Prof. Dr. Sinsi
|
Abdülvahidi Lahori Biyografisi
Abdülvahid-İ Lahori Kimdir
Abdülvahidi Lahori hakkında bilgi
Abdülvahidi Lahori hayatı
Abdülvahidi Lahori biyografisi
Abdülvahid-i Lahori hakkında bilgi:
Abdülvahidi Lahori Hindistan’daki evliyânın büyüklerindendir İsmi Abdülvâhid’dir Lahor şehrinden olduğu için Lâhorî nisbet edildi Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir Evliyânın gözbebeği İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerindendir
Abdülvâhid-i Lâhorî önceleri İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hocası Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin talebesi idi Bâkî-billah hazretleri onun terbiye ve yetişmesini İmâm-ı Rabbânî hazretlerine havâle ettiler Abdülvâhid Lâhorî bundan sonra İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetlerinde yetişip olgunlaştı
Çok ibâdet ederdi Bir gün, ibâdetten aldığı zevk ve neşe sebebiyle ders arkadaşı Muhammed Hâşim-i Kişmî’ye; “Cennet’te namaz var mıdır?” diye sordu “Yoktur Çünkü orası, dünyâda yapılan amellerin karşılıklarının verildiği yer olup, amel yeri değildir ” cevâbını alınca bir âh çekti, ağladı ve; “Yazıklar olsun namaz kılmayana Allahü teâlâya kul olup da namaz kılmadan nasıl yaşanır? ” dedi
Abdülvâhid-i Lâhorî bir gün hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bir mektup gönderdi Mektubunda; “Arasıra secdede öyle hâller oluyor ki, başımı secdeden kaldırmak istemiyorum ” diye yazmıştı
Abdülvâhid-i Lâhorî hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hikmetli söz ve hâllerini öğrenmeye can atar, öğrendiklerini naklederdi Kendisi anlatır:
Hocam İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, Lahor’a teşrif ettiği günler idi Huzurlarına sebze satıcılığı yapan yaşlı bir kimse gelip, ziyaret etti Hocam o ihtiyâra, çok iltifâtta bulunup yakınlık gösterdi Bunu gören bizler hayretler içinde kaldık Hocamın sevdiklerinden biri, yalnız oldukları bir gün; “Efendim! Hâli belli olmayan o ihtiyâra bu kadar tevâzu göstermenizin hikmeti neydi?” diye sormuş Hocam da; “O kimse ebdâl ismi verilen evliyâdandı ” buyurmuşlar
Abdülvâhid-i Lâhorî, hocası İmâm-ı Rabbânî hazretleriyle zaman zaman mektuplaşırlardı Hocasının kendisine yazdığı mektuplardaki nasîhatlerinden bâzıları şöyledir:
“Allahü teâlâya hamd olsun!O’nun sevgili Peygamberine bizden duâlar ve selâmlar olsun Bir kul, ibâdet ederken, bu ibâdette bulunan her güzelliği ve iyiliği Allahü teâlâdan bilmelidir! Çünkü, O’nun güzel terbiye etmesinden ve ihsânındandır İbâdette kusur ve aşağılık bulunursa, bunların hepsi kuldan gelmektedir Kulun özünde bulunan kötülükten hâsıl olmaktadır Hiçbir kusuru, aşağılığı Hak teâlâdan bilmemelidir O makamda, yalnız iyilik, güzellik ve kemâl vardır Bunun gibi bu âlemde bulunan her güzellik ve üstünlük Allahü teâlâdandır Her kötülük ve aşağılık da, mahlûklardandır Çünkü, mahlûkların aslı, özü ademdir Adem de, her kötülüğün ve aşağılığın başlangıcıdır (Adem yokluk demektir )
“Sübhânallahi ve bi-hamdihi” güzel kelimesi, bu iki şeyi açıkça bildirmektedir Hak teâlânın tenzîhini ve takdîsini, yâni O’na yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu çok güzel bildirmektedir
Bu güzel kelime, şükür yapmayı, hamd etmekle bildirmektedir Çünkü hamd, her şükrün başıdır Hak teâlânın güzel sıfatlarına, işleri ile bütün nîmetlerine ve büyük ihsânlarına hamd kelimesi ile şükretmektedir Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte; “Bir kimse, bu güzel kelimeyi gündüz veya gece, yüz kerre söylerse, o gün veya o gece, hiç kimse onun kadar sevâb kazanamaz Ancak onun gibi söyleyen kazanır ” buyruldu Başkalarının ibâdeti, onunla nasıl bir olabilir ki, o kimse, bu güzel kelimenin son parçası ile, bütün iyiliklerin ve ibâdetlerin şükrünü yapmış olmaktadır Bu güzel kelimenin baş tarafı ise, ayrıca Hak teâlâyı kötülüklerden ve aşağılıklardan tenzîh ve takdîs etmektedir O hâlde, bu güzel kelimeyi her gün ve her gece yüz kerre okumalıyız! İnsanları iyi işleri yapmaya ancak Allahü teâlâ kavuşturur (1 cild, 307 mektup)
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Abdülvâhid-i Lâhorî’ye yazdığı başka bir mektuptaki nasîhatleri de şöyledir:
Kıymetli kardeşimin mektûbu geldi Kalbin selâmeti için yazdıklarınız anlaşıldı Evet, kalbin selâmeti, onun mâsivâyı unutmasına bağlıdır Öyle ki, zorla hatırlatmak isteseler hatırlayamamalıdır Allahü teâlâdan başka her şeye, yâni mahlûkların hepsine “Mâsivâ” denir Bu hâle “Fenâ-i kalb” denir Bu yolun birinci basamağı, bu fenâya kavuşmaktır Bu fenâ, vilâyet derecelerine kavuşulacağının müjdecisidir Talebeler, yaradılışlarındaki uygunluklara göre, çeşitli derecelere yükselirler Çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalışmalıdır Çocuklar gibi, yolda önüne çıkan kozalaklara, cam parçalarına bağlanıp kalmamalıdır Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ, yüksek şeylere kavuşmak isteyenleri sever ” buyruldu Dünyâ işleri ile çok uğraşmakta, dünyâ işlerine gönül bağlamak korkusu vardır Kalbin selâmete kavuşmasına da sakın aldanmayınız! Yine geri dönebilir
Dünyâ işleri ile elden geldiği kadar az uğraşınız ki, dünyâya gönül bağlamak tehlikesine düşmeyesiniz! Dünyâya düşkün olmak felâketinden Allahü teâlâya sığınırız Dünyâya gönül bağlamayan fakir bir çöpçü, gönlünü dünyâya kaptıran koltukdaki zenginden kat kat daha kıymetlidir Birkaç günlük hayatta dünyâya gönül vermemek, hiçbir şeye düşkün olmamak için çok uğraşınız! Dünyâya düşkün olmaktan ve dünyâya düşkün olanlardan, aslandan kaçmaktan daha çok kaçmalıdır (1 cild, 116 mektup)
ONDAN ÖZÜR DİLE! 
Abdülvâhid-i Lâhorî ibâdet zevki ile ilgili bir hâtırasını şöyle anlatır:
Ticâret için Buhârâ’ya gitmiştim Oranın câmilerinden birinde yatsı namazından sonra nâfile namazla meşgûl oldum Câmi hizmetlilerinden birisi bana; “Kendi evine git, nâfile namazları evinde kıl Kapıyı kapayacağım ” dedi Fakat söylerken sertçe söylemişti Bu hizmetçi o gece evliyânın şâhı Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini rüyâda görmüş Benim için; “O derviş, bizim Hindistan’ın beldelerinden bir beldedendir Onun kıymetini bil, ondan özür dile ” buyurmuş Bunun üzerine geldi, özürler dileyip affedilmesi için ricâ etti
Kaynaklar
1 Berekât-ı Ahmedî; s 388
2 İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 15, s 149
|