Prof. Dr. Sinsi
|
Yusuf Sûresi Ne Zaman İnmiştir Hikmeti Nedir
Kur’ân’ın Emirleri Karşısında Sahabe Efendilerimizin Tavrı
Diğer taraftan, sorunuzda da ifade ettiğiniz gibi, sahabe-i kiram efendilerimiz, kendilerini diğer toplumlardan ayıran bir hususiyet olarak, her zaman, Kur’ân ve Sünnet’in ortaya koyduğu emirleri “Acaba en âlâ şekilde nasıl yerine getirebiliriz?” diye çok ciddi tehalük gösterirlerdi Meselâ;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقَاتِهِ
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun, Allah’a karşı olabildiğince takva dairesinde bulunun!” âyet-i kerimesi nazil olduğunda sahabe efendilerimizin âdeta iflahları kesilmişti Öyle ki, gece-gündüz sürekli ibadet etmekten dolayı, elleri, dizleri ve alınları nasır tutmuştu Bir müddet sonra, bir mânâda tahammülfersa gibi gördükleri bu hâli Cenâb-ı Risaletpenah Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) arz etme lüzumu duydular Ben onların bu meseleyi ifade sadedinde kullandıkları o ince ve saygı dolu üslubu burada size ifade edemem Fakat öyle anlaşılıyor ki, onlar bu durumu kendilerine yakışır, öyle yumuşak ve uygun kelimelerle arz ettiler ki, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, rüşdlerini ispat eden o insanlara:
فَاتَّقُوا اللهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ
“Allah’tan gücünüz yettiği nispette korkun” kolaylık ve tahfif ifade eden, ümit ve müjde edalı âyetini inzal buyurdu
Bakara Sûre-i Celîlesindeki:
وَإِنْ تُبْدُوا مَا فِي أَنْفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللهُ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ
“İster bir şeyi açığa vurun isterse içinizde tutun! Allah onunla sizi hesaba çekecektir ” âyet-i kerimesi indiğinde de benzer bir durum yaşanmıştı Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerimede, azim ve cehdleri söz konusu olmasa, tavır ve davranışlarına aksetmese dahi, hayalleri kirleten, tasavvurları bulandıran, taakkule bir çelme takan yani fiil hâline gelmese de bir yönüyle fiile dönüşmesi istikametinde tetikleyici bir fonksiyonu bulunan münasebetsiz tahayyül ve tasavvurlardan hesaba çekileceklerini ifade buyuruyordu Her şeyi çok iyi okuyan, çok iyi anlayan ve çok iyi değerlendirmeye tâbi tutan sahabe-i kiram efendilerimiz bu âyet nazil olunca öyle ızdırap duymuşlardı ki, yaşadıkları bu hâli gökten düşmekten daha ağır bir durum olarak ifade etmişlerdi Bundan dolayı bir kez daha, yine bir alın nasırlaşması, yine dizlerin nasır bağlaması ve yine maratonu kazanma adına meseleyi çok yüksek tutma, çıtayı yüksek bir noktaya koyarak değerlendirme söz konusu olmuştu Evet, onlar Allah’a öyle bir teveccühte bulunmuşlardı ki, bu teveccühleriyle bir kez daha rüşdlerini ispat etmişlerdi Onlar bu imtihanı kazanınca Cenâb-ı Hak da Bakara sûresinin son iki âyet-i kerimesini inzal buyurarak meseleyi tadil buyurmuştu
Keyif ve Zevkle İçilen Bir Çayın Hesabı
Vâkıa bir insan, usülü’d-din ve kelam metodolojisine göre, içinden geçirdiği şeylerden dolayı sorumlu olmaz Yani objektif mükellefiyet açısından, bir insan ağzıyla söylemez, gözüyle iradî olarak günahın içine girmez, el, ayak, dil ve dudak gibi organlarıyla halt karıştırmazsa, akıldan geçenler günah olarak yazılmaz Bizim gibi avam halk için geçerli olan budur Havassa göre ise sübjektif mükellefiyet açısından, hayalin kirlenmesi bile tevbe ve istiğfarı gerektiren bir hâldir Meselâ çay içiyorsunuz Şeker ve limonunu kattığınız çayı yudumlamak çok hoşunuza gitti ve çok zevk aldınız Hemen o esnada, “Eğer Rabbim’in bunda muradı yoksa  ” deyip kendinizi sorgulamıyor; hayalinize çarpan ve sübjektif içtihadınıza göre yakışıksız bulduğunuz o hâle karşı istiğfarda bulunmuyorsanız, konumunuzun hakkını veremiyorsunuz demektir Ve yine diyelim ki, insanlar geldi ve size dediler ki: “Elhamdülillah, dünyanın dört bir yanında öyle bir fütuhat ve açılım var ki, bunda herkesin bir gayret ve cehdi olsa da, bu açılımın temelinde sizin tavsiyeleriniz var ” Eğer siz böyle bir meselenin ruh ve gönül dünyanızda yapacağı azim tahribata karşı bir kenara çekilip elli defa “Estağfirullah ya Rabbi! Estağfirullah ya Rabbi!” demiyorsanız O’na karşı vefasızlık yapıyorsunuz demektir
Büyük zatlar, durdukları basamağa göre Allah’la (celle celâluhu) hep böyle bir münasebet arayışı içinde olmuşlardır Evet, onlar hayallerine çarpıp geçen şahaplar karşısında bile tir tir titremiş ve Cenâb-ı Hakk’a karşı tevbe ve istiğfarda bulunmuşlardır Bir kez daha ifade edelim ki, bütün bunlar sübjektif mükellefiyet çerçevesinde ele alınacak mevzulardır
İşte sahabe efendilerimiz, âyetler karşısında bu ölçüde bir hassasiyet göstermişlerdir Onlar, meselenin ağırlığından dolayı hiçbir zaman ilâhî emirleri istikrahla karşılamamış, yılgınlık göstermemiş ve bıkkınlığa girmemişlerdir İşin ağırlığı canlarını gırtlaklarına getirdiği noktada da hâllerini Efendiler Efendisi’ne arz etmişlerdir Biz, misal olması bakımından birkaç âyetle iktifa etmiş olsak da, aslında birçok âyet karşısında sahabe-i kiram efendilerimizin durumları bundan farklı değildi Onlar, Kur’ân’ın her bir âyet-i kerimesini kendilerine inmiş gibi değerlendiriyorlardı Önlerindeki Mükteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel’in enginlik ve derinliği içinde meselelere yaklaşıyor ve O Eşsiz Rehber nasıl hareket edip nasıl davranıyorsa onlar da öyle olmaya çalışıyorlardı Çünkü bir insanı delicesine seven biri, urbasıyla, kılık ve kıyafetiyle dahi sevdiği o insana benzeme gayreti içinde olur Hatta elinden gelse, mümkünse estetik ameliyat yaptırarak şeklen dahi ona benzemeye çalışır İşte sahabe-i kiram efendilerimiz de, ibadet ü taat tavrıyla Habib-i Kibriya Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) benzemek için ölesiye bir gayret sarf ediyorlardı Ama bazen bu durum onlara çok ağır geliyordu İşte böyle bir durum neticesinde bir gün onlar Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek kendilerine az soluk aldıracak bir kıssa talebinde bulunmuşlardı Onların bu istekleri murad-ı ilâhiye muvafık düştüğünden Cenâb-ı Hak da sûre-i Yûsuf’u indirmişti
|