Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahiret, için, imanı, kalbin, kurtuluşu, midir, yeterli

Kalbin İmanı Ahiret Kurtuluşu İçin Yeterli Midir?

Eski 09-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kalbin İmanı Ahiret Kurtuluşu İçin Yeterli Midir?



Nefs Nasıl İman Eder?
İnsanın iman etmesi




Başlığa bakınca "Nefsin iman etmesi nasıl olur? İnsanın iman etmesi, nefsinin iman etmesi değil midir?" diye akla gelebilir Ancak durum öyle değil




Başlığa bakınca "Nefsin iman etmesi nasıl olur? İnsanın iman etmesi, nefsinin iman etmesi değil midir?" diye akla gelebilir Ancak durum öyle değil Çünkü nefsin inkârıyla beraber kalp pekâlâ da iman etmiş olabilir Fakat "kâmil mümin" olmak için bu yeterli değildir


Malumdur ki dinimizin kuldan istediği en önemli şey, gayba inanmasıdır Gayb, insanın tecrübe veya duyularla öğrenemediği, ancak Kur'an veya hadislerin haber vermesiyle bilinebilen gerçeklerdir Gaybın bir de bildirilmeyen tarafı var ki onun bilgisi sadece Cenab-ı Hak katındadır O'ndan başkası bilemez İşte mümin, gayba inanan kimse demektir Bir başka anlatımla, kendisine bildirilen fakat duyularıyla vâkıf olamadığı hususlara şüphe ve tereddüt gütmeden inanan kimse mümin olarak nitelendirilir


Bu iman ya taklidî olur ya tahkikî Eğer mümin delil ve araştırmaya ihtiyaç duymadan, Kur'an'daki hakikatleri tefekkür etmeden, sadece yaşadığı ortamdan etkilenerek, ailesinden ve çevresinden duyup gördüğü gibi inanmışsa taklidî iman sahibidir Eğer inandığı şeylerin delil ve araştırmasını yaparak yahut Kur'an'daki hakikatleri tefekkür ederek inancını takviye etmişse, o zaman da tahkikî iman sahibidir Tahkikî iman sarsılmaz şekilde gerçekleşen imandır Buna istidlalî iman da denmiştir Bu itibarladır ki, tahkikî iman taklidî imandan daha faziletlidir



Kâmil mümin olmak için


Ancak her ikisinden de önemli olan bir husus var ki o da "iman-ı kâmil"e ulaşmaktır Bir mümin araştırıp incelemek suretiyle gaybî delillere kalben inanmış, böylece tahkikî imana ulaşmış olabilir belki, ama bu onun kâmil manada iman ettiğini göstermez Çünkü kâmil mümin olabilmek için imanı sûrîlikten (şeklî olmaktan) kurtarmak gerekir


O da emmare nefsin mutmainne makamına ulaşmasıyla; bir başka deyişle, nefs unsurunun inkârdan imana dönmesiyle meydana gelir Böyle iman, tasavvuf erbabı tarafından "yakînî iman" diye nitelendirilmiştir


Havassın yani ariflerin imanı "yakîn" mertebesinde bir imandır İsmail Hakkı Bursevî ks diyor ki: "Havassın imandaki mertebesi, iman-ı iyânî (ihsan derecesindeki iman)dir Şöyle ki: Allah sıfatlarından biriyle kuluna tecelli edince, kulun vücudundaki bütün uzuvları Allah'a teslim olur


Böylece daha önce kalbi ile inandığı şeyi nefsi inkâr ediyorken, artık bütün zerreleriyle iyân (ihsan) derecesinde iman etmiş olur Cenab-ı Hak dağa tecelli ettiğinde onu paramparça etti ve nefs Musa'sı baygın olarak yere düştü Nefs bu makamda Musa as yerindedir Musa as kendine geldiğinde; "Ben sana tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim" (Araf, 143) dedi" (Ruhu'l-Beyan, 4/308)



Sadece kalbin imanı ahiret kurtuluşu için yeterli midir?


Yukarıda açıkladığımız üzere kâmil imana, ancak nefs canavarına iman şerbeti içirilerek varılabilir Fakat Cenab-ı Hakk'ın merhameti o kadar geniş ki, sadece kalbin imanı demek olan sûrî imanı ahiret kurtuluşu için yeterli görmüştür Akaid kitaplarımızda mukallidin imanının kâfi ve makbul olduğu bildirilmiştir Nitekim İmam-ı Rabbanî hazretleri ks bir mektubunda; "İmanın sureti, Allah Tealâ'nın şefkat ve merhametinin kemalinden dolayı uhrevî kurtuluş için yeterli gördüğü şeydir Bu da kalbin, nefs-i emmarenin inkâr ve direnişiyle beraber tasdikidir" (Mektubat-ı Rabbanî, 3/448) diye yazmaktadır


İnsanın nefsi inkâr ediyor olsa da kalbi inandıktan sonra yine de iman etmiş sayılır Bu bile mümin olmak için yeterlidir Ancak imanın kemali için kalbin imanıyla birlikte nefsin de iman etmesi gerekmektedir



Nefs terbiyesinin önemi


Bu noktada nefs terbiyesi büyük önem arz etmektedir Zira terbiye edilmemiş nefs, eğitilmemiş yırtıcı hayvana benzer Nasıl ki böyle bir hayvan yakınındaki insan için potansiyel bir tehlike ise, terbiye edilmemiş nefs de mümin için aynı durumdadır


İman zırhına bürünmemiş nefis, inkâr oklarına karşı fazla dayanamaz Çünkü Yusuf Aleyhisselam'ın da buyurduğu gibi "Nefs, Rabbimin esirgemiş olduğu dışında muhakkak ki daima kötülüğü emredicidir" (Yusuf, 53)


Dolayısıyla nefsin imanı için atılacak en önemli adım nefs terbiyesidir Bu terbiyenin en etkili metotlarla yapıldığı yer ise tasavvuf okuludur


Bu arada ibadetleri hakkıyla eda ederek imanın hakikatine, yani yakîne ulaşılacağı da unutulmamalıdır Zira İmam Rabbanî hazretleri ks diyor ki: "İnsanın yaratılışındaki maksat, kendisine emredilen ibadetleri yerine getirmektir İbadetlerin edasından maksat da iman hakikati demek olan yakîni elde etmektir" (Mektubat-ı Rabbanî, 1/394)


İmam-ı Rabbanî ks, ibadetin yerine getirilmesinden önce gelen imanın "yakîn" diye tabir edilen iman olmadığını, bilakis imanın sureti olduğunu söylemiş ve bununla bağlantılı olarak, "Ey iman edenler, iman ediniz" (Nisa, 136) ayetini delil getirerek: "Bu ayet-i kerimenin manası, 'Ey şeklen iman edenler, emredilen ibadet vazifelerini yerine getirerek hakikaten iman ediniz' demektir" demiştir



Kâmil imana duyulan ihtiyaç


Tüm bunlar gösteriyor ki, inkârın yüceltildiği, manevî bağların gönüllerden koparılmaya çalışıldığı günümüz dünyasında kâmil imana, dolayısıyla bu imanı kazanmanın en önemli yolu olan tasavvufa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır


Bugün buna daha çok ihtiyaç var, çünkü eskiden müslümanın ayağını kaydırabilecek, inancını etkileyebilecek, mümin uyuyup kâfir kalkmasına sebep olabilecek bu kadar inkâr propagandası, bu kadar şeytanî telkin yoktu

Dolayısıyla bir insanın aile okulunda aldığı din ve iman eğitimi o zamanlar yeterli görülebilirdi İmanı ve İslâm'ı taklidî de olsa yaşaması normal karşılanabilirdi Zira bulunduğu çevre sürekli iman ve maneviyat telkin etmekteydi Öyle bir çevrede inkâr tehlikesi çok azdı


Bir de günümüze bakalım İnsan ve cin şeytanlar her adıma ağ kurmuş, inançlı halkın maneviyatını bozmaya çalışıyor İşte bu zamanda nefsi terbiye ederek onun da imandan nasiplenmesini sağlamak, böylece iman kalesini sağlamlaştırmak, adeta zorunluluk teşkil ediyor


Zira kemale ermemiş iman kurşun kalemle yazılmış yazı gibidir Üzerinden silgi geçtiğinde daha fazla dayanamaz, silinir Ama kâmil iman öyle değildir O adeta tükenmez kalemle yazılmış yazıya benzer Silginin üzerinden geçmesi onu etkilemez


Bizler de Rabbimiz'den böyle huzur-u kalp ve iman-ı kâmil dileriz


Semerkand Dergisi / Kürşat Salih Yaman / Ekim 2011-154sayı

Kaynak: Serhaber










Alıntı Yaparak Cevapla

Kalbin İmanı Ahiret Kurtuluşu İçin Yeterli Midir?

Eski 09-01-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kalbin İmanı Ahiret Kurtuluşu İçin Yeterli Midir?



Nefs Nasıl İman Eder?


Başlığa bakınca “Nefsin iman etmesi nasıl olur? İnsanın iman etmesi, nefsinin iman etmesi değil midir?” diye akla gelebilir Ancak durum öyle değil Çünkü nefsin inkârıyla beraber kalp pekâlâ da iman etmiş olabilir Fakat “kâmil mümin” olmak için bu yeterli değildir


Malumdur ki dinimizin kuldan istediği en önemli şey, gayba inanmasıdır Gayb, insanın tecrübe veya duyularla öğrenemediği, ancak Kur’an veya hadislerin haber vermesiyle bilinebilen gerçeklerdir Gaybın bir de bildirilmeyen tarafı var ki onun bilgisi sadece Cenab-ı Hak katındadır O’ndan başkası bilemez İşte mümin, gayba inanan kimse demektir Bir başka anlatımla, kendisine bildirilen fakat duyularıyla vâkıf olamadığı hususlara şüphe ve tereddüt gütmeden inanan kimse mümin olarak nitelendirilir


Bu iman ya taklidî olur ya tahkikî Eğer mümin delil ve araştırmaya ihtiyaç duymadan, Kur’an’daki hakikatleri tefekkür etmeden, sadece yaşadığı ortamdan etkilenerek, ailesinden ve çevresinden duyup gördüğü gibi inanmışsa taklidî iman sahibidir Eğer inandığı şeylerin delil ve araştırmasını yaparak yahut Kur’an’daki hakikatleri tefekkür ederek inancını takviye etmişse, o zaman da tahkikî iman sahibidir Tahkikî iman sarsılmaz şekilde gerçekleşen imandır Buna istidlalî iman da denmiştir Bu itibarladır ki, tahkikî iman taklidî imandan daha faziletlidir


Kâmil mümin olmak için


Ancak her ikisinden de önemli olan bir husus var ki o da “iman-ı kâmil”e ulaşmaktır Bir mümin araştırıp incelemek suretiyle gaybî delillere kalben inanmış, böylece tahkikî imana ulaşmış olabilir belki, ama bu onun kâmil manada iman ettiğini göstermez Çünkü kâmil mümin olabilmek için imanı sûrîlikten (şeklî olmaktan) kurtarmak gerekir


O da emmare nefsin mutmainne makamına ulaşmasıyla; bir başka deyişle, nefs unsurunun inkârdan imana dönmesiyle meydana gelir Böyle iman, tasavvuf erbabı tarafından “yakînî iman” diye nitelendirilmiştir


Havassın yani ariflerin imanı “yakîn” mertebesinde bir imandır İsmail Hakkı Bursevî ks diyor ki: “Havassın imandaki mertebesi, iman-ı iyânî (ihsan derecesindeki iman)dir Şöyle ki: Allah sıfatlarından biriyle kuluna tecelli edince, kulun vücudundaki bütün uzuvları Allah’a teslim olur


Böylece daha önce kalbi ile inandığı şeyi nefsi inkâr ediyorken, artık bütün zerreleriyle iyân (ihsan) derecesinde iman etmiş olur Cenab-ı Hak dağa tecelli ettiğinde onu paramparça etti ve nefs Musa’sı baygın olarak yere düştü Nefs bu makamda Musa as yerindedir Musa as kendine geldiğinde; “Ben sana tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim” (Araf, 143) dedi” (Ruhu’l-Beyan, 4/308)


Sadece kalbin imanı ahiret kurtuluşu için yeterli midir?


Yukarıda açıkladığımız üzere kâmil imana, ancak nefs canavarına iman şerbeti içirilerek varılabilir Fakat Cenab-ı Hakk’ın merhameti o kadar geniş ki, sadece kalbin imanı demek olan sûrî imanı ahiret kurtuluşu için yeterli görmüştür Akaid kitaplarımızda mukallidin imanının kâfi ve makbul olduğu bildirilmiştir Nitekim İmam-ı Rabbanî hazretleri ks bir mektubunda; “İmanın sureti, Allah Tealâ’nın şefkat ve merhametinin kemalinden dolayı uhrevî kurtuluş için yeterli gördüğü şeydir Bu da kalbin, nefs-i emmarenin inkâr ve direnişiyle beraber tasdikidir” (Mektubat-ı Rabbanî, 3/448) diye yazmaktadır


İnsanın nefsi inkâr ediyor olsa da kalbi inandıktan sonra yine de iman etmiş sayılır Bu bile mümin olmak için yeterlidir Ancak imanın kemali için kalbin imanıyla birlikte nefsin de iman etmesi gerekmektedir


Nefs terbiyesinin önemi


Bu noktada nefs terbiyesi büyük önem arz etmektedir Zira terbiye edilmemiş nefs, eğitilmemiş yırtıcı hayvana benzer Nasıl ki böyle bir hayvan yakınındaki insan için potansiyel bir tehlike ise, terbiye edilmemiş nefs de mümin için aynı durumdadır


İman zırhına bürünmemiş nefis, inkâr oklarına karşı fazla dayanamaz Çünkü Yusuf Aleyhisselam’ın da buyurduğu gibi “Nefs, Rabbimin esirgemiş olduğu dışında muhakkak ki daima kötülüğü emredicidir” (Yusuf, 53)


Dolayısıyla nefsin imanı için atılacak en önemli adım nefs terbiyesidir Bu terbiyenin en etkili metotlarla yapıldığı yer ise tasavvuf okuludur


Bu arada ibadetleri hakkıyla eda ederek imanın hakikatine, yani yakîne ulaşılacağı da unutulmamalıdır Zira İmam Rabbanî hazretleri ks diyor ki: “İnsanın yaratılışındaki maksat, kendisine emredilen ibadetleri yerine getirmektir İbadetlerin edasından maksat da iman hakikati demek olan yakîni elde etmektir” (Mektubat-ı Rabbanî, 1/394)


İmam-ı Rabbanî ks, ibadetin yerine getirilmesinden önce gelen imanın “yakîn” diye tabir edilen iman olmadığını, bilakis imanın sureti olduğunu söylemiş ve bununla bağlantılı olarak, “Ey iman edenler, iman ediniz…” (Nisa, 136) ayetini delil getirerek: “Bu ayet-i kerimenin manası, ‘Ey şeklen iman edenler, emredilen ibadet vazifelerini yerine getirerek hakikaten iman ediniz’ demektir” demiştir


Kâmil imana duyulan ihtiyaç


Tüm bunlar gösteriyor ki, inkârın yüceltildiği, manevî bağların gönüllerden koparılmaya çalışıldığı günümüz dünyasında kâmil imana, dolayısıyla bu imanı kazanmanın en önemli yolu olan tasavvufa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır


Bugün buna daha çok ihtiyaç var, çünkü eskiden müslümanın ayağını kaydırabilecek, inancını etkileyebilecek, mümin uyuyup kâfir kalkmasına sebep olabilecek bu kadar inkâr propagandası, bu kadar şeytanî telkin yoktu

Dolayısıyla bir insanın aile okulunda aldığı din ve iman eğitimi o zamanlar yeterli görülebilirdi İmanı ve İslâm’ı taklidî de olsa yaşaması normal karşılanabilirdi Zira bulunduğu çevre sürekli iman ve maneviyat telkin etmekteydi Öyle bir çevrede inkâr tehlikesi çok azdı


Bir de günümüze bakalım İnsan ve cin şeytanlar her adıma ağ kurmuş, inançlı halkın maneviyatını bozmaya çalışıyor İşte bu zamanda nefsi terbiye ederek onun da imandan nasiplenmesini sağlamak, böylece iman kalesini sağlamlaştırmak, adeta zorunluluk teşkil ediyor


Zira kemale ermemiş iman kurşun kalemle yazılmış yazı gibidir Üzerinden silgi geçtiğinde daha fazla dayanamaz, silinir Ama kâmil iman öyle değildir O adeta tükenmez kalemle yazılmış yazıya benzer Silginin üzerinden geçmesi onu etkilemez


Bizler de Rabbimiz’den böyle huzur-u kalp ve iman-ı kâmil dileriz

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.