![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#16 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur KülliyatıBirinci Nokta: Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibâdet kazandırabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir ![]() ![]() ![]() İkinci Nokta: Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, zeval-i elem dahi lezzettir ![]() (Orjinal Sayfa:157) lezzet hisseder ki: «Elhamdülillah şükür, o bela sevabını bıraktı gitti" der ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Üçüncü Nokta: Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve mânevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:158) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim! Size hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikatı Beyân etmek, kalbime ihtar edildi ![]() Meselâ: Birisi birisinin kardeşini veya akrabasını öldürmüş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet, hakikat ve maslahat sulhtur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:159) Nasılki Denizli hapsinde birbirine düşman bütün mahpuslar, Nurlar dersiyle birbirlerine kardeş oldular ve bizim beraetimize bir sebeb olup (hattâ dinsizlere, serserilere de) o mahpuslar hakkında "Maşâallah, bârekâllah" dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar! Benim kat'î kanaatım gelmiş ki; buraya girmemizin inâyet-i İlâhiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:160) LEYLE-İ KADİRDE İHTAR EDİLEN BİR MES'ELE-İ MÜHİMME Onüçüncü Sözün İkinci Makamının Zeyli Leyle-i Kadir'de kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz ![]() Nev'-i beşer bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadı ile ve merhametsiz tahribatı ile ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle ve mağlûbların dehşetli me'yusiyetleriyle ve galiblerin dehşetli telâş ve hâkimiyyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablariyle ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyyedeki yüksek istidadatın ve mahiyet-i insâniyyesinin umumî bir Sûrette dehşetli yaralanmasiyle ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur'anın elmas kılıncı altında parçalanmasiyle ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı ve en geniş perdesi olan siyaset-i ruy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî Sûreti görünmesiyle elbette ve elbette hiç şüphe yok ki: Şimalde, Garpta, Amerika'da emâreleri göründüğüne binaen nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviyye, böyle çirkin ve geçici olmasından fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkıyyeyi bütün kuvvetiyle arayacak ve elbette hiç şüphe yok ki: Bin üçyüzaltmış senede, her asırda üçyüzelli milyon şâkirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvasına milyonlar ehl-i hakikakt tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyyet ile bulunup lisanlariyle beşere ders veren ve hiç bir kitafta emsali bulunmıyan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkıyeyi ve saadet-i ebediyyeyi müjde veren ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur'an-ı Mu'cizül-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtiyle, belki sarihan ve işareten onbinler defa dâva edip haber veren ve sarsılmaz kat'î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüc- (Orjinal Sayfa:161) cetleriyle hayat-ı bâkıyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse, maddi veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere'nin Kur'anı kabûl etmeğe çalışan meşhur hatipleri ve Amerikanın dîn-i hakkı arayan ehemmiyetli cem'iyyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt'aları ve büyük hükümetleri Kur'an-ı Mu'cizül-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlariyle sarılacaklar ![]() ![]() Sâniyen: Mâdem Risale-i Nur, bu mu'cize-i kübrânın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:162) Meyve Risalesinden Altıncı Mes'ele Risale-i Nur'un çok yerlerinde izahı ve kat'î hadsiz hüccetleri bulunan îmân-ı billah rüknünün binler küllî bürhânlarından birtek bürhâna kısaca bir işarettir ![]() Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler ![]() ![]() ![]() ![]() Meselâ: Nasılki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alınmış hayatdar macunlar ve tiryaklar var ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: Nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor ![]() ![]() ![]() Hem meselâ, nasılki gâyet mükemmel binbir çeşit erzak etrafından celbedip içinde muntâzaman istif ve ihzâr edilmiş depo ve iaşe anbarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iaşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir ![]() (Orjinal Sayfa:163) baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmanî iaşe anbarı ve bir sefine-i Sübhaniye ve binbir çeşit cihazatı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbanî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise; okuduğunuz ve okuyacağınız fenn-i iaşe mikyasıyla, o kat'iyette ve o derecede küre-i arz deposunun sahibini, mutasarrıfını, müdebbirini, bildirir, tanıttırır, sevdirir ![]() Hem nasılki: Dörtyüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimal ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve tâlimatı ayrı ve terhisatı ayrı olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acib ordu ve ordugâh, şübhesiz bedâhetle o hârika kumandanı gösterir, takdirkârane sevdirir ![]() ![]() Hem nasılki: Bir hârika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedâhetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:164) büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin ![]() ![]() ![]() Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki: Bir satırında bir kitab ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir Sûre-i Kur'aniye yazılmış, gâyet mânidar ve bütün mes'eleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve Mûsannifini Kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır ![]() ![]() ![]() ![]() İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâl'ini Esmâsıyla bildirir; sıfâtını, Kemâlâtını tanıttırır ![]() (Orjinal Sayfa:165) İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhân-ı vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân çok tekrar ile en ziyade رَبُّالسَّموَاتِوَاْلاَرْضِ ve خَلَقَالسَّموَاتِوَاْلاَرْضَ âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektebli gençlere dedim ![]() ![]() ![]() ![]() İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gâyet derece acziyle beraber hadsiz maddî, mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir bîçare mahluk iken, birden îmân ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâl'e intisab edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medâr bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir padişaha îmân ile intisab etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnetdar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz ![]() O mektebli gençlere dediğim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:166) Hüve Nüktesi اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Çok aziz ve sıddık kardeşlerim; Kardeşlerim, لآَاِلَهَاِلاَّهُوَ ve قُلْهُوَاللَّهُ deki هُوَ lâfzında yalnız maddî cihette bir seyahat-ı hayaliyye-i fikriyyede hava sahifesinin mütalâasıyla âni bir Sûrette görünen bir zarif nükte-i tevhidde; meslek-i îmâniyyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde sühuletli bulunmasını ve şirk ve dalaletin mesleğinde hadsiz derecede müşkilâtlı, mümteni' binler muhal bulunduğunu müşahede ettim ![]() ![]() Evet nasılki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında eğer; tabiata, esbaba havale edilse lâzımgelir ki; ya o kabda küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun veyahut o parçacık topraktaki herbir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hâsiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin; âdeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun ![]() (Orjinal Sayfa:167) leleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin veyahut o هُوَ deki havanın belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar mânevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ben لآَاِلَهَاِلاَّهُو ve قُلْهُوَاللَّهُ deki hareket-i fikriye ile seyahatimde hava âlemini temaşa ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken, bu mücmel hakikatı tam vâzıh ve mufassal aynelyakîn müşahede ettim ve هُوَ nin lâfzında, havasında böyle parlak bir bürhân ve bir lem'a-yı vâhidiyyet bulunduğu gibi; mânâsında ve işaretinde gâyet nurani bir cilve-i Ehadiyyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve هُوَ zamirinin mutlak ve mübhem işareti hangi zâta bakıyor işaretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunması içindir ki, hem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:168) karıştığı ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı ve bir küçük zîhayata, çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği ve bir lisan ve bir kulak, aynı anda müteaddid kelimelerin beraber çıkması ve girmesi intizâmını bozup karışacağı halde; aynelyakîn gördüm ki: هُوَ nin anahtarı ile ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda herbir parçası hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde, karışmadığını ve intizâmını bozmadığını; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde, hiç şaşırmadan yapıldığını ve o parçaya ve zerreye pek çok ağır yükler yüklendiği halde hiç za'f göstermeyerek, geri kalmayarak intizâm ile taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara Kemâl-i intizâmla gelip çıkıp, hiç karışmayarak bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gâyet incecik lisanlardan çıktığı ve o her zerre ve her parçacık, bu acîb vazifeleri görmekle beraber Kemâl-i serbestiyet ile cezbedârâne hal dili ile ve mezkûr hakikatın şehadeti ve lisanıyla لآَاِلَهَاِلاَّهُوَ ve قُلْهُوَاللَّهُاَحَدٌ deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizâmını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor ![]() ![]() ![]() ![]() Demek ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hâkim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki; bu işlere medâr olabilsin ![]() ![]() ![]() ![]() İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i Vahdaniyyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalaletin had- (Orjinal Sayfa:169) siz muhaliyetini izhar ettiği gibi, unsur-u havâînin sâir ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sâir letâifin naklinde şaşırmadan muntâzaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda, bu vazifeleri dahi gördüğü aynı zamanında, bütün nebâtat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı Kemâl-i intizâm ile yetiştiriyor ![]() ![]() ![]() Mütebâkisi şimdilik yazdırılmadı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#17 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Ondördüncü Söz sözler 14 ![]() آلرَ كِتَابٌاُحْكِمَتْآيَاتُهُثُمَّفُصِّلَتْمِنْلَدُنْح َكِيمٍخَبِيرٍ [Kur'an-ı Hakîm'in ve Kur'anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyâdı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar hükmünde o hakikatların bir kısım nazîrelerine işâret edeceğiz ve hâtimesinde bir ders-i ibret ve bir sırr-ı inâyet Beyân edilecek ![]() ![]() ![]() Birincisi: Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ "Altı günde gökleri ve yerleri yarattık" demek olan; hem belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibâret olan eyyâm-ı Kur'aniyye ile insan dünyası ve hayvan âlemi altı günde yaşıyacağına işaret eden hakikat-ı ulviyyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelâl'in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları; nazar-ı şuhûdâ gösteriyoruz ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:171) İkincisi: Meselâ: وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلآَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلآَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: "Bütün eşya, bütün ahvâliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sâir bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sâdık'ın tasvir ettiği, meselâ: kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizâm ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyyetlerini ifâde eden hakikata çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelâl تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ سَخَّرْنَا اْلجِبَالَ مَعَهُيُسَبِّحْنَ (Orjinal Sayfa:172) -gibi âyetlerle tasrih ediyor ki: Mevcûdâtın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve âzametine münâsib bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor ![]() ![]() ![]() ![]() Evet müteaddid eşya bir Cemâat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır ![]() ![]() ![]() Dördüncüsü: Meselâ: اِنَّمَآ اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ (Orjinal Sayfa:173) gibi âyetlerin ifade ettikleri hakikat-ı ulviyyesine ki, Kadîr-i Mutlak o derece sühûlet ve sür'atle ve mualecesiz ve mübaşeretsiz eşyayı halkeder ki, yalnız sırf bir emir ile îcad eder gibi görünüyor, fehmediliyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Güneş ulviyyetiyle beraber bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede yakın, belki onların zatlarından onlara daha yakın olduğu, cilvesiyle ve timsâliyle ve tasarrufa benzer çok cihetlerle onları müteessir ettiği halde; o şeffaf şeyler ise, binler sene ondan uzaktırlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:174) katın üç esâsının nümunelerine mazhar olduğunu görüyoruz ![]() ![]() Beşincisi: وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَاْلاَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّموَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ den tut, tâ وَاعْلَمُوآ اَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ اْلمَرْءِ وَقَلْبِهِ ye kadar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:175) Birinci Temsil: Meselâ; şâhane bir bağ var ki, nihayetsiz meyvedâr ve çiçekdar masnu'lar içinde bulunuyorlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkinci Temsil: Meselâ; cesîm bir sefine-i Sultaniyyede, âdi bir adam cüz'î vazifesini terketmesiyle, bütün gemideki vazifedârların netâic-i hidematına halel getirdiğinden ve Bâzı da mahvettiğinden, bütün o vazifedârlar nâmına gemi sahibi ondan şedid şikâyet eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte bu hadsiz şikâyete hakları olan mevcûdat namına o mevcûdatın sultanı, şu âsi beşerden azîm şikâyet eder ve etmesi, ayn-ı hikmettir ve o âsi, şiddetli tehdidata elbette müstehaktır ve dehşetli vaîdlere, bilâşübhe sezâdır ![]() * * * (Orjinal Sayfa:176) Hâtime وَمَا اْلحَيَاةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ [Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir ![]() Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder ![]() Meselâ; şu karyede (yâni Barla'da) iki adam bulunur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar ![]() Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:177) dinle ne taleb eder ![]() ![]() ![]() Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem deme: "Ben de herkes gibiyim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye): İzmir'in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır ![]() * * * (Orjinal Sayfa:178) Ondördüncü Sözün Zeyli اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَآ وَاَخْرَجَتِ اْلاَرْضُ اَثْقَالَهَا وَ قَالَ اْلاِنْسَانُ مَالَهَا يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحَى لَهَا الخ ![]() ![]() ![]() Şu sûre kat'iyyen ifade ediyor ki: Küre-i Arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor ![]() ![]() [Mânevî ve ehemmiyetli bir canibden şimdiki zelzele münâsebetiyle altı-yedi cüz'î suale karşı yine mânevî ihtar yardımıyla cevabları kalbe geldi ![]() ![]() ![]() Birinci Sual: Bu zelzelenin maddî musibetinden daha elîm mânevî bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me'yusiyet ekser halkın ekser memlekette gece istirahatını selbederek dehşetli bir azab vermesi nedendir? Yine mânevî cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde Kemâl-i neş'e ve sürur ile sarhoşçasına gâyet heveskârane şarkıları ve bâzan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde câzibedârane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi ![]() İkinci Sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semâvî tokat başlarına gelmiyor? Bu bîçare müslümanlara iniyor? Elcevab: Büyük hatâlar ve cinâyetler te'hir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinâyetler tâcil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binâen ehl-i küfrün cinâyetlerinin kısm-ı âzamı, Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre te'hir edilerek ehl-i îmanın hatâları, kısmen bu dünyada cezası verilir ![]() (Haşiye): Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor ![]() (Orjinal Sayfa:179) Üçüncü Sual: Bâzı eşhasın hatâsından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir? Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle ekser nâsın o zâlim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirâk eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir ![]() Dördüncü Sual: Mâdem bu zelzele musibeti, hatâların neticesi ve keffaret-üz zünûbdur ![]() Yine mânevî canibden elcevab: Bu mes'ele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risâle-i Kader'e havale edip yalnız burada bu kadar denildi: Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydân-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir ![]() ![]() ![]() Mâdem mazlum, zâlim ile beraber musîbete düşmek, hikmet-i İlâhîce lâzım geliyor ![]() Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var ![]() ![]() Beşinci Sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatâlara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru Mûsallat eder ![]() (Orjinal Sayfa:180) Elcevab: Kadîr-i Zülcelâl, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Mâdem bir kısım hatâlar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümûllü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür ![]() ![]() Altıncı Sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbat-ı mâdeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar ![]() ![]() Elcevab: Dalâletten başka hiçbir hakikatı yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:181) resi olan Küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irâde ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyânı uyandırmak için "ateşlendir" diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir ![]() Altıncı Sualin Tetimmesi ve Hâşiyesi: Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhâfaza ve ehl-i îmânın intibahlarına mukabele ve mümânâat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve acîb bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insâniyetten pişman eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte gel! Belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile târif edilse ve hikmetleri Beyân edilse ancak tama- (Orjinal Sayfa:182) mıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; mâlûm bir şey gibi: "Bu budur" der ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yedinci Sual: Bu hâdise-i arziyye, bu memleketin ahâli-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor? Elcevab: Bu hâdise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emârelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i îmanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor ![]() Biri: Hatâları az olmak cihetiyle temizlemek için tâcil edildi ![]() İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı îmân muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mâğlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#18 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Onbeşinci Söz sözler 15 ![]() وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَآءَ الدُّنْيَا ِبمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ Ey kozmoğrafyanın ruhsuz mes'eleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen ve şu âyetin âzametli sırrını, o sıkışmış zihninde yerleştiremeyen mektebli efendi! Şu âyetin semâsına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir ![]() Birinci Basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semâvatın da kendine münâsib sekeneleri bulunsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:184) pencereleriyle, cismanî mu'cizât-ı fıtratı temâşa ederler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkinci Basamak: Zemin ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardırlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Üçüncü Basamak: Semânın sükût ve sükûneti ve intizâm ve ıttıradı ve vüs'at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi mutî'dirler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Beşer, şecere-i hilkatin en son cüz'ü olan meyvesidir ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:185) İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvanâtın kesretli enva'-i sağîresinde, cevâdâne îcadın medâr ve çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümûnegâhı ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen tezgâhı ve menaâzır-ı sermediyenin sür'atle değişen taklidgâhı ve besatîn-i dâimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Dördüncü Basamak: Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlıkı olan Zât-ı Zülcelâl'in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve ünvanları ve Esmâ-i Hüsnâsı vardır ![]() ___________________ (Haşiye): Evet, küre-i arz küçüklüğüyle beraber semâvata karşı gelebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:186) da küffara karşı muharebe etmek için melâikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktiza eder ki, melâike ile şeyâtîn ortasında muharebe bulunsun ve ahyar-ı semâviyyîn ve eşrar-ı arzîn mabeynlerinde mübareze olsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte وَلِلَّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى ezel ve ebed sultanının pek çok Esmâ-i hüsnâsı vardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Beşinci Basamak: Mâdem arzdan semâya gidip gelmek var ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:187) tine gitmeğe teşebbüs edecekler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Altıncı Basamak: Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar ![]() ![]() Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız, meseline işaret eden يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلاَ تَنْتَصِرَانِ (Orjinal Sayfa:188) âyetindeki âzametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et ![]() ![]() ![]() ![]() "Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey za'f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan'ın evâmirine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet Kur'anda Bâzı mühim tahşidat vardır ki, düşmanların kuvvetli olduğundan ileri gelmiyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yedinci Basamak: Melekler ve semekler gibi, yıldızların dahi (Orjinal Sayfa:189) gâyet muhtelif efradları vardır ![]() ![]() ![]() münevv'er meyveleri ve o denizin müsebbih balıkları hükmünde, Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni'-i Zülcemâl onları yaratmış ve meleklerine mesîreler, binekler, menziller yapmıştır ve yıldızların küçük bir nev'ini de, şeyâtînin recmine âlet etmiş ![]() Birincisi: Kanun-u mübareze, en geniş dairede dahi cereyan ettiğine remz ve alâmettir ![]() İkincisi: Semâvatta hüşyar nöbettarlar, mutî' sekeneler var ![]() ![]() Üçüncüsü: Müzahrafat-ı arziyenin mümessilât-ı habiseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semâyı telvis etmemek ve nüfus-u habîse hesabına tecessüs ettirmemek için, edebsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvâb-ı semâdan o şahablarla red ve tarddır ![]() İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine îtimad eden ve Kur'an güneşinden gözünü yuman kozmoğrafyacı efendi! Şu yedi basamaklarda işaret edilen hakikatlara birden bak ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ * * * (Orjinal Sayfa:190) Onbeşinci Sözün Zeyli ( Yirmialtıncı Mektub'un Birinci Mebhası) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ Hüccet-ül Kur'an Aleşşeytan ve Hizbihî ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul'da Bayezid Câmi-i Şerifinde hâfızları dinliyordum ![]() ![]() ![]() -«Sen Kur'anı pek âlî, çok parlak görüyorsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:191) başladı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() -Ey şeytan! Bîtarâfâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() -Öyle ise ne Allah'ın kelâmı, ne de beşerin kelâmı deme ![]() ![]() -O da olamaz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey şeytan! Senin rağmına ehl-i hak ve insaf bu Sûretteki hakikatlı muhakeme ile muhakeme ederler ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:192) den kaldırıp arş-ı mânevîye çaksın ![]() ![]() ![]() ![]() Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür ![]() ![]() Şeytan döndü ve dedi: Kur'an beşer kelâmına benziyor ![]() ![]() ![]() ![]() Cevaben dedim: -Nasılki Peygamberimiz (A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şeytan döndü, yine dedi ki: Kur'anın mesâili gibi çok zâtlar o çeşit mes'eleleri din namına söylüyorlar ![]() (Orjinal Sayfa:193) Cevaben Kur'anın nuruyla dedim ki: Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için "Hak böyledir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ve sâniyen, bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Aynen öyle de, Kur'anı kelâm-ı beşer farzetmek; lâzım gelir ki: Âlem-i İslâm'ın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envar-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hakikat, belki bir şems-i Kemâlât telakki edilen Kitab-ı Mübin'in mahiyeti; hâşâ bir yıldız böceği hükmünde tasannu'cu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun ve en ya- (Orjinal Sayfa:194) kınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın ve onu daima âlî ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin ![]() ![]() Sâlisen: Hem Kur'anı beşer kelâmı farzetmek, lâzımgelir ki; âsârıyla, tesiratıyla, netâiciyle âlem-i insâniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayat-feşan, en hakikatlı ve saadet-resan, en cem'iyetli ve mu'cizBeyân, âlî meziyetleriyle yaldızlı bir Furkan'ın gizli hakikatı; hâşâ muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın sahtekâr, âdi fikrinin tasannuatı olsun ve yakınında onu temaşa eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehalar onda hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu' eserini görmesin ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Râbian: Hem Kur'anı kelâm-ı beşer farzetmek lâzımgelir ki; Benî Âdem'in en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (A ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:195) umum o efradın derecatına göre akıllarını tâlim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, âza ve cevarihlerini istimal ve istihdam ettiği halde; hâşâ, yüzbin defa hâşâ kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farzedip yüz derece muhali kabûl etmek lâzım gelmekle beraber ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şeytan döndü, dedi: Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllerine Kur'anı ve Muhammed'i inkâr ettirdim ![]() Elcevap: Evvelâ, gâyet uzak mesâfeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir ![]() ![]() Sâniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa, gâyet muhal bir şey, mümkün görünebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sâlisen: Hem kabûl etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:196) kabûl değil, belki o kabûl-ü ademdir, bir hükümdür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Râbian: Hem Kur'anı kelâm-ı beşer farzetmek, lâzımgelir ki: Âlem-i insâniyetin semâsında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hakk ve hakkaniyeti, sıdk ve sadakatı, emn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i Kemâle tâlim eden ve erkân-ı îmâniyenin hakaikiyle ve erkân-ı İslâmiyenin desatiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hak hâlis ve sâfi hakikat ve gâyet doğru ve pek ciddî olmak lâzım gelen bir kitabı; kendi evsafının ve tesiratının ve envarının zıddıyla muttasıf tasavvur edip, -hâşâ sümme hâşâ- bir sahtekârın tasniat ve iftiraların mecmuası nazarıyla bakmak; Sofestaîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî' bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve şeriat-ı İslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bilittifak fevkalâde takvâsının ve hâlis ve safi ubûdiyetinin delaletiyle ve bilittifak kendinde görünen ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakikatın ve sahib-i Kemâlâtın tasdikiyle en mu'tekid, en metin, en emin, en sadık bir zâtı; -hâşâ sümme hâşâ, yüzbin kerre hâşâ- itikadsız, en emniyetsiz, Allah'tan korkmaz, bir vaziyette farzetmek, muhalâtın en çirkin ve menfur bir Sûretini ve dalaletin en zulümlü ve zulümatlı bir tarzını irtikâb etmek lâzımgelir ![]() Elhasıl: Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde denildiği gibi; nasıl kulaklı âmi tabakası i’câz-ı Kur'an fehminde demiş: Kur'an, bütün dinlediğim ve dünyada mevcûd kitablara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantıkça sebr ve tak- (Orjinal Sayfa:197) sim denilen en kat'î bir hüccetle deriz: Ey şeytan ve ey şeytanın şâkirdleri! Kur'an, ya arş-ı âzamdan ve ism-i âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut -hâşâ sümme hâşâ, yüzbin kerre hâşâ- yerde sahtekâr Allah'tan korkmaz ve Allah'ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya Resulullahtır ve bütün Resullerin ekmeli ve bütün mahlukatın efdalidir veyahut -hâşâ yüzbin defa hâşâ- Allah'a iftira ettiği ve Allah'ı bilmediği ve azabına inanmadığı için itikadsız, esfel-i safilîne sukut etmiş bir beşer farzetmek (Haşiye) lâzımgelir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() _____________________ (Haşiye): Kur'an-ı Hakîm, kâfirlerin küfriyâ tlarını ve galiz tâbiratlarını ibtal etmek için zikrettiğine istinaden, ehl-i dalaletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklüğünü göstermek için şu tâbiratı farz-ı muhal Sûretinde titreyerek kullanmağa mecbur oldum ![]() (Orjinal Sayfa:198) ŞEYTANIN İKİNCİ KÜÇÜK BİR İTİRAZI Sûre-i ق وَ الْقُرْاَنِ الْمَجِيدِ i okurken مِنْهُ تَحِيدُ وَ نُفِخَ فِى الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ وَ جَآءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَآئِقٌ وَ شَهِيدٌ لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَآءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ وَ قَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki: "Kur'anın en mühim fesahatını, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz ![]() ![]() ![]() ![]() Elcevap: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân'ın esâs-ı i’câzı, en mühimlerinden belâgatından sonra îcazdır ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:199) o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karşısında hayrettedirler ![]() Kısa birkaç cümle ile, Tufan hâdise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârane ve mu'cizane Beyân ediyor ki; çok ehl-i belâgatı, belâgatına secde ettirmiş ![]() Hem meselâ: İşte Kavm-i Semud'un acib ve mühim hâdisatını ve netâicini ve sû'-i akibetlerini, böyle kısa birkaç cümle ile î'caz içinde bir icâz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda Beyân ediyor ![]() Hem meselâ: İşte اَنْ لَنْ نَقْدِرَعَلَيْهِ cümlesinden فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir ![]() ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: Sûre-i Yûsuf'a اَرِْلُونِ kelimesinden (Orjinal Sayfa:200) Amma Sûre-i Kaf'ın âyeti ise, ondaki îcaz pek acib ve mu'cizanedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey şeytan! Şimdi bir sözün daha varsa söyle ![]() ![]() ![]() Şeytan der: Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem ![]() ![]() ![]() * * * بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ فَبِاَىِّ اَلآَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ فَلِلَّهِ اْلحُجَّةُ الْبَالِغَةُ وَ الْحِكْمَةُ الْقَاطِعَةُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَآنِّ مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ وَجَآءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنْتَ وَ قِيلَ يَآ اَرْضُ ابْلَعِى مَآءَ كِ وَيَا سَمَآءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ اْلمَآءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى اْلجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّاِلمِينَ كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَيهَا اِذِ انْبَعَثَ اَشْقَيهَا فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَيهَافَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّيهَا وَلاَ يَخَافُ عُقْبَيهَا وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لآَ اِلهَ اِلآَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ يُوسُفُاَيُّهَاالصِّدِّيقُ ortasında yedi-sekiz cümle îcaz ile tayyedilmiş ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#19 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Onaltıncı Söz sözler 16 ![]() اِنَّمَآ اَمْرُهُ اِذَآ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ![]() (İtminan-ı nefsime medâr olacak, zulmeti dağıtacak şu âyetin nurundan dört şuaı göstermekle kör nefsime bir basîret vermek için yazılmıştır ![]() BİRİNCİ ŞUA: Ey nefs-i nâdan! Diyorsun ki: "Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef'âli ve vahdet-i şahsiyyesiyle muinsiz umumiyet-i rububiyyeti ve ferdâniyyeti ile şeriksiz şümûl-ü tasarrufatı ve mekândan münezzehiyyetiyle her yerde hâzır bulunması ve nihayetsiz ulviyyetiyle herşeye yakın olması ve birliği ile her işi bizzât elinde tutması; hakaik-i Kur'aniyyedendir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elcevab: Mâdem öyledir, itminan için istersen, biz de Kur'an'ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur, çok müşkilâtımızı halletmiş; inşâallah bunu da halleder ![]() ![]() ![]() Temsil, i'câz-ı Kur'an'ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsil ile şu sırra bakacağız ![]() Bir tek zât, muhtelif merâya vasıtasıyla külliyet kesbeder ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:202) öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkincisi: Maddî nuranînin akisleridir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:203) niyyet kesbeden ve adâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve şu umum envar ve bütün nuraniyyat Onun envar-ı kudsiye-i Esmâsının bir kesif zılali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misâl nim-şeffaf bir âyine-i cemâli ve sıfâtı muhîta; ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef'âli içindeki Teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet nasıl Güneş; kayıdsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana, senin göz bebeğinden daha yakın olduğu halde; sen mukayyed olduğun için ondan gâyet uzaksın ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ ŞUA: Ey nefs-i bîhuş! Diyorsun ki: اِنَّمَآ اَمْرُهُ اِذَآ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ hem (Orjinal Sayfa:204) gibi âyetler, vücud-u eşya, sırf bir emr ile ve def'î olduğunu ve صُنْعَاللَّهِالَّذِىاَتْقَنَكُلَّشَيْءٍ hem اَحْسَنَكُلَّشَيْءٍخَلَقَهُ gibi âyetler; vücud-u eşya, ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san'atla tedricî olduğunu gösteriyorlar ![]() Elcevab: Kur'anın feyzine istinaden deriz: Evvelâ, münâfat yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sâniyen: Mevcûdatta meşhud olan sühûlet ve sür'at ve kesret ve vüs'at içinde nihayet intizâm, gâyet ittikan ve hüsn-ü san'at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlarına kat'iyen şehadet eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:205) da, herbir ağaca sündüs-misâl taze bir çarşaf giydiriyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ deyip, hem Kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten Haşir ve Kıyâmet gâyet sehl ve külfetsiz olduğunu Beyân ediyor ![]() ![]() Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler eşyada hususan bidâyet-i icadında gâyet derecede hüsn-ü san'atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ ŞUA: Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki: بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ مَا مِنْ دَآبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اَخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlâhiyyeyi gösteriyor ![]() (Orjinal Sayfa:206) dır" ve Mi'rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu'diyetimizi gösteriyor ![]() Elcevab: Öyle ise dinle: Evvelâ, Birinci Şua'nın âhirinde demiştik: Nasılki Güneş, kayıdsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde; sen, mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gâyet uzaksın ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sâniyen: Meselâ: وَلِلَّهِاْلمَثَلُاْلاَعْلَى Bir padişahın çok isimleri içinde "kumandan" ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:207) Emr-i كُنْفَيَكُونُ e mâlik; güneşler ve yıldızlar, emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır ![]() ![]() ![]() ![]() Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin merâtibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ ŞUA: İşte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mi'rac hükmünde olan namazın hakikatı; sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak Huzur-u şâhâneye kabûlü gibi; mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbud-u Cemil-i Zülcelâl'in huzuruna kabûlündür ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:208) Ekber" bir basamak-ı mi'raciyeyi kat'ına işarettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() "Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o merâtib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilân edilebilir ![]() ![]() ![]() فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ وَصَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى رَسُولِكَ اْلاَكْرَمِ مَظْهَرِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَ عَلَى اَلِهِ وَ اَصْحَابِهِ وَ اِخْوَانِهِ وَ اَتْبَاعِهِ آمِينَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ * * * (Orjinal Sayfa:209) KÜÇÜK BIR ZEYL Kadîr-i Alîm ve Sâni'-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizâm ve intizâmla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şuzûzat-ı kanuniye ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıd altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe'nde, her şeyinde Ona muhtaç ve Rubûbiyyetine münkad olduğunu i'lâm etmekle gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbib-ül esbâb'a çevirir ![]() ![]() Meselâ: Ekser yerlerde bir kısım meyvedâr ağaçlar bir sene meyve verir, yâni rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#20 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Onyedinci Söz sözler 17 ![]() اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا ِلنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً وَاِنَّا َلجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا وَمَا اْلحَيَاةُ الدُّنْيَآ اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ (Bu söz, iki âlî makam ve bir parlak zeylden ibarettir ![]() Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni'-i Hakîm; şu dünyayı, Âlem-i Ervah ve ruhâniyyat için bir bayram, bir şehrâyin Sûretinde yapıp bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in'amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:211) dır ![]() Sâni'-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahatâ bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve cazibedâr şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor ![]() İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksandokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet sâikasıyla o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor ![]() Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zaîflik ve âcizliği, Bâzı şeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahatâ ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor ![]() (Orjinal Sayfa:212) Dördüncüsü: İnsan-ı mü'mine nur-u îmân ile gösterir ki: Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır ![]() ![]() ![]() ![]() Beşincisi: Kur'anı dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatı ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrafatını at, ehemmiyet verme ![]() ![]() ![]() Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır ![]() ![]() ![]() ![]() Hem seyyar bir ticaretgâhtır ![]() ![]() Hem muvakkat bir seyrangâhtır ![]() ![]() ![]() ![]() Hem bir misafirhanedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:213) ONYEDİNCİ SÖZ'ÜN İKİNCİ MAKAMI (Hâşiye) Bırak bîçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl! Zira feryad, belâ-ender, hatâ-ender beladır bil! Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır bil! Bırak feryadı, şükür kıl mânend-i belâbil, dema keyfinden güler hep gül mül ![]() Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fena-ender hebadır bil! Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel tevekkül kıl! Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün ![]() O güldükçe küçülür, eder tebeddül ![]() Bil ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada ![]() Hudabîn isen, o kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde ![]() Ger hodbîn isen, helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde ![]() Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada ![]() Terki demek: Huda mülkü, Onun izni, Onun namıyla bakmakta ![]() ![]() ![]() Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde ![]() Eğer nefsine talib isen, çürüktür hem temelsiz de ![]() Eğer âfâkı ister isen, fena damgası üstünde ![]() Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda ![]() Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında ![]() ![]() ![]() * * * _____________________ (Hâşiye): Bu ikinci makamdaki parçalar şiire benzer, fakat şiir değiller ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:214) SİYAH DUTUN BİR MEYVESİ [O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir ![]() Muhatâbım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır ![]() Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur'an namına kalbimdir ![]() Geçen sözler hakikattır, sakın şaşma, hududundan hazer aşma, Ecânib fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim ![]() Görürsün en ziyâdârın, zekâvette alemdârın, O hayretten der daim: "Eyvah, kimden kime şekva edeyim ben dahi şaştım!" Kur'an dedirtir ben de derim, hiç de çekinmem ![]() Ondan Ona şekva ederim sen gibi şaşmam Hak'tan Hakk'a feryad ederim, sen gibi aşmam, Yerden göğe dâva ederim, sen gibi kaçmam ![]() Ki, Kur'anda hep dâva nurdan nuradır, sen gibi caymam ![]() Kur'andadır hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beş paraya saymam ![]() Furkan'dadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam ![]() Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam ![]() Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam ![]() Ferşten arşa şükran ederim, sen gibi asmam ![]() Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam ![]() Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem ![]() (Orjinal Sayfa:215) Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı; sen gibi görmem ![]() Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam ![]() Rahmet kapısı, Nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem ![]() Bismillah diyerek çalıyorum, (Haşiye-1) arkama bakmam, dehşet de almam ![]() Elhamdülillah diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam ![]() Allahü Ekber diyerek Ezan-ı Haşri işitip kalkacağım, (Haşiye-2) mahşer-i ekberden çekinmem, Mescid-i Âzamdan çekilmem ![]() Lütf-u Yezdan, nur-u Kur'an, Feyz-i İman sayesinde hiç üzülmem ![]() Durmayıp koşacağım, arş-ı Rahmân zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşâallah ![]() * * * _________________________________ (Haşiye-1): Eyvah diyerek kaçmıyorum ![]() (Haşiye-2): İsrafil'in ezanını fecr-i haşirde işitip Allahü Ekber diyerek kalkacağım ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:216) KALBE FÂRİSÎ OLARAK TAHATTUR EDEN BİR MÜNÂCÂT [Yâni bu münacât, kalbe Farisî olarak tahattur ettiğinden Fârisî yazılmıştır ![]() ![]() Ya Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim ![]() ![]() ![]() Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım ![]() ![]() (Hâşiye-3) (İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbab gösterir ![]() Sonra soldaki istikbale baktım ![]() ![]() ![]() (Hâşiye-4) (Îman ve huzur-u îmân, o dehşetli kabr-i ekberi sevimli saadet saraylarında bir dâvet-i Rahmâniye gösterir ![]() Soldan dahi hayır görünmediği için, hâzır güne baktım ![]() ![]() ![]() (Hâşþiye -5)(İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir ![]() (Orjinal Sayfa:217) İşbu cihetten dahi deva bulamadım ![]() ![]() ![]() (Hâşiye-6) (İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzed olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir ![]() O cihetten dahi me'yus olup başımı aşağıya eğdim ![]() ![]() ![]() (Hâşiye-7) (İman, o toprağı rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir ![]() Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım ![]() ![]() ![]() (Hâşiye-8) (İman o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, manâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış mektûbat-ı Samedâniyye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir ![]() وَرَاهِ اَبَدْبَدُورِوِزازْبَدِيدَاارَسْت Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim ![]() ![]() (Hâşiye-9)(İman, o kabir kapısını, âlem-i nur kapısı ve o yol dahi, saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden dertlerime hem derman, hem merhem olur ![]() (Orjinal Sayfa:218) İşte şu altı cihette ünsiyyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil benim elimde bir cüz'-i ihtiyârîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim ![]() (Hâşiye-10) (İman, o cüz'-i lâyetecezza hükmündeki cüz'-i ihtiyârî yerine, ayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir; ve belki îmân bir vesikadır ![]() Halbuki o cüz'-i ihtiyârî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır ![]() ![]() ![]() (Hâşiye-11) (İman, o cüz'-i ihtiyârîyi, Allah namına istimal ettirip, her şey'e karşı kâfi getirir ![]() ![]() Ne geçmiş zamânâ hulûl edebilir, ne de gelecek zamânâ nüfuz edebilir ![]() ![]() (Hâşiye-12)(İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için; mâziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir ![]() ![]() O cüz'-i ihtiyârînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hâzır ve bir ân-ı seyyaldir ![]() نُوِشْتَه اَسْت , دَرْفِطْرَتِ مَا مَيْلِ اَبَدْ وَ اَمَلِ سَرْمَدْ İşte şu bütün ihtiyaçlarımla ve zaîfliğimle ve fakr ve aczimle beraber altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir hal- (Orjinal Sayfa:219) de iken; Kalem-i Kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller aşikâre bir Sûrette yazılmıştır, mahiyetimde dercedilmiştir ![]() Belki dünyada ne varsa, nümûneleri fıtratımda vardır ![]() ![]() ![]() İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir ![]() دَرْ دَسْت هَرحِي نِيسْتْ دَرْاِحْتِيَاجْ هَسْتْ Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır ![]() Demek fakr ve ihtiyaçlarım, dünya kadardır ![]() Sermayem ise, cüz'-i lâyetecezza gibi cüz'î bir şeydir ![]() İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede ![]() ![]() ![]() Ve bu beş paralık cüz'-i ihtiyârî nerede ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() O çare ise şudur ki: O cüz'-i ihtiyârîden dahi vazgeçip, İrade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Ce (S:220) nâb-ı Hakk'ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır ![]() ![]() ![]() Tâ senin inâyetin, acz ve za'fıma merhameten elimi tutsun ![]() ![]() Evet, herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz'-i ihtiyarına îtimad etmez; rahmeti bırakıp ona müracaat etmez ![]() ![]() ![]() وِينْ عُمْرِ بِى بُنْيَادْ هَمْ ُحوبَادَسْت Eyvah! Aldandık ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur ![]() ![]() ![]() ![]() خَالِقِ خُدْرَا كِه اِينْ هَستِى وَدِيعَه هَسْتْ (Orjinal Sayfa:221) Mâdem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtelâ bedbaht nefsim! Uyan aklını başına al! Nasılki yıldız böceği, kendi ışıkçığına îtimad eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() اَزْآنْ سِرِّى كِه ; نَفْىِ نَفْىْ اِثْبَاتَسْتْ Hem Onun mülküdür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() بَهَاىِ نِىِ كَرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِكَاَهْ دَارَسْتْ Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:222) فَلَمَّآاَفَلَ قَالَ لآَاُحِبُّ اْلآفِلِينَ لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ( لآَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ ) مِنْ خَلِيلِ اللَّهِ İbrahim Aleyhisselâm'dan sudûr ile, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden na'y-i لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ beni ağlattırdı ![]() Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü ![]() ![]() ![]() ![]() İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir Hakîm-i İlâhî'nin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir ![]() Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub ![]() ![]() ![]() Bir matlub ki, gurubda gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin (Orjinal Sayfa:223) alâkasına, fikrin merakına değmiyor ![]() ![]() ![]() ![]() Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem ![]() ![]() ![]() Bir Mâbud ki, zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem ![]() ![]() ![]() ![]() بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ هَذِهِ الْمُنَاجَاةُ تَخَطَّرَتْ فِى الْقَلْبِ هَكَذَا بِالْبَيَانِ الْفَارِسِى يَارَبْ بَشَشْ جِهَتْ نَظَرْ مِيكَرْدَمْ دَرْدِ خُودْرَا دَرْمَانْ نَمِى دِيدَمْ دَرْرَاسْت مِى دِيدَمْ كِه دِى رُوزْ مَزَارِ َدَرِ مَنَسْت وَ رَاهِ اَبَدْ بَدُورِ دِرَازْ بَدِيدَا رَسْتْ وَدَرْحَندِيدَمْكِفَرْدَاقَبْرمَتَسْت و اِيمْرُوزْ تَابُوتِ جِسْمِ ُرْ اِضْطِرَابِ مَنَسْت بَرْسَرِ عُمُزِ جَنَازَهءِ مَنْ ايسْتَادَه اسْت دَز قَدَمْ آبِ خَاكِ خِلْقَتِ منْ و خَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنَسْت نْ دَرْ سَسْ مِينِكَرَمْ بِينَمْ اِينْ دُنْيَاءِ بِى بُنْيَادْ هِيحْ ْ دَرْ هِيحَسْتحُو وَ دَرْ ِييشْ اَنْدَازَهءِ نَظَرْ مِيكُنَمْ دَرِقَبِرْ كُشَادَه اَسْت مَرَا جُزْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى حِيزِى نِيسْت دَرْدَسْت كِه اُو جُزْءْ هَمْ عَجِزْ هَمْ كُوتَاهْ هَمْ كَمْ عَيَارَسْت نَه دَرْ مَاضِى مَجَالِ حُلُولْ نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذَاسْت مَيْدَانِ اُواِينْ زَمَانِ حَالْ وَ يَكْآنِ سَيَّالَسْت بَا اِينْ هَمَه فَقْرَهَا وَ ضَعْفَهَا قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه بَلْكِه هَرْ حِم هَسْتْ , هَسْتْ دَآئِرَهءِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَائِرَهءِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْ كَىِ دَارَسْتْ خَيَالْ كُدَامْ رَسَدْ اِحْتِيَاجْ نِيزْرَسَدْ دَآئِرَهءِ اِقْتِدَارْ هَمْ حُو دَآئِرَهءِ دَسْتِ كُوتَاهِ كُوتَاهَسْت َينْ فَقْرُ و حَاجَاتِ مَا بَقَدَرِ جِهَانَسْت سَرْمَايَهءِ مَا هَمْ ُحو جُزْءِ لاَيَتَجَزَّا اَسْت اِينْ جُزْءِ كُدَامْ وَ اِينْ كَآئِنَاتِ حَاجَاتِ كُدَامَسْت َيسْ دَرْرَاهِ تُوَازْ اِينْجُزُءْ نِيزْنَازْمِىَكُذَشْتَنْ َحارَهءِ مَنْ اَسْت تَا عِنَايَتِ تُودَسْتْ ِكير مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُو َينَاهِ مَنْ اَسْت آنْ كََسْ كِه بَحْرِ بِى نِهَايَتْ رَحْمَتْ يَافْتَ اسْتْ تَكْيَه نَه كُنَدْ بَرْ اِينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَا بَسْت اَيْوَاهْ اِيْنْ زِنْدِ كَانِى هَمْ ُحوخَابَسْت اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْتْ آمَالْ بِى بَقَا آلاَمْ بَبَقَااَسْتْ بِيَا اَىْ نَفْسِ نَافَرْجَامْ وُجُودِ فَانِى خُودْرَا فَدَا كُنْ وَ مُلْكِ اُو وَ اُودَادَهِ فَنَاكُنْ تَا بَقَايَابَدْ خُدَاىِ ُيرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا مِى خَرَدْ اَزْتُو بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُئُونِ اللَّهِ لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمِ اَىْ نَبِىِّ فِى كَلامِ اللَّهِ نَمِى زِيبَاسْتْ اُفُولْدَ هَ كُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ نَمِى اَرْزَدْ غُرُوبْدَه غَيْبْ شُدَنْ مَطْلُوبْ نَمِى خَوَاهَمْ فَنَادَهَ مَحْوْ شُدَنْ مَقْصُودْ نَمِى خَوَانَمْ زَوَالْدَه دَفْنْ شُدَنْ مَعْبُودْ |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#21 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı(Bu sözün iki makamı var ![]() ![]() ![]() BİRİNCİ NOKTA: لاَ َتحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ ِبمَآ اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا ِبمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلاَ َتحْسَبَنَّهُمْ ِبمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ Nefs-i emmâreme bir sille-i tedib: Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâva ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 239) fahr değil, şükürdür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem deme ki: "Ben mazharım ![]() ![]() ![]() Hem deme ki: «Halk içinde ben intihab edildim ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ NOKTA: Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntâzam nebâtatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı Celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar __________________ (Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskat etmesini çok beğendim ve «Bin Bârekâllah» dedim ![]() (Orjinal Sayfa: 240) çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzâr etmektir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in Bâzı tâbiratı bu yüzler ve perdelere göredir ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ NOKTA: اِنْ كُنْتُمْ ُتحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ Mâdem kâinatta hüsn-ü san'at, bilmüşahede vardır ve kat'îdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 241) ve zînet-i Sûret gösteriyor ki: Onların san'atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyîn vardır ve şu irade ve taleb ise; o Sâni'de, ulvî bir muhabbet ve masnu'larında izhar ettiği Kemâlât-ı san'atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel ferd olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister ![]() ![]() ![]() ![]() Şimdi iki levha, iki daire görünüyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte o Sâniin bütün makasıd-ı san'atperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni' ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbub ve makbul olduğu bilbedâhe anlaşılır ![]() Acaba hiç akıl kabûl eder mi ki: Şu güzel masnuatın bu derece san'atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in'amperver san'atkârı, Arş ve Ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, berr ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbir ile perestişkârâne Ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayd kalsın ve Onunla konuşmasın ve alâkadarane Onu Resul yapıp, güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin? Kellâ! Konuşmamak ve Onu Resul yapmamak mümkün değil ![]() * * * (Orjinal Sayfa: 242) [FİRKATLİ VE GURBETLİ BİR ESARETTE, FECİR VAKTİNDE AĞLAYAN BİR KALBİN AĞLAYAN AĞLAMALARIDIR] Seherlerde eser bâd-ı tecelli Seherdir ehl-i zenbin tövbegâhı Uyan ey gözlerim vakt-i seherde İnayet hah zidergâh-ı İlahî Uyan ey kalbim vakt-i fecirde Bikün tövbe, becû gufran zidergâh-ı İlahî بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ âyetinin bir sırrını izah eder ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#22 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Ondokuzuncu Söz sözler 19 ![]() [Risâlet-i Ahmediye'ye Dairdir] وَ لَكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى مُحَمَّدٍ {ع ![]() ![]() Evet şu söz güzeldir ![]() ![]() "ONDÖRT REŞEHAT"ı tâzammun eden Ondördüncü Lem'anın BİRİNCİ REŞHASI: Rabbimizi bize târif eden üç büyük, küllî muarrif var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet, o bürhânın şahs-ı mânevîsine bak: Sath-ı Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() bir müddeaya parmak karıştırsın ![]() (Orjinal Sayfa:244) İKİNCİ REŞHA: O nûrânî bürhân-ı tevhid, nasılki iki cenahın icmâ' ve tevatürüyle teyid ediliyor ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ REŞHA: Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a gideriz ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ REŞHA: Bak! Öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki: Eğer onun o nuranî daire-i hakikat-ı irşadından hariç bir Sûrette kâinata baksan; elbette kâinatın şeklini bir matemhâne-i umumî hükmünde ve mevcûdatı birbirine ecnebi, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevil-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün ![]() ![]() ![]() ![]() _____________________ (Haşiye): Hüseyin-i Cisrî "Risale-i Hamîdiye"sinde yüzondört işârâtı, o kitablardan çıkarmıştır ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:245) BEŞİNCİ REŞHA: Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüât, tebeddülât, tegayyürât mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer Mektûbât-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı Esmâ-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ALTINCI REŞHA: İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u Esmâ-i İlahiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan; böyle baksan -yâni ubûdiyeti cihetiyle- onu bir misâl-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insâniyet, en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin ![]() ![]() ![]() YEDİNCİ REŞHA: İşte bak: Şu cezire-i vasiâda vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref' ederek bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi ![]() ![]() ![]() SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir ![]() (Orjinal Sayfa:246) çük bir himmetle, az bir zamanda ref'edip yerlerine öyle secayâ-yı âliyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sâbit olarak vaz' ve tesbit eyliyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DOKUZUNCU REŞHA: Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir Cemâatte, küçük bir mes'elede, münazaralı bir dâvâda hicabsız, pervasız; küçük, fakat hacaletâver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar câzibedâr, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesâili isbat eder ![]() Bilirsin ki: En ziyade insanı tahrik eden meraktır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:247) ler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz ![]() gibi Sûreleri işit ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ONBİRİNCİ REŞHA: Böyle acib ve muamma-âlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyesi altında elbette ve elbette böyle acaib bizi bekliyor ![]() ![]() ![]() ![]() ONİKİNCİ REŞHA: İşte şu Zât, şu mevcûdat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhân-ı nâtık, bir delil-i sâdık olduğu gibi; haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhân-ı kâtıı, bir delil-i sâtııdır ![]() ![]() ![]() İşte bak: O Zât öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki: Güya şu cezire, belki Arz, Onun âzametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:248) Bak! Hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki: İnsanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan a'lâ-yı illiyyîne, yâni kıymete, bekaya, ulvî vazifeye çıkarıyor ![]() Bak! Hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile istiyor, yalvarıyor ki: Güya bütün mevcûdâta ve Semâvata ve Arşa işittirip, vecde getirip duasına "Âmîn Allahümme âmîn" dedirtiyor ![]() ![]() ![]() ONÜÇÜNCÜ REŞHA: Acaba bütün efâzıl-ı benî-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat ne istiyor? Bak dinle: Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, Lika istiyor, Cennet istiyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Yahu ey hayâlî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz ![]() (Orjinal Sayfa:249) icraatını ve acaib-i vezaifini, yüzden birisine tamamen ihâta edip temaşasında doyamayız ![]() Şimdi gel! Üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız ![]() ![]() Meşhudatımızın tafsilâtını başka vakte ta'lik edip, o mu'ciznümâ ve hidâyet-edâ'ya bir kısım kat'î mu'cizâtına işaret eden bir salavat getirmeliyiz: الْمُتَمَثِّلَةِ بِاِذْنِ الرَّحْمَنِ فِى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ الْهَوَآءِ عِنْدَ قِرَآئَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ الْقُرْاَنِ مِنْ كُلِّ قَارِءٍ مِنْ اَوَّلِ النُّزُولِ آِلَى اَخِرِ الزَّمَانِ وَاغْفِرْلَنَا وَارْحَمْنَا يَآ اِلَهَنَا بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا آمِينَ (Orjinal Sayfa:250) [Şuaat-ı mârifet-ün Nebi namındaki Türkçe bir risalede ve Ondokuzuncu Mektub'da ve şu sözde icmâlen işaret ettiğimiz delâil-i Nübüvvet-i Ahmediyeyi (A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ONDÖRDÜNCÜ REŞHA: Mahzen-i mu'cizât ve mu'cize-i kübrâ olan Kur'an-ı Hakîm; nübüvvet-i Ahmediye (A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte, Rabbimizi bize târif eden Kur'an-ı Hakîm; şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekrârâtındaki lem'a-i i’câza bak ki: Kur'an hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı dâvet olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir ve eblâğdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:251) şe'ni; tekrar ile te'kiddir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer desen: «Acaba neden Kur'an-ı Hakîm felsefenin mevcûdattan bahsettiği gibi etmiyor? Bâzı mesâili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir sûret-i bâsitâne-i zâhirânede söylüyor?» Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatın yolunu şaşırmış onun için ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:252) ki Mûcidleri için bakıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Meselâ Güneşe der: "Döner bir siracdır, bir lâmbadır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() «Güneş, bir kitle-i azîme-i mayia-yi nâriyedir ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:253) kıymette olduğunu anlarsın ![]() ![]() ![]() اَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْفُرْقَانُ الْحَكِيمُ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينََ آمِينَ آمِينَ İHTAR: Arabî Risale-i Nur'da Ondördüncü Reşha'nın Altı Katresi, bâhusus Dördüncü Katre'nin Altı Nüktesi; Kur'an-ı Hakîm'in kırk kadar enva'-ı i'cazından onbeşini Beyân eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى عَلَى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْفُرْقَانُ الْحَكِيمُ مِنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ مِنَ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ عَلَى مَنْ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّوْرَيةُ وَ اْلاِنْجِيلُ وَ الزَّبُورُ وَ بَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ اْلاِرْهَاصَاتُ وَ هَوَاتِفُ الْجِنِّ وَ اَوْلِيَآءُ اْلاِنْسِ وَ كَوَاهِنُ الْبَشَرِ وَ انْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ سَلاَمٍ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ اُمَّتِهِ عَلَى مَنْ جَآئَتْ لِدَعْوَتِهِ الشَّجَرُ وَ نَزَلَ سُرْعَةً بِدُعَآئِهِ الْمَطَرُ وَ اَظَلَّتْهُ الْغمَامَةُ مِنَ الْحَرِّ وَ شَبَعَ مِنْ صَاعٍ مِنْ طَعَامِهِ مِاءَةٌ مِنَ الْبَشَرِ وَ نَبَعَ الْمَآءُ مِنْ بَيْنِ اَصَابِعِهِ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ كَالْكَوْثَرِ وَ اَنْطَقَ اللَّهُ لَهُ الضَّبَّ وَ الظَّبْىَ وَ الْجِذْعَ وَ الذِّرَاعَ وَ الْجَمَلَ وَ الْجَبَلَ وَ الْحَجَرَ وَ الْمَدَرَ صَاحِبِ الْمِعْرَاجِ وَ مَازَاغَ الْبَصَرُ سَيِّدِنَا وَ شَفِيعِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ سَلاَمٍ بِعَدَدِ كُلِّ الْحُرُوفِ الْمُتَشَكِّلَةِ فِى الْكَلِمَاتِ اَللَّهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاَنَ شِفَآءً لَنَا وَ لِكَاتِبِهِ وَ اَمْثَالِهِ مِنْ كُلِّ دَآءٍ وَ مُونِسًا لَنَا وَ لَهُمْ فِى حَيَاتِنَا وَ بَعْدَ مَوْتِنَا وَ فِى الدُّنْيَا قَرِينًا وَ فِى الْقَبْرِ مُونِسًا وَ فِى االْقِيَامَةِ شَفِيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِنُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِتْرًا وَ حِجَابًا وَ فِى الْجَنَّةِ رَفِيقًا وَ اِلَى الْخَيْرَاتِ كُلِّهَا دَلِيلاً وَ اِمَامًا وَ بِفَضْلِكَ وَ جُودِكَ وَ كَرَمِكَ وَ رَحْمَتِكَ يَآ اَكْرَمَ اْلاَكْرَمِينَ وَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ آمِينَ |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#23 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı Yirminci Söz Sözler 20 ![]() Yirminci Söz [İki Makamdır] Birinci Makam وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلآَئِكَةِ اسْجُدُوا ِلاَدَمَ فَسَجَدُوآ اِلآَّ اِبْلِيسَ اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً (ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِىَ كَاْلحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً) Bir gün şu âyetleri okurken İblis'in ilkaatına karşı Kur'an-ı Hakîm'in feyzinden üç nükte ilham edildi ![]() Dedi ki: "Dersiniz: Kur'an mu'cizedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 255) îmandan sonra teslim ve iz'an edilebilir ![]() ![]() ![]() İlham olunan nüktelerin Sûreti şudur: Birinci Nükte: Kur'an-ı Hakîm'de çok hâdisat-ı cüz'iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkinci Nükte: Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebîr'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr sh: » (S: 256) bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misâl bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve zirâatı ahalisinde pek mergub bir Sûrete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan «bakar»ı ve «sevri» mukaddes, belki Mâbud derecesine çıkarmış ![]() ![]() ![]() İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın Risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor ![]() İşte şu hâdise-i cüz'iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gâyet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvî bir i'câz ile Beyân eder ![]() Buna kıyasen bil ki: Kur'an-ı Hakîm'de Bâzı hâdisat-ı tarihiyye Sûretinde zikredilen cüz'î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır ![]() ![]() ![]() Üçünü Nükte: Şu âyeti okurken, müvesvis dedi ki: "Herkese mâlûm ve âdi olan taşların şu fıtrî Bâzı hâlât-ı tabiiyesini, en mühim ve büyük mes'eleler Sûretinde bahis ve Beyânda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyaç var?" Şu vesveseye karşı feyz-i Kur'andan şöyle bir nükte ilham edildi: Evet, münasebet var ve ihtiyaç var ![]() sh: » (S: 257) münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur'anın îcaz-ı mu'cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş ![]() ![]() ![]() Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyade katılaşmıştır ![]() ![]() ![]() ____________________ (Haşiye): Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi Beyân etmek, ancak Kur'an'a yakışır ![]() İşte birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtata analık edip yetiştirdiği gibi, Kudret-i İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor ![]() İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntâzam cevelânına hizmetidir ![]() Üçüncü Vazife-i Fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntâzam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedârlık etmektir ![]() ![]() sh: » (S: 258) Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir Zâtın evâmirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın ucunu gösteriyor ki: «Taleb-i Rü'yet» hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya Bâzı hâdisat-ı arziye Sûretinde tecelliyat-ı Celaliyye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı Celaliyyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebâtata menşe' olur ![]() sh: » (S: 259) lar ![]() ![]() İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz ![]() ![]() Meselâ: İkinci fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ اْلمَآءُ Şu fıkra ile Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın asâsına karşı Kemâl-i şevk ile inşikak edip oniki gözünden oniki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şþþþþöyle bir mânâyı ifham ediyor ve mânen diyor: Ey Benî-İsrail! Bir tek mu'cize-i Musâ'ya (A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem üçüncü fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ Şu fıkra ile Tûr-i Sîna'daki münacat-ı Museviyede (A ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 260) olan dağlar, onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr'u tuttuğunu, hem taleb-i rü'yet hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle onun haşyetinden titremeyip, kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz? Hem birinci fıkrada diyor: وَاِنَّ مِنَ اْلحِجَارَةِ لمَاَ يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ Bu fıkra ile dağlardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evâmir-i tekviniyeye karşı ne kadar hârika-nümâ ve mu'cizevari bir Sûrette mazhar ve müsahhar olduğunu ifham eder ve onunla böyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki: Şöyle azîm ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun ![]() ![]() ![]() ![]() İşte bu sırra işareten bu mânâyı ifade için hadîste rivayet ediliyor ki: «O üç nehrin herbirine Cennet'ten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler ![]() ![]() ![]() ![]() İşte Kur'an-ı Hakîm, şu mânâyı ihtar ile şöyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Kalb katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelâl'in evâmirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedî'nin ziya-yı mârifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır'ınızı Cennet Sûretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi câmid taşların ağızlarından akıtıp mu'cizât-ı kudretini, şevâhid-i vahdâniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazeleri derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dima- sh: » (S: 261) ğına vererek, cin ve insin kulûb ve ukûlüne isale ediyor ![]() İşte şu üç hakikate nasıl bir belâgat giydirilmiş gör ![]() ![]() İşte baştan buraya kadar anladınsa, Kur'an-ı Hakîm'in irşadî bir lem'a-i i'câzını gör, Allah'a şükret ![]() ![]() ![]() اَللَّهُمَّ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ الْقُرْاَنِكَمَاتُحِبُّ وَتَرْضَىوَ وَفِّقْنَا لِحِزِْمَتِهِ آمِينْ بِرَحْمَتِكَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَاَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاَنُ االْحَكِيمُ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ * * * ________________________ (Haşiye): Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi, Dicle'nin en mühim bir şubesi, Van Vilayetinden Müküs nahiyesinde bir kayanın mağarasından çıkıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 262 ) Yirminci Söz'ün İkinci Makamı [Mu'cizât-ı Enbiyâ yüzünde parlayan bir lem'a-i i’câz-ı Kur'an] Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et ![]() وَلاَ وَلاَرَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ Ondört sene evvel, (şimdi otuz seneden geçti) şu âyetin bir sırrına dair İşarat-ül İ'caz namındaki tefsirimde arabiyy-ül ibâre bir bahis yazmıştım ![]() ![]() Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 263) Beşerin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havarik-ı san'at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar ![]() ![]() ![]() Hakîm, şunları mühmel bırakmaz ![]() ![]() Birinci cihet: Mu'cizât-ı Enbiyâ Sûretiyle ![]() ![]() ![]() İkinci kısım şudur ki: Bâzı hâdisat-ı târihiyye Sûretinde işaret eder ![]() (HAŞİYE-1)Keza: فِىا الْفُلْكِ اْلمَشْحُونِ وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ (Haþsiye-2) âyeti, pek çok envara, esrara işaretle beraber elektriğe dahi remz ediyor ![]() ________________________ (Haşiye-1): Şu cümle işaret ediyor ki: Şimendiferdir ![]() ![]() ![]() (Haşiye-2):يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ cümlesi, o remzi ışıklandırıyor ![]() sh: » (S: 264) ediyor ![]() ![]() Birinci kısım ise, mu'cizât-ı Enbiyâ Sûretinde işaret ediyor ![]() ![]() MUKADDEME: İşte Kur'an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın Cemâatlerine terakkiyat-ı mâneviye cihetinde birer pişdâr ve imam gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye sûretinde dahi o enbiyanın herbirisinin eline bâzı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstâd etmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Evet mâdem Kur'anın herbir âyeti, çok vücuh-u irşadî ve müteaddid cihat-ı hidâyeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâgat ittifak etmişler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 265) Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesi olarak teshir-i havayı Beyân eden: وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ âyeti; «Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesâfeyi kat'etmiştir» der ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesini Beyân eden: Hem meselâ: Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesine dair: sh: » (S: 266) dermanı mümkündür ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyatından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor ![]() Hem meselâ Hazret-i Davud Aleyhisselâm hakkında: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm hakkında: وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ االْقِطْرِ âyetleri işaret ediyorlar ki: Telyin-i hadid, en büyük bir nimet-i İlahiyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() «Ey benî-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; Herşeyi kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 267) |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#24 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatıkuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm taht-ı Belkîs'i yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: «Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hâzır ederim» olan hâdise-i hârikaya delâlet eden şu âyet: «Ey ehl-i saltanat! Adâlet -i tâmme yapmak isterseniz; Süleymanvari, rûy-i zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız ![]() ![]() sh: » (S: 268) mişim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() deki ferman-ı Rahmanîyi dinleyiniz ![]() ![]() Hem meselâ: Yine Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervâh-ı habiseyi teshîr edip, şerlerini men ve umûr-u nafiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ ilâ âhir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte beşerin, san'at ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassasiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli Sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açıyor ![]() sh: » (S: 269) değil, belki tılsımat-ı Kur'aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır ![]() Hem temessül-ü ervâha işaret eden Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler, hem فَاَرْسَلْنَآ اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا misillü Bâzı âyetler, ruhânîlerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i ervâha dahi işaret ediyorlar ![]() ![]() Hem meselâ: Hazret-i Davud Aleyhisselâm'ın mu'cizelerine dair: âyetler delâlet ediyor ki: Cenâb-ı Hak, Hazret-i Davud Aleyhisselâm'ın tesbihâtına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir edâ vermiştir ki: Dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup; bir daire olarak tesbihat ediyorlardı ![]() Evet hakikattır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 270) İşte Hazret-i Davud Aleyhisselâm'a Risâletiyle beraber hilâfet-i rûy-i zemini müstesna bir Sûrette ona verdiğinden, o geniş Risâlet ve muazzam saltanata lâyık bir mu'cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki; çok büyük dağlar; birer nefer, birer şâkird, birer mürid gibi Hazret-i Dâvud'a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelâl'e tesbihat ediyorlardı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() sh: » (S: 271) parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder ![]() «Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adâletine medâr olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona müsahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvanatımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesi hakkında olan قُلْنَا يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَسَلاَمًا عَلَى اِبْرَاهِيمَ âyetinde üç işaret-i lâtife var: Birincisi: Ateş dahi, sâir esbab-ı tabiiye gibi kendi keyfiyle, tabiatıyla, körükörüne hareket etmiyor ![]() ![]() İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, bürudetiyle ihrâk eder ![]() ![]() (Haşiye): Bir tefsir diyor: سَلاَمًا demese idi, bürudetiyle ihrak edecekti ![]() sh: » (S: 272) zıyla bürudete diyor ki: «Sen de hararet gibi bürudetinle ihrak etme ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men'edecek ve eman verecek îmân gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü; dünyevî ateşinin dahi tesirini men'edecek bir madde-i maddiyye vardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: وَعَلَّمَ اَدَمَ اْلاَسْمَآءَ كُلَّهَا «Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilafet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, tâlîm-i esmâdır» diyor ![]() ![]() sh: » (S: 273) hüccet olarak, bütün Esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi mâdem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem Şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün Kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havarik-ı sun'iyeyi «tâlim-i esmâ» ünvanıyla ifade ve tâbir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvî var ki: Herbir Kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlahîye dayanıyor ![]() ![]() ![]() Meselâ: Hendese bir fendir ![]() ![]() Meselâ: Tıb bir fendir, hem bir san'attır ![]() ![]() Meselâ: Hakikat-ı mevcûdâttan bahseden Hikmet-ül Eşya, Cenâb-ı Hakk'ın (Celle Celalühü) «İsm-i Hakîm»inin tecelliyat-ı kübrâsını müdebbirâne, mürebbiyâne; eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu sh: » (S: 274) hikmet hikmet olabilir ![]() ![]() İşte sana üç misâl ![]() ![]() ![]() ![]() İşte Kur'an-ı Hakîm, şu âyetle beşeri, şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek «Haydi arş ileri» diyor ![]() ![]() Hem meselâ: Hâtem-i divân-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu'cizeleri onun dâva-i Risâletine birtek mu'cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâ-bihil iftiharı ve Hazret-i Âdem'e (Aleyhisselâm) icmâlen tâlim olunan bütün esmânın bütün merâtibiyle tafsilen mazharı (Aleyhissalâtü Vesselâm) yukarıya celâl ile parmağını kaldırmakla şakk-ı Kamer eden ve aşağıya cemâl ile indirmekle yine o parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu'cizât ile Mûsaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mu'cize-i kübrâsı olan Kur'an-ı Hakîm'in vücuh-u i'câzının en parlaklarından olan hak ve hakikata dair Beyânâtındaki cezâlet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyyet, üslûblarındaki ulviyyet ve halâveti ifade eden: gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu'cize-i ebediyenin vücuh-u i’câzından en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Sâir Enbiya Aleyhimüsselâm'ın mu'cizâtları, birer havarik-ı san'ata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın sh: » (S: 275) mu'cizesi ise; esâsat-ı san'at ile beraber, ulûm ve fünunun, havarik ve Kemâlâtının fihristesini bir Sûret-i icmâlîde işaret ediyor ve teşvik ediyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Kur'anın ekser âyetleri, herbiri birer hazine-i Kemâlâtın anahtarı ve birer define-i ilmin miftahıdır ![]() Eğer istersen Kur'anın semâvatına ve âyâtının nücumlarına yetişesin; geçmiş olan yirmi aded Sözleri, yirmi basamaklı (Haşiye-1) bir merdiven yaparak çık ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Netice: Mâdem enbiyaya dair olan âyetler, şimdiki terakkiyat-ı beşeriyenin hârikalarına birer nevi işaretle beraber, daha ilerideki hududunu çiziyor gibi bir tarz-ı ifadesi var ve mâdem herbir âyetin müteaddid mânâlara delâleti muhakkaktır, belki müttefekun aleyhtir ve mâdem enbiyaya ittiba etmek ve iktida etmeye dair evâmir-i mutlaka var ![]() ![]() (Haşiye-1): Belki otuzüç aded Sözleri, otuzüç aded Mektubları, otuzbir Lem'aları, onüç Şuaları; yüzyirmi basamaklı bir merdivendir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#25 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur KülliyatıYirmibirinci Söz [İki Makamdır] Birinci Makam اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: «Namaz iyidir ![]() ![]() ![]() O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tenbellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil «beş ikaz»ı benden işit ![]() Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat'î senedin var mı ki, gelecek seneye belki yarına kadar (Orjinal Sayfa: 280) kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ İKAZ: Ey şikem-perver nefsim! Acaba hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Mâdem vermiyor; çünki ihtiyaç tekerrür ettiğinden, usanç değil belki telezzüz ediyorsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ İKAZ: Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibâdet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini, bugün düşünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misâlin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sağ cenâha gönderir, merkezi zayıflaştırır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 281) Geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş; elemi gitmiş, lezzeti kalmış ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ İKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 282) BEŞİNCİ İKAZ: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımatını tedârikte iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer desen: «Beni namazdan ve ibâdetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Birinci Mâden: Bütün bağındaki (Haşiye) yetiştirdiğin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebâtın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyyet ile, bir hisse alıyorsun ![]() İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese ___________________________ (Haşiye): Bu makam, bir bağda bir zâta bir derstir ki, bu tarz ile Beyân edilmiş (Orjinal Sayfa: 283) -hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun- sana bir sadaka hükmüne geçer ![]() ![]() ![]() ![]() İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hâsâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa'ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalır, iflâs eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 284) -envârından bir nûrû, senin kalbine serper ![]() ![]() ![]() Sakın deme: «Benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa: 285) Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı [Kalbin beş yarasına beş merhemi tâzammun eder ![]() قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ Ey maraz-ı vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() BİRİNCİ VECİH - Birinci Yara: Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 286) Bak ey bîçare vesveseli adam! Telâş etme ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ VECİH: Budur ki: Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, Sûretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan Sûretleri giyerler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Dinle ey bîçâre! Nasılki, senin namazın edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ VECİH:Budur ki: Eşya mabeynlerinde, Bâzı münasebât-ı hafiyye bulunur ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 287) gibi, «Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ VECİH: Amelin en iyi Sûretini taharriden neş'et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i Îtizale lâyıktır ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 288) Sûrette yapılmış mıdır?» Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat derler ki: «Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkinci merhem: Dinde harec yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() BEŞİNCİ VECİH: Mesâil-i îmâniyede şübhe Sûretinde gelen vesvesedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 289) cevelânını ve tedkikatını ve bîtarâfâne muhakemesini, hilâf-ı îmân zanneder ![]() ![]() ![]() Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 290) neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhûre; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir ![]() Eğer desen: Bu derece mü'minlere muzır ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize belâ olmuş?" Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#26 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur KülliyatıYirmiikinci Söz [İki makamdır] Birinci Makam وَيَضْرِبُ اللَّهُ اْلاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ وَ تِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 292) O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: «Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntâzam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu Mûsanna sarayın bir ustası vardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() BİRİNCİ BüRHâN Gel her tarafa bak, herşeye dikkat et! Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor ![]() __________________ (Haşiye-1): Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir ![]() (Orjinal Sayfa: 293) veti olmayan bir çekirdek küçüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ BÜRHÂN Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ BÜRHÂN Gel, bu müteharrik antika (Haşiye-5) san'atlarına bak! Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; âdeta bu koca sarayın bir küçük __________________________ (Haşiye-2): Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayan üzüm çubukları gibi nazenin nebâtatın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir ![]() (Haşiye-3): Tohuma işarettir ![]() ![]() (Haşiye-4): Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeye işarettir ![]() (Haşiye-5): Hayvanlara ve insanlara işarettir ![]() (Orjinal Sayfa: 294) nüshasıdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ BÜRHÂN Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ______________________ (Haşiye-6): Makine, meyvedâr ağaçlara işarettir ![]() ![]() ![]() (Haşiye-7): Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 295) Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır ![]() ![]() BEŞİNCİ BÜRHÂN Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san'atlarını tefekkür et! İşte bak: Eğer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sâir şuursuz sebeblere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit ya bu memleketin herbir taşı, herbir otu, öyle mu'ciznümâ nakkaş, öyle bir hârikulâde kâtib olması lâzımgelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san'atı dercedebilsin ![]() ![]() ![]() ![]() Mâdem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ALTINCI BÜRHÂN Gel, bu geniş ovaya çıkacağız (Haşiye-9) ![]() ![]() ![]() ![]() ________________________ (Haşiye-8): Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının proğramını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir ![]() ![]() ![]() (Haşiye-9): Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 296) Çünki bu acib memlekette, acib işler oluyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() YEDİNCİ BÜRHÂN Ey arkadaş gel! Şimdi bu cüz'iyatı bırakıp, saray şeklindeki bu acib âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye-10): Umum hayvanatın erzakını taşıyan, nebâtat ve eşcar kafileleridir ![]() (Orjinal Sayfa: 297) leri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() SEKİZİNCİ BÜRHÂN Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun! Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye-11): O azîm elektrik lâmbası, Güneş'e işarettir ![]() (Haşiye-12): İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir ![]() (Haşiye-13): İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir ![]() (Haşiye-14): Unsurlar, madenler ise pek çok muntâzam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbanî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlahî ile herbir yere giren, meded veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuat-ı İlahiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir ![]() (Orjinal Sayfa: 298) yapılan şeyler de onundur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir ![]() ![]() ![]() İşte ey arkadaş! Mâdem şu memlekette, yâni şu saray-ı muh (Orjinal Sayfa: 299) teşemde bir birlik alâmeti vardır; bir vahdet sikkesi var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye-15): Kalınca bir ip, meyvedâr ağaca; binler ipler ise, dallarına ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksamına ve meyvelerin enva'ına işarettir ![]() DOKUZUNCU BÜRHÂN Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() __________________ (Haşiye-16): Konserve kutusu; kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir ![]() ciznümâsından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık ![]() Evet bütün istib'âd, müşkilât, suubet, helâket belki muhâliyet, onu tanımamaktadır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Aynen bu iki misâl gibi: Şu muntâzam sarayda, şu mükemmel şehirde, şu müterakki memlekette, şu muhteşem âlemde, bütün bu şeylerin icadı birtek zâta verildiği vakit o kadar kolay olur, o kadar hiffet peyda eder ki; gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzuliyyete ve sehavete sebebiyet verir ![]() ![]() ![]() ![]() ONUNCU BÜRHÂN Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! Onbeş gündür (Haşiye-17) biz buradayız ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye-17): Onbeş gün, sinn-i teklif olan onbeş seneye işarettir ![]() (Haşiye-18): Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmanî sofralar serilir, değişirler ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 301) zında mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir ![]() ![]() ![]() ![]() Halbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor ![]() ![]() ![]() ![]() ONBİRİNCİ BÜRHÂN Gel ey arkadaş! Şimdi sana geçmiş olan on bürhân kuvvetinde kat'î bir bürhân daha göstereceğim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() _______________________ (Haşiye-19): Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadet'e işarettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Haşiye-20): Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine baliğ olan mu'cizât-ı Ahmediyedir ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 302) öğren ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nuranî ve muhteşem ve pek ciddî zâtın bütün kuvvetiyle bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir Zât-ı Mu'ciznümâdan ve zikrettiği evsafından ve tebliğ ettiği evâmirinde, hiçbir vecihle hilaf ve hile bulunabilir mi! Bunda hilâf-ı hakikat kabilse; şu sarayı, şu lâmbaları, şu Cemâati hem vücudlarını, hem hakikatlarını tekzib etmek lâzım gelir ![]() ![]() ![]() ![]() ________________________ (Hâşiye-21): Mühim lâmba Kamer'dir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş ![]() ![]() ![]() (Haşiye-22): Büyük bir nur lâmbası Güneş'tir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden Güneş'in görünmesi, kucağında Peygamber'in (A ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#27 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur Külliyatı(Orjinal Sayfa: 303) ONİKİNCİ BüRHâN Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün onbir bürhân kuvvetinde bir bürhân daha göstereceğim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Elhasıl: O Ferman-ı âzam, güneş gibi O Zât-ı âzam'ı gösterir; kör olmayan görür ![]() İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise, bu kadar kâfi ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Tevhîdin hakikât-ı uzmâsına ve «Amentü Billâh» îmanına işaret eden hikâye-i temsiliye tamam oldu ![]() ![]() * * * _____________________ (Haşiye-23): Nuranî ferman Kur'ana ve üstündeki turra ise i’câzına işarettir ![]() (Orjinal Sayfa: 304) Yirmiikinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme اَللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَوَاتِ وَ اْلاَرْضِ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَآئِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ مَا مِنْ دَآبَّةٍ اِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ Erkân-ı imâniyenin kutb-u âzamı olan îmân-ı billaha dair «Katre Risalesi»nde, şu mevcûdâtın herbirisi, ellibeş lisanla Cenâb-ı Hakk'ın vücub-u vücûduna ve vahdâniyetine delâlet ve şehadetlerini icmâlen Beyân etmişiz ![]() (Orjinal Sayfa: 305) herbirisi bin bürhân kuvvetinde dört bürhân-ı küllî zikretmişiz ![]() ![]() ![]() BİRİNCİ LEM'A: Tevhid iki kısımdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir ![]() Biri: Tevhid-i âmi ve zâhirîdir ki, «Cenâb-ı Hak birdir, şeriki nazîri yoktur, bu kâinat onundur ![]() İkincisi: Tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp Onun birliğine ve her şey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir ![]() ![]() Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 306) ki, âyinenin parlak yüzüne benzer ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem esbab-ı zâhiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvaları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlak'a tevcih etmemek için, o şekvalara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz'edilmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İKİNCİ LEM'A: Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et! ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 307) herşey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak'ın işidir ![]() ![]() ![]() İşte eğer aklın sönmemiş ise, kalbin kör olmamış ise anlarsın ki; bir şeyi kemâl-i sühulet ve intizâmla herşey yapan ve herşeyi kemâl-i mizan ve intizâmla san'atkârane birtek şey yapan, herşeyin Sâniine has ve Hâlık-ı Küll-i Şey'e mahsus bir sikkedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte hayat üstündeki çok sikkelerden birtek sikke ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ LEM'A: Bak, şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcûdât-ı seyyarede cevelan eden zîhayatlara! Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyum'un koyduğu çok hâtemleri vardır ![]() ![]() ![]() ![]() İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki: Bir kelime-i kudreti, meselâ «bal arısını» ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede meselâ «insanda» şu kitab-ı kâinatın ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada meselâ küçücük «incir çekirdeğinde» koca incir ağacının proğramını dercetmek ve bir harf- (Orjinal Sayfa: 308) de meselâ «Kalb-i beşerde» şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihâta eden bütün Esmânın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan «Kuvve-i hâfıza-i insâniyede» bir kütübhane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlık-ı Küll-i Şey'e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelâl'ine mahsus bir hâtemdir ![]() İşte zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbanîden birtek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen: سُبْحَانَمَنِاخْتَفَىبِشِدَّةِالظُّهُورِ demeyecek misin? DÖRDÜNCÜ LEM'A: Bak, şu semâvatın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcûdâta ve çeşit çeşit masnuata dikkat et! Göreceksin ki; herbiri üstünde Şems-i Ezelî'nin taklid kabûl etmez turraları vardır ![]() ![]() ![]() ![]() Meselâ, Güneş Seyyarelerden tut tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve kar'ın parlak zerreciklerine kadar şu Güneş'in misâliyesinden ve in'ikâsından bir turrası, Güneş'e mahsus bir eser-i nurânisi görünüyor ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 309) ve kâinatı idare edecek bir İrade-i mutlaka onda mevcûd olduğunu, belki Vâcib-ül Vücud'a mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabûl etmek, âdeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir Ulûhiyet vermek gibi dalaletin en eblehçesine, hurafatın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir ![]() ![]() ![]() ![]() İşte eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlak'ın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlak'tan kesilse; o vakit o zerreye, herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır ![]() Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, Güneş'in cilve-i aksine ve in'ikâsının tecellisine verilmezse, birtek Güneş'e mukabil nihayetsiz güneşleri kabûl etmek lâzım gelir ![]() ![]() ![]() Elhasıl: Herbir zerreden üç pencere, Şems-i Ezelî'nin nur-u Vahdâniyetine ve Vücub-u Vücuduna açılır ![]() Birinci Pencere: Herbir zerre; bir nefer gibi askerî dairelerinin herbirinde, yâni takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda herbirisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizâmı dairesinde bir hareketi olduğu gibi ![]() ![]() ![]() Hem meselâ: Senin gözbebeğindeki o câmid zerrecik dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i Mûsavvire gibi deveran-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerâyin ve sâir âsâblarda, hem senin nev'inde, ilâ âhir ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 310) İkinci Pencere: Havadaki herbir zerre, herbir çiçeği, herbir meyveyi ziyaret edebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Zâten eşyanın asıl menşe'leri, şu dört maddedir: Yeni hikmetle müvellid-ül ma, müvellid-ül humuza, karbon, azottur ki, bu anasır evvelki unsurların eczalarıdır ![]() Üçüncü Pencere: Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtatın neşv ü nemasına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtatın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellid-ül mâ, müvellid-ül humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf mânevî olarak aslının proğramı tevdi edilmiş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 311) yere atar ![]() ![]() Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sâni'a iki şahid-i sadık daha var ![]() ![]() ![]() Evet herbir zîhayatta; biri Ehadiyet sikkesi, diğeri Samediyet turrası bulunuyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hem o hal gösteriyor ki: Onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmez ![]() ![]() ![]() ![]() Demek herbir zîhayatta; bir Sikke-i Ehadiyet, bir Turra-i Samediyet vardır ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 312) Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi ![]() Mâdem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcib-ül Vücud'un vahdâniyetine açıyor, zerreden tâ Şemse kadar tabakat-ı mevcûdât, Zât-ı Zülcelâl'in envar-ı mârifetini ne Sûretle neşrettiğini kıyas edebilirsin ![]() İşte mârifetullahta terakkiyat-ı mâneviyyenin derecatını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et ![]() BEŞİNCİ LEM'A: Nasılki bir kitab eğer yazma ve mektub olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer tabiata ve esbaba isnad etsen, imtina derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir vehim kabûl etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki; tabiat için herbir cüz' toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca mâdenî matbaalar ve hadsiz mânevî fabrikalar bulunması lâzım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 313) Elhasıl: Nasıl bir kitabın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir Sûretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile târif eder ve çok cihetlerle gösterir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ALTINCI LEM'A: Hâlık-ı Zülcelâl'in nasılki mahlukatının her bir ferdinin başında ve masnuatının herbir cüz'ünün cebhesinde, ehadiyetinin sikkesini koymuştur ![]() ![]() ![]() ![]() Nakkaş-ı Ezelî, zeminin yüzünde yaz, bahar zamanında en az üçyüzbin nebâtat ve hayvanatın enva'ını, nihayetsiz ihtilat, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gâyet derecede intizâm ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zâhir ve bâhir parlak bir sikke-i tevhiddir ![]() ![]() (Orjinal Sayfa: 314) Evet zeminin diriltilmesinde, üçyüz bin haşrin nümunelerini, birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya; elbette insanın haşri ona göre kolay gelir ![]() Şu zeminin yüzünde yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Meselâ: O Rahîm-i Zülcemâl'in bağistan-ı kereminden, mu'cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım: Yüz (Orjinal Sayfa: 315) ellibeş çıktı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() YEDİNCİ LEM'A: Bak, nasıl sahife-i Arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samed'in hâtemlerini az dikkatle görebilirsin ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte şu kâinat içinde câri olan bu tesanüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teânuk, bu müsahhariyyet, bu intizâm, birtek Müdebbir'in tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbi'nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat'iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san'at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tâmme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vasia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayata onun hacetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iaşe-i umumî, öyle parlak bir Hâtem-i Tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür ![]() (Orjinal Sayfa: 316) miştir ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in'am ve ikram etmek lem'alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u rubûbiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir ![]() Evet şu mevcûdât, zerrelerden güneşlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun büyük olsun, semerat ve gayâtla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nümâ Sûret gömleği üstünde lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in'am lem'alarıyla münevver, rahmet nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hacetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur ![]() ![]() Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır? Evet, bir ferd rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki: Bütün mevcûdât-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun cüz'î olsun, küll olsun cüz' olsun; vücudunda, bekasında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#28 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur KülliyatıYirmiüçüncü Söz [Şu sözün iki mebhası vardır ![]() لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ Birinci Mebhas İmanın binler mehâsininden yalnız beşini "BEŞ NOKTA" içinde Beyân ederiz ![]() BİRİNCİ NOKTA: İnsan, nur-u îmân ile a'lâ-yı illiyyîne çıkar; Cennet'e lâyık bir kıymet alır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:325) madde îtibariyle olur ![]() ![]() Bu sırrı bir temsil ile Beyân edeceğiz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte insan, Cenâb-ı Hakk'ın böyle antika bir san'atıdır ve en nazik ve nâzenin bir mu'cize-i kudretidir ki; insanı, bütün Esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinata bir misâl-i Mûsaggar Sûretinde yaratmıştır ![]() Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer kat'-ı intisabdan ibaret olan küfür, insanın içine girse; o vakit bütün o mânidar nukuş-u Esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:326) İKİNCİ NOKTA: İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektûbât-ı Samedâniyeyi okutturuyor ![]() ![]() ![]() ![]() Bir vakıa-i hayâliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var birbirine mukabil ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:327) hayvanat-ı ehliye olduğunu gördüm ![]() ![]() İşte o iki dağ; mebde-i hayat, âhir-i hayat ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte enaniyetine îtimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına mübtelâ olan adam; o vâkıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd mâlûmât ile zaman-ı mâziyi, bir mezar-ı ekber Sûretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:328) mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ NOKTA: İman hem nurdur, hem kuvvettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() değildir ![]() ![]() Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:329) senden razı olsun ![]() ![]() ![]() İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ NOKTA: İman, insanı insan eder ![]() ![]() ![]() ![]() Şu mes'elenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o mes'eleye vâzıh bir delildir ve bir bürhân-ı kâtî'dır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:330) Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir ![]() ![]() ![]() Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a'danın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, îmândan sonra «dua»dır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() BEŞİNCİ NOKTA: İman duayı bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insâniyye, onu şiddetle istediği gibi; Cenâb-ı Hak dahi «Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?» mealinde Eğer desen: «Bir çok defa dua ediyoruz, kabûl olmuyor ![]() ![]() ![]() ![]() Elcevab: Cevab vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:331) sini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Cevap : Risale-i Nur Külliyatı |
![]() |
![]() |
#29 |
meLankoLik_asaLet
|
![]() Cevap : Risale-i Nur KülliyatıHem, dua bir ubûdiyyettir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ubudiyyet ise, hâlisen livechillah olmalı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:332) birisi o ihtiyâc-ı fıtrî lisanıyla Cevvad-ı Mutlak'tan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde Bâzı metâlibi istiyorlar ![]() ![]() ![]() Dördüncü nevi ki; en meşhurudur, bizim duamızdır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, â'lâ-yı illiyyîn-i insâniyete çık ![]() ![]() ![]() ![]() * * * (Orjinal Sayfa:333) İkinci Mebhas İNSANIN SAADET VE ŞEKAVETİNE MEDâR BEŞ NÜKTEDEN İBARETTİR ![]() [İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gâyet câmi' bir istidad verildiği için; esfel-i sâfilînden tâ a'lâ-yı illiyyîne, ferşten tâ arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu'cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san'at olarak şu dünyaya gönderilmiştir ![]() ![]() BİRİNCi NÜKTE: İnsan, kâinatın ekser enva'ına muhtaç ve alâkadardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:334) İşte ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın ![]() ![]() ![]() ![]() Evet ey insan! Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Meselâ: Küfür bir fenalıktır, bir tahribdir, bir adem-i tasdiktir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:335) Elhasıl: Nefs-i emmâre tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinâyet işleyebilir, fakat îcad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz'îdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte ey gafil insan! Bak Cenâb-ı Hakk'ın fazlına ve keremine! Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adâlet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bâzan yetmiş, bâzan yediyüz, bâzan yedi bin yazar ![]() ![]() ![]() İKİNCİ NÜKTE: İnsanda iki vecih var ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İkinci vecih îtibariyle ve bilhassa ubudiyyete müteveccih acz ve fakr cihetinde pek büyük bir vüs'ati var ![]() ![]() ![]() ![]() Evet insan bir çekirdeğe benzer ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:336) olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, îmânın ziyâsıyla ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur'aniyeyi imtisâl edip cihâzât-ı mânevîyyesini hakikî gayelerine tevcih etse, elbette âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet'te hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikât-ı dâimenin cihâzâtına câmi' kıymettar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır ![]() Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyyet ile meşgul olmaktadır ![]() ![]() Ben büyük bir şehre giriyorum ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:337) ya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte o vakıa-i hayaliyyeyi sana tâbir edeceğim ![]() ![]() İşte o şehir ise, hayat-ı içtimaiyye-i beşeriye ve medine-i medeniyyet-i insâniyyedir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ÜÇÜNCÜ NÜKTE: İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa'y-i maddî itibariyle zaîf bir hayvandır, âciz bir mahluktur ![]() (Orjinal Sayfa:338) ki daire-i tasarrufatı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki; elini uzatsa ona yetişebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte eğer insan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyyeyi gaye-i hayâl ederek derd-i maişet içinde muvakkat Bâzı lezzetler için çalışsa, gâyet dar bir daire içinde boğulur gider ![]() ![]() Ve dâvacı olacaklardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Demek Ahsen-i Takvim Sûretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikr etse; yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı dü- (Orjinal Sayfa:339) şer ![]() ![]() ![]() Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip «Mahsus bir kumaştan bir kat elbise yaptır» emreder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Aynen onun gibi: İnsandaki cihazat-ı mâneviye ve letâif-i insâniye ki, herbirisi hayvana nisbeten yüz derece inbisat etmiş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:340) de imdadat-ı Rahmâniyyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyyenin mu'cizâtını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir ![]() Ey dünya-perest ve hayat-ı dünyeviyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvimden gafil insan! Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatını bir vâkıâ-i hayâliyyede Eski Said görmüş ![]() Gördüm ki, ben bir yolcuyum ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Birden o hâl değişti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:341) deliklere adamlar atılıyorlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Ayıldım ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte o vâkıâ-i hayâliyyeyi, -Allah hayr etsin- bir-iki kısmını ben tâbir edeceğim, sâir cihetleri sen kendin tâbir et ![]() O yolculuk ise; âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebed-ül âbâd tarafına bir yolculuktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() DÖRDÜNCÜ NÜKTE: İnsan şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() (Orjinal Sayfa:342) lana saldırtır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Nasılki nazdar bir çocuk ağlâmasıyla, ya istemesiyle, ya hazîn haliyle matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona müsahhar olurlar ki; o matlublardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez ![]() ![]() ![]() İşte insan dahi Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı nimet Sûretinde Kârun gibi اِنَّمَااُوتِيتُهُعَلَىعِلْمٍ yâni: «Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım» dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder ![]() ![]() ![]() ![]() Ey insan! Mâdem hakikat böyledir; gururu ve enaniyyeti bırak ![]() ![]() ![]() Hem deme ki: «Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?» (Orjinal Sayfa:343) Çünki sen çendan, nefsin ve Sûretin itibariyle hiç hükmündesin ![]() ![]() Evet ey insan! Sen, nebatî cismâniyyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sagîr bir cüz, hakir bir cüz'î, fakîr bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcûdât-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun ![]() ![]() ![]() ![]() Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin ![]() ![]() BEŞİNCİ NÜKTE: İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İşte insan, şu kâinata geldikten sonra «iki cihet ile» ubûdiyeti var: Bir ciheti; gaibane bir Sûrette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var ![]() ![]() Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı rubûbiyyeti, itaatkârane tasdik edip Kemâlâtına ve mehâsinine hayretkârane nezaretidir ![]() Sonra, Esmâ-i Kudsiye-i İlahiyenin nukuşlarından ibaret olan bedi' san'atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır ![]() (Orjinal Sayfa:344) Sonra, herbiri birer gizli hazine-i mâneviye hükmünde olan Esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrâk terazisiyle tartmak, kalbin kıymet-şinaslığı ile takdirkârane kıymet vermektir ![]() Sonra kalem-i kudretin mektâbatı hükmünde olan mevcûdât sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârane tefekkürdür ![]() Sonra, şu mevcûdâttaki zînetleri ve lâtif san'atları istihsankârâne temaşa etmekle onların Fâtır-ı Zülcemâl'inin mârifetine muhabbet etmek ve onların Sâni'-i Zülkemâl'inin huzuruna çıkmağa ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır ![]() İkinci Vecih, huzur ve hitab makamıdır ki; eserden müessire geçer, görür ki: Bir Sâni'-i Zülcelâl, kendi san'atının mu'cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister ![]() ![]() Sonra görür ki: Bir Rabb-ı Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister ![]() ![]() Sonra görüyor ki: Bir Mün'im-i Kerîm, maddî ve mânevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor ![]() ![]() Sonra görüyor ki: Bir Celil-i Cemil, şu mevcûdâtın âyinelerinde kibriyâ ve Kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı dikkati celbediyor ![]() ![]() Sonra görüyor ki: Bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehavet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor ![]() ![]() Sonra görüyor ki: O Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış ![]() ![]() ![]() Sonra görüyor ki: Bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklid edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcûdâta damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor ![]() (Orjinal Sayfa:345) yor ![]() ![]() İşte bu çeşit ibâdat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir ![]() ![]() Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû'-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gâfil! Beni dinle ![]() Birinci Levha: Ehl-i dalâlet gibi, fakat sarhoş olmadan gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatını tasvir eder ![]() İkinci Levha: Ehl-i hidâyet ve huzûrun hakikat-ı dünyalarına işaret eder ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|