaşmayı sürdürdüler Eli silah tutan her Kommageneli krallarının çağrısına sadakat gösterdi Yeterli sayıya ulaştıklarında Roma ordusunun malzeme kollarına saldırıya başladılar Kısa bir süre sonra Roma ordusu malzeme sıkıntısı çekmeye başladı bunun üzerine Markus Antonius durumun düzeltilmesi için bölgeye kendi süvarisini gönderdi

Kommagene konseyinin beklediği hamle de tam buydu Ağır zırhlı seçkin Kommagene süvarilerini devreye girdi Kommagene ordusunu askerleri ve atları kendileri adeta yenilmez kılan siyah çelikten zırlarını kusandılar Sayıları ancak bir kaç yüz kadardı ancak saldırılarına hiç bir düşman dayanamazdı Bu çelik kuvvet ordunun gözbebeğiydi

Kommagene atlıları sabah sisinde Roma süvarilerini bekliyorlar Atlar sinirli sinirli toprağı eseliyor Aniden yürek titreten bir trompet sesi sisi yırtıyor Bu işaretle Kommagene süvarileri harekete geçiyor Şaşkınlık içindeki Roma ordusu için artık çok geç İlk saldırıya karsı koyabilmek için Roma süvarileri saflarını çekiliyorlar Trompet sesleri ikinci kez duyulduğunda Kommageneli süvariler koşuya geçiyorlar

Şimşek gibi ilerleyen atların altında yer titriyor Ağır zırhlı atlılar hafif kuşamlı Roma süvarilerinin üzerine saldırıyorlar Romalılar oyuncak askerler gibi yıkılıyorlar Soğuk kanlı ve yüksek disiplinli Roma süvarileri çabucak toparlanıyor ve sayıca olan üstünlüklerine de güvenerek bu küçük çelik gücü çember içine almaya çalışıyorlar Ve yine trompet sesleri

Kommagene süvarilerinin iki yanından bir kartalın kanatlarını andırırcasına çıkıveren okçu birliği Roma süvarilerine ok yağdırmaya başlıyor Hafif kuşamlı süvariler çelik ok yağmuru altında çaresizler ve pek çoğu yaralanıyor Ağır zırhlı Kommagene atlıları Romalıları okçuların önüne doğru sürüyorlar Okçular müthiş bir hızla ok yağdırmaya devam ediyorlar Romalılar önce akıllarını sonra da hayatları kaybediyorlar

Günün sonunda Markus Antonius süvari birliğini yitirmiştir Bir yanda Samsat surları diger yanda Kommagene süvarileri olmak üzere Romalılar artık kuşatan değil kuşatılmış olandır Böylece Markus Antonius Samsat kuşatmasından vazgeçmek zorunda kalır Ortağı Herod savasın sonunu beklemeden krallığı Judea'ya döner Markus Antonius çaresiz geri çekilir Antiokhos durumu yumuşatmak için Markus Antonius'a 300 talens verir Sadakasızlıktan nefret eden Antiokhos verdiği para karşılığında Markus Antonius'dan kendisine bir vatan hainini teslim etmesini sart koşar

Kommagene'nin Sonu

Bu olaylardan kısa bir süre sonra ölen Antiokhos Nemrud tapınağına, tahminen babasının yanına, gömüldü Antiokhos'tan sonra tahta oglu 2 Mithridates geçti Kommagene Roma İmparatorlugu'na denk değildir artık Mithridates'in yönetimindeki Kommagene Suriye'nin önce uydusu sonrada eyaleti haline gelir Romalılara karsı verilen savaşta oğlunu kaybeden Part Kralı'nın acısı o kadar derindir ki kendi arzusuyla tahtından feragat eder Veliaht prensin dedesi Antiokhos'un Kommagene'yi riske atarak krallığına sığınan Part askerlerini koruması da babanın üzüntüsünü hafifletmemiştir

Part Kralının yerine oğullarından biri geçer Bu acımasız bir hükümdardı ve tahtını tehlikeye atacağına inandığı, Laodike ve onun çocukları dahil, kimseyi öldürtmekten kaçınmaz 2 Mithridates kız kardeşini Kommagene topraklarındaki Karakuş mezar tepesine gömer Laodike'nin kabrine üzerinde ëo tüm kadınların en güzeliydi' yazan çok güzel bir tas yazıt koyar

Mithridates Karakuş'u Kahta Çayı'nın kıyısında yaptırmıştır Annesi Isias ve diğer bir kız kardeşi Antiochis ve onu kızı Aka da orada yatmaktadırlar Mithridates yazlık malikanesinin terasından derin çaya inen baş döndürücü vadiyi ve Karakuş'u seyreder böylelikle ölümlerinden sonra da sevdiklerini yanında hissedebilirdi Kıskanç kardeş 2 Antiokhos 2 Mithridates'i tahttan indirmek istiyordu Bu nedenle Roma senatosu 2 Antiokhos'u ölüm cezasına çarptırdı İÖ 29'da Roma'da idam edildi

Kommagene son olarak, kısa bir süre için, Kral 4 Antiokhos devrinde bağımsız kalmıştır 4 Antiokhos IS 71'de Roma ordusuna yenildi Kommagene'nin ağır zırhlı ünlü süvarileri ve muhteşem okçuları "cohortes Comagenorum" adı altında Roma ordusuna dahil edilmek suretiyle küçük Kommagene ordusu lâğvedildi Gelecekte çıkabilecek isyanlara önlem olarak Kommagene Krallığı'nın yüceliğini hatırlatan binalar ve heykeller yerle bir edildi Kutsal Nemrud Dağı'ndaki tapınak yıkıldı Kommagene devrinin kapanışıyla Nemrud sadece dağ rüzgarlarının ve yolunu kaybeden çobanların ziyaretleriyle irkileceği uzun uykusuna daldı

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Antik çağlarda Ege'de "Karia" olarak adlandırılan bölge, Bodrum Yarımadası dahil, kabaca günümüzdeki Muğla ilini içine alan bir bölgeydi Batı Anadolu'da eski Yunanlılar'dan önce "Mis"ler, "Leleg"ler ve "Kar"lar oturuyorlardı Misler Anadolu'nun kuzeybatısında, Karlar güneybatıda, Lelegler de Bodrum Yarımadası'nda yaşıyorlardı Eski Yunan kaynaklarına göre bu iki halk, (Karlar ve Lelegler), Pelasg'larla birlikte Ege'nin en eski halkıydı Daha sonraları Karia'mn kuzey kıyılarını İonlar, güney kıyılarını da Dorlar ele geçirmişlerdi

Lelegler hakkında bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü tarihçi Herodot Onun anlattığına göre, eski Yunanlılar Miletos'a ilk geldiklerinde burada Karialılar bulunuyordu Giritliler, ona "Karialılar'm eskiden adalarda oturduğunu, destanlarda adı geçen Girit Kralı Minos'a bağlı bulunduklarını ve daha o zamanlarda bile 'Lelegler' diye anıldıklarını" kendi masalsı bilgilerinden aktarmışlardı Tarihçinin Giritlilerin ağzından yaptığı bu aktarmanın önemi, daha sonra aynı bilgiyi Karialılar'm ağzından da yapmış olmasında yatıyordu Herodot, yapıtında Lelegler'le Karialılar arasında hiçbir ayrım gözetmemişti Üstelik yapıtının bir yerinde "Karialılar'a eskiden Leleg denildiğinden de söz etmişti

Lelegler çok eski bir dönemde yaşadıkları için bunlar hakkındaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdiği bilgilere dayanıyor Günümüz kazılarında her ne kadar Miken ağırlıklı seramikler çıkıyorsa da, kimi uzmanlar Miletos'un da Lelegler tarafından kurulduğunu savunuyor Bütün bunların yanında Lelegler'i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsız yapılarının tüm izlerinin binlerce yıl sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor olması Günümüz batı kültürüne kaynaklık ettiği öne sürülen Eski Yunan uygarlığının tüm baskısına rağmen bunların silinememiş olduğu gözleniyor

Lelegler hakkında ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Şu üç şeyi onlar bulmuşlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır" deyip başlıyor anlatmaya "Savaş başlığının üzerine konan sorguç, kalkan üzerine işaretler kazımak bize onlardan geçmiştir Kalkanı tutmak için kulp yapmak da yine onların buluşudur O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir kayışla sol omuz üstüne alınır ve böyle kullanılırdı"

MÖ IV yüzyıl, yarımadaya ve Lelegler'e büyük değişiklikler getirmiş, Karia bu sıralarda yeniden Pers denetimi altına girmişti Bölge büyük Pers kralının atadığı bir "satrap" tarafından yönetiliyordu Yüzyılın başlarında satrap olan Hektadomos, MÖ 377 yılında satraplığı oğlu ünlü Mausolos'a bırakmıştı Mausolos da, o sırada küçük bir yerleşim yeri olan Halikarnassos'u askeri savunmaya uygun bulup, başkentini Mylasa'dan buraya taşıdı Satrap, burada yeni ve büyük bir başkent kurmayı tasarlamaktaydı Mausolos'un bu amaçla yaptığı işlerden biri de, komşu Leleg kasabasının halkını, kimi zaman zor kullanarak yeni başkente, yani Halikarnassos'a getirip büyük alana yerleştirmesiydi

Bu olaydan sonra Lelegler'in sayısı yarımada üzerinde azalmaya başladı Ancak Myndos ve Syangela varlıklarını sürdürdüler Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda yeniden kurdu Böylece Myndos ile Syangela Mausolos'un yeni başkentine bağlanmamışlardı Syangela giderek Thiangela'ya dönüştü ve Leleg özelliğini yitirdi Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlılaşarak bir Yunan ili durumuna geldi Myndos'ta ise bir nüfus azalması sorunu yaşanıyordu Kent nüfusu bir türlü beklenilen sayıya ulaşmamıştı Söylentiye göre, bu sıralarda kenti ziyaret eden filozof Diogenes, kapıların kente oranla çok büyük olduğunu görerek, Myndoslular'a, "Kentin akıp gitmemesi için kapılarını kapalı tutmasını önermiş"ti

Lelegler'in yanmada üzerinde çok sayıda yerleşmeleri vardı Günümüzde, Bodrum Yarımadasının en batı ucunda bulunan Gümüşlük, bir zamanlar "Eski Myndos" adıyla anılan bir Leleg yerleşim yeriydi Ancak, yapılarında harç kullanmadıkları için zaman içinde hemen tamamı yerle bir oldu Sadece yanmada üzerinde bugün Lelegler'e ait dokuz büyük yerleşme kalıntısı bulunuyor

MÖ 1500 ile MÖ 400 yıllarına kadar varlıklarını sürdüren bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan şöyleydi: Eski Myndos'tan başlamak üzere, yarımada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve "Pedasa" Yarımadanın ya da bir başka deyişle, Bodrum'un (Halikarnassos) batısında da iki büyük kent kalıntısından da söz etmek mümkün Bunlar da "Syangela" ile "Thiangela" adındaki kale kentler

Fakat, bunlar birbirinin devamı gibiler Ünlü coğrafyacı Strabon ise Bodrum Yarımadası'nda Lelegler'in 8 kent kurduğunu yazıyor Plinius ise yarımadada Lelegler'e ait 6 kentin adını veriyor Ancak, bu kale kentlerin dışında yarımadada çok sayıda küçük yerleşmeler ve yapılar da mevcut Bu, kasaba ya da kale yerleşmesi şeklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birleşik yapılar" olarak adlandırılan ilginç mimari yapılar vardı

Gümüşlük limanının önünde bulunan ve kenti doğal kale gibi örten küçük yarımadanın üzerindeki uzun sur kalıntısı arkeologlarca "Leleg Suru" olarak tanınıyor Yerine göre yaklaşık 1-3 m eninde ve 200 m uzunluğundaki bu surun günümüzde çok az temel kalıntısı görülebiliyor Yöreyi ayrıntılı bir biçimde araştıran George Bean'e bile, "Yarımadayı böylesine ikiye bölmenin anlamı neydi?" diye sordurtan bu dev duvarın, 3500-4000 yıl önce Lelegler tarafından, bugün bile sorun olan Kardak dahil tüm diğer Yunan Adalan'ndan gelecek bir tehlikeye karşı yapıldığına hiç kuşku yok

Leleg mimarisiyle ilgili bir diğer ilgi çekici nokta da, tüm yerleşmelerin dağların en yüksek doruklarında kurulmuş olmaları ve bu yapıların genel planlarındaki ortak yöndü Günümüzde ıssız ve uzak ören yerleri olarak bilinen bu yerleşim alanlarının tepe doruklarındaki konumlan, denizi ve çevre adalarını gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti Kıyıları gözetleyen tüm Leleg kent ve kasabaları dumanla haberleşiyordu Bugün kimi yaşlı yöre insanının yakın zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberleşildiğini hatırlaması, bu geleneğin binlerce yıldan günümüze aktarıldığını kanıtlıyor

Günümüzü ilgilendiren bir başka ilginç yön ise, bu kalıntıların hiçbirinde Lelegler'e ait kazı çalışmasının yapılmamış olması Lelegler hakkında bugüne kadar yapılan en kapsamlı yüzey araştırması, ünlü Alman arkeolog Dr Wolfgang Radt'a ait Uzun yıllardan beri Bergama kazısı başkanlığını yapan Dr Radt, 1960'k yıllarda Bodrum Yarımadasının Lelegler'e ait önemli bir bölümünü mimari açıdan araştırmıştı Doktora tezi kapsamında yaptığı çalışmasını da daha sonra Leleg mimarisiyle yapılmış en kapsamlı araştırma olarak yayımlamıştı

Dr Radt'a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapıda" Yapıların ilginç bir yanı, taşların arasında hemen hiç harç kullanılmamış olması Bu nedenle büyük taşların dışında kalan yapı elemanları, Diogenes'in dediği gibi adeta akıp gitmiş Fakat Dr Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde öyle bir yapı türü var ki, şimdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor" diyor "Bunlar, dağların yüksek yamaçlarında inşa edilmiş yuvarlak ve çok amaçlı yapılar İç içe iki surdan oluşan bu yapılar arasında yarıçapı 20 m olanlar var İç içe geçmiş surlar birbirlerine içteki bir noktadan değecek biçimde inşa edilmiş ve üstleri kapalı

Burada çobanlar yaşıyor olmalı; ortadaki geniş avluda da hayvanlar Ancak, yapının tamamının üstünün örtülü olup olmadığım bilemiyoruz Belki belli bir yükseklikten sonra ağaçlarla örtüyorlardı Hayvanlarını hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahşi hayvanlardan korumak için bu yapıların duvarlarını çok kalın ve yüksek inşa ediyorlardı Bunların çağlar içinde, MÖ 8-7 yüzyıldan başlayıp Roma dönemine kadar adım adım değişmeler gösterdiğine tanık oluyoruz Özgün Leleg tipinde olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor Bölgenin Helenleşmesine paralel olarak, bu yapılarda köşeli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çıkıyor Yani, bir tür evrimleşme başlıyor Roma dönemine gelindiğinde ise bu özgün tip yapılar kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar"

Lelegler, Roma çağlarına doğru geldikçe, yalnız mimari açıdan değil, toplum olarak da giderek erimişler İzleri neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halkı olan Lelegler'in özellikle de şimdiki Bodrum Yarımdası'nda yaşamaları ilginç Çünkü, günümüzde böylesine popüler olan bir bölgede binlerce yıl önce yaşamış eski bir halk karşısında, hem Bodrum meraklılarının hem de arkeologların ilgisiz kalması bir çeşit ihanet İnsanınkendi geçmişine, kendi kültürüne,kendi geleceğine ihanet

Mausolos'un kurduğu kent: Thiangela

Bir dağ kenti olan Thiangela'nm güney tarafı daha az sarp olup saldırıya açıktı Şehrin kuleli ana kapısı buradaydı ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmişti Bu cephenin batı ucundaki tepeye dışında çok sayıda da, "çiftlik evi", dört kuleli, kare planlı bir hisar yapılmıştı Bu hisar şehrin zayıf olan batı-güneybatı tarafını güven altına alıyor ve bu yüzdeki şehir kapısını da koruyordu

Surların planı burada hilale benziyordu Hisar da bu hilalin bir ucunda yükseliyordu Hisara şehirden, dirsekli ve üzeri yalancı tonozla örtülü bir kapıdan giriliyordu Güneydoğudaki kulenin yanında, sur duvarına açılan küçük bir kapı vardı Bu kapıdan, hisarın önündeki kavisli iki siper duvarına ulaşmak ya da düşmana saldırmak mümkündü Thiangela, Mausolos'un kurduğu bir kentti Surların inşa tarihi kesinlikle 4 yüzyılınikinci çeyreği olarak kabul edilebilir Kent, aynı yüzyılın sonunda, Karia'da bir krallık kurmaya kalkışan ve kendi adına sikke de basan Makedonyalı Eupolemos tarafından kuşatılmış ve şarta bağlı olarak teslim olmuştu

Antik Çağ'ın NATO'su: Delos Birliği

Hellespontos ve Bosphoros kıyılarının Persler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin başkomutanı olan Sparta Kralı Pausanias'ın sert davranışları, bağlaşık devletleri ondan soğutmuş ve onlar da Atina çevresinde kümelenmişlerdi Atina, başlangıçta gönüllü bir nitelik taşıyan bu birliğin önderi oldu Birliğin üyelerine düşen yükümlülükleri, hangi kentin ne sayıda savaş gemisi sağlayacağını ya da ne tutarda yıllık gider katkısı ödeyeceğini saptadı Toplanan paralar Delos Adası'nda toplanıyordu

Daha sonra Atinalılar ilk olarak Miltiades oğlu Kimnon komutasında bir donanmayla, Thrakia-Make-donya sınırında, Strymon Çayı ağzındaki İran bağımlısı Eion kentini alıp (MÖ 475) halkını köleleştirdiler Ege Denizi'nde Skyros ve Euboia (Eğriboz) Adası'ndaki Karystos kentini ele geçirdiler Bu sırada Naxos Adası birlikten ayrılmak istedi, fakat adanın kenti Atina birliklerince kuşatıldı ve kent de birliğe tekrar geri dönmek zorunda kaldı Bu olay, Delos Birliği'nin bir Atina bağımlıları topluluğuna dönüşmesinin ve gönüllü bağlaşıklar birliği olmaktan çıkışının başlangıcıydı (MÖ 467)

Bu arada Leleg kentleri de bu Delos Birliği'nin üyesiydiler Myndos kenti birliğe onikide bir talent haraç ödüyordu Bu miktar Myndos'un küçük bir kasaba olduğunu gösteriyor Pedasa kenti ise Delos Birliği'ne iki talent haraç ödemekteydi Kıyıdaki Halikarnas sos'un 165 talent ödediği düşünülürse, dağlık Pedasa'nın ödediği miktar oldukça iyiydi Termera kentinin ise birliğe ödediği iki buçuk talentlik haraç Mydos'un yükümlülüğünün tam 30 katıydı Madnasa kenti ise, birliğe önceleri iki talentlik haraç ödemesine karşılık, sonraları bu haraç bir talente kadar düşürülmüştü

Yarımadadaki bir diğer Leleg yerleşmesi Side, ya birliğin dikkatinden kaçmış olabileceği ya daçok küçük olduğu için haraç ödemiyordu Uranium adındaki kent debirliğe bağlı olmasına karşın çok önemsiz bir haraç ödüyordu Syangela ise Delos Birliği'ne, kendisine bağlı mynanda ile birlikte bir talent haraç ödüyordu

Antik Çağ duvar örgü biçimleri

Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü Yaklaşık MÖ 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür Batı Anadolu'daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır

Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi

Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli

Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür Antik dönemden sonra kullanılmaz

Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü

İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



(MÖ 700-300) Batı Anadolu'da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak belirlenememiştir Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söylerler Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lidyalıların Batı Anadolu'da MÖ 2 binyılın ikinci yarısından itibaren varoldukları kabul edilmektedir En ileri dönemlerindeki kralları aşağıda verilmektedir :

Gyges MÖ 680-652
Ardys MÖ 652-625
Sadyattes MÖ 625-610
Alyattes MÖ 610-575
Kroisos MÖ 575-546

Lidya'nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi Bu madenin MÖ 7 yüzyılın başından beri Sardes'te işletilmeye başlaması Lidya'lıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti Lidya'nın Anadolu'daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir

Lidya tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafından da yağmalandı Ayrıca Medler ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlardır MÖ 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir Lidya devletine son veren Pers kralı Kyros olmuştur

Lidya soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı Bu tümülüsler Sardes'in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar Bunlardan 355 m çapında ve 61 m yüksekliğindeki tümülüs Anadolu'daki en yüksek yığma mezar örneğidir Çok zengin olan Anadolu mozayiğinde sözü edilmesi gereken ve bugün de izlerine rastladığımız başka uygarlıklarda vardır

Demir Çağında incelenmesi gerekenler arasında Karia ve Lykia uygarlıklarını sayabiliriz Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler taşımaktadır Karialıların daha önceleri Batı Anadolu'da yerleşmiş oldukları bilinen Leleglerden, Lykia'lıların ise Luvilerden geldikleri sanılmaktadır Lykia uygarlığının en özgün örnekleri arasında kayalara oyulmuş anıtlar yer almaktadır

Lidya devletinin MÖ 546 yılında son bulmasıyla İranlılar Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu'yu ellerine geçirdiler Pers egemenliği MÖ 333 yılına değin sürdü Bu dönemden sonra yerli kültür gelişiminin yerini Batıdan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kültür almaya başladı

LİDYA TARİHİ

Kökenleri konusunda kesin birşey söylenilemeyen Lidyalılar'ın oturdukları yerlere MÖ 2 Bin yıldan önce geldikleri bilim adamlarının ortak görüşüdür Dilleri nedeniyle Hint-Avrupa kökenli oldukları düşünülmektedir Sonraları Lidce konuşan bu halk kütlesinin MÖ 2000 ya da daha erken bir tarihte Hititler'den ayrıldığı sanılır Buna karşılık Lidya'da hiç olmazsa Kalkolitik çağdan başlayarak yerli bir halk kitlesinin oturduğu kesindir

Lidyalı'lar yerli halkla kaynaşmış gibidir Herodotos'tan öğreniyoruz ki "Yunanlıların Lidya diye bildikleri ülkede eskiden ,Maionlar adında, Lidlerden farklı, ama onlara tümüyle yabancı olmayan başka bir halk yaşardı Lidler, Maionları yenip topraklarını alınca onlar da ya denizi geçip batıya kaçtılar ya da kalıp yenenlere boyun eğdiler"

MÖ 7yy'ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan Lidya krallığı, Önasya dünyasının en ilginç kültürlerinden biridir Bu krallık ne tam anlamıyla doğulu, ne de tam anlamıyla batılı devletlere benzer; her iki bloğun siyasal ve kültürel etkilerinden oluşmuş yeni bir Anadolu Krallığıdır Kaynaklara göre Lidya'da üç ayrı sülale hüküm sürmüştür: Atyadlar, Heraklidler(Tylonidler) ve Mermnadlar

Herodotos'a göre Atyadlar sülalesi Atys'in oğlu Lydos ile başlar fakat Lydos'tan sonra kralların sıraları ve hatta adları bile kesin değildir Bu da 2bin yılın ikinci yarısı içinde yaşanmış olması gereken Atyad sülalesi krallarının gerçekte var olmadığı, tüm eski çağ toplumlarındaki gibi, Lidyalılar'ın çok eski bir geçmişe sahip olma istedikleri sonucunda ortaya çıktığı fikrinin oluşmasına neden olmuştur Ama bu hanedana ait bir kral adı 'Meles' Hitit kayıtlarında geçmektedir

Sardes'te yapılan kazılar Son Tunç Çağı'nda (MÖ 1400-1200) Lidyalılar'ın, Yunanistan'dan gelip Batı Anadolu'ya yerleşen Mikenlerle ticaret yaptıklarını ortaya çıkarmıştır Ayrıca Hitit arşivlerine göre Hitit İmparatoru Tudhaliya IV (MÖ 1250-1220) "Assuwa Konfederasyonu" adıyla birleşerek kendine karşı gelen bir takım devletlere sefer yapmış, bu ülkeleri yıkıma uğratmıştır Nitekim arkeolojik kazılar 2bin yılın sonlarında bir düşman güç tarafından yakılıp yıkıldığını göstermiştir

Atyadlar'ı izleyen Heraklidler sülalesi Lidya'da 505 yıl egemen olmuştur Başlangıcı MÖ 1192 yıllarına uzanır Bu tarih yeni Hint-Avrupa kabilelerinin Boğazlar yoluyla Anadolu'ya göç ettikleri ve Büyük Hitit İmpartorluğu'nun ortadan kalktığı yıllardır Bu sülaleye Grekler'ce tanrı Herakles'le ilişkiye getirelerek "Heraklidler", Lidyalılarca kahramanları Tylos ya da Tylon'un adından "Tylonidler" adı verilmiştir Tylon'un Batı Anadolu'ya yeni gelen Hint-Avrupa'lı Thraklar'ın bir boyunca getirilmiş olması olasıdır

Heraklidlerin daha önce bahsettiğimiz Maionlar'a eşitliği ve Demir Çağı'nın başlarında Sardes'e "Hyde", ülkeye de "Maionia" adını verdikleri öne sürülmüştür Çünkü son Heraklid kralı Kandavles'in adının Maionca olduğu kabul edilmektedir Ayrıca MÖ 1000 yıllarında Maionia denilen Lidya' da çanak-çömlekçilikte yeni bir boyalı geometrik biçim meydana gelmiştir ve bu Demir Çağ Lidyasında yüksek bir kültür ve artistik faaliyet olduğunun kanıtıdır

Daha sonra Mermnadlar denen hanedanın ilk kralı Gyges'in MÖ 685 yılında Lidya tahtına çıkışıyla ilgili oldukça heyecanlı asıl öykü başlar Karısının güzelliğine hayranlığını kanıtlama derdindeki Kandavles'in kuşkulu dostu Gyges'e yatmaya hazırlanan karısını gizlice seyrettirmesi ve çok kızan Kraliçe'nin kocasını öldürsün diye Gyges'ı gizliden gizliye zorlamasıyla Gyges Kandavles'i öldürür ve kraliçeyle evlenerek tahta geçer Böylece 141 yıl sürecek olan Mermnad egemenliği başlar

Lidyalılar eski Önasya' da birinci derecede önem kazandılar ve özgün eserler yarattılar (MÖ 587-546) sırayla Gyges, Ardys, Sadyattes, Alyattes ve Kroisos Lidya devletini yönettiler Bu dönemde Lidya'nın zenginleşmesi ve güçlenmesi de altın madeninin bulunması, işlenmesi ve ticaretin yapılması çok önemli bir faktördür Bu saydığımız kralların ilk adımda, güç politikasının silahı olarak ekonomik kaynakları kullandıkları sanılır İlk sikkelerin ortaya çıkışının asker ücretlerinin ödenmesiyle ilgili olduğu bile düşünebilir

Gyges tarihe geçince Yunan kentlerine karşı askeri girişimlerde bulundu ve kuzeyden gelen Kimmer tehlikesiyle uğraştı Ve onları yenilgiye uğrattı Fakat ikinci Kimmer saldırısına dayanamayacak Sardes'in yıkımıyla sonuçlanan savaşta öldü Bu dönemde Yunanistan'la ticaret ilişkileri çok gelişmiştir

Gyges'ten sonra gelen krallar döneminde de Kimmer akınları devam etti Fakat bunlara karşı Lidya devleti çok iyi direndi ve bu da ekonomisinin ne denli güçlü olduğunu gösterir Yine Gyges'ten sonra gelen krallar Yunan kent devletlerine saldırılar düzenlediler Alyattes Lidya tarihinin en büyük kişisi ve Mermnad hanedanının en etkin kralıdır Batı And kıyılarını ele geçirdi ve Batı And'ın kuzey kısmını elinde bulunduran Kimmerleri Kızılırmak'ın ötesine sürdü ve bu sayede Lidya Krallığı'nın gücü yeni boyutlara ulaştı

Kuzeyli barbarlardan zara görüp zayıflayan Phrygia Lidya'ya bağlandıBu dönemin önemli olaylarından biri de nedeni pek bilinmeyen Lidya-Med savaşıdır Sonuçta Kızılırmak her iki devlet arasına sınır kabul edildi Alyattes Lidyalılar'la Grekler arasındaki ilişkilere çok değer verdi; Miletos'ta iki tapınak inşa ettirdi; Delphi'deki kehanet merkezine armağanlar yolladı; Korint tiranı Periandros ile dostluk ilişkileri kurdu Bu kraldan itibaren Grek etkisi açık bir şekilde görülmeye başlar, Hellenleşme bunu izleyen dönemlerde büyük bir hız gösterir

MÖ 560 yılında oğlu Kroisos başa geçti ve babasından devraldığı güçlü ve zengin devlet sayesinde ününü tüm eski çağ dünyasına duyurdu İçerdeki taht kavgasını sona erdirdikten sonra Ephesos'a yöneldi ve tüm Grek kentlerine egemen oldu Ephesos'taki Artemis tapınağını tekrardan inşa ettirdi Kroisos döneminde Lidya devleti zenginliğinin ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaştı Dillere destan zenginliği kaynağını bağlı bölgelerden alınan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin doğal zenginliklerinden alıyordu

MÖ 6yy'ın ortalarında beliren Pers tehlikesini gören ve önlemler alan Kroisos Sardes yakınlarına gelen Pers ordusuyla karşılaştı ve yenildi Sonuçta İranlılar tüm Anadolu'ya hakim oldular ve Lidya devleti tarih sahnesinden silindi

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Metropolis Antik Kenti, İzmir'in Torbalı ilçesi sınırları içindeki Yeniköy ve Özbey Köyleri arasındaki bir tepenin üzerinde yeralmaktadır Kent, Efes'e 30 km İzmir'e ise 40 km uzaklıktadır

Metropolis, oldukça verimli Kaystros (Küçük Menderes) Ovası'na hakim bir konumdadır Hayvancılığın yanısıra üzüm, zeytin ve meyveciliğe dayalı tarım, kente önemli gelir kaynağı sağlıyordu

Antik coğrafyacı Strabon, Ege Bölgesi'ndeki ünlü şarap merkezleri arasında Metropolis'i de saymaktadır Çevredeki zengin mermer yatakları da önemli bir gelir kaynağı idi İzmir-Efes yolu üzerinde kurulmuş kentte, ticaretin geliştiği, hatta Hegesias isimli bir bankerin varlığı yazıtlardan öğrenilmektedir

Metropolisli zenginler, kentlerinin güzelliği için cömert davranmışlar, Stoa, Tiyatro ve Gimnazyum gibi anıtsal yapıların yapımına parasal katkıda bulunmuşlardır

Metropolis, "Ana Tanrıça Kenti" anlamına gelmektedir Meter Gallesia isimli Ana Tanrıça'nın tapınağının bulunduğu kutsal mağara, kentin 5 km kadar kuzeyinde Uyuzdere Mevkii'nde bulunmaktadır Mağara içinde yapılan kazılarda, topraktan yapılmış çok sayıda pişmiş toprak Ana Tanrıça heykelciği bulunmuştur

Metropolis'te 1989 yılından beri sürdürülen kazılarda en erken yerleşim Akropol'de bulunmuştur Burada, Erken Tunç Çağı ve MÖ 2000'e ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit dönemine ait bir mühür ele geçmiştir

Helen Dönemi'ne ait yerleşim ise MÖ 725 yıllarından sonra yine Akropol üzerinde kurulmuştur Kentin asıl gelişmesi MÖ 3 yüzyılda Helenistik Dönem'de gerçekleşmiştir Yoğun bir şehirleşme etkinliğinin gözlendiği bu dönemde, Stoa, Tiyatro ve Bouleuterion gibi anıtsal kamu binaları yapılmıştır

Roma Dönemi'nde kent, önemini korumuş ve Hamam, Gimnazyum gibi kamu yapılarının yanısıra, Roma İmparatorluk geleneğinde zengin evleri de yapılmaya başlanmıştır

Bizans Dönemi'nde Metropolis, bir piskoposluk merkezi olmuştur Bu dönemde savaşlar ve ekonomik nedenlerden dolayı küçülmeye başlayan kentte, bir Bizans Kalesi inşa edilmiştir

14 yüzyılın başlarında Aydınoğulları Beyliği'nin egemenliğine giren kent, Osmanlı Dönemi'nde "Kızılhisar" adıyla bir ilçe durumuna gelmiştir 19 yüzyılda İzmir-Aydın Demiryolu'nun inşası ile Torbalı adıyla bugünkü yerine taşınmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezi'ne kadar uzanan, Dicle ve Fırat Nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir

Mezopotamya, verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı, sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiştir

Sümerler

Birbirinden bağımsız, "site" denilen şehir devletleri halinde yaşadılar En önemli şehirleri, Ur, Uruk, Lagaş'tır Bu şehir devletleri, "ensi" veya "patesi" denilen rahip-krallar tarafından yönetiliyordu

Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin, tapınaklarına ziggurat denirdi Mezopotamya'da evler ve tapınaklar, taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır Hem bu özelliğinden, hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar, günümüze kadar ulaşmamıştır

Günümüz uygarlığının temeli olan yazıyı (çivi yazısı), ilk kez Sümerler bulmuştur (MÖ 3500) Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları da Sümerler tarafından oluşturulmuştur Bu özellikleri ile Sümerlere, dünyadaki ilk hukuk devleti diyebiliriz Lagaş Kralı tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar, "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu

Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dirSümerler aynı zamanda matematik ve geometrinin de temellerini atmışlardır Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır

Sümerler, astronomide de gelişmişlerdir Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır İlk kez Aay yılı hesabına dayanan takvimi, Sümerler bulmuşlardır

Örf, adet, gelenek ve dil yapılarına, kullandıkları aletlere bakılarak, Sümerlerin, Mezopotamya'ya Orta Asya'dan geldikleri, Türk olabilecekleri tahmin edilmektedir Akkadlar tarafından yıkılmışlardır

Akadlar

Arap Yarımadası'ndan Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir İlk sürekli ve düzenli orduları kurmuşlardır Bu sayede, kısa zamanda Mezopotamya'nın tamamına sahip olmuşlardır Tarihte bilinen ilk büyük imparatorluğu kurdular Kurucuları Sargon, başkentleri Agade'dir Tapınaklarına da Agade denilirdi En önemli mimari eserleri Zafer Anıtı'dır

Elamlılar

Elam, Güneydoğu Mezopotamya'ya verilen addır Başkentleri Sus'tur Bilim ve teknikte ileri olmamalarına rağmen, güzel sanatlar ve süsleme alanında gelişmişlerdir

Babilliler

İlk mutlak krallık anlayışı, Babil'de ortaya çıkmıştır Ünlü kralları Hammurabi, ilk anayasa olarak bilinen "Hammurabi Kanunları" nı oluşturdu Bu kanunlar, Sami geleneklerinden ve Urukagine Kanunları'ndan yararlanılarak hazırlanmıştır "Babil Kulesi" ve "Babil'in Asma Bahçeleri" en önemli eserleridir

Asurlular

Yukarı Mezopotamya'da (Güneydoğu Anadolu) kurulmuşlar, Toroslar ve Kapadokya'ya kadar yayılmışlardır Anadolu'da ticaret kolonileri kurdular Çivi yazısını Anadolu'ya öğreterek, Anadolu'da tarih devirlerini başlattılar Tüm çivi yazılı eserleri, başkentleri Ninova'da toplayarak, ilk kütüphanecilik ve arşivcilik faaliyetini başlattılar

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Milas, Muğla ilinin ikinci büyük yerleşim bölgesidir Sodra Dağı'nın eteklerinde, kendi adıyla anılan ova üzerinde kurulmuştur Arkeolojik araştırmalar göre kentin kuruluşu MÖ 10 yüzyıla kadar uzanmaktadır Adını rüzgarlar tanrısı Ailos'un soyundan gelen Mylasos'dan aldığı hakkında bir efsane vardır, ancak bu efsaneden ileri gidememektedir

Milas, önce Karia'nın sonra Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır Milas'ın antik ismi Mylasos ya da Mylasa'dır Tüm Karia'nın ulusal tanrısı Zeus Karios Mabedi'nin yer aldığı Milas, Karialıların haç yeri durumunda idi Her yanı mermer yapılar ve anıtlarla kaplı olan kent, haklı olarak "Mabetler Şehri" adını almıştır Kesintisiz 3 bin yıllık kültür birikiminin izlerini Milas'ın her yerinde görmek mümkündür Milas'ın sınırları içinde 27 antik kentin kalıntıları vardır

Milas Müzesi

Milas Müzesi ilk kez 1983 yılında bakanlık onayı ile Bodrum Müzesi'nden devredilen eserler ve ilçe sınırları içerisindeki kazılardan çıkan eserlerin bir araya toplanmasıyla oluşturulmuş ve 1987'de ziyarete açılmıştır Müze Müdürlüğü, Milas Kültür Merkezi binası içerisinde yer almaktadır

Müze teşhir salonundaki toplam 11 adet vitrinde Stratonikeia kazılarında bulunan altın eserler, İasos kazılarında bulunan pişmiş toprak kandil örnekleri, Milas ve çevresindeki kurtarma kazılarında bulunan eserler, mermer heykeller, mermer büstler ile vatandaşlardan satın alınan diğer eserler kronolojik bir sıra içerisinde yer almaktadır 2002 Kasım ayı itibarıyla Milas Müzesi'nde 2371 adet arkeolojik, 145 adet etnografik ve 1096 adet sikke olmak üzere toplam 4112 adet envanterlik eser bulunmaktadır

Baltalıkapı

MS 1 ya da 2 yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir Hemen hemen hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır Adını, dış yüzündeki kilit taşı üzerinde bulunan çift ağızlı balta tasvirinden alır Sonraki dönemlerde kapının üzerinden geçirilen bir su kemeri ile şehrin doğusundaki dağlardan getirilen su hattı bağlanmıştır

Gümüşkesen Mezar Anıtı

Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen yapının MÖ 1 ile MS 2 yüzyıl arasında yapıldığı sanılmaktadır Gümüşkesen Caddesi üzerinde, Hıdırlık Tepesi eteğinde bulunan yapının kime ait olduğu bilinmemektedir Dünyanın yedi harikasından biri olan Bodrum Mozolesinin küçük bir örneğidir

İlk çağlardan günümüze tüm elemanlarıyla sağlam kalabilen tek mezar anıtı olan yapı; yüksek bir kaide, tapınağı çevreleyen korint başlıklı bir sütun sırası ve basamaklı piramit bir çatıdan oluşmaktadır Bodrum Mozolesinden daha küçük boyutlarda olması nedeniyle burada bulunan piramit üzerindeki quadriga, Gümüşkesen Anıtında bulunmamaktadır

Zeus Karıos Kutsal Alanı

Halk arasında "Uzun Yuva" adıyla anılmaktadır Korint başlıklı yivli sütun, mabedin ayakta kalan tek sütunudur MS 2 yüzyılda inşa edilmiştir

Hacı İlyas Cami

!330 yılında yapılan cami, düz ahşap çatılı olmakla beraber, bütün cepheyi kaplayan kiremit örtülü, üç cepheli son cemaat yeri ile önem kazanır Batı yanında, açık bir merdiven üzerindeki balkon biçimindeki minaresi, Milas için karakteristik olmuştur

Ulu Cami

Ahmet Gazi tarafından 1378'te yaptırılan cami kıble duvarına dik 3 sahına sahiptir Mihrap önünde bir kubbe yer alır Diğer bölümler ve yan sahınlar çapraz ve beşik tonozla örtülüdür Bol spoli malzeme ile yapılan caminin planı, Selçuklu camileri geleneğine bağlıdır

Firuz Bey Cami

Osmanlıların bölgeyi ele geçirdiği 1394 yılında Menteşe Valisi Firuz Bey tarafından yaptırılmıştır Yapının ana eyvanı durumundaki mihrap önü kubbeli, avlu yerine geçen orta mekan ise kırlangıç kubbelidir Ters T planlı bir camidir Halk arasında içindeki süslemeleri nedeni ile Gök Cami, kubbesinin kurşunla kaplı olmasından dolayı da Kurşunlu Cami olarak adlandırılmıştır

Milas Halısı ve Seccadeleri

Milas, 17 yüzyıldan itibaren Anadolu'nun tanınan halı merkezlerinden biri olmuş, burada dokunan seccadeler "Milas Seccadeleri" olarak ün yapmıştır Seccadelerde zemin genellikle şeftali kırmızısı, bordürler sarı ve yeşildir Mihrap alınlığı çoğu kez üst kısımda baklava şeklini alır En güzel örneklerini 18 ve 19 yüzyıllarda gördüğümüz Milas Seccadeleri, bugün Sultanahmet Halı ve Kilim Müzesi ile Ankara Etnografya Müzesi gibi müzelerde sergilenmektedir

Milas Evleri

Geleneksel Türk mimarisinin özelliklerini taşıyan Milas evleri 19 yüzyılda yapılmıştır Evlerin hemen hemen tümü iki katlı ahşap yapılardır Bu evlerin özellikle bacaları özgün karakterleriyle ön plana çıkmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihinde Bilmedikleriniz



Kuzey Afrika'da Nil Nehri ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur Bu yüzden Mısır Medeniyeti, kendine özgü bir medeniyettir

Önceleri "nom" adı verilen şehir devletleri varken, MÖ 4,000'de Kral Menes'in başa geçmesiyle merkezi krallık haline gelmiştir Kral Menes'le firavunlar devri başlar Mısır krallarına "firavun" denirdi Firavunlar, dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi

Mısır'daki tanrı kral anlayışı, Mezopotamya'da ise rahip kral anlayışının egemen oluşu, hem Mısır hem de Mezopotamya'da laik olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır Dinleri çok tanrılıdır Tanrılarını, insan veya hayvan şeklinde tasfir etmişlerdir

Firavunlar için piramitler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır Bu durum, öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir Halk mezarlarına ise labirent denilirdi

MÖ 525'te Persler ve MÖ333'te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir Büyük İskender'in istilası ile Yunan ve Mısır Medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir MÖ1,280'de Hititlerle Kadeş Antlaşması'nı imzaladılar

Kendilerine özgü hiyeroglif (kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır Yazılarını "papirüs" adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir Matematikte "pi" sayısını bulmuş ve astronomide gelişmişlerdir

Rasathaneler kurmuşlar ve Nil Nehri'nin taşma sürelerini hesaplamışlardı Güneş yılı esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır Romalılar, Mısır'dan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Miladi takvimi oluşturdular Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.