Prof. Dr. Sinsi
|
İsmail Gaspıralı’Nın Hayatı, Eserleri Ve Edebi Kişiliği
İsmail Gaspıralı’nın Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği
İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 20 (eski takvime göre, 8) Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü
1878'de Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcısı seçilen İsmail Bey, ertesi yıl Belediye Başkanlığı'na getirildi ve 1884 yılına kadar bu görevde kaldı Gaspıralı'nın gerek Kırım'da, gerekse çeşitli dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan diğer Kırım Tatarlarından çok farklı tecrübeler kazandırmıştı Mevcut problemleri yakından müşahede ettiğinden, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini duyurmak arzusuyla yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi İlk teşebbüs olarak, Akmescit'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Rus İslâmı" (Russkoe Musulmastvo) başlıklı sonradan risale olarak da yayınlanan bir dizi yazı yazdı Burada, Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar aynı bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar çağa uygun bir maarif sisteminden ve bilimden mahrum bir halde bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı
Gaspıralı'nın bu ilk eseri özellikle Rus hükûmetine ve çevrelerine hitaben yazılmıştı O, Kırım'dakiler de dahil umum Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyeti bu insanların içinde bulundukları geri kalmışlık ve ezilmişlik şartları altında değiştirilmesi mümkün olmayan bir vakıa idi Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı'ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi Öncelikle Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla da (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi Tek tek ele alındığında mevcut meselelerle başa çıkabilmelerine ihtimal verilemeyen bu Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi Bütün bunların ön şartı ise, Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Türk-Müslüman toplumların geri kalmışlık ve cehalet zincirlerini kırmalarını sağlayacak ve birbirlerine yakınlaşıp bütünleşmelerini mümkün kılacak tarzda çağın ihtiyaçlarına uygun bir maarif sisteminin ihdasıydı Bu sistem Türkçe eğitim vermeli ve Gaspıralı'nın tasavvurundaki millî bütünleşmenin altyapısını hazırlayacak bir ortak Türk edebî dilinin teşekkülüne vasıta olmalıydı Bunun yanısıra, oluşacak millî bir Türk basını da bu toplumların birbirlerinden haberdar olmalarında ve kaynaşmalarında hayatî bir rol oynayacaktı Ancak, bütün bu safhalarda Rus hükûmetinin gazabını celbedecek tavırlardan uzak durmalı, Batı bilimini Ruslar vasıtasıyla alabilmek için gayret sarfedilmeli ve umum Rusya gelişmelerinden uzak kalınmamalıydı
Gaspıralı öncelikle bu fikirlerini tedricî ve ihtiyatlı bir şekilde de olsa ortaya koyabileceği Türkçe bir yayın organına ihtiyaç duymaktaydı Bu yoldaki resmî müracaatlarının sonuçsuz kalması üzerine, Tiflis'de her birini değişik adlarla bastırdığı bir dizi varaklar neşretti Söz konusu varaklar fiilen süreli yayın mahiyetinde olmakla birlikte, resmî müsaade yokluğu dolayısıyla teoride münferit yayınlar şeklinde basılmıştı Gaspıralı bu arada, tasavvurundaki gazetenin yayını için gereken resmî müsaadeyi alma çabalarını sürdürdüğü gibi, Volga boyundaki Müslümanlar arasında da dolaşarak henüz yayın müsaadesini almadığı gazetesine aboneler bulmaya çalıştı Nihayet, 1883'de bütün muhteviyatının Rusçasının da birlikte yayınlanması şartıyla Tatarca (yani Türkçe) bir gazete neşri müsaadesini elde edebildi İlk nüshası 22 Nisan 1883'de Bahçesaray'da basılan Tercüman adındaki bu gazete haftada bir gün yayınlanıyordu (Ekim 1903'den itibaren haftada iki gün çıkmaya başlayan Tercüman, 1912'den sonra günlük oldu) Tercüman'ın dili esasen sade bir Osmanlı Türkçesi olup, zaman zaman Kırım Tatar veya diğer Türk lehçelerinden kelime ve sözlerle takviye edilmekteydi Tercüman Kırım'da yayınlanan ilk Türkçe gazete olduğu gibi, umum Rusya Müslümanları arasında Türk dilindeki ancak üçüncü gazeteydi Diğerlerinin (Taşkent'de yayınlanan resmî Türkistan Vilâyeti'niñ Gazeti hariç tutulursa) kısa sürede kapanmalarıyla uzun süre Tercüman Rusya İmparatorluğu dahilindeki yegâne Türk ve Müslüman gazetesi olarak kalacaktı Tercüman'ı ve gerekli olacağını düşündüğü diğer yayınları basabilmek için Gaspıralı Bahçesaray'da Arap harfleriyle bir de matbaa kurmuştu ki, bu Kırım'daki ilk Müslüman matbaasıydı Tercüman Kırım Tatarları arasındaki ilk basın organı olduğu için özellikle başlangıçta Gaspıralı gazetenin bilfiil her safhasını şahsen ve en yakın aile fertlerinin yardımıyla yürütmeye mecbur kaldı
Gaspıralı idealinde yatan umum Rusya Türkleri arasındaki radikal ve büyük çaplı bir maarif reformunun altyapısının hazırlanması ve desteklenebilmesi için Tercüman'ı aslî vasıtası olarak görmekteydi Aynı şekilde, bizâtihi gazete olgusunun benimsenebilmesi ve okunabilmesi için de bu tür köklü bir eğitim hamlesi yoluyla Rusya Türkleri ve bu meyanda Kırım Tatarları içinde gerçek manâda bir millî aydınlar zümresinin oluşabilmesi şarttı Rusya İmparatorluğu dahilinde mevcut olan, ana dilinde yani Türkçe okuma-yazma öğretebilmekten, en temel fen bilgilerini verebilmekten ve her türlü zarurî donanım ve organizasyondan mahrum bir şekilde varlığını sürdüregelen çürümüş eski usûl mektep ve medrese sisteminin ise bunu temin edebilmesi imkân haricindeydi
Gaspıralı maarif reformunun ilk tecrübesini 1884'de Bahçesaray'ın Kaytaz Ağa mahallesinde açtığı mekteple yaptı Bu uygulamanın başka bir örneği bulunmadığı için, mâlî kaynağın bulunması, muallimin yetiştirilmesi, programın hazırlanması, araç ve gereçlerin temini ve hattâ derste okutulacak malzemenin basılması hususlarını bizzat Gaspıralı üstlendi Gaspıralı'nın, bu teşebbüsünü başlangıçta şüphe ile karşılayan Bahçesaray halkına yeni mektebi benimsetebilmek için ortaya attığı hedeflerinden birisi burada "kırk günde Türkçe okuma-yazma öğretileceği" idi Nitekim, gerçekten de tam kırk gün sonra eşrafın ve halkın hazır bulunduğu açık bir imtihanla talebelerin bunu başardığını gösterdi Gaspıralı, kurduğu mektebinde o zamana kadar kullanılan ve çok vakit aldığı gibi, başarı oranı da düşük olan eski usûlün yerine, önce harflerin ve bunların tekabül ettikleri seslerin tanıtıldığı, bilâhare de bunların gerçek kelimeler içinde okunuş ve yazılışlarının öğretildiği yeni bir metodu (usûl-ü savtiye) uygulamaktaydı Gaspıralı'nın bu tecrübe mektebindeki yeniliği okuma-yazma öğretiminde daha kolay ve pratik bir usûlün uygulanmasından çok öteye gitmekteydi Esasen, onun ilk denemesini yaptığı ve ileride çok daha geliştireceği maarif sistemi Rusya İmparatorluğu dahilindeki Müslüman mekteplerinde gerçek bir inkılâp mahiyetini taşıyordu Bir bütün olarak ele alındığında onun Rusya Müslümanları arasında ortaya attığı bu yeni maarif sistemi, kendi kullandığı tabirle "Usûl-ü Cedîd" olarak çok yaygın bir kullanıma erişmiş ve bir devre damgasını vurmuştur Bu tabirden yola çıkarak, 1917'ye kadarki dönemde Rusya İmparatorluğu'nda esasen bu sistemden yetişen millî-reformist kadrolar da genel olarak "Cedidçiler" olarak adlandırılacaklardır
Gaspıralı'ya göre, eğitim sistemi her şeyden önce ana dilin (yani Türkçenin) öğretimine hizmet etmeli ve dinî bilgilerin yanısıra dünyevî bilgileri de mutlaka ihtiva etmeliydi Usûl-ü Cedîd'de öğretim zamanları ve talebe sayıları kesin olarak sınırlanmıştı İlk dereceli mekteplerde öğretim süresi iki yılı geçmeyecek, bir muallim 30 veya 40'dan fazla talebeye aynı anda ders vermeyecek ve mektebe kayıtlar da düzene bağlanacaktı Bir ders günü içinde süresi 45'er dakikayı aşmayan en fazla beş ders okutulacak ve haftada altı mektep günü olacaktı Talebenin yorulup bıkmaması için ders aralarına teneffüsler konulmuş ve değişik derslerin birbirini takip etmesi öngörülmüştü Bedenî cezalar da tamamıyla uygulamadan kaldırılmaktaydı İmtihanın bulunmadığı eski sistemin aksine, Usûl-ü Cedîd her hafta ve dönem sonlarında bütün derslerden imtihanlar ihdas etmekte ve mezuniyeti bu imtihanlarda başarılı olunması şartına bağlamaktaydı Yeni sistemde dershanelerin mekânının ve havasının temizliğine ve ferahlığına özel bir önem veriliyor, o zamana kadar sadece Rus okullarında görülen sıralar, karatahta, kitaplık ve diğer öğretim araçları mekteplere sokuluyordu Müfredatta da büyük değişiklikler vardı İlk basamakta Türkçe okuma-yazma öğretiminin yanısıra, temel aritmetik, hat, Kur'an okuma ve İslâm'ın esaslarını öğretmeye yönelik dersler yer almakta, buna bir üst basamakta genel coğrafya ve tarih, İslâm ve memleket tarihi hakkında giriş bilgileri ve tabiat bilgisi dersleri de ilâve olunmaktaydı Büyük çoğunluğu ilk defa verilen bu tür dersler için mevcut her hangi bir ders kitabı bulunmadığından Usûl-ü Cedîd mekteplerinde kullanılacak temel ders kitabını da Hocâ-i Sıbyân adıyla bizzat Gaspıralı kaleme alarak kendi matbaasında bastı (ilk baskısı 1884'de yapılmıştı)
Usûl-ü Cedîd'in kabul görmesi ve yerleşmesi büyük engellerle karşılaştı Öncelikle bunun halk tarafından benimsenmesi ve talep konusu olması gerekiyordu Halbuki daha ilk baştan eski usûle bağlı olan mollalar ve mutaassıp çevreler şiddetle buna karşı koydular ve Usûl-ü Cedîd'i halk arasında savunmak cesaret isteyen bir iş haline geldi Dahası, gayet sınırlı imkân ve ihtiyaçlara sahip eski usûl mekteplerin aksine, bir hayli masrafı gerektiren bu gibi yeni mekteplerin açılabilmesi ya mahallî halkın daimî maddî katkısına ya da Müslüman zenginlerin desteğine bağlıydı Halbuki, XIX asrın sonlarında özel olarak Kırım Tatarlarının ve genel olarak Rusya Müslümanlarının ekonomik ve sosyal yapıları göz önüne alındığında, bu tür beklentiler için iyimser olabilmek hiç de kolay değildi Halk arasında bu tür sosyal-eğitim teşebbüslerine katkıda bulunma alışkanlığı da yok gibiydi Diğer taraftan, Usûl-ü Cedîd'e göre hazırlanmış muallimler olmadıktan başka, böyle muallimleri yetiştirecek bir muallim mektebi de tabiî ki söz konusu değildi Bu son probleme karşı Gaspıralı'nın bulduğu çare, ilgilenen muallim adaylarını Bahçesaray'a çağırarak onları ücretsiz olarak uygulamalı bir şekilde eğitmek ve onlardan memleketlerine döndüklerinde en az üç kişiyi muallim olarak yetiştirmeleri sözünü almaktı
Usûl-ü Cedîd'in yerleşebilmesi hususunda Gaspıralı 1880'ler boyunca büyük güçlüklere katlanmak ve sabırla gayret göstermek zorunda kaldı Bu arada, devamlı olarak Rusya İmparatorluğu dahilinde Müslümanların toplu olarak yaşadıkları yerlere sık sık ziyaretlerde bulunarak Usûl-ü Cedîd'i tanıtmaya ve benimsetmeye uğraşmayı sürdürdü Yavaş yavaş pek çok Türk bölgesinde okunmaya başlanan Tercüman ise onun önemli propaganda araçlarından birisini teşkil ediyordu İlk Usûl-ü Cedîd mektebinin açılışının üzerinden on yıl geçmeden Gaspıralı'nın çeşitli Türk bölgelerinde kayda değer sayıda destekçileri ortaya çıktı Bunlar arasında aydın fikirli mollalar, muallimler, esnaf ve belki de en önemlisi Müslüman zenginler yer almaktaydı Özellikle İdilboyu Tatarlarından zengin tüccarların (Hüseyinovlar, Apanaylar, Akçuralar ve diğerleri gibi) ve Kafkasyalı Müslüman petrol milyonerlerinin (Tağızade gibi) kazanılması Usûl-ü Cedîd mekteplerinin hızla yayılmasında büyük rol oynadı Bunların açtığı ve finanse ettiği mekteplerle Usûl-ü Cedîd özellikle İdilboyu'nda, Kafkasya'da ve Kırım'da köylere kadar yayıldı (Çok daha muhafazakâr yapıdaki Türkistan'da Usûl-ü Cedîd'in benimsenebilmesi için ise çeyrek asır geçmesi gerekti) 1895'de bütün Rusya İmparatorluğu dahilindeki Usûl-ü Cedîd mekteplerinin sayısı yüzü geçerken, 1914 yılında bu sayı yaklaşık 5 000'i bulacaktı Gaspıralı Müslüman Türk kızlarının eğitiminde de öncülük yaptı İlk Usûl-ü Cedîd kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova'ya 1893'de Bahçesaray'da açtırttı Bu örnek diğer bölgelerde de kısa süre içinde uygulandı Gaspıralı medreseleri de Usûl-ü Cedîd'in üst dereceli eğitim kurumları haline dönüştürecek şekilde ıslah etmeyi plânlamakta ve bunun programlarını hazırlamış bulunmaktaydı Ancak, medreselere kesin olarak hakim bulunan mutaassıp çevrelerin şiddetli tepkisi ve muhtemelen Gaspıralı'nın diğer çalışmalarına öncelik vermek mecburiyetinde kalması, onun bu husustaki başarısının mekteplere göre daha sınırlı kalmasına yol açtı
Yayına başlamasını müteakip ilk yirmi yıl içinde Tercüman bütün Türk dünyası çapında o zamana (hattâ günümüze) kadar hiç bir diğer gazeteyle kıyaslanamayacak bir yaygınlık ve etkiye ulaştı Gaspıralı'nın meşhur ifadesiyle, Tercüman, "Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi Tebriz'de ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur" Gerçekten de, sınırlı tirajına rağmen Tercüman Rusya İmparatorluğu'nun Müslümanlarla meskûn bütün bölgelerine yayıldığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda, İran'da, Balkan ülkelerinde ve hattâ Türkçe okuyabilenlerin bulunduğu diğer İslâm memleketlerinde münevverler tarafından daimî olarak okunmaktaydı Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Müslümanlar arasında bilhassa Usûl-ü Cedîd'in yaygınlaşmasıyla teşekkül eden reformist millî aydınlar zümresi için Tercüman adetâ bir bayrak oldu Gaspıralı'nın Tercüman vasıtasıyla empoze etmeye çalıştığı bütün Rusya Müslüman Türklerini içine alacak ve birleştirecek etno-dinî esaslara dayalı yekpare bir Türk kimliği (ki özellikle 1905 öncesinde bu açık bir şekilde telâffuz edilemiyordu) fikri aydınlar arasında büyük ölçüde kabul görmeye başlamıştı
Bütün bu gelişmeler olurken, Gaspıralı temsil ettiği fikirlerin ve faaliyetlerin karşısındaki güçlerle devamlı olarak uğraşmak zorundaydı Müslüman cemaat içinde mutaassıp çevreler Gaspıralı'yı halkı dinden uzaklaştırmaya ve kâfirleştirmeye çalışmakla suçlarken, cemaat dışında hükûmet çevrelerinde yer alan pek çok nüfuzlu Rus da onu Pan-İslâmizm ve Pan-Türkizm'i gerçekleştirip Rus İmparatorluğu'nu bölmeye teşebbüs etmekle itham ediyorlardı "Ruslaştırma"nın resmî devlet politikası olarak kabul edildiği ve imparatorluk idaresinde bilhassa gayri-Ruslara karşı en reaksiyoner uygulamaların yapıldığı bu dönemde, Müslüman tebayı etnik ve dinî temellerde ortak bir edebî dil ve kimlik etrafında birleştirmeyi ve uyuyan dağınık cemaatlerden modernleşme yolunda yekpare bir millet teşkil etmeyi amaçlayan bu tür teşebbüslerin Rus hükûmetinde endişe doğurmaması da mümkün değildi Kaldı ki, 1880'li ve 1890'lı yıllarda bizzat Rusya hükûmetinin de maddî ve manevî desteğiyle, Rusya Türkleri arasında mümkün olabildiği kadar farklı edebî diller ve kimlikler ortaya çıkarıp, bunlar arasında da eğitim yoluyla tedricen Hristiyanlığın benimsetilmesi yönünde tasavvur ve uygulamalar (İlminskiy ve Ostroumov'un projeleri) mevcutken, Gaspıralı'nın ideal edindiği hedeflerin hoş görülmesi beklenemezdi Bunlara karşı Gaspıralı son derece ihtiyatlı bir tavır almaktaydı Onun karakteristik özelliklerinden birisi de gerek yazılarında kullandığı ifadelerin, gerekse icraat tarzının fevkalâde titizlikle seçilmiş olmasıdır Zaten bundan dolayı ciltler dolduracak miktardaki yazılarına rağmen hiç bir zaman programını kesin bir bütün halinde ortaya koymamış, her yeni dönemin şartlarına ve önceliklere göre belirli hususlar üzerinde durarak, geri kalanlar için imalardan öteye gitmemeyi tercih etmiştir Bir taraftan mutaassıp mollalara amacının İslâmiyet'i zayıflatmak değil tam aksine güçlendirmek olduğunu anlatmaya çalışırken, Rus hükûmetine de daima Müslüman tebanın uyanarak modernleşmesinden Rusya'nın zarar yerine fayda göreceği mesajını vermeye çalışmıştır Faaliyetleri ve amaçları hakkında en fazla endişenin duyulduğu ve Rusya'da şiddetli reaksiyoner idare tarzının hâkim olduğu devirler de dahil Tercüman'ın çıkışından Gaspıralı'nın ölümüne kadarki 31 yılı aşkın yayın döneminde tek bir kere olsun kapatılmamış, hattâ sıkı kontrole rağmen sansürde bir tek kelimesinin dahi çıkarılmamış olması emsali görülmemiş bir vak'a olduğu kadar, Gaspıralı'nın ihtiyatlı ifade tarzının ve taktik kabiliyetinin başarısı hakkında önemli bir delil teşkil eder
1905'in ilk aylarında Rusya'nın pek çok yerinde patlak veren ihtilâlci karışıklıklar Mart ayında Çar'ı istişârî mahiyette bir meclis açılmasını vaad etmeye mecbur etti Bu sınırlı taviz kimseyi tatmin etmese de, otorite boşluğundan doğan geçici serbestlik ortamı o ana kadar baskı altında tutulmuş bütün siyasî, sosyal, millî ve dinî güçlerin bir anda su yüzüne çıkmasına ve bunların yeni kurulacak düzende kendi haklarını koruyabilmek için açık aktif faaliyetlerine sahne oldu Bu ortamda harekete geçenler arasında "Cedidçi" Müslüman Türk aydınları da vardı Sibiryalı Tatar Abdürreşid İbrahim, İdil boyu Tatarlarından Yusuf Akçura, Azerbaycanlı Ali Merdan Bey Topçubaşı gibi aydınlarla işbirliği içinde, Gaspıralı, yeni ortamdan istifade ederek Müslümanları gerek ayrı ayrı yaşadıkları bölgelerde, gerekse birleşik olarak teşkilatlandırmak ve taleplerini ortaya koymak üzere yoğun bir çalışmaya girişti
Kırım dahilinde Gaspıralı'nın başını çektiği ve genç Kırım Tatar aydınlarının da aktif olarak katıldığı çalışmalar ve toplantılar sonucunda Nisan 1905'de Kırım Müslümanları adına Rusya Hükûmeti'ne bir müracaat metni hazırlandı Hemen tamamen Gaspıralı'nın fikirlerini yansıtan bu müracaatnamede Müslümanlara Ruslarla eşit haklar ve hürriyetler verilmesi, Kırım Müftüsü'nün Kırım Müslümanları tarafından seçimle belirlenmesi, Kırım'daki vakıf topraklarının idaresinin Müslümanlara bırakılması, topraksız Kırım Tatar köylülerine toprak verilmesi gibi talepler yer alıyordu Müracaatname Ağustos ayında Gaspıralı'nın başkanlığında bir Kırım heyeti tarafından St Petersburg'a götürülerek hükûmet yetkililerine sunuldu
Diğer taraftan, bütün Rusya Müslümanlarının temsilcilerinin bir araya getirileceği bir genel kongre çalışmaları da sürdürülmekteydi Bu hususta resmî izin alınamaması üzerine, 28 Ağustos 1905'de Nijniy Novgorod'da Oka nehri üzerinde bir vapur gezintisi görüntüsü altında toplanan İdil-Ural, Kafkasya ve Kırım'dan gelmiş temsilciler "Birinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi"ni meydana getirdiler Gaspıralı'nın başkanlığa seçildiği bu Kongre Rusya Müslümanlarının özellikle siyasî ve kültürel sahalarda teşkilatlı olarak işbirliği içinde hareket etmeleri kararını aldı
|