Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ata, binicilik, sporları1atcılik

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-



Günümüzde de olduğu gibi,ulusal ve Türk Tarihinin her döneminde “At Murattır” sözcüklerine bağlı kalınarak,her Türk ata karşı sevgi,güven,ilgi duymuş ve onu kendisinden bir parça kabul etmiş,ona kutsallık tanımış,saygınlık kazandırmış,sanatında,edebiyatında,müziğind e eşsiz bir yer vermiştir
Nazmi Sevgen;”Türklerde at ve atçılık” adlı kitabında 1937 yılında Ankara da toplanan tarih kurultayında Avusturya lı tarih bilimcisi Hoopers atın ilk evcilleştirme hareketinin İç Asya da Türkler tarafından yapıldığını, Macar tarihçisi Allfoldin de,bu konudaki ilklerin Altay Türklerine ait olduğunu öne sürmüştürAlman tarih bilimcisi Portriatz ise “Eski çağlarda at” adlı eserinde atın MÖ6000 dolaylarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve iddiası için bazı bulguları kesin kanıt göstermiştir
Yaklaşık olarak MÖ4000 yılları dolaylarında Türkler tarafından bir çekim hayvanı olarak arabalara koşulan at,askeri amaçlarla savaş sınıfı oluşmasına sonuç olarak ta Asyanın ve öteki kıtaların tarihi ve siyasal yaşamının oluşum ve değişiminde etkinlik kazanmıştırTürkler onunla uzaklıkları enmişler,derisinden giysi ve ayakkabı yapmışlar,lezzetli buldukları tayının etini yemişler,kısrakların sütünden mayalanma ile sağlanan “Kımız” adı verilen ve keyiflendirici içkiyi yapmışlardırAyrıca yele ve kuyruklarını da değerlendirmişlerdirkemiğinden kaymak için araç,kıllarından ağ,gözleri güneş ışığından koruyan bir tür gözlük örmüşlerdir
Eski Türklerde at kültürü ile ilgili çeşitli bulgular bir belge olarak,bu gün çeşitli ülkelerin müzelerine değer katmaktadırYenisey yörelerinde eski Türkler tarafından,kayalar üzerine yapılmış at resimleri ve çok eski dönemlere ait,Türk mezarından çıkan eşyaların üzerinde süsleme sanatı olarak at figürleri kullanıldığı görülmektedirEski Türk destanlarında ve efsanelerinde at baş tacı dır,ayrı bir yeri vardırOğuz destanı atla başlarDede Korkut ta ,Bamsı Beyrek öyküsünde atla kardeşleşmiştir
Eski Türklerin ilkel atları yakalayabilmek için Türlü yöntemler kullandıkları,kitabelerde yazılıdırKarluk han buzullar içinden ünlü bir atı alıp çıkardığı için ad almıştırEski Türklerdeki ”Türk atsız,kuş kanatsız” sözü çok şey anlatır
Tüm tarihi kaynaklar,atın vatanı olarak orta Asya bölgesini göstermektedirKırgız stepleri ile Gobi havalisinin atın vatanı olduğu konusunda görüş ve kanıt birliği vardırEski Türklerin “Yılkı” adını verdikleri at sürülerinin,ırk ve evcilleştirilmeleri ile ilgili bilgiler çok geniştir
Atsız Türkler sosyal yaşamda hor görülürdü,fakirlik nedeni ile ata sahip olamayanlar çalmak zorunda idiEski Türkler sadece at çalmayı olağan saymışlardırZira bu bir beceri olarak kabul ediliyor ve atını çaldıran kişi için bu hareket onur kırıcı olarak değerlendiriliyordu bu nedenle kabileler arasında sık sık çatışma çıkıyordu
Çalınan atları belirlemek amacıyla atları özel damgalama yöntemleri uygulanıyorduDamga yerine bazı kabileler atın kulaklarına özel işaretler işlemeyi yeğlerlerdikabile sembolleri olarak benimsenen biçimler mezar taşlarında da görülür
Eski Türklerde at yarışları ile eş seçiminde de kullanılıyordu
Bu yarışlar iki türlü oluyordu birisinde atlı kızlar bir grup halinde yarışa başlıyorlar ve arkalarından atlarını grup halinde koşturan erkekler içlerinden birini yakalayıp atlarının terkilerine alıyorlardıDaha sonra eş olarak seçtikleri bu kızlarla evleniyorlardı
Diğer türlü ise eğer kızın isteyeni çok olursa yarışa kız tek başına başlıyor,daha sonra ardından atlarını koşturan erkek grubundan kim kızı yakalarsa o evlenme hakkını elde ediyordu

Eski Türklerde görülen atla bütünleşme", Osmanlı Türklerinde de sürmüştür At, Osmanlı,Türklerinde onur, saygı ve sevgi unsuru olarak kabul edilen bir yoldaş olmuştur Bunlarla başarıdan başarıya koşmuşlar; üç kıta üzerinde egemenliklerini sürdürmüşlerdir

Anadolu Selçuklularında 100 bin süvariden oluşan bir ordu bulunuyordu Osmanlı imparatorluğunda ise, 16yüzyılda bu sayı 250 bine yaklaştı Edirne, Filike Selánik Amasya, Yozgat, Merzifon, Eskişehir (çifteler çiftiği), Malatya (Sultan suyu), Veziriye, Adana (Cukurova)'daki hayvan ocaklarında, at yetiştiricilik düzeltilmesi için sürekli çalışmalar yapılıyordu Ancak, Osmanlı imparatorluğunun gerileme ve özellikle çöküş döneminde at yetiştiriciliği ve ırk düzenlenme çalışmaları öneminì tamamen yitirmiş, sürekli savaşlar nedeniyle ülke atçılığı adeta çökmüştür

Yaşama sevincini, atıyla paylaşan, onunla mutlu olan ve hattâ onunla birlikte gömülen at, Türk'ün kalbinde, ağıtlarında ,edebiyatında türkülerinde, atasözlerinde benzersiz bir yer almıştır Osmanlıların genişleme döneminde, Giritlilerin bir sözü çok yaygındı: "Adaya önce Türk'ün atı, sonra kendisi ayak basacak" Gerçekten de öyle olmuştur Aşık Paşa tarihinde, Osmanlı Padişahlarından Orhan Beyin, atlarını nalbanda kendisinin götürdüğü anlatılır Bu hareket, Türklerde, en büyüğünden en küçüğüne kadar, ata gösterilen ilgi ve sevgiyi yansıtır öyle ki, at sahiplerinden atlar için vergi alınmazdı

Emrullah Efendi "'Memalik-i şahane"de, at vergisi asla vaz'edilmediği cihetle, bizde at vergisinden bahse mahal yoktur demektedir Osmanlı Türk illerinde atlar, görevlerine göre şöyle adlandırılırdı: önemli haber götüren süvarilerin bindikleri dayanıklı "Ilgar atı", posta süvarilerinin bindiği "Menzil atı", akıncı ve süvarilerin bindikleri "Cenk atı", yarışlara katılanlara "Koşu atı", süvarilerin yedeklerinde bulundurdukları "Yedek atı", yük taşıyan "Semer atı", damızlık olarak yararlanılan "Aşı atı", törenlerde komutan ve subayların bindikleri "Alay atı", arabalar koşulanlara "Araba atı" ve avlarda kullanılanlara "Av atı" Osmanlılarda, eğer, murassa ve sorguçlu başlıklar, altın ve gümüş üzengiler, gemler, at koşum takımları, saray arabalarının koşum takımları birer sanat eseri idi
Sultan Abdülaziz dönemi sonrasında ülkedeki at kalitesi değerini gittikçe yitirirken, tersine olarak at yarışları da daha düzenlilik kazanmıştır Ancak, ilk düzenli at yarışları l9ncu yüzyılın son yılarında belirginleşir Sultan Abdülaziz döneminde Kağıthane'de, "Kağıthane Yarışları" adı altında bir süre at yarışları düzenlenmiştir Bunlar bir tür ilkel yarışçılık düzenlemeleri olmuştur Zira pist gelişigüzel düzenlenmiş bir güzergah biçimindedir Sonraki yıllarda ünlü mirasyedilerden Veli efendizade, bugün Veli efendi Tesislerinin bulunduğu yerde, birkaç arkadaşı ile birlikte sistemsiz olarak düz bir toprak üzerinde at yarışları yaptırdıkları görülür Bu yarışlara ilgi duyanların sayısı 15-20 kadardı öte yandan yine aynı yıllarda Manisa'da Bekir Ağa'nın bireysel çabalarıyla, düzensiz bazı yarışlar yapılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-



Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir Pagan dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı(32, s 4) Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-nâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu

Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır

Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir

Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı

Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han, Gün, Ay ve Yıldız adlı üç büyük oğluna "Bozok", Gök, Dağ ve Deniz adlı üç oğluna da "üçok" demesi, Türklerin oka verdikleri önemi yansıtması bakımından büyük değer kazanır

Çin kaynakları Eski Türklerin ok ve yay yapımındaki üstün başarılarını da anlatır

Ok sözcüğü, Eski Türklerde kabilelerin adlandırılmasında da kullanılırdı Oğuz Destanında "üçok" diye bir ada rastlanır Bu da "üçkabile" anlamındadır

16 Büyük Türk imparatorluğunda at ile birlikte ok ve yayın önemi ayrıdır Orta Asya'da Kapçal, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge, Tuyak, Kutan bölgelerinde, Orhon ve Tula bölgesinde özellikle çu Vadisinde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar, Göktürkler, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, ıskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır

Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur

At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için su nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer egitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek i için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır

Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi

Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı Eski Türklerde, "Akika" adı verilen bir ok atma töreni vardı Buna, "Sehmi itizar" da denirdi Bir kabile halkından biri barış günlerinde karşı kabileden birini öldürürse, onunda, öldürülmesi gerekirdi Ancak, iki kabile ileri gelenleri anlaştıkları durumlarda bir meydanda ok atışı yapılırdı öldürenin oku, karşı kabile ileri gelenlerinin istediği yere düşerse ölüm cezası kaldırılırdı

Kaşgarlı Mahmutun Divan-i Lûgat-it Türk adli yapitinda, okun ayni zamanda "Pay" anlamına geldiği belirtiliyor Yüzyıllar boyu süre gelen bu gelenek Anadolu Türklerinde de benimsenmiştir örneğin, bir tarlanın paylaşılması için bir ok eşit parçalara ayrılır ve pay alacaklara yumurta, renkli taş gibi birer nişan verilir Bir yabancıya da nişanlanan tarla bölümlerine konulması istenir Kimin nişani hangi parçaya rastlarsa o bölüm onun olur ve buna "Ok deydi" denirdi

Daha sonraları Anadolu Bektaşilerinin de aynı yöntemi uyguladıkları gibi koyun, ya da öteki büyük baş hayvanlar paylaşılmasında ok atışlarından yararlanılırdı Değişik kaynaklara göre, paylaşılacak hayvan belirli bir uzaklığa konur ve pay sahipleri bu hayvana ok atarlardı Oklar hayvanın hangi bölümüne gelirse o bölümü alırlardı Eski Türklerde ölüm cezalarında yayın kullanılması değişik anlam taşırdı İp ve elle boğularak cezalandırılmak aşağılayıcı bir ölüm biçimi olarak kabul edilirdi Buna karşın yay kirişi ile öldürülen kişi için bu ölüm biçimi ise büyük bir değer kazanırdı çünkü, ok ve yay ile yay kirişi dini bir kutsallığı belirlerdi

Ünlü Arap gezginlerinden Íbni Batuta, adını verdiği yapıtında bu geleneği anlatırken Türk emirlerinden Halil'in kendisine isyan eden akrabalarından birinin yay kirişi ile boğulmasını uygun bulmasını şöyle açıklar: "Halil dahi yay kirişi ile ihnak ettirdi Zira, şeyhzadelerin inhaktan başka suretle idam etmemek onlarca gelenekti"

Ok-yay yapımı ve okçuluk Osmanlı Türklerinde daha büyük bir gelişim göstermiş ve daha büyük anlam kazanmıştır

Okçuluk Doğu menşeli ulusların hiçbirinde Türklerdeki kadar uzun süre benimsenmemiş ve Türkler kadar başarıyla devam ettirilmemiştir Türklerin okçuluk alanındaki başarısı, sadece atış üstünlüğünde değil, bu üstünlüğü sağlayan araçların, ok ve yayın özelliklerine ve kalitesine de dayanıyordu

Türkmen boylarının etnolojisi hakkında değerli bir kaynak olan Dede Korkut Kitabı'nda: Türkmen gençlerinin boş vakitlerini ok atıştırmakla geçirdikleri, kuvvetlilik iddiasındaki yiğitlerin ok yarıştırmak yolunu seçtikleri, düğün eğlenceleri sırasında damat ve arkadaşlarının ok koşusu düzenledikleri, evlenen bir yiğidin bir ok atıp, okun düştüğü yere gerdek çadırını kurduğu ve düğün eğlentileri sırasında da damat ile arkadaşlarının ok atıştıkları anılıyor Eskiye uzanan bu âdetlerin, Osmanlıların ilk dönemlerinde de devam ettiği kanaatindeyiz Uç beyliklerinin askerî gücünü "Alp" ya da "Gazi" denilen akıncılar teşkil ediyordu Bunlarda aranan dokuz şarttan ikisi, iyi bir ata ve iyi bir yaya sahip olmak idi İyi ata binmek, at üstünde isabetli ok atışları yapmak gibi, Asya'dan getirdikleri eski gelenekleri muhafaza etmekteydiler Alplik ve kahramanlık Türk spor geleneğinin ayrılmaz bir parçası olmuştu

Türk okçuluğu, İstanbul'un fethinden sonra, başkentte ve Osmanlı Devleti'nin belli başlı illerinde yeni bir boyut kazanmıştır Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesinde ve kazanılan yerlerin korunmasında, ordu bünyesindeki atlı ve yaya okçu birliklerinin önemli bir yeri vardı Bu önem Yeni Çağ'da, ateşli silâhların orduda resmen kabûlûne, hatta daha sonrasına kadar devam eder Fetihten sonra, yeni bir örgüt olarak çıkan "spor okçuluğu" da, başlangıçta askerlikle yakın bir ilişki içindeydi Ünlü okçuların pek çoğu Yeniçeri Ocağı'na mensuptu ve seferlere katılırlardı Bunlara ok ve yay yapan sivil esnaf da, "orducu esnafı" olarak, bu seferlere katılmakla ordu atölyelerinin yetersiz kalan imalâtını desteklemekle görevli idiler
Osmanlı ordusunda ok ve yay kullanıldığı devirlerde, askerlerden çoğu; iyi yetişmiş, usta birer kemankeştiler Nitekim, 15-16 Yüzyıllarda menzil sâhibi kemankeşlerden pek çoğunun ordu mensubu olduğu görülmektedir

Kuruluşundan 17 Yüzyıl başına kadar Osmanlı ordularında ok ve yay, topla birlikte , en etkili uzak mesâ-fe silâhı olarak önemini korumuştur 16 Yüzyıl ortalarından itibaren ateşli silâhların gelişmesi, ok ve yayın giderek yerini tüfeğe bırakmasına sebep olmuştur Ne var ki bu, ok ve yayın okçuluğun Türklerin hayatından büs-bütün silindiği anlamına gelmez Önemli bir spor dalı olarak, özellikle İstanbul'un fethinden sonra, moral değerleri ayakta tutan kurumlardan biri olarak, varlığını ve etkinliğini 19 Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-



Türklerde en eski spor türlerinden biride GüreştirGüreş,zorlu bir doğa içinde insanların güçlerini ve güvenlerini kolları ile denedikleri ve aradıkları bir mücadele türü olmuşturDindirilmez bir yaşam isteği insanları birbirine saldırmaya ve devirmeye zorlamıştırTürkler doğaya ve kuvvete düşkün kişilerdirDoğudan batıya yelpaze gibi yayılan Türkler,yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlardırGüreşte insanların üstün olduklarını kanıtlamak güçlerini topluma kabul ettirmek için uyguladıkları bir mücadele biçimidirBöylelikle bir kişinin kuvvetini öteki kişilerle oranlama imkanı bulunur

İlk çağlarda güreş, elbette bir tür boğuşmadır Orta Asya devirlerinde Türkler arasında yapılan güreş müsabakalarında güreşin sporculardan birinin ölümü halinde sona erdiği bilinmektedir Manas Destanı'nda kaydedilen güreşler bu gerçeği aydınlığa kavuşturmaktadır

Kaşgarlı XI Asır DLTde “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985) Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır

Aynı dönemlere (XI Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KBde Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979)

Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan MEde de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türklerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993)

Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurların “küraş/küreş” (KTLS, 1992) dedikleri görülmektedir Diğer Türklerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS, 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor Bilindiği gibi Anadoluda da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur

“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987) “Eş” ise eski ve yeni Türkçede ”arkadaş” anlamına gelmektedir “Kür-eş-mek” ME:de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989) Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar “Türkler de 7 ve 8 Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir

Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993)
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir Hanname, Can Çiyan Teskeresinde Türkistanın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986)
MÖ Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümünün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996)

İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ) Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989)

Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türklerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988)

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-



Cirit; Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir Ata sporudur
Türkler bu Atlı oyunu Orta Asya dan günümüze taşımışlardır 16 yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti 19 yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II Mahmut tarafından yasaklanmıştır Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı
Tarihin eski çağlarında insan topluluklarının ulaşım ve savaş vasıtalarından olan at sürüler halinde beslenmiş,günün şartlarına göre eğitilmiş savaş zamanlarında savaş vasıtası,sulh zamanlarında da spor ve eğlence vasıtası olmuştur Savaşı spor haline getiren,sporu en güzel eğitim aracı bilen Türk kahramanlarının çağlar boyu kazandıkları zaferlerde canları kadar aziz bildikleri atlarının büyük hissesi vardır Bunun için atlı cirit,Türklerin en eski milli sporlarından olup,canlılardan yapma ve konuşma özelliği olan insanla taşıma ve his gücü olan atın ve cansız 110 cm lik cirit sopasının en güzel uyum sağladığı insanla aklın bütünleştiği eski savaş kurallarının uygulandığı bir oyundur Atlı ciritte erlik yaşar, mertlik yaşar, sportmenlik yaşar ama her şeyden önce bir tarih yaşar
Atalarımız barış zamanlarında at ve askerlerini zinde ve kuvvetli tutabilmek için atlı cirit sporunu tesis etmiş, insanları ruh ve bedenen eğiterek yarınlara hazırlamışlardırAtlı ciritte hiçbir spor müsabakasında bulunmayan rakibi bağışlama ,affetme şeklinde bir davranış vardır Hasmının önünü kesip,ona ciritle vurma imkanı varken vurmayıp bağışlayan sporcu puan kazanmaktadırVurma imkanı yüzde yüz mevcut iken,o anda zayıf düsene vurmayı zul kabul ederek bağışlama yolunun seçilmesi, Bu yönüyle spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahiptir
Cirit oyunu kendisi de iyi bir oyuncu olan II Mahmut'un Tanzimat tan sonra bu oyunu bütün ülkede yasaklamasına değin İstanbul hayatının renkli bir parçasıydı Başlıca oyun alanı tabiî ki Atmeydanıydı Burada her zaman cirit talimi yapan atlılara rastlamak mümkündü, fakat asıl müsabakalar Cuma günleri Cuma namazından sonra yapılır, o zaman meydanı yüzlerce atlı doldururdu Şehir içindeki ikinci önemli cirit alanı Küçük Ayasofya ile Kadırga arasındaki Cündi (Arapça süvari anlamında Zamanla bozularak Cindi ve Cinci olmuştur) Meydanıydı Evliya Çelebi Kağıthane yolunda da bir cirit meydanı olduğunu yazıyor Topkapı Sarayında da Gülhane Bahçesine doğru büyük bir cirit meydanı bulunur, Cuma namazından sonra burada cirit oynayan saray halkına çoğu zaman padişah da katılırdı cirit oyununda saray halkı geleneksel olarak bamyacılar ve lahanacılar adlı iki takıma ayrılırlar, padişahlar da bu iki takımdan birine dahil olurdu Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bir bamya, diğerinin tepesinde bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun bugün de durmaktadır
Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatarBazı ciritçiler rakibi kaçış dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler
Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir
ilk ihtisas kulübü Erzurumda 1957 de Erzurum Atlı spor Kulübü kurulmuş daha sonraları Erzurumda 11,Erzincanda 1,Bayburtta 1,Ankara da 1,Uşak da 4,Manisa da 1,Malatyada 1 kulüp kurulmuştur
Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece ERZURUM ERZİNCAN UŞAK BAYBURT ANKARA MANİSA KARS yörelerinde yaşamaya devam etti 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı ERZURUM ilimiz 23 kulübü ile bu oyunun ayakta kalabilmesi için elinden gelen uğraşı vermektedirher yıl mayıs ayında yapılan Erzurum grup eleme maçları bir aydan fazla sürmektedirBu durum son yıllarda Türkiye şampiyonası heyecanını bile geride bırakır hale gelmiştir
Buna rağmen halen Anadolu'nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu'nu oynamaktadır Büyük şehirlere karşı köy ve kasabalarda yaşamaktadır Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa'dan Antalya'ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu'da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir
Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ata Sporları-1.Atcılik Binicilik-



Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldırTürkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardırKılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştirDemir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdiDemire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler,yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştirKamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdıHer bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyorduTürkler,kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardırÖzel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardırTek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek,yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor,kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyorduAvrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyorduTürk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktırMezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir
MÖ 23-24 Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardırBir bölümde şöyle denilmektedir:”Onların hepsi zırhlı süvarilerdiUzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı
Tarihçi lofyor”Türkler(kılıç,acemilik ve dikkatsizlikte bir toprak çanak gibi kırılır)derkılıç onu kullananın bileğin kuvvet ve yeteneği ile üstünlük kazanırİşte bu bilek Türklerde vardır” demektedir
Ayrıca tarihi belgelerde Alparslanın yönettiği ani saldırılarda her Türk askerinin biri elinde,biri belinde,biride ağzında olmak üzere üç kılıcı olduğu belirtilirSavaş dışında ise kılıç bir egemenlik sembolü olarak kullanılıyordu
Kılıç;kabza,korkuluk ve namlu diye adlandırılan üç bölümden oluşmaktadır
Kabza: Ağaç,boynuz,kemik yada madeni maddelerden yapılırdıkabzanın süslü olmasına her dönemde ayrı bir özen gösterilirdi
Korkuluk: Kılıcı kullanan kişinin elini bir darbeye karşı koruyan bölümdür
Namlu ise: Kılıcın madeni bölümüdürTürk kılıçlarının namluları eğridirEğri namlular darbede daha büyük yara açtıkları için delici kılıçlardan daha öldürücüdürBazı kılıçlarda iki yanları keskin,ucu sivri,düz yada yuvarlak olan namlu türleri de vardırNamlunun keskin kenarına kılıç ağzı yada kılıç yalmağı denirKılıçlar kullanılmadıkları zaman “kın” denilen bir kılıfta korunur ve taşınırKın önceden madenden yada tahtadan yapılırdıKının üst tarafında bele bağlanmasını sağlayacak olan bölüm vardır
Eski Türklerde kılıç yapımı ustalığı yanı sıra,kılıç üzerine ve kınına yapılan işlemecilikte büyük bir sanata dönüşmüştürKılıçların kınları ilk dönemlerden beri hayvan,bitki türündeki motiflere göre süslenirdiKılıçların üzerine de özellikle kabza bölümlerine;kaç yılında,hangi amaçla,kimin tarafından yapıldığı kazınarak işlenirdiİslam dininin kabulünden sonra kılıçlar üzerine ayet,hadis ya da bazı mısralar işlemekte bir gelenek olarak benimsenmiştir
11Yüzyılda yazılan Kaşgarlı Mahmud un eserinde; demir maddesinde şu açıklamalar vardır; Kırgızlar Yabanku,Kıpçaklar ve öteki Türk boyları yemin edecekleri zaman demirden yapılmış kılıcı kınından çıkarırlar önlerine enine koyar “Bu kök girsin,kızıl çıksın” diyerek yemin ederlerdiBunun anlamı sözümde durmasam bu kılıç temiz girsin vücudumdan kanlı çıksın biçiminde idiBu suretle ”Demir intikamını alsın” demekti
Eski Türklerde daha 5-6 yaşındaki çocuklar ellerine verilen tahtadan yapılmış kılıçlarla bu uğraşa hazırlanırdıDaha sonra iki çocuk bu tahta kılıçlarla birbirlerinin karşısında beceri edinirlerdiEski kaynaklara göre Türkler eğri ve tek yüzlü bir savaş aracı olarak kullandıkları kılıçları ile ilgili düzenlenen oyunlara büyük önem verirlerdiKılıçla ilgili becerilerini artırmak,sergileyebilmek için sık,sık gösteri düzenlenirdiBu kılıç oyunları yıl dönümlerinde ve büyük törenlerde yakılan ateşin çevresinde,müzik eşliğinde ritmik hareketlerle yapılırdıBu oyunlar ve benzeri akrobatik hareketlerin Türk efsanelerinde, destanlarında geçmesi bunların tarihin derinliklerinden indiğini anlatır
Kılıç-kalkan oyunu bir dini inançtan oluşmuşturBu gösteri ilkbaharda yeniden ateş yakmak amacı ile yeni yılın başında yapılırdıBundan yeni yılın ürünü için bir sonuç çıkarılırdı
İki düşman kabile arasındaki iddialı gösterilerde öldürme koşulu vardıDüğün ve bayram gibi özel günlerdeki gösterilerde ise oyuncular birbirlerini yaralamaktan kaçınırlardıAncak oyunun aşırı heyecan ile yinede ölenler olabilirdi
Türkler çok iyi kullandıkları kılıçlarına kutsal bir değer kazandırmışlardırEski Türklerde olduğu gibi Osmanlı Türkleri de yeminlerini kılıç üzerine ederlerdiFatih Sultan Mehmet Bosnadaki Latin kilisesine tanıdığı ayrıcalığı doğrulamak için ”Kuşandığım kılıç hakkı için” diyerek güvence vermiştirYavuz Sultan Selim de Venediklilere ticaret ile ilgili olarak verdiği izni;”Kılıcım hakkı için” diyerek garanti etmiştir
Kılıç yapımı için 3-5 kg ağırlığındaki kılıç yumurtası 5-8 cm çapında ve 8-12 cm yüksekliğinde oval biçimdeki bir çelik külçe dövülerek yapılırdıSonradan değişik formüllerle kılıca su verilirdiKılıca su verme işlemi başlı başına bir sanattıKılıç ustaları kendilerine özgü değişik su verme formülleri bulmuşlar ve bunları birbirlerinden büyük değer olarak gizlemişlerdirBu türde yapılan Türk kılıçları havaya atılan yaş pamuktan bir yumağı kolayca ikiye biçerdi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.