Prof. Dr. Sinsi
|
Arkeoloji Bilimi
Arkeoloji Nedir?
Arkeoloji bir bilim dalı olarak tarih sahnesine ilk kez 15-16 yy Avrupasında ortaya çıkmıştır Arkeolojinin tarihçesine baktığımızda başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanıldığını görürüz Arkeoloji bir bilim olarak kendine has metodlar uygular Türkiye'de ilk sistemli Türk kazısına 1881'de Osman Hamdi Bey'in kişisel çabalarıyla başlanır
Tanım
Eski Kültür ve Uygarlıkları onlardan kalan maddi kalıntıları açısından inceleyen; yer ve zamanını saptamakla uğraşan bir bilimdir, arkeoloji Maddi Kalıntılar terimiyle insan elinden çıkan, insan düşüncesinin ürünü olan eserler, alet ve malzeme ile ev eşyaları, sanat yapıtları kastedilir Bu yönüyle arkeolojiyi, geçmiş zaman insanlarının "el emeği göz nuru " olarak tanımlayabiliriz Eski Yunanca'nın "Arkhaios" (eski) ve "Logos" (bilim) kelimelerinden türetilmiş olan arkeoloji kelime olarak (Osmanlıca "Atikiyat") "Eskinin Bilimi anlamına gelirse de diğer bütün bilim dallarının kaynağı " anası " durumundadır
Amacı
Amacı ışık tutarak geçmişi canlandırmak, ilk çağ insanını düşünceleriyle ve bunların sonucu gerçekleştirdiği yapıtlarla günümüz insanına derinlemesine tanıtabilmek, onu anlamasına yardımcı olabilmektir Bu amaçla, eski kültür kalıntılarını bulup ortaya çıkarır, tanımlayıp, aslında uygun bir biçimde tekrar kurarak geçmiş kültürleri yorumlayarak aydınlatmaya çalışır
Faydası
Günümüz insanına geçmişini ve köklerini öğreterek geleceğini aydınlatmasında yol göstermesidir
İnsan yaradılışı gereği merak duyduklarını, kendisinde iyi ya da kötü bir anısı olan şeyleri toplama, koruma ve saklama eğilimine sahiptir Toplanılan bu tür malzemeler bazen bir koleksiyona dönüşebildiği gibi; bazen de basit bir biriktirmeden öteye geçmemiştir İster zevk için olsun, isterse bilinçli olarak yapılsın, bu derleyip toplama eğilimi büyük arkeolojik koleksiyonların, ardından da müzelerin doğmasından en belirgin etkendir
Bilinen ilk kapsamlı koleksiyonların, Roma İmparatorları ile Roma'nın önde gelen zenginleri tarafından oluşturulduğu kabul edilmektedir Roma İmparatorları ülkenin dört bir yanından getirttikleri antik eşyaları, özellikle de çeşitli boyutlardaki heykellerle saray, şato ve villalarını süsleme yoluna gitmişlerdir; sonuçta, bugünkü değerli arkeolojik koleksiyonların oluşmasında öncülük etmişlerdir Arkeoloji'nin tarihçesine baktığımızda İnsanlığın geçmişini aydınlatma yolunda çok eskiden beri bir takım araştırmalar yapıldığını görürüz Başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanılan arkeoloji, daha sonra bu bağımlılıktan kurtulmuş ve bir bilim dalı kimliği kazanmıştır
Arkeolojinin Tarihçesi
İnsanlığın geçmişini aydınlatma yolunda çok eskiden beri bir takım araştırmalar yapılmıştır Başlangıçta tarih ve felsefeyi açıklamada kullanılan arkeoloji, daha sonra bu bağımlılıktan kurtulmuş ve bir bilim dalı kimliği kazanmıştır
15 -16 yy Avrupa'sında arkeolojinin bir bilim disiplini içerisinde ortaya çıktığına tanık oluyoruz Bunun da nedeni Rönesans hümanistlerinin Antik Çağ sanat yapıtlarına yönelmeleriydi Yunan ve Roma sanatına duyulan ilginin giderek artması ve 18 yy 'da İtalya' da Pompei ve Herculaneum kentlerinin kazılması, arkeolojinin gelişmesinde önemli rol oynar Arkeoloji'nin bilim haline gelmesinde ve Arkeoloji'ye bir metod oluşturmasında en büyük katkıyı Alman J J Winckelmann (1717-1769) sağlamıştır Winckelmann, o güne dek yapılan kazılar üzerine yazdığı yazılarla ve hazırladığı taş koleksiyonu kataloguyla Arkeoloji alanında çalışan ilk bilim adamı olur Bu nedenle kendisi, " Arkeoloji"nin babası sayılır O güne dek yalnız Filolojiye dayanarak yapılan geçmiş kültürlere ait açıklamaların yeterli olmadığını gören Winckelmann mitolojiden yararlanmaya; bunun ötesinde, eski insanları yaşayışlarını, yapıtlarını ve kültürlerini öğrenmek için, onların yer altında kalmış sanat ürünlerini kazı yaparak aydınlığa çıkarmanın gerekliliğine inanmıştır
Batı'da Winckelmann ile başlayan bu hareket, Doğu'da bir imparatorun öncülüğü ile gerçekleşir Fransız İmparatoru Napelyon, 1789'deki Mısır seferi sırasında kalabalık bir bilim adamları ekibini de beraberinde ***ürür Bunlardan ülkede gördükleri antik kalıntıları resim ve çizimlerle belgelemeleri ve kopya çıkarmaları istenir Böylece Mısır Arkeolojisinin ilk temelleri atılır ve bu belgeler "Description de L'Egypte " (1808-1825) adlı yapıtta yayınlanır Napolyon'un bu seferinde elde edilen bilgilere dayanarak ayrıca " Rozetta taşı (üç dilli yazıt)" nın yardımıyla 1822'de Jean-François Champollioni, Eski Mısır yazısını çözer Bundan sonra da Mısırlılar'dan kalma birçok yazılı belgenin okunması sağlanır Ardından Mısır'da çıkarılan eserlerin korunmasına yönelik Fransız Auguste Mariette'nin Kahire'de kurduğu Mısır Arkeoloji Müzesiyle arkeolojide sistemli ve denetimli bir döneme geçilir Alman Mecklenburg'lu Heinrich Schliemann'da arkeoloji tutkusuna kapılanlardan biri olmuş, küçüklüğünde babasının kendisine okuduğu Homeros destanlarının doğruluğuna ve gerçek olduklarına inanmıştır Destanlarda adı geçen kenti bulabilmek, ayrıca Truva 1970'lerde gerçekleştirdiği Truva Kazıları ve burada bulduğu Priamos'un hazinesini kaçırışı, Avrupa'da geniş yankılar uyandırmıştır Ancak Schliemann'in hareketinin asil önemli yani, -daha sonra kazılan Mykenai ve Tyrns sehirlerinden çıkan sonuçlarla birlikte- efsanelerde ve antik destanlarda anlatılan olayların birer hayal ürünü olmadıkları, bunların gerçek ve yaşanmış olaylar olduğunu belgelemiş olmasıdır H Schliemann'in Truva ve Mykenai'de Yunan Uygarlığının kökenlerini araştırmaya yönelik kazılarına aynı dönemde M A Biliotti'nin Rodos; Ernst Curtius'un 1875'de basladığı Olympia; Alexander Conze'nin Semendirek Adası kazıları eklenir Conze'nin kazı raporunda ilk kez fotoğraf kullanması arkeolojik dünyada yeni bir çığır açar 1880'de Mısır'da çalışmalara girişen İngiliz arkeolog Flinders Petrie uzun yaşamı boyunca Mısır ve Filistin'de araştırmalar yapar ve yeni buluşlarıyla arkeolojiye önemli katkılarda bulunur Petrie ilk kez sistemli bir kazı yöntemi gerçekleştirir ve bunun ilkelerini "Methods and Aims in Archaeolgy (1904)" adli yapıtında anlatır 1846'da Henry Creswicke Rawlinson, Mezopotamya çivi yazızısını çözmeyi başarır Anadolu'nun her türlü kalıntılarıyla araştırılıp adım adım gezilerek tanıtıldığı dönem 18 yy sonu 19 yy başlarına rastlar Anadolu'ya bu ilginin gösterilmesinde Ch Texier, İngiliz Fellows, W Hamilton ve G Perrot gibi gezginlerin yayınları etkili olmuştur 20 yy 'da Anadolu'da Hitit, Frig ve Lykia, Kilikia ile Urartu kültür ürünlerinin tanıtılmaya başlandığı bir dönemi kapsar Anadolu'da ilk kazı ise 1871'de H Schliemann tarafindan Truva (Hisarlik)da gerçekleştirilir Truva Kazılarına daha sonra W Döpheld devam eder; bu kazılar 1 Dünya Savaşına dek sürdürülür Bu yeni dönemde Almanlar Pergamon, Priene, Milet ve Didyma'da; Avustralyalilar Efes'te; Amerikalilar ise Lydia'nin başkenti Sard'da kazılar yaparlar Istanbul Arkeoloji Müzeleri adına Makridi Bey ve H Winckler'in gerçekleştirdiği Boğazköy (Hattusas) kazıları Hitit devlet arşivini ortaya çıkarır Sir L Wooley'in Kargamış'ta (Cerablus), J Garstag'in Sakçagözü'nde, Von Luschan'in Zincirli (sam'al)da, N Özgüç'ün Kültepe'de; R O Arık'ın Alacahöyük'de, L Delaporte'nin Malatya-Aslantepe'de, U B Alkim'in Karatepe' de, H Z Kosay'in Erzurum-Karaz ve Güzelova'da yaptıkları kazılarla Anadolu Arkeolojisi kurulmus olur 1 Dünya Savaşı'ndan sonraki kazılar, Anadolu'nun Doğu ile Batı arasında özel ve önemli bir yeri olduğunu göstermeye yaramıştır
Arkeoloji, insanların elinden çıkmış her türlü malzemeyi ve kalıntıyı araştıran bilim dalıdır Yunanca archaios ve logia sözcüklerinden türetilen arkeoloji, zaten "geçmişin incelenmesi" anlamına gelir Türkçe'de bu sözcüğün karşılığı olarak kazıbilim tarihten önce ve sonra yaşamış insanlara ilişkin bilgi edinme olanağı sağlaması açısından özellikle önemlidir Bu bilim dalının uzmanları olan arkeologlar, alet, eşya ve yapı kalıntılarını inceleyerek, eski insanların nasıl yaşadıklarını anlayabilirler Arkeologlar çalışmalarını çoğunlukla eskiden insanların yaşadığı varsayılan yerleşimleri gün yüzüne çıkararak yürütürler Yıkılan bir kentin üstüne yenisi yapıldığından, eski kentler genellikle toprağın altında kalır ve üst üste kurulan yerleşmelerin mimari (özellikle kerpic) yıkıntıları zamanla bir tepe oluşturur Bu tür tepeler ülkemizde höyük, Yunanistan'da "Magula", Yakındoğu'da "Tell", İran'da "Teppe" olarak adlandırılır Ülkemizdeki Alacahöyük ve Çatalhöyük gibi eski yerleşmeler birer höyüktür Ancak her arkeolojik buluntu yeri bir höyük değildir Mağaralar, düz yerleşme yerleri, antik kentler de arkeolojinin araştırma alanları arasında yer alır Tarihöncesi arkeolojisi yazının ortaya çıkmasından önceki dönemleri inceler Bu incelemede kazılar çok büyük bir dikkatle yürütülür Tarihöncesi dönemden günümüze kalan çanak çömlek parçaları, taş aletler, mimari kalıntılar ya da organik kalıntılar çok önem taşımaktadır
Arkeologlar neleri araştırır?
Eski dönemlere ilişkin günümüze ulaşmış pek çok yazılı belge vardır Ama bu yazılı belgelerin çoğu vergilere, yasalara, din kurallarına, krallara ve yöneticilere ilişkin bilgiler içerir Bu belgeleri inceleyerek o dönemin insanlarının nasıl yaşadıkları bilgisine ulaşamayız Oysa arkeolojik kazılarla ev kalıntılarını, krallık saraylarını, mezarları ve tapınakları ortaya çıkararak, sıradan insanlardan soylulara değin bütün insanların nasıl yaşadıklarını öğrenebiliriz Meksika'da ve Mısır'daki piramitleri, Atina'daki Akropol gibi ilginç yapıları, insanlar yüzyıllarca hayranlık ve ilgiyle izlediler Daha meraklı olan bazı kişilerin bu tür yapıları izlemekle yetinmeyip, onları yakından incelemeye başlamalarıyla arkeoloji doğdu Bu meraklı kişiler dolayısıyla ilk arkeologlar oldular Toprağın üzerinde yükselen eski yapıları incelemek kolaydır Ama toprağın derinliklerinde saklı yerleşmeleri incelemek o kadar kolay değildir Önce bu yerleşmelerin yerlerini saptamakla işe başlamak gerekir Bazen bir tarlada bulunan kırık çömlek parçaları arkeologlar için araştırmanın ilk adımı olabilir Günümüzde arkeologlar, uçaktan çekilen fotoğraflardan yararlanmaktadırlar Tarlalardaki ürünlerin büyüme biçimi de, toprağın altında eski duvarların ya da hendeklerin varlığını gösterebilir
Tarihler ve Çağlar
Arkeologların yapması gereken en önemli işlerden biri, ulaştıkları buluntuların hangi dönemden kaldığını saptamaktır Bu buluntular arasında ele geçen yazılı belgeler, bu iş kolaylaştırır Ama yazılı bir belge yoksa, örneğin binlerce yıl öncesinden kaldığı tahmin edilen bir eşyanın kesin yapım tarihini bulmak çok zordur Arkeolojinin eski yerleşmeleri ve buluntuları tarihlendirmede yararlandığı yazılı tarih öncesi dönemleri, ilk kez Danimarkalı bir arkeolog sınıflandırmıştır Bu yazılı tarih öncesi dönem, Prehistorya ya da Tarih öncesi olarak adlandırılır İnsanların çok sert bir taş olan çakmaktaşından alet ve silah yaptıkları ilk dönem Taş Devri'dir Alet ve silahların tunçtan yapıldığı bir sonraki döneme Tunç Çağı denmiştir Demirin kullanılmaya başlandığı son dönem ise Demir Çağı olarak adlandırılır Çağdaş arkeologlar bu üç çağı da kendi içinde daha kısa süreli dönemlere ayırırlar Bir arkeolog ortaya çıkardığı aletlerin hangi çağdan kaldığını saptasa bile, bu aletlerin yapıldıkları tarihe ilişkin bilgi edinmesi her zaman kolay olmaz Çünkü bir bölgede yaşayan insanlar taştan aletler kullanırken, aynı dönemde başka bir bölgede insanların tunçtan aletler kullandığı bilinmektedir
İlk buluntular
Bir bilim dalı olarak arkeolojinin geçmişi çok eski değildir Büyük çaplı ilk kazılar 18 yüzyılda, M S 79'da patlayan Vezüv Yanardağı'nın püskürttüğü lavların ve küllerin altında kalan eski Pompei ve Herculaneum kentlerinde yapıldı Bu kentlerin ortaya çıkarılması, eski Roma kentleri konusunda yeni bilgilere ulaşılmasını da sağladı Aynı yüzyılda İngiliz arkeolog John Frere taştan yapılmış aletler ile soyu tükenmiş bazı hayvanların kemiklerini bir arada buldu Frere, bu aletleri yapmış olan insanlar ile soyu tükenmiş hayvanların aynı dönemde yaşadıklarını gösterdi Ama hiç kimse, dünya da on binlerce yıl önce yaşamış insanların olabileceğine inanmak istemedi Daha sonra bu bilgi bilim adamlarınca da doğrulandı Eski Mısır yazısı olan hiyeroglifin 1822'de arkeologlar ve yazı uzmanları tarafından çözülmesi, arkeoloji için bir dönüm noktası oldu Hiyeroglifin çözülmesinde kilit rol oynayan Rosetta Taşında aynı sözcükler hem hiyeroglif, hem de Eski Yunan yazısı ve başka bir tür Mısır yazısıyla yinelenmişti Bu gelişme, çok sayıda arkeologun Mısır'a ilgi göstermesine yol açtı Yapılan kazılarla Eski Mısırdaki yaşama ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı Arkeolojinin en önemli buluşlarından olan Rosetta Taşı, günümüzde Londra'da British Müzesi'nde sergilenmektedir
Ortadoğu'daki buluntular
Arkeolojinin en zengin kaynakları Ortadoğu'da bulunmaktadır Bundan dolayı bu bölge pek çok arkeologun çalışma alanı olmuştur İngiliz arkeolog ve Eski Mısır uzmanı Sir Flinders Petrie, 1880den sonra Mısır'da yaptığı kazılarda değişik katmanlarında bulduğu çanak çömlek türlerinin ne kadar eskiye dayandığını saptadı Mısır'da 1922'de Firavun Tutanhamon'un mezarının ortaya çıkarılması büyük bir heyecan yarattı Mezarda, firavunun mumyasının bulunduğu işlemeli altın bir tabut ile paha biçilmez değerde ve güzellikte takılar bulundu Firavun mezarları, içindeki zenginliklerinden dolayı daha ilkçağlarda soyulduğu için, arkeologların el değmemiş olarak buldukları mezar sayısı çok azdır 19 yüzyılın ortalarında Mezopotamya'da (bugünkü Irak), Asur krallarının saraylarında çok büyük insan ve hayvan heykelleri bulundu Buluntuların bir bölümü Avrupa'ya ***ürüldü Sir Leonard Woolley, 1926'da Irak'ta yaptığı kazılarda Ur kentinde Sümer kral mezarlarını ortaya çıkardı Ur'da bulunan mezarlar açılınca, Sümerlerin tarihine daha ayrıntılı ve yeni bilgiler eklendi
Truva ve Girit
Eski Yunan şairi Homeros şiirlerinden birinde, 10 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçirilen Truva kentinin öyküsünü anlatır Ama bu kentin nerede olduğu kesin olarak bilinmiyordu Truvanın gerçek yerini 1871'de Alman arkeolog Heinrich Schliemann saptadı Schliemann, kazılarda ortaya çıkardığı buluntuları gizlice yurtdışına kaçırmasına karşın Osmanlı hükümetinden 1876'da yeniden kazı izni aldı ve Wilhelm Dörpfeld ile birlikte Truvadaki kazıları sürdürdü Eski krallıklara ilişkin bir başka önemli kazının yapıldığı yer Akdeniz'deki Girit Adası'ydı Arkeolog Sir Arthur Evans, 1900'da Knossos'ta yaptığı kazılarda eski Girit krallarının yaşadığı büyük bir sarayı ortaya çıkardı O tarihe kadar yalnızca Yunan mitolojisinin bir kahramanı sanılan Minos'un gerçek bir kral olduğu anlaşıldı Bulunan sarayın duvarları, boğa güreşlerinin, çiçeklerin ve hayvanların sanki 3 000 yıl önce değil de, bir gün önce yapılmış gibi duran parlak renkli resimleriyle bezenmişti
Su altındaki kalıntılar
Toprak altındaki eski kentler, binlerce yıl dayanmış ve kalıntıları günümüze ulaşmıştır Su da toprak gibi Tarihöncesinde yaşamış olan insanların evlerini ve eşyalarını zamana karşı korumuştur Bundan dolayı suyun altında da arkeoloji için pek çok zengin malzeme bulunmaktadır Arkeolojinin su altındaki kalıntılarını incelen dalı sualtı arkeolojisi olarak adlandırılır 1854'te, İsviçre'nin Zürich kentindeki gölün suları çok azalınca, dibindeki eski ev kalıntıları ortaya çıktı Arkeologlar evlerin bulundukları katmanları inceleyerek yapıldıkları dönemleri saptadılar Bulunan tahta aletler, keçeler, sepetler ve hatta elma, armut ve ekmek artıkları o insanların günlük yaşamlarına ilişkin önemli bilgiler sağladı Türkiye'de de Bodrum ve Antalya yöresinde su altı çalışmaları yapılmış ve çok sayıda buluntu ortaya çıkarılmıştır ki bunlar Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmiştir
Günümüzde arkeoloji
Eskiden zengin hazineler, saraylar ve tapınaklar bulma umuduyla kazı yapılırdı Sıradan insanların yaşadıkları yerler definecileri ilgilendirmiyordu Oysa arkeologlar geçmişi iyi anlayabilmenin yolunun, bulunabilen her şeyi incelemekten geçtiğini bilirler Arkeologlar buluntuları incelerken, o topluluğun ekonomisini, değişik işleri ve görevleri olan insanlar arasındaki ilişkileri ve dinsel inanışlarını da araştırıyorlar Yetiştirdikleri bitkilere ve hayvanlara bakarak insanların çevrelerini nasıl değiştirdiklerini, kendilerinin de çevreden nasıl etkilendiğini anlamaya çalışıyorlar Ortadoğu'da bazı arkeologlar çöllerde araştırmalar yaparak, kentlerin henüz kurulmadığı ve uygarlıkların yerleşmediği dönemlerdeki göçebe topluluklara ilişkin bilgi edinmeye çalışıyorlar Çok kısa bir zaman öncesine kadar kitaplarda, elyazmalarında ve iyi korunmuş yapılarda ortaçağa ilişkin yeterince bilgi bulunduğu sanılıyordu Yatın tarihlerde bu alanda da yepyeni gelişmeler oldu Birçok araştırmacı son 200 yılda yapılmış kanalları, demiryollarını, fabrikaları konu alan sanayi arkeolojisi alanında çalışıyor Günümüzde kısaca, geçmişe ilişkin her şey arkeolojinin kapsamına girmektedir
Alan araştırması
Havadan çekilen fotoğraflar arkeologların çalışmalarına büyük katkı sağlamaktadır Bu fotoğraflar, araştırılacak alanı yere serilmiş bir harita gibi gösterir Örneğin, birbirine bağlı kısa, düzenli yollar ya da setler Roma dönemini işaret eder Güneş ışınlarının eğik olduğu saatlerde çekilmiş fotoğraflarda görülen hafif tümsekler ve çukurlar ise buralarda eski yerleşmelerin izlerini gösterir Bunlar hisar, hendek ve yapı kalıntıları olabilir Yılın belli zamanlarında çimenlerin ya da ekinlerin renginde ve boyunda gözlenen bazı değişiklikler de arkeologlara önemli ipuçları verir Örneğin, bir tarlanın genelinde tahıllar yeşilken bir bölümü kısa zamanda olgunlaşıp sararmış olması, o toprağın altında taştan temellerin bulunduğunu gösterir Eğer tarlanın altında doldurulmuş çukurlar ya da hendekler varsa, buralarda su birikeceği için, ekili ürünün olgunlaşması gecikir Bu yerler fotoğraflarda yeşil çizgiler ya da noktalar olarak göze çarpar Bu tür belirtilerden birçok eski yerleşme yeri saptanmış ve gün ışığına çıkartılmıştır Toprak altında kalmış çanak çömlek ocakları, pişmiş kilde bulunan magnetik güçten dolayı, duyarlı magnetometrelerle (magnetik güç ölçme aleti) saptanabilir Bir zamanlar canlıların yaşamış olduğu ve organik maddelerin bulunduğu yerlerde de, çevrelerine göre daha çok magnetizma vardır Arkeologlar magnetometreyle çanak çömlek ya da çini gibi eşyaların bulunduğu ve insanların yaşadığı yerleri kolayca saptayabilirler Alan araştırmasında kullanılan bir başka yöntem de, topraktaki direncin elektrikle ölçülmesidir İçi nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç gösterir Ekili tarlalarda toprak sürülürken ortaya çıkmış bir çömlek ya da çini parçası ile tümsek ya da çukurlar, bir arkeologun buradaki eski kalıntıları bulmasına yardımcı olur Ayrıca, eski haritalardan, belgelerden, yer adlarından ve yerel geleneklerden de yeni ipuçları çıkarılabilir ve dünya da pek çok yerleşme kalıntısı bu yolla bulunmuştur
Kazı nasıl yapılır?
Çağdaş kazıların nasıl yürütüldüğünü daha iyi anlayabilmek için, Roma dönemi bir evin yapılış öyküsünü örnek almak iyi bir yol olabilir Çünkü arkeologlar günümüzde Roma dönemi bir evi ortaya çıkarmak üzere kazıya başladığında, bu öyküyü sondan başa doğru yeniden kurmaktadır Roma dönemin yapı ustası, bir evi yapmaya giriştiğinde önce toprağı temizler, ardından temel çukurlarını kazar Sonra, mozaiklerle resimler ya da motifler yaparak zemini döşer Duvarları örüp üstünü bir çatıyla kapatır Ev artık oturulacak hale gelmiştir ve insanlar gelip yerleşirler Ustanın cebinden düşen bir ****l para evin temelinde kalabilir Evde yaşayanlar bazı küçük eşyalarını evde yitirebilir Kırılan çanak çömlek parçaları çöp çukuruna atılır Böylece evde yaşayanların öteberileri kıyıda köşede kalabilir Arkeolojide bu süreç yerleşme dönemi olarak adlandırılır Daha sonra bir savaştan dolayı insanlar yaşardığı evi terk etmek zorunda kalabilir, ev bir depremde çökebilir Artık içinde insanın yaşamadığı evin zamanla tamamen çöker; ahşap kısımları çürür, duvarlar yıkılır Aradan uzun yıllar geçince de ev bütünüyle toprağın altında kalır Aradan yüzyıllar geçince üzerindeki toprak dümdüz olur Burası ekili bir alan haline gelebilir ya da üzerine yine bir ev yapılabilir Arkeologlar önce toprak altında böyle bir evin varlığını saptar Kazı alanının tümünü ya da çevresini ince çelik çubuklarla çevirir Bu, kazı boyunca yapılacak ölçümlerin doğruluğu, çıkarılacak plan ve sonuçların güvenilirliği için gereklidir Artık sıra, çatıdan temele doğru bütün tabakaları tek tek özenle kaldırmaya gelmiştir İlk tabakaya ulaşıncaya değin kazı makineleri kullanılabilir Ama ilk tabaka kaldırılınca, artık kazıda yalnızca sivri uçlu mala, kürek ve kova kullanılır Kazı sırasında ortaya çıkarılan duvarlar, ocaklar, fırınlar ve insan yapımı öbür yapılar örselenmeden birbirinden ayrılır Arkeologlar bütün bunları inceler ve ayrıntılı notlar tutar Ele geçen eşyalar tek tek özenle temizlenir ve bulundukları tabakayı belirtecek biçimde numaralanır Eşyaların üzerinde o dönemin hükümdarının resimleri varsa, bu eşyanın yapılış tarihini saptamayı kolaylaştırır Ama buluntular daha eski dönemlerden kalmış, yazısız ve resimsiz de olabilir Ayrıca başka döneme ait eşya o tabakadaki eşyayla karışmış olabilir Böyle durumlarda kesin tarihlendirme yapılırken, bir üst tabakaya hiç dokunulmamış olması gerekir Kazıyı yapan kişi, bu evin yapıldığı, değiştirildiği ya da yıkılmaya bırakıldığı tarihleri saptar Ayrıca evde yaşamış olanların ne gibi özellikleri olduğunu ve yaşam biçimlerini ortaya çıkarabilir Örneğin bir çiftlik eviyse, çevresinde tarlalar, otlaklar ve korular bulunacağını bilir Buradaki bitki, tohum, polen ve tahıl kalıntıları, çevrenin o zamanki bitki örtüsünü gösterir Hayvan kemikleri, burada yaşamış insanların yedikleri etin cinsini anlamamızı sağlar Kullandıkları araç gereçler insanların günlük yaşamları hakkında bilgi verir Kentlerde kazı çalışmaları, açık alanlardaki kazılardan daha zor ve karmaşıktır İnsanların yüzyıllardır yaşamakta oldukları kentlerde kazılar yıllarca sürebilir Öte yandan bir kalıntının varlığı saptansa bile, bu mevcut yapıların ya da sokakların altında bulunacağından kazı yapma olanağı da yoktur Bu gibi nedenlerden dolayı büyük kentlerde daha az kazı yapılmaktadır Yapıların ortaya çıkarılmasında kullanılan yöntemler, Roma yolları, kanallar, surlar gibi öteki alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda kullanılmaz Bu tür kazılarda birbiri üzerine binen bütün katmanların görülebileceği bir kesit elde edilmeye çalışılır
Bilimsel yöntemler
Arkeolojide günümüzde tarihlendirmede çeşitli bilimsel yöntemler kullanılmaktadır Bunlardan biri olan radyokarbonla tarihlendirme yönteminin bulunması, arkeolojide büyük bir gelişme sağladı Bu yöntemle odunun, kömürün ve eski yerleşim bölgelerinde bulunan kemiklerin yaşlarını saptamak olanaklı hale geldi Her canlıda karbon bulunur ve bunun neredeyse tamamı karbon-12'dir Belli bir oranda da radyoaktif ve "ağır" olan karbon-14 vardır Örneğin bir ağaç kesilince, artık yeni karbon-14 atomları alamaz ve var olan radyoaktif karbon atomları da belli bir hızla yok olmaya başlar Böylece yaklaşık 5 500 yıl sonra bu atomların yarısı karbon-12 atomlarına dönüşür Radyoaktif karbonun karbon-12'ye oranı ölçülerek, canlının ne kadar zaman önce öldüğü saptanabilmektedir Ne var ki bu yöntem, tarihi belli olan Mısır buluntularına uygulandığında, saptanan tarihlerin çok kesin olmadığı anlaşılmıştır Bir başka tarihlendirme yöntemi de ısıyla ışıldamadır (ısılışıldama) Bu yöntem yalnızca pişmiş kile uygulanabilmektedir Kilde radyoaktif atomlar içeren elementler vardır Kil pişirilmeden önce bunlar çevrelerine ışık biçiminde parçacıklar saçarlar Pişme işleminin sonunda, atomların saçtığı bu parçacıklar kristalleşmiş yapının içinde hapsolur Isıyla ışıldama yönteminde çömlekten alınan bir örnek, parçaların yeniden serbest kalacağı noktaya kadar ısıtılır Bu parçacıklar ışık biçiminde (ışıldayarak) açığa çıktıkları için fotometre aygıtıyla ölçülür Çömlek ne kadar çok ışık verirse, o kadar eskidir Bir ağacın yaşının, gövdesindeki yıllık büyüme halkalarına göre saptanmasına dendrokronoloji denir Ağaç gövdesinin kesitinde iç içe ince ve kalın halkalar görülür Havaların iyi gittiği yıllarda ağaç daha çabuk büyüyeceğinden halkaların kalınlığı artar Bu yöntemle ağacın yaşadığı dönemdeki iklim koşulları bile anlaşılabilir Bir çam türünün 4 000 yıl önceki ve günümüzde yaşamakta olan örnekleri bu yöntemle karşılaştırılmıştır
|