Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilmek, bilmektir, haddini

Kendini Bilmek Haddini Bilmektir

Eski 10-28-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kendini Bilmek Haddini Bilmektir



KENDİNİ BİLMEK HADDİNİ BİLMEKTİR

Kendini bilmeyen, kendi dışındaki dünyayı anlamlandıramıyor Asıl önemlisi, kendini bilmeyen insan Rabbi'ni hakkıyla bilme şansından mahrum kalıyor Peki neden? İnsan kendi dışındaki varlık alemini bilmek için neden kendini bilmek zorunda?

“Ben” bilgisi, teknik bir felsefe tartışması değil İnsanın kendini bilmesi, varoluşunu anlamlı kılan eylemlerin başında geliyor

İnsan, bu dünyaya ‘öteki'yle, yani kendi dışındaki insan ve varlıklarla yaşamak için gönderilmiş bir varlık İnsan sıfatının kemale ermesi, ancak kollektif /ortaklaşa bir yaşam ile mümkün Örneğin konuşmak, ancak sizi dinleyen birinin olduğu bir ortamda anlamlı bir eylemdir Aynı şekilde, insan tek başına kültür ve medeniyet üretemez Bütün bunlar bireyin dışında başka insanların ve kollektif yapıların bulunmasını zorunlu kılar

İnsanın bu çevreyle ve kelimenin en geniş manasıyla ‘öteki' ile ilişkiye geçebilmesi için kendisinin kim olduğunu bilmesi gerekir Yani kişi, neleri yapıp neleri yapamayacağı konusunda bir fikre sahip olmalıdır Burada kendini bilmek, doğru ilişkiler içinde bulunmak olarak anlaşılabilir Bizdeki tabiriyle insan ayağını yorganına göre uzattığında, kendi haddini de bilmiş olur Buna göre kendini bilmek, sadece zihinsel değil, aynı zamanda ahlâkî bir tavırdır

Fakat kendini bilmenin tek anlamı bu değildir Daha felsefî ve manevi bir düzlemde insan kendini bilerek yaradılışın manası üzerinde düşünmeye ba ş lar Burada kendini tanımak, varlıkla ilgili en temel soruları sormak anlamına gelir Nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bütün bu varlıkların anlamı ne? Her şeyin bir gayesi var mı? Bu varlık alemi içinde benim yerim ne? Benim yaradılış amacım ne? Beni ben kılan aslî vasıflar nelerdir?

Kendini bilen, Rabbi'ni bilir

Bu soruları sorduğumuz anda, artık kendi bireysel dünyamızın dışına çıkmışız demektir Modern bireycilik felsefelerinin tersine, bu soruları soran kişi kendi dünyasına hapsolmuş atomize bir varlık haline gelmez İnsanın kendi iç dünyasına yönelmesi onu dış dünyadan uzaklaştırmaz, bilakis diğer varlıklara yakınlaştırır Çünkü kendini doğru tanıyan kişi, bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur Böyle bakınca, kendimiz de dahil , her şeyin ortak bir gaye uğrunda ve tek bir yaratıcı tarafından yaratıldığını görür

Bizim geleneğimizde nakledilen bir söze göre -ki kimileri bunu hadis olarak da nakletmiştir- “kendini bilen, Rabbi'ni bilir” Buna göre kendimizi bildiğimizde, Rabbimiz'i de bilme imkanına kavuşuruz Mefhum-u muhalifiyle, yani tersinden düşünecek olursak, kendini bilmeyen kişi Rabbi'ni bilemez

Kur'an -ı Kerim “Allah'ı unuttuğu için Allah'ın da onlara nefslerini /kendilerini unutturduğu” insanlardan bahseder Yani Rabbimiz'i bilmek, kendimizi bilmenin adeta bir ön şartıdır Çünkü ben bilgisi, doğru tanımlandığında bizi benlik duygusuna, tekebbüre değil, asıl geldiğimiz kaynağa götürür Bu kaynak ilk ve son tahlilde Cenab -ı Hak olduğu için, kendimizi bilmek, Rabbimiz'i bilmek yolunda atılmış önemli bir adımdır

Fakat insanın Rabbi'ni bulabileceği en önemli yer ne kitaplardır ne de fizik teorileri Bu biricik bilginin edinileceği asıl yer insanın kalbidir Hz Peygamber Efendimiz'in “Rabbim alemlere sığmadı ama mümin kulunun kalbine sığdı” sözünü hatırlayın Buna göre kalbi Allah'la dolu olan kişi, kendi iç dünyasına yöneldiğinde Rabbi'ne yönelmiş, O'na yaklaşmış olur

Kendini bilmek suretiyle Rabbi'ni bilen kişi, aynı zamanda haddini de bilmiş olur Çünkü kendisinin alem içindeki yerini ve Rabbi'yle olan ilişkisini kavrayan kişi, kibir gösteremez Onun için tevazu sahibi olmak, salt ahlâkî bir sıfat değildir artık Tevazu, burada varoluşsal bir anlam kazanır Zaten ahlâkî bir erdem olarak tevazu, bizim varlık mertebeleri içinde sahip olduğumuz yerle irtibatlı ve paralel bir durumun ifadesidir

Kendini böyle tanıyan insan, “ alemi ben yarattım” edasıyla ve kibirli bir şekilde yaşayamaz Modern hümanizmin insanı ilâhlaştıran tavrının burada yeri yoktur “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demek, artık felsefi anlamda mümkün değildir Varoluşsal tevazu hali içinde olan kişi, kendini alemin üstünde değil, onun bir parçası olarak görür Bu yüzden ünlü varoluşçu filozof Sartre'in “öteki cehennemdir” fikrine kendi dünyasında bir karşılık bulamaz

Böyle bir atıf çerçevesini esas aldığımızda, kendimizi bilmek, bizi narsizme ve bireyciliğe götürmez Tam tersine insan kendini daha büyük bir varlık diliminin parçası olarak gördüğü zaman yalnız olmadığını bilir Bu ise “ alemde sadece ben varım” fikrine dayalı narsizme karşı en büyük meydan okumadır

Bu yüzden kendini bilmek, içine kapanmak değil, varlığın anlamı üzerinde esaslı bir tefekkür ameliyesine girişmektir Bu tefekkür bize sadece “ne yapabilirim?” sorusunun cevabını vermez Bize aynı zamanda “ne yapmalıyım?” sorusuna doğru cevaplar bulma imkanı tanır Bizim zaman ve mekânla olan irtibatımız, hep “ben kimim ve ne yapmalıyım?” sorularına verdiğimiz cevaplarla şekillenir

Öğrenmenin amacı ne?

İnsanın bütün bilme eyleminin arkasında yatan da bu sorulara doğru ve anlamı bir cevap bulma çabası değil midir? En önemli soruyu doğru cevaplayamamış bir kişinin, on, hatta yüz tane ikincil soruyu doğru cevaplamış olmasının bir anlamı var mıdır? Bu yüzden Yunus Emre ilim tahsil etmenin amacını, kendini bilmek olarak tanımlıyor

İlim ilim demektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır?

Hz Mevlâna'nın anlattığı bir hikayeye göre, bir gün bir sultan bir elçisini uzak bir şehre gönderir Bir emaneti o şehrin valisine ulaştırmasını ister Elçi yola çıkar Meşakkatli bir yolculuktan sonra şehre varır Şehre geldiğinde valiye emaneti ulaştırmak yerine başka işlerle meşgul olur İlim meclislerine katılır Şairleri dinler Pazara gider, alışveriş yapar İnsanlarla hasbihal eder Bu gibi işlerle uğraşırken emaneti valiye ulaştırmayı unutur ve ülkesine geri döner Sultanın huzuruna çıktığında o şehirde yaptıklarını ve bu gezinin kendisi için ne kadar faydalı olduğunu, ufkunun genişlediğini anlatır Sultan emanetin yerine ulaşıp ulaşmadığını sorduğunda, elçi o konuyu tamamen unuttuğunu hatırlar Ve çok mahcup olur, özür diler Sultanın ona verdiği cevap ise kayda değerdir: “Ben seni o şehre tek bir iş için gönderdim Sen ise onun dışında on iş yaptın ama asıl maksadına ulaşamadın geri geldin Var bunun hesabını sen yap

İnsanın ilim ve amelleriyle kendini bilmesi arasındaki ilişki, bu hikayedeki elçinin aslî göreviyle yaptığı tali şeyler arasındaki ilişkiye benziyor Eğer insan “ben kimim?” sorusuna sahih bir cevap verememişse, başka sorulara doğru cevap vermiş olması onun kurtuluş ve huzuru için yeterli olmuyor

Enformatik cehaletin her tarafımızı kuşattığı günümüzde, bilgi devrimi masalını bir kenara bırakıp, kendi benimiz, nefsimiz, varlığımız üzerinde düşünelim Kendimizi bilmeden “öteki”ni bilemeyeceğimizi yeniden hatırlayalım

HALİL AKGÜN

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.