Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
devletler, kurduğu, tüklerin

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Kimekler (Kimek Devleti)

Ortaçağ'da Türk Anayurdu'nun batı kesiminde yaşayan Kimekler (Kimegler), eski ve büyük bir Türk ulusudur VIII yüzyıl ortalarından, XI yüzyıl ortalarına değin süren bir devlet de kurmuşlardı
Kimekler'in yaşamış olduğu bölgenin yerli tarih kaynakları, son derece kıttır Orada yürütülen arkeoloji araştırmaları, pek yetersiz bulunduğu gibi, yazılı tarih kaynakları da henüz ele geçmediğinden, Kimek ülkesinin iç haberleri yoktur Göktürk çağı yazıtlarında (VIII yy) Kimekler veya bu boy birliğinde bulunan öteki boylar üzerinde bilgi verilmemektedir

Komşu bölgelere ait yabancı kaynaklar da titizlikle taranarak, incelenmemiştir Çinlilerin kuzeybatı yönünde ve oldukça uzakta bulunmalarına rağmen, onların Kimekler'i bildikleri, Saray Yıllıkları'ndaki kayıtlardan anlaşılmaktadır Bazı eski kayıtlar da, IX ve X yüzyıla ait İslâm coğrafya eserlerinde bulunuyor Bunlar, düzenli ve etraflı değil, tüccar ve gezginlerden derlenmiş, küçük bilgilerden ibarettir

Kimek (Kimäk) boy adı, Kime (kéme) “gemi” sözcüğünün ilk şekli olan “Kimeg”den alınmış olabilir Bilindiği gibi onlar İrtiş (Ertiş) ırmağının iki yanında yaşamışlardı Bu büyük akarsuyu geçmek için, onların kullandıkları bir tür gemiden alarak komşularınca verilmiş olabilir Türk boy biliminde böyle kullanılan hayvan veya eşyanın adının, boya ad olarak verildiğini biliyoruz Nitekim biçimce buna benzeyen “Kanglı” ve “Kayıg” adlı boylar da, eski kaynaklarda geçmektedir

Kimekler, tarih sahnesinde, İrtiş'in orta boyunun iki yanında ve daha çok doğu yöresinde iken görünmüşlerdir Burası, Türk Anayurdu'nun batı kesimidir Kimekler'in ilk yurtları, belki yine burası idi Belki de İrtiş'in doğusundaki Altaylar'dan yayılarak, buraya indiler Türk ilkçağı başlarında, İrtiş boyunda, başka Türk boyları bulunduğuna göre, bu ikinci ihtimal daha mümkün görünüyor

Kimekler, yakın komşuları Farsların, destanî tarihinde yer almıştır Gerçekten, Kimekler'in Turan ötesi komşusu olan Farslar'ın eski destanlarında bu ulusun adı geçmektedir Fars söylentilerini derleyerek “Şehname” adlı büyük eserini ortaya koyan ünlü şair Tus'lu Firdevsî (935?-1020?), Turan'ın büyük hükümdarı Afrasyab'ın (Alp Er Tunga), İran Hükümdarı Keyhusrev'e yenilip, geri çekildiğinde, Kimek ülkesine ve “Derya-yi Kimek”e gittiğini anlatır

VII Yüzyılda

Bu yüzyılda Kimekler'in, Altay dağlarının kuzey batısında ve İrtiş ırmağının orta kıyılarında yaşadıkları anlaşılıyor Bu durumda, Batı Göktürk Kağanlığı'nın sınırları içinde ve onların hakimiyeti altında olmalıdırlar Yüzyıl boyunca, Batı Göktürk Kağanlığı zayıfladığı ölçüde, onun idaresi altında bulunan boylar, bağımsızlığa doğru gidecekler ve kendi idarelerini kazanacaklardır Yine bu arada, yüzyılın sonlarına doğru, Çu havzası merkez olmak üzere Türgiş Devleti de kurulacaktır

VIII Yüzyılda

Yüzyılın ortalarına değin İli havzası, Batı Türklerinden bir bölük olan Türgişler eline geçmiş bulunuyordu Geçen yüzyılın sonlarına doğru kurulan bu Türgiş Kağanlığı'nın hâkimiyet alanı, İrtiş'in orta havzalarına uzanmış olsa gerektir Bununla birlikte, Türgiş-Kimek münasebetleri üzerinde hiç bir bilgimiz yoktur Öte yandan, Gök Türk çağı yerli kaynaklarından olan ve yüzyılın ilk yarısına ait yazıtlarda, “İrtiş” adı birkaç kere anılır ise de, onun kayıtlarında hangi boyların yaşadığı belirtilmemiştir

Yüzyılın ortasında, doğu ve batıdan uzanmış iki istila ordusu, Arap ve Çin orduları, karşı karşıya geldi Her ikisi de, bölge için hakimiyet mücadelesinde idi Kimekler'in güneyinde yaşayan Karluklar'ın, 751 yılı yazında yapılan Talas Savaşı'nda, Araplar yanında yer almasıyla, Çinliler, büyük bir yenilgiye uğrayıp çekildiler Bununla birlikte, Arap kumandanı da, bölgedeki hakimiyetini kuramadı Böylece Isık Göl'ün batısında uzanan Talas yöresi, adı geçen Karluklar'ın idaresi altına girdi Oradaki bazı boylar, otlaklarını bu yeni hakime bırakarak kuzeybatıya doğru çekilmek zorunda kaldı Karluklar'ın gittikçe güçlenmesi sonucu, 765 sıralarında Türgiş Devleti de artık kesin olarak dağıldı Bununla, Çu havzası, onların sınırı içine giriyordu Öte yandan daha 745'lerde Uygur, Karluk ve Basmıllar'ın akınlarıyla, doğudaki Göktürk Kağanlığı da çökmüş bulunuyordu

Doğu ve Batı Türkistan'da arka-arkaya gelen bu olaylar sonucu, Orta Asya'daki siyasî durumun değişmesi sırasında, Kimekler de VIII yüzyıl ortalarında bağımsızlıklarını almış ve devletlerini kurmuş olmalıdırlar Onların bir çok boydan kurulmuş bir ulus olduğunu biliyoruz İşte gerek bununla ilgili sonraki haberler, gerek çağın benzer Türk devletleri göz önünde tutulduğunda, bu devletin göçer evli büyük boylardan kurulu birlik niteliğinde olduğu anlaşılıyor Devlet idaresinde “Hakanlı” derecesinde bir teşkilat kurmuş olan boy birliğinin en kalabalık boyu, belki daha başta Kıpçaklar idi

Kimek Devleti ile ilgili en eski bilgi, Arap elçisindendir Emeviler'in yıkılışı ve Abbasîler'in çıkışı sıralarında, Halife tarafından Tokuz-Oğuz Hakanı'na elçi olarak gönderilmiş Bahroğlu Temim (Temim b Bahr el-Muttavvi'î), raporunda Kimekler'i de gördüğünü, hükümdarlarını ve göçer evli hayatlarını anlatarak belirtilmiştir (760-800?)

Bu yüzyılın son çeyreğinde Oğuzlar'ın Doğu Türkistan'ın Selenge bölgesindeki yerlerinden, batıya doğru hareketle, bir aralık Kara ve Ak Ertiş'de Kimekler'in güneyinde komşu kaldıklarını, Arap kaynaklarının Abbasî halifesi Mehdî çağına (775-785) ait haberlerinden öğreniyoruz Arap tarihçisi Ali el-Mes'ûdî, Oğuz, Karluk ve Kimekler'in birleşerek Peçenekler'e karşı mücadeleye giriştiklerini anlatır

Ona göre adı geçen boylar, Aral Gölü kuzeyi ile Hazar arasında yaşayan Peçenekler ile Peçni, Bacgırd (Başkurd) ve Nugerde adlı boylar üzerine saldırmışlardır Bu Peçeneklerin doğusunda, Kıpçaklar ile Oğuzlar bulunuyordu Amansız bozkır mücadelesi sonunda Peçenekler, yenilmeleri sonucu otlaklarını (ve yurtlarını) onlara bırakıp batıya doğru çekilmeye başlayacaklardır Böylece Peçenekler'i biz, daha sonra doğu Avrupa'da, Kuzey Kafkaslar'da ve Hazarlar arasında yer almış göreceğiz Bu haberlerden anlaşılıyor ki, batıya gelen Oğuzlar, eski yakınları olan boylar ile birleşerek, kendilerine yurt bulmak üzere adları geçen boylara karşı mücadeleye girmişlerdir Bu bozkır mücadelesi, VIII yüzyıl sonları veya IX yüzyılın başlarında Oğuzlar'ın yeni yerlerine yerleşmesiyle bitmiştir Büyük bir kısmı Avrupa'ya doğru göçe başlayan Peçenekler'den, eski yerlerinde kalan az sayıdaki uruklar ise, yeni gelen Oğuz ulusu içine gireceklerdir Bunları, Oğuzlar'ın, sonraki 24'lü boy düzeninde buluyoruz

IX Yüzyılda

Bu yüzyıl sırasında, yine İrtiş ırmağı boyunda ve bugünkü Kazakistan'ın kuzeydoğu illerinde, fakat çok daha yayılmış olarak, büyük Kimek Devleti, varlığını sürdürdü İslâm coğrafyacılarının Orta Asya'dan ilk bilgileri derlediği sırada, Batı Türkistan'ın kuzeydoğusunda, henüz İslâm'ı kabul etmemiş bir çok Türk boyu göçerevli yaşıyordu Coğrafyacılar, Oğuzlar'ın (Guz) kuzey doğusundaki çok geniş bozkırda ve İrtiş ırmağı boyunda, Kimek adlı büyük bir Türk ulusunun bulunduğunu, onların batıda İtil veya Kama Irmağına değin uzanan yerleri, idareleri altında tuttuklarım belirtiyorlar Bu durumda, Türkistan'ın kuzeyinde, batıdan doğuya, sırasıyla Oğuz devleti, Kimek devleti ve Kırgız Beyliği'nin bulunduğu anlaşılıyor

Kuman-Kıpçak meselesi üzerine eğilenlerden Çek bilgini D A Rasovsky, bu IX ve X yüzyılda İrtiş ile Ural arasında yaşayan Kimek boyunun aslında Kuman olduğunu, bunların bir oymağını Kıpçaklar'ın teşkil ettiğini, X yüzyıldan başlayarak bu Kıpçak adının yavaş yavaş bütün Kimekler'e ad olduğunu ileri sürmüştü

X Yüzyılda

Onuncu yüzyılda, Batı Sibirya'nın Güney yarısında Kimek Hakanlığı, büyük bir ulus halinde hayatına devam ediyordu Ülkenin batı kesiminde Yayık (Ural) ırmağına değin uzanan yörede, birlikten bir boy olan Kıpçaklar yayılmışlardı Komşuları olarak doğuda Kırgızlar, güneydoğuda Karluklar, güneybatıda Oğuzlar bulunuyordu Kimek devletinin sınırları, yüzyılın ikinci yarısında, güneyde Seyhun boyundaki Savran kasabasına, batıda ise Ak İtil ırmağı kaynaklarına dayanmıştı

Yüzyılın başında kuzeydoğu Çin'den çıkmış olan bir Moğol boyu olan Kıtanlar (K'itan, Kıtay, Khitay) bir devlet kurdular (916) Bunun sonucu olarak, oradaki bazı Türk boyları, batıya çekilmeye başlamıştır Kıtan sürüleri, 924 yılında Selenge havzasını işgal ettiler ve Karabalık (Kara-Balasagun) kentine de girdiler Onların akınları sırasında, 840 yılından beri oralarda bulunan Kırgızlar da sürülüp atıldı Yukarı Kem (Yenisey) ve Kobdo yöresi bozkırına geçen Kırgızlar ise, oradaki Türk boylarını batıya sürdüler

Yüzyılın ortalarında, Kimekler'in batıya doğru yayılması sürüp gitti Batı kesimindeki boylar, Ural sıradağlarının güneybatı yöresine, Çim (Emba) ve Yayık (Ural) ırmakları vadilerine hakim oldular Bu arada Hazar denizi kıyısına da ulaştılar Coğrafyacı Istahrî'ye (933-51) göre, Kimek ile Guz (Oğuz) arasındaki sınırı İsil (Atıl, İtil?) ırmağı çizer

Son araştırmalara bakılırsa, X yüzyılda Orta Asya'daki Türk boyları şöyle dağılıyordu: En doğuda, Nanşan yöresinde Sarılar (Uygurlar), onların batısında Kaşgar'a değin uzanan alanda Karahanlılar Hakanlığı, Isık göl havzasında Türkmenler ve Karluklar, kuzeyde Altaylar'a varan yörede Kimekler, bunların doğusunda Kırgızlar, Kimekler'in batı kesiminde Tobol-İşim havzasında Kıpçaklar, onların güneyinde Ertiş-Seyhun-Yayık arasında Oğuzlar

Kimekler için bir bölüm ayrılmış bulunan Hudûdü'l-Âlem'de (982), onların hükümdarlarına “Hakan” denildiği belirtilir Bu kayıt, Kimekler'in bağımsız devletini ve bu devletin niteliğini açıkça göstermektedir

XI Yüzyılda

Güneybatıya sarkmaya devam eden Kimekler ve Kıpçaklar, yüzyılın başlarında Seyhun'un orta ve aşağı kıyılarına da hakim oldular Aşağı İrtiş-İşim Tobol havzasında bulunan Kıpçaklar, çoğalarak daha geniş bir alana yayılmışlardır Bu sıralarda batı komşuları Hazarlar içine girdikleri de düşünülebilir

Yüzyılın başlarında, Kıtanlar'ın batıya doğru akınları gelişmeye başlamıştır Bu sıralarda Kumanlar'ın ilk yurtlarından batıya doğru göçleri de, Kuzey Çin'deki Kıtan devleti'nin bu baskısına bağlanmaktadır Şerefüzzemân Tâhir Mervezî'nin (1120?) aktardığına göre, Kunlar, Kıtay (Kıtan)'dan korkarak göçtüler Arkadan gelen Kaylar, onları daha ileriye sürdü Onlar Sarı'yı (Uygur), onlar Türkmenler'i, onlar Oğuzlar'ı, onlar Peçenekler'i iterek yurtlarını aldılar, işte bu sıralarda, Aral Hazar bölgesindeki Peçenekler'in kuzeyinde Hazarlar, doğusunda Kıpçaklar, güneyinde Oğuzlar bulunuyordu İbnül-Esîr'de anlatılan, 1012-13'de Türklerin Çin'den çıkışı haberi de, yine bu Kun ve Sarıların (Uygur), Türkmen yurduna gelişi olmalıdır

Gerçekten, 1004 yılında Çin ile barış yapan Kıtanlar, önce Kore ve sonra Gobi üzerine döndüler Bu sonuncu bölgeden de, 1009 yılında Uygurlar üzerine yürüdüler ve onlardan Batı Kansu ile Kan-çou ve Su-çou kentlerini aldılar 1017 sırasında Kıtan sürüleri, Karahanlı Devleti sınırları içindeki Kaşgar bölgesi ile Isık Köl yöresine de girmişlerdir Çağın kaynaklarına bakılırsa, Kıtanlar, 300 bin çadır halkı halinde (toplamı belki iki milyona yakın nüfus) Karahanlı ülkesini istilaya başlamış oluyordu Bazı öncüleri ise, Isık Göl'ün batısında bulunan başkent Balasagun'a sekiz günlük yere yaklaşmışlardır, işte bu ağır akın ve istila, Orta Asya'daki Türk boyları arasında, yeniden büyük bir boylar göçü doğurdu Göçebe Kıtanlar'ın bütün varlıklarıyla, Türk boyları yurtlarına saldırışı, gerçekten ağır bunalıma yol açmış ve Türk boyları da birbirini yerlerinden sürerek, büyük bir göçe başlamışlardır

XI yüzyılın ilk yarısındaki büyük boylar göçü, Kimek ulusu üzerinde de kötü tesir bıraktı Boy birliğinde ağır bir bunalım doğdu ve birlik bozuldu Öyle anlaşılıyor ki, yüzyılın ortalarına doğru ülke içindeki karışıklıklar çoğaldı ve zayıflamış bulunan merkezî idareye karşı baş kaldırmalar arttı Öte yandan, büyük nüfusa sahip Kıpçaklar'ın, çevredeki boylar üzerinde hakimiyet kurmaya girişmesi, ayrıca bunlardan bir kısmının batıya doğru göçe başlaması, Kimek Devleti'ni çözmüş olmalıdır Boy birliğinin dağılışı ve merkezî idarenin çöküşü, o derecede anî ve kesin olmuştur ki, yüzyılın ikinci yarısında Kimek Devleti ve ulusunun adı bile unutulmaya başlamıştır Onun yerini, en kalabalık boy olarak Kıpçaklar aldı Bu son husus, yurtta kalan Kıpçakların, üstün sayılarıyla, belki de boy birliği idaresini ellerine geçirmeleri demek olabilir Kimek ülkesindeki bütün boylar da bu Kıpçaklara bağlanmıştır

Değerli eseri Dîvanü Lügati't-Türk'ü yüzyılın ikinci yarısı ortalarında bitiren, Karahanlı ülkesinden Kaşgarlı Mahmud, Kimeklerden hiç söz etmez Bu eserde, sadece, Kimek boy birliğinden olan ve yine İrtiş boyunda yaşayan Yimekler (Yemekler) tanıtılmış ve onların da Kıpçakların bir cifi (oymağı) olduğu belirtilmiştir Ancak Kaşgarlı, bu bilgiye hemen şunu da katmıştır: “Bizce onlar Kıfçak'tır, ama Kıfçak Türkleri, kendilerini ayrı sayarlar” Bu küçük açıklama, bazı mühim hususları akla getirmektedir: Kimek boy birliği, artık iyice dağılmış ve o toplayıcı ad unutulmuştur Birlikten belki sadece Kıpçaklar ile Yimekler yerlerinde kalmışlardır Pek kalabalık olan Kıpçaklar ise, kendilerini ayrı, belki de üstün saymaktadırlar

Kimek ulusu, benzerlerinde olduğu gibi, bir çok Türk boyunun birleşmesinden ortaya çıkmış idi XI yüzyılın ortalarında olan dağılma sonunda, bu birliğin boylarından bazılarını, ya tek başına kalmış veya başka boy birlikleri içine girmiş bulmaktayız

Birliğin en kalabalık boyu olan Kıpçaklar, Batı Sibirya bozkırı ile Hazar Denizi kuzeyinde yayılmışlardı Bunlardan bir kısmı, Kumanlar ile birlikte orta Avrupa'ya doğru uzandı Ve orada yeni bir boy birliği devleti kurdu Kendi alanlarında kalanlar ise, XV yüzyılda yeni etnik toplumlar kurulana değin, varlıklarını sürdürdüler

Kimeklerin durumu da, Kıpçaklarınki gibi oldu Bir kısmı yerlerinde kalırken, bir kısmı Kıpçaklar yanında Doğu Avrupa'ya geçti Muhammed Nesevî'nin (1241) verdiği bir malumatta, Yimeklerin XII yüzyılda Seyhun boyuna indiklerini ve oralarda Harezmşahlar Devleti hizmetine girdiklerini öğreniyoruz Bu devletin bazı askerî sefer ve başarılarında, büyük rol oynamışlardır Avrupa'ya giden Yimeklerden bir bölüğünü daha sonra, XIV yüzyıl başlarına ait bir başka bilgiye göre, Altınordu Devleti'ndeki Kıpçaklar arasında buluyoruz

Birlikten başka bir boy olan Bayandurlar, galiba çok kalabalık ve yaygın değil idiler Bunlar, sadece Oğuz ulusu içine girdiler Daha sonra Türkiye'ye doğru akan Oğuzlar arasındaki Bayandurlardan Akkoyunlu soyu, XV yüzyıl başlarında, Doğu Anadolu ve Azerbaycan'ı içine alan bir devlet kuracaktır

Kimek boy birliğinin öteki boylarının, dağılıştan sonraki durumu üzerinde şimdilik bilgimiz yoktur XIX yüzyıl ile XX yüzyıl başında Orta Asya'da yaşayan Türk boyları ve urukları arasında, Kimek boy adına rastlamıyoruz

Kaynaklarımızdan anlaşıldığına göre Kimek ülkesi, Batı Sibirya ovası içinde kalan, geniş bir bozkır alanı idi

Ülkenin asıl merkezini, İrtiş'in orta boyu teşkil etmekteydi Birlikteki boyların nüfusu arttıkça ve bunlar da yayıldıkça, sınırlar genişlemiştir Bu Türk ülkesinin sınırlarını belirleyen bazı bilgileri, İslâm coğrafyacılarının küçük kayıtlarında buluyoruz Coğrafyacı Muhammed el-Mukaddesî, X yüzyılda Güneybatı sınırının Seyhun havzasındaki Sabrân ile Şağlcan kasabaları yakınlarından geçtiğini söyler Bunlardan Savran (Sabran), Oğuz (Guz) ve Kimek yurtları sınırına bakan bir kasabadır Şağlcan ise, Kimek ülkesi sınırında, etrafı sur ile çevrili büyük ve zengin bir kasabadır İbn Havkal'ın kayıtlarından da, bu sınırın, Batıda Ak-İtil ırmağı başlarına uzandığı sanılıyor

Kaynaklarımızın çeşitli haberlerinden, Kimek ülkesinin komşularını da öğrenebiliyoruz Bunlara göre, ülkenin doğusunda Kırgızlar (Kırgız Begliği) vardı Onların bugünkü Altaylar ile daha doğusunda bulundukları biliniyor Batıda Peçenekler yaşıyordu Hudhüdü'l-Alem'de (982), bu Peçenek yurdunun her haliyle Kimeklerinkine benzediği belirtilmiştir Peçeneklerin yerini, sonradan Oğuzlar (Oğuz Devleti) aldılar

Güneydoğudaki Tokuz-Oğuzlar ile aralarında, bir bozkır (sahra) uzanırdı Yine güneyde Kara İrtiş yöresinde, muhtemelen Oğraklar bulunmaktaydı Güneybatı yönündeki alanda ise, Karluklar, Türkmenler ve Oğuzlar yayılmışlardı

Kimek ulusunu, kaynakların açıkça anlattığı gibi, bir boy birliği teşkil ediyordu Bu kuruluşta, onların bir çok boy ve uruktan meydana geldiği muhakkaktır Ancak, Kimek ulusundaki boy düzenini, bütün bölüntülerin adlarını ve sayısını hiç bir kaynakta bulamıyoruz Hudûd'a (982) göre, Kimek ülkesi, on bir (bir de Hakan bölgesi varsa, on iki) bölge (İl)'den kurulmuş idi Bunların her biri, ulusu meydana getiren boylara ait ise, düzende o sayıda büyük boy bulunuyor demek olmalıdır Halbuki, Gerdizî (1050), muhakkak daha eski bir kaynaktan aktardığı Kimek destanında, yedi boyun adını vermiştir Bu iki kaydı birleştirirsek, Kimek boy birliğinin, başlangıçta yedi boy ile kurulduğunu, sonraki katılmalar ile bunun on ikiye çıktığını düşünebiliriz

Gerdizî'nin aktardığı destana göre, hepsi kişi adı kökünden olan boy adları şöyledir: İmi-Eymi-İmey, İmek-Emek (Yimek), Tatar, Balandur (Bayandur), Khıfçak (Kıpçak), Lankaz-Lanıkaz, Aclad (?)

Uzun süre birlik içinde kalan Kıpçaklar, sonraları Batı Sibirya'dan Orta Avrupa'ya uzanan pek geniş bozkırların hakimi olmuşlardır Onların Kumanlar ile ayrı bir boy birliği devleti de kurduklarını biliyoruz Altınordu öncesi ve sonrası etnik kuruluşların içinde bu boyun büyük yeri vardır

Haklarında az bilgimiz olan Yimekleri, Kaşgarlı Mahmud Beg tanıyordu Birlik dağıldıktan sonra bir kısmı Seyhun boyuna inmişler, bir kısmı da Altınordu'daki Kıpçaklar içinde görülmüşlerdir

Kimek boy birliğine, sonradan hangi boyların katılmış olabileceğini açıkça bilemiyoruz Bununla birlikte, Kimek ülkesindeki üç bölgeden birinin adı olan “Kırkızhan” dikkate alınırsa, birliğe bir Kırgız boyunun da katılmış olduğu anlaşılıyor Oğuzlar'a komşu bölgede yaşayan ve sonraları Kıpçaklar ile birlikte bulunduğu görülen Kanglı boyu da, bu birliğe katılmış olabilir Nitekim yurtları, Kıpçaklarınkine pek yakın idi

Kimeklerin, VIII yüzyılın ortalarında, Doğu Göktürk ve Türgiş devletlerinin tarih sahnesinden çekilmeleri üzerine bağımsızlıklarını ilân eden öteki Türk boyları gibi, bir devlet kurduklarını biliyoruz Ancak, bu devlet ne nitelikte idi? Çünkü Türk ilk çağı boyunca, Türkler'de iki türde devlet yapısı görülmüştür

Bunlardan birincisi, bir-iki boydan kurulan “boy begliği”; ötekisi, büyük boylar birliğiyle oluşan “hakanlı devlet” yüksekliğinde idi Bu ikincisi, pek çok büyük boyun katılmasıyla, geniş bir alana hükmeden ve idaresi aristokrat nitelikte tek bir soya dayalı devlettir Devlet özelliği bakımından daha köklü, daha geniş teşkilatlı ve daha büyüktür

Kaynaklarımızdan Ali el-Mes'ûdî, “Murûc” (943) ile “Tenbîh” (956) adlı eserlerinde, onlardan “Kimek Yabguluğu” olarak söz etmiştir Aynı yüzyılda ve bu devlete daha yakın yerde yazılmış “Hudûd”da (982), Kimek hükümdarının unvanı, “Hakan” olarak verilmiştir Gerdîzî (1050) ise, herhalde eski bir kaynaktan alarak, başbuğlarına “Baygu” (Yabgu) unvanını veriyor Bu kayıtlara bakılırsa, ister Yabgu, ister Hakan olsun, ikisi de Kimekler'in Hakanlı devlet düzenine sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır

O halde, özet olarak, Kimek devlet yapısı, Hakanlık derecesindedir Bir çok büyük boyun birliğinden kurulmuştur Devlet idaresi aristokrat nitelikte ve Hakan soyu elindedir Bu büyük devlet, göçerevli, hayvan besleyici boyların iktisadını ve hukukunu ön planda tutar Bölgelerde, Hakan soyundan kişiler veya birliği oluşturan boyların beyleri hakimdir

Kimek Devleti'nin devlet teşkilatını, bize, kısaca Hudûd tanıtıyor Verdiği bilgiye göre, ülkenin başında “Hakan” unvanlı bir hükümdar bulunuyordu Onun idaresi altındaki ülke, on bir (belki kendisininki ile on iki) il'e ayrılmıştır Her ili kendi hâkimi idare etmesiyle, illerde on bir “âmil” vardır Bu orun, idarecinin kendi soyuna mahsustur Yeri, çocuklarına veraset yoluyla verilir Her il'in de kendi içinde boy ve uruklara ayrılmış bulunacağı da düşünülebilir

Kaynaklarda geçen bazı unvanlardan, Kimek Devleti'nin üst orunları hakkında bilgi edinebiliyoruz Bu unvanları, zaten ilk ortaçağdaki Türk devletlerinde de bulmaktayız Unvanların başında “Hakan” geliyor Eski ve asıl şekli “Kağan” olan bu unvan, bağımsız devlet başkanına verilirdi Hakan'ın saraydaki eşi olan kadın (hatun, katun), ilk çağlardan beri, bütün Türk devletlerinde kullanılmıştır “Yabgu” (Kimek destanı vb) ve “Şad” (Kimek destanı) unvanları, oldukça eski bir geçmişin eseri olarak, Hakan'ın yakınlarına, kendi idaresindeki ülkenin bir bölümünü idare etmek üzere verdiği bir vazife unvanı idi Ancak bunlar, yer ve zamana göre, biri önde, öteki arkada tutulmuştur Yüksek seviyedeki başka bir unvan da “Tutug”dur (bir okuyuşa göre: Totok) (Kimek destanı ve Mücmelü't-Tevarih) Bu, bir bölgenin askerî-mülkî idarecisine verilirdi

Kimekler, gerek kaynaklarındaki bilgilerden ve gerek günümüze kalan dil kalıntılarından açıkça anlaşıldığı üzere, Türk diliyle konuşuyorlardı Elimizdeki dil kalıntıları dikkatle incelenince, Kimek Türkçesi'nde iki ağız bulunduğu da ortaya çıkıyor Ülke nüfusunun büyük kısmı, komşu Oğuzlar ile birlikte Ana-Türkçe (Y-Türkçesi) konuşmakta idi En kuzey batıda bulunan bir kısım Kıpçaklar ile bir kısım Yimekler ise, Bulgar Türçesi (S-Türkçesi) tesirinde bir ağza sahip idiler

İlk çağlar boyunca, bütün Türk devlet ve boylarında olduğu gibi, Kimekler'de de Kamlık (Şamanizm) dini hakim bulunuyordu Onların Gök'e (Tanrı'ya) taptıkları, atalar ruhuna ve ateşe de büyük saygı gösterdikleri biliniyor Kimeklerde “Su kültü” bulunduğu, Gerdizî'nin aktardığı Kimek destanından ortaya çıkıyor İshak ibn el-Hüseyin'in (XI yy) yazdığına göre de Kimekler, ölen kişilerin cesetlerini yakarlar ve küllerini büyük akarsulara (İrtiş ırmağına) dökerlermiş Ünlü Arap gezgini, Ebu Dulaf (Mis'ar b Muhalhil, 941) Kimeklerde bir Yada taşı bulunduğunu haber veriyor

Kimek ocaklarında (âile), ataerkil hakimiyet vardı Bu, ilk çağdan gelen bütün Türk boylarında böyledir

Onlarda, hayat tarzlarından, başlıca iki unsurun hakim bulunduğu anlaşılıyor Nüfusun büyük çoğunluğu, göçerevli bir hayat tarzı sürdürürdü Kuzey kesimindeki ormanlık yerlerde yaşayan Kimekler, oldukça yerleşik bir yaşayışa sahip idiler Sayıca çok az olan bu oturaklar, daha çok, avcılık ile geçinirlerdi Bu oturaklar dışındakiler, hayvan besleyiciliği (çobanlık) ile meşgul olurlar, geçimlerini bunların ürünleriyle sağlarlardı O halde Kimek Devleti'nin asıl iktisadî yapısı, bu hayvan besleyiciliğine ve onlardan alınmış ürünlere dayanmaktaydı Geçimlerinin bir yolunun da avcılık olduğu bilinmektedir Kimekler samur (semmûr), kakım ve sincap gibi kürklü hayvanları avlarlardı Onların kışın karlı günlerinde, kürk hayvanı avına çıktıklarını, Mervezî anlatır Avcılık, yerleşik Kimeklerde asıl geçim, göçer evlilerde ise yardımcı meşguliyet olarak kabul edilmişti Ocakların bütün servetlerini, büyük hayvan sürüleri teşkil ederdi Besledikleri ve ürettikleri hayvanların başında, at, sığır ve koyun gelirdi Gerdîzî'nin anlattığına göre, İrtiş ırmağının yukarı boyunda, binlerce vahşi at bulunuyordu Kimekler, kementler ile bu atlardan yakalar ve ehlileştirirlerdi Yine bu kaynak, onlarda deve bulunmadığını, getirilse bile çok yaşamadığını belirtir

Göçerevli Kimeklerin besledikleri büyük sayıdaki hayvanları, kışın, kendi sert iklimlerinde korumaları çok güç olurdu Oğuzlar ile iyi anlaştıkları yıllarda, kış şiddetli olunca,hayvan sürülerini alır, Oğuzların yaylalarına geçerlerdi Sert soğuklarda bineklerini ***ürdükleri bir bölge, Oğuz yurduna yakın Ak tag (Ök tag) idi

Göçerevli Kimekler, hayvan besleyicisi olmaları dolayısıyla, yılı, yaylak ve kışlak denilen belli iki yöre arasında, yarı göçebe geçirirlerdi Yazın yaylakta otlaklarda, sulak yerlerde ve çayırlarda dolaşırlardı Bu hayat tarzının bir gereği olarak, büyük çadırlar altında barınırlardı Keçeden yapılmış büyük otağlardan, küçük çadırlara kadar, değişik barınakları vardı Kışın karlı günlerini, soğuktan korunabilen vadi ve su kenarlarındaki kışlaklarında geçirirlerdi Orada toprak altında, ağaçtan su hazneleri yapmışlardı Soğuğun şiddetlendiği günlerde sular donunca, kendileri ve hayvanlar, bunlardan yararlanırdı

Hudûd yazarı, Kimekler ile Kırgızlarda giyimin tamamen aynı olduğunu belirtir Bu tarz giyimin, zaten göçerevli yaşayışın gerektirdiği hususlara uygun birimlerden oluştuğuna göre, eş olması çok tabiidir Karda, Kimeklerin kayak kullandıkları da belirtilir

Kimeklerin yiyeceklerinin başında, hayvanlardan elde ettikleri besinler gelirdi Bol miktarda koyun, sığır ve at eti yerler, sütlerini de içerlerdi Yaylakta semirmiş hayvanların eti ve sütü, en iyi gıdadır Etler kurutulup saklanarak kışın da yenirdi Bu et kurutma usulü, bugün bizde de yapılan “pastırma” biçiminde olmalıdır İçecekleri arasında süt ve bundan yapılmış olan besinler vardı Kimekler, at sütü de içerler ve bundan hazırladıkları mayalı içkiye de “kımız” derlerdi Kımız, besin değeri yüksek bir içkidir

Kimekler'in, başta komşuları olmak üzere, birçok millet ile alış-veriş yaptıkları anlaşılıyor Çevre ülkeler ile canlı hayvan ve ürünleri (et, deri, yapağı, halı, dokuma vb) üzerine ticaret yapılırdı Ayrıca, avladıkları kürklü hayvanların postlarını da ihraç ederlerdi Bunlara karşılık, dışarıdan, başka ihtiyaç maddeleri alırlardı Ticarette paradan çok, değiş-tokuşun esas alındığı düşünülebilir İslâm tüccarlarının Oğuz, Kimek ve Kırgız illeri gibi ana yollar dışında kalmış olan Türk yurtlarında, toplu halde, çetin yollarda aylarca dolaşarak ticaret yaptıklarını, pazar açtıklarını biliyoruz İslâm coğrafyacılarının haber kaynağı olan bu tacirlerin, güvenlik içinde dolaşmaları da ayrıca dikkate değer bir husustur Gerdizî ile Mervezî, Kimek ülkesinde tuz bulunmadığını, bunu dışarıdan temin ettiklerini belirtirler Bu madde, onlar için o derecede değerli idi ki, samur kürk ile değiştirmeye razı oluyorlardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Tabgaç Devleti (Tabgaçlar)

IV yüzyıl sonlarına doğru, Kuzey Çinde, kudretli bir siyasî teşekkül meydana getiren, Çinlilerin To-ba dedikleri topluluğu, Türkler, “Tabgaç” diye anmışlardır Orhun kitabelerinde sık sık adı geçen ve Göktürk yolu ile Bizans kaynaklarına da intikal eden Taugast ( = Tabgaç) kelimesi, “Çin” manasına da alınmıştır Çünkü Göktürklerin ilk zamanlarında, Türklerce “büyük” tanınan bu sülale, Çinde hüküm sürmekte idi
Aslında Türkçe olup, “ulu, muhterem, saygıdeğer” manâsını ifade eden Tabgaç tabiri, bazı Karahanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Tafgaç, Tamgaç) kullanılmıştır Kaşgarlı Mahmudun, Türklerden bir bölük olduğunu kaydettiği Tabgaçlar, Çin yıllıklarına göre Asya Hunlarından bir kısımdır Sülalenin resmî tarihinde (Wei-shu) de Mete Han, eski To-ba (Tabgaç) hükümdarı olarak gösterilmiştir

Ayrıca Tabgaçların örf-adet ve geleneklerinden çoğu; Kurt efsanesi, mağara, dağ, orman kültleri, göç efsanesi vb Türklerle ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliler vardır: Bitegçin (Bitikçi, kâtip, hariciye nazırı), kapugçin (kapıcı, hacib), atlaçın (atlı, süvari birliği), tabagaçın (yaya, piyade birliği), kurakçın (koruyucu, muhafız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), aşçın (aşçı, matbahçı başı), törü (kanun töre) vb Çin kaynaklarında geçen bu kelime ve tabirler, aynı zamanda, Tabgaçların devlet idaresi ve ordu kuruluşları hakkında da bilgi verir durumdadır

Bununla beraber, bu Türk devletinde, oldukça büyük ölçüde, Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor Araştırmalarda, Tabgaçlara bağlı kabilelerden, kimlikleri tespit edilebilenlerin yarısından fazlasının Moğol menşeli olduğu neticesine varılmıştır Ancak Moğollar, diğer Çinli halk ile birlikte şüphesiz tebaa durumundadır

Çinlilerin “Wei” adını verdikleri bu sülalenin kurucusu olarak bilinen Şa-mo Handan itibaren, 70 yıl kadar uğraşarak Ta-tong bölgesindeki mahalli hükümetçikleri idareleri altına alan Tabgaçların, büyük devlet halinde gelişmesi Kuei zamanında (385-409), verimli topraklara sahip Doğu Çinin Hsien-pilerden (Siyenpi) zapt edilmesi ile (409) olmuştur Başkenti Ping-Çeng şehri (kuzey Şan-side Tai bölgesinde) olan devlet, bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğinin güneyine kadar uzanmıştı

Kuzey istikametinde, kudretli bir siyasî teşekkül halinde beliren Hyen-bilerin (Hsien-pi) varisi, Moğol menşeli, Juan-Juanlar yüzünden, ciddî bir genişleme olamıyordu İki devlet arasında, bazen çok şiddetli mücadele, 150 yıl kadar sürmüştür

Hükümdar Sseuden (409-423) sonra, Çinin başkentleri Lo-yang ve Chaang-anı (bugün Si-gan-fu) ele geçirerek, hakimiyetini Sarı Irmak bölgesine yayan ve bütün Kuzey Çini tek idarede birleştiren büyük hükümdar Ta-o (Tai-wu) devrinde (424-452), Tabgaç Devleti, en parlak çağını yaşadı

427de Hun Hia krallığını alan ve Juan-juanları mağlup ederek, bugünkü İç Moğolistanı istila eden (436) Tai-wu, 439da Kansudaki son Hun Krallığını (Pei-Liang) ortadan kaldırdıktan sonra, İç Asyaya yönelerek Karaşar, Kuça şehirlerini himayesine bağladı (448) Böylece, ünlü ipek yolu güzergâhı, tekrar Türk hakimiyetine girmiş oldu Tai-wu, Çin askerinin “taydan ve düveden farksız” olduğunu söylüyor ve kendisi “Börü” (= Kurt, Çince şekli Fo-li) lakabını taşıyordu

İmparatorluk merkezini, Türk hayat şartlarına oldukça uygun gelen bozkır bölgesinde (kuzey Şan-si) tutan Tai-wu, o sıralarda Çinde yayılmakta olan Budizmin, Türkler arasında nüfuz kazanmasını önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bile, Budistlerin dini faaliyetlerini kontrol ediyordu Tapınaklarda âyinler dışında din propagandasını yasaklayan bir emirname çıkarmış (438) ve 446da emre riayet etmeyenlerin şiddetle takibini emretmişti Tai-wunun Türk bünyesini ve seciyesini, Budizmin bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumunun manâ ve değeri, daha sonra anlaşıldı

Tedbirlerin ehemmiyetini fark edemeyen halefleri zamanında, hattâ Budizmin himayesi cihetine gidildi İmparator Siun (452-465) ile gelişmeğe başlayan bu durum, daha sonra büsbütün hızlanarak, Tabgaç topluluğunun Çinlileşmesine zemin hazırladı 493te, başkenti, bozkır bölgesinden eski Çin merkezi Lo-yanga nakleden İmparator Hong (471-499), Türk töresine karşı ağırlık verdiği soysuzlaşmayı, 495 yılında Türk örf, adet ve geleneklerini, Tabgaç dilini ve hattâ yazışmalarda Türkçe tabirlerin kullanılmasını yasaklamakla tamamladı

Buna karşı çeyrek asır kadar devam eden tepkiler, bastırıldı Kiaodan (499-517) sonra idareyi devralan imparatoriçe Hu (ölm 528), Budizme o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki “dindaşları” ile de ilgileniyordu 520ye doğru Hindistanda Ak Hun İmparatorluğu hükümdarı Mihiragulayı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli Budist rahip, bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu Tabiatıyla, Tabgaç iktidarı da gittikçe gücünden kaybetmekte idi Devlet, 535e doğru Kuzey (Taide) ve Batı (Chaang-anda) Weileri adı ile ikiye ayrıldı ve aralarında mücadele başladı Kısa zaman sonra, bütün arazileri, Çinli hanedanlara intikal etti (550-556)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Doğu Türkistan Uygur Devleti

İç Asyaya doğru göçen Uygurlar'ın başında, Vu-hi Teginin kardeşi, Ngo-nie Tegin bulunuyordu Kendisi 13 Uygur kabile birliğinin son “kağan”ı (846-948) kabul edilmektedir Batıya gelen Uygur kolu, Tanrı Dağları, Beş-balık, Turfan taraflarına yerleşerek, 840da Kara-Balasagunda istilacılar eli ile öldürülen Uygur hakanının yeğeni, Mengliyi “kağan” (Ulug Tangride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge) seçtiler (856) Tibetlilerin hücumuna karşı, nüfuzu altında tutmak istediği bu bölgede, kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur Devletini derhal tanıdı 873e doğru “kağan”ın Buku Cin olması muhtemeldir
Tanglar, ismen de olsa, kendilerine bağlı ve siyasetlerine uygun bir tutum içinde bulunan bu Uygur devletinin, meşru Çin idaresine isyan eden Turfan, Beş-balık askerî valilerini ortadan kaldırarak Hamiye kadar hakimiyet kurmalarına şüphesiz müdahale etmiyorlardı Bu suretle, siyasî nüfuzu gittikçe artan ve İç-Asyanın ticaret yolları üzerinde olması ile de iktisaden gelişen Uygur Devleti, aynı zamanda Manihaizmin bölgede yayılmasına vasıta oluyordu Nitekim Tangların yıkılışı sırasında Tun-huang askeri bölgesini işgal eden Çinli kumandan, muhtar “devlet”ini kurarken “Beyaz elbise giyen Gök-oğlu” lakabını almıştı (Maniheistler beyaz giyiyorlardı) Fakat bilindiği gibi, Kan-çou Uygurları bu muhtar “devlet”e son vermişler (911), bu tarihten itibaren Doğu Türkistan Uygur Devleti de müstakil olmuştu

Bundan sonra, güneyde Tibet, Batı Türkistanda Karluk bölgesi ile sınırlı ve başlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş-balık, Kuça, Hami (Urumçi) olan ülkelerini müdafaa ile yetinerek sanat, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur Devleti ile ilgili siyasi hadiseler hakkında, fazla bilgi görülmüyor Ancak, 947de başkentin Hoço (Doğu Türkistanda Kara-hoca = Kao-Cheng) şehri ve yazlık merkezin de Beş-balık (Pei-ting) olduğu ve “Gün Ay Tangride Kut Bulmış, Ulug kut onanmış, alpın, erdemin, il tutmuş Alp Arslan Kutlug Kül Bilge Tangri Han”ın devleti idare ettiği biliniyor Uygur hükümdarlarına “ıduk-kut” lakabı verilmiş ve başkent Iduk-kut (İdi-kut) şehri diye anılmıştır

Uygurlar hakkında en ilgi çekici bilgiye, Çindeki Kuzey Sung imparatoru tarafından, 981de Kara-hoçaya elçi olarak gönderilen Wang-ye tönün seyahat notlarında tesadüf edilmektedir ki, kültür tarihi bakımından büyük değer taşır

Doğu Türkistan Uygur Devletinde, doğu Uygur kolunda olduğu gibi, Budizm çok yayılmış, hatta Manihaizmden üstün bir mahiyet almış, bunun yanında Nesturî Hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere İslamiyet, tesirlerini göstermiştir Müslüman-Türk Karahanlılar, Kaşgarlı Mahmudun eserinde (1074) “kâfir” diye bahsedilen Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur ülkesinde, İslamiyet'i yaymağa çalışıyorlardı Sonra, İslamiyet, Çine Uygurlar vasıtası ile girdiği için, oradaki ilk Müslüman Çinlilere Huei-ho (Uygur) denilmiştir

Doğu Türkistan Uygur Devleti, 1209da Cengiz Hana bağlandığı zaman, o tarihe kadar Kara-Hitaylara tabi durumunda olan Iduk-kut Barçuk Art-Tegin bulunuyordu İslam kaynaklarında daima “Dokuz-oğuz” diye bahsedilen Uygurların hakimiyeti, fiilen sona ermekle beraber, Moğollar tabiiyetinde olarak Uygur sülalesi, İduk-kut unvanı ile, Çinde Ming devrinin başlarına, son Uygur İdi-kutu Ho-şang, Ming sülalesi kurucusuna teslim oluncaya kadar (1368) devam ettiği gibi, birçok Uygur, Cengiz Moğolları devletinde yüksek idari vazife almış ve Uygur medeni tesirleri Asyanın doğusu ve batısında asırlarca hissedilmiştir

Kan-çou Uygur Devleti

Bir kısım soydaşlarının aşağı yukarı 150 yıldan beri sakin bulunduğu Kan-su bölgesine gelerek, buranın merkezi Kan-çouda yerleşen Uygurlar, Çin ile daha ziyade ticari faaliyetler üzerine kurulu iyi münasebetlerini, imparatorların kızları ile Uygur prenslerinin evlendirilmeleri gibi akrabalık bağları ile de sağlamlaştırmışlardır Ancak Tang sülalesine karşı isyanların arttığı 10 asır başlarında Kan-su Uygurları, bağlı oldukları ve merkezi Tun-Huang (ünlü Bin-Buda mağaralarının bulunduğu yer) olan Çin askerî bölgesi ile ilgilerini kestiler Burada 905 yılında, muhtar bir “devlet” kuran bir asi general, “Batı Hanlarının Altın-dağ Krallığı” adını verdiği bu devlete, Uygurları tabi tutmak istemiş, fakat Kan-çou Uygurları tarafından gönderilen Tegin adlı kumandanın idaresindeki ordu, Tun-huangı kuşatarak halkı, “kral”ı teslim etmeğe zorlamıştı (911) ki, bu hadise üzerine Uygurların batı kolu da istiklal kazanmıştır

Kan-Çou ve Tun-huang Uygurları, büyük bir askeri kudret gösterememişler, bu sebeple de haklarında fazla bilgi mevcut olmamıştır 10 asrın başından itibaren Mançurya ve Kore kabilelerini toplayarak kuzeyde bir baskı unsuru halinde beliren ve bilhassa “5 Sülale” devrinde Çinin bazı kısımlarını ele geçiren Kitanlar, nihayet bir hanedan (Liao Sülalesi, 907-1211) kurarak Kuzey Çinde hükümran oldukları zaman, Uygur Devleti de onların (940tan sonra) ve daha sonra 1028lerde Tangutların nüfuzu altına girdi 1226da da Cengiz Moğollarının tahakkümü altına düştü Kan-çou Uygurları, daha o sıralardan beri “Sarı Uygurlar” diye bilinen Türk kavmidir ki, hâlâ batı Çin sahasında yaşamaktadırlar

Türgiş Devleti (Türgişler)

Adlarının “Türk+ş” şeklinde gelişmiş olduğu bildirilen Türgişler, Talas - Çu - İli - Isık Göl sahasında oturuyor ve Batı Göktürkler'in (On-Oklar) To-lu kolunun bir kısmını teşkil ediyorlardı Çin kaynaklarında, ilk defa 651 hadiseleri ile ilgili olarak zikredilen Türgişler (To-ki-şi), şüphesiz Göktürk Hakanlığı'nın kuruluşundan önceki devirlerden beri burada bulunuyorlardı, zira İstemi Kağan, 552de Türgişlerin de dahil olduğu On-Okların başına “yabgu” tayin edilmişti 630u takip eden yıllarda Türgişlerin, diğer Türk toplulukları gibi, teşkilatlı bir mukavemet unsuru halinde ortaya çıktıkları anlaşılıyor
İlk Türgiş şefi olarak görünen, Baga Tarkan unvanlı U-çe-le, başlangıçta bağlı bulunduğu tayinli (bağımlı bulunulan devlet, yani Çin tarafından atanmış) Batı Gök-Türk Kağanının idaresizliğinden faydalanarak, etrafına kuvvetler topladı Kısa zamanda her birinin 7 biner askeri olan, 20 başbuğlu bir ordu kurmağa muvaffak oldu Çu vadisinin kuzey-batı ucunda bulunan merkezini, kuzey-doğuya nakletti Böylece, biri Çu üzerinde, öteki İlinin kuzeyinde, iki merkeze sahip oldu Çu bölgesinden başka, Turan ve Kuca “eyalet”lerine kadar hakimiyetini genişletti, durumun zayıfladığını görerek, ülkesini bırakıp Çin başkentine giden tayinli “kağan”ın ayrılmasından sonra, hemen bütün On-ok sahasını kendi idaresine aldı Fakat, iktidarının bu sağlam devrinde (7 asrın sonlarında doğru), Kapagan Kağan idaresinde haşmetli çağını yaşayan Göktürkleri durdurmak maksadı ile Kırgızlar ve Çin ile işbirliği yapması, iyi netice vermedi

Göktürk aleyhtarı üçlü ittifakın bir üyesi olduğu için üzerine yürüyen Tonyukuk tarafından mağlup ve esir edildi (698, Bolçu savaşı) On ok sahası, Göktürk hakanlığına bağlandı U-çe-lenin oğlu So-ko da merkeze itaatsizlik gösterdiği, Çin ile münasebet kurduğu için bu defa Kül Tigin ve Bilgenin iştiraki ile, Kapagan Kağan tarafından, 711de Bolçu yakınında hezimete uğratıldı ve telef edildi Savaşın sebebi olarak Çin kaynaklarında bildirilen, Türgiş arazisinin paylaşılması sırasında çıkan anlaşmazlık ve kitabelerde “Kara-Türgiş” halkının itaate alındığının kaydedilmesi, Türgiş hanlığında bir bölünmenin vukua gelmediğini göstermektedir So-koya bağlı Kara-Türgişlerin mağlup edildiği, fakat, So-onun küçük kardeşi, Çe-muya bağlı grubun (herhalde Sarı Türgiş) mücadeleye katılmadığı anlaşılıyor

Kapaganın şiddeti yüzünden, karışıklık ve isyan hareketlerinin arttığı yıllarda, Çinin hiç eksilmeyen kışkırtmaları neticesinde yine Türgişlerle uğraşmak zorunda kalındı 712 veya 713te Kül Tigin tarafından idare edilen ve Göktürkler için elverişsiz şartlara rağmen başarı ile sona eren bir Kara-Türgiş seferinden sonra, Türgişler Su-lu-çur adlı başbuğu “kağan” seçtiler (717) ki, Çin haberlerine göre Türk uruglarından mühim bir kısım, Bilgeden ayrılarak, yeni Türgiş hakanının hizmetine girmiştir

Başkenti, Talasın kuzey-batısında, Balasagun şehri olarak, uzunca süren hükümdarlığı zamanında Su-lu, Maveraünnehirden doğuya Arap ilerlemesini durdurarak Orta Asya Türk halkının “Arap tebaası” olmasını engelleyen ve üzerinde Türklerin tarihi hak sahibi bulunduğu Maveraünnehiri yine Türk eline almağa çalışan bir hakan olarak görünür

Araplarla bu mücadele devrinde, Arap ordularına karşı çıkanların hepsi, İslam kaynaklarında “Türk” olarak belirtilmektedir Büyük mücadelede, şüphesiz bu bölgenin ve Seyhun ötesi Türk ülkelerinin, meşhur İç-Asya kervan yolu üzerinde yer almaları dolayısıyla, iktisadi ehemmiyeti de rol oynuyordu Halife Ömer b Abdülaziz (717-720) tarafından tayin edilen ilk vali El-Cerrah b Abdullahın, Seyhun ötesinde giriştiği ilerleme teşebbüsünün, kumandanı durdurup muhasara ederek, Arap kuvvetlerini geri atacak şekilde gelişen Türk mukavemeti karşısında sarsılması, Emevileri, aradaki Türk engelini kaldırmak için, Çin ile temaslar kurmağa sevk etmiş, bu maksatla şüphesiz Arapların müsaadesi ve teşviki ile, gerek Maveraünnehir hükümdarlarından, gerek doğrudan doğruya Araplardan heyetler gönderilmiş ise de, hiçbir netice elde edilememişti Çünkü, Arap ordularının, Seyhun ötesine geçmeleri ile aynı zamanda (719) başlayan, Çinin, batıya doğru Göktürk hakanlığının akamete uğrattığı genişleme siyaseti, bu defa Türgiş duvarına çarpma tehlikesi ile karşılaşmakta idi

Çinin şimdilik “durumu idare” yoluna girmesi dolayısıyla da kendilerini serbest hisseden Türgişler, batıda faaliyete geçtiler Bunun üzerine Maveraünnehirde başlayan Arap aleyhtarı hareketler, Türgiş baskısına iyiden iyiye yardımcı oluyordu Seyhunu aşarak Maveraünnehire giren Türk ordusu kumandanı Kül-çur, Semerkand yakınına kadar sokularak, ilk büyük başarıyı kazandı Başında, yeni kumandan Said b Abdülazizin bulunduğu Arap kuvvetlerini mağlup ve kumandanını bir müddet çember içinde tuttu (721) Bu vali değiştirildi Yerine gelen el-Haraşî (721 sonbaharı) şiddet oyununa başvurup, yerlerini terk eden halkı Hocand (Hocend) bölgesinde teslim olmaya zorlayarak hepsini öldürttüğü için, canlarını kurtarabilenler, kütleler halinde, Türgişlere sığınıyorlardı

Maverannehirde, tam bir ihtilal havası esmekte idi Halife Hişam (724-743), bu valiyi de azlederek, yerine Müslim b Saidi getirdi (724 başları) Arap askeri kuvvetleri arasında da ihtilaf baş göstermiş ve Yemenli kuvvetler, tedip edilmişlerdi Ferganaya yürümek üzere Müslim b Said idaresinde, Seyhunu geçen Arap ordusuna karşı, bizzat Hakan Su-lu çıktı Ordusuna ricat emri veren Müslim, susuz yollardan, aralıksız ve cebri yürüyüş ile 11 gün çekildi ve taşıyamadıkları için bütün ağırlıklarını yakmaya mecbur kaldıktan sonra, Seyhun kıyısında, Türgişlerle işbirliği halinde bulunan yerli kuvvetler tarafından durduruldu Suya erişememişti Arkadan hakan hızla gelmekte olduğu için, bin zorluk ile önlerindeki engeli aşan Arap kuvvetleri, ağır telefat ve zayiat pahasına, Semerkanda doğru çekilmeğe muvaffak oldular

724te Seyhun ötesindeki bütün Arap kuvvetlerinin geri atılması ile neticelenen ve her tarafta Arap nüfuzunun kırılmasına sebep olan bu seferdeki hezimet, Arapları uzunca bir müddet müdafaada kalmaya zorlamış ve yalnız Maveraünnehirde değil, Toharistanda ve diğer güney bölgelerinde, idareciler ve halk, Türgişlere kurtarıcı gözü ile bakmağa başlamışlardı Türk kuvvetlerinin bütün ülkeye yayıldıkları ve Maveraünnehir Arap muhafız kıtalarının merkezi Semerkand önünde bile göründükleri bu sırada, Horasan valisi tekrar değiştirildi Fakat, yeni vali Esed b Abdullah, 726da Huttalda Su-lu Kağan karşısında başarısızlığa uğradığı için, bütün Maveraünnehir Arap iktidarının tehlikeye düştüğü bir zamanda azledildi Ülkede, Emevîlere karşı Şii ve Abbasî propagandası da hızlanmakta idi Hakan Su-lu, durumdan faydalandı, yerli muhaliflerle ahenkli bir şekilde çalışarak, Buharayı zaptetti (725)

Arap idaresi, Semerkand, Debusiya şehirleri ile iki küçük kaleye münhasır kalmıştı Yerli halka birçok haklar bahşetmesine rağmen ümit ettiği ilgiyi göremeyen yeni vali Eşres b Abdullah es-Sulemî, Beykent yakınlarında hakan tarafından sıkıştırılarak, ikinci bir “susuzluk vakası”na maruz kaldı, nihayet Semerkanda doğru çekilmekte iken yetişen hakan ve Kül-çur idaresindeki Türgiş kuvvetleri tarafından, Kemerce kalesinde 58 gün müddetle kuşatıldı Artık, Harezmde bile Araplara karşı kımıldanmalar görülüyordu Su-lunun maksadı, Semerkanddaki Arap merkez ordugâhını düşürüp, Arapları Maveraünnehirden tamamen atmaktı Bu sebeple, Semerkandı kuşatmağa hazırlandığı sırada, çarpışmaya cesaret edemeyen karargâh kumandanı Sevre b Hur, yeni tayin edilen Horasan valisi Cüneyd b Abdurrahman el-Murîyi, Mervden imdada çağırdı

Fakat, Türgişler tarafından yolu kesilmişti Zaruri olarak, geçilmesi müşkül dağ yollarına düşen Cüneyd, Savdar dağlarının dar geçitlerinde, hakan tarafından sıkıştırıldı, yorgunluğa ilaveten susuz da kalan ordusu, yer-yer baskına uğruyordu Nihayet, 12 bin kişilik kuvvetinden 10 bininin telef olması karşılığında, Semerkanda ulaşabildi (Geçit Savaşı = Vakatüş-Şib) Durumdan haberdar edilen Halife Hişamın emri ile, Kûfe ve Basradan 20 bin kişilik bir takviye ordusu Semerkanda gelirken, kış da yaklaşmakta olduğundan, daha fazla kalmak istemeyen hakan, Buharayı da tahliye ederek, çekildi (732) Cüneydin 734 başlarında ölümü ile, zaten Arap nüfuz ve kudreti iyice kırılmış olan Horasan vilayetinde “siyah bayrak açan”, Abbasi taraftarı, Haris b Sureycin isyan ederek Belhi, arkasından valilik merkezi Merv şehrini zaptetmesi, Maveraünnehirde durumu büsbütün karıştırdı

Yeni valilerin, üç sene (734-737) kendisi ile uğraşmak zorunda kaldıkları Haris, sonunda Türgişlere iltica etti Hakan Su-lu, Maveraünnehire karşı son seferinde hayli müttefik bulmuştu: Haris taraftarlarından başka Sogd hükümdarı (yani Gurak veya oğlu), Usruşana hakimi, Şaş (Taşkent bölgesi) hükümdarı, Hutta hükümdarı Bu liste, “Maveraünnehirdeki Arap nüfuzunun nasıl Türklere geçmiş olduğunu” açıkça göstermektedir Hakan, Belhe doğru ilerledi Cüzcana girdi, önce Toharistanı Araplara karşı ayaklandırarak mahallî bir destek sağlamayı faydalı görüyordu Fakat, vali Esed b Abdullah, hakanın ordusunu arkadan vurmağa muvaffak oldu (737 Haristan Savaşı)

Esasen Su-lu, Araplarla birleşen Cüzcan hükümdarının hıyanetine uğramıştı Memleketine dönen Su-lu Kağan, herhalde ömrünü harcadığı bu mücadeleye devam edecekti, fakat kendisi, o zamanlara kadar büyük hizmetlerini gördüğü Kül-çur (=Baga Tarkan) tarafından öldürüldü (738) Çinin Türk başbuğlarını birbirine düşürme esasına dayanan tahrikçi siyaseti, bir daha hedefine ulaşmış ve Kara Türgişlerle Sarı Türgişleri birbirine iyice düşman etmişti Sarı Türgişler, mücadeleyi kazandılar Başbuğları Baga Tarkan (Kül-çur), rakibi Kara Türgiş başbuğu Tu-mo-çeyi mağlup ederek ve onun “kağan” yapılmasını istediği Su-lunun oğlunu ortadan kaldırarak, kendini “kağan” ilan etti Bu arada, Çinin On-oklar “kağanı” tayin ettiği, Aşına ailesinden son hakan olan Hini mağlup edip öldürmesi, (739), Çini bu defa Kara-Türgişleri desteklemeğe sevk etti

742deki Türgiş kağanı İl-etmiş Kutlug Bilge, bir Kara-Türgiş başbuğu idi 753te hakan ilan edilen Tangri Bulmuş bir Kara Türgiş idi İki taraf arasındaki uzun süren mücadeleye, Karluklar da karışmışlar, Türgiş iktidarı büsbütün zayıflamıştı Nihayet, 20 sene içinde gittikçe kuvvet kazanan Karluklar; To-lular ve Nu-şi-piler arasında üstünlük kazanarak, ağırlık merkezi Çu vadisi olmak üzere, kendi hakimiyetlerini kurdular (766)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Karluklar

İlk olarak, Çin yıllığı Tang-shuda (7 asır) zikredilen (Ko-lo-lu) ve adları karlık (kar yığını) manasına gelen Karlukların, Türk soyundan geldikleri ve Göktürklerin bir boyunu teşkil ettikleri, aynı Çin kaynağında belirtilmiş ve oturdukları saha olarak da, Altayların batısındaki Kara-İrtiş ve Tarbagatay havalisi gösterilmiştir On-okların bir kısmını meydana getirdikleri anlaşılan Karluklar, bu arada üç kabileden kurulu bir birlik halinde bulunuyorlardı (Üç-Karluk) Daha, İstemi Kağan zamanında, Türk hakimiyetinin Hazar'ın kuzeyi ve Maveraünnehire doğru genişlemesinde, şüphesiz büyük rolleri olmuştur 630-680 yılları arasında, diğer Türk boyları, gibi, bunların da zaman zaman Çine başkaldırdıkları görülmektedir
640 sıralarında, Çinliler tarafından mağlup edilerek (650), Pei-ting eyaletine (Tanrı Dağlarının kuzey sahası) bağlandılar Fakat, boya bağlı her kabile, kendi reisleri tarafından idare ediliyordu Bu haberi veren Çin kaynaklarının, 665e doğru Karlukların, Çin nüfuzundaki ne Batı ne Doğu Göktürk kanadına bağlı olmaksızın yaşadıklarını kaydetmesi dikkate değer Evvelce Kül-Erkin unvanını taşıyan Üç-Karluk beyi, bu tarihlerde “Yabgu” unvanını almıştı ve kuvvetli bir orduya sahip idi

Daha sonra, Kapagan Kağan tarafından II Göktürk Hakanlığı'na bağlandığını gördüğümüz Karluklar, Çinin de teşvik ve tahriki ile Göktürkler'e karşı ayarlanarak şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardı Bilge Kağanın ölümünden sonra, tekrar faaliyete geçerek Uygurlar ve Basmıllarla birlikte, Göktürk Hakanlığı'nın yıkılmasında müessir oldular Basmıllar hakim duruma geldikleri sırada (742) “Sağ yabgu” mevkiini alan Karluk başbuğu, Uygur hakanlığının kurucusu Kutlug Kül Bilge zamanında daha üstün sayılan “Sol Yabgu”luğa yükseltildi Fakat bu Karlukların tamamını temsil etmiyordu Beş-balık havalisinde oturan Karlukların, kendi seçtikleri ayrı bir yabguları vardı: Ton-Bilge Ancak Ötükende yeni kurulan Uygur hakanlığı, bütün Karluklar tarafından üst tanınıyor ve yabgular, hakana bağlı bulunuyorlardı

Batıda, Emevi-Arap ilerlemesini durdurmuş olan Türgiş Hakanlığı'nın çöküntüye doğru gittiği tarihlerde, Orta Asya Türk ülkelerinin korunması gibi tarihi bir vazife, bu defa, Karluklara düşmüştü Gerçi Maveraünnehir yine Arapların nüfuzu altına girmiş ve Seyhun ötesinde bazı Arap ilerleme teşebbüsleri görülmüştü, fakat bunda artık eski devir Emevi istilacılığını müşahede etmek müşküldü Zira, gittikçe hızını artıran Abbasi propagandası, Emevîlerin, imtiyazlı “Arap milleti adına fetih” düsturu yerine, bütün Müslümanlar arasında farklılığın kaldırılması ve eşitlik düşüncesini yayıyordu

Böylece, Arap bakısının iyice hafiflemesi, Çinlileri Orta Asyada bir iktidar boşluğu husule geldiği zehabına ***ürmüş, bundan dolayı Çinliler, eski Orta Asya siyasetlerini canlandırarak, Karlukların dahil bulunduğu bölgeye yeniden el koymak istemişlerdi Bu suretle, neticede meşhur Talas Savaşı meydana geldi (751 Temmuz) Müslümanlarla Çinliler arasında cereyan eden bu savaşa kadar, Karluklar, Tanglar tarafını tutmakta idiler Fakat onların gittikçe açığa çıkan siyaseti karşısında, son anda, Araplarla işbirliği yaparak, Çinlilerin ağır mağlubiyete uğramasını sağladılar Tarım havzasından itibaren batı, Karluklara; doğu bölgesi, Uygurlara ait olmak üzere Orta Asyanın yeniden Türk hakimiyetinde kalmasını temin eden bu savaşta uğradığı hezimet yüzünden, Çin, ağır iç buhranlara sahne olmuş ve artık bir daha batı ile ilgilenememiştir

Karluklar, kısa bir müddet, Uygurlarla Orta Asyada iktidar yarışına giriştiler ise de, Uygur Kağanı Mo-Yen Çur karşısında tutunamayarak (756), Tarım bölgesinden ayrıldılar, daha batıya çekildiler ve 7-8 yıl içinde Tarbagatay ve Cungaryaya 766da da çöken Türgiş hakimiyetinin yerine, Talas sahasına yerleşmek suretiyle, eski Batı Göktürk Hakanlığı sahasında hakimiyet tesis ettiler Başkentleri Balasagun idi Ötükenin üstünlüğünü tanımakta devam ediyorlar, aynı zamanda, siyasi bir isim olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı

Kendi soylarını Göktürk hakan ailesi Aşına sülalesine bağlayan Karluk yabguları, hakimiyetin “Kutlu Ötüken” ülkesi ile sıkı alâkası olduğu inancını muhafaza ediyorlardı Fakat Uygur Hakanlığı orada yıkılınca (840), Kırgızları dikkate almayan Karluk yabgusu, Türk hakanlarının “meşru halefi” sıfatı ile kendini “Bozkırların kanunî hükümdarı” ilan ederek Kara Han unvanını aldı ve merkez olarak da eski Türgiş başkenti Balasagun yanındaki Kara-ordu (veya Kuz-ordu)yu seçti Böylece, gelecekteki büyük Karahanlı Devletinin temelini atmak gibi ikinci bir tarihi rol oynayan Karluklar o sırada İslam dünyasının en yakın komşuları olduklarından, Arapça-Farsça eserlerde kendilerinden çok bahsedilmiş (Karluh, Halluh) ve Hududül-Alemde (10 asrın son çeyreği) verilen bilgiye göre Karluk ülkesi; doğuda Tanrı Dağları, Yağmalar ve Oğuzlar, kuzeyde Tohsılar, Çiğiller ve Dokuz-Oğuzlar, güneyde Yağmaların bir kısmı ve Maveraünnehir ile sınırlanmış çok bakımlı bir memleket olup “Türk ülkelerinin en güzeli” idi Eserde, burada mevcut olan 15 şehir ve kasabanın adları sayılmakta ve Türk kabileleri zikredilmektedir

Karahanlı Devletinin esas kütlesini meydana getiren Karluklar, bu hanedan üyeleri arasında mücadeleler baş gösterdiği tarihlerde devlete karşı cephe alarak huzursuzluk çıkarmağa başladılar ki, bu tutumlar Kara-Hitay hakimiyetinin Orta Asyada çabucak gelişmesinde tesirli olmuş görünmektedir Kara-Hitay hükümdarı Yel-lu Ta-şih (Kür-Han) 1137de Semerkant Karahanlı hanı Mahmudu mağlup ettiği zaman, bu han tarafından dayısı olan Büyük Şelçuklu Sultanı Sencere yapılan şikayet, uğranılan mağlubiyette Karlukların dahli olduğunu göstermektedir

Sultan Sencer de Karlukları takip etmek için çıktığı seferde karşısında Kür Hanı bulmuştu Sencerin bu savaşta mağlubiyeti (1141 Katvan Savaşı) çok mühim bir hadise olarak, “put-perest” Kara-hitayların ta Horasan sınırlarına kadar sokulmalarına yol açmıştı Harezmşahlar (İl Arslan zamanı) ile Kara-hitaylar arasında da bir çok anlaşmazlıklara sebep olan Karlukların, bu arada Başbuğları Yabgu Han öldürüldü (1157), diğer bir Karluk başbuğu Ayyar Bey, Kara-hitaylar tarafından esir edildi (1172)

Maveraünnehir sahasındaki bu karışıklıklara sebep oldukları görülen Karluklara karşı Harezmşah Alaüddin Tekiş (1172-1200) bozkırlar bölgesine el atarak Kanglı ve Kıpçak gibi diğer Türk boyları ile kendini takviye ihtiyacını duydu Bununla beraber, az sayıda da olsa, Harezmşahlar ordusunda hizmet gören Karlukların, Türkistanda ve Karahanlı tabiiyetinde olmak üzere bir beyliğe sahip bulundukları anlaşılıyor Moğol istilası başladığı sıralarda (1215) merkezi Kayalıg (İli Nehrinin doğusunda) olarak, devam eden bu beyliğin başında II Arslan Han vardı Arslan Han, Uygur İdi-kutu Barçuk ile birlikte bütün Asya ülkelerini baştan başa çiğneyen Moğolların hükmü altına girmiştir Cengiz'e itaat eden ilk Müslüman hükümdar olup, 1221de ölen bu Karluk “hanı”nın oğluna da, Özkent şehri verilmişti Cengiz zamanı Moğol devleti idaresinde vazife almış Karluklar görülmektedir
Kırgızlar
Adlarının menşei ve manâsı hakkında, çeşitli görüşler ileri sürülmüş olan Kırgızlar, Çin kaynaklarında Ki-ku, Kien-kun adları ile zikredilmekte ve Hanlardan (Çin'deki 'Han' hanedanı, MÖ 206 - MS 220) beri mevcudiyetleri bildirilmektedir Asya Hunları zamanında kuzey-batıda Baykalın batısında İrtiş Nehri havalisinde bir Türk kavmi olan Ting-linglerle karışık olarak oturmuşlardır
Fakat, Kırgızlar, kaynaklarda Türk asıllı gösterilmekte ve tahminen 5-6 asırlarda, Türkleşmiş kavimlerden sayılmaktadır 6 asır sonlarında Çin kaynaklarında Hia-kia-sseu diye zikredilen Kırgızların, Göktürk hakanı Mu-kan zamanında, 560a doğru, hakanlığa bağlandıktan sonra, 630-680 arasındaki fetret devrinde, müstakil bir “kagan”a sahip olmalarından anlaşılıyor II Gök-Türk Hakanlığı devrinde tekrar Gök-Türk idaresine alınan Kırgızlar, Mo-yen-çur Kağan tarafından Uygur Hakanlığı'na bağlanmış (758), fakat 840 yılında şiddetli bir hücumla, Uygur devletini yıkarak, Ötükende kendi devletlerini kurmuşlardı

Ancak orada fazla kalamadılar 920de bütün Moğolistanı ele geçiren Ki-tanlar (Çinde Liao sülalesi), Kırgızları Ötüken bölgesinden çıkartıp, eski yurtlarına sürdüler Ki-tanlar ve devamları olan Kara-Hitayların, Yenisey havalisine kadar sokulamadıkları anlaşılıyor Cengiz, Moğolistanı idaresi altında birleştirmek istediği için, Merkit ve Naymanlarla olan savaşları sırasında, Kırgızları da itaate almıştır (1207) ki, bu suretle Kırgızlar, Cengiz Moğollarına itaat eden “ilk Türk kavmi” oluyorlar 1217de Moğollara karşı direnmek istedikleri için, ertesi yıl, Yeniseyi buz üzerinden geçen, Cengizin oğlu Coçi tarafından tenkil edilen Kırgızların, artık, “hakan”ları olmamıştır

Tolui ulusuna dahil edilen iki kısım halinde yaşamaya devam ettiler Kırgız kavminin, Uygur Hakanlığını yıkarak işgal ettiği Ötükende tutunamayıp, buranın Moğol Ki-tanlara geçmesine ve tam idrak ve intibak edemediği “Orhun kültürünün ortadan kalkmasına” sebep olmak, dolayısı ile eski Türk Hakanlar yurdunu, bir daha geri gelmemek üzere Moğollara intikal ettirmek suretiyle, Türk tarihinde oynadığı menfi rol, dikkatten kaçmamıştır Nitekim Karluklar, Ötükende Kırgız hakimiyetini reddetmişlerdir

Sabarlar (Sabar Devleti)

M S 5-6 yüzyıllarda, Batı Sibirya ile Kafkasların kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen Türk topluluğu
Bizans tarihlerinde, Sabar, Sabir, Savir; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklarında, sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sibir vb olarak adlandırılmaktadır Sabarların İslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün, onların Türk olduğu, gerek taşıdıkları ad, gerekse tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır

Çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde, farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar kelimesi "sab+ar"dan (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb) meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur Ayrıca, Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, İlig-er, Bo-arık = Buğ-arık vb

Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor Adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlarının batısı - İli nehri sahasında iken, Asya Büyük Hun İmparatorluğu'na bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder Sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5 yüzyıl) tarafından verilmiştir

Doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar, yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Ogur-Türk boylarını yurtlarından atarak, Tobol ve İçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir Sabarlar, bu bölgede, yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren, derin tesirler bırakmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve İrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır Tobolsk ahalisi, buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır

Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde, Sabarlar, geniş yer tutar Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Ostiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı'nın (16 asır) başkenti de, Sibir adını taşıyordu Bu kelime, zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya) Rusların, önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekâtı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş, böylece Sabar Türklerinin hatırası, günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir

Daha 503 yılında, Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan, kalabalık bir kütlenin, 515 sonlarında İtil (Volga) - Don nehirleri arasında ve Kafkasların kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorlukları ile temas kurması, Sabarların, Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı

İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren, hükümdar Balak (Belek?) idaresinde, büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların, Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği, Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir Prokopiosun ifadeleri ilginçtir:

"Sabarlar, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri, ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci ek*** olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar, bu "barbar"larınkine benzer bir buluş, ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir Bu, şüphesiz, insan dehasının bir eseridir"

Balak'tan (ölm 520'ler) sonra, onun yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu Bizans imparatoru Justinianos (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında, Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528) Bizans, yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında, Sabarları, kendine dost ve müttefik yapmayı, daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi

531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anûşirvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlar'dan da ağır bir darbe yemişlerdir

Sabar sahası, az sonra, Karadeniz'e ulaşan Göktürk idaresine girmiştir 576'da, Güney Kafkaslardaki hakimiyetleri, Bizans tarafından yıkıldıktan sonra, bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına, 7 yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde, aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarlar'ın esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in, aslında, iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır

Oğuz - Yabgu Devleti

Oğuzlar, 10 asrın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı Başta Yabgu bulunuyor Kül Erkin unvanlı bir başbuğ, ona naiplik yapıyor, orduyu Subaşı idare ediyordu Yabgu Devletinin komşuları Peçenekler ve Hazarlarla münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardı İbn-i Fadlan (10 asrın ilk çeyreği) ve El-Mesudiye göre, aralarında savaş ek*** değildi Harezmin yerli hanedanı Afrigiler, Oğuz baskısı altında idiler Oğuzların doğudaki komşuları Karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde, Oğuz Yabgusunun ölmesinden anlaşılıyor
Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlarla Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder Kuzeyde Kimekler ile ise bazen dostça, bazen hasmane münasebetler devam edip gidiyordu Bu Oğuzlar, umumî “Türk” adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı ki, Müslüman ülkelerine geldikten sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardır

Oğuz Yabgu Devletinin tarihi hakkında başkaca açık bilgiye rastlanılmıyor Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçukluların ilk zamanlarında, “can düşmanı” olarak Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Çend “hakimi” Şah-meliki de Ali Hanın oğlu olarak gösteren Reşidüd-dinin (14 asrın ilk çeyreği) bu malumatı “destanî” mahiyette görülmektedir

Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)

Hindistandaki, Müslüman Gurlu Devletinin komutanlarından Kutbeddin Aybeg tarafından Delhide kurulan Türk devleti Bu devlete; Muizzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyîdler olmak üzere dört Türk sülâlesi, birbiri arkasından hâkim oldular
İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti Sonraları Hindistan içlerine, Müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdarlarıydı Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistandaki daimî merkezleri yaptılar İktidarlarının sonuna doğru ise, Lahor merkez olmuştu Gaznelilerin yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistanın fethi için önemli bir merkezdi Gurlu Hânedânından, 1173 senesinden sonra Gaznede hükümdar olan Şehâbüddîn (Muizzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hakimiyetini genişletti Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işaretle, Ecmiri fethetti Emrindeki Türk asıllı kumandanlardan Kutbeddin Aybegi, bütün Hindistanın fethiyle vazifelendirdi Hindistanda İslâmiyet'in yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahora giden Kutbeddin Aybeg, sultanlık teklifini kabul etti Kuzey Hindistana hakim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı Ölen Muizzüddîn Muhammedin kardeşi ve Batı Gurluların Sultanı Gıyâseddîn Mahmud, bu durumu kabul edip Kutbeddine, Melik unvanını verdi Bu sırada Sultan Muizzüddînin komutanlarından Taceddîn Yıldız, Gaznede hüküm sürmekteydi Aybeg, onu yenerek Gazneye girdiyse de, kırk gün kalabildi Daha sonra Taceddin Yıldızın baskısı üzerine, Hindistana çekildi Orada İslâmiyet'in yayılması için çalıştı Fethettiği yerleri cami ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sahipleriyle şenlendirdi Alimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mani oldu Hak ve adaleti hakim kıldı

Kutbeddin Aybeg, 1210 senesinde vefat edince, yerine damadı Şemseddin İltutmuş geçti İltutmuş, öncelikle, diğer bölgelerde bağımsızlıklarını ilan eden komutanları da hakimiyeti altına aldı ve Hindistanda Türk İslâm hakimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı

Daha sonra başarılı seferler düzenleyerek, hakimiyet bölgesini genişletti Vindhya Dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistanı ele geçirdi Abbasî Halîfesi Muntasır-billah tarafından tanınan, Hindistanın ilk Müslüman Türk sultanı oldu Nâsır ve Emîr-ül-Müminîn lakabını aldı Bir ara İsmailîler, onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi planladılarsa da, muvaffak olamadılar Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkînin talebelerindendi İslâmiyet'in Hindistanda yayılması için, çok gayret gösterdi Ülkede, birlik ve düzeni sağladı

1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefat etti Ölümünden sonra kızı Râziye Begüm Sultan başa geçtiyse de, ileri gelen devlet adamlarının muhalefeti üzerine, tahtı terk etmek zorunda kaldı İç karışıklıklar, devleti yıkılmanın eşiğine getirdi Nitekim Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencaba girdiler 1241 senesinde Lahoru yağmaladılar Kırklar diye bilinen komutanlar arasında, kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi Guwalyar ve Rantambor bölgeleri, devletin elinden çıktı Doabdaki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamamen kesildi

Bu sırada, İltutmuşun memlûklarından (köle) biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, devlet içinde büyük bir nüfuz kazanmıştı Balaban, süratle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyanları bastırdı Hind kabilelerini, racaları ve bazı emîrleri cezalandırdı 1247 senesinde, Kâlinca ile Kemâ arasındaki bölgeyi ele geçirdi 1255 senesinde Kutlug Hanın isyanını bastırdı 1257 senesinde tekrar Hindistana giren Moğollara karşı, büyük bir ordu hazırladı Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek, birlikleri ile orduya katılmayan bazı vali ve beylerin üzerine yürüdü Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti Sultan Nâsıreddîn Mahmud Şahın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidarın gerçek hakimi olan Balaban, Gıyâseddin lakabıyla tahta çıktı

Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi Âsâyişi bozan Hinduları ve Delhi civarındaki haydutları şiddetle cezalandırdı Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için, fazla bir gayret göstermedi Tek düşüncesi, hudutları tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı Bu gayeyle Sind ve Batı Pencabın idarî durumunu yeniden düzenledi Bölgeye önce Şir Hanı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hanı vali tayin etti Diğer oğlu Mahmud Buğra Han ise, bir orduyla kuzeyde bulunuyordu 1279 senesinde Moğollar, Pencaba saldırdılar Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek, Sütlüce Irmağını aştılar, fakat bozguna uğratıldılar

Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal Valisi Tuğrul Han, ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti Balaban, Moğolları yendikten sonra, kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hanın ordusunu da yanına alarak, Bengal üzerine yürüdü Tuğrul Han, hazinesini ve fillerini alarak, Orissa ormanlarına sığındı ise de, ele geçirilerek öldürüldü Bengal valiliğine oğlu Mahmud Buğra Hanı tayin etti Balabanın 1287 yılında vefatından sonra başa geçen Muizzüddîn Keykubâdın başarısız idaresi, yerine geçen oğlu Keyûmersin de küçük yaşta olması üzerine, Halaçların Reisi Firuz Şah, rakiplerini yenerek, Celâleddin lakabı ile, Delhi Sultanlığının başına geçti Celâleddin Firuz Şahın, 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idare, Halacîler sülâlesine geçti

Delhi Sultanlığına hakim olan Halaç ailesi, eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tespit edilemeyen bir tarihte Türkistandan göç edip, doğu Afganistan ile Hindistanın kuzey hudutlarına yerleşen Halaç Türklerine mensupturlar

Firuz Şah'ın, tahta çıktıktan sonra, Hintli Prenslere karşı seferleri, müspet sonuçlar vermedi Onun asıl isteği, Moğollardan uzak kalmaktı 1291-92 senesinde, Moğol ordusunun büyük bir istilâ teşebbüsü, başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi Bu esirlerin büyük bir kısmı, Müslüman olarak, Delhi Türk Sultanlığının hizmetine girdiler Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyne seferler düzenlendi Bu arada, Karâ valisi ve damadı Alâeddin Muhammed, hükümdardan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı 1294 senesinde, sekiz bin kişilik bir süvari birliğiyle yola çıkan Alâeddin, Vindhyalar Dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagire vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi Alâeddin, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü Firuz Şâh, bu galibiyete çok sevindi Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâya gitti 1296 yılında çıktığı bu yolculuğu esnasında vefat etti Yerine Alâeddin Muhammed Halacî geçti

Alâeddin Muhammed, uzun seneler, Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı 1299 senesinde Kutlug Hocanın kumandasında 200000 kişilik bir Moğol ordusu, Delhi önlerine kadar geldi Alâeddin, Moğollara karşı ordusunun az olmasına rağmen, kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı İç işlerini düzelten Alâeddin Muhammed, 1302 senesinde, fetihler yapmak için sefere çıktı Racistanda, ünlü Çitor Kalesini kuşatarak aldı Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü Ayrıca Telingan Devleti üzerine gönderdiği ordu da, başarı elde edemeden ve yorgun döndü

1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı Bu mücadeleler sırasında, Dipâlpur eyaleti hudutları, Melik Gazi Tuğlukun idaresine verildi Melik Gazi'nin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da, Moğol tehlikesi kalktı

Kuzey Hindistanın hemen hemen tamamına hakim olan Alâeddin, 1308 senesinde Melik Kâfuru güney seferine gönderdi Melik Kâfur, önce Varangeli 1310 senesinde de Madura ve Duâramudrayı ele geçirdi Böylece sultanlığın güney sınırları, deniz sahiline kadar dayandı

Sultan Alâeddin, hiç tahsil görmediği halde, şahsî kabiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti Birçok idarî yenilik yaptı Müslümanların refah ve huzur içinde yaşamalarını sağlamaya çalıştı Sultan Alâeddin 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur, Veliahd Hızır Hanın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömeri tahta çıkardı Buna karşı çıkan Alâeddinin üçüncü oğlu Mübârek Han, Melik Kâfuru öldürttü 1316 senesi Nisan ayında kardeşini de hapse attırarak, Kutbeddin lakabı ile tahta çıktı Mübârek Han, babasının bazı kanunlarını yürürlükten kaldırdı Gucerât ve 1318 senesinde Devagirdeki isyanları bastırdı Ancak, bir Hindu dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Han tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü Hüsrev Han, tahta geçti

Hüsrev Han, tahta geçtiği zaman Pencapta hudut bölgeleri kumandanı olan Gazi Melik Tuğluk isyan etti Oğlu Fahreddin Cavnanın da teşvikiyle Delhi üzerine yürüdü Delhi önlerinde yapılan savaşı, Gazi Melik Tuğluk kazandı Hüsrev Han, yakalanarak idam edildi Gazi Melik de, 1320 senesi Eylül ayının altısında, Delhi Sultanlığı tahtına çıktı Bu tarihten itibaren Delhi Sultanlığında, Tuğluklar devri başladı

Babası Türk, annesi Hindli olan Gazi Gıyâseddin Melik Tuğluk, tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında, sükûneti sağladı Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükümet merkezi yaptı Dekkendeki Varangel Racası isyan edince, Uluğ Han unvanı alan oğlu Cavna Hanı, o bölgeye gönderdi Bu sefer, başarısızlıkla neticelendi 1323 senesinde, tekrar Dekken üzerine gönderildi O da Bidârı fethettikten sonra Varangele doğru ilerleyerek burayı da ele geçirdi Bu tarihten itibaren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı Cavna Han, bölgede son olarak Telingânayı fethetti Burası, ilk defa doğrudan doğruya Müslümanların idaresine girdi

1325te Tuğluk Hanın ölümü üzerine oğlu Cavna Han, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti Muhammed bin Tuğluk, bazı idarî ve askerî tedbirler aldı Güneydeki fetihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyaç duyarak, 1327 senesinde Devagiri yeniden inşa ettirdi Devletâbâd adını verdiği bu şehri, hükümet merkezi yaptı Hükümet memurları, âlimler ve halktan pek çok kişi buraya yerleşti Muhammed Han, gönüllü göçün az olması yüzünden, halkı Devletâbâda göç etmeye zorladı Bu duruma kızan halk, arazilerini terk ederek hırsızlığa başladı Sultanın, bunlar üzerine bir birlik göndermesi, arazide ziraat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhide kıtlık baş gösterdi

Muhammed Han devri, bundan sonra, daimî olarak isyanlarla geçti 1335 senesinde, Maber Valisi Seyyid Celâleddin Madura, bağımsızlığını ilan etti Sultan bu valinin üzerine yürüdü ise de, bir netice elde edemedi Böylece Maber, Delhi Sultanlığının idaresinden çıktı

Bengal Valisi Behram Han'ın, 1338 senesinde ölümünden sonra, sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyaleti, istiklalini ilan etti Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan, isyan etti, fakat isyan, anında bastırıldı Arkasından Avadh Valisi Ayn-el-Mülk ayaklandı Sultan, bütün güçlüklere rağmen bu isyanı da bastırdı Ayn-el-Mülk yakalanarak hapsedildi ise de, bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh valiliğine getirildi

1343 senesinde, Pencab eyaletindeki Sunâm, Samânâ, Kaythal ve Guhrâmda isyanlar çıktı Ancak, bu isyanlar şiddetli bir şekilde bastırıldı Muhammed Tuğluk, yine bir isyanı bastırmak üzere Sind Seferine çıktığı zaman Tahattha yakınlarında hastalanarak, 1351 senesi Martında öldü Muhammed Tuğlukun ölümü sırasında Hindistanda, üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma, beş tane bağımsız Müslüman Türk devleti vardı

Başsız ve güçsüz durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrarıyla, ölen sultanın yeğeni Firuz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı

Firuz Şah, tahta geçtikten sonra, devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı Bengal bölgesinin hakimi İlyas, 1345 senesinde Batı Bengalde bağımsızlığını ilan etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengali ele geçirmişti Firuz Şah, önce İlyasın üzerine yürüdü ve onu İkdala Kalesine çekilmeye mecbur bıraktı Firuz Şah, bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi Orissa Racası barış yapmak istedi Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı

Firuz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvarî, 480 fil ve çok sayıda piyadeden meydana gelen ordusu ile, Thattha üzerine sefer düzenledi Çok büyük sıkıntıların çekildiği bu sefer sonunda, Sind Câmlarının hükümdarı Câm Mâlinin, senede 400000 Hind parası vermesi şartıyla anlaştılar

Firuz Şah, 1388 senesi Eylül ayında, seksen üç yaşındayken öldü Her işinde âlimlere danışan Firuz Şah, ülke topraklarını genişletmek için, büyük seferlere çıkmaktan ziyade iç işleri ile uğraşmayı tercih etti İşlerinde en büyük desteği hocası Celâleddin Hindîden görmekteydi Vergileri koyup kaldırmakta, dinin hükümlerine çok dikkat ederdi Dine uymayan her türlü vergiyi kaldırdı Devlet geliri, azalacağı yerde daha da arttı Devlet idaresinde yaptığı düzenlemeler, malî ve iktisadi alanlarda, büyük bir gelişmeye sebep oldu Müslüman ve gayrimüslim, bütün halkın refah ve saadetine hizmet etti

Firuz Şah'tan sonra şehzadeler arasındaki mücadeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrip olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebep oldu Bu mücadelelerden sonra, torunu Gıyâseddin Tuğluk tahta geçti Bu tarihten Timur Han'ın 1398 senesindeki Hindistan Seferine kadar taht, altı defa el değiştirdi Timur Han, 1398 senesi Eylül ayında, İndus Nehrini geçerek Hindistana girdi Delhi Sultanı Mahmud Şah, elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muharebede yenildi Delhi, Timur Hanın eline geçti Timur Han, 1399 senesinde Türkistana geri dönünce, Mahmud Şah, yeniden hükümdar unvanını aldı Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Han Ludinin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı Mahmud Şahın, 1413 senesinde ölmesiyle, Tuğluk Hânedânı sonra erdi

1414 yılında Delhiyi ele geçiren Mültan Valisi Hızır Han, ölünceye kadar, bölgeyi Timur ve Şahruh adına idâre etti Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübârek, bağımsızlığını ilan etti Böylece Delhi Sultanlığının idaresi, peygamberimizin neslinden olduklarını iddiâ etmeleri yüzünden “Seyyidler” adını alan Hızır Han nesline geçti

Mübârek Şahın saltanatı, ayaklanmalarla geçti Mübârek Şah, 1434 senesinde nüfuzunu kırmak istediği veziri Server-ül-Mülk tarafından öldürüldü Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444te onun oğlu Âlem Şah çıktı Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harplerle geçti Bu yüzden, devlet, gittikçe zayıfladı Son yıllarda devlet işleri, Pencabın büyük bir kısmına hakim olan Behlül Han Ludî adında bir Afgan beyinin eline geçti 1451 senesinde, Behlülün baskısına dayanamayan Âlem Şah, tahtı ona bırakarak Badaunda yerleşti Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdarlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti

Delhi Türk Sultanlığının idarî teşkilâtı, genelde Türk İslâm devletlerinin teşkilâtına dayanmaktaydı Saray teşkilâtının başında Vekil-i Dâr bulunurdu Ondan sonra idaresinde hâciblerin görev yaptığı Emir Hâcib veya Bâr Bey denilen saray görevlisi gelirdi

İdârî işlere vezir bakmaktaydı Dinî işler ise, Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idaresindeydi Bu zat, aynı zamanda sultanlık baş kadısı Kâdı-i Memâlik görevini de yapardı

Delhi Türk Sultanlığı, süvarî kuvvetlerinin büyük rol oynadığı, düzenli bir orduya sahipti Askerler, önce, iktalardan faydalanırlardı Daha sonra maaş almaya başladılar Orduda fillerin önemli bir yeri vardı Fillerin üzerinde okçular bulunurdu Ayrıca, bunlardan düşman saflarını yarmak ve maneviyatlarını bozmak için faydalanılırdı Ordunun piyade sınıfının çoğunu Hindular meydana getirirdi Hassa askerleri dışında, piyadeler geçici olarak orduya alınırdı

Birçok âlim, şair, yazar ve sanatkârı himayelerine alan Delhi Sultanları, kültür ve sanatın gelişmesine büyük hizmet ettiler Balaban devri, ilim ve sanat bakımından önemlidir Onun devrinde Ferîdeddîn Mesûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Ganevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıp âlimleri yetişti Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi Sultanlarından himaye gördü Hüsrev Dehlevî, Hindistanda şiirlerini Farsça yazan şairlerin en büyüğüdür Şairliği yanı sıra, tarihî eserler de yazmıştır Delhi sarayında yaşayan şairlerden birisi de Hüsrev Dehlevînin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasan Sencerî idi Bu iki zatın yakın dostu tarihçi Ziyâeddîn Bernî, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığının tarihini anlatan Tarih-i Firuz Şah adlı eserin yazarıdır Nizâmüddîn Evliyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nureddin, Celâleddin Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri, Delhi Türk Sultanlığı zamanında yaşamış, Hindistanın meşhur ve büyük velîleridir

Delhi Sultanları, geniş imar faaliyetlerinde bulundular Günümüze kadar ulaşan birçok eserler yaptılar Ayrıca yeni şehirler inşa ettiler Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhidedir Kutbeddîn Aybegin yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhur minare, daha sonra bitirilmiştir Aybeg, ayrıca Cayna mabetleri enkazını kullanarak Kıdvet-il-İslâm adlı camiyi inşa ettirdi

Halacî Hânedânlığı zamanında, Hindistandaki Müslüman mimarisi, Selçuk mimârisi teknik ve üslubunun etkisinde gelişti Alâeddin Halacî zamanında Kıdvet-il-İslâm Camiinin yanında yapılan medrese, bunlardan biridir

Tuğluklarda Firuz Şah, birçok imar faaliyetlerinde bulundu Ayrıca, eski eserlerin tamir ve ihyasına büyük önem verdi Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhur şehir kurdu ve tamir ettirdi Ayrıca Firuzâbâd adıyla Delhi yakınlarında, yeni bir başkent inşa ettirdi Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenarında bir medrese yaptırdı Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 hânkâh, 100 kervansaray ve han, 5 dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Mısır Memlûk Devleti (Memlûklar, Memluklar, Memluk Devleti)

1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet
Memlûk, Arapçada “köle” demektir Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur Abbasî ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere başarıyla karşı koydular Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalade arttı Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla tesis edildi Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kahirede, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahirede, Kalatül-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı Bunlar, daha çok, Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir

Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir anını kollamaya başladılar Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlihin dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybekle evlenip sultanlığı ona devretti

Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı Aybekin tahta çıktığı sırada, Irakta, Moğol tehlikesi baş gösterdi Halîfe, Aybekten yardım istedi Ancak bu sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü Bilhassa Bahrî Memlûkları liderlerinden Aktayın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybeki korkuttu Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktayı öldürttü Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriyeye kaçtı

Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lülüün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü Tahta geçen Aybekin oğlu Sultan Nureddin Alinin saltanatı, iki sene kadar sürdü Moğolların, Suriyeye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddinin güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi

Bu sırada Bağdatın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuza saltanat teklif ettiler Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi Süratle ilerleyen Moğol orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar

Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak üzere Suriyeye gitti 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Davudun, Câlûtu yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı karşıya geldi Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuzun dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu Çünkü, Moğolların Mısıra hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük felaket olurdu Zafer sonunda, Şama gelen Sultan Kutuz, Habeşistandan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybarsa, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü

Sultan Kutuzun yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybarsın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı Baybars, 1258de Hülâgunun, Abbasîleri Bağdattan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasırı 1261de, Kahirede, halife ilan etti Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı

Memlûkların, başşehirleri Kahirede halifelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı 1265te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakyayı alarak, prensliklerini yıktı Bir yıl sonra da Hicaza giderek hac farîzasını eda etti 1270 ve 1271de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu Bir yıl sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 senesinde Anadoluya girdi ve Sisi ikinci defa zaptetti Sultan Baybars, Anadoluyu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277de harekete geçti Elbistanda İlhanlı ordusunu bozup, Kayseriye girdi Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şama döndü Haziran 1277de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti Şama defnedildi Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısıra taşınmasına kesin şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgaline son verdi Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı

Baybarsın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti Ancak, takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279) Yerine Baybarsın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş geçti Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu Yeni sultanın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu Sülemiş ve Kalavun adına ***ke kesildi ve hutbe okundu Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemişi tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti

Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybarsın politikasını takip etti 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriyeye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupadan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiyeye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi 1289 senesinde Kalavun, güçlü bir ordu ile Trablusu kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi 1290 senesinde Akkaya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı Fakat Kahireden ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti

Kalavunun vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı Babasının, Akkayı Haçlılardan almak için hazırladığı planı tatbike girişti Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akkayı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi Akkanın düşmesinden sonra, Suriyedeki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halili bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü
Eyyubîler Devleti (1171 - 1252)

Ünlü kumandan ve siyaset adamı Selâhaddin Eyyûbî tarafından, Suriye, Filistin, Mısır ve Yemende kurulan devlet
Hânedânın kurucusu olan Selâhaddin Eyyubî, Hazbanî kabilesine mensuptu Ancak bu aile, uzun yıllar Türkler arasında bulunmuş ve tam manâsıyla Türkleşmişti Selâhaddin Eyyubî, 1138de çok sayıda askeri ile birlikte Musul Türk kumandanı Zengî bin Aksungurun hizmetine girdi Bu durumun akabinde Selâhaddinin kardeşi Şirkûh da Zengînin oğlu Nureddinin hizmetine girdi Şirkûh, bu hizmetteyken, 1169da Mısırın kontrolünü ele geçirdi ise de, çok geçmeden öldü ve onun halefi olarak yerine Selâhaddin geçti

Böylece, hânedânın gerçek kurucusu olarak ortaya çıkan Selâhaddin Eyyûbî, 1171 yılında, Şiî Fâtımî idaresini tamamıyla ortadan kaldırdı 1175 yılında ise, İsmâil Zengî ile Böri Gâzinin kumanda ettiği orduyu Kurunhamada bozguna uğrattı ve Eyyûbî Devletinin temellerini attı 1176 yılında kardeşi Turan Şahla beraber, Yemendeki Abdün-nebi Fırkasını yıkan Selâhaddin Eyyûbî, Abbasî halifesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrikanın sultanı ilan edildi Bu durum, aynı zamanda, halife tarafından, devletinin kabul edilmesi demekti

Selâhaddin Eyyûbî, ilk iş olarak Mısırdaki Fâtımî idaresinin son izlerini de ortadan kaldırdı Onların eski toprakları üzerinde, din ve eğitimde kuvvetli bir siyasetin teşvik ve uygulayıcısı oldu Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı Bunda başarılı olan Selâhaddin, Mısır ve Suriyede Fâtımîlerin yaydığı yanlış itikadın önüne geçerek, Ehl-i sünnet itikadının yayılmasında önder oldu Selâhaddin Eyyûbînin takip ettiği siyasetin diğer bir yönü de, Haçlılara karşı mücadelenin başlatılması idi Bilindiği gibi bu yüzyılda Haçlılar, iki defa Anadoludan Kudüse kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı Hattâ bu zalimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile, derin bir nefret uyandırmışlardı Kutsal şehir Kudüs, yıllardır bu zalimlerin elinde bulunmaktaydı Nitekim, Selâhaddinin Haçlılara karşı tesirli bir şekilde başlattığı cihad siyaseti, bütün İslâmî gayret ve heyecanı onun etrafında birleştirdi Türk ve Arap ordularının aynı gaye etrafında toplanmasını sağladı

Topladığı bu kuvvetlerle, 1187 yılında, Haçlıların karşısına çıkan Selâhaddin Eyyûbî, Hattinde parlak bir zafer kazandı Perişan bir vaziyete düşen Haçlıların elindeki bütün kaleler, Kudüs dahil Eyyûbîlerin eline geçti 89 yıl düşman elinde kalan kutsal şehir Kudüsün de ele geçirildiği bu zaferle, bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddin Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu Avrupa, bu hezimet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar Ancak, bu yeni Haçlı ordusu, daha Akkada iken hezimete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzalandı

Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğudaki Haçlı varlığının belini kıran ve onu asla eski gücüne kavuşamayacağı bir hale getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyasının kudretini, bütün Avrupaya gösteren Mücâhid Sultan, 4 Mart 1193 Çarşamba günü Dımaşkta (Şam) vefat etti Aynı şehirde bulunan kabri, bugün, büyük ziyaretgâhlardandır

Selâhaddin Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerini oğullarına ıktâ olarak dağıtmıştı Bununla beraber merkezî kontrol, oğullarından El- Âdilin elindeydi Bu sultan zamanında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyaset izlenmeye başlandı Frenklerle barış yapılarak, ilişkiler, normal bir duruma getirildi 1205 senesinde Samsat, Serve ve Rasul-aynın şehirlerine hakim olan Melik el-Efdal, amcası El-Âdille ilişkisini keserek Anadolu Selçukluları Sultanı Keyhüsreve bağlandı Bu dönemde Eyyûbîler, 1208de Ahlatı, 1215 senesinde ise Yemeni hakimiyetleri altına aldılar Beşinci Haçlı seferi sırasında Dimyatın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Âdil, çok geçmeden vefat etti (10 Eylül 1218) Yerine oğlu el-Kâmil geçti

El-Kâmil, kısa sürede orduyu toparlayarak, Haçlıları geri püskürtmeye muvaffak oldu Ancak, daha sonra, İmparator İkinci Frederik ile anlaşan El-Kâmil, anlaşılamayan bir tutumla, Kudüsü Haçlılara terk etti Böylece, İkinci Frederik ile başlayan sulh dönemi, Mısır ve Suriyeye bazı iktisadî faydalar sağlarken, aynı zamanda Akdeniz Hıristiyan devletleri ile ticaretin yeniden canlanmasına yol açtı Sultan El-Kâmilin devri, diğer taraftan iç çatışmalara ve çalkantılara sahne oldu Sultana karşı ülkede ittifaklar kuruldu Aynı zamanda sultanın kardeşi Muazzam ile Melik Eşref bile, bu ittifakın içinde yer aldı Hattâ, Melik Eşref, bir ordu ile sultanın karşısına çıktı ise de, aniden vefat ettiğinden kuvvetleri dağıldı

Eyyûbî Devleti son parlak devrini, Sultan El-Kâmil ile yaşadı Onun ölümüyle ülke parçalanmaya yüz tuttu El-Kâmilin yerine geçen Es-Sâlih zamanında, ülke bir taraftan iç mücadelelere sahne olurken, diğer yandan altıncı Haçlı seferi başgösterdi Bu karışık vaziyete rağmen, Haçlılara karşı başarılar kazanıldı ve Fransa Kralı St Louis esir alındı Sultan Es-Sâlihin kısa bir süre sonra ölümü üzerine, Mısır Eyyûbî ülkesi, 1250 yılında, Türk Bahri Memlûk birliklerinin eline geçti

Halepte ise, 1236 senesinde ölen El-Azîzin yerine geçen En-Nâsır Yûsuf, Mısırdaki Sultan Sâlihin ölümü üzerine bütün Suriyeyi ele geçirdi Onun Suriye üzerindeki iddiaları, Mısır Memlûkları ile mücadelelere sebep oldu Bu sürekli mücadelelere, ancak Moğolların taarruzu son verdi Devamlı tâbi halde yaşayan Hamadaki şube ise, varlığını 1342 senesine kadar sürdürdü Bu tarihte, onlar da Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı Sadece Diyarbekir ve Hısnıkeyfa civarında, mahallî bir beylik, Moğolların ve Timurlular'ın hücumlarından kurtulabildi Eyyûbîlerin bu kolu da Akkoyunlular tarafından ortadan kaldırıldı

Eyyûbîler Devleti, Zengîler'in bir devamıydı Eyyûbî devlet teşkilâtı, diğer İslâm devletlerindeki teşkilâtlardan farklı değildi Başta bir sultan ve onun hânedânı, sonra, idarî ve askerî yetkiye sahip emîrler, daha sonra bürokratlar ve ilmiye sınıfına mensup olanlar gelirdi

Devlet işlerini yürüten üç dîvân vardı Dîvân-ül-İnşâ; bürokrasinin idaresi ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı Dîvân-ül-Ceyş; ordu ve onun malî işlerinden sorumluydu Dîvân-ül-Mâl; bugünkü maliye bakanlığının görevini yapardı Dîvânlar arasında en geniş teşkilâta sahip olan bu dîvândı

Eyyûbîler Devletinin en önemli hedefi, Ortadoğuda Haçlılar tarafından işgal edilen İslâm topraklarını kurtarmaktı Bu sebepten sultan, her zaman, savaşa hazır güçlü bir orduyu beslemek zorundaydı Ordunun temelini, toprağa bağlı süvariler meydana getiriyordu Bunların yanında, maaşlarını para olarak alan bir miktar piyade ve süvari vardı Piyadeler, kale savunma veya kuşatmalarında vazife alıyorlardı Diğer muharebelerde ise, timarlı süvariler savaşıyordu Süvarilerin en önemli kısmını, parayla satın alınarak veya devşirilerek yetiştirilen memlûklar teşkil ediyordu Bunların büyük çoğunluğu Türk'tü

Eyyûbîler Devletinde sağlık hizmetleri çok gelişmişti Birçok şehirde hastaneler yapılmıştı Bu hastaneler arasında Dımaşktaki Nureddin ve Kahiredeki Selahaddin hastaneleri, mükemmel tıp merkezleriydi Buralarda erkekler, kadınlar ve sinir hastaları için ayrı kısımlar vardı Tarihte sinir ve ruh hastalıkları için ilk ilaçlar, bu hastanelerde hazırlanmıştır Hastanelerin yanında, kimsesiz, bakıma muhtaç çocukların ve fakirlerin korunması için birçok bakım evleri ve misafirhaneler açılmıştır

Eyyûbîler Devletinde, teknik ve sanat da gelişmişti Dımaşk ve Kahirede dökümhaneler ve cam imalathaneleri vardı Bu şehirlerde ayrıca, su ile çalışan kâğıt değirmenleri de yer alıyordu Kâğıt; buğday, pirinç sapları ve pamuktan yapılıyordu Musul kumaşları, Mısır pamukluları ve Dar-ut-Tirâzda imal edilen yünlü, ipekli ve pamuklu kumaşlar çok meşhurdu Bakır işlemeciliği gelişmişti Bugün, Eyyûbîler devrine ait şamdanlar, leğen ve tabaklar çeşitli ülkelerin müzelerinde bulunmaktadır Silâh imalatı da oldukça ileri seviyede idi Bilhassa Dımaşkın meşhur çelik kılıçları çok ünlüydü

Eyyûbîler devri, ilmî hayat bakımından İslâm tarihinin en canlı ve hareketli dönemlerinden biriydi Bozuk itikadlara karşı, Ehl-i sünnet itikadını yaymak gayesiyle, Kahire ve Dımaşkta birçok medreseler açıldı Burada tefsir, hadis, fıkıh ilimleri yanında, fen ilimleri de öğretiliyordu Ayrıca Kurân ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Kurrâlar, hadîs ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Hadîsler ve fen ilimlerini öğretmek için Dâr-ül-Hendeseler açıldı Medreselerin yanında camiler de önemli ilim merkezleriydi Camilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı

Tarihte çok önemli bir rol oynayan Eyyûbîler, Büyük Selçuklu Devleti'nin geleneklerini yeniden kurarken, Şiî Fâtımî Devletine en büyük darbeyi vurmuş ve İslâm'ın yeniden ihyasına canla başla çalışmışlardır Haçlılara karşı büyük bir devlet ve güç meydana getirmişler, nitekim geçici bir zaman için de olsa Kudüsü ele geçirebilmişlerdir Eyyûbîlerin devlet teşkilâtının izleri, daha sonra Memlûk ve Osmanlı devlet teşkilâtında tesirli olmuştur

Sultan Halilin öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı 1310da üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı Eskiden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi Sultan Muhammedin üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammedin oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddînin oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır Bu yüzden, ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısırda, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için, toprağı işleyecek kimse kalmadı Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddini 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine son verdi

Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382den 1517ye kadar, Mısıra hakim oldu Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini korudu Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler Buna, Suriyedeki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü Halîfe-el-Mustanin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet sağlandı Birçok tesisler inşa edildi Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi Fakat Tatarın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü Tatarın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı temin etti Suriye ve Mısırda, Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı 1425 senesinde, Kıbrısa gönderdiği donanma ile Kral Vanası yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti 1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi

On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbayın siyasetini devam ettirdi 1442de Kıbrıs ve Rodosa donanmalar gönderdi Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu Vefat edince, yerine, oğlu Osman geçti Osmanın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti İnal, Fatih Sultan Mehmedin İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi Karamanlılar üzerine ordu göndererek, Karamanı yağmalattı Uzun Hasana karşı tedbirler aldı Kıbrısla ilgilenip, Lefkoşeyi zaptettirdi 1461 senesinde ölümü ile, yerine oğlu Ahmed geçti Fakat, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı Hoşkadem, ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı Osmanlılara karşı düşmanca siyaset uyguladı Uzun Hasanı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultanı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına sebep oldu 1485-1491 seneleri arasında Çukurovada yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı Neticede, Çukurovanın gelirinin Mekke ve Medîneye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi Emîrlerle ihtilafa düştüğü için öldürüldü Muhammedden sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti Bunlardan sonra Kayıtbayın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu

İktidara geçtiği zaman, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen ispatladı Önce Kahirede nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi Daha sonra devlet hazinesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı Kansu Gûrînin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadoluda devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular Bu sırada İrana ve Doğu Anadoluya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğuyu ele geçirmeye çalışıyordu Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanyadaki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü Mısırın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüzü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi Osmanlı, gereken yardımı yaptı Buna rağmen Kansu Gûrî'nin (Gavri) İran Şahı İsmaille yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmaili tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti Ancak, Sinan Paşa'ya, Diyarbakıra giderken Fıratı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî'nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halepe gelmesi, harp sebebi sayıldı Mercidabıkta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular Kansu Gûrînin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtına Tomanbay geçti

Halep, Hama, Humus ve Şamı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbaya bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazzeden itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi 23 Ocak 1517de Ridâniyede, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu Kahirede ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, sona erdi Halîfelikle beraber, mukaddes yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti

Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi esastı Çünkü eski Memlûkların oğulları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın mutlak iktidarı, büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu Meseleler dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasyadan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır Memlûklar, Eyyubîler'in siyasetlerini devam ettirdiler Resmî yazışmalarda, Arapça'yı kullandılar Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısırda pek parlak bir medeniyet devresi açtılar

Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriyede büyük binalar yapıldı İdareci, kumandan ve bu arada bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar Kahiredeki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Kahire, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kahirede mektep açmışlardır Burada tahsilini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memur olarak vazifeye tayin edilirlerdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Karakoyunlular (Karakoyunlu Devleti)

On dördüncü asrın ikinci yarısında, Doğu Anadolu'da devlet kuran bir Türkmen hanedanı
Karakoyunlu oymağı, Karakoyunlu devletinin çekirdeğini teşkil etmiştir Sa'dlu, Baharlu, Duharlu, Karamanlu, Alpagut, Çakırlu, Ayunlu, Bayramlu, Ağaç-eri, Düğer ve Hacılu oymakları halkları da, Karakoyunlu Devletinin ahâlisiydi Yaklaşık otuz bin çadırdan oluşan Karakoyunlular, Cengiz'in hücumu üzerine, Töre Bey idaresinde, Türkistan'dan Mâverâünnehir'e, oradan da İran yoluyla doğu Anadolu'ya göç etmişlerdi Töre Bey, Kara Yusuf'un yedinci atası olup, Oğuz Han'ın torunlarından olduğu söylenirdi

Karakoyunluların, siyasî bakımdan ehemmiyet kazanması, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın ölümü ve içeride Moğol noyanlarının bir mücadeleye girişmeleri ile başlar Karakoyunlular, ilk zamanlarda, Trak'taki Celâyir ailesinin ve Çobanoğulları'nın hizmetindeydiler On dördüncü yüzyılın başlarında, Karakoyunluların reisleri, Bayram Hoca idi Bayram Hoca, Sincar hakimi Pîr Muhammed'i öldürerek emîrliği ele geçiren Hüseyin Bey'in maiyetinde bulunuyordu Daha sonra Hüseyin Bey'i ortadan kaldırarak yerine geçti (1351) Hüseyin Bey'in ölümünden sonra, Türkmenlerin büyük bir kısmı, Bayram Hoca'nın emîrliğini tanıdılar

1370 yılından itibaren fetih hareketine girişen Bayram Hoca; Sürmelü, Alakilise, Hoy ve Nahcivan havâlilerine hakim oldu 1374'te Musul'u zaptetti ve şehir, devletin yıkılışına kadar Karakoyunlu hanedanının elinde kaldı

Erzurum'dan Musul'a kadar uzanan sahayı hakimiyeti altına alarak, Karakoyunlu kabilesini tarih sahnesine çıkaran Bayram Hoca, 1380 senesinde ölünce, yerine kardeşi Türemiş'in oğlu Kara Mehmed geçti Kara Mehmed, Celâyirliler'e bağlı kalmak şartıyla, babasından kalan yerleri elinde tutmayı başardı ve kızını Celâyirli sultanı Ahmed'e vererek, bu bağlılığını kuvvetlendirdi Kara Mehmed Bey, 1383 yılında Musul hacılarının yolunu kesip mallarını yağmalayan Caber hakimi Salim Bey'in üzerine yürüdü Onu, büyük bir bozguna uğrattı ve arazisini yağmaladı 1387 senesinde, Erzincan emîri Mutahharten ile Akkoyunlular arasında başlayan mücadele, Mutahharten'in mağlubiyetiyle sonuçlanınca; Erzincan emîri, Kara Mehmed'den yardım istedi Akkoyunlular ile öteden beri mücadele içinde olan Kara Mehmed, Mutahharten'in yardımına koştu ve Akkoyunluları ağır bir yenilgiye uğrattı Akkoyunlu Ahmed ve kardeşi Hüseyin beyler, Kadı Burhaneddin'e sığındılar

Kara Mehmed Bey, 1307'de Karabağ üzerinden Anadolu'yu istilâya teşebbüs eden Timurlu kuvvetlerini bozguna uğrattı Bir çok Timurlu emîri, bu çarpışmada öldürüldü 1388 yılında Tebriz şehri için, Kara Mehmed Bey ile Celâyirli emîrlerinden Şebli ve Şah Ali arasında büyük bir mücadele başladı Şebli komutasındaki Celâyir ordusuyla, Heştrud'da karşılaşan Karakoyunlular, bu orduyu büyük bir bozguna uğratırken, Şebli'yi de öldürdüler Bu hadisenin akabinde Kara Mehmed Bey, Kara Hasan adındaki bir Türkmen emîriyle giriştiği mücadele sırasında 1389 yılında öldürüldü

Kara Mehmed Bey'in ölümünden sonra, yerine Kara Yusuf geçti (1389) Hükümdarlığının ilk yılları, iç karışıklıklarla geçen Kara Yusuf Bey, 1392'de Timur Han'ın (1370-1405) tabiiyet teklifini kabul etmeyip mücadeleye girişti Timur Han'ın Anadolu'dan ayrılmasını fırsat bilerek, Erciş'i ele geçirdi Timur Han'ın Van ve çevresinin idaresine tayin ettiği Emîr İzzeddin Şîr, yanındaki Çağatay askerleri ile birlikte, Kara Yusuf'un üzerine yürüdü Yapılan küçük çapta çarpışmanın ardından iki taraf arasında barış sağlandı Kara Yusuf, geri çekilirken Avnik emîri Atlamış'ın dört yüz atlı ile İzzeddin Şîr ve Çağatayların yardımına gittiğini gördü ve Erciş Ovasında bir gece baskını ile Atlamış'ı esir alarak, askerlerinin büyük bir bölümünü öldürdü Kara Yusuf daha sonra, Atlamış'ı, Memlûk Sultanı Berkuk'a gönderdi ve orada hapsedildi

Timur Han, Hindistan seferini büyük bir başarı ile tamamlayarak yeniden Doğu Anadolu'da görülünce, Kara Yusuf, Van Gölü çevresindeki atalarından kalma yurdunu boşaltarak Musul'a çekildi (1399) Timur Han'ın Bağdat'ı ele geçirmek için ordu göndermesi üzerine Sultan Ahmed Celâyir, yanında bulunan az sayıda asker ile Bağdat'tan ayrılarak, Musul'da bulunan Kara Yusuf'un yanına gitti Bu sırada Sultan Ahmed'e tâbi olan kaleler, Timur Han'ın gönderdiği ordu tarafından ele geçirildi Timur Han'ın ordusu Bağdat'tan ayrılınca, Kara Yusuf ve Sultan Ahmed, hiçbir güçlükle karşılaşmadan şehre hakim oldular Ancak, bu sırada Bingöl yaylasında bulunan Timur Han'ın, kendilerini arkadan çevirme planını öğrenince, Sultan Ahmed ve Kara Yusuf, Memlûk sultanına iltica etmeye karar verdiler Memlûk sultanına bu durumu bildirmek için elçiler gönderdiler Elçilerin dönüşünü beklemeyen Kara Yusuf ve Sultan Ahmed, yanlarında emîrleri ve kuvvetleri olduğu halde Kahire'ye doğru yola çıktılar Memlûkların Halep nâibi Demirtaş'ın yollarını keserek, Suriye'ye girmelerine mani olmak istemesi üzerine, iki taraf arasında şiddetli bir muharebe oldu Demirtaş, ağır bir bozguna uğradı Bu muharebenin neticesinde Kara Yusuf ve Sultan Ahmed'in, Memlûk sultanına sığınma yolları kapandı Bu yüzden iki hükümdar, Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid Han'ın yanına gitmeye karar verdiler Fakat, aralarında çıkan anlaşmazlık yüzünden birbirlerinden ayrıldılar Kara Yusuf, memleketine geri döndü Timur Han ise, onların hareketlerinden günü gününe haber alıyordu Gönderdiği kuvvetler, Sultan Ahmed Celâyir'e ani bir baskın düzenleyerek mağlup ettiler Sultan Ahmed, bütün ağırlıklarını kaybettikten sonra, güçlükle Osmanlı sultanına sığınabildi Kara Yusuf Bey de, Timur'un 1400'deki Yakın Doğu seferinde, Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid Han'ın yanına gitti, ondan himaye ve iltifat gördü Kendisine Aksaray havalisi, maişet ve ikamet yeri olarak verildi Bu durum, Timur Han ile Yıldırım Bayezid Han arasında yapılan 1402'deki Ankara Savaşı'nın sebeplerinden biri oldu

1402 yılında Yıldırım Bayezid'le yaptığı Ankara Meydan Muharebesini kazanan Timur Han, Karakoyunlu emîri Kara Yusuf'a kesin bir darbe indirdi Timur Han'ın ordusu karşısında bozguna uğrayarak, muharebe meydanından güçlükle kaçan Kara Yusuf, nâibi Şeyhü'l-Mahmudî'ye sığındı Dımaşk nâibi, önce Kara Yusuf'a, sonra da buraya gelen Ahmed Celâyir'e iyi bir kabul gösterdi Fakat, bir süre sonra Timur Han'ın, Memlûk sultanına yaptığı tehdit ve baskılar etkisini gösterdi Memlûk sultanı Ebu'l-Ferec, Dımaşk nâibinden Kara Yusuf ve Ahmed Celâyir'in öldürülmelerini istedi Ancak, nâib bu emri yerine getirmedi ve sadece hapsetmekle yetindi Bir sene kadar hapiste kalan Kara Yusuf, buradan çıktıktan sonra, Van hâkimi İzzeddin Şîr üzerine yürüyerek Van bölgesini ele geçirdi Onun eski ülkesine sahip olması üzerine, dört bir yana dağılan Türkmen emîrleri, tekrar bayrağı altında toplandılar Kara Yusuf'un bu faaliyetlerine Âzerbaycan ve Irak-ı Arab hükümdarı Miran Şah oğlu Ebu Bekr karşı çıktı İki ordu çok geçmeden Nahcivan'ın batısında karşılaştılar Ebu Bekr'in ordusu yenildi ve kuvvetlerinin pek çoğu Aras nehrinde boğuldu Bu zaferle şöhret ve gücü bir kat daha artan Kara Yusuf, Tebriz ahalisinin isteği üzerine şehir önüne gelerek yaptığı muharebede, Ebu Bekr'in babası ve Timur'un oğlu Miran Şah'ı öldürdü ve şehri ele geçirdi Bir süre sonra Ebu Bekr'le karşılaşan Kara Yusuf, onu tekrar mağlup etti Bu muvaffakiyetle Kara Yusuf, Timur İmparatorluğu'nun önemli bir parçasını alarak, Karakoyunlu Devletini kurdu

Kara Yusuf'un Ebu Bekr'e karşı kazandığı ikinci ve parlak zaferden sonra, başta Irak emîri Bistam Bey olmak üzere bütün emîrler ona bağlılıklarını bildirdiler Daha sonra Bistam Bey'i Irak-ı Acem'in fethine memur eden Kara Yusuf, Aladağ'a gitti Bistam Bey, *********'yi fethedince, Kara Yusuf, onu Irak-ı Acem valiliğine tayin etti 1409 yılında, "zaptolunamaz" olarak vasıflandırılan Alıncak Kalesi, Karakoyunluların eline geçti

Bu sırada Sultan Ahmed Celâyir, Karakoyunlulara ait Tebriz'e girerek şehirdeki Türkmenlerin çoğunu katletti Durumu öğrenen Kara Yusuf, Âzerbaycan'a girerek, Tebriz yakınlarında karargâh kurdu İki ordu arasında vuku bulan savaşta, Sultan Ahmed, askerlerinin büyük bir kısmıyla, Karakoyunluların eline esir düştü Sultan Ahmed, ordu komutanlarının ısrarıyla öldürüldü (1410) Kara Yusuf, bu zaferden sonra oğlu Pir Budak'ı hükümdar ilan etti Irak-ı Arab üzerine sefer düzenleyip, bölgeyi ele geçirdi Oğlu Şah Mehmed'i, Bağdat'a vali tayin etti Daha sonra Âmid (Diyarbakır), Ergani üzerine yürüdüğü sırada, önüne çıkan Akkoyunlu beyi Kara Yülük Osman'la savaşıp, onu mağlup ve barışa mecbur etti Akkoyunluların müttefiki olan Şirvan ve Gürcistan hükümdarlarını da yendikten sonra, Irak-ı Acem'i tamamen ele geçirdi

1420'de Ucan'da vefat eden Kara Yusuf Bey'den sonra, Karakoyunlulara bütünüyle hâkim olabilecek bir şehzadenin bulunmaması, birliği sarstı Hükümdar ilan ettiği Pir Budak, kendisinden önce vefat etmişti Karakoyunlu beyleri, cesur bir bey olan Kara Yusuf'un ikinci oğlu İskender Mirza'yı hükümdar ilan ettiler

İskender, başa geçer geçmez, Âzerbaycan ve doğu Anadolu'yu işgal etmekte olan Şahruh'la Eleşkirt mevkiinde yaptığı savaşı kaybetti Şahruh'un Âzerbaycan'a dönmesinden sonra, Tebriz'e gitti Kardeşi İsfahan Mirza'nın elinde bulunan bu şehri zaptetti Daha sonra Bitlis ve Ahlat çevresini ele geçirdi Şemahi ve Şirvan civarına akınlar düzenledi ve Timurlu sultanı Şahruh'u uzun süre uğraştırdı Bir süre sonra İskender'in kardeşleri, Şahruh tarafına geçtiler Bunun üzerine Şahruh, 1434 senesinde Âzerbaycan üzerine yürüdü İskender, üzerine gelen bu güçlü orduya karşı koyamadı Erzurum üzerinden batıya çekildi Bu sırada yolunu kesen Akkoyunlu beyi Kara Yülük Osman'ı Erzurum kalesi önlerinde yapılan savaşta yaraladı ve ölmesine sebep oldu İskender, daha sonra, Osmanlılar'a ait Tokat kasabasına sığındı Osmanlı Devletine sığındıktan sonra, Karakoyunlu hükümdarlığı, Şahruh'un yanında bulunan Cihanşâh'a verildi Bu yüzden Karakoyunlu devleti, Şahruh'un ölümüne kadar Timurluların himayesinde kaldı Şahruh çekilince, İskender, kardeşi Cihanşâh ile uğraşmaya başladı ise de, Sofuâbâd mevkiinde yapılan muharebede yenildi (1438) Nahcivan taraflarındaki Alıncak kalesine sığındı Fakat, orada oğlu Kubad tarafından öldürüldü (1438)

İskender'in ölmesiyle rakipsiz kalan Cihanşâh, Karakoyunlu hükümdarı oldu Gürcüleri mağlup ettikten sonra, hâkimiyetini tanımayan Bağdat'ı, 1444 senesinde ele geçirdi Şahruh'un ölümüne kadar, ona bağlılığını muhafaza etti Sonra Timur evlatları arasındaki taht mücadelelerinden faydalanarak, Kars ve Kirman eyaletlerini ele geçirdi (1457) Horasan ve Herat'ı ele geçirdiği sırada, oğullarından Hasan ve Pir Budak isyan ettiler Cihanşâh, bu isyanlarla uzun süre uğraştı Osmanlı sultanlarından II Murad Han (1421-1451) ve Fatih Sultan Mehmed Han (1451-1481) ile dostane münasebetler kurdu ve devletini yükseltip, ülkenin sınırlarını genişleterek sultan, hakan unvanlarını kullandı Karakoyunlu ülkesi en geniş sınırlarına Cihanşâh döneminde kavuştu Bütün İran, Irak, Güney Kafkasya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu dahil Basra Körfezine kadar genişleyen Karakoyunlu Türkmen Beyliği, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın hücumlarına uğradı Nihayet, 1467 senesinde Mardin'de Uzun Hasan'a yenilen Cihanşâh, aynı muharebede öldürüldü Cihanşâh'ın yerine oğlu Hasan Ali geçti Hasan Ali, iki yıl saltanat sürüp, 1468 yılında ölünce, Bağdat kolu dahil bütün ülke, Uzun Hasan tarafından ele geçirildi Böylece Karakoyunlu Devleti tarihe karıştı

Devlet teşkilâtı: Karakoyunlular, devlet teşkilâtı hususunda, tamamıyla Celâyirli ve İlhanlı devlet an'ane ve müesseselerine bağlı kaldılar Bu devlette hükümdar seçiminde, aile ve aşiret reisleri etkiliydi Devleti teşkil eden aile efradı ve aşiret reisleri tarafından kim uygun görülürse, idare onun eline verilirdi Devlet işlerinin mercii, Büyük Dîvan idi Reisine Sahib-i Dîvan denilirdi Bunun emrinde Sahib-i Âzam denilen reisler de vardı Vilâyetler, hem ikta, hem de idare olarak, hanedan ailelerinden olanlara ve emîrlere verilirdi Bunlar, iktanın gelirine göre asker beslemek zorunaydılar En önemli vilâyetlerinden olan Fars, Yezd, İsfahan ve Bağdat'tan her biri bir şehzade tarafından idare edilmekteydi Bu şehzadelerin çok kalabalık maiyetleri ve muntazam saray teşkilatları vardı

Karakoyunlu Devletinde ordu, yaya ve atlı kuvvetlerden meydana geliyordu Beylere bağlı timarlı askerle, ayrıca önemli bir yekûn teşkil eden timarlı sipahi ve çerik denilen aşiret kuvvetleri, devletin esas askerî gücünü oluşturuyordu Ordu, günümüzdeki takım, bölük, tabur ve alay gibi, koşun, tip ve fevc diye bir takım gruplara bölünmüştü Harp esnasında öncü birliklerine, pişdar denilirdi İhtiyat ordu karargâhına, uruğ denilmekteydi Hükümdarın maiyetindeki kapıkulu askerleri, maaşlarını dîvandan alırlardı Kara Yusuf Bey, askerlerinin maaşlarını tam zamanında almalarına çok dikkat ederdi Bu iş için ayrıca bir teşkilât da kurmuştu

Kültür ve medeniyet: Karakoyunlu hükümdarları, savaşların yanında, ülkenin imar ve ihyası için de çalışmışlardır Cihanşâh, adalet ve imarcılığı ile meşhur olmuştur Saltanatı devrinde Tebriz'i mâmur bir belde haline getirmiştir Timur Han tarafından ortadan kaldırılmasına rağmen, o devirde tekrar ortaya çıkan Hurûfîlik adlı sapık fırkanın önüne geçen Cihanşâh, Tebriz'de bulunan Hurûfîlerin çoğunu ortadan kaldırarak, büyük hizmette bulunmuştur İlme ve âlimlere saygılı olup, ilim adamlarını koruyup gözetmiş, medrese ve camiler yaptırmıştır Tebriz'de muhteşem ve müzeyyen bir cami yaptıran ve memleketin çeşitli yerlerini âbideler ile süsleyen Cihanşâh, şairleri himaye etmiş ve kendisi de Hakîkî mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır Onun oğlu, Bağdat valisi Pir Budak da şairdi Meşhur âlimlerden Celâleddin Devânî, Akkoyunlulara intisap etmeden önce, Tebriz'de Cihanşâh'ın medresesinde müderrislik yapıyordu Devânî, Farsça yazdığı Risale-i Hurûf adlı eserini Cihanşâh adına telif etti Yine, Şeyh Şücâeddin bin Kemaleddin Kirmânî, Hadîkat-ül Meârif adlı eserini Cihanşâh adına kaleme aldı

Cihanşâh'ın Tebriz'de tamamen mermerden yaptırdığı ve çinilerle süslediği Gökmedrese, diğer adı ile Muzafferiye Medresesi çok ünlüdür Medresenin özellikle kapısı, bir sanat harikasıdır Tebriz'de, Cihanşâh'ın hanımının yaptırdığı, Büyük Cami ve medresesi vardır

Karakoyunlular, itikad bakımından Şiîliğe meyilli olduklarından, gerek Memlûk Devleti, gerekse Akkoyunlular ve diğer Sünnî devletler, bunların aleyhinde idiler Özellikle Akkoyunlularla olan mücadelelerinin sebeplerinden biri de aralarındaki mezhep farkıdır Buna rağmen, Karakoyunlu paralarında, ilk dört halifenin adları ve Kelime-i Şehadet yazısı görülmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Akkoyunlular (Akkoyunlu Devleti)

Akkoyunlu oymağının Doğu Anadolu'ya geliş tarihi hakkında güvenilir bilgiyi, Akkoyunlu hanedanının tarihi olan, Ebû Bekr-i Tihrânî'nin Kitâb-ı Diyarbekriyye'sinde bulmak mümkündür Devletin kurucusu Karayülük Osman Bey'i, Bayındır Han vasıtasıyla, 52 göbekte Oğuz Han'a bağlayan yazar, oymağın ilk önce XIII asrın başlarında Doğu Anadolu'da göründüğünü, Moğol istilâsına karşı koyduklarını, giderek Diyarbekir havâlisine hâkim olup, bu arada Trabzon Rum Devleti'ne ve Gürcülere karşı da seferlere giriştiklerini kaydeder
Konar-göçer bir Türkmen topluluğu olan Akkoyunlular'ın adlarının, besledikleri sürülerden verilmiş olması muhtemeldir Çeşitli Farsça ve Arapça kaynaklar, Akkoyunlular'ın menşe'lerinden bilgi vermeksizin, Selçuklu ve Artuklu beylerinden olduklarını ifade etmelerine karşılık, yukarda zikredilen Akkoyunlu tarihi olan Kitab-ı Diyarbekriye'de, Akkoyunluların, Oğuz Han neslinden geldikleri belirtilmektedir

Buna göre, Oğuzlar'ın Bayındır boyunun bir oymağı olan Akkoyunlular'ın, Peygamber efendimiz devrinde (VII yüzyıl) Kıpçak ülkesine, oradan da Ârran Ovası'na geldiklerini, Selçuklular döneminde bu devletin hizmetine girdiklerini ve Diyarbakır bölgesinin kendilerine ikta olarak verildiğini kaydetmektedir

Oğuzlar'ın Bayındır boyundan inen Akkoyunlular'ın tarihi, 1300 yıllarından itibaren bilinmektedir Akkoyunlular'dan, bilinen ilk tarihi simâ, Tur-Ali Bey'dir Karakoyunlu devletini yıkarak (1469), onun yerine büyük bir Türkmen devleti haline gelen Akkoyunlular'ın, bu tarihe kadar başlarında bulunan reisleri şunlardır:

1) Tur-Ali Bey (?-1360): Babası Akkoyunlu Beylerinden Pehlivan Bey'dir Kendisine bağlı Türkmenler'le Diyarbakır'da yurt tuttuğu bilinmektedir İlhanlı Gazan Han (1248-1291)'a genç yaşta intisap ettiği ve onun maiyetinde Suriye seferine katıldığı bilinmektedir

2) Fahreddin Kutlu Bey (1360-1389): Babası Tur-Ali Bey'den sonra, Akkoyunlular'ın reisliğine gelmiştir Devri oldukça hareketli geçmiş, Sivas hakimi Kadı Burhaneddin, Trabzon Rum İmparatorluğu, Mısır Memlûk Sultanlığı ve amansız rakipleri Karakoyunlular'la mücadele etmiştir 1389 yılında ölen Fahreddin Kutlu Bey'in mezarı, Bayburt'un Sinor köyündedir

3) Ahmed Bey (1389-1397): Fahreddin Kutlu Bey'in oğludur Babasının ölümü üzerine, Akkoyunlular'ın reisliğine getirilmiştir Uzun süre, Kadı Burhaneddin'in yüksek hakimiyetini kabul etmek zorunda kalan Ahmed Bey, 1397 yılında onun tarafından öldürülmüştür

4) Fahrüddin/Bahaüddin Kara-Yülük Osman Bey (1397-1435): Akkoyunlular'ın, Doğu Anadolu'da hakimiyetini perçinleyen reisleridir Fahreddin Kutlu Bey'in oğullarındandır Rakipleri ve ağabeyi Ahmed Bey'i öldürten Kadı Burhaneddin'i mağlûp ve katletmiş, daha sonra Karakoyunlu Kara-Yusuf'la, Türkmenler üzerindeki hakimiyet ve Doğu-Güneydoğu Anadolu'yu elde etmek için, amansız bir mücadeleye girmiştir

5) Celâlüddin Ali Bey (1435-1438): Kara-Yülük Osman Bey'in veliaht tayin ettiği oğlu olup, babasının yerine Akkoyunlu reisliğine getirilmiştir

6) Nurüddin Hamza Bey (1438-1444): Kara-Yülük Osman Bey'in diğer oğludur

7) Cihangir Bey (15/10/1444-1453): Celâlüddin Ali Bey'in oğludur Hakim olduğu Urfa'dan hareketle, Akkoyunlu beyliğini tekrar toplamayı başarmıştır

8) Nusretüddin Ebû-Nasr Uzun Hasan Bey (1435-6/1/1478): Akkoyunlular'ı bir devlet haline yükselten, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey olmuştur

Karakoyunlular'ın büyük hükümdârı Cihân-şâh'ı (1467), Türkistan hükümdârı Ebu Said'i (1469) ortadan kaldırarak bütün İran'a, Irak'a, Kafkasya'ya ve Doğu Anadolu'ya sahip oldu

Batı Anadolu'ya doğru olan hedefi, Osmanlı hükümdârı Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) karşısında aldığı Otlukbeli (11 Ağustos 1473) yenilgisi ile neticesiz kaldı Bu yenilgiye rağmen ayakta kalmayı başaran Uzun Hasan, Orta ve Batı Anadolu'dan tamamen elini çekmekle beraber, Tebriz taht merkezi olmak üzere diğer Akkoyunlu topraklarını elinden bırakmadı

1478 yılında vefat eden Uzun Hasan, büyük devlet adamlığı vasfı yanında, memlekette uzun süreden beri ihmal edilmiş olan imâr faaliyetlerine hız verdi Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu harap eden aşiret kavgalarına, mera, otlak anlaşmazlıklarına son verebilmek için, birçok kanunlar düzenledi Bu kanunlar, uzun süre, bölgede "Hasan Padişah Kanunları" olarak anılagelmiştir Osmanlılar dahi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini ele geçirdikleri zaman, bu kanunlarda çok az değişiklikler yaparak yürürlükte bırakmışlardır

9) Sultan Halil (6/1/1478-24/12/1490):Uzun Hasan Bey oğlu

10) Sultan Yâkub (15/7/1478-24/12/1490): Uzun Hasan Bey'in diğer oğlu olup, son dirayetli Akkoyunlu hükümdarıdır Ölümünden sonra devlet, inkırâza yüz tutmuştur

Sultan Yakub'dan sonra sırasıyla Sultan Baysungur (24/12/1490-1492 Mayıs), Sultan Rüstem (Mayıs 1492-1496 yılı başı), Sultan Dâmâd/Ahmed Göde/(1496 başı-1498), Sultan Mehmed (1498-1500), Sultan Elvend (1500-1504), Sultan Murad (1504-1508) hükümdarlık yapmışlardır Akkoyunlu devletine diğer bir Türk teşekkülü olan Safevî hanedanı son vermiştir

Safevî Devleti (Safevîler)

On altı ile on sekizinci yüzyıllar arasında İranda hüküm süren Türk hânedânı Evliyanın büyüklerinden olan Şeyh Safiyyüddin Erdebilînin soyundan geldikleri için, Safevî ismiyle anıldılar
Safevîlerin dedesi olan Safiyyüddin Erdebilî, 1252-1334 yılları arasında, Erdebil ve civarında yaşamış bir veliydi Kendisi ve halifeleri zamanında, yolu, İran, Irak ve Andoluda yayıldı Osmanlı padişahlarının, Timur Han ve Akkoyunlular'ın ilgi ve yakınlıklarını gördüler Timur Han, Safiyyüddin Erdebilînin torunlarından Hoca Aliye Erdebil şehrini vermiş ve burada bağımsız hareket etme yetkisi tanımıştı Anadoluya daha önceki devirlerde yerleşmiş olan Bâtınîler ve Timur Han tarafından Anadoludan ***ürülen Türkmenler, Safeviyye yolunun mensupları arasına girdiler Bâtıniyye sapık fırkasının, Eshâb-ı kirâm (Hazret-i Peygamber'in arkadaşları) düşmanlığını esas alan fikirlerini, Safevîler arasında yaymaya başladılar Hoca Alinin torunu olan Cüneyde de, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını bulaştırdılar

Cüneyd, Bâtınîlerin fikirlerinin etkisinde kalarak, doğru yoldan ayrıldı Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanların nefretini kazanan Cüneyd, baba ve dedelerinden dolayı kendisine gösterilen hürmet ve sevgiyi istismar edip, siyasete karıştı Bölgeye hakim olan Karakoyunlular'a karşı, zaman zaman ayaklanmalar düzenledi Bu yüzden memleketini terk etmeye mecbur kalarak, bir ara Osmanlılar'a ve Karamanoğulları'na sığındı Ancak, sapık fikirlerinden dolayı buralarda da tutunamadı Güney ve Güneybatı Anadolu ile Suriyenin kuzeyindeki Türkmenler arasında sapık fikirlerini yayarak, bu bölgede bir beylik kurmaya çalıştı Fakat Mısır Memlûk hükümdarlarının müdahalesiyle başarısızlığa uğradı Sonra Trabzon ve Canik bölgesine giderek burada faaliyetlerde bulundu Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Şeyh Cüneydin nüfuzundan faydalanmak üzere, onu kızkardeşi Hadîce Begümle evlendirdi Bu evlilikten, Haydar adında bir oğlu dünyaya geldi Gürcistan ve Çerkez ülkelerine seferler düzenledi Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı muharebede öldü (1460)

Fikrî temelleri, Eshâb-ı kirâm düşmanlığına dayanan bir devlet kurmayı gaye edinen Cüneydin yerine, oğlu Haydar geçti O da açıkça Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalıştı Dayısı Uzun Hasanın kızı Halime Begüm Âlemşâhla evlendi Bu evlilikten, meşhur Şâh İsmâil dünyaya geldi Akkoyunlularla akrabalık bağlarını daha da pekiştiren Haydar, gücünü arttırdı Kendine tâbi olanlara, kızıl başlıklar giydirdi Bu sebeple ona tâbi olanlara “Kızılbaş” adı verildi Babasının öcünü almak üzere, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesâr üzerine yürüdüyse de, 1488de yapılan savaşta öldü

Haydarın ölümünden sonra, İsmâilin de aralarında bulunduğu çocukları, anneleriyle birlikte, dayıları ve Akkoyunlu sultanı olan Yakub tarafından hapsedildiler Sultan Yakubun 1490da ölümünden sonra, İsmâil ve kardeşleri, anneleriyle birlikte serbest bırakıldılar Büyük kardeşleri olan Sultan Ali, Safevîlerin başına geçti Daha sonra Akkoyunlularla araları iyice açıldı 1493te Akkoyunlularla yaptığı bir muharebede, Sultan Alinin ölümünden sonra Safevîler dağıldı Sultan Ali, ölmeden önce yerine henüz altı yaşında olan kardeşi İsmâili veliaht tayin etmişti İsmail ve kardeşi İbrahimin başına bir iş geleceğinden korkan Safevîler, onları gizlediler Bir müddet Gilana ***ürülen İsmâil, orada altı yıldan fazla kaldı

Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Rüstemin ölmesi üzerine meydana gelen kargaşalıktan istifade etmesini bilen Safevîler, çocuk yaşta olan İsmailin etrafında toplanıp, Akkoyunlu tahtında hak iddia ettiler Çoğu Anadoluda bulunan birçok Türkmen kabilesini de yanlarına alarak, Arran (Karabağ) ve Şirvanın bir kısmını ele geçirdiler Âzerbaycan üzerine yürüdüler Akkoyunlu hükümdarı Elvend Beyi, yenilgiye uğrattılar Tebrize dönen İsmail bin Haydarı, 1501de şah ilan ederek, Safevî Devletini kurdular

Şah İsmail Safevî, öncelikle çevresindeki beylik ve devletlerle savaşıp, bazılarını hakimiyeti altına aldı Şiîliği yayarak, Tebrizde on iki imam adına hutbe okutup, kendi adına para bastırdı

Akkoyunlular, elden çıkan topraklarını ele geçirmek için teşebbüse geçtilerse de başarılı olamadılar Doğuda bulunan Timurlu Devleti de zayıflamıştı Kendini güçlü hisseden Şah İsmail, 1502-1503te Irak üzerine yürüyüp Akkoyunlu Hükümdarı Murad Beyi mağlup ederek Şirazı ele geçirdi Kazerûnu alıp, pek çok Sünnî âlim ve Müslümanı kılıçtan geçirtti Yezd ve İsfahanı da istilâ ederek, sapık fikirlerini kabul etmeyen Müslümanlara zulüm yaptı ve kabul etmeyip karşı çıkanları öldürttü Anadolu içlerinde ve Osmanlı topraklarına da fikirlerini yaymaya teşebbüs etti İsfahanda bulunduğu sırada, Osmanlı Padişahı İkinci Bayezid Han, elçiler göndererek fikirlerinden vazgeçmesini ve Sünnî Müslümanlara karşı uyguladığı zulmü durdurmasını istedi

Bir taraftan Osmanlı hükümdarlarına bağlılığını bildiren Şah İsmail, diğer taraftan Sünni Müslümanlara karşı zulüm hareketini devam ettiriyordu 1505te Kazvine gelerek, Hâlid bin Velidin soyundan olan Hâlidîleri topluca katlettirdi 1507de, Dulkadiroğlu Alâüddevle Beyi mağlup edip, Erciş, Ahlat ve Bitlisi ele geçirdi ve Elbistana kadar ilerledi İşgal ettiği yerlerde on binlerce Sünnî Müslümanı katlettirdi Hakimiyet sahasını genişleten Şah İsmail, Irak-ı Araba sefer düzenledi 1509da Bağdatı istilâ etti Burada bulunan Sünnî âlimlerinden pek çoğunun türbelerini tahrip ettirip, Sünnî Müslümanları topluca katlettirdi Bir müddet sonra, Huzistan üzerine yürüyerek burayı zaptetti

Horasanı fetheden Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybek üzerine yürüyerek, 1509da Merv civarında Özbek kuvvetleriyle karşılaştı Bu muharebede Muhammed Şeybek Han yenildi Muhammed Şeybek Hanın kafatasını kendisine şarap kadehi yapan Şah İsmail, derisine saman doldurup, zaferine alamet olmak üzere Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Hana gönderdi Bu galibiyetten sonra kendini güçlü hisseden Şah İsmail, Mâverâünnehir üzerine yürüdü Özbeklerin sulh talebi üzerine, Belh ve birkaç vilayeti zaptettikten sonra, Iraka döndü

Şah İsmail, bir taraftan seferler düzenleyerek ülkesini genişletmeye çalışırken, diğer taraftan derviş kılığında ve tarikat mensubu adı altında pek çok taraftarını, komşu ülkelere, bilhassa Osmanlı topraklarına göndererek isyan ve karışıklıklar çıkarttı Bunlardan Şah-kulu veya Şeytan-kulu diye bilinen Karabıyıkoğlu, üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini, üst üste bozguna uğrattı Kütahyayı tahrip etti Veziriâzam Ali Paşa ile giriştiği muharebede öldürüldü ise de Ali Paşa da şehit düştü Anadoludaki isyanlar üzerine, İkinci Bayezid Han, Safevîlere meyledenlerin İrana gitmelerini yasaklayarak, bunların bir kısmını, Rumeliye sürgüne gönderdi Şah İsmail, taraftarlarının kendisini ziyarete gelmelerinin yasaklandığını haber alınca, İkinci Bayezid Hana mektup yazarak onların gönderilmelerini istedi İkinci Bayezid Han ise yazdığı mektupta, İrana gidenlerin Şahı ziyaret için değil, askerlikten kaçmak için gittiklerini bildirdi ve Şah İsmailin isteğini yerine getirmedi

Bu sırada Şah İsmailin, Osmanlı Devleti için içten ve dıştan büyük bir tehlike arz etmeye başladığını, Osmanlılara karşı Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gûrî (Gavri) ile anlaştığını tespit eden İkinci Bayezid Han, gerekli tedbirleri aldı Fakat herhangi bir harekete geçmedi Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı padişahı olunca, Anadoluda bulunan Safevî taraftarlarına karşı takibata girişti Özbek Hanına haber göndererek, Şah İsmaile karşı harekete geçmesini istedi Şah İsmaile de, ağır hakaretlerle dolu mektuplar yazarak, onu savaşa girmeye tahrik etti Nihayet, 23 Ağustos 1514te Çaldıranda yapılan savaşta, ağır mağlûbiyete uğrayan Şah İsmail, muharebe meydanından kaçtı (Bkz Çaldıran Savaşı) Bu sırada Özbekler, Horasanı tekrar ele geçirdiler İçkiye ve işrete düşkün olan Şah İsmail, devlet erkânının isteği üzerine, henüz bir yaşında olan oğlu Tahmasbı, veliaht tayin etti 1524te Erdebilin Serab kasabasında öldü

Şah İsmailin ölümünden sonra, yerine, henüz on yaşında bulunan büyük oğlu Ebül-Muzaffer Tahmasb geçti Yeni Şahın çocuk olması, bazı karışıklıklara sebep oldu Hattâ, bazı kabileler, kendi bölgelerinde bağımsız hareket etmeye başladılar Bu durumdan istifade eden Özbekler, birçok kere Horasanı zaptettiler Şah Tahmasbın daha sonra Horasana tayin ettiği vali, bu bölgeyi hakimiyeti altına aldı

Bitlis Hakimi Şeref Beyin, Safevîlere itaat etmesi, Osmanlı ordusunun, Safevîlere karşı sefer açmasına sebep oldu Bu sırada Özbekler, Horasanı tekrar zaptettiler Osmanlı ordusunun, Irakeyn Seferinden dönmesini fırsat bilen Şah Tahmasb, Özbek Hanı Ubeydullah Han üzerine yürüyerek Herat ve Kandeharı tekrar aldı Elkas Mirzâ komutasındaki yirmi bin kişilik bir orduyu da, Şirvanşâhların idaresindeki Şirvan üzerine gönderdi Bu ordu, 1538de Şirvanın önemli kalelerini ele geçirdi

Gürcülerle de mücadeleye girişen Safevîler, uzun çarpışmalardan sonra, onları hakimiyetleri altına aldılar

Bu sırada, Avrupa seferleri sebebiyle, Osmanlı-Safevî münasebetleri bir müddet sessiz kaldı Ancak, Safevî kumandanlarından Elkas Mirzânın, Osmanlılara ilticâ etmesinden sonra Kanunî Sultan Süleyman, 1548de Tebriz üzerine bir sefer daha düzenledi Meren civarında, Safevî ordusu, Osmanlılara yenildi Kanunî Sultan Süleyman Hanın vefatından sonra, Osmanlı-Safevî münasebetlerinde sessizlik hakim oldu Şah Tahmasb, İkinci Selim ve Üçüncü Muradın cüluslarında (tahta çıkışlarında) İstanbula elçi göndererek, cülus tebriknâmesi ve hediyeler takdim etti 53 yıl gibi uzun bir müddet saltanat süren Şah Tahmasb, hükümet merkezini Tebrizden Kazvine nakletti Tezkire-i Şah Tahmasb adıyla bilinen kendi hâl tercümesini (otobiyografisini) yazan Şah Tahmasb, veliahd tayini hususunda Kızılbaş reisleri arasında çıkan anlaşmazlık sebebiyle, 15 Mayıs 1576da zehirlenerek öldürüldü

Şah Tahmasbın ölümünden sonra oğlu İsmail Mirzâ, İkinci Şah İsmail unvanıyla tahta geçti Bazı Kızılbaş ileri gelenlerini ve diğer şehzadeleri ortadan kaldırdı Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden Şafiî mezhebini tercih edip, âlim geçinen ve Eshâb-ı kirâm düşmanı olan kimseleri, sarayından uzaklaştırdı Ehl-i sünnet âlimlerine karşı ilgi duyup, onları sarayına aldı Osmanlılarla antlaşma yaptı Devlet kademelerinde bulunan Kızılbaşları azledip, yerlerine, kendine tâbi, fakat tecrübesiz kimseleri getirmesi, Eshâb-ı kirâm düşmanlarının karşı çıkmasına sebep oldu Bir sene kadar saltanatta kaldıktan sonra, 1577de düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü

Şah İkinci İsmailin vefatından sonra, yerine kardeşi Muhammed Hudâbende geçti Âmâ olan bu hükümdar, idareden âciz olduğu için, memleketi eşi idare etmeye başladı Yerine de Hamza Mirzâyı veliaht tayin etti Şah İkinci İsmail zamanında Osmanlılarla yapılan anlaşma bozulduğundan, Osmanlı Sultanı Üçüncü Murad Han tarafından Safevîlere harp ilan edildi Vezir Lala Mustafa Paşa kumandasındaki ordu, Safevîleri, Çıldır Ovasında yendi Tiflis ve Şirvan bölgeleri, Osmanlıların eline geçti Safevîler, kaybettikleri toprakları geri almak üzere teşebbüse geçtilerse de, başarılı olamadılar Bu durum karşısında Şah Hamza Mirzâ, sulh isteğinde bulundu Fakat, 1586da Şah Hamza Mirzâ da öldürüldü

Şâh Hamza Mirzânın öldürülmesinden sonra, yerine tayin edilecek veliaht hususunda Kızılbaş reisleri arasında anlaşmazlıklar çıktı Nihayet 1588de, Abbas Mirzâ, Safevî tahtına geçti Şah Abbas, tahta geçtikten sonra, Osmanlılarla sulha taraftar olan emîrleri katlettirdi Özbek Hanı Abdullah Hanın, Heratı zapt ederek, Meşhed üzerine yürüdüğünü duyup, onu durdurmak için Horasana hareket etti Bu sırada, Ferhat Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Genceyi; Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu da Nihavendi ele geçirdi Doğuda Özbek, batıda Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî devletinde iç isyanlar başgösterdi Şah Abbas, iç isyanları bastırmak için Osmanlılarla anlaşmak istedi Sulh için İstanbula bir elçi gönderdi 1590da yapılan antlaşmayla, İranda; Peygamber efendimizin Ashâbına ve halifelerine hakaretten vazgeçilmesi, Sünnî olan Müslümanlara karşı kötü hareketlerde bulunulmaması kararlaştırıldı Âzerbaycan, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Lûristanın bir kısmı Osmanlılarda kaldı

Şah Abbas, Osmanlılarla bu antlaşmayı imzaladıktan sonra, içerdeki karışıklıkları bastırdı Özbekleri de Horasandan uzaklaştırdı Devlet merkezini de Kazvinden İsfahana nakletti “Şahsevenler” adı verilen yeni bir ordu da kuran Şah Abbas, Avrupa devletleriyle sıkı münasebetler kurmaya başladı İçeride istikrarı sağladıktan sonra, Osmanlıların fethettiği yerleri, geri almaya teşebbüs etti Çok zalim ve kan dökücü olan Şah Abbas, Basra Körfezindeki adaları da Portekizlilerden aldı 42 yıl saltanat sürdükten sonra, 1628de öldü

Şah Abbasın ölümünden sonra torunu Sam Mirzâ, Şah Birinci Safî unvanıyla tahta geçti Zalim bir şahsiyete sahip olan Sam Mirzâ da, Özbekler ve Osmanlılar'la uğraşmaya devam etti Van bölgesini Osmanlılardan almaya teşebbüs etti Bunun üzerine Osmanlı padişahı Dördüncü Murad Han, Revan Seferine çıktı Daha sonra da Bağdat üzerine yürüyüp, bu bölgeyi kesin olarak Osmanlı hakimiyetine aldı Şah Birinci Safî, 1642de ölünce, yerine on yaşındaki oğlu İkinci Abbas geçti Onun da 1667de ölümünden sonra, oğlu Safî Mirzâ, Şah Birinci Süleyman unvanıyla tahta geçti Şah Birinci Süleyman zamanında İran halkı, istikrar içinde yaşadı 1694te ölünce, yerine Sultan Hüseyin geçti

Yirmi beş yıldan fazla tahtta kalan Sultan Hüseyin, Sünnî Müslümanlara çok zulmetti Halk tarafından da pek sevilmeyen Sultan Hüseyinin, Afganlılarla arası açıldı Kandehar Valisi Mîr Üveys, 1709da bağımsızlığını ilan etti Mîr Üveysin oğlu Mahmud, 1722de İsfahanı ele geçirerek, Şah Hüseyini Safevî tahtından uzaklaştırdı Bu sırada, Safevî Hanedanının, Mahmudun eline esir düşmesini istemeyen İran devlet adamları, Şah Hüseyinin oğlu İkinci Tahmasbı, Kazvin taraflarına kaçırdılar

Aslen Avşar olan Safevî kumandanlarından Nâdirin gayretleriyle Afganlılar, İrandan uzaklaştırıldıktan sonra, 1722de İkinci Tahmasb, Safevî tahtına çıkarıldı Fakat memlekette iç karışıklıklar baş gösterdi Sünnî Müslümanlara zulüm ve kıyım hareketleri arttı

Osmanlılar, Sünnî Müslümanların bulunduğu bazı şehirleri Safevîlerin elinden kurtarmaya karar verdiler Erzurum Valisi Silahtar İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, 1723te Tiflis bölgesini ele geçirdi Rus Çarı Deli Petro, bazı toprakların Rusyaya verilmesi karşılığı, Afganlıları İrandan çıkarmayı vaad etti Antlaşma imzalandı Şah İkinci Tahmasb, Osmanlılarla da anlaşmak üzere elçiler gönderdi Fakat Osmanlılar, bu teklifi kabul etmediler Nihayet Osmanlı orduları, üç koldan İran üzerine yürüdü 1723te Kirmanşah ve Erdelen eyaletinin merkezi olan Sine şehrini aldılar Köprülüzade Abdullah Paşa kumandasındaki ordu da, 1724 Mayısında Tebriz önüne geldi Şah İkinci Tahmasbın kumandasındaki Safevî ordusu, Osmanlılara karşı şiddetle savaştı Fakat, bütün gayretlerine rağmen, iki aylık bir kuşatmadan sonra Tebriz, Osmanlıların eline geçti Ordu, Revan üzerine yürüdü İran topraklarını ele geçirmeleri, Osmanlıları, Rusya ile karşı karşıya getirdi Nihayet 24 Haziran 1724te, İstanbulda yapılan bir toplantıda, İran topraklarının, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında taksim edilmesi kararlaştırıldı Memleketi; Afganlılar, Osmanlılar ve Ruslar tarafından taksim edilen Şah İkinci Tahmasb, Fransa aracılığıyla, bu anlaşma ve taksimata itirazda bulundu ve anlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı İrana karşı tekrar harp ilan eden Osmanlılar, önce Lûristan eyaletinin belli başlı şehirlerini aldılar 1724te Hemedan ve Nihavendi de ele geçirdiler

İkinci Tahmasbın şahlığı, 1731e kadar devam etti Ancak, bu devirde idare, Avşarlı Nâdir Şah'ın elinde idi Nâdir Şah, 1730da Afganlıları İrandan çıkardı Başşehir İsfahanı geri aldı Ahmed Paşa zamanında Bağdatı kuşattı Sekiz ay sonra İstanbuldan Topal Osman Paşanın ordusu gelince, kuşatmayı kaldırıp kaçtı Nâdir Şah, 1731de Şah İkinci Tahmasbı saltanattan uzaklaştırarak, onun yerine küçük yaştaki oğlu Üçüncü Abbası, Safevî tahtına çıkardı O zamana kadar zaten bağımsız hareket eden Nâdir Şah, Üçüncü Abbasın 1736da ölmesinden sonra, İranda idareye hakim oldu Böylece iki yüz yıldan fazla hüküm süren Safevî Hanedanı son buldu

Safevîlerde kültür ve medeniyet:

İlk zamanlar Akkoyunlu Devletinin idarî teşkilât ve müesseselerini kabul eden Safevîler, daha sonra Osmanlılardaki idare usulü ve müesseseleriyle idare edildiler Mutlak hakimiyet sahibi olan Şahın bir müşavere (danışma) meclisi vardı Şahlık, babadan oğula kalırdı Şahtan sonra en büyük devlet adamı Vezîriâzamdı İtimâdüddevle unvanıyla da anılan Vezîriâzam, şahın vekiliydi Safevî devlet teşkilâtında, itimâdüddevleden sonra ikinci önemli vazife, bütün adlî işlere bakan Dîvân beyliği ve Kâdılkudât adı verilen makamdı Diğer mühim bir rütbe de, Meclis-nüvis veya Vekâyi-nüvisti Safevî devlet ricâli arasında, Vezîriâzamdan sonra, Kurcıbaşı, Kullarağası, Eşikağasıbaşı ve Tüfekçibaşı gelirdi Vezîriâzam, Dîvân beyi, Vekâyi-nüvîsle beraber devlet ileri gelenleri, toplam yedi kişi olurlar ve mühim devlet işlerine istişare ile karar verirlerdi

Taşra teşkilâtı ise, vali veya beylerbeyi tarafından idare edilen eyaletlere ayrılmıştı Ordu teşkîlâtı da Akkoyunlu ordu teşkilâtına çok benzerdi Şah Abbas devrinden itibaren ordu, iki kısımdan meydana geliyordu Birinci kısım, İranın her tarafına dağılmış olan ve savaş zamanlarında eyalet valileri tarafından toplanarak merkeze gönderilen daimî süvarilerdi İkincisi ise, Şah Abbas tarafından meydana getirilen ve Şahsevenler adı verilen yeni orduydu Bu yeni ordu, Tüfekçiler, Kullar ve Topçulardan meydana geliyordu

Safevîler devrinde, İranda, canlı bir ilim hayatı yoktu Yalnız Şiî fıkhıyla ilgilenen ve müftî denilen kimseler vardı Bunun haricinde bir ilmî çalışmaya pek rastlanmazdı Safevîler devrinde yetişen Bahâî, Mîr Dâmâd ve Molla Sadra gibileri, o devrin ilmî şahsiyetleri arasında sayılabilir Bahâî; matematik, astronomi ve tıpta üstün bir seviyeye ulaşmış ve bu konularda birçok eser vücuda getirmişti Mîr Muhammed Bâkır-ı Esterâbâdî de felsefe ve matematikte devrinin meşhur bilginleri arasında yer almıştı İsfahanda yetişen Molla Sadra (Sadreddîn Muhammed bin İbrâhim-i Şirâzî) tefsir, hadis, fıkıh ve felsefe öğrenmiş ve bu konularda birçok eser yazmıştı Molla Muhsin Feyzî Kâşânî, şâir olarak şöhret kazanmış ve pek çok kitap ve risale yazmıştır Safevîlerden önce zirveye ulaşmış olan Fars edebiyatı, bu dönemde pek ilerleme kaydedememiştir Abdurrahmân-ı Câmî ve Celâleddîn Devânî gibi Sünnî şâir ve münşîler, Safevîlerin ilk zamanlarında yetişmişti Türkçe'nin resmî dil olarak kabul edilmesi sebebiyle, Azerî edebiyatı da önem kazanmıştı Fuzulî, bu dönemde yetişen şairlerdendir Ancak, pek itibar görmemiştir Yine Avşar Türklerinden olan Sâdıkî, Mecmâün-Navâs adlı tezkiresini, Ali Şir Nevâîye zeyl mahiyetinde, bu devirde yazdı ve bunu diğer eserler takip etti Aynı devirde bazı tarihçiler de yetişti: Tevekkül bin İsmâil bin Bezzâr el-Erdebîlî, Kadı Ahmed Gaffîrî-i Kazvînî, Hasan Bey Rumlu, Celâl Müneccim, İskender Münşî, Vahhid-i Kazvînî ve Şeyh bin Şeyh Abdüzzâhidî bunlardandır

Safevîler döneminde güzel sanatlara önem verilmiştir Bilhassa, camiler, türbeler ve saraylar gibi mimarî eserler meydana getirilmiştir İsfahanda bulunan Nakş-i Cihân Meydanı, Ali Kapı, Şeyh Lütfullah Camii, Şah Camii, Hıyâbânı Çehâr-bağ, Allahverdihan Köprüsü, Çihl Sütûn ve Heşt-Behişt sarayları bu devirlerde yapılan belli başlı mimarî eserlerdendir

Ayrıca Şah İsmail devrinde oldukça ilgi gören hat sanatında talik, nestalik, dîvânî, siyâkat ve müsennâ stilinde eserler meydana getirilmiştir Tezhib, yani süsleme sanatı da bu devirde yüksek seviyeye ulaşmış, kitaplara altın suyu ile süslemeler yapılmıştır Safevîler devrinde minyatür sanatı ileri gitmiş olup, silâh, halı ve diğer süsleme sanatlarında madenlerden yapılan süs ve şekillere rastlanır Halı dokumacılığı da gelişmiş olup, acem halıları adıyla meşhur halılar, bu devrin eserleridir İpekten dokunan bu halılar, hayvan ve kuş resimleriyle süslenmişti Safevîler devrinde, İranda, kumaş imalatı, çinicilik, ciltçilik, oymacılık ve tahta işlemeciliği gibi sanatların da oldukça geliştiği görülür

Safevî Hükümdârları / Tahta Geçişi

Şâh İsmâil - I 1501
I Tahmasb 1524
Şâh İsmâil - II 1576
Muhammed Hudâbende 1578
Şah Abbâs - I 1588
I Safî 1629
II Abbâs 1642
I Süleymân (II Safî) 1666
I Hüseyin 1694
II Tahmasb 1722
III Abbâs 1732
II Süleymân 1749
III İsmâil 1750
II Hüseyin 1753
Muhammed 1786
(III Abbâstan Muhammede kadar olan son beş hükümdâr, İranın bâzı kısımlarında ismen hükümdârdır)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Safevî Devleti (Safevîler)

On altı ile on sekizinci yüzyıllar arasında İranda hüküm süren Türk hânedânı Evliyanın büyüklerinden olan Şeyh Safiyyüddin Erdebilînin soyundan geldikleri için, Safevî ismiyle anıldılar
Safevîlerin dedesi olan Safiyyüddin Erdebilî, 1252-1334 yılları arasında, Erdebil ve civarında yaşamış bir veliydi Kendisi ve halifeleri zamanında, yolu, İran, Irak ve Andoluda yayıldı Osmanlı padişahlarının, Timur Han ve Akkoyunlular'ın ilgi ve yakınlıklarını gördüler Timur Han, Safiyyüddin Erdebilînin torunlarından Hoca Aliye Erdebil şehrini vermiş ve burada bağımsız hareket etme yetkisi tanımıştı Anadoluya daha önceki devirlerde yerleşmiş olan Bâtınîler ve Timur Han tarafından Anadoludan ***ürülen Türkmenler, Safeviyye yolunun mensupları arasına girdiler Bâtıniyye sapık fırkasının, Eshâb-ı kirâm (Hazret-i Peygamber'in arkadaşları) düşmanlığını esas alan fikirlerini, Safevîler arasında yaymaya başladılar Hoca Alinin torunu olan Cüneyde de, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını bulaştırdılar

Cüneyd, Bâtınîlerin fikirlerinin etkisinde kalarak, doğru yoldan ayrıldı Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanların nefretini kazanan Cüneyd, baba ve dedelerinden dolayı kendisine gösterilen hürmet ve sevgiyi istismar edip, siyasete karıştı Bölgeye hakim olan Karakoyunlular'a karşı, zaman zaman ayaklanmalar düzenledi Bu yüzden memleketini terk etmeye mecbur kalarak, bir ara Osmanlılar'a ve Karamanoğulları'na sığındı Ancak, sapık fikirlerinden dolayı buralarda da tutunamadı Güney ve Güneybatı Anadolu ile Suriyenin kuzeyindeki Türkmenler arasında sapık fikirlerini yayarak, bu bölgede bir beylik kurmaya çalıştı Fakat Mısır Memlûk hükümdarlarının müdahalesiyle başarısızlığa uğradı Sonra Trabzon ve Canik bölgesine giderek burada faaliyetlerde bulundu Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Şeyh Cüneydin nüfuzundan faydalanmak üzere, onu kızkardeşi Hadîce Begümle evlendirdi Bu evlilikten, Haydar adında bir oğlu dünyaya geldi Gürcistan ve Çerkez ülkelerine seferler düzenledi Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı muharebede öldü (1460)

Fikrî temelleri, Eshâb-ı kirâm düşmanlığına dayanan bir devlet kurmayı gaye edinen Cüneydin yerine, oğlu Haydar geçti O da açıkça Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalıştı Dayısı Uzun Hasanın kızı Halime Begüm Âlemşâhla evlendi Bu evlilikten, meşhur Şâh İsmâil dünyaya geldi Akkoyunlularla akrabalık bağlarını daha da pekiştiren Haydar, gücünü arttırdı Kendine tâbi olanlara, kızıl başlıklar giydirdi Bu sebeple ona tâbi olanlara “Kızılbaş” adı verildi Babasının öcünü almak üzere, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesâr üzerine yürüdüyse de, 1488de yapılan savaşta öldü

Haydarın ölümünden sonra, İsmâilin de aralarında bulunduğu çocukları, anneleriyle birlikte, dayıları ve Akkoyunlu sultanı olan Yakub tarafından hapsedildiler Sultan Yakubun 1490da ölümünden sonra, İsmâil ve kardeşleri, anneleriyle birlikte serbest bırakıldılar Büyük kardeşleri olan Sultan Ali, Safevîlerin başına geçti Daha sonra Akkoyunlularla araları iyice açıldı 1493te Akkoyunlularla yaptığı bir muharebede, Sultan Alinin ölümünden sonra Safevîler dağıldı Sultan Ali, ölmeden önce yerine henüz altı yaşında olan kardeşi İsmâili veliaht tayin etmişti İsmail ve kardeşi İbrahimin başına bir iş geleceğinden korkan Safevîler, onları gizlediler Bir müddet Gilana ***ürülen İsmâil, orada altı yıldan fazla kaldı

Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Rüstemin ölmesi üzerine meydana gelen kargaşalıktan istifade etmesini bilen Safevîler, çocuk yaşta olan İsmailin etrafında toplanıp, Akkoyunlu tahtında hak iddia ettiler Çoğu Anadoluda bulunan birçok Türkmen kabilesini de yanlarına alarak, Arran (Karabağ) ve Şirvanın bir kısmını ele geçirdiler Âzerbaycan üzerine yürüdüler Akkoyunlu hükümdarı Elvend Beyi, yenilgiye uğrattılar Tebrize dönen İsmail bin Haydarı, 1501de şah ilan ederek, Safevî Devletini kurdular

Şah İsmail Safevî, öncelikle çevresindeki beylik ve devletlerle savaşıp, bazılarını hakimiyeti altına aldı Şiîliği yayarak, Tebrizde on iki imam adına hutbe okutup, kendi adına para bastırdı

Akkoyunlular, elden çıkan topraklarını ele geçirmek için teşebbüse geçtilerse de başarılı olamadılar Doğuda bulunan Timurlu Devleti de zayıflamıştı Kendini güçlü hisseden Şah İsmail, 1502-1503te Irak üzerine yürüyüp Akkoyunlu Hükümdarı Murad Beyi mağlup ederek Şirazı ele geçirdi Kazerûnu alıp, pek çok Sünnî âlim ve Müslümanı kılıçtan geçirtti Yezd ve İsfahanı da istilâ ederek, sapık fikirlerini kabul etmeyen Müslümanlara zulüm yaptı ve kabul etmeyip karşı çıkanları öldürttü Anadolu içlerinde ve Osmanlı topraklarına da fikirlerini yaymaya teşebbüs etti İsfahanda bulunduğu sırada, Osmanlı Padişahı İkinci Bayezid Han, elçiler göndererek fikirlerinden vazgeçmesini ve Sünnî Müslümanlara karşı uyguladığı zulmü durdurmasını istedi

Bir taraftan Osmanlı hükümdarlarına bağlılığını bildiren Şah İsmail, diğer taraftan Sünni Müslümanlara karşı zulüm hareketini devam ettiriyordu 1505te Kazvine gelerek, Hâlid bin Velidin soyundan olan Hâlidîleri topluca katlettirdi 1507de, Dulkadiroğlu Alâüddevle Beyi mağlup edip, Erciş, Ahlat ve Bitlisi ele geçirdi ve Elbistana kadar ilerledi İşgal ettiği yerlerde on binlerce Sünnî Müslümanı katlettirdi Hakimiyet sahasını genişleten Şah İsmail, Irak-ı Araba sefer düzenledi 1509da Bağdatı istilâ etti Burada bulunan Sünnî âlimlerinden pek çoğunun türbelerini tahrip ettirip, Sünnî Müslümanları topluca katlettirdi Bir müddet sonra, Huzistan üzerine yürüyerek burayı zaptetti

Horasanı fetheden Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybek üzerine yürüyerek, 1509da Merv civarında Özbek kuvvetleriyle karşılaştı Bu muharebede Muhammed Şeybek Han yenildi Muhammed Şeybek Hanın kafatasını kendisine şarap kadehi yapan Şah İsmail, derisine saman doldurup, zaferine alamet olmak üzere Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Hana gönderdi Bu galibiyetten sonra kendini güçlü hisseden Şah İsmail, Mâverâünnehir üzerine yürüdü Özbeklerin sulh talebi üzerine, Belh ve birkaç vilayeti zaptettikten sonra, Iraka döndü

Şah İsmail, bir taraftan seferler düzenleyerek ülkesini genişletmeye çalışırken, diğer taraftan derviş kılığında ve tarikat mensubu adı altında pek çok taraftarını, komşu ülkelere, bilhassa Osmanlı topraklarına göndererek isyan ve karışıklıklar çıkarttı Bunlardan Şah-kulu veya Şeytan-kulu diye bilinen Karabıyıkoğlu, üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini, üst üste bozguna uğrattı Kütahyayı tahrip etti Veziriâzam Ali Paşa ile giriştiği muharebede öldürüldü ise de Ali Paşa da şehit düştü Anadoludaki isyanlar üzerine, İkinci Bayezid Han, Safevîlere meyledenlerin İrana gitmelerini yasaklayarak, bunların bir kısmını, Rumeliye sürgüne gönderdi Şah İsmail, taraftarlarının kendisini ziyarete gelmelerinin yasaklandığını haber alınca, İkinci Bayezid Hana mektup yazarak onların gönderilmelerini istedi İkinci Bayezid Han ise yazdığı mektupta, İrana gidenlerin Şahı ziyaret için değil, askerlikten kaçmak için gittiklerini bildirdi ve Şah İsmailin isteğini yerine getirmedi

Bu sırada Şah İsmailin, Osmanlı Devleti için içten ve dıştan büyük bir tehlike arz etmeye başladığını, Osmanlılara karşı Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gûrî (Gavri) ile anlaştığını tespit eden İkinci Bayezid Han, gerekli tedbirleri aldı Fakat herhangi bir harekete geçmedi Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı padişahı olunca, Anadoluda bulunan Safevî taraftarlarına karşı takibata girişti Özbek Hanına haber göndererek, Şah İsmaile karşı harekete geçmesini istedi Şah İsmaile de, ağır hakaretlerle dolu mektuplar yazarak, onu savaşa girmeye tahrik etti Nihayet, 23 Ağustos 1514te Çaldıranda yapılan savaşta, ağır mağlûbiyete uğrayan Şah İsmail, muharebe meydanından kaçtı (Bkz Çaldıran Savaşı) Bu sırada Özbekler, Horasanı tekrar ele geçirdiler İçkiye ve işrete düşkün olan Şah İsmail, devlet erkânının isteği üzerine, henüz bir yaşında olan oğlu Tahmasbı, veliaht tayin etti 1524te Erdebilin Serab kasabasında öldü

Şah İsmailin ölümünden sonra, yerine, henüz on yaşında bulunan büyük oğlu Ebül-Muzaffer Tahmasb geçti Yeni Şahın çocuk olması, bazı karışıklıklara sebep oldu Hattâ, bazı kabileler, kendi bölgelerinde bağımsız hareket etmeye başladılar Bu durumdan istifade eden Özbekler, birçok kere Horasanı zaptettiler Şah Tahmasbın daha sonra Horasana tayin ettiği vali, bu bölgeyi hakimiyeti altına aldı

Bitlis Hakimi Şeref Beyin, Safevîlere itaat etmesi, Osmanlı ordusunun, Safevîlere karşı sefer açmasına sebep oldu Bu sırada Özbekler, Horasanı tekrar zaptettiler Osmanlı ordusunun, Irakeyn Seferinden dönmesini fırsat bilen Şah Tahmasb, Özbek Hanı Ubeydullah Han üzerine yürüyerek Herat ve Kandeharı tekrar aldı Elkas Mirzâ komutasındaki yirmi bin kişilik bir orduyu da, Şirvanşâhların idaresindeki Şirvan üzerine gönderdi Bu ordu, 1538de Şirvanın önemli kalelerini ele geçirdi

Gürcülerle de mücadeleye girişen Safevîler, uzun çarpışmalardan sonra, onları hakimiyetleri altına aldılar

Bu sırada, Avrupa seferleri sebebiyle, Osmanlı-Safevî münasebetleri bir müddet sessiz kaldı Ancak, Safevî kumandanlarından Elkas Mirzânın, Osmanlılara ilticâ etmesinden sonra Kanunî Sultan Süleyman, 1548de Tebriz üzerine bir sefer daha düzenledi Meren civarında, Safevî ordusu, Osmanlılara yenildi Kanunî Sultan Süleyman Hanın vefatından sonra, Osmanlı-Safevî münasebetlerinde sessizlik hakim oldu Şah Tahmasb, İkinci Selim ve Üçüncü Muradın cüluslarında (tahta çıkışlarında) İstanbula elçi göndererek, cülus tebriknâmesi ve hediyeler takdim etti 53 yıl gibi uzun bir müddet saltanat süren Şah Tahmasb, hükümet merkezini Tebrizden Kazvine nakletti Tezkire-i Şah Tahmasb adıyla bilinen kendi hâl tercümesini (otobiyografisini) yazan Şah Tahmasb, veliahd tayini hususunda Kızılbaş reisleri arasında çıkan anlaşmazlık sebebiyle, 15 Mayıs 1576da zehirlenerek öldürüldü

Şah Tahmasbın ölümünden sonra oğlu İsmail Mirzâ, İkinci Şah İsmail unvanıyla tahta geçti Bazı Kızılbaş ileri gelenlerini ve diğer şehzadeleri ortadan kaldırdı Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden Şafiî mezhebini tercih edip, âlim geçinen ve Eshâb-ı kirâm düşmanı olan kimseleri, sarayından uzaklaştırdı Ehl-i sünnet âlimlerine karşı ilgi duyup, onları sarayına aldı Osmanlılarla antlaşma yaptı Devlet kademelerinde bulunan Kızılbaşları azledip, yerlerine, kendine tâbi, fakat tecrübesiz kimseleri getirmesi, Eshâb-ı kirâm düşmanlarının karşı çıkmasına sebep oldu Bir sene kadar saltanatta kaldıktan sonra, 1577de düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü

Şah İkinci İsmailin vefatından sonra, yerine kardeşi Muhammed Hudâbende geçti Âmâ olan bu hükümdar, idareden âciz olduğu için, memleketi eşi idare etmeye başladı Yerine de Hamza Mirzâyı veliaht tayin etti Şah İkinci İsmail zamanında Osmanlılarla yapılan anlaşma bozulduğundan, Osmanlı Sultanı Üçüncü Murad Han tarafından Safevîlere harp ilan edildi Vezir Lala Mustafa Paşa kumandasındaki ordu, Safevîleri, Çıldır Ovasında yendi Tiflis ve Şirvan bölgeleri, Osmanlıların eline geçti Safevîler, kaybettikleri toprakları geri almak üzere teşebbüse geçtilerse de, başarılı olamadılar Bu durum karşısında Şah Hamza Mirzâ, sulh isteğinde bulundu Fakat, 1586da Şah Hamza Mirzâ da öldürüldü

Şâh Hamza Mirzânın öldürülmesinden sonra, yerine tayin edilecek veliaht hususunda Kızılbaş reisleri arasında anlaşmazlıklar çıktı Nihayet 1588de, Abbas Mirzâ, Safevî tahtına geçti Şah Abbas, tahta geçtikten sonra, Osmanlılarla sulha taraftar olan emîrleri katlettirdi Özbek Hanı Abdullah Hanın, Heratı zapt ederek, Meşhed üzerine yürüdüğünü duyup, onu durdurmak için Horasana hareket etti Bu sırada, Ferhat Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Genceyi; Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu da Nihavendi ele geçirdi Doğuda Özbek, batıda Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî devletinde iç isyanlar başgösterdi Şah Abbas, iç isyanları bastırmak için Osmanlılarla anlaşmak istedi Sulh için İstanbula bir elçi gönderdi 1590da yapılan antlaşmayla, İranda; Peygamber efendimizin Ashâbına ve halifelerine hakaretten vazgeçilmesi, Sünnî olan Müslümanlara karşı kötü hareketlerde bulunulmaması kararlaştırıldı Âzerbaycan, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Lûristanın bir kısmı Osmanlılarda kaldı

Şah Abbas, Osmanlılarla bu antlaşmayı imzaladıktan sonra, içerdeki karışıklıkları bastırdı Özbekleri de Horasandan uzaklaştırdı Devlet merkezini de Kazvinden İsfahana nakletti “Şahsevenler” adı verilen yeni bir ordu da kuran Şah Abbas, Avrupa devletleriyle sıkı münasebetler kurmaya başladı İçeride istikrarı sağladıktan sonra, Osmanlıların fethettiği yerleri, geri almaya teşebbüs etti Çok zalim ve kan dökücü olan Şah Abbas, Basra Körfezindeki adaları da Portekizlilerden aldı 42 yıl saltanat sürdükten sonra, 1628de öldü

Şah Abbasın ölümünden sonra torunu Sam Mirzâ, Şah Birinci Safî unvanıyla tahta geçti Zalim bir şahsiyete sahip olan Sam Mirzâ da, Özbekler ve Osmanlılar'la uğraşmaya devam etti Van bölgesini Osmanlılardan almaya teşebbüs etti Bunun üzerine Osmanlı padişahı Dördüncü Murad Han, Revan Seferine çıktı Daha sonra da Bağdat üzerine yürüyüp, bu bölgeyi kesin olarak Osmanlı hakimiyetine aldı Şah Birinci Safî, 1642de ölünce, yerine on yaşındaki oğlu İkinci Abbas geçti Onun da 1667de ölümünden sonra, oğlu Safî Mirzâ, Şah Birinci Süleyman unvanıyla tahta geçti Şah Birinci Süleyman zamanında İran halkı, istikrar içinde yaşadı 1694te ölünce, yerine Sultan Hüseyin geçti

Yirmi beş yıldan fazla tahtta kalan Sultan Hüseyin, Sünnî Müslümanlara çok zulmetti Halk tarafından da pek sevilmeyen Sultan Hüseyinin, Afganlılarla arası açıldı Kandehar Valisi Mîr Üveys, 1709da bağımsızlığını ilan etti Mîr Üveysin oğlu Mahmud, 1722de İsfahanı ele geçirerek, Şah Hüseyini Safevî tahtından uzaklaştırdı Bu sırada, Safevî Hanedanının, Mahmudun eline esir düşmesini istemeyen İran devlet adamları, Şah Hüseyinin oğlu İkinci Tahmasbı, Kazvin taraflarına kaçırdılar

Aslen Avşar olan Safevî kumandanlarından Nâdirin gayretleriyle Afganlılar, İrandan uzaklaştırıldıktan sonra, 1722de İkinci Tahmasb, Safevî tahtına çıkarıldı Fakat memlekette iç karışıklıklar baş gösterdi Sünnî Müslümanlara zulüm ve kıyım hareketleri arttı

Osmanlılar, Sünnî Müslümanların bulunduğu bazı şehirleri Safevîlerin elinden kurtarmaya karar verdiler Erzurum Valisi Silahtar İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, 1723te Tiflis bölgesini ele geçirdi Rus Çarı Deli Petro, bazı toprakların Rusyaya verilmesi karşılığı, Afganlıları İrandan çıkarmayı vaad etti Antlaşma imzalandı Şah İkinci Tahmasb, Osmanlılarla da anlaşmak üzere elçiler gönderdi Fakat Osmanlılar, bu teklifi kabul etmediler Nihayet Osmanlı orduları, üç koldan İran üzerine yürüdü 1723te Kirmanşah ve Erdelen eyaletinin merkezi olan Sine şehrini aldılar Köprülüzade Abdullah Paşa kumandasındaki ordu da, 1724 Mayısında Tebriz önüne geldi Şah İkinci Tahmasbın kumandasındaki Safevî ordusu, Osmanlılara karşı şiddetle savaştı Fakat, bütün gayretlerine rağmen, iki aylık bir kuşatmadan sonra Tebriz, Osmanlıların eline geçti Ordu, Revan üzerine yürüdü İran topraklarını ele geçirmeleri, Osmanlıları, Rusya ile karşı karşıya getirdi Nihayet 24 Haziran 1724te, İstanbulda yapılan bir toplantıda, İran topraklarının, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında taksim edilmesi kararlaştırıldı Memleketi; Afganlılar, Osmanlılar ve Ruslar tarafından taksim edilen Şah İkinci Tahmasb, Fransa aracılığıyla, bu anlaşma ve taksimata itirazda bulundu ve anlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı İrana karşı tekrar harp ilan eden Osmanlılar, önce Lûristan eyaletinin belli başlı şehirlerini aldılar 1724te Hemedan ve Nihavendi de ele geçirdiler

İkinci Tahmasbın şahlığı, 1731e kadar devam etti Ancak, bu devirde idare, Avşarlı Nâdir Şah'ın elinde idi Nâdir Şah, 1730da Afganlıları İrandan çıkardı Başşehir İsfahanı geri aldı Ahmed Paşa zamanında Bağdatı kuşattı Sekiz ay sonra İstanbuldan Topal Osman Paşanın ordusu gelince, kuşatmayı kaldırıp kaçtı Nâdir Şah, 1731de Şah İkinci Tahmasbı saltanattan uzaklaştırarak, onun yerine küçük yaştaki oğlu Üçüncü Abbası, Safevî tahtına çıkardı O zamana kadar zaten bağımsız hareket eden Nâdir Şah, Üçüncü Abbasın 1736da ölmesinden sonra, İranda idareye hakim oldu Böylece iki yüz yıldan fazla hüküm süren Safevî Hanedanı son buldu

Safevîlerde kültür ve medeniyet:

İlk zamanlar Akkoyunlu Devletinin idarî teşkilât ve müesseselerini kabul eden Safevîler, daha sonra Osmanlılardaki idare usulü ve müesseseleriyle idare edildiler Mutlak hakimiyet sahibi olan Şahın bir müşavere (danışma) meclisi vardı Şahlık, babadan oğula kalırdı Şahtan sonra en büyük devlet adamı Vezîriâzamdı İtimâdüddevle unvanıyla da anılan Vezîriâzam, şahın vekiliydi Safevî devlet teşkilâtında, itimâdüddevleden sonra ikinci önemli vazife, bütün adlî işlere bakan Dîvân beyliği ve Kâdılkudât adı verilen makamdı Diğer mühim bir rütbe de, Meclis-nüvis veya Vekâyi-nüvisti Safevî devlet ricâli arasında, Vezîriâzamdan sonra, Kurcıbaşı, Kullarağası, Eşikağasıbaşı ve Tüfekçibaşı gelirdi Vezîriâzam, Dîvân beyi, Vekâyi-nüvîsle beraber devlet ileri gelenleri, toplam yedi kişi olurlar ve mühim devlet işlerine istişare ile karar verirlerdi

Taşra teşkilâtı ise, vali veya beylerbeyi tarafından idare edilen eyaletlere ayrılmıştı Ordu teşkîlâtı da Akkoyunlu ordu teşkilâtına çok benzerdi Şah Abbas devrinden itibaren ordu, iki kısımdan meydana geliyordu Birinci kısım, İranın her tarafına dağılmış olan ve savaş zamanlarında eyalet valileri tarafından toplanarak merkeze gönderilen daimî süvarilerdi İkincisi ise, Şah Abbas tarafından meydana getirilen ve Şahsevenler adı verilen yeni orduydu Bu yeni ordu, Tüfekçiler, Kullar ve Topçulardan meydana geliyordu

Safevîler devrinde, İranda, canlı bir ilim hayatı yoktu Yalnız Şiî fıkhıyla ilgilenen ve müftî denilen kimseler vardı Bunun haricinde bir ilmî çalışmaya pek rastlanmazdı Safevîler devrinde yetişen Bahâî, Mîr Dâmâd ve Molla Sadra gibileri, o devrin ilmî şahsiyetleri arasında sayılabilir Bahâî; matematik, astronomi ve tıpta üstün bir seviyeye ulaşmış ve bu konularda birçok eser vücuda getirmişti Mîr Muhammed Bâkır-ı Esterâbâdî de felsefe ve matematikte devrinin meşhur bilginleri arasında yer almıştı İsfahanda yetişen Molla Sadra (Sadreddîn Muhammed bin İbrâhim-i Şirâzî) tefsir, hadis, fıkıh ve felsefe öğrenmiş ve bu konularda birçok eser yazmıştı Molla Muhsin Feyzî Kâşânî, şâir olarak şöhret kazanmış ve pek çok kitap ve risale yazmıştır Safevîlerden önce zirveye ulaşmış olan Fars edebiyatı, bu dönemde pek ilerleme kaydedememiştir Abdurrahmân-ı Câmî ve Celâleddîn Devânî gibi Sünnî şâir ve münşîler, Safevîlerin ilk zamanlarında yetişmişti Türkçe'nin resmî dil olarak kabul edilmesi sebebiyle, Azerî edebiyatı da önem kazanmıştı Fuzulî, bu dönemde yetişen şairlerdendir Ancak, pek itibar görmemiştir Yine Avşar Türklerinden olan Sâdıkî, Mecmâün-Navâs adlı tezkiresini, Ali Şir Nevâîye zeyl mahiyetinde, bu devirde yazdı ve bunu diğer eserler takip etti Aynı devirde bazı tarihçiler de yetişti: Tevekkül bin İsmâil bin Bezzâr el-Erdebîlî, Kadı Ahmed Gaffîrî-i Kazvînî, Hasan Bey Rumlu, Celâl Müneccim, İskender Münşî, Vahhid-i Kazvînî ve Şeyh bin Şeyh Abdüzzâhidî bunlardandır

Safevîler döneminde güzel sanatlara önem verilmiştir Bilhassa, camiler, türbeler ve saraylar gibi mimarî eserler meydana getirilmiştir İsfahanda bulunan Nakş-i Cihân Meydanı, Ali Kapı, Şeyh Lütfullah Camii, Şah Camii, Hıyâbânı Çehâr-bağ, Allahverdihan Köprüsü, Çihl Sütûn ve Heşt-Behişt sarayları bu devirlerde yapılan belli başlı mimarî eserlerdendir

Ayrıca Şah İsmail devrinde oldukça ilgi gören hat sanatında talik, nestalik, dîvânî, siyâkat ve müsennâ stilinde eserler meydana getirilmiştir Tezhib, yani süsleme sanatı da bu devirde yüksek seviyeye ulaşmış, kitaplara altın suyu ile süslemeler yapılmıştır Safevîler devrinde minyatür sanatı ileri gitmiş olup, silâh, halı ve diğer süsleme sanatlarında madenlerden yapılan süs ve şekillere rastlanır Halı dokumacılığı da gelişmiş olup, acem halıları adıyla meşhur halılar, bu devrin eserleridir İpekten dokunan bu halılar, hayvan ve kuş resimleriyle süslenmişti Safevîler devrinde, İranda, kumaş imalatı, çinicilik, ciltçilik, oymacılık ve tahta işlemeciliği gibi sanatların da oldukça geliştiği görülür

Safevî Hükümdârları / Tahta Geçişi

Şâh İsmâil - I 1501
I Tahmasb 1524
Şâh İsmâil - II 1576
Muhammed Hudâbende 1578
Şah Abbâs - I 1588
I Safî 1629
II Abbâs 1642
I Süleymân (II Safî) 1666
I Hüseyin 1694
II Tahmasb 1722
III Abbâs 1732
II Süleymân 1749
III İsmâil 1750
II Hüseyin 1753
Muhammed 1786
(III Abbâstan Muhammede kadar olan son beş hükümdâr, İranın bâzı kısımlarında ismen hükümdârdır)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Abdaliye Devleti

Afganistanda Abdalî kabilesinin kurduğu devlet
Aslen bir Türk boyu olan Abdalîler, Gazneliler zamanında Müslüman oldular Uzun süre dağlarda yaşayan bu Türk boyu, Babürlüler Devleti ile Safevi Devleti'nin arasının bozuk olduğu bir sırada, Tarnak ve Argandab vadilerine indiler Bölgenin durumu itibariyle iki büyük devlet arasında yaşamalarına rağmen, kendi başlarına hareket ediyorlardı

Bir süre sonra Herat eyaletinin yönetimini ele geçiren Abdalîler, üzerlerine gelen Safi Kuli Han komutasındaki İran ordusunu hezimete uğrattılar ve Nadir Şah devrine kadar bölgenin hakimi oldular Nadir Şah, Safevi Devletini yıktıktan sonra, zamanın karışıklıklarından faydalanarak, Meşhedi ele geçiren Abdalîleri yenilgiye uğrattı Nadir Şah, Abdalîlerin askeri gücünden faydalanmak ve Gılzaler kabilesini kontrol altında tutmak için, onları Kandehar bölgesine yerleştirdi

Abdalîlerin reisi Ahmed Han, Nadir Şahın vefatından sonra Kandeharı ele geçirerek hükümdarlığını ilan etti (1747) Hindistan üzerine yürüyerek birçok şehri ele geçirdi ve Delhiye kadar ilerledi (1757)

Ahmed Şah'ın, 1773 yılında ölümünden sonra yerine geçen oğlu Timur Şah, hükümetin merkezini Kandehardan Kabile nakletti 1800den 1842ye kadar, karışıklık ve kardeş kavgalarının devam ettiği Abdaliye Devleti, bu tarihte yeni Afgan Devleti emiri Dost Muhammed Han tarafından ortadan kaldırıldı
Adilşahlar

Hindistanda Bicapur Devleti hükümdarlık ailesi
Hanedanın ve devletin kurucusu olan Yusuf Adil, Behmenilerin hassa askerlerinden idi Kabiliyetli olduğundan, İkinci Muhammed Şahın takdirini kazanarak yükseldi Muhammed Şahın vefatından sonra, taht kavgalarından faydalanarak Bicapurun idaresini eline geçirdi Ailesiyle Bicapura gidip, 1490 senesinde Şah unvanını aldı ve bağımsızlığını ilan etti

Dekkende Behmeniler'in yıkılmasıyla, Dekken devletleri denilen dört devlet ortaya çıkmıştı Yusuf Adilşah bu devletlerle sık sık savaşlar yaptı Ayrıca Hind Denizi ve Hindistanda hakimiyet kurmak isteyen Portekizliler ile mücadele etti Portekizlilerin sahile yerleşip üsler kurmasının önüne geçmek istedi Fakat Portekizliler, Dekken devletleriyle olan mücadelelerden gereği gibi faydalanıp, sahilde üsler kurdular ve git gide kuvvetlendiler

1504 senesinde Yusuf Adilşah, Şiiliği, devletinin siyasetine esas olarak kabul edince, ülkede ayaklanmalar baş gösterdi Bidar ve Ahmednagar hanlarına yenilen Adilşah, önce Beras, sonra da Hanişe kaçtı Bir sene sonra topladığı ordu ile Bidar Hanı Ali Beridi yendi Bicapuru geri aldı ve ömrünün sonuna kadar diğer Dekken devletleriyle mücadele etti Yusuf Adilşahın hükümdarlığının son yıllarında, Portekizliler Goayı ele geçirdiler

Yusuf Adilşah, 1516 senesinde vefat edince, yerine on üç yaşındaki oğlu İsmail Adilşah geçti Fakat vefatından önce Kemal Hanı oğluna vasi tayin ettiği için, bir süre devleti Kemal Han idare etti Kemal Han, Cuma hutbesini dört hak mezhepten Hanefi mezhebine uygun olarak okuttu Ehl-i sünnet itikadına uymayı, devletin resmi siyaseti olarak kabul etti İsmail Adilşah tahta çıktığı sırada, Portekizlilerin ele geçirdiği Goa limanı geri alındı

İsmail Adilşah, 1521 senesinde Viceyanagar Devletinin elinde bulunan Rayçur Duabı geri almak için bir sefer düzenledi İki ordu, Krişna suyu kıyılarında karşılaştı İsmail Adilşah, askerlerini sudan geçmeye zorlayınca askerin pek çoğu boğuldu Karşıya geçenler de öldürüldü İsmail Adilşah, bu savaşta kendi canını zor kurtardı

Dekken devletleri sultanlarından Burhan Nizamşah, Ali Berid ve Alaüddin İmadşah, 1525 senesinde birleşerek, Adilşahlara saldırdılar İsmail Adilşahın başkumandanı Esad Han Lari Türk, bu birleşik orduyu, Şalapur önlerinde bozguna uğrattı İsmail Adilşah da, babası gibi, ömrünü diğer Dekken devletleri ile mücadele etmekle geçirdi

1534 senesinde İsmail Adilşahın ölümü üzerine yerine geçen oğullarından Mallu ve İbrahim Adilşahlar dönemlerinde, ülke iç karışıklıklar ve Dekken devletleri ile mücadele arasında kaldı 1579da Ali Adilşahın yerine hükümdar olan İkinci İbrahim Adilşahın dönemi, Bicapur Devletinin en parlak yılları oldu İbrahim Şah, Hindistan'ın en büyük İslam Devleti olan Gürganiye Hanedanlığı ile iyi münasebetler kurdu İkinci İbrahim Adilşah, Gürganiyye Sultanı Cihangir Şah'tan oğul muamelesi gördü Cihangir Şah, Adilşahları, Ahmednagar ve Gülkende memleketlerinin fethiyle vazifelendirdi Adilşahlar, Gürganilerle beraber, Dekkende diğer devletlere karşı mücadele ettiler Bu devirde Bicapur Devleti sınırları, güneyde Maysora kadar genişledi İkinci İbrahim Adilşahtan sonraki hükümdarlar döneminde, devlet yine iç karışıklıklar içerisine düştü Bu dönemde Adilşahlar, Gürganilere karşı Merathalılara yardım ettiler Bu olay üzerine Gürgani hükümdarı Evrengzib Alemgir Şah, 1686 senesinde, ordusuyla Bicapur önlerine geldi ve şehri kuşattı Kuşatma iki ay on iki gün sürdü Bicapurun düşmesiyle, Adilşahlar Devleti tarihe karıştı Son Adilşah hükümdarı İskendere, Evrengzib çok iyi muamelede bulundu Himayesine aldı ve yıllık maaş bağladı

Hindistanın Dekken bölgesinde, Bicapura iki yüz yıla yakın hakim olan Adilşahlar, bölgede Türk hakimiyetini kurdular Uzun seneler, Portekizlilerle mücadele ettiler Muazzam sanat ve mimari eserleri inşa edip, kültür ve medeniyete hizmet ettiler Fevkalade binalar, saraylar, camiler ve türbeler yaptılar Bunlar arasında İkinci Ali Adilşahın, Bicapurda yaptırdığı cami çok meşhurdur

Behmenîler

Hindistanın Dekken bölgesinde kurulan Müslüman-Türk Hanedanlığı
Tuğluk-Türk sultanlarından Muhammed bin Tuğluk zamanında çıkan iç karışıklıklarda, Alaeddin Hasan Behmen Şah, Dekken bölgesinde bağımsızlığını ilan etti ve Gülberge şehrini payitaht (başkent) yaptı Elinde bulunan toprakları; Gülberge, Devletabad, Elliçpur ve Birdar olmak üzere dört vilayete böldü Bağımsızlığını ilan etmesine yardımcı olan beyleri, bu vilayetlere vali tayin etti

Alaeddin Hasanın saltanatı, kurduğu düzeni kabul ettirmek için özellikle Hindulara karşı yapmak mecburiyetinde kaldığı seferlerle geçti Devleti, Mısırdaki halife tarafından tanındı 1358 senesinde, Gucerata karşı yaptığı seferde hastalanıp vefat etti Yerine oğlu Muhammed geçti Muhammed Şahın ilk işi, devlet ve ordu teşkilatını kurmak oldu

Muhammed Şahın bastırdığı para, Hindu devletininkinden daha halis idi Hindu Varangel ve Viceyanagar racaları, Behmeni topraklarında bulunan Hindu sarraflarla anlaşarak ele geçirdikleri paraları eritip, kendilerininkine çevirdiler Bastırdığı paraların üzerindeki Kelime-i şehadetin yerine put konmasına kızan Muhammed Şah, Viceyanagar ve Varangel racalarının topraklarına sefer düzenledi ve bu işe vasıta olan Hindu sarrafları idam ettirdi Viceyanagar racasının ordusu dağıtıldı

Sultan Muhammedin 1377de vefatından sonra yerine geçen oğlu Mücahid de, saltanatını Hindularla mücadeleyle geçirdi Yerine geçen amcası Davud Şahın kısa süren saltanatından sonra, tahta Alaeddin Hasan'ın torunu İkinci Muhammed Şah geçti Dekken'de İslamiyet, bunun zamanında yerleşti Sulh ve sükun içinde geçen İkinci Muhammed döneminden sonra tahta çıkan Gıyaseddin ve Şemseddin şahların kısa süren devirleri, karışıklık içinde geçti Sultan Taceddin Firuzun hakimiyeti ele geçirmesi ile birlik sağlandı (1397) Viceyanagar ve Kerla racaları ile başarılı savaşlar yapıldı (1398) Yapılan antlaşma neticesinde Hindular, uzun zaman Behmenilere saldıramadılar Ancak Gücerat ve Malva sultanlıklarının Behmenilere karşı düşmanca tavırlarından cesaret alarak, Behmeni topraklarına girdiler Sultan Firuz Telingana, Hindularına karşı düzenlediği başarısız seferin akabinde hastalandı ve kardeşi Ahmed Şah sultan oldu (1422) Ahmed Şah, Telingana Devletini tamamen ortadan kaldırdı (1424) Gücerat ve Malva sultanlarına karşı başarılı seferler yaptı Ölünce yerine Sultan Alaeddin İkinci Ahmed geçti (1436) Bundan sonra Behmeniler Devleti, iç karışıklıklar ve mücadelelere sahne oldu Hümayun Şah ve Nizam Şah devirlerinde de bu karışıklıklar devam etti

1461de çocuk yaşta bulunan Muhammed Şahın tahta geçmesinden sonra, Melik Şah, Türk ve Mahmud Kavan gibi güçlü emirler, idareyi ele geçirdiler Bu güçlü komutanlar sayesinde, komşu devletlerin saldırıları durdurulup, ticaret ve hac gemilerine musallat olan korsanlara karşı başarılı seferler düzenlendi Dekkenin batı kıyılarındaki Vişalgarh Kalesi ve Goa Limanı ele geçirildi (1471) Bilgaum ve Bankapur racaları yenildi (1472) Bilgaum ve Telingana bölgesi ele geçirilip, Behmeni Devleti, en geniş sınırlarına ulaştırıldı (1478) Bu devrede, Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed Hanla elçi mübadelelerinde bulunuldu En güçlü devrini yaşayan devletin toprakları, kuzeyde Berardan güneyde Viceyanagara, doğuda Bengal Körfezinden batıda Umman Denizine kadar uzanıyordu Devlet topraklarının büyümesi ile vilayet sayısının artması icab ettiği görüşünde olan vezir Mahmud Kavan, vilayet sayısını dörtten sekize çıkardı Bundan rahatsız olan valiler, bir komplo neticesi vezirin idamını sağladılar Sultan Muhammed de ölüp, çocuk yaştaki oğlu Mahmud başa geçince, dört eyalet valisinin herbiri, bağımsızlıklarını ilan ettiler Merkezde Behmeni Hanedanı, kukla olarak devam etti ise de, idareyi ele geçiren Kasım Bey Beridül-Memalik ismindeki Türk Beyi 1527de Beridşahlar Devletini kurdu

Behmenli Devletinde sultanın muhafızlarına Hassa-Heyl denilirdi Başlarında Tavaci ve Yasavullar vardı Tavacilere saray teşkilatçılığı yaptıklarından dolayı, Bavdar da denilmekteydi Devlet teşkilatının ana hatları, Delhi Sultanlığınınki gibiydi Padişahlık alameti olarak altın para basmak ve günde beş kere nevbet çaldırmak gibi gelenekleri, ilk defa, Sultan Birinci Muhammed başlattı

Behmenli sultanları ve vezirleri, ülke topraklarının çeşitli yerlerinde; camiler, medreseler, hamamlar, hanlar ve kervansaraylar yaptırdılar Gülbergede bulunan Büyük Camiyi, Sultan Birinci Muhammed yaptırdı

Celayirliler

İlhanlılardan sonra, Irak ve Âzerbaycanda hakimiyet kuran Türkleşmiş Moğol Hanedanı
Celâyirlilerin ataları, Cengiz Han'a ilk yıllarında büyük yardımlar yapmış ve bunlardan bazıları mühim devlet kademelerine yerleşmişlerdi Celâyirlilerden Emir Hasan Büzürg, İlhanlıların ileri gelen komutanlarındandı İlhanlı Sultanı Ebû Saîdin ölümü ile çıkan karışıklıktan istifade ederek, devletin idaresini eline geçirmeye çalıştı 1340 yılında Bağdatta bağımsızlığını ilan etti 1356 yılında ölünce, yerine oğlu Şeyh Üveys geçti Üveys, Âzerbaycan ve Tebrizi, peşinden de Musul ve Diyarbekiri ele geçirdi (1364) Celâyirli Devleti en geniş sınırlarına ulaştı Şeyh Üveysin vefatı üzerine, yerine, oğlu Hüseyin geçti (1374) Muzafferîler ve Karakoyunlular'la mücadele eden Sultan Hüseyin'in, kardeşi Ahmed tarafından 1382de öldürülmesi üzerine iç karışıklıklar başladı Sultan Ahmed, Âzerbaycan ve Irakı, diğer kardeşi Bayezid de Irak-ı Acem ve Doğu Anadolu taraflarını alarak ülkeyi paylaştılar Fakat 1393te, Timur Han, Bağdat üzerine yürüyüp Sultan Ahmedi kaçırttı Memluk hâkimiyetindeki Şama sığınan Sultan Ahmed, bilahare Bağdata geri döndü Timurun tekrar gelmesi üzerine, Osmanlılar'a sığındı (1400) Timur Hanla Yıldırım Bayezid Hanın arasının açılmasına sebep oldu Ankara Savaşı (1402) sonrasında Şama sığındı ise de,Timur Hanın baskısı ile Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusufla birlikte hapsolundu İki sultan, hapiste dostluklarını ilerletip, ülkelerinin sınırlarını tespit ettiler Serbest bırakıldıktan bir süre sonra Timur Hanın vefat etmesi (1405) üzerine çıkan karışıklıklardan istifadeyle, ülkelerine döndüler Bir süre devam eden iki sultanın dostluğu, bir yaylak meselesinden dolayı bozuldu (1410) Yapılan savaş neticesinde Ahmed Celayiri esir alan Kara Yusuf, onu çocukları ile birlikte öldürttü Bağdatta Şah Mahmud adında bir çocuk, Celâyirli tahtına geçirildi ise de Karakoyunlular, Bağdatı da ele geçirip Celâyirli hâkimiyetini ortadan kaldırdılar (1411) Celâyirlilerin bir kolu, Irak-ı Arapta bir müddet hükümran olduysa da, Karakoyunlu istilası neticesi, hayatiyetleri sona erdi (1432)

Celâyirliler döneminde, İlhanlı istilası sırasında yakılıp yıkılan Bağdat, yeniden imar edildi Yapılan güzel eserlerle şehir, tekrar ilim merkezi olmaya başladı Emir Hasanın başlattığı Mircâniye Medresesinin inşaatı, Şeyh Üveys zamanında tamamlandı Türk unsurlar, Irakın her tarafına yayıldı Ülkede Türkçe, Arapça'dan sonra ikinci dil oldu Şairler ve edipler, Celâyirli sarayında toplandılar Celâyirli idarî teşkilâtı, devamı oldukları İlhanlıların idarî teşkilatının aynısı idi
Ludîler

Afganistanda yaşayan Halaç Türklerinin bir kolu ve bunların Hindistanda kurdukları hânedan
Lûdîlerden bir kısmı, Delhi Türk Sultanı Fîrûz Şah, Üçüncü Tuğluk devrinde Hindistana göç ettiler Tuğluk Hanedanının ortadan kalkması ile, devletin iç siyasetinde söz sahibi olmaya başladılar Delhiye hakim olan Seyyidlerin, hanedanın Türk ve Afgan askerî sınıflarına seçilmesi, Lûdîlerin işlerini daha da kolaylaştırdı Seyyidlerden Âlemşahın tahttan çekilmesi üzerine, Serhend ve Lahor eski valisi ve Lûdî reisi Behlül Lûdî, Delhi tahtını ele geçirdi (1451)

Behlül Lûdî, içerdeki durumunu sağlamlaştırmak için, çeşitli tedbirler aldı Dağlık bölgelerde yaşayan Afganlıları, kitleler halinde, Kuzey Hindistan düzlüklerine yerleştirdi Delhiyi aldığı zaman, hazinesindeki bütün parayı, Lûdî Afganlarına dağıtarak, kendisi de herkes kadar pay aldı Delhiyi kuşatan Cavnpûr Sultanını yendikten sonra, Cavnpuru işgal etti (1478)

Behlül, çok mütevazı olmaya, büyük oymak başkanlarına, kendisi ile aynı derecedeymiş gibi davranmaya, her işi onlarla istişare ederek yapmaya, kendisiyle görüşmek isteyen herkesi kabul etmeye, hiçbir zaman beylerini taht üzerinde otururken kabul etmemeye ve onları ayakta bırakmamaya önem verdi Behlül Lûdî, 1489 senesinde ölünce, epey çekişmeli geçen toplantılardan sonra beyler, oğullarından Nizam Hanı, İskender lakabıyla tahta geçirdiler İskender Lûdî, 1495 senesinde Biharı fethetti Bengal Devleti ile antlaşma yaptı Merkezî otoriteyi temin edip, ıktaların hesaplarını ciddî şekilde denetleyip devletinin hakkını aldı O da, beylerine babası gibi arkadaşça davranırdı Çok hayır sahibi bir kimseydi

1517 senesinde vefat eden İskender Lûdî'nin yerine, oğlu Sultan İbrahim geçti Sultan İbrahimin beylerine karşı davranışı, dede ve babasından çok farklı idi Çevresini kırdı Sultan İbrahimin, beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultanı Babür Şâh'a başvurup, Hindistana davet ettiler Babür Şah, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526da Hindistana yaptığı son seferde, Delhinin kuzeyinde Pâni Pütte Sultan İbrahimin ordusunu bozguna uğrattı Sultan İbrahim, savaş esnasında öldü Böylece, Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler), sona erdi Toprakları, Babürün eline geçti

Alıntı Yaparak Cevapla

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Tuğluklular

Hindistandaki Türk-İslâm hânedanlarından
Hânedanın kurucusu ve ilk hükümdarı Gıyâseddin Tuğluk, Kalaçların son sultanı Kutbeddîn Mübârek Şah zamanında (1316-1320), Pencab ve Sindde valiydi Halacîler saltanatına son veren Nâsıreddîn Hüsrev Şahın sultanlığını tanımayarak, Delhi üzerine yürüdü Sultan Raziye Türbesinin yakınındaki Lahravat mevkiinde, Nâsıreddîn Hüsrev Şahı, büyük bir bozguna uğrattı 6 Eylül 1320de, Delhi tahtını ele geçirdikten sonra, yakınlarının ısrarı ile, sultanlığını ilan etti 1323te Kakatiya racalığını, 1325te Bengali aldı Gıyâseddin Tuğluk Şahın, aynı yıl Delhide ölümü üzerine, yerine oğlu Muhammed geçti

Gıyâseddin Muhammed Şah, edebiyat ve fennî ilimlerde mütehassıs olduğu kadar mahir bir kumandandı Devlete malî destek için yeni vergiler koydu Moğol Tarmaşirinin Mâverâünnehire taarruzuna, 1329da muvaffakiyetle karşı koydu Moğol işgalindeki Orta Asyayı zaptetmek için, Pamir yolu ile sefer düşündüyse de gerçekleştiremedi Türk ve İslâm âlemiyle devamlı temasta bulundu Kahiredeki Abbasî Halifesi Birinci Müstekfi (1302-1340) de, Gıyâseddin Muhammed Şahın saltanatını tasdik etti Memlûklar'la siyasî münasebet kurdu Muhammed Şah, 1351de vefat etti Evlâdı yoktu Hindistan âlimlerinin tavassutu ve ordu kumandanlarının ısrarıyla, hânedandan Firûz Şah, 1352de, Tuğluk Sultanı ilan edildi

Firûz Şah (1352-1388), saltanatın sahipsizliğinden istifadeyle çıkan karışıklıkları, tamamen ortadan kaldırdı Ülke içinde huzur ve emniyeti sağladı Birliği kuvvetlendirdi Ahaliye çok âdil davrandı Delhi Sultanlığının ekonomik ve kültürel seviyesini yükseltti Bendler, barajlar yaparak, zirâî mahsulün verimliliğinin artmasını sağladı Serhend bölgesini sulayan, 240 kilometre uzunluğunda bir kanal yaptırdı Ortasına da 140 kilometrelik bir kol daha ilave ettirdi Mektepler yaptırıp, âlimleri himaye ederek, kültür seviyesini yükseltti Ahâli, Firûz Şaha çok hürmet ederdi Tarihçiler, Firûz Şahı âdil bir hükümdar numunesi, devrini de emsalsiz bir refah ve saadet devri olarak tarif ederler Firûz Şah, 1385te vefat edince yerine, torunu Gıyâseddin Tuğluk Şah geçti Ülkede iç karışıklıklar çıkıp, hânedan mensupları, saltanat iddiasında bulundular Saltanat mücadelesinden istifadeyle, Hindular da isyan ettiler, ülke bölündü Timurlular Hânedanının kurucusu Timur Han (1370-1405), Hind Seferine çıktı 1398de Delhiye girdi ve Hindistanı zaptetti Tuğluklular ülkesi, hânedanlar arasında paylaşıldığından, devlet bölündü Siyasî birlik parçalandı Multan Valisi Hızır Han, Tuğluklular Hânedanını yıktı Delhiye kendilerinin seyyid olduğunu söyleyen “Seyyidler Hânedânı” hakim oldu

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.