Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Bilgisayar,Teknoloji & İnternet Dünyası > Bilim Teknik ve Teknoloji Merkezi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
canlı, evrim, hücresi, teorisi

Evrim Teorisi Ve Canlı Hücresi

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Evrim Teorisi Ve Canlı Hücresi



EVRİM TEORİSİ ve CANLI HÜCRESİ

Yirminci yüzyılı bırakıp yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz şu dönemlerde insanoğlunun şimdiye kadar gördüğü en kompleks yapı olarak nitelenen canlı hücrelerini bilimin ışığında incelemeyi daha sonraki bölümlere bırakacak; rahatlıkla kıyaslama yaparak gerçeği arayıp bulmak için bu bölümde sadece materyalizmin dolaysıyla evrim teorisinin canlılığa bakış açısıyla ilgileneceğiz
Evrim teorisi bilindiği gibi, canlılığın tesadüfler sonucunda meydana gelen bir hücreyle başladığını iddia eder İddia edildiğine göre rastlantılarla oluşan bu hücre çoğalarak zaman içinde yeni hücreleri oluşturmuş, bu hücreler de zamanla birleşerek ilkel canlı türlerini meydana getirmişlerdir İlkel türler de yine zaman içinde gelişmiş, gelişkin türlere doğru evrimleşerek bugünkü modern canlıları oluşturmuşlardır En gelişkin canlı olarak kabul edilen insan da bu evrim zincirinin en son halkasıdır
Hücre (daha öncede yazdığımız gibi) bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı unvanını korumaktadır Halen keşfedilmemiş pek çok sırrı içinde barındırmayı sürdüren hücre bu karmaşık fakat inanılmaz derecedeki kompleks yapısıyla evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluşturur
Gerçekten de hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için, çeşitli işlevlere sahip bütün temel parçalarının bir arada bulunması gereklidir Bu nedenle, eğer hücre rastlantılarla meydana gelmiş olsaydı, milyonlarca parçasının aynı anda ve aynı yerde var olmuş olması, bunların da aynı anda belli bir düzen ve plan içinde bir araya gelmesi gerekirdi
İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle, 12 Kasım 1981'de Nature dergisine verdiği bir demecinde tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yığınına etkileyen güçlü bir kasırganın savurduğu parçaların rastlantılarla bir Boeing 747'nin oluşturması arasında bir farkın olmadığını belirtir
Hücrenin içindeki binlerce küçük organel her saniye binlerce karmaşık işlem gerçekleştirir Tek bir canlı hücresinde, enerji üretiminden vücutta kullanılan proteinlerin ve enzimlerin sentezine, dışarıdan alınan kimyasal maddelerin seçilip ayrıştırılmasından bunların kullanılabilecek hale getirilmesine, hücre içinde kullanılacak maddelerin cinslerine göre depolanmasına kadar pek çok karmaşık işlem ve bu işlemler için gerekli binlerce ara işlem ve organizasyon her an sürer
Bu işlemlerde son derece karmaşık ve uzmanlaşmış olan, organel adı verilen mikroskobik hücre elemanları görev yapar Her ne kadar mikroskobik olsalar da her biri en az bir fabrika ya da laboratuar kadar kompleks ve özelleşmiş olan bu organellerin yaptıkları işlemlerin birçoğu, günümüzün teknoloji harikası laboratuarlarında bile gerçekleştirilemez
Örneğin hücrede oldukça karmaşık bir işlem sonucunda üretilen enzimlerin, hormonların, proteinlerin çoğu bugün suni yöntemlerle istenen verimde ve başarıda elde edilememektedir
Hücrelerin gerek yapısal gerekse işlevsel oluşumları konusunda bir evrim teorisi taraftarı bilim insanı! şunları yazmaktadır Kanıta dayanmayan varsayımlar bizleri ilgilendirmemektedir ama aşağıdaki yazı gerçekten bir ibret harikasıdır ve evrimci zihniyeti temsil etmesi bakımından hayli ilginçtir
Fotosentetik bakterilerin ortaya çıkışıyla, atmosferdeki oksijen salt fotodisosiyasyon (Dünyanın ilk dönemlerinde ozon tabaksı olmadığından Güneşten gelen mor ötesi ışınlar doğrudan suya düşer Bu ışınların yüksek enerjisi suyun oksijen ve hidrojene ayrışmasına neden olur Bu olaya fotodisosiyasyon denilir) yoluyla değil, fotosentez yoluyla da oluşmaya başladı
O dönemden bu yana, dünyadaki oksijen miktarı bugünkü %21′lik orana yaklaştı Ozon tabakasının güçlenmesiyle, yıkıcı morötesi ışınları önemli ölçüde engellendi Ancak bu aşamadan sonra, canlılar yavaş yavaş, önce suyun yüzeyine, daha sonra da karaya çıkma şansını elde ettiler
Polimerlerin en büyük düşmanı serbest oksijendir; oksijen onları oksitleyerek parçalar Bu nedenle, Dünyanın başlangıcında oksijen ortaya çıksaydı yaşamı önleyecekti Dünyanın ilk zamanlarında serbest oksijen olmaması nedeniyle polimerler oksitlenmeden uzun süre varlıklarını koruma şansına kavuşmuşlardı (Dünyanın ilk dönemlerinde bol miktarda oksijenin bulunduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır O dönemlerde suyun (H2O) bulunması bunun en büyük kanıtıdır Hidrojen ve oksijen olmaz ise su oluşamaz) Bugün canlılığın tekrar oluşmamasının temel nedeni, serbest oksijenin polimerleri anında oksitlemesindendir
İlkel atmosfer koşullarında oluşan birçok molekül arasında S, G, A, U bazları da yer alıyordu Bunların birbirlerine bağlanma özellikleri vardır Bu, değişik fiziksel koşullarla olabildiği gibi, yüzey tepkimelerine uygunluk gösteren kil partikülleri aracılığıyla da olabilir(????)
S, G, A, U bazları bir araya geldiklerinde, zincir halindeki RNAyı (ribonükleik asit) oluştururlar Bu zincirler başlangıçta yaklaşık 10-15 baz uzunluğundadır Dolayısıyla büyük bir olasılıkla, yaşam RNA ile başlamıştır Daha sonraki bir aşama da urasil, dönüşme ya da eklenme yoluyla yerini timine (T) bırakmıştır (RNA bölümüne bakınız)
Bu noktadan sonra daha kararlı bir molekül olan DNA ortaya çıkmış ve hayranlık verici serüvenine başlamıştır
Başlangıçtaki canlılar daha önce inorganik yoldan oluşmuş olan molekülleri kullanarak yaşamlarını sürdürüyorlardı Ancak zaman içerisinde biriken tüm molekülleri ortadan kaldırdılar Bunların içinden bir ya da birkaçı dünyada en çok bulunan maddeden sudan hidrojen elde etme yolunu geliştirince, hem kendisini hem de diğer hayvansal canlıları kurtarmış oldu
……………
RNA ve DNA zincirlerlerini taşıyan moleküller büyük bir olasılıkla; zamanla, yanardağ işlevleri ya da derin denizlerin altındaki tektonik işlevlerle, aminoasitlerin yüksek sıcaklıklarda kaynatılması ile oluşan, bugünkü hücre zarına benzeyen polimerlerin içerisine girmiş olmalıdır (RNA ve DNA bölümlerine bakınız)
Bu ilkel hücre zarı yapısının, zaman içerisinde çeşitli elementlerin, moleküllerin katılımıyla daha organize bir hücre zarına dönüştüğü varsayılır(Hücre zarı bölümüne bakınız)
Söz konusu ilkel hücre zarı yapısını bugün laboratuar ortamında taklit etmek mümkündür (Hücre zarı bölümüne bakınız)
Bakteri benzeri ilk yapılar o dönemde inorganik yollarla sentezlenen glikozu (başka basit şekerleri de) ve ATPyi (adenintrifosfat) enerji kaynağı olarak kullanmaya başladılar (Nasıl?)
İlkin hücreler çevrede daha önce yığılmış bulunan glikozu tüketince, belki de Dünyada ilk besin krizi ortaya çıkmış, o günkü canlıların büyük bir kısmı ortadan kalkmıştır
İlkin hücrelerden bir ya da birkaç tanesi, daha küçük moleküllerden glikozu sentezleyen bir enzime sahip olunca, ayakta kalmayı başarabildi(Enzime nasıl sahip oldu? Enzimler bölümüne bakınız)
Daha önce inorganik yoldan sentezlenmiş bu alt yapılar ilk etapta glikoza sentezlendi, daha sonra da hücre tarafından enerji kaynağı olarak kullanıldı Sentez mekanizması bir kez elde edilince, heterotrof canlıların da ayakta kalması mümkün oldu Bir süre sonra bu stok da tüketildi
Bunun üzerine daha da küçük yapılardan önce altyapılar, daha sonra da glikoz sentezlendi Sonuçta ortamda basit de olsa, önceden inorganik yollarla sentezlenmiş herhangi bir molekül kalmadı
Hücre zarının üzerine yanardağ faaliyeti (ya da uzay) kökenli porfirin dediğimiz (hemoglobin ya da oksijen tutan diğer moleküllere yakın yapılar) madde eklenince, daha önce doğrudan Güneş ışınları ile okyanus üzerinde gerçekleşen fotodisosiyasyon, artık ilkin hücrenin yüzeyinde gerçekleşmeye başladı
Su molekülleri hücre zarlarında parçalandığında ortaya çıkan hidrojen, glikozun yapımı için kullanıldı, oksijen de atık madde olarak ortama verildi Böylece fotosentez mekanizması bulunmuş oldu(Fotosentez bölümüne bakınız) Bu aşamada yeryüzündeki canlılık heterotrofik bakteri benzeri formlar ve fotosentetik bakteriler şeklindeydi Fotosentez nedeniyle Dünyadaki oksijen miktarı yükselince, ozon tabakası güçlendi Morötesi ışınların etkilerinin azalmasıyla, denizlerin dibinde bulunan canlılık su yüzeyine çıkmaya başladı Ancak bu durumun bir olumsuz etkisi oldu: Oksijen miktarı yükseldikçe canlılar oksijenin yıkıcı etkisinden dolayı yok olmaya başladılar Belki tek bir canlı ya da Dünyadaki birkaç bakteri benzeri canlı, edindiği birkaç enzim ile oksijeni aşamalı oksitleme işlemi için kullanmaya başlayınca, bazı bakteriler bugünkü canlıların hücrelerinde bulunan ve hücrenin enerji çevrimini sağlayan mitokondrilerin atasına dönüştü (Mitokondriler bölümüne bakınız) Bu aşamaya kadar Dünyadaki tüm biyolojik işlemler, oksijensiz solunumla gerçekleşmiştir Mitokondri bulununca ilk defa glikoz başına ortaya çıkan enerji miktarında patlama yaşandı (36-38 ATP) Canlılık birden bire bu merdivenlerde önemli bir sıçrama gerçekleştirdi Heterotrof canlıların bir kısmı, mitokondri özelliği kazanmış bu bakterileri ve bunun yanı sıra fotosentez yetenekli başka bakterileri bir çeşit fagositozla hücre içine aldı Her ikisini birden alanlar bitki hücresine, sadece mitokondri özelliği kazanmış bakterileri alanlar hayvan hücresine dönüştü
İlkel hücreler, hayvan ve bitki hücreleri niteliği kazanana dek, DNA tek zincirli çember formdaydı Ancak daha fazla kalıtsal bilgi zincire eklenince DNA kendini eşleyemeyecek uzunluğa ulaştı Bir rastlandı sonucu TTGGGG (memelilerde TTAGGG) baz dizilimleri bu kromozomların içerisine girince, o güne kadar çember biçimindeki kromozomların ucunda telomer adı verilen bölümler oluştu Bu dizilimler, kromozomların uçlarının birbirlerine yapışmasını önleyerek, bir çeşit bağımsız kimlik kazanmalarını sağladı Böylece çember DNA, bugünkü çubuk ya da V şeklindeki kromozomlara dönüştü
Yine bu aşamada DNA tek (haploid) değil, iki zincir (diploid) halinde bulunmaya başladı Telomerlerin DNA zincirinin başını ve sonunu ayırması dışında en önemli özellikleri, canlının ömrünü belirlemesidir
Telomerin belli bir parçasının kendini yineleyememesinden dolayı, hücre bölünmesi sırasında kopup kaybolması, canlılar için önemli bir sorun oluşturdu Bu şekilde, kaçınılmaz ölüm canlıların dünyasına girdi
Daha sonra gerçekleşen bir sürü olayla hücre içerisine yeni bir kesecik girebilir ya da hücre içindeki bir organizasyonla yeni bir kesecik oluşarak, kromozomlar bu keseciğin içine girebilir Böylece çekirdekli canlılar (ökaryotlar) oluşur (Hücre Çekirdeği bölümüne bakınız)
Canlıların tür olarak yaşam süreleri uzun olursa, oluşturacakları rekombinasyon ve çeşitlenme şansı o kadar azalır Bu, evrimsel olarak canlının uyum yeteneğinin azalması anlamına gelir İşte bu nedenle kısa yaşayan türler, evrimsel olarak daha başarılı türleri meydana getirirler
Aynı mekanizmaya sahip olmalarına karşın, kartalların 100, tavukların 6 sene yaşamaları, tavukgilleri dünyada baskın, kartalları soyu tükenecek duruma getirmiştir Bu nedenlerden dolayı bakteriler uyum yetenekleri en yüksek canlılardır Kısa yaşayıp çok döl veren canlı evrimsel olarak en başarılıdır
Görüleceği gibi oldukça uzun ve kimi yerlerinde bilim libası giydirilmeye çalışılmış yazı hiçbir bilimsel kanıta dayanmadığından tamamen hayal ürünüdür milyarlarca yıl önce olması gereken bir olayı gözlemlenmiş bir gerçek gibi anlatmaktadır Bir bakıma sayın yazar olayları maddeye indirgememiş, basite indirgemiştir Örneğin enzimler hormonlar RNA ya da DNA oluştu demekle adı geçen biomoleküller oluşmayacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.