Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#16 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBİLYEGÖZ  Develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken, yani çok, ama çok eskiden, Kafdağı yamaçlarına kurulu bir memleket varmış    Her yanında dereler çağlar, pınarlar ağlarmış o memleketin  Zümrüt gibi uzanan kırları, binbir yemişle dolu meyve bahçeleri görülmeğe değermiş  Kral Bilyegöz hüküm sürermiş orada  Doğru su garip bir adammış kral  Sarayından çıkıp gezmez, karısı ve biricik kızından başka kimseyle konuşmazmış  Sinirli sinirli dolaşır, bilye gibi küçük gözlerini sağa sola çevirerek anlaşılmaz sözler söylermiş  Diken üstünde oturuyor gibi rahat sız ve mutsuzmuş  Kimse yüzünün güldüğünü görmezmiş  Yüreğinde öylesine büyük bir hastalık varmış ki; onu hiçbir hekimin tedavi etmesi mümkün değilmiş  Çünkü "altın hastalığı" denilen garip bir derde tutulmuş Kral    Aklı fikri daima altınlarda imiş  Zamanlı zamansız kalkar, bodruma iner, hazinelerini kontrol edip, saatlerce orada durur da zamanın nasıl geçtiğini fark etmezmiş  Kocaman avuçlarına altınlarını doldurur, onları çocuğunu sever gibi öpüp okşar, bıkmadan usanmadan defalarca sayarmış  Karısı ve kızı onun bu haline çok üzülür, bazı günler ona: " Siz bu ülkenin kralısınız![]() ![]()   Her türlü zenginliğe sahip kudretli bir insansınız  Altınlara karşı böyle hastalık derecesine varan ilginiz bir felakete sebep olabilir  Hiç olmazsa bazı günler sarayın bahçesine inip açık havada dolaşın  Bir çiçek cennetini andıran bahçenizde gezerseniz belki gönlünüz aydınlanır " derlermiş  Kral Bilyegöz gülüp geçermiş onlara![]() ![]()   Sözleri bir kulağından girer,öbüründen çıkarmış  Bir sabah erkenden uyanmış  Pencereyi açıp dışarı bakmış  Çiçek açmış ağaçların yanında yemyeşil uzanan setlere çiğ yağdığını görmüş  Her şey öylesine güzel ve iç açıcıymış ki Kral Bilyegöz bir lahza altınlarını unutup bahçeye çıkmayı düşünmüş  Karşıdaki nar ağacı üzerinde öten bülbül onu hayata çağırıyor gibiymiş  Süratle giyinip kapıya yürümüş  Ayakları altında gıcır gıcır sesler çıkaran mermer salonları hızla geçmiş  Merdivenleri inip çıkış kapısına yönelmiş  Birden yüreğini kaplayan o hain hastalık ses vermiş: "Dur, bahçeye çıkma! Çıkacaksan bile altınlarını yanına al![]() ![]()  " diyormuş bu ses  Bilyegöz bu sesi susturamayacağını anlayınca hemen dönüp hazinelerinin bulunduğu mahzene koşmuş    Kalın ve ağır kapıları bir bir açıp altınlarına erişmiş  Koltuğuna sığabilen, içi mücevher dolu işlemeli bir kutuyu kapıp çıkmış  Az sonra güneşin yavaş yavaş ısıtmağa başladığı o muhteşem bahçenin içine girmiş  Çiçek tarhlarının, gül fidanlarının, lale setlerinin arasında dolaşmağa başlamış  Uzun bir süre gezinmiş  Fakat gördüğü bunca güzellik bile ona altınlarını unutturamamış  Bahçenin kenarında toprağa oturup mücevher kutusunu açmış  Göz kamaştırıcı bir aydınlıkla parıldamış altınlar, inciler![]() ![]()   Bilyegöz kıymetli taşlarla süslü mavi gerdanlıkları, zümrüt yeşili mercanları ve çil çil altınları seviyor, okşuyor, onlarla bir çocuk gibi oynuyormuş  Birden dalıp gittiği o garip alemden uyanmış  Hemen arkasında bir çıtırtı duymuş  Korkuyla dönüp bakmış  Elbiseleri yamalı, pabuçları eski, boynu bükük bir zavallı adam duru yormuş karşısında  Ellerini birbirine kavuşturmuş, çatlak dudaklarını büzmüş adam  Yüzünde koca bir çaresizlik, yoksulluk ve gariplik okunuyormuş  Saygıdeğer kralım, diye başlamış söze  Sizinle karşılaşmam Allah'ın bir lütfu bana  Yoksulluk içinde kıvranan zavallı bir insanım ben  Karım ve çocuklarımın boğazına günlerdir bir lokma ekmek girmedi  Bana yardım eder, fazla değil bir altın bağışlarsanız ömür boyu duacınız olurum  Ne o!ur boş çevirmeyin beni![]() ![]()   Kral Bilyegöz şaşkınlıkla bakmış dilenciye  Altın sözünü duyunca mücevher kutusuna sıkıca sarılmış  Hayır! diye bağırmış  Sana hiç bir şey veremem! Dilenci duyduklarına inanmak istemiyormuş: Lütfen demiş, bir tek altından ne çıkar  O sizin için bir kıymet ifade etmez ama beni ve çocuklarımı açlıktan kurtarır  Lütfen![]() ![]()   Kral Bilyegöz belki her şeyi yapsa bile bu işi yapamaz, hiç kimseye bir gram ağırlığında bile olsa altın veremezmiş  İyice sinirlenmeye başlamış  Küçük gözlerine tiksinti ve nefret dolmuş  Defolup git başımdan  Beni rahat bırak, altınlarıma göz dikme  Bir tane bile olsun vermem  Anladın mı pis dilenci! diye haykırmış  Zavallı dilenci ümitlerini yitirivermiş  Anlamış ki bu cimri kral asla kendisine yardım etmeyecek  Yüreği acıyla sızlamış, gözlerinden bir kaç damla yaş yuvarlanmış yere  Gönlünün derinliklerinden kopup gelen bir sesle garip bir dua etmiş Daha doğrusu bir beddua![]() ![]()   İnşallah tuttuğunuz her şey altın olur kralım! Neye elinizi uzatırsanız altın olsun  ![]() ![]()   demiş  Sonra da ardına dönüp, aksayan adımlarla çekip gitmiş  Kral Bilyegöz dilencinin sözleri karşısında bir an şaşkınlığa uğramış  Sonra gülüp geçerek "pis adamlar" diye mırıldanmış  "Bütün işleri dilencilik![]() ![]()   Çalışıp kazanmayı hiç düşünmez bunlar![]() ![]()  " Kralın düşünceleri doğru değilmiş  Yeryüzünde nice fakir ve yoksul insan varmış  Çalışamayacak durumda olan, hasta, sakat ve hakikaten çaresiz nice insan  Aslında zenginler onlara yardım ellerini uzatmalı, kardeşçe, insanca yaşamanın çarelerini aramalı imişler  Mücevher kutusunu kucaklayıp ayağa kalkmış kral    Geldiği yöne doğru ilerlemiş  Birden gözüne ilişen kıpkırmızı bir gül görmüş  Onu kopararak, biricik kızına götürmek istemiş  Uzanıp almış  O da ne? Dalından koparılan gül bir lahza da som altın haline gelivermemiş mi?! Yaprağı, dikenleri, sapı som altın bir gül![]()   Kral Bilyegöz'ün gözleri şaşkınlıkla büyümüş  İkinci bir güle uzanmış; yine aynı şey oluvermiş, o da altın haline dönüşmüş  Sevinmiş Bilyegöz  Sınırsız bir coşkuya kapılmış  Yaşasın diye haykırmış  Her tuttuğum altın oluyor artık![]() ![]()   Heyecanla koşmuş sarayına  Hizmetçilerden bir bardak su istemiş  Getirmişler  Bilyegöz bar dağı eline aldığında onun da altın haline geldiğini görmüş  Artık elini neye uzatsa; bardak, çatal, kaşık, havlu, sabun hatta ekmek, her şey altın oluyor, bir anda külçeleşiyormuş  Bilyegöz'ün sevinci azalmaya başlamış  İçi ne kıpır kıpır bir huzursuzluk dolmuş  Tahtına kurulu düşünürken biricik kızı içeri girmiş  Onu görünce olanları unutup kızına doğru yürümüş  Gel bakalım küçük kraliçem, babana sarıl şöyle, demiş  Kollarını uzatmış, kızının omuzlarından tut muş  İşte asıl korkunç felaket o zaman görülmüş  Eli değer değmez sevgili kızı, altın bir heykel hali ne dönüşmüş  Altın bir heykel, cansız, kaskatı ve soğuk![]() ![]()   Kral Bilyegöz beyninden vurulmuşa dönmüş  Şaşkın  gözlerle çevresine bakıyormuş  Hizmetçiler de neye uğradıklarını bilememişler, birer köşeye saklanıp beklemişler  Artık kimse yaklaşamıyormuş krala    Korkunç felaketler yağdırıyormuş çevresine  Neye dokunsa altın oluyormuş  Karısı ise ağlayıp duruyor: Bu felaket senin o uğursuz altın hasta lığın yüzünden geldi başımıza![]() ![]()   Kızımı yok ettin ,  diye feryat ediyormuş  Kral Bilyegöz perişan olmuş, bütün dünyası kararmış  Artık altınlarını hiç sevmiyormuş  Onların sarı, pırıltılar saçan soğuk görünümlerine düşman olmuş  Elini bir yere sürmekten korkuyor, deli gibi dolanıp duruyormuş  Ülke halkı olanları duymuş  Çaresiz ve yoksul insanlar gizlice seviniyor, "O bunu hak etmişti" diyorlarmış  Bilyegöz yaptıklarına pişman olmuş  Gece sabahlara kadar uyumuyor, bu korkunç felaketten kurtulmak için yüce Allah'a dualar ediyormuş  Artık kendini bir tek kuruşu bile olmayan zavallı fakirlerden bile güçsüz, perişan ve yoksul kabul ediyormuş  Elini sürdüğü her şeyin kaskatı altın kesildiği bir dünyada yaşamaktansa, ölüp gitmek daha iyiymiş  Düşünüp taşınmış    Ülkesindeki bilginleri sarayına çağırıp onlarla konuşmuş  Bu işe bir çare bulmalarını istemiş  Sonunda yaşlı bir bilgin sözü almış: Bu, demiş, sizin altın hastalığınıza verilmiş ilahi bir cezadır  Artık samimi bir gönülle günahınıza tövbe edip, Allah'tan af dileyip, bundan sonra çok cömert bir insan olacağınıza söz vermeniz gerekir  Eğer bunu yapar, sözünüzde durursanız, kurtulursunuz  Şimdi ülkemizin yüce dağlarından doğup sarayınızın yakınından geçen "Huzur Nehri"ne gidiniz  O suya girip abdest alınız  Yüreğinizdeki kötülükleri yıkayınız  Belki o zaman eski durumunuza dönersiniz  Kızınız da yeniden dirilebilir, demiş  Kral son bir çare diye, hemen "Huzur Nehri"ne koşmuş  Yaşlı bilginin tarif ettiği gibi ab dest alıp yıkanmış  Sonra ellerini açıp Allah'a, kendisini affetmesi için dua etmiş  Duası bittikten sonra yakınında bulunan bir ağacın dalını tutmuş  Tuttuğu dalın altın haline gelmediğini görünce, sevincinden kendini tutamayıp "Yaşasın, yaşasın, kurtuldum artık" diye haykırmağa başlamış  İyice emin olmak için, elini başka şeylere uzatmış  Gerçekten artık hiç biri altın olmuyormuş  Yüreği aydınlanmış Bilyegöz'ün  Ömründe böyle bir sevinç duymadığını düşünmüş  Hemen sarayına koşup karısına müjde vermek istemiş  Tam içeri girecekken bir de bakmış ki sevgili kızı dirilmiş, kendisini bekliyor  Koşarak sarılmış ona  Sevinçten ağlıyormuş artık![]() ![]()   Allah'ım, Allah'ım, diye mırıldanmış 
  Sana ve milletime karşı olan görevimde kusur göstermeyeceğim  Beni o korkunç altın hastalığından kurtardığın için sana ne kadar şükretsem azdır![]() ![]()   demiş  Sonra bahçede kendisinden bir altın isteyen yoksulu ve ülkenin diğer fakirlerini toplayarak, onlara nice mallar, altınlar ve hediyeler dağıtmış  Karısı ve kızı seviniyor, ülkenin tüm insanları bayram ediyorlarmış  Her şey daha bir güzelmiş şimdi![]() ![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#17 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBREMEN MIZIKACILARI 
Bir zamanlar yaşlı ve yorgun bir eşek varmış   Sahibinin onu artık daha fazla beslemek istemediği ortaya çıkmış  " En iyisi buralardan gitmek " diye düşünmüş eşek  "Bremen'de şarkıcılık yaparım  Bazıları anırmamı pek bir beğenirdi zaten "Böylece bir sabah erkenden yola çıkmış   Bir süre yürüdükten sonra iki büklüm bir köpekle karşılaşmış  "Artık sahibime avda yardımcı olamayacak kadar yaşlandım," demiş köpek eşeğe  " Sahibimde artık beni beslemiyor " Eşek gülmüş  " Benimle Bremen'e gelsene şarkıcı oluruz," demiş![]() Yola koyulmuşlar  Çok geçmeden bir damın üzerinde üzgün oturan bir kedi görmüşler  " Çok yaşlandım, fareler bile dalga geçiyorlar, " demiş kedi  "Sen de bizimle gel" demiş eşek  "Sesin hala güçlü çıkıyor, şarkı söyleriz Bremen'de "Bağıra bağıra şarkılar söyleyerek yola devam etmişler   Bir çiftlik evinin yakınlarından geçerken kendi seslerinden yüksek bir sesle irkilmişler  " Kuk-ku-ri-kuuuuuuuuu!![]() ![]()  Sonum geldi!" diyormuş iri bir horoz  Sonra eşek, köpek ve kediye yana yakıla anlatmış: " Bu akşam sahibimin konukları gelecek  Öyle hissediyorum ki beni pişirip yiyecekler " Eşek"Endişelenme, seninki gibi bir ses bize çok şey katar  Haydi gel şarkıcı olalım," demiş![]() Akşam olduğunda hepsi çok yorulmuş   Bir şeyler yemek ve uyumak istiyorlarmış İlerde penceresinden ışık süzülen bir kulübe görmüşler  Horoz uçup pencereden içeri bakmış  "Dört soyguncu görüyorum, nefis bir sofranın başındalar," demiş  "Bir planım var," demiş eşek  Birbirlerinin sırtına tırmanmışlar  En altta eşek, sonra köpek, onun üstünde kedi ve nihayet en tepede de horoz  Pencere yaklaşıp çıkarabilecekleri en yüksek sesle bağırmaya başlamışlar  "İmdaaaaaat! Bu bir hayalet!" demiş soygunculardan birisi  " "Bence bir canavar!" demiş ötekisi  " Bence cadılar bastı! " demiş öteki  " Annemi istiyorum," demiş sonuncusu  Bir kaç dakika sonra dört şarkıcımız soygunculardan kalan sofradaymışlar  Geceleyin onlar uyurken soyguncular geri gelmişler   Ama hayvanlar hazırlıklıymış  Soyguncular içeri girer girmez, eşek "Şimdi" demiş ve saldırıya geçmişler  Soyguncular bir daha hiç dönmemecesine kaçmışlar oradan  Şarkıcılarımız da bu sevimli küçük kulübeye yerleşmişler  Bremen'e gitmeyi de bir süre ertelemişler, ama her gün şarkı söylemeyi unutmuyorlarmış Eğer bir gün onları dinleme şansınız olursa, Bremen sakinlerinin ne büyük bir tehlike atlattıklarını anlamanız güç olmaz![]() ![]()  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#18 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBUHUR DAĞI İLE KINALI CEYLAN 
Bir varmış, bir yokmuş ![]() ![]()   Bir vakitler, herkeslerin türlü savaşlardan sonra terkettiği bir viran şehrin yanında, bir dağ varmış![]() ![]()   Bahar geldiğinde, eteklerine dağılmış binlerce kocayemiş, ıhlamur, amber ve mersin ağaçlarından yayılan baş döndürücü koku, tüm şehri tütsülermiş![]() ![]()  Bu yüzden halk, Buhur Dağı ismini vermiş ona eskiden![]() ![]()   Dağ onca ağacına, çiçeğine, suyuna, taşına rağmen çok yalnızmış ![]() ![]()   Gün geceye durduğunda, gökyüzüne bakar, gördüğü her yıldıza bir türkü söylermiş![]() ![]()   Efkarından pınarları ağlar, toprağı sızım sızım sızlarmış![]() ![]()   İstermiş ki rüyaları gerçek olsun, gönlüne göre bir yareni olsun, koynunda uyuyup koynunda uyansın, dağ daha bir dağ olsun, sevda daha bir sevda olsun![]() Yine öyle gecelerden bir gece, kaldırmış başını göğe, haykırıyormuş türküsünü ki; birden, bir hışırtı duymuş ![]() ![]()   Bakmış ki güzeller güzeli kınalı bir ceylan durur karşısında![]() ![]()   Durur da öylece süzer nazlı gözlerini ona doğru![]() ![]()  Buhur Dağı'nın kalbine kor ateşler düşmüş, heyecanla sarsılmış gövdesi![]() ![]()  Dile gelmiş de seslenmiş bir bakışta vurulduğu Kınalı Ceylan'a![]() ![]() ![]() "İşte nicedir beklediğim, nicedir düşlediğim yarim geldi, umudum, ışığım, sevincim geldi, hoş geldi ![]() ![]()   Yaklaş maralım, daha da yaklaş ki yakından göreyim güzelliğini "Ceylan ürkek, ceylan telaşlı, ardına bile bakmadan, seke seke gözden kaybolmuş sessizce ![]() ![]()   Sinmiş uzaktaki bir ağacın gölgesine, derdini dillendirmiş kendince:"Sesini duydum uzak diyarlardan, yaktığın türkülerde anlattığın bendim koca dağ, Buhur Dağı! ![]() ![]()   Sesine sevdalandım da buldum seni, yüreğine sevdalandım da sevdim seni  Ne var ki ben bir yaralı ceylan, sana ne hayrım olur ki, sana verecek neyim var ki  Geldim, gördüm, bildim seni![]() ![]()  Fakat benim daha gidecek yolum, çekecek çilem var "Rüzgarlar Kınalı Ceylan'ın sedasını taşıdığında Buhur Dağı'na, kara bulutlar çökmüş zirvesine ![]() ![]()   Dağ öfkeli, dağ kırgın, adeta kükrer gibi söylemiş meramını:"Duydum seni kınalım, duydum da duymasına, hem kendini gösterir hem de neden kaçarsın? Her gece seni söyledim ezgilerimde, seni yazdım gökyüzüne   Uçan kuşun kanadında, çağlayan nehirlerin nefesinde, tan yerinde şavkıyan seherlerde, yağmurların buğusunda aradım izini  Önce bana görün, sonra bırak git diye mi? Hemen şimdi dönesin bana geri, ya da ilelebet kanasın yaran; öyle ki kımıldayamayasın, öyle ki bir yudum su içmeye kalkamayasın çöküp kaldığın yerden!"Ceylanın küçücük yüreği burkulmuş acıyla ![]() ![]()   Korka korka dağın hışmından, seslenmiş ona titreyen sesiyle:"Nedir bu hiddetin, feryadın? Nedir bu halden sual etmez gazabın? ![]() ![]()   'Zaman' dedikleri bir ilaç varmış, ben daha yollara düşüp onu bulacağım, yaramı onunla sarıp bekleyeceğim iyileşmeyi![]() ![]()   Sende kalırsam şu halimle; sana acıdan, tasadan başka bir şey veremem  Sen bir yüce dağsın, sabır taşlarıyla döşeli bayırların![]() ![]()   Beni sen de anlamazsan, kimler anlasın?"Dağ küsmüş, ceylan boynu bükük; vurmuş kendini yollara ![]() ![]()   Bağrında Buhur Dağı'nın hasreti, vuslata ömrü yetsin diye dualar ederek Yaradan'ına, gözden kaybolup, gitmiş uzaklara![]() ![]() ![]() Buhur Dağı fısıldamış ardından: " Bekleyeceğim seni maralım, taşım üstünde taş kalmayıncaya, toprağımda tek bir ot bitmeyinceye değin ![]() ![]()  "Ay güneşi, güneş ayı kovalamış durmuş, mevsimler mevsimlere, yıllar yıllara kavuşmuş ![]() ![]()   Diyar diyar gezmiş ceylan, deva bildiği mahir zaman iyileştirirken yarasını, Buhur Dağı'nın içli sesi, gönlünün mabedinden bir an olsun silinmemiş![]() ![]()   Kızıl kınalı başını semaya kaldırıp da sevdasının ve sevdalısının sırrına erdiği yalnız gecelerinde, her bir yıldızdan yüreğine yansıyan ışık, yarinin kendisine adadığı türkülerinin giziymiş![]() ![]() ![]() (Masalcı tam da öyle bir anda, sesini verivermiş masala ![]() ![]()  )"Gecedir; ayrı düşmüş sevgililerin elzemi hasretleri göğsünde emziren ![]() ![]()   Gecedir; tek yürekte iki taşkın nehir gibi coşan, ikiyi bir kılan, biri ikiye bölen sevdaların beşiği![]() ![]()   Ömür denilen ise ahu gözlü ceylanın kirpiğinde kanat çırpması kadar bir kelebeğin![]() ![]()   Ceylan fani, dağ fani![]() ![]()   Geldi vakti saati![]() ![]()   Düştü ceylan sevdasının, sevdalısının yollarına![]() ![]()  "Günler birbiri ardına inci gibi dizilirken, hiç durmadan koşmuş ceylan ![]() ![]()   Ayaklarında dermanı kalmamış, acıkmış, susamış![]() ![]()   Bir an olsun durmamış, Buhur Dağı'nın billur ırmaklarının suyuymuş susadığı, Buhur Dağı'nın kaynağıyla besleyip büyüttüğü ağaçların yemişleriymiş acıktığı![]() ![]()   Derman, Buhur Dağı'nın koynundaymış![]() Birbirlerini gördükleri ilk andaki kadar ışıltılı ve sakin bir gece, Kınalı Ceylan varmış yarinin eteklerine ![]() ![]()   Nice soğuk iklimlerden sıcak iklimlere değin yolunu gözlediği ceylanını, gelişinden bilmiş Buhur Dağı![]() ![]()   Seslenmiş usulca:"Ey kınalım, ey güzeller güzeli ceylanım, döndün demek sonunda bana ![]() ![]()   İyileşti mi yaran? Buldun mu çareni; bir su damlası gibi akıp gittiğin, bir kum tanesi gibi savrulduğun yollarda? Senin gönlümü kasıp kavuran hasretin, ehramı oldu ağaçlarımın, çiçeklerimin; tohumlar bile çatlayamadan küle döndü toprağımda![]() ![]()   Vardın geldin ama; şimdi benim sana verecek neyim var; susuzluğunu gidereceğin bir pınarım bile yok ki; kuruyup gitti hepsi, acıktıysan seni neyle doyurayım; sabır taşlarımda biten otlarla kanmazsın ki açlığına "Ceylan bitkin; tırmanırken dağın yamacına, devrilivermiş bedeni kurumuş dalların arasına, küçücük kınalı başını vurmuş kocaman bir taşa ![]() ![]()   Son mecaliyle konuşmaya çalışırken, şu kelimeler dökülmüş dilinden:"Sar beni Buhur Dağı'm ![]() ![]()   Sar beni yazgım olan; canım tenimden çıkmadan beni sana kavuşturan sevdan ile![]() ![]()   Toprağından kanıma aksın ölüm, kanımdan toprağına aksın dirim, hasretinle yaktığın çiçeğin, ağacın, kanımla hayat bulsun yeniden  Ben sana karışayım, sende son bulup, sende doğayım![]() ![]()   Bak şu kızıl yıldız var ya; işte o benim yıldızımdır  Ona söyleyerek şimdi en güzel türkünü, kollarında uyut beni güzel sesinle![]() ![]()  "Ve canını teslim etmiş ceylan oracıkta, nazlı gözleri kapanırken düşen iki damla yaş; yuvarlanıp dağın iyi yanına, iki ayrı ırmağa dönüşürken ![]() ![]() ![]() Buhur Dağı, tüm acılardan da büyük bir acıyla öyle sarsılmış, öyle inlemiş ki, gökyüzü yırtılmış sesinden, şimşekler çakmış, simsiyah bir yıldırım düşmüş zirvesine; ikiye bölmüş koca dağı ![]() ![]() ![]() O geceden sonra mevsim ne vakit bahara dönse, Buhur Dağı'nın ikiye ayrıldığı, Kınalı Ceylan'ın gözyaşlarından oluşan iki ırmağın kavuştuğu yerde kızıl bir gonca gül bitermiş   Açıp da yaprağını, kokusunu yele verdiğinde yıldızlı gecelerde; kimselerin duymadığı, kimselerin bilmediği bir türkü yankılanırmış o vadinin en kuytu yerinde![]() ![]() ![]() İlke Ersoy  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#19 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıBÜCÜR ZÜRAFA 
İstanbul Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesinde zürafalar için oldukça geniş bir yer ayrılmıştı   Burada anne ve baba zürafa ile iki yavru zürafa kalıyordu   Onlar gün boyu salına salına geziyorlar, ziyaretçiler de onları seyrediyordu  Anne ve baba zürafa yıllardır burada bulundukları için durumu kabullenmişler, bu hayata alışmışlardı  Fakat yavru zürafaların canı çok sıkılıyordu  Devamlı olarak babalarına “ Babacığım, bizler burada daha ne kadar zaman kalacağız? Bizleri masallarda anlattığın o güzel yerlere ne zaman götüreceksin? “ diye sitem ediyorlardı  Bir gün yavru zürafalardan biri baba zürafaya şöyle bir soru sordu: “ Babacığım, bizler buralara nasıl geldik, kimler getirdiler? “ Bunun üzerine baba zürafa: “ Bundan yıllar önce, buralardan çok uzaklarda yaşamış dedeniz bücür zürafayı anlatacağım sizlere “ dedi   “ O zaman anlayacaksınız buralara nasıl geldiğimizi  Zürafalar hep uzun boylu, boyunlu olurlar, fakat dedeniz doğduğunda da küçükmüş  Yıllar geçmiş, yaşı büyümüş, boyu büyümemiş  Yaşının büyümesiyle birlikte onun kalbindeki özlem daha da büyümüş  Çünkü o, bir sirk yıldızı olmak istiyormuş  Yaşadığı çevrede tıkılıp kalmak, dar bir kısır döngü içinde ömür törpülemek ona göre değilmiş  Bücür zürafa bu büyük hedefine ulaşabilmek için yaşadığı ormanda gösteriler düzenlemeye başlamış  Orman hayvanları bücür zürafanın gösterilerini ilgiyle karşılamışlar, onun yaptığı hayvan taklitlerini zevkle seyretmişler  Günlerden bir gün ormana avcılar gelmiş   Bu avcılar yakaladıkları hayvanları hayvanat bahçesine götüreceklermiş  Bir tepenin üzerine çıkıp dürbünle çevreyi gözleyen avcılar karşıdaki düzlükte bücür zürafayı gösteri yaparken görmüşler  Bücür zürafanın hayranlık uyandıran hareketlerini, enfes dönüşlerini seyreden avcılar, onun tam bir hokkabaz olduğunda karar kılmışlar  Gösteri bittikten sonra bücür zürafayı yakalamak için iz sürmeye başlamışlar  Bücür zürafa hemen anlamış takip altında olduğunu  Bu durum onu hiç şaşırtmamış  Çünkü zirveye giden yolda önüne bir takım yol ayırımlarının çıkacağını biliyormuş  Olanı biteni en ince ayrıntılarına kadar düşünüp planını yapmış  Eğer plansız, programsız hareket ederse istenmeyen, üzücü olaylar ortaya çıkabilirmiş  Avcıların niyetini kesin olarak bilmek olanaksızmış  Sonunda avcılar bücür zürafayı bir bataklığın yakınlarında kıstırmışlar   Sazlıkta yarım daire şeklinde ilerleyen avcılar, bücür zürafayı yakalamayı umdukları yerde yeller estiğini görmüşler  Bücür zürafanın ayak izleri bataklığın kenarında yok oluyormuş  Aslında bu durum planın bir bölümünü oluşturuyormuş  Bücür zürafa avcıların takibinden kurtulmak için daha önceden oraya sakladığı bir ağaç kütüğüne binerek uzaklaşmış  Ertesi gün avcıların konuşmalarını saklandığı yerden dinleyen bücür zürafa yakalandığı takdirde hayvanat bahçesine götürüleceğini öğrenmiş  Dört ayağı üstünde hoplaya hoplaya ortaya çıkmış ve avcıların hayret dolu bakışları altında iki perende atmış, daha sonra kurt gibi uluyup aslan gibi kükremiş  Bildiği bütün numaraları birbiri peşi sıra sergilemiş ve alkışlar arasında gösterisini tamamlamış  Bücür zürafa hayvanat bahçesine getirilince bu bölüme konmuş   Fakat o burada da boş durmamış, gösterilerine devam etmiş  Bu arada annemle birbirlerine gönül vermişler  Aradan zaman geçmiş, ben doğmuşum  Küçüklüğümü hatırlıyorum da şu demir parmaklıkların arkası bücür zürafayı görmeye gelen insanlarla dolardı  O da gün boyu bıkmadan, usanmadan gösterilerini sürdürürdü  Yavrularım, bu hayvanat bahçesine yılın belli tarihlerinde uluslar arası bir sirk gelir  Sirk kurulurken sirkin sahibi parkta gezmeye çıkmış  Buradaki kalabalığı görünce ne olduğunu merak edip sokulmuş  Bir süre bücür zürafayı seyrettikten sonra onun dünya çapında bir yetenek olduğuna karar vermiş ve yüksek bir ücret karşılığında sirke transfer etmiş  O, ele geçirdiği bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmesini bildi  Bir iki provadan sonra sahneye çıktı  Görülmemiş bir başarı sapladı  Gittiği her yerde on gün kalan ve geceleri bir gösteri sunan sirk, bücür zürafayı kadrosuna almasıyla birlikte seyirci patlamasına uğradı ve günde dört beş gösteri sunar hale geldi  Sirkin o yıl bir ay kaldığını unutmadan söyleyeyim  Ertesi yıl sirk geldiğinde babam bücür zürafa buraya uğradı  Beni, annemi ve arkadaşlarını görmeye gelmişti  Çok sevindik  Yanımızda iki saat kadar kaldı  Pek çok ülkede gösteriler sunduklarını, gittikleri her yerde yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını anlattı  Sirk yıldızı olmak istemiş, bunun için yıllarını vermiş, sonsuz gayret göstermiş ve sonunda başarmıştı  Mutluydu  Şimdi anladınız mı yavrularım, buralara nasıl geldiğimizi, kimlerin getirdiğini? “ Yavru zürafalar sanki ağız birliği etmişlerdi aynı sözü söylemek için: “ Evet anladık babacığım, hem de çok iyi anladık “ dediler ve birbirlerine bakarak kıkır kıkır güldüler   Ortada reddedilmez bir gerçek vardı  Azmin başaramayacağı hiçbir şey olamazdı  Yeter ki gerçekten istenmeliydi  Tutar koparırdın  İdeal kiminin düşüncesinde bir tutku olarak kendiliğinden ortaya çıkardı  Kimi de başarılı birini örnek alarak onun izinden giderdi  İşte yavru zürafalar bücür zürafanın açtığı yoldan yürüdüler, onun izinden gittiler  Akşamları gökyüzüne dikkatle bakarsanız yıllar sonra birer yıldız olacak iki yavru zürafanın göz kırptıklarını görürsünüz![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#20 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıCANAVARLAR ÜLKESİ 
Masal Dünya'sında, sevimli bir ülke varmış   Burada yaşıyan insanların çoğumutlu ve güler yüzlüymüş   Çoğu zaman birbirleri ile şakalaşır, nükteler üretir, bunlara kahkahalarla gülermişler  Bu neşeli insanların sokaklarda, caddelerde yürümeleri bambaşka bir güzellik sergiliyormuş  Sokaklarda kadınlı, erkekli kümeler halinde uyum içinde yürürmüşler  Erkeklerin etrafa kah caka satarak, kah kaslarını gererek, kah yeni terlemiş kaytan bıyıklarını sıvazlayarak salına, salına yürümeleri görülmeye değermiş  Ya genç kızlar  Onların çıtı pıtı tavırları, sekerek yürümeleri, oyalı mendilleri ve gerdan bükmeleri dillere destanmış  Lokum gibi güzel ve tatlı kızların ünü tüm masal Dünya'sına yayılmış  Sanatçılar onların sevgi dolu bakışlarını çizmişler  Müsizyenler onlar için içli türküler bestelemişler  Su boylarında, sandal gezilerinde onların anısına şiirler söylemişler  Türküler, şarkılar, şiirler yankılanırmış sarp dağların arasında  Hep gezen, yürüyen insanlar için![]() ![]()   Yalnız bu insanların çok önemli bir sorunu varmış   Söylenceye göre geçmiş zamanlarda bir büyücü bu insanlara iki kişilik vermiş  Büyücü tüm tılsımını üç büyülü söz üzerine kurmuş  Her kim "at, avrat ya da silah" sözcüklerinden birini kullanırsa tavrı değişiyormuş birden  Bu insanlar duygusal olmalarına karşın, ata bindiklerinde bir başka kişiliğe bürünüyormuşlar   Bu sevecen, neşeli ve güzel insanlar gidiyor, yerine gözleri yuvalarından fırlamış, asık suratlı, dişlerini göstererek çığlıklar ve savaş naraları atan insana benzer saldırgan yaratıklar geliyormuş  Bu sevgi dolu insanlar "avrat" sözcüğünü duyluklarında gözleri dönüyor, ağızları kudurmuş hayvanlar gibi köpükleniyor ve önlerine çıkan kadınlara kim olduklarına bakmaksızın saldırıyormuşlar   Karınca bile incitmeyen, hayvanları sevgi ile besleyen bu insanlar ellerine bir "silah" geçti mi, ulu orta kurşun savuruyor, canlı cansız her şeyi yok ediyormuşlar   Hele "silah", "at" üzerinde ellerine geçerse vay karşısındakilerin hallerine![]() ![]()   Bu yaratıkların atlarını mahmuzlayarak, ağızlarından köpükler saçarak, hırçınca dolanmaları ürkütücüymüş   At sırtında çılgınlar gibi, önlerine çıkan her canlıya saldırmak, onlara zarar vermek ya da öldürmekmiş emelleri  Bu işten pek çok keyif alıyormuşlar  Bir de karşılarına çıkan canlıya zarar verebilirseler, sevinç çığlıkları komşu ülkelerden bile duyulurmuş  Kral, halkı bu büyüden kurtarmak için tüm bilginleri bir araya toplamış ve düşüncelerini sormuş   Bilginler : - Bu insanların yürürken bir sorunları yok   Sorun at sırtına bindiklerinde başlıyor  Bir yolunu bulup ata binmelerini önlersek, belki büyü etkili olamaz  diye yorum getirmişler   Kral, bilginlerin düşüncesini uygun bulmuş, halkın ata binmemesi için ne yapabileceklerini araştırmalarını istemiş  Bilginler bir süre araştırdıktan sonra, yine Kral'ın karşısına gelmişler : - Birisi bize, komşu ülkelerde bir araç olduğunu söyledi   Bu araç atsız gidiyormuş ve söylentiye göre attan da hızlıymış   demişler   Kral, büyük bir umutla bilginlerini görevlendirmiş  Bilginler seçtikleri elçilere komşu ülkedeki atsız aracı inceleme görevi vermişler  Eğer, elçiler atsız aracın sorunu çözeceğine inanırsalar, atların yerine bu araçların kullanılması için Kral emir bile verecekmiş  Haberciler köy köy dolaşıp bilginlerin görevini halka duyurmuşlar : Ey güzel ülkenin tatlı insanları, bilginlerimiz hepinizin bildiği büyüyü bozmak için Kral tarafından görevlendirildiler   Komşu ülkelerde atsız araçlar varmış  Bu araçları inceleyecekler  Eğer büyüyü bozacağına inanırsalar, bu araçlar ülkemize getirilecek  Halkımız bundan böyle ata binmeyecek  Bu araçları kullanacak  Kral'ımız der ki :"Halkımız mutlu olsun   Artık üzüntülü günler geride kalacak![]() ![]()  "Bu haberi duyan herkes pek sevinmiş   Büyü etkin olduğunda canlılara zarar verirken keyifleniyormuşlar, ama sonra çok üzülüyormuşlar  Kolay değil, bir hiç uğruna tanıdık, tanımadık demeden herkesin canına zarar vermek hoşlarına gitmiyormuş  Tarihi görev, günü geldiğinde başlamış   Elçiler, halkın çoşku ve sevgi dolu gösterisi eşliğinde, bir deve kevranı ile komşu ülkeye doğru yolculuğa çıkmışlar  Büyüden uzak kalmak için kervana hiç at almamışlar  Elçiler, derelerden, tepelerden dolana, dolana, deve kervanının hızlıyla aylar sonra komşu ülkeye ulaşmışlar  Bilginler bu ülkeyi gezerken, atsız aracı görmüşler   Biraz inceledikten sonra : - Bu araç tam bizim Kral'ın istediği gibi   At olmadan yürüyebiliyor  Ata binmeyince, insanlar hırçınlık yapamazlar  Hem ata binenler, bu araçtakine zarar veremez  Baksanıza, bu araç attan çok hızlı![]() ![]()   diye yorumlarını yapmışlar   Elçiler komşu ülkeden bir örnek aracı alıp ülkelerine götürmek istemişler   Amaçları aracı Kral'a göstermek ve kendi kanılarını Kral'a doğrulatmakmış  Komşu ülke, yeni araçlarını satacak bir pazar bulduğu için elçilerin isteğini uygun bulmuş ve yetkili görevli hemen bir örnek araç hazırlatmış  Örnek aracın nasıl kullanılacağını öğretecek bir sürücüyle araca binen elçiler, kendi ülkelerine dönmüşler   Elçilerin bu hızlı araçla ülkelerine dönmeleri yalnızca birkaç gün sürmüş  Elçiler yeni araçla Kral'ın önüne geldiklerinde, alanda toplanan halk merakla gösteriyi bekliyormuş   Sürücü aracı çalıştırmış  Kral araca binmiş ve araç hareket etmiş   Atsız aracın yürüdüğünü gören topluluktan bir uğultu kopmuş  Hepsi hayretlerini saklayamamışlar  Gösteriyi izleyenler de inanmış bu aracın atların yerini alacağına  "Artık büyü etkili olamayacak" diye pek sevinmişler  Sürücü, Kral'ın görevlilerine aracı nasıl kullanacağını öğretmeye başlamış   Kral komşu ülkeye haber iletmiş  Yeni araçtan satın alacaklarını bildirmiş  Zaman içinde birer ikişer yeni araçlar gelmeye başlamış  Önce Kral, daha sonra yanındaki görevliler bu araçtan edinmişler  Atlı canavarlar, bu araçları gördüklerinde onlara sadırmaya çalışmışlar ama, araç çok hızlı olduğu için araca yetişememişler   Aracın üzerindekilerin atlı canavardan zarar görmediği tüm ülkede yankı yaparak duyulmuş  Atlı canavarlardan kurtulmak isteyen herkes, bir an önce bu araçtan edinmek için sıraya girmiş  Halkın tüm emeli kendi kendine yürüyen araçtan satın almakmış  Herkes yememiş, içmemiş tüm gelirini biriktirmiş ve bu pahalı aracı almış  Aracı almaya gücü yetmeyenler hala ata biniyor ve atlı canavar olmaya devam ediyormuş  Kral, atlardan tümüyle kurtulmak için ülkenin büyük girişimcilerine destek olmuş  Fabrikalar kurdurmuş  Artık bu güzel ülkede de kendi başına yürüyen araçlar üretilmeye başlanmış  Halk ülkelerinde yapılan araçları daha kolay ve ucuza alma olanağına kavuşmuş  Yıllar hızla akıp gitmiş   Ülkede ata binenler pek kalmamış  Kalanlar da eski etkinliklerini gösterememişler  At olmayınca, büyülü sözcüklerin etkisi azalmış  Artık "avrat" sözcüğünden etkilenenler eskisi kadar çok değilmiş  "Silah" sözcüğü hala ürkütücü oluyormuş ama, büyüden kurtulmak için halkın çoğunluğu silah taşımaz olmuş  Aslında Kral, silah taşıyanı cezalandırmaya başlamış olduğundan, yalnız silahı çok sevenler, eski canavarlıklarını sürdürmek isteyenler, gizliden silah taşımaya devam etmişler  Araçlar çoğalınca önceleri tek tük, sonraları sayıca daha çok tuhaf olaylar olmaya başlamış   Büyüye benzemesin diye bu olaylara "kaza" adını vermişler  Araçlar ya birbirleri ile çarpışıyor, ya da bir ağaca, bir direğe çarpıp parçalanıyormuş  Aracın bir başkası ile çarpışması, eskiden atla yapılan saldırıdan daha kötü sonuç veriyormuş  Artık canlılar eskisi gibi birer, birer zarar görmüyor, topluca canlarından oluyormuşlar  Ülke, bazı günler kan gölüne dönüyormuş  Bazı günler tüm araçlar yollarda kalıyor saatlerce ilerleyemiyormuşlar   Bir araç yolun ortasında durup yük ya da yolcu indirip bindirirken, arkasındakiler onu beklemek zorunda kalıyormuş  Bazen hızla giden bir araç öndekini nasıl geçmesi gerektiğini bilmediği için, arkadan ona çarpıp, hem öndekine hem de kendisine zarar veriyormuş  Sürücüler bazen araçları öyle zorluyorlarmış ki, hıznı alamayan araç, karşı yönden gelen araçla kafa kafaya girip içindeki tüm canlıların ölmesine neden oluyormuş  Halkın görünüşte bu konuda pek suçu yokmuş  Çünkü daha önce yalnızca ata binmiş olan halk, bu araçları ata biner gibi kullanmaya başlamış  Zamanla, araçların üzerindeki gözleri dönmüş sürücüler, yollarda hızla ilerlerken önlerine çıkan her şeyi ezmeye, kırmaya başlamışlar   Sanki ata binerken diğer canlılara saldırdıklarında yaptıkları gibi davranmışlar  Bilginler hemen bir araya gelmişler   Bu "kazaların" nedenini araştırmışlar  Yoksa "büyü" biçim mi değiştirdi derlerken, komşu ülkeden getirdikleri araçla ilgili, pek önemli bir konuda eksiklik yaptıklarını görmüşler  Komşu ülkeden sürücü getirmişler, onun aracı kullanmayı öğretmesini sağlamışlar   Meğer, araçlar kullanılırken uyulması gereken kuralları komşu ülkeden almayı unutmuşlar  Bilginler komşu ülkeden "trafik" adı verilen kuraları almamışlar  Tüm kazalar kuralsızlıktan ya da kural bilmemekten kaynaklanıyormuş  Bilginler hemen "trafik" kurallarını kendi dillerine çevirmişler ve halka öğretmeye başlamışlar   Ama çok geç kaldıklarını "kazalar" önlenemez boyuta gelince anlamışlar  Getirilen kurallar, eskiden at üzerinde saldırılar düzenleyen bu insanlara pek yaramamış   Halk ata binerken nasıl nara atıp saldırılar düzenliyorsa, araçları da öyle kullandıklarından kurallar etkisiz kalmışlar  Yalnızca bu insanların ünleri değişmiş  Eskiden tüm komşu ülkeler bu güzel ülkenin insanlarına "Barbar" derken, şimdi "Trafik Canavarı" demeye başlamışlar![]() ![]()   Öyle ya, masal diyarı da olsa, zevk için canlılara zarar verenlere başka ne ad verilir ki ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#21 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU 
Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu   Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar  Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu  Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı  Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü  Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir![]()  " dedi şefkatle  Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi  Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı![]() Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi   Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu  Mola verdi  Bir yanda açlık, bir yanda korku![]() ![]()  Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi![]() Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı   Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı  Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu  Birden bir tüfek sesi ile irkildi  hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı  Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu  Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu  Ateşin yanında uyumasına izin verdi  Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı  Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti   Sonunda bir göl kıyısına ulaştı  Bu arada yalnız başına yaşamayı öğreniyordu  Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu  Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu  Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu![]() İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi   Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar  Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu Birden bire suda aksini gördü  O da ne!![]() ![]() ![]() Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti   Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#22 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıDEDEMİN BATTANİYESİ 
Annem göğe çamaşır asmaya gidiyorum diyerek evden çıkmış bir daha eve dönmemişti  Annem belki de bacadan tütmüştü Annem belki de yan odada bana uyku dikiyordu Anlaşılan annem gökteki çamaşırları hala kurutamamıştı hele dedemin fil mendili büyüklüğündeki battaniyesini kurusun diye bekliyorsa annem göğe takılı bir çamaşır şarkısı olarak kalacaktı Dedemle aynı evde kalıyorduk O benden üç yaş büyüktü sadece, neredeyse romatizma ilaçlarını biberonla içecekti, kısacası dedem inatçı bir baston kralıydı en önemlisi çocuktu  Bahçemizin karnında kocaman bir mantar çıkmıştı sadece o mantarla konuşur mantara şarkılar söyler kızdığı zaman bastonuyla mantarın gövdesine vurur ve peyniri biten fareler gibi eve ağlayarak gelirdi Hayalet gibi sadece belirli günlerde ortaya çıkan halam dedemi ziyarete gelir ucuz ve renksiz küp şekerleri gibi olan dişlerini sıkar kapıları çarparak evden uçardı  Dedem de arkasından ekşi ekşi biriktirdiği limonları fırlatırdı Bütün isteği battaniyesine kavuşmak ona sarılıp uyumak ve şarkılar söylemekti belki de bütün kızgınlığı bu yüzdendi Ben kendi kendine büyüyordum bahçedeki mantarda kendi kendine büyüyordu dedem kendi kendine sadece konuşuyordu bunun yanında diline torba geçirmiş gibi bütün limonları şapırtılı ve şupurtulu yiyordu Bir sabah yanıma geldi gözlerimi bastonuyla açarak; Ben gidiyorum evlat mantarıma iyi bak onunla konuş olur mu dedi ve kapıya doğru yönelirken ben de, Nereye diye sordum ![]() ![]() Dedem yine sinirlenmişti ayaklarını zıplatarak, Nereye olacak havaalanına gidiyorum ![]()   Bütün pilotlara soracağım Battaniyemi gördünüz mü diye  Halan gelirse uçmaya gitti dersin ![]() ![]() Dedem uçmaya gitti  Hayır hayır bunu size söylemeyecektim halama söyleyecektim Dedem gitti Battaniyenin gökte asılı kaldığını düşünüyordu demek Acaba annem de bütün çamaşırları toplayıp gelir miydi ? Kapı çalıyordu, dedemin gittiğine sevinen bir hal vardı kapıda  Kapı beni çağırıyordu  Kapıyı açtım, musluğa benzeyen burnuyla sinirli sinirli nefes alan halam dedemi soruyordu;Deden yok mu? Yok, dedim  Uçmaya gitti![]() Bu sırada halam sinirden domates taşıyan kamyonlar gibi hızlıca koşmaya başladı  Ben arkasından birkaç kez güldüm ve içeri girdim  Tek başına kalmıştım Dedem o gece eve gelmemişti Bir sürü limon Dedemin gelmesi için sulanmaya başlamışlardı Dedem gelmezse bu limonları gömecektim çünkü ben limon sevmiyordum hele hele dedemin canlarını çıkardığı bu limonları hiç sevmiyordum Gökten dedeme benzeyen bastona binmiş başka dedeler geçiyordu sanki  Sonra pervaneli bir battaniyenin üzerinde limon yiyen halam kafasını yıldızlara vurup çıldırıyordu Bütün bunlar bir oyundu biliyorum bu gece korkmadan uyumak için uydurduğum bir gök oyunu![]()  İçeri girdim ve dedemin yerine yattım limonlar benim oradan kalıp gitmem için ekşi ekşi kokmaya başlamışlardı Ne yaparlarsa yapsınlar dedemin sineklerin bile konmasını istemediği yatağında bu gece ben yatacaktım Limonlar bağırmaya başlamışlardı,Şılap şulup bize dedeni getir ![]() ![]() ![]() Şulup şılap bize dedeni getir ![]() ![]() ![]() Şapır şupur dedenin yatağından çabuk kalk ![]() Hıh hiç umurumda değildi   Ben de onlara;Beni dinleyin, beni dinleyin diyorum  Dedem battaniyesini aramaya çıktı Eğer daha fazla gürültü ederseniz suyunuzu çıkarır size içiririm O zaman anlarsınız ne kadar ekşi olduğunuzu ![]() ![]() Sesleri bitmişti  Sessizliği hiç bu kadar sevmemiştim Uyumaya koyulmuştum bu gece komik rüyalar görmek için oyuncaklarımı ve dedemin takma dişlerini uykumun içine atıvermiştim Anlaşılan uyumam kolay olmayacaktı bu sefer de yataktan dedeme benzeyen sesler gelmeye başlamıştı yatak hem sesler çıkarıyor hem de yerinden kalkmaya çalışıyordu bense yataktan neredeyse düşecektim  Sonra düşünmeye başladım dedemin uyuyamamasının sebebi demek bu yatakmış yatak bu sefer beni sallamaya başlamıştı yatak bana şöyle sesleniyordu:Hey küçük canavar! kalk üstümden zaten deden ezdi bütün tahtalarımı bu gece kendi kendime şarkılar söyleyerek uyuyacağım   Haydi diyorum yoksa seni dedenin olduğu yere fırlatırım![]() ![]() Gece horozları ötmeye başlamıştı ben tek başıma bir yatakla konuşuyordum buna inanamıyordum ama yatağa da sinir olmuştum   Yatak beni hızlı hızlı sallamaya devam ederken yastık da tek gözünü sonuna kadar açmış bana bakıyordu Dedemin niye bu kadar tuhaf olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum Yatağın ardından yastık da kafamı sallamaya başlamıştı limonlarsa gözüme ekşi ekşi sularından fışkırtıyorlardı bu bir savaş mıydı? Hemen toparlandım dedeme çok yalvarmama rağmen bir mum almamıştı bana gece neden güneş açmıyordu ki kapkaranlık bir odada dedesiz kalmıştım önümü görebilseydim keşke![]() ![]()   Kapı kapı çalıyordu kapı yine beni çağırıyordu  Kapıya koşarken yere düşmüştüm kafam yatağın altına girmişti kafamı kurtarmaya çalışıyordum fakat yatak kafamı sıkmaya başlamıştı kapı çalıyordu yatak kafamı sıkmaktan vazgeçmiş bu sefer de çevirmeye başlamıştı bu arada çok sevdiğim ama kaybettiğim kalemtraşım da buradaydı yatakla olan kavgamızı kesmek için yanıma koşmuştu kalemtraşım yatağın bir tahtasını tuttu ve sivriltti yatak kendisine battı ve yaralandı kendi kendini yaralayan yatağı da ilk defa görmüştüm demek ki kötülük böyleydi sivri ve yaralayıcı yatak herhalde ölmüştü halbuki onunla iyi anlaşabilirdik demek ki kötülerle anlaşma olamazdı![]()  Tam yatağın altından kafamı kurtarmıştım ki bir tahta kurusu yani kuru böcek ailesi yanıma geldi bana koroyla bir teşekkür şarkısı söylediler,TAHTA KURULARININ ŞARKISI ![]() ![]() Teşekkürler kötü olan her şeyi ortadan kaldıran evlat ![]() ![]() Bu yatak rüyalarımıza karışıyordu ![]() ![]() ![]() Teşekkürler dedesi giden evlat ![]() ![]() ![]() Lay lay lomm ![]() ![]() Yatak ölmüştü sanki her şey daha farklı olmuştu böylece evin duvarları kendilerini boyamaya başladılar yastık kafamı bir gecelik uyumaya davet ediyordu her şey ne kadar tuhaflaşmıştı peki ya mantar pis kokan küf mantarı ne olmuştu dedemin tutunması için kristal bir bastona dönüşmüştü peki dedem bu kristal bastona tutunabilecek miydi? Limonlar birleşip sarı renge dönüştüler ve sulu boyamın sarısına karıştılar ekşi de olsalar onları güneşin açmasına yardımcı olan sarı renk olarak kullanacaktım  Yatak ölünce her şey iyileşir olmuştu Demek kötü olan bir şeyin çevresine etkisi şişman yani kocaman yine bir kötülüktü oh olsun bütün kötülükler ölmeliydi![]() ![]()  Bu arada ben beş adet takvim değiştirdim yani çook uzun zaman oldu kristal bastona tutunmasını beklediğim dedem gelmedi halam beni yanına almak istedi musluk burunlu halama belli etmesem de onu seviyordum ama yanında kalamazdım çünkü uyurken ilkokulda ezberlediği bütün şiirleri okuyormuş ben geceleri rahat uyuyabileceğim bir hala bulamayacağım için dedemi hep bekledim Bahçede gezinirken kristal bastonun üzerinde uyuyakalan bir battaniye gördüm battaniye dedemin sesiyle şarkı söylüyordu;GELMEYEN DEDEMİN ŞARKISI ![]() ![]() İşim çıktı gelemiyorum evlat ![]() ![]() ![]() Gök battaniyesini kaybeden dedelerle dolu ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Limonlarımı göndermişsin güneşe ![]() ![]() Artık limon yemiyorum Buradaki dedelerle dostluğu oynuyorum ![]() ![]() ![]() Esra Elönü  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#23 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıDEMOKRASİ BEKÇİSİ 
Yıllar önce bir ülkenin başkanı, aynaya bakıp, kendinin değişmez olduğunu düşünmüş   Bulunduğu göreve seçimle gelmiş olmasına aldırmadan, koltuğu bırakmamak için çok direnmiş  Süresi dolduğu halde yerinden ayrılmak istememiş  Danışmanlarını çağırıp : "Anayasa değişse de süremi uzatsalar" demiş   Danışmanlar nasıl "Hayır" diyebilirler ki? Onların tüm geliri Başkan'ın iki dudağı arasındaymış   "Sizi istemiyorum" dese aç kalırmışlar  Bunun üzerine kolları sıvayıp söylenti yaymışlar  Söylenti yaymak, onların danışmanlık görevleri arasında olduğundan, bu konuda çok da başarılıymışlar  Bir süre sonra ülkede herkes: "Yerine kimi getirebiliriz ki? Bırakalım görevi sürdürsün  " demeye bile başlamış  Halbuki ülke halkı bu Başkan'ın tutarsız davranışlarından, bulunduğu göreve yakışmayan tavırlarından son derece rahatsızmış   Başkan'ın adını kullanmadan onu anlatan fıkra ve öyküler, dilden dile dolaşırmış  Ülke o zamanlar bir tarım ülkesi olduğundan, büyük baş hayvanlardan birinin adını Başkan'a takma ad bile yapmışlar  Evde, kahvede ya da sokakta birbirlerine yeni duydukları fırkayı anlatıp, dağarcıklarını zenginleştirmeyi sürdürürken, birden Başkan'ın görevinin uzatılmasını düşünmeleri akıl alacak bir davranış değilmiş  Aydınlar ve sağduyusu olanlar kendi aralarında: "Bu halk ne zaman tutarlı ve akıllı davranacak" diye söylenir olmuşlar   Herkes bir kurtarıcı aramış   Siyasetçilerin ortaya çıkıp: "Olmaz" demesini sabırla bekleyip durmuşlar  Nedense yer yarılmış, tüm siyasetçiler içine girmiş olmalılar ki, birden ortalıktan yok olmuşlar  Kimseden "Çıt" çıkmamış![]() ![]()   Açık alınlı, köylü ağızlı biri ortaya çıkmış   Hem de çok yiğitçe "Olmaz" demiş  Yasaları korumak istemiş  "Nasıl yaparsınız?" diyerek diğer siyasetçileri uyarmış  Onun öncü olduğunu gören siyasetçiler saklandıkları çukurlardan, mağralardan ve kuytu köşelerden çıkıp, öncünün arkasından homurdanarak yürümüşler: "Olmaz ya! Nasıl değiştirirsiniz? Anayasa'yı koruyalım   Demokrasi elden gidiyor![]() ![]()  " diyerek Başkan'ın tavrını eleştirmişler  Çok sevdiği koltuğunu bırakan Başkan, başı öne eğik, üzüntüyle görevden ayrılmak zorunda kalmış   Öncü, başarmış olmanın mutluluğunu yaşarken, halk onu uzun süre desteklemiş  Onun öncü davranışını hiç unutmamış  Yaşı ilerleyince ona "Baba" bile demişler![]() ![]()   Gel zaman, git zaman "Baba", halkın yüreğinde sevgiyle yaşamını sürdürmüş   Ülkenin önemli siyasetçisi olarak partisine ve halka hizmet vermiş  Bazen seçimleri kazanıp ülke yönetimini üstlenmiş, bazen başkalarının yönetimini denetlemiş  Halka olan güvenini yitirmeden uzun yıllar siyaset konuşmuş  Hem de ne kadar uzun![]() ![]()   Onu ilk seçenlerin hepsi toprak olup gitmişler   Onların oğulları büyümüş, yaşlı birer insan olup, torunlarının ellerinden tutmuşlar  O hala ülke yönetiminde söz sahibiymiş  Torunlar da büyümüşler  Onu hep "Baba" olarak tanıdıklarından, ondan sevgilerini esirgememişler  İnsan aile büyüklerinden sevgisini esirger mi? Bir gün Başkanlık seçimi yapılacakmış   Tüm siyasetçiler bir araya gelip en uygun aday konusunda birleşmişler  Evet! "Baba" sonunda muradına ermiş ve "Başkan" olmuş![]() ![]()   "Başkan" olunca, tüm taraflılığını unutarak, yaşamı boyu sürdürdüğü siyaseti bir kıyıya atıp, gerektiği gibi hizmet sunar görünmüş   Halk da onun Başkanlığını benimsemiş  Tepki göstermemiş![]() ![]()   Aslında tarafsız olunca, kimseyi kayırıp görevini kötü amaçla kullanmayınca, tepki göstermemeleri doğalmış  Onun Başkan olmasına ses çıkartmamaları, babaları olduğu kabul etmiş olmalarındanmış  Yoksa![]() ![]()   Yoksa ne yapabilirler ki? Yalnızca bol bol öykü ve söylence üretip, tahlihsiz kaderlerine küsebilirmişler![]() ![]()   "Baba" tüm sevecenliğiyle halkı kucaklamaya çalışmış   Kendisini demokrasinin bekçisi olarak tanıtmış  Eskiler ve yaşlılarla düşünceli ve bükük boyunlu uzun kulaklı eşekler (pek çok masalda eşeklerin iyi birer düşünür oldukları yazıldığı için onları atlamak istemedim) her zaman unutkan halk gibi düşünmemişler  Baba'nın kendi çıkarı için neler yapabildiğini hiç akıllarından çıkarmamışlar![]() ![]()   Ama Başkan'ın karşısına çıkıp, tek söz bile söylememişler  Nasıl söylesinler ki? Yasalar Başkan hakkında ileri geri yazı yazmaya, söz söylemeye "Asla" izin vermiyormuş  Sessizce gülümseyerek unutkan halkı izlemişler![]() ![]()   Yıllar durmuyor ilerliyormuş   Masal da olsa, zaman geçip gidiyormuş  Bir gün Başkan kara kara düşünürken, odasına giren Baş Danışman onun dalgın halini görüp: "Hayır ola   Bir sorun mu var?" "Hayır sorun yok  Ama küçük bir şey var  Beni üzüyor " "Sen Başkan'sın  Emret, hemen sorunu yok edelim " "Yapar mısın?" "Elbette " "O zaman![]() ![]()   Şey![]() ![]()   Benim görev sürem bitiyor  Acaba Anayasa'yı değiştirip görev süremi uzatabilir miyiz?"Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#24 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıDİYET 
Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkânında tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışan Koca Ali, tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir aslanı andırıyordu   Uzun boylu, iri pençeli, kalın pazılı, geniş omuzlu bir pehlivandı  On yıldır bu karanlık in içinde ham demirden dövdüğü kılıç ve namluları tüm Anadolu'da, tüm Rumeli'de sınır boylarında büyük bir ün kazanmıştı  Hatta İstanbul'da bile yeniçeriler, satın alacakları kamaların, saldırmaların, yatağanların üstünde "Ali Usta'nın işi" damgasını arıyorlardı  O, çeliğe çifte su vermesini biliyordu  Uzun kılıçlar değil, yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur, kırılmazdı, "Çifte su vermek" sanatının, yalnız ona özgü bir sırrı vardı  Yanına çırak almaz, kimseyle çok konuşmaz, dükkânından dışarı çıkmaz, durmadan uğraşırdı  Bekârdı  Hısımı, akrabası yoktu  Kentin yabancısıydı  Kılıçtan, demirden, çelikten, ateşten başka söz bilmez, pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı  Yalnız savaş zamanları ocağını söndürür, dükkânının kapısını kilitler, kaybolur, savaştan sonra ortaya çıkardı  Kentte onunla ilgili birçok hikâye söylenirdi  Kimi "cellat elinden kaçmış bir çelebi", kimi "sevgilisi öldüğü için dünyadan elini eteğini vakitsiz çekmiş garip" derdi  Siyah şahane gözlerinin mağrur bakışından, soylu davranışlarından, gururlu suskunluğundan, düzgün sözlerinden onun öyle sıradan bir adam olmadığı belliydi![]() ![]()   Ama kimdi? Nereliydi? Nereden gelmişti? Bunları bilen yoktu  Halk onu seviyordu  Kentte böyle tanınmış bir ustanın bulunması herkes için ayrı bir övünç kaynağıydı  - Bizim Ali ![]() ![]()   - Bizim koca usta ![]() ![]() ![]() - Dünyada eşi yoktur ![]() ![]() ![]() - Zülfikâr'ın sırrı ondadır! ![]()   derlerdi![]() Koca Ali en kalın, en katı demirleri mısır yaprağı gibi incelten, kâğıt gibi yumuşatan sanatını kimseden öğrenmemiş, kendi kendine bulmuştu   Daha on iki yaşındayken, sert bir beylerbeyi olan babasının başı vurulmuş, öksüz kalmıştı  Amcası çok zengindi  Gösterişe düşkün bir vezirdi  Onu yanına aldı  Okutmak istedi  Belki devlet katında yetiştirecek, büyük görevlere çıkaracaktı  Ama Ali'nin yaratılışında "başkasına gönül borcu olmak" gibi bir sızlanmaya yer yoktu  "Ben kimseye eyvallah etmeyeceğim," dedi  Bir gece amcasının konağından kaçtı  Başıboş bir adsız gibi dağlar, tepeler, dereler aştı  Adını bilmediği ülkelerde dolaştı  Sonunda Erzurum'da yaşlı bir demircinin yanına girdi  Otuz yaşına kadar Anadolu'da uğramadığı kent kalmadı  Kimseye boyun eğmedi  Gönül borcu olmadı  Ekmeğini taştan çıkardı  Alnının teriyle kazandı, içinde "kutsal ateş"ten bir alev bulunan her yaratıcı gibi, para için değil, sanatı, sanatının zevki için çalışıyordu  "Çeliğe çifte su vermek" onun aşkıydı  Gönüllü olarak savaşlara gittiği zamanlar yeniçerilerin, sipahilerin, sekbanların arasında, Ali Usta, işinin övgüsünü duydukça tadı dille anlatılmaz bir mutluluk duyardı  Ölünceye kadar böyle hiç durmadan çalışırsa daha birkaç bin gaziye kırılmaz kılıçlar, kalkanlar parçalayan çelik yatağanlar, zırhlar, keskin ağır saldırmalar yapacaktı  Bunu düşündükçe gülümser, tatlı tatlı yüreği çarpar, ruhundan kopan bir atılımla örsünün üzerinde milyonlarca kıvılcım tutuştururdu![]() - Tak! - Tak, tak! ![]() ![]()   - Tak, tak! İşte bugün de sabah namazından beri durmadan on saat uğraşmıştı   Dövdüğü eğri namluyu örsünün yanındaki su fıçısına daldırdı  Ocağının sönmeye başlayan ateşine baktı  Çekici bırakan eliyle terini sildi  Kapıya döndü  Karşıki mescitte dokunaklı dokunaklı akşam ezanı okunuyor, bacasının tepesindeki yuvada leylekler sonu gelmez bir takırdı koparıyorlardı  İkindi abdesti daha duruyordu  Yalnız ellerini yıkadı  Kuruladı  Yenlerini indirdi  Saltasını omzuna attı  Dışarıya çıktı  Kapısını iyice çekti  Kilitlemeye gerek görmezdi  Uzun alandan mescide doğru yürüdü![]() ![]()   Kentin kenarındaki bu gösterişsiz tapınağa hep yoksular getirdi  Minaresi sokağa bakan küçük bir pencereydi  Müezzin buradan başını çıkarır, ezanını okurdu![]() Koca Ali mescide girince her zamankinden fazla kalabalık gördü   Hep üç kandil yakılırken bu akşam ramazan gibi bütün kandiller yanmıştı  Daha namaz safları dizilmemişti  Kapının yanına çöktü  Yanında alçak sesle konuşanların sözlerine istemeye istemeye kulak kabarttı  Konya'dan iki garip dervişin geldiğini, yatsı namazına kadar Mesnevi okuyacaklarını duydu![]() Akşam namazı kılınıp, bittikten sonra mescittekilerin bir bölümü çıktı ![]() Koca Ali yerinden kımıldamadı   Zaten biraz başı ağrıyordu  "Mesnevi dinler, açılırım!" dedi  Büyük bir gönül rahatlığı içinde, iki garip dervişin ruhu ürperten ezgileriyle kendinden geçti  Her âşık gibi onun yüreğinde de sonsuz bir kendinden geçiş, bir coşku, bir kaynaşma yeteneği vardı  En küçük bir nedenle coşardı  Anlamını çıkaramadığı bir dilin gizemli uyumu, durgun kanını sular altında saklı derin bir su çevrintisi gibi kaynattı  Her yanı nedensiz bir sarsıntıyla titriyor, sökülmez bir hıçkırık boğazına düğümlenir gibi oluyordu  Yatsı namazını kıldıktan sonra mescitten çıkınca, doğru dükkânına giremedi  Yürüdü  Uykusu yoktu  Ilık, yıldızlı bir yaz gecesiydi  Samanyolu, sarı altın tozundan göz alabildiğine bir bulut gibi göğün bir yanından öbür yanına uzanıyordu  Yürüdü, yürüdü  Kentten mandıralara giden yolun geçtiği tahta köprüde durdu  Kenara dayandı  Geniş derenin dibine yansıyan yıldızlar, ışıktan çakıltaşları gibi parlıyor, şırıldıyordu  Kenardaki karanlık top söğütlerde bülbüller ötüyordu  Daldı, gitti  Saatlerce kımıldamadı  Dinlediği ezgilerin ruhunda kalan uyumlarını işitiyor, tıpkı mescitteki gibi kendinden geçiyordu  Ansızın arkasından bir ses:- Kimdir o? ![]() ![]()   diye bağırdı![]() Daldığı tatlı düşten uyandı   Döndü  Köprünün öbür yanında iki üç karaltı ilerliyordu  Elinde olmadan karşılık verdi:- Yabancı yok! - Kimsin? - Ali ![]() ![]() ![]() Gölgeler yaklaştı   Bir adım kalınca onu giyiminden tanıdılar:- Koca Ali ![]() ![]()   Koca Ali, be!- Sen misin, Ali Usta? - Benim! - Ne arıyorsun bu saatte buralarda? - Hiç ![]() ![]() ![]() - Nasıl hiç? Suya çekicini mi düşürdün yoksa! ![]() ![]() ![]() Bunlar kent subaşısının adamları, bekçilerdi   Kol geziyorlardı  Ne diyeceğini şaşırdı  Geceleri afyon yutan bu serseriler, namuslular gözünde hırsızlardan, uğursuzlardan daha korkunçtu  Kendilerinden başka dışarıda bir gezeni yakaladılar mı, dayaktan canını çıkartırlardı  Ama, ona kötü davranmadılar  Bekçibaşı:- Ali Usta, sen deli mi oldun? dedi ![]() - Yok ![]() - Böyle gece yarısına yakın değil, hatta yatsıdan sonra sokakta, hele böyle kentin kıyısında kimsenin dolaşmasına ağamızın izin vermediğini bilmiyor musun? - Biliyorum ![]() - Ee, ne arıyorsun buralarda? - Hiç ![]() ![]() ![]() - Nasıl hiç ![]() ![]() ![]() Koca Ali yine ses etmedi   Bekçiler onun namuslu bir adam olduğunu biliyorlardı  Hırpalamadılar  Yalnız:- Haydi yerine git, dolaşma ![]() ![]()   dediler![]() Geldiği yollardan hızlı hızlı dönen Koca Ali, ruhunda demin dinlediği uyumu tekrarlıyordu   Bülbüller keskin keskin ötüyor, uzaktan mandıraların köpekleri havlıyorlardı  Sokakta hiç kimseye rastgelmedi  Dükkânının önüne gelince durdu  Bacasının üstündeki leylek uyumamış, kefenli bir görüntü gibi ayakta duruyordu  Kapısı aralıktı  Çıkarken sıkı sıkıya kapadığını hatırladı:- Tuhaf, rüzgâr açmış olacak! ![]() ![]()   dedi![]() İşine yaramazdı ki, hırsız aşırmak sıkıntısına girsin ![]() ![]() ![]() İçeriden kapıyı sürmeledi   Bekçilerin karışması canını sıkmıştı  İşte kentte yaşamak da bir türlü tutsaklıktı  Öte yandan da dağ başında, köyde sanatı geçmezdi  Birden ağır bir yorgunluk duydu  Kandilini yakmaya üşendi  Ocağın soluna gelen alçak musandıraya el yordamıyla çıktı  Büyük bir ayı pöstekisinden oluşmuş yatakçığına uzandı![]() Sıçrayarak uyandı   Kapısı vuruluyordu  Uyku sersemliğiyle:- Kim o? diye haykırdı ![]() - Aç çabuk ![]() Sabah olmuştu   Kapının aralıklarında bembeyaz ışık çizgileri parlıyordu  O hiç böyle dalıp kalmaz, güneş doğmadan uyanırdı  Doğruldu  Musandıradan atladı  Ayakkabılarını bulmadan yürüdü  Hızla sürmeyi çekti  Birdenbire açılan kapının dükkânı dolduran aydınlığı içinde, palabıyıklı, yüksek kavuklu Bekçibaşı'yı gördü  Arkasında keçe külâhlı, çifte hançerli genç yamakları da duruyorlardı  "Ne var?" der gibi yüzlerine baktı  Bekçibaşı:- Ali Usta, dükkânı arayacağız! dedi   Koca Ali şaşkınlıkla sordu:- Niçin? ![]() ![]() ![]() - Bu gece Budak Bey'in mandırasında hırsızlık olmuş ![]() - Ee, bana ne? ![]() ![]() ![]() - Onun için işte dükkânı arayacağız ![]() - O hırsızlıktan bana ne? - Hırsızlar çaldıkları bir kuzuyu köprünün altıda kesmişler   Meşin keselerin içindeki paraları alarak bir tanesini oraya bırakmışlar![]() - Bana ne? ![]() ![]() ![]() - O keselerden bir tanesini de bu sabah senin dükkânın önünde bulduk ![]() ![]()   Sonra![]() ![]()   Şu eşiğe bak  Kan lekeleri var!Koca Ali, kamaşan gözleriyle kapısının temiz eşiğine bakh   Gerçekten el kadar bir kan lekesi sürülmüştü  O, bu kırmızı lekeye dalgın dalgın bakarken, palabıyıklı bekçi:- Hem bu gece, geç saatte ben seni köprünün üstünde gördüm, orada ne arıyordun? dedi ![]() Koca Ali yine verecek bir karşılık bulamadı   Önüne baktı:- Arayın ![]() ![]()   diyerek geri çekildi  Bekçiyle yamakları dükkânagirdiler   Örsün yanından geçen yamaklardan biri haykırdı: - Ay! İşte, işte ![]() ![]() ![]() Koca Ali elinde olmadan, bekçinin baktığı yana gözlerini çevirdi   Yeni yüzülmüş bir deri gördü  Şaşırdı  Yamaklar hemen deriyi yerden kaldırdılar  Açtılar  Daha ıslaktı  Bir ağalarının, bir de suçlunun yüzüne bakıyorlardı  Bekçibaşı köpürerek sordu:- Çaldığın paraları nereye sakladın? - Ben para çalmadım ![]() - İnkâr etme, işte kuzunun derisi dükkânında çıktı   - Ya kim koydu? - Bilmiyorum ![]() Koca Ali öyle uzun boylu konuşmazdı   Subaşının karşısına çıkartıldığı zaman da, gece geç saatte köprünün üstünde ne aradığını anlatamadı  Bekçilerin bulduğu bütün kanıtlar aleyhine çıkıyordu  Budak Bey'in yeni sattığı beş yüz koyunun parası da mandıradan çalınmıştı  İki güçlü hırsız, bekçi çobanı sımsıkı bağlamışlardı  Sonra canını çıkarıncaya kadar dövmüşler, hatta işkence için bir kolunu da kırmışlardı  Ertesi gün yargıcın önünde bu çoban, hırsızın birini Koca Ali'ye benzettiğini söyledi  Gece geç saate kadar dükkânına gelmemesi, derinin dükkânda, para keselerinden birinin kapısı önünde bulunması, Koca Ali'nin suçlanmasına yetti  Ne kadar inkâr etse hırsızlık suçunu silemiyordu  Üstelik nereden geldiği, nereli olduğu da belli değildi![]() Sol kolunun kesilmesine karar verildi ![]() Koca Ali bu kararı duyunca, ömründe ilk kez sarardı   Dudaklarını ısırdı  Karara boyun eğmekten başka yolu yoktu![]() ![]()   Sendeleyerek ayağa kalktı  Yargıca dik bir sesle:- Kolumu bırakın, kafamı kesin! diye dilekte bulundu ![]() Bu, ömründe onun ilk dileğiydi   Ama yaşlı yargıç hak yemez biriydi![]() - Hayır oğlum, dedi   Sen adam öldürmedin  Eğer çobanı öldürseydin, o zaman kafan giderdi  Ceza suça göredir  Sen yalnız hırsızlık ettin  Kolun kesilecek Hak böyle istiyor  Yasaların kestiği yer acımaz![]() ![]() ![]() Koca Ali'nin kolu kafasından çok değerliydi   Çeliğe "çifte su"yu bu iki koluyla veriyor, bu iki eliyle sınırlarda dövüşen binlerce gaziye çelik kalkanları kıran, ağır zırhları yırtan, demir tolgaları ikiye biçen tüy gibi hafif kılıçlar yetiştiriyor, yok pahasına, pir aşkına çalışıyordu![]() Onu, Ağa kapısında bekçilerin odası altına kapattılar   Cezanın uygulanacağı günü burada bekliyor, hiç sesini çıkarmıyor, çolak kalınca örsünün başında çekiç vuramayacağını düşünerek, tanrısı ölen inançlı bir kişinin yasını duyuyordu  Kolunun diyetini verecek on parası yoktu![]() ![]()   Şimdiye kadar para için çalışmamıştı![]() Bütün kent halkı, Koca Ali gibi büyük bir ustanın kolu kesileceğine acıdı   Bu kadar yakışıklı, mert, çalışkan, güçlü, güzel bir adamın ölünceye kadar sakat sürünmesine en duygusuz gönüller bile dayanamıyordu![]() İşte herkes onu seviyordu ![]() Sipahiler onlara çok ucuza kılıç döven bu adamı kurtarmaya sözleştiler   Kentin en büyük zengini Hacı Mehmet'e başvurdular; bu adam Karun kadar mal sahibi olduğu halde son derece cimriydi  Hâlâ kentin pazar yerinde küçük bir dükkânda kasaplık yapıyordu  Düşündü, taşındı; nazlandı  Suratını ekşitti  Başını salladı: Ama sipahilerle iyi geçinmek gerekiyordu![]() - Değil mi ki siz istiyorsunuz, dedi   Ben de onun kolu için diyet veririm  Ama bir koşulum var![]() - Ne gibi? diye sordular ![]() - Varın kendisine söyleyin   Eğer ben ölünceye kadar bana, hiç para almadan hizmetçilik, çıraklık etmeye yanaşırsa![]() ![]() ![]() - Pekâlâ, pekâlâ ![]() ![]()   Sipahiler, Ağa kapısına koştular   Hacı Kasap'ın önerisini Koca Ali'ye söylediler  O, önce "kasaplık bilmediğini" ortaya sürdü  Kabul etmek istemiyordu  Sipahiler:- Adam sen de! Kasaplık iş mi? O kadar savaş gördün   Kılıç salladın  Bağlı koyunu yere yatırıp kesemez misin? diye üstelediler  "Kula kul olmak", ölümlü dünyada "birisine gönül borcu duymak" acıların en büyüğüydü![]() O daha çok gençken, vezir amcasının kayırmasını bile çekememiş, gönül borcu altında kalmamak için aile ocağından kaçmış, gurbet ellerine atılmıştı   Şimdi kör talihi, onu bak kime köle edecekti? Sipahiler:- Hacı'nın yaşı yetmişi aşmış ![]() ![]()   Zaten daha ne kadar yaşar ki![]() ![]()   O ölünce yine sen özgür kalır, bize kılıç yaparsın  Haydi, düşünme usta, düşünme! diyorlardı![]() Hacı Kasap, kesilecek kolun diyetini yargıca saydığı gün Hoca Ali'yi arkasına taktı   Dükkânına getirdi  Bu adam pek titiz, pek huysuz, oldukça çekilmez biriydi  Hiç durmadan dırdır söylenirdi  Cimriliğinden şimdiye kadar bir hizmetçi, bir çırak tutamamıştı  Koca Ali'yi eline geçirince hemen dükkânının köşesinde bir set yerleştirdi  Üstüne bir şilte koydu  Geçti, oraya oturdu  Her şeyi ona yaptırmaya başladı  Ama her şeyi![]() ![]()   Sabah namazından beş saat önce kentten iki saat ötedeki mandırasından o gün satılacak koyunları ona getirtiyor, ona kestiriyor, ona yüzdürüyor, ona parçalatıyor, ona sattırıyor![]() ![]()   ta akşam namazına kadar durmadan buyruklar veriyordu  Zavallıya yedirdiği, içirdiği yalnız bulgur çorbasıydı  Bazen kendi artıklarını köpeğe verir gibi önüne atardı  Geceleri dükkânı baştan aşağı yıkatıyor, uykuya yatmadan ertesi sabah için koyun getirmek üzere mandırasına yolluyordu  Odununu bile ormandan ona kestiriyor, suyunu ona taşıtıyor, her işi, her işini ona gördürüyordu  Hatta evinin bahçesindeki lağım kuyusunu bile ona temizletti![]() Koca Ali sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya yıllarca göğüs gerebilecekti   Ama Hacı Kasap'ın ikide bir:- Ulan Ali! ![]() ![]()   Kolunun diyetini ben verdim  Yoksa çolak kalacaktın!![]() ![]()   diye yaptığı iyiliği tekrarlamasına dayanamıyordu  Bir gün, iki, üç gün dişini sıktı  Durmadan çalıştı  Gece uyumadı  Gündüz koştu  Efendisinin karşısında elpençe divan durdu  Yine:- Kolunun diyetini ben verdim ![]() - ![]() ![]() ![]() - Şimdi çolak kalacaktın, ha ![]() ![]()   - ![]() ![]() ![]() - Benim sayemde kolun var ![]() - ![]() ![]() ![]() Hacı Kasap bu sözleri âdeta "aferin" dercesine diline dolamıştı   Her buyruğunun yerine getirilmesinden sonra kır sakallı, çirkin, sıska yüzünü ekşiterek, mavi çukur gözleriyle onu tepeden tırnağa kadar süzer, "Aklında tut, benim tutsağımsın!" der gibi verdiği diyeti hatırlatırdı  Koca Ali susar, yüreğinin parçalandığını, göğsüne sıcak sıcak bir şeyler yayıldığını, kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı  Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri uğraşırken, mandıraya gidip gelirken, salhanede koyunları yüzerken, müşterilere et keserken, "Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünüyor, hiçbir şeye karar veremiyordu  Dünyada kimseye eyvallah etmeyerek azla yetinip, gururun mutluluğu için yaşamak isterken başına gelen bu bela neydi?Kaçmayı namusuna yediremiyordu   İşte o zaman gerçekten hırsızlık etmiş olacaktı  Ama bu herifin ikide bir de yaptığını başa kakmasına dayanmak ölümden pek güç, ölümden pek acı, ölümden pek ağırdı![]() ![]() ![]() Hacı Kasap'a köle olduğunun tam haftasıydı   Günlerden cumaydı  Yine erkenden mandıraya gitmiş, koyunları getirmiş, salhanede yüzmüş, dükkândaki çengellere asmıştı  Tezgâhın solundaki büyük, yağlı siyah taşta satırları biliyor, yine "Ne yapacağım, ne: yapacağım?" diye düşünüyor, dudaklarını ısırıyordu  Daha efendisi gelmemişti  Satırları bitirince büyük bıçakları bilemeye başladı![]() "Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünmeye öyle dalmıştı ki, kasabın geldiğini duymadı   Ansızın uğursuzun boğuk sesi yüreğini ağzına getirdi:- Ne yapıyorsun be? ![]() ![]() ![]() Döndü   Efendi köşesine oturmuş, çubuğunu tüttürüyordu: - Bıçakları biliyorum, dedi ![]() - Hay tembel miskin hay! ![]() ![]()   Sabahtan beri ne yaptın?Ses çıkarmadı   Kapakları çürümüş bu küçük, bu hain, bu yılan gözlere kırpmadan baktı, baktı  İhtiyar beklemediği bu acı bakışa kızdı  Sordu:- Ne bakıyorsun? - ![]() ![]() ![]() Koca Ali sesini çıkarmıyor, bir hafta içinde belki beş yıllık hizmetini durup dinlenmeden gördüğü halde onu yine "tembel, miskin" diye kötülemekten sıkılmayan bu kötü insanı ezici bir bakışla süzüyordu   Yine yüreği parçalanır gibi oluyor, göğsüne sıcak bir şeyler yayılıyor, çeneleri kilitleniyor, şakakları zonkluyordu  Bir anda bu titreme durdu  Koca Ali gözlerini açtı  Bir hafta buna nasıl dayanmıştı? Şaşırdı  Hacı Kasap çubuğu yanına bıraktı  Hizmetçisinin bu ağır bakışından kurtuluvermiş gibi dırlandı:- Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba! dedi   Ben olmasaydım şimdi çolak kalacaktın![]() ![]() ![]() Koca Ali yine karşılık vermedi   Acı acı gülümsedi  Kızardı  Sonra birden sarardı  Hızla döndü  Bilediği satırların en büyüğünü kaptı  Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu  Kaldırdı, ağır satırı öyle bir indirdi ki![]() ![]()   O anda kopan kolunu tuttu  Gördüğü şeyin ürperticiliğinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasap'ın önüne:- Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! diye hızla fırlattı   Sonra giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaptı  Dükkândan çıktı![]() Onun bir zamanlar geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de, kentte kimse öğrenemedi ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#25 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıFATOŞ'UN BEBEĞİ 
Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı   Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde, Fatoş: “ Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum “ dedi   “ Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim  O çok şirin, çok tatlı bir bebek  O bebek mutlaka benim olmalı  Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi anneciğim?![]()  ” Bunun üzerine annesi: “ Tabii kızım  “ dedi “ Sen yeter ki, sınıfını geç  Karneni aldığın gün, o bebeği sana alacağım ” Biraz sonra Fatoş’ la annesi mağazanın vitrini önünde durdular   Fatoş, ilk anda vitrindeki bebeği gördü  İşte oradaydı, hep aynı yerde ‘ Nasılsın Ülkü? ‘diyerek bebeğin hatırını sormak ihtiyacını hissetti düşüncesinde  ‘ İyi misin Ülkü?![]()  Merak etme güzel bebek, pek yakında birbirimize kavuşacağız  Ben, seni çok seviyorum ve inanıyorum ki, sen de, beni çok seveceksin  Bu nasıl olacak diye sorma bana güzel bebek , çünkü, ben sana her zaman iyi davranacağım, seninle güzel güzel konuşacağım, sana tatlı sözler söyleyeceğim, senin kalbini hiç kırmayacağım  ‘ Annesinin “ Fatoş![]()  ” demesiyle düşüncelerinden sıyrıldı, Fatoş  “ Haydi kızım, gidelim artık  Sonra geç kalacağız ama  “ Fatoş: “ Tamam anneciğim, özür dilerim “ dedi   “ Bir an daldım!![]()  ” Daha sonra Fatoş, annesinin elinden tutarak, yürüdü  Aradan günler geçti, ders yılı sonu geldi ve Fatoş karnesini alarak 3  sınıfa geçti  Aynı gün annesi Fatoş’ u oyuncak satan mağazaya götürdü ve bebeği satın alarak kızına verdi  Fatoş, bu güzel armağan için annesine teşekkür etmeyi unutmadı  Fatoş, bir süre evde bebeğiyle oynadıktan sonra, sokağa çıktı  Fatoş’ u gören Burcu, onun yanına gelerek, “ Fatoş, bu bebeği yeni mi aldınız? “ diye sordu  Fatoş: “ Evet Burcu ![]()  ” dedi  “ Sınıfımı geçtiğim için, annem bana bu bebeği aldı  Ne kadar sevindim bilemezsin  Çok şirin bir bebek değil mi? Hem adını da ben koydum  Adı Ülkü…” “ Adı da kendi gibi güzelmiş bebeğinin   “ dedi Burcu  “ Ülkü’ yü sevmeme izin verir misin? “ “ Tabii olur Burcu, al sev Ülkü’ yü “ dedi Fatoş ve bebeği arkadaşına verdi   Daha sonra Fatoş, sınıf arkadaşı olan Burcu’ ya, sınıfını geçti diye bir armağan alınıp alınmadığını sordu  Burcu da, nasıl bir armağan istemesi gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi  Bunun üzerine Fatoş, Ülkü’ yü satın aldıkları mağazanın vitrininde çok güzel bir bebeğin daha olduğunu, yarın annesiyle gidip o bebeği görebileceğini, eğer beğenirse, bebeği satın alabileceklerini ve birlikte evcilik oynayabileceklerini anlattı  Fatoş’ un fikrini olumlu bulan Burcu, bu konuyu akşam yemeğinden sonra anne ve babasına açacağını söyledi  Vakit gece yarısını geçeli biraz olmuştu ki, Fatoşun bebeği ayağa kalktı   Baktı Fatoş derin uykuda  Hemen odadan çıktı  Bu iş buraya kadardı  Daha fazla dayanamayacaktı  Ne güzel mağazanın vitrininde diğer bebekle sohbet ediyordu  Ya şimdi ne vardı? Konuşacak kim vardı? Yapayalnız, sessiz sessiz, bekle dur  Olacak şey miydi bu? Konuşmadan öylece beklemekten bıkmıştı  Doğruca mağazaya gidecek ve arkadaşına kavuşacaktı  Koridordan geçtikten sonra, sokak kapısını açtı  Kapıyı kapatıp yola çıktı  Issız ve yarı karanlık yolda hızlı adımlarla yürümeğe başladı  Ancak sabaha karşı mağazanın vitrini önüne gelen Fatoşun bebeği, arkadaşının yerinde yeller estiğini görünce, olduğu yere çöküverdi  Arkadaşı vitrinde yoktu, demek ki, satılmıştı, alan da kim bilir kimdi? Fatoşun bebeği bir süre mağazanın vitrini önünde çaresizlik içinde kalakaldıktan sonra, toparlandı ve gerisin geriye dönerek, Fatoşların evine doğru yürümeğe başladı   Evin önüne geldiğinde, öğle üzeri olmuştu  Sokak kapısı kapalıydı  Kapının önündeki çöp bidonunun arkasına saklanıp, beklemeğe başladı  Aradan on beş-yirmi dakika geçmişti ki, karşıdaki evin sokak kapısı açıldı ve Burcu dışarı çıktı  Burcu’ nun kucağındaki bebeği hemen tanıdı  Çok sevindi o anda  Vitrindeki arkadaşını, demek ki, Burcu almıştı  Burcu gelerek kapının zilini çaldı  Kapıyı Fatoş açtı  Fatoş’ la Burcu konuşurken, aralık kalan sokak kapısından içeri süzüldü  Fatoş’ un onu gece yatmadan önce bıraktığı koltuğun altına uzandı  Biraz sonra Burcu evine gidince, Fatoş odasına geldi , bir iki yere baktıktan sonra, bebeği koltuğun altında buldu  Bebeği kucağına alan Fatoş, mutfakta yemek hazırlamakta olan annesinin yanına koştu  Meğer evlerinde akşam yemeği yendikten sonra, Burcu, anne ve babasına durumu anlatmış, onlar da, “ İstersen şimdi gidip bebeği alalım, hem de gezmiş oluruz   “ demişler ve vitrindeki diğer bebeği Burcu’ ya alıvermişler Öğle yemeğinden sonra Fatoş ile Burcu evcilik oynamaya başladılar  Fatoşun bebeği Ülkü ile Burcunun bebeği Arzu nihayet bir araya gelmişti  Topu topu bir gün ayrı kalmışlardı, fakat anlatacak o kadar çok şey vardı ki…Şimdilik sadece bakışmakla yetineceklerdi, konuşmak için fırsat nasıl olsa bulurlardı![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#26 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıFİL ÇOCUK 
Afrikalı bir zenci çocuk Büyücü çırağıymış Fili insan yapayım derken Kendini fil yapmış ![]() Dağlarda, bayırlarda Gezerken ayağına Kocaman bir diken batmış Filin canı çok acımış ![]() Aslandan, kaplandan, kartaldan Tilkiden, kurttan, baykuştan Tavşandan yardım istemiş Fili gören korkup kaçmış ![]() Fil ağlana, sızlana Köyüne geri dönmüş Anası, babası, amcası Çocuk sesli filden kaçmış ![]() Fakat cesur Toro Moro’nun arkadaşı Korku nedir bilmezmiş Dikeni çekip çıkarmış ![]() Moro hep fil kalmış Toro’dan ayrılmamış Onların öyküleri Dünyada destanlaşmış ![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#27 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıGİTARCI ASLAN 
Ormanlar Kralı aslan bir varisi olmadığından yakınıyordu   Nedeni bilinmezdi fakat hiç yavrusu olmamıştı  Bir erkek yavrusu olsa bir iki yıla kalmaz kocaman olurdu  Şöyle yelesini savurarak boy boy dolaşırdı ortalıkta  Ormana asayişi kontrol için çıktığında bir kükre dimiydi, suçlular ve suç hazırlığı içinde bulunanlar saklanacak delik aramalıydı  Neden sanki tacını, tahtını bırakacağı bir varisi yoktu  Yakın akrabaları falan da yoktu ki, onlardan birini yanına alsın, yetiştirsin, kendinden sonrası için kral olmaya hazırlasın  Kral dediğin soylu olurdu, asil olurdu, öyle her önüne gelen krallık yapamazdı  Tutsa alelade bir aslanı kendinden sonrası için vasiyet etse, yeni kral beceriksiz çıkacak ve yönetim etkisiz kalınca da orman karışıklığa, kargaşalığa, kaosa sürüklenecekti  “ Hayır, gözüm arkada kalmamalı “ diye düşündü Ormanlar Kralı aslan   “ Soy kütüğümü tekrar kontrol etmeliyim  Hem bu defa öncekiler gibi olmamalı, çok daha dikkatli davranmalıyım  Babamı, dedemi ve tüm soyumu, sopumu en ince ayrıntılarına kadar incelemeliyim  Mutlaka bulmalıyım, damarlarında asalet kanı taşıyan bir aslan mutlaka bulmalıyım  ” Ormanlar Kralı aslanın günlerce süren araştırması sonunda meyvesini verdi   Dört nesil öncesinde krallık yapan aslan yerine büyük oğlunu vasiyet edince küçük oğlu bu duruma üzülmüş ve çekip gitmişti  Onun çok uzaklardaki Grandr Ormanı’na gittiği ve orada sakin bir yaşam sürmeye başladığı belirtilmişti  Konu hakkında daha sonra ne olduğu gibi bir bilgiye rastlanmıyordu  Ormanlar Kralı aslan tilkiyi huzuruna çağırdı ve ona durumu anlatıp, Grandr Ormanı’nda araştırma yapmasını, eğer varsa, akrabalarından genç ve yetenekli bir erkek aslanı alıp saraya getirmesini emretti  Tilki tamamen sessiz iş görecek ve dışarıya bilgi sızdırmayacaktı  Tilki, Grandr Ormanı’na vardığında küçük bir kalabalık gördü  Bu kalabalığın ortasında genç bir erkek aslan gitar çalıyordu  Tilki daha önce gitar çalan bir aslan görmediği için çok şaşırdı  Pek de güzel çalıyordu canım bu aslan gitarı  Gitar sesini yakından dinlemek için ön sıraya geçmek lazımdı  Haydi ne duruyordu geçseydi ya ön sıraya  Tilki kalabalığın arasından sıyrılarak ön sıraya geçti  İşte şimdi gitar sesi kulağına daha bir hoş geliyordu  Bir süre bu gitarcı aslanın konserini dinledikten sonra onun oldukça yetenekli olduğunda karar kıldı  Hani gitarcı aslan hava karardıktan sonra konserini bitirip dinleyenlere teşekkür edip kalkıp gitmese sabaha kadar onun çaldıklarını dinlemeye razıydı  Bu kadar olurdu canım, bu kadar olurdu  Tilki ertesi gün yoğun bir çaba içine girdi   Sağa gitti, sola gitti, gezdi, dolaştı  Pek çok orman hayvanıyla konuşmalar yaptı  Ne yaptı etti, sözü döndürdü, dolaştırdı, dört nesil öncesinde kral olan aslanın küçük oğlunun ne olduğu, nasıl yaşadığı ve soyunun devam edip etmediği sorularını onlara sordu  Konuya doğru dürüst bir açıklama getiren yoktu  Hep ben ne bileyim, ben ne bileyim  Fakat iş dedikodu anlatmaya geldi miydi fındık kırdırıyorlardı  Birbirlerinin arkasından demediklerini bırakmıyorlardı  Dedikodu kötü bir alışkanlıktı, bunu bari bilselerdi ya![]() ![]() Tilkinin Grandr Ormanı’ndaki araştırması on gün devam etti   Sonunda bir yaşlı aslan konuyu aydınlığa kavuşturdu  Kraliyet ailesinden şu anda hayatta olan bir aslan kalmıştı  O da gitarcı aslandı  Tilki için gitarcı aslanı bulmak zor olmadı  Yine aynı yerde konser veriyordu  Tilki konser sona erdikten sonra gitarcı aslanın yanına giderek, Ormanlar Kralı aslan tarafından buraya gönderildiğini, kralın kendisini konser vermek için saraya davet ettiğini söyledi  Bu teklifi kabul eden gitarcı aslan, ertesi gün tilki ile birlikte yola çıktılar  Saraya varınca tilki gitarcı aslana kalacağı odayı gösterdikten sonra kralın huzuruna çıktı ve en başından başlayarak olanları anlattı   Damarlarında asalet kanı taşıyan genç ve yetenekli bir erkek aslan nihayet bulunmuştu  Fakat şu gitar çalma işi kralı hem şaşırtmış, hem de düşündürmüştü  Nereden aklına gelmişti bilmem ki bu aslanın gitar çalmak? Akşam yemeği sarayın yemek salonunda yendikten sonra gitarcı aslan konserine başladı  Sanki sihirli bir el gitarın telleri üzerinde dolaşıyordu ve dinleyenler bu tellerden çıkan nağmelerle büyüleniyorlardı  Bazı bazı gitarcı aslan sesiyle de iştirak ediyordu bu nağmelere ve gerçekten büyüleyici bir tablo ortaya çıkıyordu  Günler günleri kovaladı   Geçen günlerle birlikte kral gitarcı aslanı tanıdıkça daha bir sevdi  Asildi, soyluydu, bilgiliydi, kültürlüydü, saygılıydı  Daha ne olsundu canım aynı zamanda kuzeniydi ya bu gitarcı aslan Yerine vasiyet ederdi olur biterdi Ama bunu ona nasıl söyleyecekti  İşin en zor tarafına sıra gelmişti  Günler geçip gidiyor fakat kral bir türlü ona söyleyemiyordu  Sonunda kral bir gün cesaret bulup her şeyi olduğu gibi anlattı  “ İşte soy kütüğü burada   İşte şunlar dört nesil öncesinde dedelerimizin adları  Benim dedem kral tarafından vasiyet edilince, senin deden Grandr Ormanı’na gitmiş  Onun soyundan sadece sen yaşıyorsun  Yani sen benim kuzenim oluyorsun  Benim tahtımın, tacımın tek varisi sensin  “Kralın anlattıkları gitarcı aslanı hiç şaşırtmadı   Zaten o bütün bunları babasından defalarca dinlemişti  Her şeyi bildiğini krala söyledi  Kral, gitarcı aslanı açık sözlülüğünden dolayı kutladı  Çünkü gitarcı aslan her şeyi bildiği halde bildiğini söylemeyiverse hem kendini aldatmış sayılırdı, hem de kralı  Kral bunun farkındaydı ve böylesine mert bir aslanın varisliği kabul etmesinden kıvanç duydu![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#28 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıGÖK BİLİMİNE MERAKLI PADİŞAH 
Bundan yıllarca önce gökbilimine son derece meraklı bir padişah yaşarmış   Vaktinin çoğunu sarayın yanına inşa ettirdiği gözlemevinde geçirirmiş  O zamana kadar gökyüzü, yıldızlar, uzay, astronomi hakkında yazılmış ne kadar kitap, çizilmiş ne kadar harita varsa bunları mutlaka kitaplığında bulundurmak istermiş  Başka ülkelerin müneccimlerini, astronomlarını sarayında toplar, aralarında yaptıkları tartışmalara kendisi de katılırmış Dünyanın varoluşundan yaşadıkları zamana kadar geçirdiği evreler, insanın dünyadaki macerası, gezegenlerde hayat olup olmadığı gibi pek çok soruya cevap ararlarmış![]() Günlerden bir gün Acemistan sarayındaki Ebu Salip Efendi’nin bir çeşit teleskop icat ettiği ve bununla birçok yeni yıldız keşfettiği haberi duyulur   Padişah vezirini huzura çağırır: “Bu yeni keşfedilen yıldızların biçimleri, durumları neymiş bilmek isteriz  Tez Acem sarayına elçi gitsin  Ebu Salip Efendi buyursun gelsin, misafirimiz olsun” diye emretmiş![]() Aradan günler, haftalar geçmiş   Padişahın elçi aracılığıyla gönderdiği mektuptaki şartları çok olumlu bulan Ebu Salip Efendi, Acem Şahı’ndan izin almış yola çıkmış  Gökbilimine meraklı padişah konuğunu sarayın kapısında karşılamış  Sarayda Ebu Salip Efendi’nin keşfettiği yıldızlar hakkında anlattıkları padişahı meraklandırmış  Yıldızların en büyüğüne kendi adının verildiğini duyan padişah heyecandan yerinde duramaz olmuş  Bir an önce teleskopun bir eşini de burada yapmasını istemiş![]() Ertesi gün, sarayın yanındaki gözlemevine gitmişler   Ebu Salip Efendi, malzemeleri yetersiz, gözlemevini de küçük bulmuş  Daha büyük bir gözlemevi yaptırmak istemiş  Padişahtan gerekli izni alan Ebu Salip Efendi, saraydan oldukça uzakta bulunan bir dağın yamacında yeni gözlemevinin inşaatını başlatmış  Kendisi de yakındaki bir köye yerleşmiş![]() Gözlemevinin yapımı aylarca sürmüş   Harcanan para tahminlerin üstüne çıkmış  Devlet hazinesinde para kalmamış  Padişah halkından dört beş sene sonrasının vergilerini istemeye başlamış  Halk büyük sıkıntılar içinde kalmış  Elerindeki avuçlarındaki son kuruşlarını gözlemevinin yapımı için veren halk çaresizlik içine düşmüş  Vergi tahsildarları ile aralarında çatışmalar çıkmış  Padişah gaflet uykusundan uyanamamış  Yapılan uyarıları umursamaz görünmüş  Yeni keşfedilen yıldızların ve adının verildiği büyük yıldızın saçmakta olduğu ışık gözlerini kamaştırmış  Sarayında yapılan ara sıra Ebu Salip Efendi’nin de katıldığı konusu uzay, yıldızlar, astronomi![]() ![]()   olan toplantıları daha bir can kulağı ile dinler olmuş![]() Yaz günlerinden birinde, padişah iki adamı ile birlikte kıyafet değiştirerek bir köye gitmiş   Köyün sahibi; otuz yaşlarında, dürüst, iyi kalpli, mert bir adammış  Padişah ile iki adamını evine davet etmiş  Yemekler yenmiş, ayranlar içilmiş koyu sohbetbaşlamış  Söz, sağdan soldan derken, dönmüş dolaşmış yıldızlara, uzaya gelmiş dayanmış![]() Tüccar kılığındaki padişah, ilk insanın yeryüzünde görünmesinden tutmuş, dünyanın gizli kalmış bütün sırlarını birer birer anlatmış   Uzayın sonsuz bir boşluk olduğunu, bu sonsuz boşlukta sayılamayacak kadar gezegen ve yıldızın bulunduğunu söylemiş  Yüce padişahın yaptırmakta olduğu gözlemevi ve son derece geliştirilmiş teleskop sayesinde adı sanı bilinmeyen pek çok gezegen ve yıldızın keşfedileceğinden bahsetmiş  Padişahlarına insanlığın şükran borçlu olduğunu belirtmiş![]() Tüccar kılığındaki padişahın anlattıklarını sessizce dinlemekte olan köyün sahibi: “İnsanlık padişahımıza neden şükran borçlu olsun? Gözlemevinin yapımı için, teleskop yapımı için harcanan paralar nereden bulunuyor diye düşünmek gerekir   Zaten zar zor geçinen halktan aldığı vergileri olabildiğince arttırmak, üstelik dört beş sene sonrasının vergilerini zorla almaya çalışmak hangi kanunda vardır? Bunun adı zorbalık değil de nedir? Fakir fukaranın karnı mı doyacak sanki yıldız keşfetmekle? Ebu Salip o toplanan paraların birini taşa, on birini kuşa çevirirmiş![]() ![]()  ” demiş![]() Bu sözler yenilir yutulur gibi değilmiş   Tüccar kılığındaki padişah, oturduğu yerden hırsla ayağa fırlamış  Yanındaki iki adam da yerlerinden kalkmışlar, elleri kılıçlarında, kılıçları kınlarından yarı yarıya sıyrılmış vaziyette, tetikte beklemişler  Şu haddini bilmez bu pervasızlığının hesabını canıyla ödemeliymiş![]() Köyün sahibinin söyledikleri, tüccar kılığındaki padişahın beyninde balyoz gibi patlamış   Gözlerinin beyazı kaybolmuş: “Yüce padişah hakkında nasıl böyle konuşursun? Devlete vergi vermek vatandaşlık görevidir  Herkes bana ne derse uzayın sırlarını kim çözecek?” demiş![]() Köyün sahibi yer minderinde oturur vaziyette: “Devlete vergi vermek, fakat kazancına göre ![]() ![]()   Bu devrin insanına bu kadar yüklenilmez  Eldeki avuçtaki son kuruşu almak günahtır  Tamam, uzayın sırlarının çözülmesi için uğraş verenler insanlığa büyük bir hizmet etmiş olurlar  Fakat bu çözüm birkaç yılda gerçekleşmez  Bilim ve fen ilerledikçe hepsi birer birer çözülecektir  Bunun için belki de yüzyıllar geçmelidir  Zamana ihtiyaç vardır” demiş![]() Köyün sahibinin sözleri mantığa son derece uygunmuş   Tüccar kılığındaki padişah durgunlaşmış  “Toplanan paraların birisi gözlemevi için harcanıyorsa, on biri kuşa nasıl çevriliyor?”“Her ayın son günü çuvallar dolusu kuş arabalar içinde Acem Şahı’na gönderilirmiş  ” Padişah başka söz söylememiş   Bir baş işaretiyle karşısındakini selamlayıp dışarıya çıkmış  İki adamıyla birlikte atlarına binmişler  Başkente doğru hızla uzaklaşmışlar  Köyün sahibinin iddia ettikleri doğru çıkar  Padişahın ustaca hazırlanmış planı sayesinde, ayın son günü , Acem Şahı’na gönderilmek istenen arabalar içinde çuvallar dolusu altın para ele geçirilmiş  Suçlular yakalanmış  Ebu Salip Efendi’nin büyük bir palavracı olduğu, teleskop yapımından anlamadığı, yıldız mıldız keşfetmediği ortaya çıkmış  Toplantılarda anlattıklarının hepsini ezberlemiş olduğu açıklanmış  Ebu Salip, memleketindeki bütün malını mülkünü sattırarak ele geçen parayı padişaha vermiş  Böylelikle canı bağışlanmış  Fakat ömrünün sonuna kadar gözetim altında kalacakmış  Oldukça yüklü bir miktar olan bu paralar ile ayın son günü ele geçirilen altın paralar eski sahiplerine, yani halka geri verilmiş  Acılar hafifletilmiş![]() Su gibi akıp gidenin adı zamanmış   Zaman içinde padişah ile iki adamı kıyafet değiştirerek sık sık köy ağasının evinde misafir kalmaya başlamışlar  Bu görüşmeler süresince, ne tüccar kılığındaki padişah köy ağasına kendisinin padişah olduğunu söylemiş, ne de köy ağası, tüccarın padişah olduğunu ilk günden beri bildiğini ona hissettirmiş  Yıllarca hemen her konuda bilgi alışverişinde bulunmuşlar  Köy ağasının daima halk için, halktan yana olan istek ve düşünceleri ön plana alınmış  Bu istek ve düşünceleri uygulamak genelde çok basitmiş  Gezegenleri ve yıldızları bir tarafa bırakan padişah sadece “halkının mutluluğu” için çalışmış![]() Serdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#29 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıGÖLGESİYLE YARIŞAN TAY 
At yarışlarının yapıldığı şehir hipodromu çok kalabalıktı   Tribünler tıklım tıklım doluydu  Her pazar günü olduğu gibi bu pazar da birinci olana büyük ikramiyenin verildiği yarışlar yapılacaktı  Birincilik için en büyük aday Kara Bomba isimli attı  İki yıla yakın bir zamandır bu şehirde yapılan yarışmaların tek ve mutlak hakimiydi  Simsiyah rengi, kocaman gözleri ve dev gibi uzun boyuyla o her zaman atların en irisiydi  Daha uzun bir süre birinciliği kaptırmayacağı tahmin ediliyordu  Diğer yarışmacı atlar ise Fırtına, Ak kız, Pençe, Sürpriz, Zorlu, Tavşan ve Yekta idi   Yekta, böyle bir yarışa ilk defa katılıyordu, oldukça heyecanlıydı  Gerçi yetiştirildiği yarış atı çiftliğinde çok iyi hazırlanmıştı, fakat genç ve tecrübesiz oluşu onu korkutuyordu  Ya birinci olamazsa?![]()  Böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyordu O zaman, sıradan bir yarış atı durumuna düşecek ve belki bu durum hep böyle sürüp gidecekti  Bin bir çeşit yarış hilelerinin yapıldığı, düzenin ve entrikanın bol olduğu bu yarışlarda birinci olmak sadece süratli olmak ve dayanıklılık demek değildi  Mesela bazı yarışlarda Tavşan tavşanlık yapardı  Yarış başlar başlamaz öne geçer, temposunu gittikçe arttırır, atları yorar ve yarışı bırakırdı  Son düzlükte Kara Bomba yaptığı bir atakla birinciliği kazanırdı  Pençe isimli yarış atı Kara Bomba’nın diğer yardımcısıydı  Yarış sürerken form durumu yüksek olan atları kollar, onlara çarpar, önlerine geçip hızlarını azaltır ve Kara Bomba’nın yarışı kazanmasını sağlardı  Atlar, düzenli olarak başlama yerinde sıralandılar   Start için tabanca sesi duyulur duyulmaz, sekiz tane güçlü yarış atı ileri atıldılar  Çıkışı çok kuvvetli olan Tavşan hemen öne geçti  Yekta tüm çabasına karşılık ikinci sırada kalmıştı ” Tüh be, Tavşan’ı kaçırdım!![]()  Bu Tavşan’ı zaten son düzlüğe kadar kimse geçemezmiş  Yarışın ortasına gelmeden onu mutlaka geçmeliyim  Haydi Yekta, daha hızlı, daha hızlı…” 1500 startı geçildiğinde Tavşan ikinci durumdaki Yekta’nın üç boy kadar önündeydi   “ Bomba nerelerde ki, dönüp bakmalı  Tavşan bu süratiyle yarışı tamamlayamaz  Vay, Bomba hemen arkamdaymış! Ne oluyor ya, ne dümen çeviriyor bunlar? Son düzlüğe kadar orta sıralarda saklanırmış bu  Benden huylandılar muhakkak  “Yarışın ortası:1000 startı geçilirken, Tavşan isimli yarış atı aniden koşu pistinin kenarına çıktı ve yarışı bıraktı   Yekta süratle onun yanından geçti ve birinci duruma yükseldi  Fakat yarışın bitmesine 1000 metre vardı ve Kara Bomba, Yekta ile arasındaki farkı gitgide kapatmaktaydı  Son düzlüğe ( son 500 metre ) Yekta ile Kara Bomba başa baş girdiler   Nefesleri kesen bir mücadeleden sonra bitişe 100 metre kala başlayan Yekta’nın öldürücü deparları yarışı iki boy farkla kazanmasını sağladı  Yekta mutluydu artık çünkü ilk yarışını zor da olsa birinci olarak bitirmeyi başarmıştı  Yekta, Kara Bomba ve ekibiyle birçok defalar daha yarıştı  Girdiği her yarışta birinci oldu  Artık bu şehir ona dar gelmeye başlamıştı  Dışa açılmalı, adını daha geniş çevrelere duyurmalı ve daha büyük yarışlar kazanmalıydı  Nitekim girdiği bölge birinciliği koşusunu da kazanınca, bir ay sonra yapılacak olan ülke şampiyonluğu yarışına katılmak için antrenmanlarını daha da sıklaştırdı  Hazırlandığı yarış atı çiftliğinde birçok yarış atı Yekta’ya değişik zamanlarda katıldıkları yarışmaları anlattılar   Yekta, onları büyük bir dikkatle dinledi  Görgüsünü, bilgisini arttırdı  Yekta’ya göre, bilmenin, öğrenmenin sonu yoktu  Her yeni bilgi yeni bir şeyler öğretirdi  Önemli olan öğrendiklerine kendi düşüncelerinden yeni fikirler katarak “ özgün bilgi “ elde edebilmekti  Doğru düşünebilmek ancak kendini çok iyi tanımakla mümkün olabilirdi  Bu da kişisel erdem için gerekli olan “ oto kontrol “ yani kendi kendini kontrol etme yeteneğini sağlardı  Oto kontrol yeteneğinin düzenli olması, mükemmellik sınırlarını zorlardı  Günler günleri kovaladı   Her geçen gün Yekta’nın gücüne güç katıyordu  Gittikçe daha süratli koşmaya ve mesafeleri daha kısa zamanda aşmaya başlamıştı  Büyük yarışa yedi gün kalmıştı  Öğleden sonra özel olarak hazırlanmış kamyona Yekta’yı bindirdiler  Kamyon, biraz sonra ülkenin en büyük şehrine gitmek üzere yola çıktı  Yolun yarısı geçilmişti ki, kamyon büyük bir gürültüyle yol kenarındaki hendeğe yuvarlandı  Sonra derin bir sessizlik  Yekta’ya şans eseri bir şey olmamıştı  Kapısının açılmasını bekledi  Gelen giden yoktu  Uzun bir süre uğraştıktan sonra kapının kilidini kırmayı başardı  Korkuyla dışarı fırladı  Yola çıktı  Çok uzaklarda tek tük ışıklar görünür gibi oluyordu Yarışın yapılacağı yer oralarda olmalıydı  Kamyon olmasa da olurdu  Kendi başıma da olsam oraya varabilirim, diye düşündü  Koşmaya başladı  Koştu…Koştu…Aradan bir saatten fazla zaman geçti  Hava kararmaya,Yekta, şaşırmaya başladı  Ne oluyordu? Neden ortalık hep aydınlık kalmıyordu? Karanlık kadar anlamsız şey var mıydı? Şaşırmakta haklıydı  Gündüzleri açık havada antrenman yapar, hava kararmadan içeriye girerdi  İçerde de ışıklar gece gündüz yanardı  O, şimdiye kadar karanlıkta hiç kalmamıştı  Yekta ay ışığı altında, yavaş bir tempo tutturmuş olarak kilometrelerce koştuktan sonra birden ürperdi  Sol tarafında bir karartı vardı ve kendisini geçmeye çalışıyordu  Hızla başını çevirdi  Bir at !![]() ![]() Yekta: “ Kim ola ki? Nereden çıktı birdenbire? Neyse kim olduğu beni ilgilendirmez   Önemli olan beni geçmek üzere olması İşte buna izin vermem!![]()  Şimdiye kadar kimse bana toz yutturamadı  Tempoyu biraz arttırayım, bakalım ne yapacak? “ diye düşündü  Yekta’nın gölgesini geçmek için verdiği uğraş bütün bir gece boyu devam etti  Sabaha karşı karanlık yerini aydınlığa bırakırken Yekta’nın gölgesi silinip gitti  Bir aralık kafasını sol tarafına çeviren Yekta onu göremedi  Sağına baktı, yine yok  Arkasına baktı, gerilere daha gerilere baktı  Rakibinin olağanüstü tempoya ayak uyduramayıp yarışı bıraktığını zannetti  Hızını yavaş yavaş azalttı  Yekta hafif bir tempo ile koşmaya bir saat kadar daha devam etti   Yarışın yapılacağı şehrin işte ilk evleri gözükmeye başlamıştı  Yekta yolda rastladığı bir sütçü beygirine at yarışlarının yapılacağı hipodromun nerede olduğunu sordu  Tarif edildiği üzere yoluna devam etti  Göğsü gururla kabarmış olarak, başı dimdik vaziyette, şehrin ana caddesinden geçerken arabalar durmuştu ve yol kenarındaki insanlar gazetelerde,dergilerde birçok defalar resmini gördükleri, hakkında yazılan yazıları okudukları bu şahane tayı çılgınca alkışlıyorlardı  Hipodromun kapısının açık olmasından yararlanan Yekta, içeriye girdi  Biraz sonra koşu pistine çıkmıştı  Altı gün sonraki ülke birinciliği koşusu burada yapılacaktı  Ağır adımlarla koşu pistinde tur atan Yekta o yarışta birinci olmayı düşünüyordu mutlaka  Yekta’yı getiren kamyonun devrildiğini haber alan sahibi olay yerine gelmişti   Sürücü ile seyis yaralı olarak hastaneye kaldırıldılar  Yekta’nın sahibi sabah olunca Yekta’yı aramaya koyuldu ve onun hipodroma geldiğini haber alınca oraya gitti  Hipodromun kapısından içeriye giren Yekta’nın sahibi Yekta’yı koşu pistinde ağır adımlarla koşarken görünce “ Yekta… Yekta…”diye bağırarak piste fırladı  Hızla koşarak Yekta’ya yetişti ve onun boynuna sarıldı  Yekta neden sonra durumun farkına vardı  Sahibi onu bu yabancı şehirde aramış ve bulmuştu![]() Yekta’nın sahibi Yekta’yı bir arkadaşının yarış atı çiftliğine götürdü   Yorgun durumdaki Yekta o günü ve ertesi günü dinlenerek geçirdi  Daha sonra koşu antrenmanlarına başlayan Yekta üç gün içinde eskisinden daha iyi bir form tuttu  Artık hazırdı ve birincilik için en şanslı kendisini görüyordu  Yekta yarış günü kasırga gibi esti   Daha ilk metrelerde yaptığı korkunç atakla öne geçti  Çılgın gibi koşuyordu  Ülkenin en iyi yarış atları onun sürati karşısında çaresiz kalmışlardı  Açık farkla ve rekor bir dereceyle yarışı birinci olarak bitirdi  Bu birincilik onun pratik ile teoriyi en iyi şekilde birleştirmesiyle oluşmuştu  Sonuç olarak mükemmele ulaşmış ve geçilmez ünvanına sahip olmuştuSerdar Yıldırım  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
Cevap : Çocuk Masalları | 
     
| 
	
			
			 | 
		#30 | 
| 
			
 
rock_alltime
 
		
	
		
	
	 | 
	
	
	
	
		
		
			
			Cevap : Çocuk MasallarıGÜMÜŞ GÖZLÜ DEV 
Bir varmış, bir yokmuş   Develer tellal iken, pireler Berber iken, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uçsuz bucaksız Kafdağı'nda Gümüş Gözlü bir dev yaşarmış![]() Gümüş Gözlü Dev, diğer devler gibi hain ve acımasız değilmiş   Aksine altın gibi bir kalbi varmış Herkese iyilik düşünür, herkesin yardımına koşarmış![]() Ülke hükümdarı olan Sarı Dev zalimin biriymiş   En küçük suçları bile ölümle cezalandırır, cellatlara emirler yağdırırmış  En çok sevdiği kelimeler: "Öldürün! Kesin!![]()  " gibi kelimelermiş![]() Gümüş Gözlü Dev'in biricik kız kardeşi Nazlı Çiçek de hükümdar Sarı Dev'in sarayında hizmetçi olarak çalışıyormuş   Gümüş Gözlü Dev, kardeşinin başına bir felaket gelmesinden korkuyor, "Ona bir şey olursa ben ne yaparım?" diye düşünüyormuş![]() Günlerden bir gün korktuğu başına gelmiş  Kardeşi Nazlı Çiçek, hükümdara yemek götürürken, ayağı eşiğe takılıp düşmüş  Tabaklar, bardak lar, yemekler etrafa saçılmış  Sarı Dev korkuyla büzülen hizmetçiye nefretle bakarak: - Götürün bu beceriksizi  Bir damdan aşağı fırlatın! diye gürlemiş  Gümüş Gözlü Dev de oradaymış   Öyle üzülmüş, öyle üzülmüş ki sormayın![]() Cellatlar koşup gelmişler   Nazlı Çiçeği kınalı saçlarından tutup sürümüşler  Gümüş Gözlü Dev'in gözlerinden yaşlar süzülmüş  Kimselere belli etmeden dışarı çıkmış  Cellatlara yetişmiş  Önlerinde diz çöküp yalvarmış:- "Ne olur kardeşimi serbest bırakın   Annem onun yokluğuna dayanamaz  Benim başka kardeşim yok ki![]() ![]()  " diye ağlamış  Cellatların taş kadar katı yürekleri hiç yumuşamamış![]() - Hükümdarın emrine karşı gelemeyiz! diye cevap vermişler ![]() Gümüş Gözlü Dev, hemen kardeşini fırlatacakları damın dibine inip beklemiş   Cellatlar kardeşini itip aşağı atmışlar![]() Gümüş Gözlü Dev bir top gibi aşağı düşen kardeşini kurtarmak içjn kocaman kollarını açmış   Kızcağız bütün hızıyla kucağına düşmüş  Yere yuvarlanmışlar  Gümüş Gözlü Dev altta kalmış  Nazlı Çiçek biraz sonra toparlanıp kalkmış  Fakat Gümüş Gözlü Dev hâlâ upuzun yatıyormuş Gümüş gibi parlak gözleri yarı açıkmış  Yüzündemutlu bir görünüm varmış  Nazlı çiçek O'nun öldüğünü anlayınca:- Benim için kendini feda etti   Bir daha Kaf Dağı'na O'nun kadar iyi kalpli ve fedakar hiç kimse gelemez![]() ![]()   diye ağlamış, ağlamış![]() ![]() ![]() Bilinmiyor  | 
	
		
		
		
		
			 
		
		
		
		
		
		
		
			
		
		
		
	 | 
| 
		 |