Prof. Dr. Sinsi
|
Alay Etmek Hakkında Bilgi,Alay Etmek
ALAY ETMEK
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde “Allah'a ve âhiret gününe inandık” derler Allah'ı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar Onların kalblerinde hastalık vardır Allah da hastalıklarını artırmıştır Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azâb vardır Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın,” dendiği zaman: “Biz sadece düzelticileriz,” derler İyi bilin ki, onlar bozgunculardır; fakat anlamazlar Onlara: “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” dense, “O beyinsizlerin inandığı gibi inanır mıyız?” derler İyi bilin ki, asıl beyinsizler kendileridir; fakat bilmezler İnanmış olanlara rastladıkları zaman; “İnandık,” derler Fakat şeytânlarıyla yalnız kaldıkları zaman; “Biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz,” derler Allah da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taşkınlıkları içinde bocalyıp dururlar” [1]
Bu âyetlerde bâzı insanların, Allah'a ve âhiret gününe inanamadıkları halde inandıklarını söyleyip Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalıştıkları, oysa kendilerinden başka kimseyi aldatamayacakları, gönülalerinde hastalık bulunan o kimselerin, acı bir azaba uğrayacakları bealirtilmektedir Onlar kendilerinin iyi kimseler olduklarını, iyi işler yaptıklarını sanırlar ama gerçekte ortalığı karıştırdıklarının farkında değildirler “Biz, şu aklı ermez, beyinsizler gibi inanır mıyız hiç?” diyerek gerçek mü'minleri küçümseyen, aslında kendileri beyinsiz olan, inananlara karşı mü'min görünen, fakat kendilerini bu âdi davranışa yönelten şeytânlarıyla baş başa kaldıkları zaman da: “Biz, sizdeniz, 'inandık' demekle onlarla alay ediyoruz ” diyen bu adamlar, Allah'ın çetin cezasına uğraayacaklardır Davranışlarına uygun ceza olarak Allah da onlarla alay eder Yani davranışlariyle, hiç farkında olmadan kendi canlarına azâblar hazırlaayan o adamların üstüne güler ve onlara bir süre fırsat tanır Azgınlıklarına dalıp giderler
14-15'nci âyetlerde, Allah'ın, mü'minlerle istihza ettiklerini söyleyen o kimselerle istihza ettiği bealirtilmektedir İnce mizah, gizli biçimde alay etmek, eğlenmek anlamındaki kökünden istif'âl vezni olan istihza hüz'ü âdet edinmek, alay etmek, hafiflik yapmak, alaya karşılık vermek demektir Bu anlamıyla istihza, Allah'a yakışmaz Fakat Kur'ân'da cezalar, işlenen fiillere denk olarak zikredilir ki buna “müşâkele” denir Alay edenlerin cezası, kendilearinden daha büyüğün, kendileriyle alay etmesidir
“Suç işleyenler, inananların üstüne gülerlerdi Onların yanından geçtikleri zaman birbirlerine kaş göz eder(ek onları küçümserlerdi Ailealerine döndükleri zaman da (yaptıklariyle övünüp) eğlenmeye başlarlardı İnananları gördüklerinde: 'Şunlar sapık insanlar' derlerdi Oysa kendileri, onların üzerine bekçi gönderilmemişlerdi İşte bugün de inananlar kâfiralerin üstüne gülerler Divânlar üzerinde (oturup) bakarlar:” [2]
Dünyâ'da kendilerini zengin, üstün gören kâfirler, mü'minlerin üstüne gülerken; işlerin içyüzünün ortaya çıktığı âhiret gününde de iş tersine döner, bu kez de mü'minler kâfirlerin üstüne gülerler, onların hakaret ve zillet içindeki durumlariyle alay ederler İşte Allah'ın, münafıklarla istiahzası da onların istihza, davranışlarına uygun ceza vermesidir Zira:
“Bir kötülüğün cezası, onun dengi bir kötülüktür”[3] ,”Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın ” [4] âyetleri, cezanın, suça denk olmasını bildirmektir İstihzâ'nın cezası da kısas gereği olarak istihza edenle istihza' etmektir
“Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım” [5] “Tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu ” [6], “Allah'ı aldatıyorlar, O da onları aldatır ” [7] gibi âyetleri, hep İslâmda cezâ'nın, suça denk ve suçun benzeri kısas prensipleri ışığında değerlendirmek gerekir
Gerçekten mü'minlerle alay eden o kimseler, esasen bu davranışlariyle kendilerini gülünç duruma düşürmektedirler Çünkü başkasını küçümsemek Allah'ın temiz, zavallı kullarının üstüne gülmek insanı manen küçültür, ruhsal değerini düşürür Onun ruhu, hakir, alay edilecek kötü bir duruma düşer Riyakâr, ikiyüzlü kişi, ruhunu nasıl gülünç bir duruma soktuğunun farkında olmaz Ama Allah, onun davranışının içyüzünü bilir Onun kötü davranışlarını, ruhunu saran azâblar, çirkinlikler haline getirir İşte Allah'ın, onlarla istihzası, onlar hiç farkına varmadan onları, kendi davranışlarının manevi şekilleriyle kuşatması, o çirkin işleriyle onları yavaş yavaş yakalaması, davranışlarına uygun biçimde cezaalandırması demektir Nitekim: “Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmaeyecekleri bir yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim tuzağım çetindir!” [8] âyeti de bu gerçeği anlatamaktadır
Kur'ân-ı Kerim'in, insanlarla alay edip birtakım hareket ve işaretlaerle onları küçümseyenleri şiddetle uyaran bir sûresi vardır ki adı Hümeze Süresidir:
“(İnsanları) Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden herfesâd kişinin vay haline! O ki mal yığdı, onu saydı, durdu Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor Hayır, andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır Hutame'nin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir (Bir ateş) Ki gönüllere işler O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir (Kendileri,) Uzatılmış direkler arasında (bağlı) olarak (kalacaklardır)” [9]
(Hümeze): (Hemz) kökünden âdet ifâde eden mübalağa (abartma) kipidir Hümeze vezni, âdet bildirir Çok hemz eden demektir
Hemz: kırmak, yere çalmak anlamlarına gelir İnsanların şahsiyet ve namuslarına dil uzatmaya, onlarla alay ederek onları incitmeğe de isti'âre yoluyla hemz denmiştir Birinin namus, neseb ve haysiyetiyle oynayıp insanları incitmeyi, kötüleyip kınamayı âdet edinmiş koğucu kimselere hümeze denir Lemz kökünden gelen Hümeze de insanlara kulp takmak, kaş göz işaretleriyle birini başkalarına göstererek hakir görmek anlamalarına gelir Ebû Ubeyde'ye göre hümeze ve lümeze aynı anlama gelir; dedikoducu demektir Bir başka tefsire göre hemz birini yüzüne karşı, lemz ise arkasından kötülemek; yahut hemz el ve göz işaretleriyle, lemz de dil ile kötülemek, çekiştirmektir[10] İbn Abbâs'a göre hümeze gıybet eden, lümeze de kulp takan, taşlayan demektir Hasan-ı Basri de hümeze, yanında oturanı, gözünü eğerek kötüleyen, din kardeşinin gıybetini edip kınayandır, demiştir , İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de hümeze, lümeze söz götürüp getirerek insanları birbirine katan, insanlara kötü sıfatlar takan kimselerdir
Fahre'd-din Râzi, bu rivayetleri aktardıktan sonra şöyle diyor: “Birabirine yakın olan bu görüşlerin hepsi, bir köke varır ki o da taşlama, kusur bulmadır Bu hareket de iki kısma ayrılır: Hased, kin zamanında olduğu üzere ya ciddi olur veya eğlence, alay zamanında olduğu üzere şaka için olur Bunların her biri de ya dinle ilgili bir şey hakkında olur veya şekil, yürümek, oturmak ve benzeri şeyler hakkında olur Bu dört kısım da kusur bulmada ya orada mevcut biri veya mevcudolmayan biri hakkında olur Her iki durumda da kusur bulma, ya sözle veya kaş, göz ve sair organların işaretiyle olur Bu davranışların hepsi âyetlerin yasakaladığı davranışlar kapsamına girer Sözün, dil bakımından ne için, hangi kavram için kullanılmış olması önemlidir Eğer bir kavram, sözün konulduğu kavram ise o, yasak kapsamındadır Şayet söz, o kavram için konulamamış ise o da kıyâs-ı celi yoluyla yasak kapsamına girer Peygamber (s a v ) dinde en büyük mevki sahibi olduğundan onu taşlamak (kıyâs-ı celi yoluyla) Allah katında büyük günâhtır ” [11]
Zemahşeri'nin açıklamasına göre âdet bildiren “Füale” veznindeki hümeze, lümeze, mimin sükûnuyla hümze, lümze şeklinde de okunamuştur Bu takdirde gülünç şeyler, garip ve tuhaf gevezelikler yapan maskara anlamına gelir [12]
“Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler Belki onlar, kendilerinden iyidirler Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü laakaplarla çağırmayın İnandıktan sonra fısk adı, ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zâlimlerdir ” [13]
Bu âyette başkalarıyla alay etmek, kaş göz işaretleriyle insanları küçümsemek, insanlara kötü lakaplar takmak yasaklanmaktadır
“Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin Belki alay ettikleri, kendilearinden iyidirler”:
“Lâ yeshar” Sahretmesin, demektir Suhriyyet: İş yaptırmak, emrinde çalıştırmak, alay etmek, matrak geçmektir Huz' ve huzu da alay etmek demektir Bu kökten istihza da Türkçede çok kullanılır Lemz, kaş göz veya el işaretleriyle alay edip birini kusurlu göstermektir Hemz ise dil ile yermek, alay etmektir Lakap anlamındaki nebz'den gelen tenâbuz, birbirine kötü lakap takmak demektir Bir Müslümana fâsık, münafık, eşek, domuz demek gibi
İbn Abbâs'a dayanan bir rivayete göre Sabit İbn Kays İbn Şemmâs, ağır işitirdi Meclise geldiği zaman Allah'ın Elçisine yakın oturup peygamber'in sözlerini işitebilmesi için daha önce gelenler, ona yer verirlerdi Bir gün Sabit geç kalmış, sabah namazının birinci rek'atine yetişememişti Hz Peygamber namazı bitirip cemâate dönünce ashabı yanında oturmak için yerlerini aldılar Kalabalık olduğu için peygamber'in yanında başka kimseye yer kalmamıştı Sabit namazını bitirince insanların omuzlarını okşayarak Allah Elçisinin yanına doğru yürümeğe başladı “Yer açın, yer açın” diyordu Cemâat de ona yer açıyordu Allah'ın Elçisinin yanına kadar vardı Arada tek bir adam kaldı Ona da “Yer aç” deyince adam:
“İşte yer buldun, otursana,” dedi
Sabit kızarak onun arkasına oturdu Ortalık ağarınca Sabit adamı işaretle çekiştirerek:
“Bu da kim?” dedi Adam:
“Ben falanım,” dedi Sabit:
“Ha, falan kadının oğlu mu?” dedi
Câhiliyye döneminde kötü görülen bir kadının adını andı (yani anasının vaktiyle fahişe olduğunu anlatmak istedi) Adam boynunu büktü, utandı İşte âyetin ilk cümlesi, bu ve benzeri alay etme, küçük düşürme, küçümseme, kaş göz işaretleriyle çekiştirme eylemlerini yasaklamaktadır
“Kadınlar da birbirleriyle alay etmesinler Belki alay ettikleri, kendilerinden iyidir ” cümlesinin de peyagamber hanımlarından bâzılarının, İsrâiloğlu kökenli peygamber zevcesi Safiyye'yi küçümsemeleri ile ilgili olarak indiği söylenirse de, gerçekte âyet bir bütündür Bir cümlesi bir olay, diğeri başka bir olay üzerine indiğini söylemek, âyeti çeşitli âyetlere bölmek demektir
“Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın İnandıktan sonra fısk adı (ile çağırmak), ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zâlimlerdir ” cümlesinde de insanların birbirlerini kaş göz işaretleriyle çekiştirip küçümsemeleri, birbirlerine kötü lakaplar takmaları, hakaret etmeleri yasaklanmakta ve böyle şeyler yapanların zâlimler oldukları vurgulanmaktadır
Âyetin bu kısmının da Seleme' oğulları hakkında indiği rivayet edilir Bu âyetin, kendileri yani Seleme oğulları hakkında indiğini söyleyen Ensârlı Sabit İbn Dahhâk şöyle demiş:
“Allah'ın Elçisi (s a v ) bize geldiği zaman içimizden her adamın iki üç adı vardı Allah'ın Elçisi:
“Ey falan” der, kendisine:
“Yâ Resûlâllâh, öyle deme, o adam bu isimden hoşlanmaz” derlerdi Yüce Allah
“Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın İnandıktan sonra kötü ad(la çağırmak), ne kötü bir şeydir!”i indirdi
Tirmizi'nin rivayeti şöyledir:
“Bizden her biarimizin iki üç adı olurdu Bazen adam bu adlardan, hoşlanmadığı biriyle çağırılırdı Bunun için 'Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın' indi ” [14]
Bu rivâyetlerdeki olaylar doğru olabilir Fakat âyetin her parçasının ayrı ayrı olaylar üzerine ayrı ayrı zamanlarda indiği doğru değildir Çünkü âyet bir bütündür Eğer parça parça inseydi, her parça ayrı bir âyet olurdu Oysa âyet, bütün cümleleriyle beraber bir bütündür Zâten ayrı ayrı indiği söylenen cümleler, öteki cümleden ayrıhrsa bir anlam ifâde etmez Meselâ:
“Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin Belki alay ettikleri kimseler kendilerinden iyidirler”in, ayrı, “Ve kadınlar da başka kadınlarla (alay etmesinler) Belki öteki kadınlar bunalardan hayırlıdır” cümlesinin de ayrı indiği düşünülürse, ikinci cümle fiilsiz başlamış olacağından anlamsız kalır Çünkü Alay etmesin' fiili, hem birinci cümlenin, hem de ikinci cümlenin fi'lidir Birincisi ikinacisinden ayrıhrsa ikinci cümle fiilsiz kalır, bir anlam ifâde etmez Allah anlamsız cümle indirmekten münezzehtir
Tirmizi'nin rivayet ettiği Safiyye olayı, âyetin iniş sebebi olarak değil, peygamber hanımlarının menkıbeleri bölümünde anlatılır ve bu olayla âyet arasında bir ilişki kurulmaz Bu rivayetler, âyetleri, daha önce vukubulmuş olaylara uygulama çabasından başka bir şey değildir Zaten bu âyet de yalnız başına değil, kendinden önceki ve sonraki âyetlere bağlıdır Sûrenin başından, tâ onüçüncü âyete kadar Müslümanlara İslâm ahlâk ve âdabı öğretilmektedir
Yüce Allah bu âyette mü'min erkek ve kadınların birbirleriyle alay etmemelerini, zira alay ettikleri kimselerin, Allah indinde alay edenlerden daha iyi olabileceğini, hepsi bir can gibi olan Müslümanların, kaşla gözle birbirlerini kusurlu göstermemelerini, birbirlerine kötü lakap ve sıfatlar takmamalarını, inandıktan sonra fısk ismi takmanın, mü'min bir insana fâsık demenin kötü bir şey olduğunu, bu gibi şeylerden vazgeçmeyenlerin zâlim (haksız) olduklarını buyuruyor
Yasak olan, kişiyi, hoşlanmadığı bir lakapla çağırmaktır Fakat kişiyi, kendisi hakkında genel bir vasıf haline gelmiş olan lakaplarla anmakta bir sakınca görülmemektedir Meselâ bâzı kimseler "topal", yahut "kanbur" lakabiyle meşhur olurlar Eğer bu sözlerde o adama bir sövme, hakaret anlamı yok ise onu bu lakaplarla çağırmakta bir sakınca yoktur
Bu âyette üç yasak vardır
1) Hiç kimsenin başkasıyla alay etmemesi,
2) Kadınların birbirleriyle alay etmemeleri,
3) Ve kimseye kötü lakap takılmaması
“İnandıktan sonra fısk adı ne kötüdür!”
Yani mü'min bir insana fâsık demek, yahut ona fısk gereği olan kötü isimler takmak ne kötüdür Bu cümleden anlaşıldığı gibi yasaklanan lakap, insanın zoruna giden, hakaret anlamına gelen lakaptır Bu lakaplar ancak fasıklara yaraşır Mü'mine fâsık denmez, kötü lakap takılmaz Yahut kötü lakap takmak fâsıkların işidir Mü'minlerin birbirlerine böyle kötü lakaplar takması yakışık almaz
|