Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#31 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıGÜRÜLTÜLÜ ÇOCUK 
Gürültücü çocuğu hiç kimse sevmezdi   Çünkü o kadar gürültü yapardı ki yer yerinden oynardı  Hele yürürken çıkardığı sesler dayanılacak gibi değildi  O sokağa çıktığı zaman herkes evine koşar, kapıyı pencereyi sıkı sıkı örterdi  Bir gün annesi gürültücü çocuğu ekmek almaya gönderdi   Gürültücü doğru fırına gidip bağırdı: - Bir tane ekmek istiyorum! Öyle bağırdı ki arabasında uyumakta olan minik bebek ağlamaya başladı   Bebeğin annesi gürültücüye dönerek "Ne düşüncesiz çocuksun ! Biraz yavaş konuşamaz mısın sen?" diye söylendi  Ama bizim gürültücü çocuk hiç akıllanmadı  Eve dönerken başladı gülmeye  Kahkahaları her yeri çınlatıyordu  Pencereden genç bir hanım başını uzatıp gürültücüye seslendi: - Neden bu kadar hızlı gülüyorsun? Çocuğum hasta ve başı çok ağrıyor   Sesin onu rahatsız etti  Haydi git buradan! Gürültücü çocuk daha da çok gülmeye , gümbür gümbür sesler çıkarmaya başladı   Artık ona bir ders vermenin zamanı gelmişti   Bütün mahalle halkı toplanıp konuştular  Ertesi gün gürültücü çocuk ekmek almak için fırına girdi   Her zamanki gibi bağırmaya başladı : - Bir tane ekmek istiyorum   Ama fırıncı hiç oralı olmadı; duymamış gibi davrandı   Gürültücü çocuk daha da bağırdı: - Bir tane ekmek istiyorum dedim! Fırıncı yine ses çıkarmadı   Gürültücü çocuk çaresiz fırından çıktı   Yürürken "takır tukur"sesler çıkarıyor, ıslık çalıyordu   Evin önünden geçerken biri pencereyi açtı ve gürültücü çocuğun başına bir kova soğuk su döktü   Gürültücü titremekten hiç ses çıkaramaz oldu  Sonra doğruca evine gidip olanları düşündü   Çevresine ne kadar saygısızca davrandığını anladı  O gün bu gündür gürültücü çocuk bir daha hiç gürültü yapmadı ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#32 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıHERKES ASLINA ÇEKER 
Bir gece sevgili aynacık yine gelmiş padişah kızının başucuna   Masalını anlatmaya başlamadan önce demiş ki:- Sevgili padişah kızı; büyük kalpler, büyük binalar gibidir; daima kendilerini gösterir ![]() Pencereden baktığında göremediğin dağın ardında, küçücük bir devlet varmış   Küçük bir devletmiş ama, insanları pek şirinmiş  Irmakları, dereleri, ağaçları, çiçekleri her şeyi küçücükmüş bu devletin, hem de pek güzelmiş![]() İşte bu devletin bir de padişahı varmış   Sarayında oturur, hiç usanmadan düşünür dururmuş  Artık dayanamayacak hâle gelmiş  Vezirlerini çağırmış yanına:- Zaman kaybetmeden haber salın memleketin dört bir köşesine   Her kim bana Hızır’ı gösterirse, dilesin benden ne dilerse  Her bir isteği emirdir benim için  Artık gücüm kalmamıştır  Bu merak birgün öldürecek beni![]() Vezirler bir telaşla emri yerine getirmeye çalışmışlar   Memleketin sağına-soluna, altına-üstüne; kuzeyine-güneyine, doğusuna-batısına adamlar gönderilmiş  Padişahın bu sözleri insanlara duyurulmuş:- Duyduk-duymadık demeyin! Padişahımız Hızır’ı görmeyi arzu etmektedir   Her kim padişahımıza onu gösterebilirse kıymetli hediyelerle ödüllendirilecektir  Duyduk-duymadık demeyiiin!Padişah bir haber gelir ümidiyle uyku nedir unutmuş   Sabahlara kadar pencerelerde geleni-gideni gözetler olmuş  Neredeyse gökte uçan kuşun kendisine geldiğini zannederek yakalatacakmış  Vezirler korkmaya başlamışlar;- Aman padişahımızı bu dertten bir ân önce kurtaran biri çıkmalı, yoksa aklını kaçıracak ![]() Aradan bilmem kaç ay geçtikten sonra, çiçeklerin meyveye durduğu bir bahar sabahı bir adam gelmiş saraya   Kendinden emin bir hali, dimdik yürüyüşü varmış  Kapıcıya demiş ki:- Tez padişahımıza haber salın, kendisiyle görüşmek isterim   Ona güzel haberler getirdim![]() Kapıcı önce umursamamış bu hali perişan adamın sözlerini: - Padişahımız senin gibi birisiyle zaman kaybetmek istemeyecektir   Ne diyeceksen bana de, ben haberi padişahımıza veririm![]() Adam; - Ben bilmez miyim padişahımızın çok meşgul olduğunu, demiş   Fakat haberi Hızır’dan getirdim  Çok önemli Kapıcı “Hızır” ismini duyar duymaz telaşlanmış   “Sen buradan ayrılma  Hemen geliyorum ” diyerek vezirlerin yanına koşmuş  Vezirler bu adamın gelişine pek sevinmişler:- İnşallah, demişler   İnşallah bu adam padişahımızı bu dertten kurtarır  Artık dayanacak gücümüz kalmadı![]() Hiç zaman kaybetmeden adamı çağırtmışlar   Padişaha da haber vermişler:- Sevgili padişahımız, Hızır’dan haber getiren bir adam sizinle görüşmek istiyor   Huzura çağıralım ister misiniz?Padişah öyle heyecanlanmış, öyle sevinmiş ki; “hemen gelsin”, demiş   Adam gururla o ihtişamlı kapıdan içeri girmiş  Sanki padişah kendisi, sanki her şey onun emrinde  Başlamış konuşmaya:- Efendimiz, duydum ki Hızır’ı görmek istiyormuşsunuz   Ben bu isteğinizi yerine getirebilirm  Ama onu, size ancak dört yıl sonra gösterebilirim  Yalnız bir şartım var  Bu dört yıl içinde her isteğimi yerine getireceksiniz  Bir dediğim iki edilmeyecek![]() Padişah dinlemiş dinlemiş, sonra da; - Tamam, demiş   Bir dediğin iki edilmeyecek  Dört yıl boyunca dilediğin şeye sahip olacaksın  Hiçkimse sana karşı gelmeyecek  Fakat , dört yılın sonunda bana Hızır’ı gösteremezsen, eğer sözünde durmazsan ölüm için hazırlan![]() Adam kendinden emin bir şekilde, sesini de gürleştirerek; - Beni dilediğiniz şekilde öldürebilirsiniz efendim, demiş ![]() Ve padişah emir buyurmuş, adama bir köşk hazırlanmış   İçi altınlarla doldurulmuş  Bu dünyada sahip olunacak ne kadar şey varsa bir bir verilmiş![]() Adam halinden memnun, dört yıl sonrasını hiç düşünmeden yaşamaya başlamış   Fakat dört yıl nedir ki, göz açıp-kapayıncaya kadar gelir-geçer  Nitekim giden günlerin hiç farkına varmadan, adam bir de bakmış dört yıl bitivermiş  Bir telaştır başlamış  Padişaha gidip ne diyeceğini bilemiyormuş  Hızır’ı nerede bulsun da getirsin!Eğer yalan söylediğini padişah öğrenirse, onun çok sinirleneceğini de biliyormuş   Dört yıl önce konuştuklarını birden hatırlayıvermiş  Tek çareyi kaçmakta bulmuş adam  Şehirden çok uzakta bir yer bulmuş kendisine ve orada gizlenmeye başlamış![]() Padişah adamı getirmeleri için köşke askerlerini göndermiş   Fakat adamın kaçtığını öğrenmişler  Bütün askerler şehrin her yerini araştırmaya başlamışlar![]() Adam gizlendiği yerde gece-gündüz dua edip yalvarıyormuş: - Beni kurtar   Bu kuyudan çıkmama yardımcı ol  Bunu ancak sen yapabilirsin  Beni kurtar![]() Korkudan tit tir titriyormuş   O sırada yanıbaşında bir dedecik belirivermiş  Nasıl ve nereden geldiğini anlayamamış bu dedeciğin  Dedecik adama bakmış, hali perişan  Sormuş;- Neden korkuyorsun? Kimden saklanıyorsun böyle? Bana anlatırsan belki bir çaresini bulabiliriz ![]() Adam her şeyi açık açık anlatmış dedeciğe   Dedecik de hiç konuşmadan dinlemiş onu  Sonra da;- Haydi beni padişaha götür, demiş   Onu bir de ben göreyim![]() Şehre doğru yola çıkmışlar   Saraya daha varmadan padişahın askerleri yollarını kesmişler  Adamı ellerinden bağlamışlar, doğruca saraya götürmüşler  Dedecik de adamın yanındaymış  Padişah adamı görünce;- İşte dört yıl doldu, demiş   Bana Hızır’ı gösterme vaktin geldi  Her isteğini yerine getirdim  Şimdi sıra sende  Sen de benim isteğimi yerine getirmelisin  Yoksa öleceksin![]() Adam çaresiz, başını öne eğmiş ve; - Efendimiz, ben size yalan söylemiştim; demiş ![]() Padişah bir vezirlerine, bir adama, bir de dedeciğe bakmış ve şunları söylemiş: - Sen bize yalan söyledin   Öyleyse bunun cezasını çekmelisin![]() Padişah önce birinci vezirine, “Bu adama nasıl bir ölümü uygun görürsün?” diye sormuş   Birinci vezir;- Sevgili padişahımız, demiş   Bence bu adamı parça parça edelim ve parçalarını meydana asalım  Böylece hiçkimse size yalan söyleme cesaretini bir daha gösteremesin![]() Bu cevap üzerine dedecik; - Herkes aslına çeker, demiş ![]() Sıra ikinci vezire gelmiş   O da fikrini söylemiş:- Bu yalancıyı bir kazana koyup kaynatalım   En güzel ceza bu olur![]() Bu cevap üzerine dedecik yine; - Herkes aslına çeker, demiş ![]() Üçüncü vezir de konuşmaya başlamış: - Bu adamı bir tepsiye koyup fırında kebap gibi pişirmeli ![]() Dedecik bu sefer de aynı şeyi söylemiş: - Herkes aslına çeker ![]() Sıra dördüncü vezire gelmiş   Padişah onun düşüncesini de öğrenmek istiyormuş  Dördüncü vezir;- Ey padişahımız, demiş   Siz merhametli bir hükümdarsınız  Hızır’ı ne kadar görmek istediğinizi biliyorum  Öyleyse Hızır aşkına bu adamı affedin  Çünkü onu bağışlamanız size yakışan bir harekettir  Mutlaka bunun karşılığında büyük mükafatlar verilecektir![]() Bu sözlerin sonunda dedecik yine aynı cümleyi söylemiş: - Herkes aslına çeker ![]() Padişah dayanamayıp dedeciğe dönerek konuşmuş: - Kimsin bilmiyorum, fakat vezirlerim için hep aynı şeyi söyledin   Bu ne demek?Dedecik padişaha şu cevabı vermiş: - Ey padişah! Birinci vezirin bir kasabın oğludur   Bu yüzden adamı, bir kasap gibi parçalayıp astı  İkinci vezirin bir aşçının oğludur  O da adamı yemek gibi kazana koyup kaynattı  Üçüncü vezirin bir kebapçının oğludur  Bu sebeple adamı fırına koyup kebap gibi pişirdi  Dördüncü vezirin ise, bir alimin oğludur  O, “affedilsin” dedi  Çünkü merhametli olmayı öğrenmişti  Hepsi de görgüsüne göre ceza verdi![]() Bu sözleri dinlerken padişah düşünceye dalmış   Tam bu sırada dedecik;- İşte ben Hızır’ım, demiş ve ortadan kaybolmuş ![]() Padişah hemen tahtından kalkmış, dışarıya bakmış   Fakat hiçbir şey görememiş  Sonra da şunları söylemiş:- Bu dünyada Hızır’ı görmeyi öyle çok istemiştim ki, bu adam sayesinde işte gördüm   Bana insanları nasıl tanıyacağımı da öğretti  Ve merhametli olmanın ne kadar güzel olduğunu gösterdi![]() Böylece adam ölümden kurtulmuş ve padişahla beraber sarayda yaşamaya başlamış   Yine bir dediği iki edilmiyormuş, ama artık adam hiçbir şey istemiyormuş![]() Naz Ferniba</B>  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#33 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıHİÇLER ŞEHRİNİN KIZI 
(Kirman Bölgesi'nden bir masal) Bir varmış bir yokmuş   Hiçler Şehri'nde bir kız vardı  Bir gün eli yaralandı  Yarası iyileşmeye başladıktan birkaç gün sonra, merhem ve ilaç alıp yarasına sürmek için halasına gitti  Halası, "Bende merhem yok" dedi  Onun yerine iki yumurta verdi kıza![]() - Bu yumurtaları pazara götürüp sat ve parasıyla attardan merhem al, dedi   Şimdi dinleyin bakın, kızacağız başından geçenleri nasıl anlatıyor: Pazara giderken yolda yumurtalarımı kaybettim   Çok üzüldüm  Elimi keseye soktum  Kesenin dibinde bir kuruş buldum  Sonra yumurtaları bulmak için o bir kuruşu bir adama verdim![]() Adam bana iğneden bir minare yaptı   Minareye çıktım  Şehrin dört bir yanına baktım  Yumurtalardan birinin tavuk olup bir ihtiyarın elinde dolaştığını gördüm![]() İkinci yumurta horoz olmuş, bir köyde harman biçmekle meşguldü   Önce "Gidip horozu alayım", dedim  Minareden aşağıya indim  Köye gittim  Oraya varınca horozumun kendisi için çalıştığı çiftçiye:- Horozumu ver   Ayrıca sana çalıştığı kadarının ücretini de ver dedim![]() Uzun tartışmalardan sonra çeltik ekili tarlanın ürününden bana bir öküz dengi hak vermesinde anlaştık   Harman kaldırıldıktan sonra yirmi beş batman pirinç benim payıma düştü![]() Pirinçleri götürmek istedim   Çuvalım yoktu  Bir pire öldürdüm  Derisinden çuval yaptım  Pirinçleri içine doldurup horozun sırtına yükledim  Yürümeye başladım![]() Çok pirincim olduğu için pirinç ticareti yapmaya karar verdim   Şehirden çıktım  İki konaklık yol gittim Bir de baktım, horozun sırtı pirinç yükünden yara bere olmuş  Orada bulunanlara:- Bu yaranın ilacı nedir? diye sordum ![]() - Ceviz içini kavurup horozun sırtına sürersen yarası iyileşir, dediler ![]() Bir ceviz içini kavurdum   Yarası iyileşsin diye sırtına koydum ve yattım  Sabah uyandığımda bir de ne göreyim, horozun sırtında kocaman bir ceviz ağacı bitmiş! Çocuklar ağacın etrafına toplanmışlar, ceviz düşürüp yemek için ağaca taş ve kesek atıyorlar! Ağacın dalına çıktım  Ağaçta yüz eşek yükü taş ve kesek toplandığını gördüm  Bir keser bulup yer dümdüz olana kadar kesekleri parçaladım  Burasının salatalık ve karpuz ekimi için uygun olduğunu gördüm![]() Bir parça salatalık ve karpuz tohumu ektim   Ertesi sabah pek çok salatalık ve karpuz bitmişti  Bir karpuz koparıp kesmeye başladım  Karpuzu keserken çakım kayboluverdi![]() Belime bir hamam peştamalı bağlayıp çakımı bulmak için karpuzun içine girdim   Çok büyük ve kalabalık bir şehir gördüm orda  O şehrin çarşısına gittim  Aşçı dükkanında bir dinar verdim, biraz çorba satın aldım ve içmeye başladım![]() Çorba o kadar lezzetliydi ki kasesini bile yaladım   Kaseyi o kadar yaladım ki inceldi, inceldi neredeyse delinecekti  Bir de baktım ki kasenin dibinde bir kıl belirdi  Kılı alıp dışarı atmak isterken kılın ardından bir deve yuları çıktı  Yuları çektim  Arkasından yedi katar deve geldi  Develerin hepsi tam teçhizatlıydı  Birbiri ardı sıra geldiler   Çakım da en arkadaki devenin kuyruğuna bağlanmıştı![]() Masalımız burada bitti, ama serçecik daha evine gitmedi ![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#34 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk Masalları İKİ KURBAĞA 
Biri beyaz, diğeri siyah renkteki kurbağanın huy ve mizacı tıpkı renkleri gibi zıtmış   Ak kurbağa ne kadar iyimserse Karakurbağa o kadar kötümsermiş  Ak kurbağa bir şeye “ak” mı dedi; o hemen atılıp “kara” dermiş  Her şeyin olumsuz tarafını görmeye o kadar alışmış ki, gördüğü her şeyi eleştirmeyi neredeyse meslek haline getirmiş  Yağmur yağsa, Karakurbağa: “Offff! Olacak şey mi şimdi bu?” diye şikayete başlarmış   “Yağmurda ne derenin tadı olur, ne de ortalıkta avlayacak sinek bulunur  Nefret ediyorum yağmurdan!” Arkadaşının aksine her şeyin güzel tarafını görmeyi seven Akkurbağa cevap vermeden edemezmiş: “Haksızlık etme lütfen! Sırf senin keyfin bozuldu diye güzelim yağmura niye düşman oluyorsun ki? Hem söylesene, yağmur yağmasa bizim evimiz-yurdumuz olan dereler, sazlıklar, bataklıklar kalır mı ortada?” Elbette o, bu sözlerini tamamlayamadan Karakurbağa atılırmış: “Tamam tamam, bay çok bilmiş kurbağa! Biliyor musun, sen tam da insanların sözünü ettiği şu Polyanna'ya benziyorsun   Mutluluk rolü oynayacağım diye saçma sapan sözler ediyorsun  Hani, uçurumdan aşağı düşsen, ‘bak ne güzel uçuyorum' diyeceksin neredeyse  Azıcık gerçekçi olsana ya canım!” Akkurbağa genelde bu tür tartışmaları uzatmak istemez ve şöyle dermiş: “Gerçeği görmek için asıl kendi kötümser bakışını terk etmelisin  ” İşte böyle iki zıt kutupmuş bu iki kurbağa ![]() ![]()   Günlerden birgün canları sıkılınca derenin yakınındaki köye doğru gitmeye karar vermişler   Akkurbağa: “İstersen fazla yaklaşmayalım, biliyorsun yaramaz çocuklar bizi görürse canımızı acıtabilirler” dediyse de, Karakurbağa ısrar etmiş: “Akşamın bu karanlığında çocuklar bizi nereden görecek Allah aşkına! Şu en yakındaki evin oraya kadar gidelim, sonra geri döneriz   Korkaklığı bırak şimdi ” Akkurbağa, korkaklıkla suçlanmaktan çekindiğinden, çaresiz kabul etmiş   Köye girmişler ve evin yanına gelmişler  Akkurbağa sıkıntılı bir vıraklama ile “Hadi, artık dönelim, içimde kötü duygular var!” demiş demesine, ama Karakurbağa heyecanla atılmış: “Gel bir oyun oynayıp öyle dönelim   Şuradaki yüksek kovayı görüyor musun? İkimiz aynı anda üstünden zıplayacağız  Bakalım yarışmayı kim kazanacak?” “Akşamın bu vaktinde bırak böyle çocuklukları lütfen!” diye itiraz edecek olmuş Akkurbağa, ancak yaramaz arkadaşı bir türlü fikrinden vazgeçmemiş   Hatta “Dediğimi yapmazsan, seninle artık arkadaş olmam!” diye tehdit bile savurmuş  Bunca yıllık arkadaşını kaybetmek istemeyen Akkurbağa bu teklifi de istemeye istemeye kabul etmiş  İki kurbağa hızla koşup zıplamışlar   Ama ne olduysa o zaman olmuş ve tam kova dedikleri şeyin üzerinde çarpışıp içine düşmüşler! Acı gerçeği o zaman anlamışlar: üzerinden atlamaya çalıştıkları o şey, yarısına kadar dolu kocaman bir süt güğümü değil miymiş meğer! Yorulana kadar giriştikleri denemelerin sonucunda başka bir gerçeği daha anlamışlar: Güğümün kenarları zıplayıp çıkmalarına imkân vermeyecek kadar yüksekmiş   Karakurbağa ümitsizlik içinde haykırmış: “Mahvolduk! Buradan çıkmamız mümkün değil! Bu güğümün içinde ölüp gideceğiz  ” “O kadar kolay pes etme bakalım” diye karşılık vermiş Akkurbağa   “Çıkmadık candan ümit kesilmez  Kim bilir, hiç ummadığımız bir anda imdadımıza yardımsever bir el yetişir belki de ” Karakurbağa acı bir kahkaha attıktan sonra şöyle demiş: “Benim kurbağa Polyannam! Neler sayıklıyorsun sen? Bari böylesi bir haldeyken hayal görmekten vazgeç  ” “Ben hayal filan görmüyorum   Nasıl bilmiyorum, ama buradan kurtulacakmışız gibi bir his var içimde  Kendini koyuverme sakın!” Ne yazık ki, Karakurbağa'nın ümitsizliği her geçen dakika bütün kalbini daha çok kaplamış ve ümitsizliği arttıkça bacaklarındaki güç ve kuvvet de azaldıkça azalmış   Ve en sonunda: “Bacaklarımda derman kalmamış   Hakkını helal et kardeşim!” deyip sütte yüzmekten vazgeçmiş  Bir-iki dakika sonra da son nefesini vermiş![]() ![]()   Akkurbağa arkadaşının bu kadar kolay vazgeçip ölmesine çok üzülmüş, fakat ümidini hiç yitirmemiş   Sürekli şu şekilde yalvarmış Allah'a: “Darda kalanların sesini ancak Sen duyar, onların imdadına ancak Sen koşarsın! Senin rahmet ve şefkatin süt güğümüne düşmüş zavallı bir kurbağaya da yetişir elbet! Kurtar beni Allahım!” Akkurbağa bu şekilde yalvarırken, bir taraftan da sebebini bilmeden sütün içinde var gücüyle çırpınmış   Karanlıkta, yapayalnız, çaresiz, ama hiç ümitsizliğe düşmeden![]() ![]()   çırpınmış, çırpınmış… Bu hal dakikalarca devam etmiş  Bir ara arka tarafından ayağına birşey çarpmış  Dönüp baktığında bunun irice bir tereyağı topağı olduğunu görmüş  Oraya nereden geldiğini düşününce, bu tereyağının farkında olmadan kendi çırpınışlarıyla meydana geldiğini anlamış  Gözleri sevinçle parlamış, çünkü bu onun kurtuluş vesilesi olabilirmiş! Azalmaya yüz tutan gücü, ummadığı kadar artmış   Bu defa niçin yaptığını bilerek bacaklarını yine çırpıp durmuş  Bir saat kadar sonra tere yağ topağı o kadar büyümüş ki, onun üstüne basıp zıpladığı gibi güğümün dışına atlamış ve ilk sözü şu olmuş: “Rahmetinden ümidimi kestirmediğin ve imdadıma yetiştiğin için Sana şükürler olsun Allah ım!” Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#35 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıİKİ YÜREKLİ EŞEK 
Bir varmış, bir yokmuş   Bol bol süt içenlerin kentinde bir sütçüyle eşeği yaşarmış  Sütçü, çıkarını iyi bilen, çalışkan,gayretli ve kurnaz bir adammış  Sabahları gün ağarmadan uyanır, gider eşeğini uyandırır, neşeli türkülerle onu hazırlarmış : Güneş şimdi doğmadan Dostum benim, gel uyan! Kazanır daima çalışan Dostum benim, gel uyan! Uykusunu bir türlü alamayan eşeğin gönlünü almak için çeşitli komiklikler yapar, ona şeker verir, sağrısını sıvazlarmış   Eşek bu ya, eşekliği nerden belli olacak?![]() ![]()   İsteksiz isteksiz bir iki anırırmış  Uykusunu dağıtmak için gözlerini ovdukça ovarmış  Ancak karnı bir güzel doyduktan sonra keyfi yerine gelirmiş  O da başlarmış sahibiyle birlikte türkü söylemeye : Sabah erken kalkmalı İşimize bakmalı Öğlen vakti olmadan Şu sütleri satmalı Öyle bir gayretlenirmiş ki eşekçik, sütüne yüklenen süt güğümlerinin bile ağırlığını duymaz olurmuş   İki çalışkan arkadaş, horozlar kukkuriku diye bağırmadan, bebekler ınga ınga diye ağlamadan yola çıkarlar, evlere süt dağıtırlarmış![]() “Süüüt! ![]() ![]()  Sütçüüü!”Eşek de sahibinden geri kalır mı? Başlarmış bağırmaya : “Ai ![]() ![]()  Aaaaiii!”Böylece sahibiyle beraber süt satarmış eşekçik   Akşamlara kadar yorulmak nedir bilmezmiş  Sahibinin cepleri para ile doldukça bir sevinirmiş, bir sevinirmiş ki, anlatamam  Her akşam yatarken ; “Yarın olsa da işe çıksak,s ahibimin cepleri yine parayla dolsa!” diye güzel güzel düşünürmüş  Boğaz tokluğuna çalışmaktan, sahibini mutlu kılmaktan başka bir şey akıl etmezmiş zavallıcık![]() “Süüüt  Sütçüüü! Haydi, sütçünüz geldi!”Derken, çalışmalarının karşılığını görmüş sütçü   Zengin olmuş  Adamlar tutmuş  Sütçülüğe çıkmayı bırakmış  Eşek bu duruma üzülmüş  Üzülmüş ama elden ne gelir? Katlanmış çaresiz  Asık suratlı bir adamla satışa çıkarken isteksiz isteksiz yürür, eski günlerini içinden acı acı anarmış![]() “Hey gidi günler hey, ne mutluyduk o günlerde! Cepte ağırlığımızca paramız, altın yaldızlı koltuğumuz yoktu ama neşemiz, dostluğumuz vardı  Birbirimize sevgimiz vardı  Gülen yüzümüz vardı  Türkülerimiz vardı  Yarınları bekleyişimiz vardı  Canım, her şeyimiz vardı işte!Zengin oldukça gülmesini unutan asıl sahibi artık ne kendisini arar, ne de hal hatır sorar olmuş ![]() Bu vefasızlık iyi yürekli eşeğe pek dokunmuş   Öyle ki, gün geçtikçe sararıp solmaya, zayıflamaya başlamış  İnsan, o sıkıntılı günlerin sadık arkadaşını, dert ortağını, türkü arkadaşını unutur mu? Bir türlü kabullenemiyormuş bunu![]() ![]() ![]() Derken, sıskalıktan kaburgaları birbirine geçer olmuş hayvancığın   O kadar zayıflamış yani  Değil sabahtan akşama kadar dolaşmak, ayağını bile kımıldatamaz olmuş  Dünya hali bu  Hastalık, düşkünlük olmaz mı?Ama asık suratlı adam aman zaman dinleyecek soyundan değilmiş   Eşek kırılıp döküldükçe, acıma dilendikçe basarmış tekmeyi, sen misin tembellik eden diye  Üstelik ağır sözler söylermiş : “Seni ucuz hayvan seni! Demek bütün niyetin sahibini iflas ettirmek   Geber de kurtulalım bari!”Aman zaman bilmeyene hal anlatmak ne mümkün? ![]() ![]() İki gözü iki çeşme, öksürüp aksırarak, derdini anlatamadan bir köşeye çekilirmiş kara yazgılı hayvan ![]() Asık suratlı adam dayaklar yetmezmiş gibi tutmuş eşeği sahibine şikayet etmiş ![]() “Aman efendim, ne uyuz hayvan bu? Üstelik her gün hasta   Naz ediyor ama kime? Böyleleri her zaman zarar verir sahibine  Bana kalırsa, çalışmayana ekmek olmamalı  Satalım, başımızdan atalım, gitsin!”Parasına para katmaktan başka bir şey düşünmeyen sahibi, eskisi kadar düşünceli, iyi huylu değilmiş   Üstelik bir sinirliymiş, bir sinirliymiş ki, ne söylense bağırır çağırırmış! Adamını dinledikten sonra iri iri açılmış gözleri : “Ne demek?” demiş   “Benim evimde para kazanmadan yan gelip yatmak, ha? Olmaz öyle şey! İşine gelmiyorsa, defolsun! Biz kimsenin bedava bakıcısı değiliz!”Zavallı hasta eşek pencerenin altında sahibinin bu sözlerini duyunca yüreğine inecekmiş nerdeyse ![]() “Yok, vallahi kalmam burda! Bu kadar vefasızlık sığmaz benim mantığıma  ” demiş kendi kendine, üzerinden güğümleri atıp ormana doğru kaçmış![]() ![]() ![]() Tanrı bir kapıyı kaparsa bir kapıyı açar elbet   Eşek gözyaşları içinde söylene söylene yürüye dursun, yolda ufacık bir torbayı bile taşıyamayan ihtiyar bir çiftçiye rastlamış  Hani, insanlara bir daha yanaşmayacağına söz vermiş ama, yufka yüreği dayanamamış yine  Kendi hastalığını, halsizliğini unutup seslenmiş :“Çiftçi baba, çiftçi baba, istersen torbanı yükle sırtıma   Kaldıracak halin yok belli  Sana yardım edebilirim belki ”Çiftçi o kadar sevinmiş ki, hayvanın boynuna sarılmış, torbayı sırtına atmış ![]() “Eşek kardeş, belli, seni Tanrı gönderdi ![]() ![]()   Sağolasın! Ama sen de ne kadar zayıfsın  Üstelik soluyorsun  Titriyorsun  Besbelli, hastasın  Ama yine de ben, senden daha hasta ve dermansızım ”İki bitkin yolcu konuşa konuşa bir kulübeye gelmişler   İhtiyar sırtından torbayı indirirken eşeğe teşekkür etmiş : “Buyur” demiş   “Biraz dinlen  Belki gideceğin yol uzundur ”Eşek üzüntüyle kafasını sallamış : “Gideceğim yer yok ki!” “Ya evin barkın?” “Yok ![]() ![]()   Yok!”“Eşin, dostun?” “Yok dedim ya!” Başlamış başından geçenleri birer birer anlatmaya   Sözlerini bitirirken,“Tanrı kimseyi benim gibi düşürmesin”demiş   “Artık bundan sonra bir köşeye çekilip ölümümü bekleyeceğim ”Kafasını uzun uzun kaşımış sevimli ihtiyarcık : “Doğrusu sevgili eşek,” demiş   “Hikayen pek acıklı  Naparsın, dünyanın hali bu! Sen de fazla duygulusun  Belli  Bir dostun seni terk etti diye bu dünyayı terk etmeye değer mi? Gel, burada kal  Yemeğime ortak ol  Kıt kanaat geçinir gideriz  Üstelik, biz arkadaş değerini biliriz ”Pek sevinmiş eşekçik   Yüreğine su serpilmiş  Mutlulukla ihtiyarın evine yerleşmiş  Neşeli günler yaşamaya başlamışlar  Günler ayları, aylar yılları kovalamış![]() Bir gün kentteki zengin sütçünün varlığını kaybettiği, yorgan döşek hasta düştüğü haberi ortalığa yayılmış   İhtiyar : “Sana ettiğini buldu!” demiş eşeğe ![]() Ama eşeğin yüreği acıyla burkulmuş   Sormuş soruşturmuş  Eski sahibine kimsenin bakmadığını, pek zavallı bir durumda son günlerini saydığını öğrenmiş![]() “Ne de olsa eski dost, varayım helâllaşayım   Bir yararım dokunur mu sorayım” demiş![]() Yola düşmüş ![]() Ölüm döşeğinde bulmuş eski sahibini   Gitmiş,öpmüş ellerini![]() Sahibi önce tanıyamamış   Ama, dikkatli bakınca sevinçle boynuna atılmış : “Gel, benim eski dostum!” demiş   “Şu zavallı sahibini bağışla  Anladım ki arkadaşlık, dostluk parayla ölçülmemeli   Doğrusu, sen eşekliğinle iyi ders verdin bana  Yalvarırım, sana yaptıklarım için beni bağışla!” demiş ve ruhunu teslim etmiş![]() İnce duygulu eşek, sahibinin başında uzun süre ağlamış   Son görevlerini de yerine getirdikten sonra çiftçinin yanına dönmüş![]() İhtiyar çiftçi onu sevgiyle karşılamış ve demiş ki : “Sevgili dostum, hoş geldin! ![]()   Doğrusu soyluluğun gözlerimi yaşartıyor  Başkası olsaydı gitmezdi  Oysa, sen başkalarından çok değişiksin  Böyle hiçbir karşılık beklemeden sevmek ve yardımcı olmak ne güzel! Artık bu güzel huyunu öğrendim ya, malım mülküm, varım yoğum senindir  Var,bildiğin gibi yaşa  Şunu unutma sakın; senin gibi olanlar bir gün mutlaka kavuşur hak ettiğine!” | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#36 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıİNSAN YİYEN BİTKİ 
Güneş Otel sahibi Ali Bulut otelin bahçesine büyük bir sera yaptırmış ve bu serada tropikal bitkiler yetiştiriyordu   Afrika’dan getirilen et yiyen bir bitki vardı ki, Ali Bulut, onun dört yıldır bir santim bile büyümediğinden yakınırdı  Et yiyordu, balık yiyordu ama hiç büyümüyordu  Aslında bitkinin büyümesi gerekti ve büyüyordu  Hem öylesine büyümüştü ki, boyu yirmi metreyi geçmişti ama Ali Bulut bunu görememişti  Bitki yukarı değil, aşağı boy atıyordu  Gövde toprak altındaydı  Görünen beyindi  O beyin birkaç ay sonra inanılmaz büyüklükteki gövdeyi harekete geçirecek, bitki insan yiyen bir canavara dönüşecek ve şehrin altını üstüne getirerek etrafa kan ve ölüm saçacaktı  Aradan birkaç ay geçti   Yaz günüydü  Bitki kıpırdanmaya başladı  Beyin giderek yükseliyor ve gövde toprak altından çıkıyordu  Seranın dört metre yüksekliğindeki tavanına çarpan beyin gövdeye yakın kökleriyle serayı kaldırarak Güneş Otel’e fırlattı  Otelin ikinci katının bazı camları kırıldı  Ne oluyor diyerek pencerelere koşan insanlar bahçedeki dev bitkiyi gördüler  Devamlı olarak daha uzun ve kalın kökler topraktan çıkıyordu  Korkuya kapılan insanlar otelin çıkış kapısına ve yangın merdivenine hücum ettiler  Bu insanlardan çoğu kökler tarafından yakalanarak kuyu biçimindeki ağza atıldılar  Bitki insan yedikçe büyümesi hızlanıyordu  Bitkinin kökleri şehrin başka yerlerinde de topraktan çıkarak insanları yemeye ve evleri yıkmaya başladı  Koşarak kaçan veya arabasına binerek şehri terk eden insanlar çoktu  Bir saat sonra ise, şehirde kimse kalmamıştı  Şehrin çevresi askeri birlikler tarafından sarılmıştı  Askeri birlikler insan yiyen bitkiye binlerce kurşun ve bomba attılar  Gelen bir emir üzerine ateş kesildi, çünkü insan yiyen bitkiye bunlar tesir etmiyordu  Ali Bulut bir haftadır kaçakçılık anlaşması yapmak için yurtdışındaydı   Olayı televizyon haberlerinden öğrenince özel uçağına atladığı gibi geldi  Bir aralık yardımcısına: “ Kızdığım zaman köse bitki diyordum  Şuna istediğimi yaptırabilirsem dünyaya hakim olurum  “ Ali Bulut komutandan izin alarak asker kordonunu aştı: “ Canım, yavrum benim  Ben geldim, bak baban geldi  Çok insan yemişsin ama beni yeme  Ben seni et ve balıkla besledim  “ Ali Bulut hem konuşuyor hem de kökler arasından yürüyordu  Kökler uzun süre ona dokunmadı ama gövdenin yanına gelince yakaladılar  Ali Bulut bağırmaya başladı: “ Dur, beni bırak  Bütün servetim senin olsun  Milyarlarım senin olsun  “ İnsan yiyen bitki ilk kez konuştu: “ Hangi senin servet, hangi milyarlar   İnsan sağlığına zararlı maddeler satarak, kaçakçılık yaparak, onun bunun hakkını çalarak zorla sahiplendiğin paralar  Senden nefret ediyorum Ali Bulut, artık parayı unut  Bak ağzıma, dışardan belli olmuyor ama içersi çok sıcaktır  Bundan sonra kötülük yapamayacaksın ” İnsan yiyen bitki Ali Bulut’u yedikten sonra yarım saat geçti  Onu durduracak kuvvet yoktu  İstese köklerini ayak gibi kullanıp çok uzaklara gidebilirdi  Nedeni bilinmez bir şekilde hareketsiz duruyordu  Bitki uzmanı, tropikal bitkiler üzerinde araştırma yapmakta olan bir bilim adamı, komutanın yanına gelerek, insan yiyen bitkiyi tamamen zararsız hale getirebileceğini söyledi   Şişedeki ilaç iğneyle bitkiye şırınga edilirse, bitki ölürdü  Komutandan izin alan bitki uzmanı elindeki iğneyle insan yiyen bitkinin köklerine yaklaşmaya başladı  Köklerin yanından geçerken aniden dönerek iğneyi köke sapladı ve ilacı şırınga etti  Bitki uzmanı daha sonra iğneyi yere atarak yürümeye devam etti  Geri dönüp kaçsa hemen yakalanırdı  Bunu biliyordu  O zaman insan yiyen bitkiyi şüphelendirebilir ve bitki durumu anlarsa ilaçlı kökü koparıp atar ve kendini mutlak bir ölümden kurtarabilirdi  On dakika sonra insan yiyen bitkinin gövdesi sarsıldı ve ağzından ahh diye bir feryat işitildi  Kökler titremeye başladı  İlaç beyine ulaşmıştı  Artık kurtuluşu yoktu  Ölüm gelmişti![]() “ Ben, dedi, insan yiyen bitki, belki yanlış yaptım gibi gözüktü sana ama doğrusu buydu   O insanların ölmesi lazımdı  Özellikle Ali Bulut’un  Diğer ölenler de onun adamlarıydı  Şehri dört koldan sarmıştı Ali Bulut’un çetesi  Onları öldürdüm, onların evlerini yıktım  Hepsi kötü insandı  Bir tek iyi insanın canına, malına zarar vermedim  Askerler ezilmesin diye şehri terk etmedim  Seni gelirken gördüm elinde iğne vardı ama o iğnenin beni öldürebileceğini düşünemedim  Herneyse böylesi daha iyi oldu, tabii kötüler için  Neden varolduğum anlaşılsa ve bana yardımcı olunsa insanlar arasında zararlı olanları ayıklardım  Sessizce yeraltından sokulur, konuşmaları duyar ve onları ayıklardım  “ İnsan yiyen bitki daha fazla konuşamadı   İlaç, onun beyinsel fonksiyonlarını durdurmuştu  Ölmüştü  Bitki uzmanı ise yaptığı hatayı anlamış ve dizlerinin üstüne çökmüştü  Ağlıyordu![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#37 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKAMYON 
Kamyon, Zincirli Han'ın dar ve basık kapısından, yan duvarlara sürtünüp sıvaları dökerek ve üzerine bağlanmış sepetlerle çuvalları dört tarafa fırlatarak ıkına sıkına çıktı   Şoför bir eliyle direksiyona yapışmış, dört metre genişliğindeki sokağın karşı tarafındaki berber dükkanlarına girmeden sola manevra yapabilmeye uğraşıyor, öteki eliyle de ağzına peynirli pide tıkıyordu  Toz, çamur, benzin, makine yağı tabakaların altında elbisesinin ve yüzünün rengi pek belli olmayan şoför yamağı arka tarafta durmuş, iki yana koşarak şoföre:"İleri! ![]()   Geri!![]()   Yana!![]()  " diye işaretleri veriyor, bir taraftan da soğan ekmek tıkınıyordu  Kamyon, içindeki yirmi iki müşterisiyle beraber sokağa çıkıp biraz ilerledikten sonra durdu  Uzaktan doğru koşup gelen bir çocukla, otomobilde heybesini bacaklarının arasına almış değirmi sakallı birisi fiskos edip konuşmaya başladılar  Ara sıra duyulan "Buğday, veresiye defteri, şinik, sekiz metre kara di mi![]() ![]()  " gibi sözlerden, İzmir'e giden manifaturacının oğluna dükkan idaresi ve köylülerle veresiye muamelesinin şekli hakkında son talimatı verdiği anlaşılıyordu  İkide birde sabırsızlıkla arkasına dönüp bakan şoföre şöyle bir başını çevirip:"Dur azıcık ![]() ![]()   patlamadın a!![]()  " diyor; sonra gözlerini müşterilerde de gezdirerek sözünün yalnız şoföre değil, başka sabırsızlanan varsa onlara da dokunur olduğunu anlatmak istiyordu![]() Bu sırada, sırtındaki eski bir heybe ile çok genç bir köylü otomobile yaklıştı; tereddüt eder gibi bir müddet şoföre baktıktan sonra: "İzmir'e mi?" diye sordu ![]() "Oraya! ![]()  ""Beni de alır mısınız?" "Yer yok! ![]()  "Delikanlı hemen arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı   Fakat şoförün penceresine dayanarak ona birtakım şeyler havale eden esmer, uzun boylu, sırım gibi incelmiş boyunbağlı birisi arkasından bağırdı:"Gel buraya! Hey ![]() ![]()   Delikanlı!![]()  "Köylü döndü   Esmer, uzun boylu bir adam şoföre:"Ne diye yer yokmuş, arkada bir yere sıkışır! ![]()  " dedi![]() Bu adam kamyonun sahibi idi   Şoför yüzünü buruşturarak indi  Delikanlıdan yarım lira peşin aldı  Sonra, arabanın arka kapağını gevşeterek eğri bir şekle koyan ve üzerine çulları seren öteki köylüleri sıkıştırıp, yeni gelene bir yer açtı  Zaten dizleri üzerine çömelerek ancak sığışabilen yolcular hem; "olmaz, buraya nasıl sığar!" diye söyleniyorlar, hem de her setre pantolonlunun emrine itaate alışık bir tavırla birbirlerini iterek yer açıyorlardı  Genç köylü bir kıyıya çömeldi, heybesini altına aldı ve kamyon, hızla bir sarsıldıktan sonra yürüdü![]() Şoförün yanında oturan siyah elbiseli, gümüş çerçeveli gözlük takmış, yaşlıca, sünepe tavırlı bir adam -Beyşehir tarafına dava toplamaya giden bir avukat,- başını arkaya çevirerek! "Uğurlar olsun cümlemize!" diye bağırdı   İçerdekiler hepsi birden aynı sözü tekrarladılar  Konya'dan çıkıp Beyşehir'e giden yolun başlangıcındaki dik yokuşu tırmanmaya başlayınca, herkes yanındaki ile veya çaprazlama ta öbür baştaki biriyle lafa koyuldu, birkaç kişi yalnız cıgara içip dumanını savuruyordu  Birbiri arkasına dizili tahta sıralarda oturmayıp yarım lira eksiğine en arkada yere çömelen ve kamyonun şiddetle sarsılan bu kısmında ikide birde, başlamak üzere olan uykularından fırlatılan köylüler, cıgara da içmeyerek, boş gözlerle bakışıyorlardı![]() Sonradan gelen genç köylü ilk defa otomobile biniyordu   Benzi sapsarıydı  Bunun yarısı alışmadığı bir şeyde hızlı hızlı götürülmenin verdiği heyecan ve korkudan, yarısı da başka bir şeyden geliyordu![]() Konya'ya bir saat ötedeki bir köyden olan bu delikanlı otomobile binmişti, İzmir'e gidecekti   Araba İzmir'e gelince şoför yolcuları selâmetlemeden evvel nedense yol parasının üstünü toplamak âdetindeydi  Bunu genç köylü de biliyordu, fakat yazık ki şoförün bu isteğini yerine getirecek vaziyette değildi  Yanında beş parası bile yoktu![]() Mahsuller para etmeyince, vergiler ödenmez hale gelince, evde tuz, gaz tükenip yerine yenisi konmayınca oğul babasını bir kenara çekmiş: "Baba, ben gidip şehirlerde çalışayım   Bak, köyün yarısı gitti, İzmir'de çok iş varmış  Fabrikalarda adamına göre yarım lire yevmiye bile veriyorlarmış  Kışın burada kalıp yük olacağıma, gidip ekmeğimi ararım, harman zamanında gene gelir, tarlada çalışırım![]() ![]()  ! demişti  İhtiyar babasının aklı ermedi ve fakirlikten söz söyleyemez, fikir ortaya atamaz hale geldiği için peki dedi  Ve on sekiz yaşındaki delikanlı, bundan evvel İzmir'e gidip gelenlerden akıl danışmaya gitti![]() İzmir'e gitmek için evvela Konya'dan otobüse binmek lazımdı   Beyşehir, Karaağaç, Ödemiş üzerinden iki üç günde varılıyordu  Yol parası beş lira idi  İzmir'e varınca hemşerileri bulup ötesini onlardan öğrenmek lazımdı![]() Delikanlı bunun üzerine yol parası tedarikine çıktı   Fakat evindeki eski bir çifteye bir liradan fazla veren bulunmadı  Beş lira gibi mühim bir parayı köyde bir araya getirebilmek, bir hafta uğraştığı halde, mümkün olmadı  Ne yapacağını şaşırmış bir halde iken bakkalın oğluna rastladı  Bu çocuk bir zamanlar babasının yanından kaçıp şoför muavinliği yapmıştı  Kendisine akıl öğretti:"Ülen, sen deli misin? Otomobile de para mı verilirmiş? ![]()  " dedi ve ona, şoföre yarım lirayı peşin verdikten sonra bir daha beş para vermemesini, İzmir'e yaklaştıkları zaman usulca arkadan atlayarak tüymesini ve İzmir'e yayan girmesini söyledi  Yalnız şunu da ilave etti:"Amanın tetik ol, İzmir'e girmeden otomobili durdurup yol parasını toplarlar   Sen daha evvel atlamazsan yandığın gündür  Şoförler seni yatırıp suyunu çıkarana kadar döverler, üstelik de don gömlekten gayri neyin varsa alırlar![]() ![]()  "İşte bu on sekiz yaşındaki köylü delikanlısı, cebinden elli kuruşu peşin verdikten sonra, böylece on parasız otomobile binmiş, İzmir'e ameleliğe gidiyordu ![]() Yolculuğun ikinci günü akşamına doğru genç köylü olduğu yerde rahat oturamamaya başladı   Yola çıkalıdan beri açtı  Köyden beraber aldığı azıcık yufkayı daha biner binmez yemişti  Yanıbaşında kuru ve siyah bir ekmeği ağır ağır geveleyen köylülere yutkunarak bakıyor, sanki başı dönüyormuş gibi gözlerini kapayarak kafasını kamyonun sarsılan tahtalarına dayıyordu  Sonra birdenbire irkiliyor, yerinden azıcık doğrularak öne, şoföre doğru bakıyor, tekrar sıkıştığı yere büzülüyordu  İçinde, otomobil ilerledikçe büyüyen bir korku ona arasıra açlığını unutturuyor, yahut açlıkla karışarak onu sersemletiyordu  İzmir'e yaklaştıklarını yolcuların konuşmalarından anlamıştı  Fakat ne kadar yaklaştılar? Atlayacak, kaçacak zaman geldi mi? Eğer daha çok varsa bu Allah'ın dağlarında gece yarısı nasıl yolu bulacak, buralarda nasıl geceleyecek? Ya candarmaların eline düşerse?![]()   Ya şoför parayı vermeden atlayıp kaçtığını karakola haber verirse?![]()   O zaman candarmaların dayağı mı daha kötü idi, şoförün dayağı mı? Belki otomobildeki müşterilerden bir merhametli çıkar da bunu dövdürmezdi  Fakat bu kadar adamın içinde rezil olmak vardı  Üstelik don gömlekle kalacaktı  Bu kılıkta İzmir'e nasıl girer, hemşerilerini nasıl arardı? Atlamaktan başka çare yoktu![]() ![]() ![]() Fakat atlamayı nasıl becerecekti? Kamyon, arkasından atılmış pamuk gibi bir toz yığını bırakarak koşuyor, dar dönemeçlerde, içindekileri bir yandan bir yana fırlatarak, kıvrıntılar yapıyordu   Birçok defa gördüğü halde hiç içine binmediği bu acayip şey, çıkardığı gürültü ve insanı sersem eden hızıyla, ciğerlere ve beyne dolan sıcak benzin kokusu ile birdenbire korkunç bir kılık alan bu makine ona anlaşılmaz bir ürkeklik veriyordu  Bu ara toz, gürültü ve sürat kargaşalığı içinde dumanlanan kafasından, bozuk bir rüya şeridi gibi, köyü, kendisine anlatılan İzmir'in hayalinde yarattığı vuzuhsuz şekilleri, şoförün benzin kokulu, Beyşehir'den inen siyah ceketinden fırlayan sıska ensesi geçiyordu![]() Arasıra otomobil herhangi bir sebeple yavaşlar gibi olunca delikanlı yüzünde zaptemediği bir dehşet ifadesiyle yerinden fırlıyor, "acaba duracak mı? Para toplamaya mı başlayacak?" diyor; araba tekrar hızlanınca derin bir nefes alarak yerine çekiliyor ve atlamak için katî kararını veriyordu   Fakat nasıl atlayacak? Bu kamyon, bu gitgide gözünde büyüyen, bütün hislerine, alışamadığı ve ezici tesirler yapan korku makinesi kendisini bir kıskaç gibi yakalamıştı  Buradan kurtulmasına imkan olmadığını sanıyordu  Gözleri alev alev olmuş, dört tarafına bakınıyor, etrafındaki köylülerin, ön sıralarında oturan efendilerin hep kendisine baktıklarını, biraz kımıldasa yakasına yapışacaklarını zannediyordu  Alnından yanaklarına doğru terler akıyor ve şakaklarındaki ayva tüylerini ıslatıyordu![]() Otomobil birdenbire yavaşladı   Yolun sol tarafı sarp bir kesme idi ve sağ tarafta, iki minare boyunda bir yar, esner gibi ağzını açmıştı  Yol birdenbire darlaşıyordu  Motorun hafifleyen gürültüsü arasında aşağıdan doğru gelen bir su şırıltısı duyuluyordu  Henüz taş bile döşenmemiş olan şosenin bu kısmında çökme ve kayma tehlikesi bulunduğu için yolcular burada yayan yürür ve otomobiller yavaş yavaş ilerlerdi  Bunun için otomobili tamamen durdurmadan şoför başını arkaya doğru çevirdi ve:"Haydi beyler!" dedi   Birdenbire arka tarafta bir hareket oldu: Delikanlı, gözleri dönmüş, korkudan titreyerek, kendini dışarıya, yolun üstüne fırlattı   Fakat daha durmamış olan otomobilden bu tersine atlayış ona muvazenesini kaybettirdi; olduğu yerde birkaç kere döndükten sonra aşağı boşa gitti ve eliyle çalılara tutunmaya çabalayarak, kafası sivri taşlara çarpa çarpa ve arkasından acı bir hışırtı ile akan topraklar ve ufak taşlarla birlikte, yardan aşağıya, şimdi şırıltısı daha çok duyulan dereye doğru yuvarlandı![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#38 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKAR TANESİ 
Bir varmış,bir yokmuş ![]() ![]()   Eski çağlarda, kuzey ülkelerinden birinde, ormanlar içindeki küçük bir köyde, Daniel adında bir çiftçi ve Anna adındaki karısı yaşıyorlarmış   Artık genç sayılmayacak yaşa gelmiş oldukları halde, Daniel ve Anna'nın çocukları yokmuş  Halleri vakitleri yerinde olduğundan, çocuksuz olmak, karı kocayı çok üzmekteymiş  Ama her ikisi de iyi kalpli insanlar oldukları için, yalnızlıklarını gidermek için türlü yollara sapar, huysuz ihtiyarlar gibi yaşamazlarmış  Daniel ve Anna, köyün bütün çocuklarına sevgi gösterir, her fırsatta komşu çocuklar için pastalar yapar, onları evlerinde misafir eder ve ağırlarlarmış   Ayrıca evlerinde altı tane kedi, dört tane de köpekleri varmış  Yalnız ev hayvanlarına değil, ormanda yaşayan yaratıklara da iyi davranırlarmış  Bütün bunlara rağmen, yaşlı karı koca, bir çocukları olsa daha da mutlu olacaklarını düşünmekten kendilerini alamazlar mış  Bir kış günü, Daniel ve Anna'nın yaşadıkları köyü karlar kaplamış  O kadar kar yağmış ki,evlerin kapıları dışarda biriken kar yüzünden açılamaz olmuş  Çiftçiler bütün kış hazırlıklarını yazdan yapmış oldukları için evlerine çekilmiş, burunlarını bile dışarı çıkarmıyor, gürül gürül yanan ocaklarının karşısın da oturup pencerelerinden dışarı bakıyorlarmış  Çiftçi çocukları ise, kar yağmaya başlayınca sabırsızlan mışlar Bir önceki senenin kışında kar ve buzla kaplı oyun yerlerinde oynadıkları oyunları hatırlıyor ve dışarı çıkmak istiyorlarmış  Nihayet ertesi günü kar dinince artık çocukları evde tutmak mümkün olmamış   Her tarafı diz boyu karla kaplı olan bahçeler, sabahın erken saatlerinde irili ufaklı çocuklarla dolmuş  Kimisi kar topu oynamaya, kimisi kayak kaydırmaya, kimisi de kardan adam yapmaya başlamış  Daniel ve Anna pencerelerinden çocukları seyrederken kendileri de dışarı çıkıp karlar arasında oynamak hevesine kapılmışlar   Üstlerine kalın elbiseler giyip bahçeye çıkmışlar  Yumuşak, temiz bir halı gibi ayakları altında ezilen karın içinde gezmek bile başlı başına bir eğlen ceymiş   Karı koca, arkalarından köpekleri koşturarak bahçede kovalamaca oynamışlar  Bir müddet sonra yorulmaya başlayınca daha az hareketli bir oyun oynamaya karar vermişler   Komşu bahçede çocukların yaptığı kocaman bir kardan adama gözleri ilişen Anna, ellerini çırparak bağırmış: --Daniel buldum ![]() ![]()   Değişiklik olsun diye biz de kardan bir kadın yapalım  Daniel başını sallayarak itiraz etmiş: --Hayır ![]() ![]()   Kardan bir çocuk yapalım  Anna bu fikri çok beğenmiş   Hemen küçük bir kartopunu yerde yuvarlayarak büyütmüş ve bir kenara ayırmışlar  Bir yuvarlak kartopuna küçük kol ve bacaklar uydurmak için karları avuçlayıp şekil vermişler  Sonra daha küçük bir kartopundan da baş yapıp gövdenin üstüne oturtmuşlar  Usul usul kar parçasını yontarak kardan güzel bir çocuk yapmışlar  Çocuğun gözleri yerine iki yuvarlak kömür parçası, burnu yerine koni şeklinde bir küçük havuç, saçı yerine de bir tutam siyah at kılı yapıştırmışlar  O zaman kardan çocuk daha da güzelleşmiş  İşin sonlarına doğru üşümeye başladığı için artık içeri girmeyi düşünen Anna,birden elinin üstünde ılık bir nefesin sıcaklığını hissetmiş   Hemen başını çevirip bakmış  Bir de ne görsün?![]()   Küçük kardan çocuğun gözleri beyaz karların arasında pırıl pırıl parlayıp dönmüyor mu? Anna heyecanla kocasına seslenmiş: --Daniel ![]()   Hayal mi görüyorum? Bu kardan bebeğin gözleri oynuyor gibi geldi bana![]()   Ama Anna hayal görmüyormuş, gerçekten de kardan çocuk canlanmış   Daniel kollarını kardan çocuğun boynuna dolayıp onu sevmek isteyince, parmaklarının değdiği yerlerden, inceli kalınlı, sıva gibi kar parçacıkları dökülmüş  Bu döküntüler, tıpkı bir yumurtanın kabuğuna benziyormuş  Kabukların için den küçük, çok güzel bir kardan bebek çıkmış  Bebek gülüyor, sesler çıkarıyor ve kıpırdanıyormuş  Anna hemen atılıp bebeği etekliğine sarmış: --Çabuk içeri gidelim Daniel, diye bağırmış   Tanrı dileğimizi kabul etti ve bize bir çocuk verdi  Ama onu hiç kimseye göstermeyelim  Köy halkı kardan yaptığımız bir bebeğin canlandığını duymasın![]()   Heyecanla hemen evlerine kapanmışlar   Kardan kızlarının adını "kar tanesi" koymuşlar  Bu isim ona çok da yakışıyormuş, çünkü bütün vücudu kar kadar beyaz olan bebeğin yalnız saçları ve gözleri siyahmış  Kar tanesi o kadar çabuk büyüyormuş ki bir hafta içinde on üç yaşlarında bir kız kadar gelişmiş, büyümüş  Anna komşu kadınlara kar tanesini yeğenleri olarak tanıtmış  Kar tanesi gün geçtikçe büyüyor, güzelleşiyor ve bütün köylüler tarafından çok seviliyormuş  Her gün köyün çocukları kar tanesiyle oynamak için evlerine geliyormuş  Bahar ayları yaklaştıkça, çocuklar başka oyunlar oynamaya başlamış   Ama kar tanesi kışın olduğu kadar neşeli görünmüyormuş  Durumu farkeden Anna ve Daniel telaşlanmaya başlamışlar, çünkü kar tanesi artık her zamanki gibi yemek de yemiyormuş  Anne ve baba çocuğa sordukları halde bir cevap alamamışlar  Kar tanesi bahar boyunca gölgeli ve serin yerlerde tek başına dolaşmış ve her gün biraz daha solmuş  Yaz ayları gelip çattığında ise kar tanesi evden dışarı çıkmak istemiyor, davetleri reddediyormuş  O ülkede her sene yaz ortası büyük bir bayram yapılırmış   Yaz bayramı günü gelince, Daniel ve Anna, yanlarına kar tanesini alarak bayram yerine gitmişler  Ormanın orta yerinde, ağaçlık ve çimenlik bir alana yerleşmişler  Bütün köy halkı ordaymış  Herkes gülüp oynuyor, eğleniyormuş  Yalnız kar tanesi günün güneşli olduğu saatler boyunca hiç bir eğlenceye katılmamış  Serin bir ağaç gölgesinde oturmayı tercih etmiş  Ortalık karardığı zaman, arkadaşları gelip kar tanesini saklandığı yerden almış ve oyuna götürmüşler  Ormanın açıklık bir yerinde kocaman bir ateş yakılmış  Bütün çocuklar ateşin üstünden atlayarak sevinç çığlıkları atmaya başlamışlar  Kar tanesi bu oyunu seyretmekle yetinmiş   Arkadaşlarına katılmayı düşünmüyormuş ama öbür kızlar zorla kar tanesini ateşin yanına götürmüşler  Sıra kar tanesine gelince, arkalarından gelen bir "Ahh" sesi duymuşlar  Dönüp bakınca hiç bir şey görememişler  Kar tanesinin aralarında olmadığını görünce onun ailesinin yanına gittiğini sanmışlar  Oysa bu sırada Daniel ve Anna da kar tanesini arıyorlarmış  Bütün bir gece herkes kar tanesini aramış ama bulamamışlar  Üzüntü içinde evlerinin yolunu tutmuşlar  Bir gece, kar tanesinin kayboluşundan bir ay kadar sonra, Anna'nın uykusu kaçmış   O sırada korkunç bir fırtına başlamış  Rüzgar çatıları sarsıyor, pencereleri çarpıyormuş  Hava birden bire soğumuş Karı koca oturup fırtınanın dinmesini beklerken, pencereden bir tıkırıtı duyulmuş  Ne olduğunu anlamaya çalışan Anna ve Daniel, kar tanesini pencereden kendilerine bakarken görmüşler  Hemen koşup kızlarını içeri almak istemişler, ama kız gülerek karşı koymuş  Onlara demiş ki: --Ev çok sıcak   Sizin çok sevdiğiniz yaz aylarından ben hoşlanmıyorum  Ben kardan yapılmış olduğum için sıcağa dayanamıyorum  Yaz bayramında ateşin üstünden atlarken eriyip yok olmuştum  Benim için ne kadar üzüldüğünüzü gördüğüm halde, gelip sizinle birlikte yaşayamadım  Bu günkü fırtına benim amcamdır  Ondan rica ettim, havayı biraz soğuttu  Ben de sizi görmeye geldim  Yaz aylarında sizinle birlikte oturmama imkan yok  Ama kış gelip de ilk kar düşünce, kardan bir çocuk yaparsınız, yine sizin yanınıza gelirim  Bu sözleri gözleri yaş dolu olarak dinleyen Anna, kış gelene kadar beklemeye razı olmuş   Ama Daniel'in aklına daha iyi bir fikir gelmiş  --Senin bütün korkun sıcak havalardan ve güneş ışığından değil mi kar tanesi? diye sormuş   Kız evet demek ister gibi başını sallamış  O zaman Daniel şunları söylemiş  --Öyleyse yarından tezi yok, evimizi ve tarlalarımızı satıp, daha kuzeyde, daha soğuk bir yere taşınıyoruz   Kışın yılda on ay sürdüğü o kuzey ülkelerinde, yaz aylarında bile kar vardır  Orada bizimle beraber yaşarsın değil mi? Bu fikir kar tanesinin çok hoşuna gitmiş   Sevinçle ellerini çırpmış  Aradan bir ay geçtikten sonra, Daniel ve Anna, kuzeyde, soğuk bir yere, halkı balıkçılık ve avcılıkla geçinen bir köye taşınmışlar   Aynı gün, kar tanesi onların yanına gelmiş  Hep birlikte yaşamış ve ömürlerinin sonuna kadar mutlu olmuşlar  Bu masaldan alınacak ders: Eğer insanlar çok güçlü bir sevgi bağıyla birbirlerine kenetlenmişlerse; birlikte olabilmek ve mutlu yaşayabilmek için önlerine çıkan her engeli kolayca geçerler ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#39 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKATI YÜREKLİ ZENGİN 
Ayna ayna, güzel ayna Ayna ayna, şeker ayna Ayna ayna, cici ayna; kim neler yaşamış anlat bana Ve sevgili aynacık gece mavisinde başlamış anlatmaya Güzel bir ilkbahar sabahında, henüz kimsecikler yatağında doğrulmamışken, kuşlar o dal senin bu dal benim uçuşmaya başlamışlar bile   Yeni yeşermiş ağaçlar rengarenk çiçekleriyle yeryüzüne yeni bir hayat sunuyorlarmış  Önce gök aydınlanmış, sonra güneş hafifçe başını çıkarmış saklandığı yerden  Güller, karanfiller, zambaklar, papatyalar, küstümçiçekleri, menekşeler, sünbüller birbiriyle yarışır gibi açıyorlarmış![]() İşte böylesine güzel bir bahar sabahında, insanlar uyanmak için hiç de zorlanmazlarmış   Gözlerini açar-açmaz çiçeklerin süslediği bahçelerine koşarlar, o mis kokulu havayı ciğerlerine doldururlarmış  Günleri sevinç ve neşe içinde geçermiş![]() İlkbaharın, tüm güzelliğini hediye ettiği bu memlekette herkes güleryüzlü, merhametli, konuksever ve iyi kalpliymiş   Bir karıncayı bile incitmekten korkarlarmış  Kazandıklarının bir kısmını fakir olanlara hediye ederler, onların sıkıntılarını azaltmaya çalışırlarmış  Fakat bu memlekette kese kese altınları, elmasları, gümüşleri, sandık sandık incileri olan bir adam yaşarmış ki; bir kez olsun güldüğünü gören olmamış   Kapısını kim çalsa en ağır sözlerle onu evinden kovarmış  Hiçkimseden hoşlanmadığı için hiçkimse de ondan hoşlanmazmış  Birgün elbiseleri yıpranmış, açlıktan benzi solmuş bir adam bu katı yüreklinin evine varmış, kapısını çalmış   Kapıyı açan hizmetçi, karşısında bir dilenci görünce onu uyarmak istemiş ve demiş ki; - Bu evin sahibi çok katı yüreklidir   Sana hiçbir şey vermez  Ondan ağır bir söz işitmeden gitsen iyi olur  Yoksa kalbini kırar![]() Hizmetçi dilenciye bu sözleri söylerken evin sahibi çıkagelmiş   Gür sesiyle evi inleterek;- Kimdir beni rahatsız etmekten çekinmeyen, diye sormuş ![]() Dilenci elini uzatarak; - Efendim, ben çok açım   Bir parça ekmek vererek iyilikte bulunmak istemez misiniz, demiş![]() Adam öfkeden ne yapacağını şaşırarak dilenciye haykırmış: - Sor bakalım, bu memlekette benim evimden bir dilenciye, bir lokma ekmek çıkmış mı? Var git yoluna   Ekmeğini başka kapılarda ara  Ne diye sana yardım edeyim!Bu sözleri işiten zavallı dilencinin kalbi kırılmış   Usulca elini çekmiş, tek kelime etmeden dönmüş gitmiş  Fakat adamın o halini merak etmemek mümkün mü? Dilenci de merak etmiş tabiî  Kendi kendine konuşmuş durmuş:- Ben fakirim, hiç gülmesem “niye gülmüyorsun” diye soran olmaz   Peki bu adamın derdi ne? Aç değil, açıkta değil  Memleketi satın alacak kadar parası var  Ama güldüğü hiç görülmemiş  Yazık, ne kadar yazık  Bu hayattan zevk almasını öğrenememiş  İnsanlardan köşe-bucak kaçıyor  Bereket mi kalır o evde!Bu olayın üzerinden yıllar geçmiş   Belki on yıl, belki on-beş Ölen ölmüş, kalan kalmış  Kimi zaman zor günler yaşanmış, kimi zaman sevinç sarmış her yanı  Zengin adamın başına bir felaket gelmiş  O servet sanki toz olmuş uçmuş  Daha ne olup bittiğini anlamadan, adam kendisini sokakta buluvermiş  Kapı kapı dolaşıp bir parça ekmek için el açmaya başlamış  Birgün şehrin sokaklarında böyle dolaşırken, ihtişamlı bir evin karşısında durmuş   Ve ona bakmaya başlamış  Eski günleri, o çok zengin olduğu günleri hatırından geçirir gibi uzun uzun bakmış eve  Sonra da gidip kapısını çalmış  Kapıyı açan hizmetçi karşısında bir dilenci görünce konuşmadan içeri girmiş  Kısa bir süre sonra geri döndüğünde elinde bir sepet yiyecek varmış  Sepeti dilenciye uzatırken hayretle bağırmış: - Olamaz! Siz, siz böyle ne hallere düştünüz ![]() Hizmetçinin sesine gelen evin sahibi, merakla sormuş: - Ne var, ne oluyor? Hizmetçi, eskiden yanında çalıştığı beyin şimdi bir dilenci olduğunu, buna çok üzüldüğünü söylemiş   Ev sahibi ise dilenciyi tanıyınca bu duruma pek şaşırmamış:- Ben, bir zamanlar onun kapısını çalan yoksuldum   Fakat o, beni evinden kovdu ve benim kalbimi kırdı  Öyle zengindi ki, gözü hiçkimseyi görmezdi  Demek ki, ondan alınan bana verilmiş  Üzülme, onu içeri al  İstediği kadar yesin içsin  Dilenci içeri alınmış, krallara layık bir şekilde ağırlanmış   Adam yaptığı hatayı anlayarak;- Hakkınızı helâl edin efendim, demiş   Şükürler olsun ki, henüz yaşıyorken sizinle karşılaştım  Yoksa bu hakkı nasıl ödeyebilirdim  Bu iki insan uzun seneler beraber, o evde yaşamışlar   Ve adam gülmeyi; insanlara yardım etmenin ne kadar zevkli olduğunu, insana ne kadar güzel bir huzur verdiğini öğrenmiş![]() Naz Ferniba  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#40 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKARDA KAYBOLAN KENT 
O sabah, Marcovaldo'yu sessizlik uyandırdı   Havada tuhaf bir şey olduğu duygusuyla yataktan kalktı  Saatin kaç olduğunu anlayamıyordu, panjurların çubukları arasındaki ışık, günün, gecenin bütün saatlerindeki ışıktan başkaydı  Pencereyi açtı, kent yok olmuştu, yerini beyaz bir kağıt almıştı  Bakışını yoğunlaştırınca, beyazın ortasında neredeyse silinmiş kimi çizgiler seçti, çevredeki pencereler, damlar, sokak lambaları gibi olağan görünüşün çizgilerinin karşılıklarıydı, ama gece üzerlerine yağan karın altında kaybolmuşlardı![]() "Kar!" diye bağırdı Marcovaldo karısına, daha doğrusu bağırmak istedi, ama sesi yavaş çıktı   Tıpkı çizgilerin, renklerin, perspektiflerin üzerine olduğu gibi gürültülerin, daha doğrusu gürültü yapma olanağının üzerine de kar yağmıştı; pamuk döşeli bir ortamda, sesler titreşemiyorlardı![]() İşine yaya gitti; kar nedeniyle tramvay çalışmıyordu   Sokakta geçecek yol açarken, daha önce hiç duyumsamadığı gibi özgür buluyordu kendini  Kent sokaklarında kaldırımla taşıt yolu arasındaki yükseklik farkı yok olmuştu, taşıtlar yoldan geçemiyorlardı; Marcovaldo her adımda bacaklarının yarısına kadar kara batsa da, çoraplarının içine kar suyu sızsa da, yolun ortasından yürümek, çimenlere basmak, trafik çizgilerinin dışından karşıya geçmek, zikzak yaparak gitmek özgürlüğüne kavuşmuştu  Sokaklar, caddeler, dağların kayaları arasındaki bitmek bilmeyen ıssız boğazlar gibi uzanıyorlardı  Kim bilir bu örtünün altında gizlenen kent yine aynı kent miydi, yoksa gece bir başka kentle mi yer değiştirilmişti? Kim bilir şu beyaz yükseltilerin altında yine benzin pompaları, gazeteci kulübeleri, tramvay durakları mı vardı, yoksa yalnızca çuval çuval kar mı? Marcovaldo yürürken değişik bir kentte kaybolduğunu düşlüyordu; oysa adımları onu yine her günkü iş yerine, her zamanki ambara götürüyorlardı; eşikten içeri adım atar atmaz, dış dünyayı yok etmiş olan değişiklik, yalnızca çalıştığı firmayı esirgemiş gibi kendini yine aynı duvarların arasında bulunca şaşırdı![]() Boyundan daha uzun bir kürek bekliyordu kendini   Ambar şefi Sinyor Viligelmo küreği uzatıp "kapının önündeki kaldırımı temizlemek bize düşüyor," dedi, "yani sana"  Marcovaldo küreği koltuğunun altına alıp çıkmak için geri döndü![]() Kar küremek çocuk oyuncağı değildi, hele midesi boş birisi için, ama Marcovaldo karı bir dost, yaşamının içine hapis edildiği kafesin duvarlarını yok eden bir etken sayıyordu   Büyük bir hevesle çalışmaya koyuldu, kaldırımdan sokağın ortasına kürek dolusu kar atmaya başladı![]() Boşta gezen Sigismondo da kara gönül borcu duyuyordu; çünkü o sabah kar temizleyicisi olarak Belediyeye kaydını yaptırdığından, sonunda bir kaç günlüğüne de olsa işe kavuşmuştu   Ama bu duygu onu Marcovaldo gibi belirsiz hevesler yerine, şu kadar metrekare yeri temizleyebilmek için ne kadar metreküp kar kaldırması gerektiği gibi kesin hesaplara götürüyordu; kısaca ekip şefinin gözüne girmeyi ve -gönlünde yatan aslan buydu- işinde ilerlemeyi amaçlıyordu![]() Sigismondo geriye dönünce ne görsün? Yolun daha yeni temizlediği bölümü, ötede, kaldırımdaki soluk soluğa bir adamın rastgele boşalttığı küreklerle yeniden karla örtülmeye başlamıştı   Tepesi attı  Kar dolu küreğini adamın göğsüne yönelterek ona doğru koştu![]() "Bana baksana! Sen mi atıyorsun bu karı?" "Ne? Neyi?" dedi, irkilen Marcovaldo; sonra kabullendi: "Belki, evet  ""Öyleyse hemen küreğinle temizle, yoksa hepsini yediririm sana  " "Ama kaldırımı temizliyorum ben  ""Ben de sokağı  ""Nereye atayım peki?" "Belediyede misin sen de? "Yo   Sbav firmasındayım "Sigismondo ona, karı kenara yığmayı öğretti, Marcovaldo'da onun bölgesini temizledi   Hoşnut, kürekleri kara saplı, yaptıkları işi seyre koyuldular![]() "Yarım sigaran var mı?" diye sordu Sigismondo ![]() İkisi de birer yarım sigara yakarken, bir kar temizleme aracı, yanlarına düşen iki büyük beyaz dalga kaldırarak sokaktan geçti   O sabah her gürültü yumuşacıktı; ikisi de bakışlarını kaldırdıklarında, temizledikleri yerler yeniden karla örtülmüştü  "Ne oldu? Kar mı başladı?" Gözlerini gökyüzüne kaldırdılar  Makine süpürgelerini döndürerek köşeden dönmüştü bile![]() Marcovaldo karı tıkız bir duvar gibi yığmayı öğrendi   Böyle küçük duvarlar oluşturmayı sürdürürse sadece kendisi için sokaklar yapabilecek, nereye gittiğini sadece kendisi bilecek, başka herkes bu sokaklarda yolunu şaşıracaktı  Kenti yeni baştan düzenleyecek, kimsenin gerçek evlerden ayırt edemeyeceği, evler gibi yüksek tepeler dikecekti  Belki de artık bütün evlerin dışı da içi de kara dönüşecekti; anıtlarıyla, çan kuleleriyle, ağaçlarıyla kardan bir kent, kürek vuruşlarıyla yıkıp bir başka biçimde yeniden yapılabilen bir kent![]() Kaldırımın kenarında bir yerde büyükçe bir kar birikintisi vardı   Marcovaldo onu da duvarlarıyla aynı yüksekliğe getirmek için düzeltmeye başlamıştı ki, bir otomobil olduğunu anladı; yönetim kurulu başkanı Kommendatore Alboino'nun arabasıydı, her tarafı karla kaplıydı, Bir otomobille bir kar yığını arasındaki ayrımın bu kadar az olduğunu görünce, Marcovaldo kürekle bir otomobil biçimlendirmeye koyuldu  Sonuç başarılı oldu; doğrusu ikisinden hangisinin gerçek olduğu anlaşılmıyordu  Son düzeltmeleri yaparken Marcovaldo küreğe takılan döküntülerden yararlandı; paslı bir teneke kutu bir farın biçimlendirilmesini sağladı; bir musluk parçası da kapının kolu oldu![]() Sıra sıra kapıcılar, odacılar, postalar selam durdular, başkan Kommendatore Alboino büyük kapıdan çıktı   Miyoptu, aceleciydi, kararlı bir biçimde süratle otomobiline doğru yürüdü, sarkan musluğu kavradı,çekti, başını eğdi ve boynuna kadar kara saplandı![]() Marcovaldo çoktan köşeden kıvrılmıştı, avluyu kürüyordu ![]() Avluda ki çocuklar kardan adam yapmışlardı ![]() "Burnu eksik!" dedi içlerinden biri ![]() "Ne koyalım oraya? Havuç!" Hepsi kendi mutfağına, sebzelerin arasında havuç aramaya koştu ![]() Marcovaldo kardan adamı seyre dalmıştı   "Karın altında, neyin kar neyin karla kaplı olduğu ayırt edilemiyor; bir insan uymuyor buna, çünkü benim şu karşıdaki değil, ben olduğum biliniyor "Düşüncelere daldığı için damdan iki kişinin bağırdığını duymadı: "Hey, kardeş, çekilsene biraz oradan!" Dam temizleyicileriydi   Birden, üç kental kar başından aşağıya indi![]() Çocuklar ele geçirdikleri havuçlarla döndüler   "A, bir kardan adam daha yapmışlar!" Avlunun ortasında, yan yana, birbirinin aynı iki kardan adam vardı![]() "İkisine de burun takalım!" deyip, iki kardan adamın kafalarına birer havuç batırdılar ![]() Diriden çok ölü gibi olan Marcovaldo, içine gömülüp buz kestiği kılıfı yaran bir yiyeceğin geldiğini duyumsadı   Hemen ağzına attı![]() "Anne havuç yok oldu!" Çocuklar çok korkmuşlardı ![]() En yüreklileri umudunu yitirmedi   Yedek bir burnu vardı, bir biberdi; biberi kardan adama taktı  Kardan adam biberi de yuttu![]() Bunun üzerine kardan adama burun olarak bir mangal kömürü takmayı denediler   Marcovaldo olanca gücüyle kömürü tükürdü  "İmdat! Canlı! Canlı!" Çocuklar kaçıştılar![]() Avlunun bir köşesinde bir ısı bulutunun yükseldiği bir parmaklık vardı   Marcovaldo, ağır kardan adam adımlarıyla oraya gidip durdu  Kar sırtından aşağı eridi, oluk oluk giysilerinden aktı; soğuktan şişmiş, buz kesmiş bir Marcovaldo çıktı ortaya![]() Küreği aldı ısınmak için avluda çalışmaya koyuldu   Bir hapşırık burnunun ucuna gelmiş, orada duruyor, dışarı çıkmaya karar veremiyordu  Marcovaldo gözleri yarı kapalı yürüyordu, hapşırık hep burnunun ucuna tünemiş duruyordu  Birden sanki homurdanır gibi "Haaaap![]() ![]()  " yaptı, "![]() ![]()  şu" ise bir mayın patlamasından daha güçlü oldu  Havanın yer değiştirmesi nedeniyle Marcovaldo duvara çarptı![]() Hapşırma havanın yer değiştirmesinin ötesinde, gerçek bir hortum oluşturmuştu   Avludaki bütün kar havalandı, bir kasırgada olduğu gibi savruldu, yukarıya çekilip gökyüzünde billurlaştı![]() Baygın Marcovaldo gözlerini açtığında, avlunun her yeri temizlenmişti, bir tek kar tanesi bile kalmamıştı   Marcovaldo'nun gözleri önünde, gri duvarları, ambarın sandıkları, sıkıcı, itici bütün günlerin nesneleri ile, her zamanki avlu belirdi![]() Yazan: Italo Calvino Türkçesi: Rekin Teksoy Can yayınları,1991  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#41 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKAYBOLAN HAZİNELER 
Sevgili aynacık gecelerden bir gece o güzel masallarından birisini seçerek padişah kızının yanına gelmiş: Ey padişah kızı, bu gece sana uzun bir masal anlatacağım   İyi dinle  Gözlerini hemencecik uykuya teslim etme  Uzun zaman önce; belki bin yıl, belki iki-bin yıl önce bir padişah varmış   Bu padişah çok uzak memleketlerin birisinde yaşıyormuş  Bu ülke öyle uzakmış ki, oraya varmak için yüz tane dağ, elli tane ova, beş-yüz tane de ırmak geçmek gerekiyormuş  İşte ben sana bu ülkede geçen bir olayı anlatacağım bu gece  Birgün ülkenin padişahı veziri ile beraber şehri dolaşmaya çıkmış   Herkes kendi işiyle ilgileniyor, bir koşturmacadır devam ediyormuş  Her sabah olduğu gibi bu sabah da dükkanlar bir bir açılmış  Padişah, halkının böylesine çalışkan olmasından büyük bir memnunluk duyuyormuş  Yürürken karşılarına bir demirci dükkanı çıkmış   Demirci, ikidebir örsün başına geliyor ve ağlıyormuş  Öyle bir ağlıyormuş ki, görenin merak etmemesi mümkün değilmiş  Bütün gün bunu yaptığı için hiç müşterisi kalmamış zavallı adamın  Çünkü ağlamaktan iş yapamıyormuş  Tabiî ki durumu gören padişah da meraklanmış  - Çok garip, demiş içinden   Ne ola ki bu adamın derdi? Bilebilsek de bir yardımımız dokunsa  Hemen vezirine emir vermiş: - Tez öğrenin bu adamın derdini, bana haber verin   Yürümeye devam etmişler   O sokak senin, bu sokak benim dolaşıyorlarmış  Padişah halkının durumunu merak ettiği için her şeyi inceliyormuş  Karşılarına bir bahçe çıkmış   Bahçede çeşit çeşit ağaç varmış  Birden gördükleri şeye inanamamışlar  Bahçıvan kocaman bir elma ağacının yanında bekliyor, birden ağacın başında bir şey görmüş gibi sevinçle ağaca tırmanmaya başlıyor, fakat ağlaya ağlaya geri iniyormuş  Padişah hiçbir anlam verememiş adamın bu davranışına: - Acep bu bahçıvanın derdi ne ki? Vezirine dönmüş ve; - Bu adam neden böyle yapmaktadır öğrenesin, demiş   Padişah vezirle beraber yine yoluna devam etmiş   Hava öyle güzelmiş ki, yürüdükçe yürümek istiyorlarmış  Her taraf yemyeşilmiş  Rengarenk çiçeklerin kokusu insanı sevince boğuyormuş  Neşeyle biraz daha yürümüşler  Bu sefer de karşılarına bir dilenci çıkmış  Bu dilencinin gözleri görmüyormuş  Fakat garip olan, yoldan gelip-geçen insanlar bu dilencinin ensesine bir tokat indirip avucuna para bırakıyorlarmış  Dilenci her tokat yiyişinde; - Sağolun, eksik olmayın; diyormuş   Padişah hayretler içinde kalmış   “Acaba bu insanlar delirmiş de benim mi haberim yok”, diye kendi kendine sorar olmuş  Bir yandan da kızıyormuş: - Şu devletin padişahıyım   Bu insanların bir derdi olmalı ki böyle garip davranıyorlar  Ve ben bütün bunlardan habersizim  Kimbilir daha kaç kişi böyle acı çekiyor  Vezirine; - Bu dilencinin de derdini dinleyin, demiş   Hepsinin başına ne geldiğini tez öğrenmek isterim  Padişah ile vezir saraya dönmüşler   Fakat padişah huzursuz, bütün gördüklerinden şaşkına dönmüş  Vezir hemen ertesi gün bu üç adamı saraya çağırtmış   Demirci, bahçıvan ve dilenci biraz korkmuşlar  Fakat emir padişahtan, gitmek zorundaymışlar  Endişeli endişeli sarayın yolunu tutmuşlar  Önce demirci başlamış başından geçenleri anlatmaya: - Birgün dükkanımın önünden tavuk satan bir adam geçiyordu   Onu hemen durdurup iki tane tavuk satın aldım  Çırağımla bu tavukları eve gönderdim  Çırağa, “Hemen ikisini de pişirsinler  Birini kendileri yesin, diğerini de bana göndersinler  İşim çok  Bütün gece çalışabilirim ” dedim  Akşam vakti çırak tavuğu getirdi bana  Öyle acıkmışım ki, ocağın başına soframı kurdum  Oturdum bir güzel tavuğu yemeye başladım  O sırada örsün yanında bir kedi ortaya çıktı  Nereden geldiğini görmemiştim  Yediğim tavuktan istediği açıktı  Miyavlayıp duruyordu  Fakat ne kadar yalvardıysa tek bir lokma dahi vermedim kediye  Tavuğun bir budu bir de kanadı kalmıştı geriye  Tam kanadı yiyecekken kedi konuşmaya başladı: “Bana o kanadı verirsen, karşılığında sana yüz tane altın veririm ” Kedinin konuşması beni şaşırtmıştı, ama onu dinlemedim  Kanadı da afiyetle yedim  Tavuğun budunu elime almıştım ki, kedi yine konuşmaya başladı: “Budu yeme  Bana ver  Buna karşılık sana bir hazine veririm ” Ben kediyi kovaladım  Ve budu da bir güzel yedim  Budu tam bitirmiştim ki kedinin birden ortadan kaybolduğunu farkettim  Nereye gitmişti anlamadım  Fakat kedinin bulunduğu yerde bir parıltı vardı  Yaklaştım, bir de ne göreyim  Bir delik ve bu delikten bir hazine görünüyor  Elimi uzattım  Ama elimi her uzatışımda hazine kayboldu  Çıldıracaktım  Uzaklaşıyordum, hazine ortaya çıkıyordu  Yaklaşıyordum, kayboluyordu  Bunun için o günden beri örse yaklaşıp yaklaşıp ağlıyorum  Demircinin hikayesini dinledikten sonra sıra bahçıvana gelmiş   O da başına gelenleri şöyle anlatmış: - Bir sabah meyveleri toplamak için bahçeye girdim   Elma ağacının başına çıkmış bir bir meyveleri topluyordum  Bu sırada tam karşımda duran çok güzel bir kuş gözüme çarptı  Daha önce böylesine güzel bir kuşu hiç görmemiştim  Kuşu yakalamak için elimi uzattım, fakat o daha hızlı davrandı ve beni yakaladığı gibi havalandı  Bir süre uçtuktan sonra kocaman bir gül bahçesine indik  Daha önce bu kadar güzel bir gül bahçesi de görmemiştim  Güller öyle güzel açmıştı ki, o renkte güllerin varlığını bile bilmiyordum  Akılım başımdan uçtu gitti  Bahçede deli-divane gezinirken bir ihtiyar çıktı karşıma  Beraberce bir köşeye oturduk  Benimle konuşmaya başladı: “O kuşu sana ben gönderdim  Seni alıp getirmesini ben istedim ondan  Seni oğlum olarak seçtim ” Bunları söyledikten sonra bahçenin ortasında bulunan muhteşem bir saraya gittik  Sarayda bir hazinesi vardı ve bu hazineyi bana gösterdi  Bu kadar çeşit mücevheri bir arada görmek benim için sadece rüyalarda mümkün olabilirdi  İhtiyar bana; “Yaşlandım, yakında öleceğim  Oğlum olmayı kabul edersen bütün bu gördüklerin senin olacak ” dedi  Teklifi sevinçle kabul ettim tabiî ki  İhtiyar adam bir ara dışarıya çıktı  Ben de onun gidişinden faydalanmak istedim ve bir yüzüğü cebime attım  Adam geri geldiğinde yüzündeki ifade değişmişti  Kuşu çağırdı, “Bu adamı nereden getirdiysen oraya götür  Ben böyle bir evlat istemiyorum ” dedi  Kuş beni yakaladığı gibi elma ağacının başına getirdi  Şimdi aşağıda olduğum zaman kuşu aynı yerde görüyorum  Hemen ağaca tırmanıyorum  Fakat kuş kaybolmuş oluyor  Ağlayarak tekrar iniyorum  Bahçıvanın hikayesi de böyleymiş   Hayretle dinliyorlarmış bu garip adamların başından geçenleri  Sıra dilenciye gelmiş  Onun da hikayesini ilgiyle dinlememek mümkün değilmiş: - Ben sapasağlam bir insandım   Gözlerim görüyordu  Bir işim vardı  Mutluydum  Yetmiş tane atım vardı benim  Onlarla yük taşırdım  İşim iyiydi  Kimseye muhtaç değildim  Fakat açgözlülüğüm yüzünden her şeyimi kaybettim  Birgün bir tüccar atlarımı kiraladı  Bütün yükü güzelce yerleştirdik ve beraber yola çıktık  Konuşa konuşa yolumuza devam ediyorduk  Bir ara adam yükün tamamının altın olduğunu söyleyiverdi  Bir anda aklıma olmadık kötülükler gelmeye başladı  Zengin olabilirdim  İçimdeki ses tüccarı öldürmemi söyleyip duruyordu  Issız bir yerden geçiyorduk  Ben atları durdurdum  Tüccar karşı çıktı: “İşim çok acele, durmadan devam etmeliyiz ” Fakat ben onu dinlemiyordum  “Seni öldüreceğim ve bütün altınlar benim olacak ” diyordum adama  Adam altınların yarısını teklif etti, ama kabul etmedim  İlle de hepsi olacak diye tutturmuştum  Hem adamı bırakırsam beni şikayet etmesinden korkuyordum  Öldürmeliydim  Gözüm hiçbir şey görmüyordu  Bu kadar kötü kalpli olduğumu ben de bilmiyordum  Meğer öyleymiş  Demek ki para, insanı bu kadar değiştirebiliyormuş  Tam elimdeki bıçağı saplayacaktım ki, adam beni durdurdu  “Dur” dedi  “Bende bir sürme var  Göze sürüldüğü zaman toprak altında ne kadar hazine varsa hepsi görülüyor ” Bıçağı çektim  “Sür de görelim”, dedim  Keşke demeseydim  Sürmeyi cebinden çıkardı ve tek gözüme sürdü  Gerçekten de dediği doğruydu  Toprak altındaki hazineleri görebiliyordum  Bu sefer de öteki gözüme sürmesini istedim  “Olmaz” dedi  “Eğer iki gözüne sürersem kör olursun ve bir daha hiçbir şey göremezsin ” İnanmadım  Diğer gözüme de sürme çektirdim  Ve bir anda her taraf karardı  Artık hiçbir şey görmüyordum  Tüccar atlarımı da alarak kaçtı  Yaptıklarımın cezasını enseme tokat attırarak ödemeye çalışıyorum  Akılsızlığıma yanıyorum  Padişah hikayelerin hepsini dikkatle dinlemiş, adamlara acımış   Hemen onlara hazineden para verdirmiş  Ve sarayda görevlendirmiş onları  İnsanlara başlarından geçen olayları anlatacaklarmış  Anlatacaklarmış ki hiçkimse böyle açgözlü olmasınNaz Ferniba  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#42 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKEDİ 
Ormandaki araba galerisi son günlerde yoğun bir ziyaretçi akınına uğruyordu   Tüm orman hayvanları galerideki arabaları görebilmek için birbirleriyle yarış halindeydiler  Rengarenk, gıcır gıcır, son model arabalar ziyaretçilerin gözlerinin içine bakıyor ve beni alın, beni alın diye haykırıyorlardı sanki![]()  Kim istemezdi ki, son model bir arabası olsun, binsin içine, geçsin direksiyon başına, yürütsün arabayı, baksın keyfine, yaşasın hayatını![]()  Fakat, bu o kadar kolay değildi  Geçinilebilecek gibi varsayılan bir aylık kazanç 100 kredi iken, en ucuzu 3 000 kredi olan bu arabalardan bir tane edinebilmek için, tam iki buçuk yıllık birikim gerekirdi, hiç kredi harcamamacasına…İş bilenin, kılıç kuşananın, kredi kazananındı   Çok kazanan çok harcamalıydı ki, kazandığını fark edebilsin, başkalarına fark ettirebilsin  Genç tüccar Sarman, sağ ve solunda yürüyen iki arkadaşıyla birlikte hışımla galeri kapısından içeri girdi  Girer girmez de zınk diye duruverdi  Sağına, soluna bakındı  Bu ne kalabalıktı böyle?![]()  Şu kalabalığın kaçta kaçı bir araba alabilirdi kendine? Taş çatlasa yarısı desen öteki yarımın ne işi vardı burada? Panayır değildi ki burası, adı üstünde araba galerisi![]()   Giyinirdin, kuşanırdın, koyardın kredileri ceplerine, gelirdin, seçerdin arabanı, sayardın kredileri, biner arabana, basardın gaza, çeker giderdin![]()   Seyirlik değildi ki arabalar, alımlıktı  Gidip sorsunlardı bakalım galerinin sahibine, arkadaş, sen bu arabaları seyredilsin diye mi, yoksa alınsın diye mi getirip koydun buraya?![]()   Bakalım ne diyecekti galerinin sahibi onlara![]() İki candan arkadaş Tilki ile Kurt da methini çok duydukları bu araba galerisine gelmişler, son model arabaları seyrediyorlardı   Amaçları eğlence olsun, şöyle bir gezip gideceklerdi  Bir aralık Tilki, arkadaşına;“ Şu lacivert arabayı alsana kendine   Al koy evinin önüne  Herkes, Kurt ne zenginmiş de haberimiz yokmuş desin  “ deyince, Kurt da; “ Al demesi kolay da o kadar krediyi ben nereden bulayım? Baksana fiyatı 30  000 kredi diye yazıyor Galerinin en pahalı arabası bu lacivert arabaymış  Hem sen bana, şu araba tam sana göre, aman, bu arabayı kaçırma deyip duracağına kendin alsana bir araba ”diye çıkıştı Tilkiye![]() Tilki ile Kurt lacivert arabaya imrenerek bakıp konuşmalarını sürdürürken, Sarman da, iki arkadaşıyla galerideki arabaları gözden geçiriyor, fakat hiçbirini beğenmiyordu   Lacivert arabanın önüne geldiklerinde Sarman, şöyle bir göz ucuyla arabanın üzerindeki etikete baktı  Fiyatı: 30 000 kredi  Daha sonra bakışlarını etiketten ayırarak arabayı incelemeye başladı  Rengi lacivert, modeli alışılmamış, görünüşü kusursuz, lastikler kırmızı…Sarman, bayıldı arabaya bayıldı Kırmızı lastikli araba tam bana göre diye düşündü  Sağında duran arkadaşına; “ Sen hiç şimdiye kadar kırmızı lastikli, lacivert bir arabaya binmiş miydin? “ diye sordu   Arkadaşı: “ Demek bunu alıyorsun ![]()  ” dedi  “ Böyle bir arabaya hiç binmemiştim  Bundan sonra bol bol bineceğiz desene  “ Sarman arkadaşının sözlerine gülümsedikten sonra arabanın yanındaki görevlinin yanına gitti   Görevliden arabanın iç donanımı ve çalışma sistemi ile ilgili bilgileri alan Sarman, gerekli evrakları imzalayıp, alım-satım işlemlerini de tamamladıktan sonra, iki arkadaşıyla birlikte galerinin dış kapısı önüne çıkıp arabasının getirilmesini beklemeye başladı  Az sonra araba arka kapıdan çıkarılıp ön kapı önüne getirildi ve yeni sahibine, yani Sarman’ a teslim edildi  Sarman direksiyona geçtikten iki arkadaşı da arka koltuklara oturduktan sonra, araba öyle bir kalkış kalktı ki, galerinin önünde bu çok pahalı arabayı ve sahibini seyre dalan meraklıların neredeyse kulaklarının zarı patlayacaktı  Efendim, böyle de kalkış olur muydu? Bu gürültü de neyin nesiydi? Ne lüzumu vardı bilmem kaçıncı vitese takıp kalkışın? Bak ne güzel gelmişsin, arabayı almışsın  Bin git işte arabana adam gibi  Seyredenler de bravo desinler, alkış tutsunlar peşinden![]()  Onca gürültünün, ortalığı simsiyah egzoz dumanı ile kirletmenin, güzelim yolları kırmızı lastiklerinle çizdirmenin zararından başka kime ne faydası olacaktı ki? Bu çirkin davranışın açıklamasını, bırak Sarman’ı, çok değişken fikirler üreten, son derece zeki, süper bir beyin yapısına sahip biri bile yapamazdı; kesinlikle açıklaması yoktu  Tilki ile Kurt da oradaydılar   Araba uzaklaştıktan, ortalık tenhalaştıktan sonra, Tilki işi serine vurdu: “ Öyle böyle aldılar arabayı gittiler   Şimdi gönlünden geçeni dilin söylesin  İstemez miydin bu lacivert arabanın sahibinin sen olmasını? Kurulurdun direksiyon başına, hafiften köklerdin gazı, çatlatırdın dostu düşmanı![]()  ” Bunun üzerine Kurt: “ Arabanın benim olmasını isterdim istemesine de, ben hayatta böylesine hızlı gitmezdim   Ağır ağır, göstere göstere sürerdim arabayı  Camı da açardım, püfür püfür esen rüzgar altında  Ooh, gel keyfim gel…” diyerek gevrek gevrek güldü![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#43 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKEDİ, GELİNCİK VE YAVRU TAVŞAN 
Yavru tavşanındı bu saray ![]() Bir sabah bayan gelincik zaptetti onu hemencecik ![]() Vay kurnaz, vay! Ev sahibi evde bulunmadığından kolay oldu bu iş pek kolay ![]() O gün şafakla çıkıp gitmişti tavşan ![]() Kırlar kekik kokuyordu, mis gibi kekik ![]() Bizimki yiyip içip mahzenine döndüğü zaman gelincik pencereye dayamıştı burnunu ![]() Tavşan orda görünce onu: "- Hey, bayan, dedi, çıkınız hemen baba yadigarı evimden ![]() Yoksa haber yollarım bütün farelere ben ![]() Cevap verdi sivri burunlu türedi: "-Toprak onu ilk ele geçirenindir," dedi ![]() Savaşılmaya değerdi doğrusu ya, Tavşanın bile sürünerek girdiği yuva ![]() "-Ne tuhaf iş, dedi gelincik, ne tuhaf iş ![]() Burası bir krallık olsa bile, Tapusunu şuna, buna, hatta bana değil de filanca oğlu falanca tavşana kim vermiş?" Falanca tavşan söz açtı geleneklerden: "- Ben, dedi, ben, kanun kuvvetiyle sahibim bu yere ![]() Burası babadan oğula kalır kanuna göre ![]() Böylelikle filandan kaldı falana falandan da kaldı bana ![]() Sanki 'ele ilk geçirmek' kanunu daha mı iyi?" Gelincik dedi ki: "-Uzatmayalım hikayeyi   Davamızı halletsin, gidip görelim de Samur'u  "Keşiş gibi inzivada yaşayan bir kediydi bu ![]() Yüzü de gülerdi her zaman ![]() Evliya gibi bir şey, yağlı, tüylü, şişman ![]() Karışık işleri halletmekte de uzman ![]() Teklifi kabul etti tavşan ![]() İşte ikisi de kürklü beyin karşısındadır ![]() "-Yaklaşın çocuklarım, yaklaşın, dedi Samur, Artık ihtiyarladık da sağır oldum biraz sağır  "Yaklaştı ikisi de çekinmeden ![]() Bizim sofu babalık da tam vaktinde doğruldu, attı iki pençesini hemen davacıları yutup aralarını buldu ![]() İşte çok defa böyle hakemlik eder küçüklere büyükler ![]() Yazan: Jean de La Fontaine Çeviri: Nazım Hikmet Adam Yayınları, Kasım 1991  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#44 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKELOĞLAN ve KUYUDAKİ DEV 
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir kasaba varmış   Bu kasabanın kenar mahallelerindeki bir kulübede, çok fakir bir keloğlan ile ihtiyar annesi yaşamakta imiş  Keloğlan çok akıllı ve becerikli olmasına rağmen çalışmaktan hoşlanmaz, tembel tembel evde oturmayı, ne buldu ise yiyip, içmeyi ve uyumayı severmiş  Tembel mi tembel, saçsız kafası ile de çok çirkin olduğu için herkes ona keloğlan dermiş  Keloğlanın ihtiyar annesi ise el çamaşırı yıkar, hem kendini, hem de tembel keloğlanı beslemeğe çalışır, zorluklar içinde geçinirlermiş  Her nasılsa Keloğlanın canı çarşıya çıkıp dolaşmak istemiş   Bir de bakmış ki, uzakta bir kalabalık var  Kalabalığın ortasında bir adam bağıra bağıra bir şeyler söylüyor  Kalabalıktaki insanlarda onu dinlermiş  Bizim Keloğlanda kalabalığa sokularak bu adamın dediklerini dinlemiş  Adam meğer şehrin tellallarından biriymiş  Keloğlanın dinlemekte olduğu tellal şöyle demekteydi  -Ağır bir iş için bir adama ihtiyaç vardır   Bu işi görecek adama yüz altın verilecektir  Talip olacak kimse varsa ortaya çıksın![]() ![]() ![]()   Keloğlan etrafta toplanan kalabalıktan ses seda çıkmadığını görünce ve bu işin sonunda yüz de altın verileceğini öğrenince tellala: -Bu işi ben yaparım, yalnız bu yapılacak işi hemen bana söyle, demiş   Tellal Keloğlanı şöyle bir süzdükten sonra, gözü tutmamış olacak ki: -Oğlum, sen bu işi yapamazsın, iş çok zordur   Bunu ancak akıllı, becerikli ve cesur adamlar başarabilir  Ben bunları sende göremiyorum, deyince; Keloğlan: -Ummadığın taş baş yarar   Ben bu işi başarırım, diye cevap vermiş  Etrafta toplanan kalabalıktan alaylı gülüşmeler yükselmiş  Bu sırada tellal onun biraz da fakir haline acıyarak: -Pekala oğlum ![]() ![]()  Madem ki kendine güveniyorsun sana şimdi yapacağın işi tarif edeyim![]() ![]()  Uzak bir ülkeden mal getirmeye gidilecek![]() ![]()   Yolculuk at sırtında olacak, ama sen bu yolculuğa katlanabilecek misin?![]()   diye sorunca![]() Keloğlan: -Ben yaparım dediğim her şeyi yaparım   Elbette katlanırım, karşılığını vermiş  Tellal:-Madem ki bu kadar güvenin var, bende sana bu işi veriyorum ![]() ![]()  Paranı şimdi mi, yoksa dönüşte mi istersin? Keloğlan da: -Şimdi verinde birazı yanımda bulunsun, geri kalanını anneme harçlık bırakırım, der ![]() Bu şartlarla anlaşmaya varan Keloğlan sevinçle annesine koşarak durumu anlatır ve yanındaki parayı annesine bırakarak veda edip yapacağı işe gider ![]() Toplantı yerine gelen Keloğlan, yolculuğun hazır olduğunu ve kafilenin kendisini beklemekte olduğunu görür   Kafile başkanı Keloğlana hazır olup olmadığını sorar  hazır olduğunu öğrenince küçük kafile hemen atlara binerek yola koyulur![]() ![]()   İki gün durup dinlenmeden yol alırlar  Üçüncü gün Keloğlanın at sırtındaki yolculuktan vücudunun her tarafı ağrımaya başlar  Ama verdiği sözü ve aldığı parayı düşünerek sabırla yola devam eder  Artık akşam yaklaşmıştır  Kafile başkanı mola için kervanı durdurur  Keloğlan biraz dinleneceği için sevinmiştir  Ama bu sevinci çok sürmez  Atlar bağlandıktan sonra kafile başkanı kendini çağırır  Keloğlana der ki: -Keloğlan, şurada bir kuyu görüyorsun ![]() ![]()   -Evet, der bizim Keloğlan   -İşte şimdi, o kuyuya ineceksin ![]() ![]()   Korkmazsın değil mi?![]() ![]()   Keloğlan kuyunun yanına gider bir sağına, bir soluna ve eğilip içine bakar, kafile başkanına dönerek: -Ne var bunda korkacak, elbette inerim   der  keloğlan korksa bile korktuğunu belli etmemeğe çalışarak kuyuya inme hazırlığına başlar  Etrafını saran yol arkadaşları Keloğlan'ın beline kalın bir ip bağlarlar, kuyuya sarkıtırlar  Keloğlan kuyunun yarısına gelince sağ tarafında karanlıkta aniden bir kapı açılır   Adamın biri Keloğlan'ı kucakladığı gibi bu kapıdan içeri çeker![]() ![]()   Neye uğradığını anlayamayan Keloğlan kendine gelince, bir de ne görsün!![]()   Geniş bir bahçe ve bu bahçenin ortasında büyük bir saray durmuyor mu?![]()   Sarayın bahçesinde güllerin arasında Dünya güzeli bir kız oturmuş, arkasında bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iri ve koyu siyah renkte bir zenci ayakta durmakta  çiçeklerin arasında bir tavus kuşu dolaşmaktadır  Şaşkınlıkla bunları seyre dalan Keloğlan birden arkasında gürleyen bir sesle aklı başından gider  Dönüp bakınca, ne görsün?![]() ![]()   Koca bir dev  Arkasında durmuyor mu!![]()   Dev korkunç bir sesle: -Eyyyy, adem oğlu! ![]() ![]()   Söyle bakalım, şu gördüklerinden hangisi daha güzel?![]()   Keloğlan korkudan tir tir titremeğe başlar   Ne cevap vereceğini şaşırır ama, biraz sonra aklı başına gelir ve biraz düşündükten sonra:-Gönül neyi severse güzel odur sultanım, der   Dev, aldığı cevaptan memnun gibi görünür ve Keloğlan'a tekrar sorar   -Şu kız çok güzel, şu tavus kuşu çok hoş ama, şu zenci çok çirkin, çok kötü! ![]()   Buna ne dersin?![]()   Keloğlan artık ilk şaşkınlık ve korkudan kurtulmuştur   Yine cevabı yapıştırır: -Gönül neyi severse, güzel odur sultanım, diye tekrar aynı cevabı yapıştırır   Aldığı cevaptan çok hoşlanan dev, Keloğlan'a: -Aferin, sen akıllı bir çocuğa benziyorsun diye Keloğlan'a hemen yanındaki, ağaçtan kopardığı üç tane büyük narı verir   Ve: -Al bu narları   Dönüşte annenle birlikte yersin, diyerek Keloğlan'ın yanından ayrılmış  Meğer Dev, her kuyuya inen insana bu soruları sorar fakat, bir türlü istediği akıllıca cevabı alamayınca çok kızar, hemen kellesini uçurur, sonra da etlerini yer, kafatasını sarayın duvarlarına asarmış   Böylece kuyuya inenlerin çoğu, Dev'in bu soruları karşısında kimi kız güzel, kimi tavuskuşu diye Dev'e cevap verirlermiş  Bu cevaplardan memnun kalmadığı için kuyuya inen bir daha yukarı çıkamazmış  Dev'in yanından ayrılan Keloğlan tekrar çıkış kapısına gelip yukarı nasıl çıkacağını düşünürken birden yukardan, su almak için sarkıtılmış bir kovanın kendisine doğru geldiğini görünce, Keloğlan hemen bu kovadan tutarak yukarı çıkar  Keloğlan'ı sapasağlam yukarı çıktığını gören arkadaşları, şaşkınlıktan ağızları bir karış açık, gözlerine inanamazlar ve birbirlerine bakışırlar   Zira kervancılar bu kuyudan su almak istedikleri zaman her seferinde Dev'e bir insanı kurban vermeleri adetmiş  Yol arkadaşları onu böyle sapasağlam, güler yüzlü görünce tabii şaşkınlıktan kendilerini alamamışlar  Kafile başkanı merakını yenemeyerek Keloğlan'a: -Şimdiye kadar bu kuyuya salladığımız adamlardan hiçbiri geri dönmemiştir   Sen nasıl oldu da bu kuyudan sağlam çıktın evlat?![]() ![]()   Keloğlan güler yüzle şu cevabı verir: -Nasıl çıktıysam çıktım ![]()   Çıktım ya!![]() ![]()   Siz ona bakın  Yeniden kafile yola koyulmuş   Varacakları o uzak ülkeye varmış Atlara malları yükleyerek memlekete dönmüşler  Keloğlan elindeki Nar'ları sevinçle evine dönünce, annesi yine her zamanki gibi, el çamaşırı yıkamakta bulur   Annesi de oğlu geldiği için sevinmiştir  Yemekler yenir Yemekten sonra da Keloğlan, Dev'in verdiği Nar'lardan birini çıkarıp yemek için ikiye böler  Bir de ne görsün? Dev'in verdiği Nar tanelerinin her biri meğer çok kıymetli birer mücevher değilmiymiş![]() ![]()   Bunun değerini anlayan Keloğlan, zaman zaman bunların her birini azar azar satmış![]()   Ve Keloğlan öylesine zengin olmuş ki, artık ne kelliği kalmıştır, ne de çirkinliği, ne de annesinin çamaşırcılığı  Mutlu bir hayata kavuşmuşlar![]() ![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#45 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıKELOĞLAN ve SİHİRLİ TAŞ 
Bir varmış, bir yokmuş   Allah'ın kulu çokmuş  Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış  İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu "Kel oğlum,keleş oğlum" diye severmiş![]() Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş   Belki bir kaç balık yakalarım  Anacığımla pişirir, yeriz  Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş  Irmağın kenarına gelip oltasını salmış   Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş  Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu![]() ![]() ![]() Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş   Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın  "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş  Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş   Birden inanılmayacak bir şey olmuş  Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere  Keloğlan çok şaşırmış  Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan  "Bu, sihirli bir tas galiba  Hemen anama haber vereyim" demiş  Evlerine koşmuş  Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış   Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş  Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış![]() ![]() ![]() Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış   Kendisine hizmetçiler tutmuş  Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş  Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış  Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş   "Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş  "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim ![]() ![]()  " diyormuş![]() Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış   Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi   Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış  Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş   "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım  " demiş  Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış  Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş  Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası  Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş  Birden tas elinden kayıp suya düşmüş  Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış  Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış  Binbir güçlükle kenara çıkmış  Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler  Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş   Başına gelenleri anlatmış  Yaşlı kadın:- Üzülme yavrum, demiş   Hay'dan gelen Hû'ya gider  Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın  Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı  Böylesi daha iyi oldu  Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun "Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş   Anasına hak vermiş![]() O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
| 
		 |