Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalar, kuşanan, kılıç

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Kılıc kuşanan Evliyalar



Kılıc kuşanan Evliyalar

Evliyânın tanınmışlarından ve Tâbiînden Abdullah bin Gâlib (rah- metullahi teâlâ aleyh) Zâviye harbi denilen bir savaşa katılmıştı Bu sıra- da oruçlu idi Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü Sonra kılıcını sı yırıp kınını kırdı Bu, şehîd düşünceye kadar sa- vaşacağım manâsına gelirdi Düşman saflarına daldı Savaşa savaşa şehîd düştü


Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) Merv´de bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı İkinci yıl İslâmiyet´i yaymak için cihâda, düşmanla harbe gi derdi O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, şehirde tüccâr; harb- de büyük bir kahramandı Kılıç ve kalem sâhibi idi Kalemiyle cihâda dâir eser yazdı, kılıcıyla da dillere destan olan kahramanlıklar gösterdi


Abbâsîler devrinde Bizanslılarla yapılan harplerden birine katılmıştı Ab bâsî ordusu sessiz, sâkin ve aydınlık bir gecede Tarsus´un kuzeyinde karargâh kurmuştu Tarsus´un sırtlarında İslâm ve Bizans orduları görü nüyordu İki taraf da kendilerini kuvvetli göstermek için alevleri göklere yükselen ateşler yak mışlardı Bu ateş ocaklarından birinin etrafında te peden tırnağa silâhlı askerler hilâl şeklinde oturmuşlar, ortalarında ise ince yapılı, nûrânî yüzlü bir zat onlara ders anlatıyordu Kimse vaktin na sıl geçtiğinin farkına varmamıştı Sözü kesip, duâsını yapınca istirahate çekildiler


Sabah namazı kılındıktan sonra, harp hazırlıkları başladı İki ordu karşı kar şıya geldi Bizans ordusundan iri yapılı, kendisi ve atı zırhlara bürünmüş biri kılıç sallayarak ortaya çıktı Döğüşmek için müslüman- lardan er istedi Müslü man saflarından bir kahraman onun karşısına çıktı Fakat, şehîd düştü Bu hâl müslümanların gayretine do kundu, ikinci bir yiğit daha çıktı O da şehîd oldu Sonra birkaç er daha şehîdlik şerbe- tini içti Rum ordusunda sevinç çığlıkları yükselirken, müslüman ordu- sunda tekbir ve Allah Allah sesleri ortalığı çınlatı yordu Bu sırada müslü- man askerlerin arasından, atının üzerinde heybetli biri nin meydana çıktı- ğı görüldü Tamâmen zırhlara bürünmüştü Fakat kimse tanımı yordu Rum´un karşısında dimdik durdu Herkes son derece heyecanlı idi Çar pışma başladığı gibi, çevik bir hareketle kılıcını Rum´un göğsüne sapla- dı Müs lüman saflarında tekbîr sadâları yükseliyordu Rum tarafı ise şaş- kına döndü İkinci çıkan er de birincinin âkibetine uğ radı Sonra birkaç ki- şiyi daha öldürdü Müslümanlar son derece sevinç liydi Müslüman er ye- rine dönünce bu kahrama nın Abdullah bin Mübârek hazretleri olduğunu görüp hayret ettiler


Seferde bile ibâdetlerini gizlerdi Gazâ arkadaşı Muhammed bin Âyun şöyle anlatır:


Seferde bir gece, Abdullah bin Mübârek istirâhate çekilmişti Ben de mızra ğıma dayanmış oturuyordum Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vak tine kadar namaz kıldı Sonra beni namaza kaldırmağa geldi Uyumadığımı ve halinden haberdar olduğumu anlayınca, hayâsından yüzü kızardı Sefer boyunca böyle yaptı


İbn-i Hibbân ise şöyle anlatır: Bütün mücahidler İbn-i Mübârek ile Şam´a varmıştık Orada halkın ibâdetini, gazâya hazır hallerini, her gün seriyyelerin, küçük askerî birliklerin geliş-gidişlerini görünce, İbn-i Mübâ rek; "Bu güzel haller ile Rabbimizin huzûruna çıkacağız Burada Cennet kapılarını açtık" bu yurdu


Misis´teki ikâmeti sırasında ilim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı Misis´te, ikindi namazında Cumâ Mescidi´ne gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlânın zikriyle, meşgûl olur, kimseyle ko nuşmazdı "Kim gün düzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden sayılır" buyururdu


Misis nâhiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivâyet etti Küçük yaştaki tale besi Abde bin Süleymân´a hadîs-i şerîf yazdırır ilim öğretir, üstelik ona para da verirdi


Mücâhid velîlerden Abdülkâdir Cezâyirî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şerif lerden olup, soyu hazret-i Ali´nin oğlu hazret-i Hasan efendimize da yanmakta dır Baba ve dedeleri Cezâyir´in Vehran tarafında, şerefli, âlim, fâzıl, zâhid ve takvâ sâhibi kimseler olup, herkes tarafından sevilir, sayı lırlardı Cedlerinden biri olan Seyyidî Muhammed bin Abdülkâdir, Barba ros Hayreddîn Paşanın Ce zayir´i fethinde bir nefer gibi çalışmış ve Ce zayir´de Osmanlı hâkimiyetinin ku rulmasında, ziyâdesiyle gayret sarfet- mişti Bu sebeple Osmanlı sultanları bunun oğulları ve torunlarına büyük izzet ve îtibâr gösterirlerdi Abdülkâdir´in babası Muhyiddîn de Kâ dirî şeyhlerinden olup âlim bir zât idi


Şeyh Muhyiddîn, parlak bir zekâya sâhip olduğunu gördüğü Abdül- kâdir´i küçük yaşta ilim öğrenmeye sevketti İlk tahsilini Kaytana´da ya- pan Abdülkâdir, sonra Cezayir ve Oran şehirlerinde büyük âlimlerden okudu Daha küçük yaşta Kur´ân-ı kerîmi hıfzetti Tefsîr, hadîs, fıkıh ve diğer ilimlerde üstün bir dereceye yükseldi Geniş mâlumâtıyla, fazîlet ve takvâsıyla şöhreti her tarafa yayıldı Ül kesini pek yakın bir gelecekte bekleyen tehlikenin farkında olan Abdülkâdir kendisini ilm-i siyaset, dev let idâresi sâhalarında da yetiştirdi Ata binmek ve silâh kullanmak gibi her çeşit harp sanatında pek ustaydı


1826´da babasıyla birlikte Mısır´a giden Abdülkâdir Cezâyirî burada İslâm âleminin meşhûr ilim merkezlerinden olan Ezher medreselerini zi yâret etti Âlimlerle görüşüp bilgi alışverişinde bulundu Oradan Hicaz´a geçerek hac vazî fesini îfâ etti 1829 yılında Şam´a geldi Burada evliyâ nın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ile görüşüp duâ sına kavuştu Buradan Bağdad´a geldi Şerefli âilesinin tabi olduğu evli yânın büyüklerinden nûr ve feyz menbaı Peygamber efendimizin soyun dan Seyyid Abdülkâdir Geylânî haz retlerinin mübârek kabrini ziyâret etti Mânevî yardım istedi


Abdülkâdir´in yurda dönüşünden kısa bir müddet sonra 1830 Tem muzunda Fransızlar Cezayir´i işgâl ederek ülkedeki üç yüz yıllık Türk idâ resine son ver diler Vehrân ve Müstefânem bölgelerindeki halk düşmana karşı ayaklanarak Şeyh Muhyiddîn´i kendilerine emir seçtiler Ancak o oğlu Abdülkâdir´i bu işe daha lâyık gördü ve emirliği ona devretti Kendisi Oran´daki Fransız kuvvetleri ile harb eden askerin kumandasını ele aldı


Abdülkâdir-i Cezayirî kendisine yapılan bîat merasimi sırasında yap tığı ko nuşma ile cesâret, uzak görüşlülük, müsâmaha, tevâzu ve fedâ kârlık gibi vasıf larını ortaya koydu Konuşmasında şöyle demişti: "Eğer liderliği kabul ediyor sam bu cihâd alanında düşmana karşı yürüyen ilk kişi olma hakkını edinmek içindir Benden daha değerli ve yetenekli bu lacağınız, îmânımızı savunmada hiç bir fedâkarlıktan kaçınmayacak başka biri çıktığında yerimi ona bırakmaya ha zırım"


Emir Abdülkâdir kısa sürede gösterdiği hârikulâde şecâat, kahra manlık, bi nicilikteki mahâret ve soğukkanlılığı ile herkesi hayran bıraktı Askerî bir lider olarak kendini kabûl ettirdi Bu sebeple Fransızların Ce zâyir´i işgâl etmesinden iki sene sonra babasının muvafakati ve bütün Cezâyir müslümanlarının arzusu üzerine ülkenin emirliğini üzerine aldı (22 Kasım 1832)


Abdülkâdir-i Cezayirî bundan sonra Fransızlara karşı plânlı ve sis temli bir harekat başlattı Kuvvetli bir ordu kurarak Fransızları üst üste bozguna uğrattı Bu zaferlerini siyâsî sâhada da sürdürerek birçok böl geleri de bu yolla ele ge çirdi Fas Sultanı Abdurrahmân´ı kendi tarafına ve Fransızlara karşı mücâdele sâhasına çekmeyi başardı Kahramanlığı ve zekâsı sâyesinde yerli kabîleleri et rafına topladı Büyük bir güçle başta Maasker olmak üzere Merakeş sınırına ka dar bütün batı Cezâyir´e sâhib oldu Fransızlar 26 Şubat 1834 antlaşmasıyla Abdülkâdir´in Batı Cezayir üzerindeki otoritesini tanıdılar Ancak ertesi yıl böl gedeki Fransız komutanı General Trezel, emirin kendisine bağlı saydığı aşîret leri himâ yesi altına aldığını bildirdi Amacı, mücâhidleri bölmek ve parçala maktı Onun bu kararı üzerine Abdülkâdir-i Cezâyirî tekrar harekete geçti Makta´da yapılan çarpışmada Trezel alayını müthiş bir bozguna uğrattı (1835)

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Bu yenilgi üzerine Fransa bölgeye yardım kuvvetleri gönderdi Bu birlikle rin başında gelen General Bugeaud kısa bir sürede Cezayir´i ele geçireceğine, müslümanları mahv edip Abdülkâdir´i yakalayacağına söz vererek harekete geçti Fransızlar Maasker´i kısa sürede ele geçirdiler Bu zaferle kendisine fev kalade güvenen Bugeaud, Konstantine önüne geldiğinde Abdülkâdir´in asıl gücü ile karşılaştı Abdülkâdir´in ne zaman ve ne şekilde vuracağı belli olmuyordu Ordusu son derece disiplinli idi En küçük bir bozulma ve ümitsizliğe düşmüyor ve insanüstü bir gayretle çarpışıyordu Bu durum Fransız birliklerinin tekrar bozgun hâlinde geri çekilmesine yol açtı Bugeaud Fransa hükümetine gönder diği raporlarda:

"Abdülkâdir hızlı, zekî ve ne yapacağı belli olmayan bir düşmandır Dehâsı ve temsil ettiği inanç sâyesinde kazandığı îtibârla kitleleri bize karşı harekete geçiriyor Kendisi sıradan bir insan değil, müslümanların severek ve arzu ile beklediği ve hasretle kucakladığı bir liderdir" diyordu

Nitekim Bugeaud çok geçmeden Abdülkâdir´le Tafna Antlaşmasını yap maya mecbur kaldı (1837) Bu antlaşma ile Emir Abdülkâdir limanlar ve kıyı şehirleri dışında ülkenin tamâmında hâkimiyeti elde ediyordu

Abdülkâdir-i Cezayirî bu sulh devresinden faydalanarak güçlü bir devlet mekanizması kurmaya çalıştı Devlet merkezini Maasker´den Tag- dempt´e nak letti Kanun ve kaideleri düzelterek İslâmiyete uygun hâle getirdi Osmanlılar zamânında birtakım mükellefiyetler karşılığında ver- giden muaf tutulan Mehazin kabîlelerinin imtiyazlarını kaldırdı ve her kesten zekat topladı Fas yoluyla İn giltere´den sağladığı top ve tüfeklerle ordusunu teknik açıdan kuvvetlendirdi

Bu arada Fransızlar antlaşmaya aykırı olarak faaliyetlerine devam ediyor lardı 1837 Ekiminde Osmanlı tâbiiyetini sürdüren ve kendilerine karşı direnen Ahmed Bey´i yenerek Konstantine şehrini zaptettiler 1839´da ise Abdülkâdir´le Kabiliye bölgesinin nüfuz meselesi yüzünden görüşmek istediler Red cevâbı üzerine harekete geçen Fransız birlikleri Cezâyir´i Konstantine´ye bağlayan Bîbân geçidini ele geçirdiler Buna karşı Abdülkâdir de 19 Kasımda küçük fakat hareket kâbiliyeti yüksek birliklerini Fransızlar üzerine sevketti Aynı zamanda "cihâd-ı mukaddes" ilân ederek dînini seven herkesi bayrağı altına çağırdı Ku mandan ve yardımcılarına gönderdiği mektuplarla onların şevkini ve gayretini arttır maya çalıştı

Abdülkâdir-i Cezâyirî böylece Fransızlara karşı ölüm kalım harbini başlat mış bulunuyordu Bu harbin sonunda ya Cezayir´de İslâmı muzaf fer kılacak veya bu uğurda çok istediği şehadete kavuşacaktı

Emir Abdülkâdir, Sumala adını verdiği merkezini seyyar bir vaziyete ge tirdi Düşmanın vaziyetine göre merkezini istediği yere naklediyor ve savaşın cereyan tarzını hep kendi istediği şekilde yönlendiriyordu Bu hareketli tesisle rinde barut, mermi ve silah da imal edebiliyor ve mal zeme sıkıntısı çekmiyordu

Ancak Abdülkâdir´in az fakat disiplinli ordusu karşısında üst üste mağlubi yetin ezikliği içerisindeki düşman çareyi; kadın, çocuk ve ihtiyar ları zalimce katletmek, ekili araziyi yakıp yıkmak ve hayvanları telef et mek gibi yollarda buldu Böylece yüz bini aşan Fransız ordusu yirmi bin kişilik ve dağınık vazi yetteki mücahidleri açlık ve sefalete düşürerek mağlub etmek gibi bayağı yol lara başvuruyordu Onların bu şekildeki davranışları ve sinsi faaliyetleri, Abdülkâdir´in ordusunda tefrika ve an laşmazlıkların doğmasına sebeb oldu Bu nun üzerine Abdülkâdir Mera- keş´e çekildi Akrabası olan Merakeş hâkimi Abdurrahmân ve Merakeş´in müslüman halkının yardımıyla Fransızlarla savaş maya de vam etti An- cak bu defâ da Fas kralı Abdurrahmân´ın ihaneti ile karşı laştı Fas kralı, Fransızların şartlarını kabul ederek cihad meydanından çekilir ken Abdül- kâdir´e yapılan yardımların da kesilmesini emretti Bu durum mücâhidleri büyük bir sıkıntıya soktu 1842 Kasımında Abdülkâdir´in harekât merkezi olan Sumala düşman eline geçti Emir´in paha biçilmeyen şahsî kütüp*hânesi içindeki belgelerle birlikte Fransızlar tarafından tahrib edildi Bü- yük Sahra´ya çekilen Emir Abdülkâdir orada da tarafdârlarının telef ol- ması üzerine 1847 senesinde İskenderiyye veya Akka´da kalması şar- tıyla General Lamoriciere´ye teslim olmak zo runda kaldı Teslim olurken ağzından çıkan tek kelime mücâdelesinin sonunu ne güzel özetlemek- tedir "Kader"

Ancak Fransızlar bir kez daha sözlerine sadık kalmadılar Emir Ab- dülkâdir, Cezayir vâlisi Duc d´Aumele tarafından Fransa´ya gönderildi Emir ve yanında kiler önce Toulon´da, sonra da Loira Vadisindeki Anboi- se kalesinde beş yıl ha pis kaldılar

Toulon´a geldiğinde Fransız kralı eğer başka bir ülkeye gitme arzu sundan vazgeçerse kendisine büyük bir armağan verileceğini bildirdiği zaman Emir Abdülkâdir:

"Kral namına bana bütün Fransa´nın zenginliğini teklif etseniz ve bu zen ginliği şu cüppemin üzerine yerleştirseniz sizin tebaanız olmayı hâtı rımdan ge çirmem Ben burada sizin misâfirinizim İsterseniz beni hapse atın Ancak utanç ve şerefsizlik bana değil, size ulaşacaktır" dedi

Napolyon, Fransa´da imparatorluğunu îlân ettiği zaman, Abdülkâdir-i Cezâyirî´ye Osmanlı ülkesinde kalması için müsâade verdi 1852´de İstanbul´a gelen Abdülkâdir-i Cezâyirî Sultan Abdülmecîd Han´la görüştü ve pâdişâhın fevkalâde izzet ve ikrâmını gördü Daha sonra Bursa´ya geçerek kendisine tahsis edilen konakta oturdu 1855´de Bursa´da büyük bir zelzele olması üzerine Şam´a geçti

Abdülkâdir-i Cezâyirî, Şam´a gidince, zamânını ilmî çalışma, ibâdet ve ço cuklarının terbiyesi ile geçirdi Kimseyle görüşmedi Bu sırada İngi liz ve Fran sızlar, Osmanlı Devletini kuvvet zoruyla yıkamayacaklarını anlamışlar, işi fitne ve fesatla hâlletme yoluna gitmişlerdi Osmanlı Dev leti içerisindeki çeşitli fırka ve milletleri birbirleriyle çarpıştırmaya başla mışlardı Lübnan ve Suriye´de Dür zîleri İngilizler silâhlandırmış, Mârunî lere de Fransızlar arka çıkmışlardı Her iki devlet, yaptıkları çalışmalarla, Osmanlı tebeasını Osmanlı topraklarında birbi rine kırdırıp, kendi emelle rine âlet etmeye kalkışmışlardı Bu oyunların bir sah nesi olarak 1860 se nesinde Dürzî âsileri, hıristiyan ahâliyi öldürmeye teşebbüs ettikleri vakit, Abdülkâdir, Cezâyirli muhâcirlerin yardımı ile Fransa konsolo sunu ve bin beş yüz kadar insanı kurtardı Bu hareketi Osmanlı hükümeti tara fından taltif edildi Fransa hükümeti, bu hareketin mükâfâtı olarak Emir´e Le- gion d´honneur nişanının grandcruix´sını verdi Abdülkâdir-i Cezâyirî 1862 senesinde hacca gidip iki sene Hicaz´da kaldıktan sonra İstanbul´a gelerek, Abdülazîz Han tarafından Birinci Osmânî Nişânıyla taltif edildi

Daha sonra Şam´da ömrünü ilim ve ibâdetle geçiren Abdülkâdir Cezâyirî H1300´de vefat etti Nâşı Sâlihiyye´de Muhyiddîn Arabî türbe*sine defnedildi Devrin târihçileri "Gabe bedrün kâmilün= Mükemmel do lunay battı H 1300 di yerek ölümüne târih düşürdüler

Abdülkâdir Cezâyirî, her şeyden evvel sağlam ve doğru îmân sâhibi, vakarlı bir zât idi Bu hali, yalnız dindaşlarının değil, kendisini yakından tanımak fırsa tını bulan Avrupalıların da takdirini celbetmişti Çok adâletli idi Âlicenâb ve çok merhametli idi Ancak, düşmanlarını yıldırmak için zarûrî gördüğü anlarda şiddetli çarpışmalardan hiç çekinmezdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Abdülkâdir Cezâyirî, ilim ve irfâna çok ehemmiyet verirdi Âriflerin bü yüklerindendi Dünyâ ve âhiretin kemâlâtını kendisinde toplamıştı Kah raman bir mücâhitti Şan ve şöhreti doğudan batıya her yere yayıldı Za mânının âlim leri arasındaki ihtilâfları hâllederdi Aynı zamanda kerâmet ehli idi Çok kerâ metleri görüldü

Kıymetli eserler yazdı Bunlardan tasavvuf ve inceliklerine dâir yaz dığı Mevâkıf adlı kitabının her bir bölümü mârifetlerle doludur Kitabının seksen üçüncü bölümünde şöyle yazmaktadır:

Hadîs-i şerîfde buyruldu ki: "اللهü tealâ bir kimseye bir nîmet verdi ğinde o nîmetin onun üzerinde görülmesini ister" Hülâsa budur ki, eğer nîmetin gö rülmesi yalnız fiil, iş ile olursa onu fiil ile göstermek ve eğer nîmetin görülmesi, söz ile olursa onu da söz ile göstermek, açıklamak la zımdır

Haccederken yaşadığı hâdiseleri anlatırken şöyle demektedir:

Medîne-i münevvereye vardığımda Resûlullah´ın Ravda-i mutahhera- sına gittim Resûlullah´a (sallاللهü aleyhi ve sellem), hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer´e selâm verdikten sonra, Resûlullah´ın huzû runda edeble durdum ve; "Yâ Resûlالله! Köleniz kapınızda durmaktadır Yâ Resûlالله! Sizin bir nazarınız bana her şeyden daha sevgilidir ve beni zengin eder Yâ Resûlالله! Sizin himâ yeniz benim için kâfidir" de dim O zaman Eşref-i âlem (sallاللهü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Sen be- nim evlâdımsın ve yanımda makbûlsün" Bana evladım buyur maları, sulbî evladlığı mı, yoksa kalbî evlâdlığı mı idi Benim maksadım her iki- sinde idi اللهü teâlâya hamd ve şükredip; "Yâ Rabbî! Bunu bana Pey- gamber efendimizin zât-ı şerîfini göstermekle tahakkuk ettir Zîrâ Habî- bin; "Beni gören hakîkî görür Zîrâ şeytan benim şeklimde kendini hiç kim seye gösteremez" buyurmaktadır, diye duâ ettim Sonra da Kade- meyn-i şerîfeyne, mübârek iki ayağı tarafına geçtim ve şark taraf taki bir duvara yaslanıp tefekkürle meşgûl oldum O hâlde iken kendim den geçtim Her şeyden habersiz kaldım Mescid-i Nebevî´de kimi namaz kılar, kimi zikreder, kimi Kur´ân-ı ke rîm okur, kimi duâ ederdi Hiç bir şey duymadım ve her şeyden habersiz oldum, o esnâda; "Bu seyyidimizdir" sesini işittim Gaybet hâlimde gözlerimi açtım Resûlullah efendimiz beni ayak tarafından şebeke arasına çektiler Heybetli ve sâkin idiler Müba rek sakalının aklığı fazla idi Yanakları kırmızı idi Lakin mü bârek şemâili vasfedenlerin yazdıklarından çok daha kırmızı idi Bana yaklaş tıkları va kit kendime geldim اللهü teâlâya sonsuz hamdü senâlar ettim

Abdülkâdir-i Cezâyirî hazretlerinin yaşayışında İslâm ahlâkını bütü nüyle müşâhede edip, görmek mümkündü Onu gören kendisine hayran kalırdı Gerek Fransızlarla sulh olduğu zamanlarda ve gerekse tutsaklığı devresinde Abdülkâdir Cezâyirî´yi gören generaller; kendisiyle dost ol maya çalışırlar ve ona İslâmiyetle ilgili, sualler sorarlardı Abdülkâdir Ce- zayirî´nin Fransız gene rali Dumas´a İslâmiyetin kadına verdiği değer hakkındaki cevabı şu şekildedir:

Bu meselenin gerçek yüzü ve hakîkati sizin işittiğinizin tam aksine dir Müslümanların nezdinde kadınlar büyük bir hürmeti ve değeri haiz dirler Me sela onlar zevcelerini pek severler ve onlara karşı çok merha metlidirler Muhab betin, sevgi duymanın zarûrî gereği ise hürmet etmek tir Yâni insan sevdiğine hürmet eder Nitekim, sevgili Peygamberimiz sallاللهü aleyhi ve sellem buyur dular ki: "Zevcelerine ancak kerîm olanlar ikrâm ve iyilik eder ve onlara ancak kötü ve alçak olanlar ihânet edip kötülük yaparlar" Diğer bir hadîs-i şerîfte de Eshâb-ı kirâmına hitâ ben buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız, zevcesine hayırlı olanınızdır Ben, içinizde zevcesine en hayırlı ve iyilik eden kimseyim" Resûlullah efen dimiz, mübârek zevcelerini kendi mübârek elleri ile deveye bin dirirlerdi İslâm büyüklerinin bu konudaki menkıbeleri, nezaket ve edebleri sa yıla mayacak kadar çoktur Ev işlerinde müslümanlar zevceleri ile müşâvere ederler Birçok işleri zevcelerine danışır, onların gönlünü almaya dikkat ederler Kadınlar ev işlerinde reisdirler Dış işleri kadınlara bırakılmaz Bu, erkeklerin işidir Bunu kadınlara yüklemez, kendileri çekerler

Abdülkadir Cezâyirî hazretleri, komutanlarından Muhammed Hasnâ- vî´ye yazdığı bir mektupta şöyle demektedir:

"Şecâat, kahramanlık ve cömertlik sıfatlarıyla mevsûf (vasıflandı rılmış) ve Hak teâlâya tevekkül eden mücâhid kardeşimiz Seyyid Mu- hammed Hasnâvî! اللهü tealâ sizin ve bizim halimizi yüceltsin Dünya ve âhiretteki emellerimize kavuştursun! Kıymetli, sabırlı mücâhid karde- şim! اللهü tealâ anlayışını arttır sın! Hayırlar ihsân eylesin! Lütf ile hayırlar üzerinde muhâfaza eylesin Muhak kak ki cihâd, peygamberlerin (aley- himüsselâm) şiârı, müminlerin mesleği ve asıl sanatıdır Seni bu himmete kavuşturan اللهü teâlâya hamdederim

Gayret ve çalışmalarına sevaplar ihsân buyurup, bu yolda sana yar dım eyle sin! اللهü teâlâ Kur´ân-ı kerîmde, sevgili Peygamberine hitâben cihâdın fazîle tini, kendi yolunda şehîd olmanın yüksek derecesini beyân ve ifade buyurmuş tur Bunlar üzerinde iyice düşünüp, buna kavuşmak için اللهü teâlâdan yardım dilemelidir Böylece, الله yolunda şehîd ol manın ne demek olduğu iyi anlaşı lır Cihâdın ve şehîd olmanın fazîleti ve yüksek derecesi Tevrat ve İncil´de de bildirilmiştir Karşılığında اللهü teâlâ Cennet´i vâd buyurmuştur Şerefini bu radan anlamalıdır Kendi yo lunda cihâd edenlerin, cihâda katılmayanlara nisbetle pek büyük bir ec- re kavuşacaklarını da müjdelemiştir

Kıymetli kardeşim! Sözün kısası şudur ki, اللهü teâlâ bir kimseye din ve dünyânın hayrını dilemedikçe ona cihâd nasîb etmez Kime din ve dünyânın hayrını dilerse, onu cihâda kavuşturur Şu hâlde, kavuştuğun nîmetin kadrini iyi bilmelisin Daimâ sizin işlerinizi ve hâllerinizi tâkib et mekteyiz ve sizinle görü şüp kucaklaşmayı çok arzu ediyoruz Size duâ ediyoruz اللهü teâlâdan ümîd ederiz ki, en hayırlı, bereketli bir za man- da bizi buluşturup görüştürsün Amin"

Muhammed bin Hasan Bay´a gönderdiği pek fesahatli ve edebî mektubunda da اللهü teâlâya hamd ve Resûlüne sallاللهü aleyhi ve sellem salât-ü selâm dan sonra şöyle demektedir:

"Sizi tebrik etmek ve aramızdaki muhabbeti tâzelemek düşünce siyle vekî limizi gönderiyoruz Muhakkak ki, müminler tek bir beden gibi dir Biri incinirse hepsi incinmiş olur Hepsi aynı ızdırâbı duyar Hakîkî mümin, din kardeşi için sağlam bir destek ve yardımcıdır Dâimâ birbirle rini destekler ve kuvvetlendi rirler Yardımlaşma ise, ancak اللهü teâlâ- nın râzı olduğu şeylerde ve takvâ hu sûsunda olmalıdır Bu, اللهü teâ- lânın size emridir"

Millî Mücâdelenin ilk bayraktârı Ahmed Hulûsi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Denizli Müftülüğünde iken Türkiye´nin paylaşılmasını ihtivâ eden Mondros Mütârekesi imzâlanmıştı Şubat 1919´da Paris´te bir araya gelen Îtilâf devletleri temsilcileri Balıkesir, Aydın ve İzmir´i Yuna nistan´a vermeyi karar laştırdılar Bu gelişmeler üzerine Nûreddîn Paşa, bölge ileri gelenleri ve din adamları liderliğinde, İzmir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti adı al tında bir teşkilât kurdu Bir kongre toplan masını kararlaştıran cemiyet, Balıke sir, Aydın ve Denizli livâlarından de lege gönderilmesini istedi Denizli´den gön derilen delegeler arasında Ahmed Hulûsi Efendi de bulunuyordu Kongreye İz mir vâli ve kolordu komutanı Nûreddîn Paşa başkanlık etmiş ve ilhak tahakkuk ettiği tak dirde mukâ- vemet edebilmek için teşkilât kurulması kararlaştırılmıştı Paşa, İzmir´in Yunanistan´a verilmesi hâlinde silâhlı bir müdâfaaya kalkı şılaca ğını söy- lediği sırada Ahmed Hulûsi Efendi büyük bir uzak görüşlü lükle kendi sine şöyle demişti:

"Paşa! İstanbul işgâl altındadır İşgâl kuvvetleri İstanbul hükûmeti üzerinde tazyiklerde bulunarak sizi terfian veya memuriyetinizi nakil sû retiyle İzmir´den uzaklaştırırlar Çünkü buradaki hıristiyan unsurlar işgâl kuvvetleriyle temas hâ lindedirler Sizin burada fiilî mukâvemet için girişe ceğiniz her hareketi onlara bildirirler Onlar da hükûmete tesir ederek, bu teşebbüsü netîcesiz bırakırlar Bakınız Rum papazlarından metropolit Hrisostomos daha şimdiden bu şehrin fahrî vâlisi gibi hareket etmeye başlamış ve Yunan işgâlinin hazırlıklarına gi rişmiş bulunmaktadır"

Ahmed Hulûsi Efendinin söyledikleri çok geçmeden gerçekleşti Nû- reddîn Paşa azledilerek yerine vâliliğe Kambur İzzet, kumandanlığa da emekli paşalar dan Nâdir Paşa tâyin edildi

Ahmed Hulûsi Efendi ise, İzmir Redd-i İlhak Kongresinden döndükten sonra memleketin elîm bir âkıbete sürüklenmekte olduğunu görerek der hâl yo ğun bir teşkilâtlanma çalışmasına girişti Onun bu faâliyetlerini De nizli mutasar rıfı Fâik Bey (Öztırak) şöyle anlatmaktadır:

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Hazırlıklarını tamamlayan Hulûsi Efendi, Yunanlıların Nazilli´ye gir meleri üzerine emrindeki kuvvetle derhal harekete geçti Nazilli´de bulu nan Yunan ku mandanı üç-beş bin kişilik bir kuvvetin üzerine geldiğini haber alınca derhal mevziini terkederek Aydın istikâmetine çekildi Müftü Hulûsi Efendi kumanda sındaki milis kuvvetleri Nazilli´yi kolaylıkla ele ge çirdiler Fakat burada durma yarak Aydın´a doğru gerilemiş bulunan Yu nan kuvvetlerinin takibine başladılar Nazilli´de ve yol boyunca uğranılan her köyde toplanan halka, heyecanlı nutuk lar îrâd eden Müftü Efendinin emrindeki kalabalık gittikçe artıyordu Bu nûr yüzlü din adamına karşı herkes büyük hürmet, îtimâd ve muhabbet besliyordu

Ahmed Hulûsi Efendi bu gayret, şevk ve inançla Aydın´ı Yunanlılar dan geri almaya muvaffak oldu Bundan sonra artan kuvvetlerin idâresi işini kumandan lık vasıfları iyi bilinen Demirci Mehmed Efeye bıraktı An cak bu sırada toparla nan Yunanlılar büyük kuvvetlerle gelerek Aydın´ı tekrar işgâl ile büyük katli amlarda bulundular

Bundan sonra bölgede tam bir ölüm kalım mücâdelesi başladı Ah- med Hu lûsi Efendi bizzât bir nefer gibi çarpışmalara katıldı Verdiği vâz- larla da topla dığı gönüllülerle milis kuvvetlerini devamlı destekledi Böyle- ce Denizli bölge sinde Yunan ilerleyişine set çekti Bu müdâfaa hattı ol- masaydı Ankara´nın, dü zenli askerî birliklerin kurulmasını sağlayama dan Yunan birliklerinin eline geçmesi işten bile değildi

Ahmed Hulûsi Efendi Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra ge lişen si yâsî olaylara karışmamış ve geri kalan ömrünü Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle geçirmiş, gençlere dîn-i İslâmı öğretmeye çalışmıştır

Millî mücâdele mücâhidlerinden Ahmed İzzet Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; 14 Mayıs 1919´da İzmir´in işgâli ile memleketin acılar içine düştüğü yıllarda Çal´da müftü ola rak vazîfe yapmaktaydı Halkın ne yapacağını şaşırdığı o karanlık gün lerde pekçok defâ Çarşı Câmii şerîfinde, hükûmet önündeki meydanda dînî nutuklar söyledi Halkı mukâvemete teşvik etti Kendisine gelenleri ümitsizliğe kapılmadan teşkilât lanmaya sevketti

Kaymakam Fazlı Güleç ise; "Müftü Efendi, şer´an üzerine düşen va zîfeyi yapmıştır Bu bâbta benim de hakk-ı kelâmım vardır Beni dinler seniz orduları mız dağılmış, silâhı elinden alınmıştır Askerlerimiz cephe leri bırakmıştır Bu sebeple Müftü Efendinin söylediklerini yapmak, düş manı gazaplandırmaktan, neticede ise onların ayakları altında perişân olmaktan başka bir işe yaramaya caktır" diye ona karşı çıkıyordu

Bunlara karşılık Ahmed İzzet Efendi kendi ifâdesiyle sözlerini şöyle nak letmektedir: Gözlerimiz görerek, bedenimizde can varken, kendimizi ve mukad desatımızı düşmanın yed-i habîsine, kirli eline terk ve vatana ayak basmalarına tahammül edemeyeceğimizi, behemehal müdâfaa ter tibâtı almamız lâzım geldi ğini, silâhsız ve vâsıtasız da olsa düşmana kar- şı koymaklığımızı, evvela bizleri sonra evlâd-ü iyalimizi şehîd etme den memleketimize düşman giremeyeceğini, hattâ hepimizi şehîd etseler bile, Allahü teâlânın izni olmadan düşmanın bu top raklara ayak basma sının mümkün olamayacağını söyledim

Ancak fikir birliği tam hâsıl olmadığı için bu hareket bir müddet için netîce siz kaldı Ahmed İzzet Efendi kendi köyü olan Süller´e gitti Bu sı radaki hâlini ise şöyle anlatmaktadır: Bir müddet köyümde kaldım Bu rada kendi kendimi he sâba çektim Kalbim bana; "Bu bapta sen haklısın, ısrar et, cenâb-ı Hakk´ın vâdi yerini bulacaktır" diyordu

Ahmed İzzet Efendi bundan sonra fiilen düşmana karşı koyma hare ketine katıldı Önce Ali Kurt köyüne gitti Burada 25-30 kişilik bir çeteye sâhib olan Dede Efe´yi düşman üzerine harekete geçmeye iknâ etti Bu radan Denizli´ye geldi Müftü Ahmed Hulûsi Efendiyi görerek kendisine fikirlerini anlattı Ahmed Hulûsi Efendi çok memnun olarak kendisini tebrik etti Sonra mutasarrıf Fâik Öztırak´la görüştü Faik Beyin; "Çâresiz vaziyetteyiz Böyle bir durumda bir kaymakam, bir mutasarrıf ve bir vâli ne yapabilir?" sözleri üzerine fevkalâde celallenen Ahmed İzzet Efendi; "Fâik Bey! Kaymakamlık, mutasarrıflık ve vâ lilik, milletle kâimdir Millet cayır cayır yanmaya başladı Biz buna seyirci ka lamayız Ne yapacaksa nız yapınız Ben kudretim nisbetinde bu uğurda bir vazîfe almaya gel dim" cevâbını verdi

Ahmed İzzet Efendi bundan sonra düzenli birlikler kuruluncaya kadar teşkil ettiği milis kuvvetleriyle bizzat savaşlara katıldı Ahmed Hulûsi Efendi ve De mirci Mehmed Efe ile birlikte hareket etti Yunanlılara ağır kayıplar verdirdi Elinde tüfek olduğu hâlde birliklerinin en önünde çar pışmalara iştirak etti Na maz vakitlerinde emrindekilere namazı kıldırıyor sonra yine en önde ileri atılı yordu Bu hâli ile bölge halkının gönlünde taht kurdu Yediden yetmişe herkesin sevgisini, saygısını kazandı

Bu savaş esnâsında Ahmed İzzet Efendinin köyü de yağma ve tahrib edi lenler arasındaydı Köyü basan işgâl birlikleri Ahmed İzzet Efendiyi aramışlar, bulamayınca evleri ve değirmenlerini ateşe vermişlerdi İşgâlin kalkmasından sonra mahallî hükümet Ahmed İzzet Efendinin zararını on bin altın olarak tespit etti Bu vakâyı haber aldığı zaman Ahmed İzzet Efendi şöyle demiştir: "Bu ka dar serveti ve hattâ cânı fedâ etmeden dâ vâyı tahakkuk ettirmek ve Allahü teâlâya tam kulluk etmiş olmak müm kün değildir Önemli olan vatan ve mille timizin, nâmus ve mukaddesâtı mızın kurtulmuş olmasıdır"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Ahmed İzzet Efendi, Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra öm rünü büyük bir tevâzu ve ferâgat hissi içinde yaşayarak geçirdi Muhitinin ve çevresi nin fakir insanlarına karşı bütün varlığını sarfederek hizmete koştu Yardımla rıyla birçok kâbiliyetli gencin, okuyup yetişmesini sağladı 1952 yılında ebedî âleme göçtü

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyh) baba tarafından as ker, anne tarafın dan ise ilim ile meşgûl olan bir âileye mensuptu Küçük yaştan îtibâren âilesinin nezâretinde iyi bir tahsil ve terbiye gördü Daha sonra baba mesleği olan asker lik yolunu seçti Altı-bölük sipahisi olarak Sultan İkinci Bâyezîd Hanın seferle rine katıldı

Ancak bu sırada karşılaştığı bir hâdise onun hayâtını, geleceğe yö nelik plânlarını tamamen değiştirerek baba mesleği olan askerliği bırak masına ve il miye sınıfına geçmesine sebeb oldu Kendisi bu olayı şöyle nakletmektedir:

Sultan İkinci Bâyezîd Han ile bir sefere çıkmıştık O zaman vezîr, Halîl Pa şanın oğlu İbrâhim Paşaydı Şanlı, değerli bir vezirdi Ahmed ibni Evrenos adında bir de kumandan vardı Kumandanlardan hiçbiri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı Ben ise, vezîrin ve bu kumandanın huzû runda ayakta, esas vaziyette dururdum Bir defâ sında, eski elbiseler giyinmiş biri geldi Bu, kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni ol madı Buna hayret ettim Arkadaşla rımdan birine, kumandandan da yüksek yere oturan bu zâtın kim oldu ğunu sordum "Filibe Medresesi müderrisi, âlim bir zattır İsmi Molla Lütfi´dir" dedi "Ne kadar maaş alır" dedim "Otuz dirhem" dedi "Ma kâmı bu kadar yüksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?" de dim "Âlimler, ilimlerinden dolayı tâzim ve takdîr olunur, hürmet görürler Geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezîr buna râzı olmazlar" dedi Düşün düm, "Ben bu kumandan derecesine çıkamam, ama çalışır gayret eder sem, şu âlim gibi olu rum" dedim ve ilim tahsîl etmeye niyet ettim

Nitekim İbn-i Kemâl ordu ile Edirne´ye dönünce bu düşüncesini tatbik mevkıine koydu Askerlikten ayrılarak ilim tahsîline başladı Bu sırada Molla Lütfi, Edirne´deki Dârü´l-hadîs´e tâyin edilmişti İbn-i Kemâl bir müddet onun derslerine devâm etti Kendisinden Şerhu´l-Metali´ ve haşi yelerini okudu Arka daşları arasında zekâsı, kavrayış kabiliyeti ve yete neği ile temâyüz etti Kısa sü rede ilimde yüksek makamlara kavuştu Daha sonra Kestelli Muslihiddîn Mus tafa Efendi, Hatîbzâde Muhyiddîn Mehmed Efendi ve Muârifzâde Sinânüddîn Yûsuf Efendilerden usûl ve tefsîr dersleri alarak tahsîlini tamamladı

İlim adamlarına fevkalâde hürmet gösteren ve onları teşvik eden İkinci Bâyezîd Han, İbn-i Kemâl´in bilgi ve istidâd yönünden sâhib olduğu değerleri duyunca kendisini Edirne´de Taşlık Medresesine tâyin etti Ay rıca İdris-i Bitli sî´nin Farsça yazdığı Heşt Behişt adlı Osmanlı târihine benzer Türkçe bir Os manlı Târihi yazmasını istedi ve bu iş için kendisine otuz bin akçe ihsân eyledi

İbn-i Kemâl 1511 yılında günlük kırk akçe ile Üsküp´teki İshak Paşa Medre sesine nakl edildi Bir yıl kadar sonra Edirne´deki Halebiye Medre sesine tâyin edildi

Sultan Selîm Hanın vefâtı, devrin yıkılmaz ve eşsiz ilim adamı İbn-i Kemâl hazretlerini çok üzdü

Yavuz Sultan Selîm´in vefâtından sonra İbn-i Kemâl hazretleri bir müddet daha medresede talebe yetiştirmeye devâm etti 1526´da Şeyhü lislâm Zenbilli Ali Efendinin vefâtı üzerine Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından bu göreve getirildi Şeyhülislâmlık makâmına gelince işleri daha çok ağırlaştı İlmi ile o kadar büyük bir şöhret kazanmıştı ki, zamâ nındaki birçok âlim bâzı meselelerde ona başvururlardı Hattâ bir kısım ulemâ, yazmış olduğu eserleri tashîh ve kont rol maksadıyla ona gönde rirlerdi On altıncı asrın ilk yarısında, Osmanlı kültü rünün en büyük mü messili olarak görülmektedir Ahlâkı güzel, edebi mükem mel, zekâsı ve aklı kuvvetli, ifâdesi açık ve vecîz olan Kemâlpaşazâde, iki dünyâ fayda larını bilen ve bildiren, pek nâdir simâlardan biriydi Cinnîlere de fetvâ ve rirdi Bunun için "Müfti-yüs-sekaleyn" (İnsan ve cinlerin müftüsü) adı ile meşhûr oldu Büyük bir âlim olduğu gibi, güçlü bir târihçi, değerli bir edîb, kuvvetli bir şâirdi Tasavvufta da ileri derece sâhibiydi Büyük velîlerin te vec cühünü kazanmıştı Şeyhülislâmlık makâmında bulunduğu sürede, dâhili ve hâ rici, din ve mezheb düşmanlarına karşı ilmiyle ve yazdığı ki taplarıyla mücadele etti İbn-i Kemâl hazretleri Yavuz Sultan Selîm´i ol duğu gibi Kânûnî Sultan Sü leymân´ı da Eshâb-ı kirâm düşmanı Safevî- lere karşı mücadeleye teşvik etti Pâ dişâhın Şâh Tahmasb´a gön derdiği mektupları, bizzât kaleme alan o idi

Senûsîlik hareketinin büyük mücâhid lideri olan, İslâm birlik ve kar deşliği nin en mükemmel örneğini veren velî Ahmed es-Senûsî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin soyu Peygamber efendimizin to runu hazret-i Hasan efen dimize kadar uzanmaktadır Ceddi Seyyid Muham- med ibni Ali es-Senûsî, Ku zey Afrika´da İtalyan ve Fransız istilâ hareket- lerine karşı İslâm dünyâsının birlik ve berâberliğini temin maksa dıyla Senûsîlik tarîkatını kurdu İlk defâ Derne ci vârında dağlık bir arâ zide Zâ- viye-i Beyzâ adını verdiği tekkesini tesîs etti Mertliği, dînine bağ lılığı ile kısa zamanda muhitinde geniş ilgi topladı Her taraf Senûsî tek keleri ile doldu Harekete dâhil olanlar öncelikle şahsî ahlâk ve inançları bakı- mından en mükemmel bir seviyeye getirilirdi Sonra da aynı üs tün lüğü etraflarına yaymak üzere faâliyete geçirilirlerdi Fakat Senûsîlik hare ketinin hedefi yalnız Kuzey Afrika değil, bütün İslâm dünyâsıydı Müslü- man milletlerin sosyal, ekonomik ve kültürel seviyelerinde muaz zam bir inkılâp vü cuda getirerek İslâm dünyâsını uyandırıp kalkındırmak ve birleştirmek istiyor lardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Seyyid Muhammed 1895 yılında ölünce yerine oğlu Muhammed Mehdî es-Senûsî geçti Hareket onun zamânında alabildiğine genişledi Bütün sâha kontrol altına alındı Kısa zamanda Güney ve Batı Afrika´da milyonla zencinin sistemli bir şekilde müslüman olmasını sağladılar Ara bistan´a, Malezya´ya ve hattâ Hin distan´a tarîkatlarının mümessillerini göndererek İslâm dünyâsı çapında bir uya nış sağlamaya çalışıldı Senû- sî tarîkatı âdetâ hakîkî bir devlet hâline geldi

1902´de ise Muhammed el-Mehdî´nin ölümü üzerine yeğeni Ahmed eş-Şerîf es-Senûsî hazretleri daha büyük bir azimle dâvâyı eline aldı

Ahmed eş-Şerîf, 1873´te Cağbûb´da doğdu Babası Muhammed eş-Şerîf´tir Küçük yaştan îtibâren mükemmel bir tahsîl ve terbiye gördü Din ilimlerinde âlim oldu Her türlü silâh kullanmakta mahâret sâhibi idi Or duların sevk ve idâ resinde fevkalâde meziyet sâhibiydi

Tarîkatin başına geçtikten sonra faâliyetleri hızlandırdı Her tarafa yayılan ihvanlar (kardeşler) örnek ekonomik organizasyonlara girişerek, müşterek zirâî, sınâî ve ticârî teşebbüsler kurdular Her yerde okullar açarak örnek bir ahlâkın yenilmez îmânlı fertlerini yetiştirdiler Senûsîlik tarîkatı 1911´de İtalyanların Trablusgarb´ı ele geçirmek için giriştikleri bü yük askerî harekâta kadar tamâmen bir kültür hareketi olarak sulhçu metodlarla çalıştı Ancak Trablusgarb´ın tehdîd altına girmesiyle derhâl burayı müdâfaa mevkıinde bulunan Türk kuvvetlerinin yanında yer aldı lar Türk askerlerinin gerilemeye mecbûr olmasından sonra da memle ketlerini dağlık mıntıkaya çekilerek azimle müdâfaa ettiler Bu mücâde lelerde sayıca, düşman kuvvetlerinin çok altında bulunmalarına rağmen cihân târihinin en büyük kahramanlık örneklerini verdiler Ahmed es-Se- nûsî, bu savaş sırasında ilk defâ, yayımladığı beyannâmeleri, el-Hükû- metü´s-Senûsiyeti´l-Celîle adı ile imzâlamaya başladı Böylece Senûsiye hareketini ilk kez bir devlet olarak îlân etti

Birinci Dünyâ Savaşında İtalya müttefikleriyle harbe girince Senûsîler mec burî olarak onun karşısında yer aldılar 1915´te Mısır´ı işgâl eden İn gilizlere karşı giriştikleri harplerde büyük kayıplar verdiler Ahmed es-Senûsî, Birinci Dünyâ Savaşının sonlarında Sultan Mehmed Reşâd´ın isteği üzerine İstanbul´a geldi O, son derece bağlı bulunduğu Osman-oğullarına ve Türk milletine, İslâm dünyâsı üzerindeki nüfûz ve îtibâ- rından istifâde ederek faydalı olmak istiyordu Fakat bir müddet sonra Mondros mütârekesinin imzâlanmasıyla son müstakil İslâm devleti olan Türkiye´nin de Batı emperyalistlerinin taksimine mâruz kal dığını elem ve dehşetle gördü

Birinci Dünyâ Savaşında İngilizler, İslâm dünyâsını parçalayıp yut mak için çok kesif bir câsusluk ve propaganda faâliyetlerine girişmişlerdi Bu çalışmalar sonucunda Hint müslümanlarının aşırı dostluk ve bağlılık larına mukâbil Arap dünyâsında bâzı çözülmeler başlamıştı Birçok Arap liderlerine Osmanlı Devle tinin yıkılmasıyla kurulacak devletlerden taçlar vâdedilerek ayrılık telkin edil mekteydi Sultan Reşâd Han sarsılan İslâm birliğini "hilâfeti hâiz olan Türkler" etrâfında yeniden tesis ve takviye için Şeyh Senûsî hazretlerini huzûruna kabûl etti Ondan Müslüman Âlemini dolaşarak Hilâfet etrafında bozulan birliği yeni den kurmasını ricâ etti Gerçekten de o devirde müslümanların en fazla sözünü dinleyecekleri şahsiyet gâyet haklı bir şöhrete mâlik olan Şeyh Senûsî hazretleri idi Şeyh hazretleri derhâl muvâfakat ederek Sultana, Türk milletine hizmete ha zır bulunduğunu bildirdi Ancak tam İslâm Dünyâsını dolaşmaya çıka cağı sırada kendisini dâvet eden Sultan Reşâd Han vefât etti Sultan Vahideddîn´in cülûs merâsiminde bulunmak üzere seyâhat ertelendi

Osmanlı pâdişâhlarının saltanata çıkışlarında cülûs merâsimi denilen bir me râsim yapılırdı Bu merâsimde devrin en kıymetli İslâm âlimi tara fından Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin türbesinde yeni pâdişâha umûmi yetle hazret-i Ömer´in kılıcı kuşatılırdı Sultan Vahideddîn´in cülûs merâ siminde ona bu kılıç Şeyh Ahmed es-Senûsî tarafından kuşatıldı Şeyh hazretleri pâdişâha kılıcı takarken şöyle duâ etti: "Cenâb-ı Hak´tan zât-ı şâhânelerine ömrü tavil (uzun ömür), ecr-i cemîl (sevap) niyâz ederim, efendimiz"

Ancak bu sırada netîceleri îtibâriyle bir felâket olan Mondros mütâre kesi imzâlanınca, Pâdişâh, Senûsî hazretlerine maiyetiyle birlikte Bur sa´da oturma sını irâde etti Şeyh Ahmed Senûsî hazretleri daha sonra yine Vahideddîn Hanın isteği üzerine Türk Kurtuluş Savaşında çalışmak üzere Anadolu´ya geçti Ana dolu´yu, daha ziyâde doğu ve güney vilâyet lerimizi bir bir dolaşarak halkı Anka ra´ya bağlamaya çalıştı Her gittiği yerde beyazlara sarınmış olarak mahallî kıyâ fetiyle kürsüye veya min bere çıkıyor, vâz ve irşâdlarıyla ordumuza gönüllüler kazandırıyordu Onun her sözü bir nasîhattı Elinde kılıcı, at üstündeki hali, heybeti, Ana dolu Türk insanının üzerinde efsânevî tesirler meydana getiriyordu Onun Kurtuluş Savaşındaki vâz ve nasîhatları, halkı birliğe dâvet edişi yalnız Anadolu´da değil, bütün İslâm dünyâsında derin akisler uyandırdı Bu maksatla rastladığı gazetecilere Türk milletinin mücâdelesinin meşrûlu ğunu ve bütün müslümanların kendilerini desteklemelerinin dînen vâcib olduğunu ifâde eden kat´î beyânatlar vermekteydi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Şeyh Ahmed Senûsî hazretleri, Kurtuluş Savaşının sonlarına doğru, bu ha reketin kurmayları arasında hilâfete ve halîfeye karşı başgösteren soğukluk üze rine Anadolu´da daha fazla durmayı uygun bulmadı Büyük bir üzüntü içerisinde Ankara´dan ayrılarak Arap memleketlerine gitmek üzere yola koyuldu Giderken söylediği şu sözler onun siyâsî bir dâhi ol duğunu göstermektedir:

"Bugün İslâm milletleri arasında en kuvvetli ve haşmetlisi ve dînî vahdet ve idâre yönünden en ümit vericisi Türk Milleti´dir Binâenaleyh, bütün İslâmî ha rekât ve dayanışmanın kuvvet merkezi Türkiye olmalıdır Kahraman Türk Mil letini bu yakın alâka ve yardıma, dayanışmaya ve bu çok mühim vazîfeye ehil kılan birçok târihî ve stratejik imtiyazlar vardır Hilâfeti temsil etmiş olması, bütün İslâm âleminin kalbgâhı olan Hare meyn ve civârının hâdim ve hâmisi ol mak şerefine sâhip bulunması ve bütün emânât-ı mukaddeseyi hâlâ uhdesinde mahfûz bulundurması, asırlar boyunca İslâm´ın alemdârlığını yapması ve onu, İlâhî bir lütufla her türlü tehlike ve saldırıdan koruması ve nihâyet hâli hazırdaki tutumun hâlâ ümid verici olması gibi sebepler, bu büyük milleti bugün de İslâmî hareket ve dayanışmanın ve İslâm âlemi için, düşünüp çırpındığımız topyekün bir kurtuluşun yegâne kuvveti, rehberi ve lideri olmaya sevk etmektedir

Türkiye´nin ve İslâm Âleminin kurtuluşu Allahü teâlânın izniyle, ancak Müslüman Türk Milleti sâyesinde mümkün olabilir ve böyle olacaktır"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Şeyh Ahmed es-Sünûsî hazretleri Türkiye´den ayrıldıktan sonra Şam´a gitti Yaygın şöhreti ve ziyâretçilerinin çokluğu yüzünden kendi*sinden korkan Fran sızlar, onu Şam´ı terke zorladılar Buradan Filistin´e geçti Orada da İngilizler kendisinden çekinip, endişelendiler Artan İngiliz baskısı yüzünden Mekke´ye geçti ise de vehhâbî inancında olan İbn-i Suûd´la anlaşamadı Sonunda Yemen imamlığı ile Suûd krallığı arasında tampon bir devlet olan Asîr´e çekildi Burada Senûsî şeyhlerinden İdris es-Senûsî´nin torunu olan başka bir İdris es-Senûsî hü kümdârdı Ancak Asîr´de lâyık olduğu hüsn-i kabûlü gören Ahmed es-Senûsî, H1352´de vefâtına kadar burada kaldı

Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: "Hazret-i Osman zamânında Kâbe-i muazzamayı tavâf ediyordum Leys kabîlesinden biri elimden tu tarak;

"Sana bir müjde vereyim mi?" dedi "Evet" dediğimde; "Hani hatırlar sın, Resûlullah efendimiz beni İslâma çağırmak için sizin kabîleye gön dermişti Onlara İslâmı anlatıp, dâvette bulunuyordum O zaman, sen; "En güzel, en iyi bir şeye, güzel huylara çağırıyorsun, kötü huylardan uzaklaştırıyorsun Bunları hiç duymamıştım" demiştin ve müslüman ol muştun Kabîlen arasında tutulan ilim, irfan sâhibi, zekî bir kimse oldu ğun için, tavsiyen üzerine kabîlenizin men supları da müslümanlığı kabûl etmişlerdi Bütün bu durumları, Medîne´ye dö nünce Resûl aleyhisselâma anlattım Resûlullah senin için; "Allah´ım! Ahnef´i bağışla!" buyurdu Bu nun üzerine; "Benim yanımda, âhiretim için Resûlullah´ın bu mübârek duâsından daha ümit verici bir şey yoktur" dedim ve çok sevindim

Ahnef bin Kays, halîfe hazret-i Ömer´i Medîne´de, Basra halkından bâzı kimselerle birlikte ziyâret etti Halîfe herkesin halini hâtırını sordu O sırada Ahnef bin Kays, bir köşede abasına sarınmış bir hâlde sessizce duruyordu Haz ret-i Ömer;

"Senin bir ihtiyâcın yok mu?" diye sorduğunda, o şöyle cevap verdi:

"Ey Mü´minlerin Emîri! Evet var Hayır ve bereketin anahtarı Allahü teâlâdır Diğer şehirlerin halkından olan kardeşlerimiz sulak ve verimli yerlere yerleştiler Biz ise çorak, rutûbetli, bir tarafı tuzlu deniz, bir tarafı çöle çevrili bir yere mekân tuttuk Ne ekin, ne hayvanımız var Yiyecekle rimizi ve faydala nacağımız şeyleri çok zor şartlar altında elde ediyoruz Zayıf bir insan, tatlı su alabilmek için iki fersahlık yol gitmek zorunda Eğer bizim en basit ihtiyaçları mızı karşılamaz ve fakirliğimizi gidermez sen, yok olup giden kavimler gibi ola cağız" Bunun üzerine hazret-i Ömer, Basra halkının çocuklarına Beyt-ül-mâl dan, maaş bağladı Vâli Ebû Mûsâ el-Eş´arî´ye, Basra´ya kanalla su getirtmesi için mektup yazdı

Hazret-i Ömer, Ebû Mûsâ el-Eş´arî´ye yazdığı mektubunda; "Ahnef bin Kays´ı kendine yakın tut İşlerinde ona da danış ve sözlerine kulak ver" buyur muştu

İran imparatoru Yezdicürd, topraklarının büyük kısmı müslümanların eline geçince, Merv şehrine gidip yerleşmişti Yezdicürd buradan İran şehirlerine mektup yazarak, halkı isyân ettirdi ve andlaşmayı bozdurdu Bunun üzerine hazret-i Ömer, Ahnef bin Kays´a Horasan üzerine sefer düzenlemesi için emir verdi Bir orduyla yola çıkan Ahnef bin Kays, İran şehirlerindeki isyânı bastırdı ve Horasan´a yürüdü Önce Herât´ı fethedip Merv eş-Şehcân´a doğru ilerlerken, Nişâbur´a Mutarrif bin Abdullah ko mutasında, Serahs´a da Hars bin Hassân komutasında bir birlik gön derdi Ahnef bin Kays, Merv eş-Şehcân´a varınca, Yezdicürd, Merv er-Rûz´a kaçtı Buradan, Türk sultânına ve Çin krallarına mektup yazıp yar dım istedi İslâm ordusu Merv er-Rûz üzerine yürüyünce, Yezdicürd Belh´e gitti Ahnef bin Kays, Merv er-Rûz´u ordu karargâhı yaptı Kûfeli- lerden meydana gelen bir birliği Belh´e Yezdicürd´ün üzerine gön derdi Yezdicürd´ün askerleri ile İslâm mücâhidleri arasında şiddetli bir muhâre- be oldu Yezdicürd´ün ordusu yenilerek kaçtı Arkadan yetişen Ahnef bin Kays, Kûfelilerden meydana gelen öncü birliğe yardım etti ve Allahü teâlânın izniyle Belh şehrini aldılar İslâm mücâhidleri Belh´in he*men akabinde Nişâbur ve Toharistân´ı da aldılar

Ahnef bin Kays, bu fetihleri anlatan bir mektubu hazret-i Ömer´e gönde rince; "Keşke oraya ordu göndermeseydim Keşke bizimle oranın arasında ateşten bir deniz olsaydı" buyurdu Bu sözleri duyan hazret-i Ali; "Neden, ey mü´minlerin emîri!" diye sormaktan kendini alamadı Bu nun üzerine hazret-i Ömer; "Çünkü buranın halkı üç defâ yerlerinden da ğılacaklar, ayrılacaklar Üçüncüsünde tamâmen imhâ edilecekler Böyle bir musîbet meydana gelecek tir Bu musîbet burayı fethettiğimizde, bu rada bulunacak müslümanlara gelece ğine, fethedilmeyip buranın müs- lüman olmayan halkının başına gelmesi daha iyidir, diye cevâb verdi

Hazret-i Ömer daha sonra, Ahnef bin Kays´a, Ceyhun Nehrini geç memesini bildiren bir mektup gönderdi Bu sırada Yezdicürd, Türk hâkâ nından aldığı yar dımla geri döndü (Türkler o asırda henüz müslüman ol- mamışlardı) Ahnef bin Kays, Yezdicürd´ün aldığı yardım kuvvetiyle üze- rine geldiğini öğrenince, fikir lerini öğrenmek için, kıyâfetini değiştire rek, gece askerleri arasında dolaşıp on ları dinledi Mücâhidlerden birisi nin;

Eğer komutanımız bizi dağın eteklerine çekerse, nehir, düşmanla aramızda hendek vazifesi görür Sırtımızı da dağa dayamış olduğumuz için düşman arka mızdan da saldıramaz Biz de düşmanla bir cephede muhârebe yapardık Uma rım Allahü teâlâ bize zafer ihsân eder dediğini duydu Sabahleyin namazdan sonra; "Ey mücâhidler! Biz azız, düşman ise kalabalık Bu sizi korkutmasın Nice az bir topluluk, pekçok düşmana Allahü teâlânın izni ile gâlip gelmiştir Allahü teâlâ sabredenlerle berâ berdir Şimdi buradan ayrılın Sırtınızı dağa ve rin Dağ arkanızda, nehir ise bizimle düşman arasında kalsın Düşmanla tek ta raftan muhârebe edelim" dedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Yirmi bin kadar olan İslâm ordusu bu emri yerine getirdi Türk asker lerin den birisi meydana çıkıp er istedi Derhal Ahnef bin Kays ortaya çıktı, onunla çarpıştı Türk süvârisi öldü Bunun üzerine arkasından sı rayla iki asker daha çıktı Ahnef bin Kays bunları da öldürdü Türkler, o zaman savaş âdeti olarak, üç süvâri çıkıp karşı taraftan üç kişiyle çarpı şıncaya kadar yerlerinden ayrıl mazlar, ordu hücûma geçmezdi Üç süvâ rileri de öldürülünce, durumu hâkanla rına bildirdiler O da bu durum hayra alâmet değil deyip, ordusunu geri çekti

Türk hâkânını müslümanlarla karşı karşıya bırakan Yezdicürd, fır sattan isti fâde ile, müslümanların elinde bulunan Merv eş-Şehcân´a git*mişti Orada bulu nan Hârise bin Nu´mân komutasındaki küçük mücâhid birliği, kalabalık düşman askerinden korunmak ve vakit kazanmak için, kaleye kapandı Merv eş-Şehcân yakınlarında bir mağarada sakladığı hazînesini çıkartan Yezdicürd, Türk hâkâ nının yanına dönerken, İranlı lardan bir kısmı;

"Ne yapmak istiyorsun?" diye sordular O da; "Türk hâkânının yanına gidi yorum Oradan da Çin ülkesine gitmeyi düşünüyorum" deyince, on lar;

"Bu çok kötü bir düşüncedir Bizimle birlikte müslümanlarla sulh yap Çünkü onlar dindâr, sözlerine sâdık ve bize yumuşak davranıyorlar Mu hakkak ki, bizi memleketimizde böyle insanların idâre etmesi, dinsiz ve vefâsız kimse lerin memleketine gidip, onların idâresi altında yaşamaktan daha iyidir" dediler Onların bu tekliflerini reddedince; "O zaman hazîne lerini bırak Biz onların yö netiminde memleketimizde yaşıyalım" dediler

Yezdicürd bunu da kabûl etmeyince, halk onu azledip, hazînelerine el koy dular Yezdicürd de, Türk hâkânının yanına gitti ve Türk illerinde i- kâmet etti İranlılar hazîneleri Ahnef bin Kays´a getirip teslim ettiler O- nunla andlaşma yaptılar Kendi ülkelerinde mallarına sâhib olarak müslü- manların idâresinde, kisrâlar döneminden daha rahat bir şekilde yaşadı- lar

Ahnef bin Kays tarafından gönderilen fetih haberi ve ganîmetler haz ret-i Ömer´e ulaştığında, müminleri câmide toplayıp, gelen mektubu her kesin huzû runda okuttu Sonra, şu hutbeyi îrâd etti:

"Allahü teâlâ Kur´ân-ı kerîmde Resûlünü hak din ile gönderdiğini, O´na tâbi olanların dünyâ ve âhiret hayırlarına kavuşacaklarını vâd etti ve meâlen şöyle buyurdu: "O Allahü teâlâ peygamberini, müşrikler iste mese de bütün dinlere gâlip kılmak için, hidâyetle (Kur´ân-ı kerîmle) ve hak dinle (İslâmiyet´le) gön derdi"(Tevbe sûresi: 33) Bu vâdini yerine getiren ve İslâm ordusunu muzaffer kılan Allahü teâlâya hamdolsun Şunu iyi bilin ki, mecûsî devleti yıkılmış, mahvolmuştur Artık onlar müslümanlara zarar verebilecek bir karış toprağa bile sâhip değillerdir Muhakkak ki, Allahü teâlâ sizin nasıl hareket edeceğinizi görmek, sizi imtihân etmek için onların mallarını, mülklerini ve halkını sizin emrinize vermiştir Allahü teâlâ vâdini yerine getirir Sakın hâlinizi değiştirme yin Yoksa Allahü teâ- lâ sizin yerinize başkalarını getirir Şüphesiz ben bu üm met hakkında, arasında çıkacak fitneden korkarım"

Hazret-i Ömer´in şehâdetinden sonra, mecûsîler, Yezdicürd´ün kış kırtma sıyla yaptıkları andlaşmayı bozdular Hazret-i Osman bunun üze rine, Horasan bölgesine İbn-i Âmir komutasında bir ordu gönderdi İbn-i Âmir, bölgeyi tanı dığı için Ahnef bin Kays´ı öncü birliklerin komutanı yaptı İslâm ordusu kısa zamanda isyânı bastırdı ve fethedilmeyen diğer yerleri de ele geçirdi

Yezdicürd, Ahnef bin Kays hazretlerine mağlûb olup, hâkanla Türk ülkesine geri dönerken, Çin hükümdârına bir elçi gönderdi Elçi, mektû bunu ve hediyele rini Çin hükümdârına sundu Çin hükümdârı elçiye;

"Hükümdârların birbirlerine yardımda bulunması karşılıklı vazifeleri dir Ancak sen bana, sizi memleketinizden çıkaran kimselerin ahvâlini anlat Görü yorum ki, sen sayı bakımından onların az, sizin ise çok oldu ğunuzu söylüyor sun Az olmalarına rağmen size gâlip gelmeleri, onlarda, sizde bulunmayan bir takım iyi hasletlerin bulunduğunu göstermektedir" deyince, elçi;

"Siz onlar hakkında soracağınız şeyleri sorun, ben de cevap vere yim" dedi İmparator;

"Bu insanlar ahde vefâ gösteriyorlar mı?" diye sorunca, elçi;

"Evet" cevâbını verdi "Sizinle savaşmadan önce, size ne teklif edi yorlar?" diye sorduğunda;

"Bizi şu üç şeyden birisine dâvet edip, istediğimizi kabûl etmekte ser best bı rakıyorlar Ya dinlerini kabûl etmek, ya cizye vermek veya savaşa râzı olmak" dedi İmparator yine;

"Onların komutanlarına itâatleri nasıldır?" diye sorduğunda;

"Onlar komutanlarına son derece itâat ederler ve bağlılık gösterirler" diye cevap verdi "Onlar neyi haram, neyi helâl kılıyorlar? Kendilerine helâl edileni haram, haram edileni de helâl kılıyorlar mı?" diye sordu Elçi;

"Hayır" cevâbını verince, imparator;

"İşte bu insanlar, kendilerine haram kılınanı helâl, helâl kılınanı da haram kılmadıkça hiç bir şey onları mağlûb edemez" dedikten sonra, Yezdicürd´e şu mektubu yazdı:

"Şâyet elçinden bâzı bilgiler öğrenmemiş olsaydım, sana Merv´den Çin´e kadar uzanan bir ordu gönderirdim Fakat elçinin anlattığı bu ka vim, bu halle riyle dağlar üzerine hücûm etseler, dağları devirirler Onlar daki îmân gücünü kimse yenemez Eğer benim üzerime gelseler, beni de yok ederler Sana tavsi yem, onlarla sulh yapman ve ülkende kalman, ke sinlikle onları tahrik etmemen dir"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Akbıyık Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) İkinci Murâd Han ve Fâtih Sul tan Mehmed devrinde yaşayan büyük velîlerden olup, Asıl adı Ahmed Şemseddîn´dir Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin sohbetinde yetişti Onun feyz ve bereketi ile kemâle erişti Kalblere şifâ olan sözleri ile ileri dere- celere ka vuştu

Akbıyık Sultan bir taraftan hocasının sohbeti ile bereketlenirken diğer ta raftan İkinci Murâd Han´ın haçlılar ve diğer din düşmanlarına karşı gi riştiği cihâd hareketine de katıldı Giriştiği seferlerde, Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerinin diğer talebeleri ile birlikte büyük kahramanlıklar gösterdi Böylece Osmanlıların Rumeli´deki yayılmasında önemli hizmetler gördü

Bu gazâlarda gösterdiği başarılardan birinin sonunda İkinci Murâd Han tara fından Yenişehir köylerinden bir tanesi kendisine temlik edildi (1437) Bu pa rayı ticarette kullanan Akbıyık Sultan kısa zamanda malının hesâbını yapama yacak kadar zenginleşti Mal, mülk meşgûliyeti az za man içinde, hocasının soh betinden daha az istifâde etmesine yolaçtı Bu sebeple birgün hocası Hacı Bay ram-ı Velî hazretleri, dünyâya ve onun geçici lezzetlerine bağlanmanın mah zurlarından bahsederek Akbıyık Sultan´a;

"Evlâdım bu dünyâ fânîdir Malı mülkü elde kalmaz Ne kadar malın olsa murâd alamazsın Âhiretten gâfil olma Zîrâ gidişin dönüşü yoktur Allahü teâlâdan gayri işlere tutulmaktan kurtul Devamlı bâki kalan iş lerle meşgul ol"

Hocasının bu sözleri üzerine Akbıyık Sultan;

"Hocam! Peygamber efendimiz; "Dünyâ, âhiretin tarlasıdır" buyuru yor Bu sebeple dünyâ malı ile de meşgul olmak gerekmez mi?"

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri uzun bir sükûttan sonra;

"Evlâdım! Mâdem ki dünyâyı terk edemiyorsun, öyle ise bizi terket Bu dergâhta dünyâ ile meşgul olanların işi yoktur" buyurdu

Akbıyık Sultan bu sözler üzerine kapıdan dışarı çıkarken tam eşik üzerinde başından sarığını düşürdü Bunu hocasının bir kerâmeti bilip günü gelince se bebi meydana çıkar, düşüncesiyle alıp başına giymedi

Akbıyık Sultan´ın bundan sonra topladığı altın ve gümüş para sayı lamaya cak ölçüde arttı Ancak gönlünü hiç bir zaman para ve pula kap tırmadı Eline geçen para da hiç bir zaman kendisinde kalmadı Fakir, fu karâ, kimsesiz, öksüz, yetim, dul, borçlu ve gariplerin sığınağı oldu Bur sa´da büyük bir imâret yaptıra rak gelen geçen yoksullara ikramlarda bu lundu Misâfirleri ağırladı O dağıttıkça parası artıyor, parası arttıkça o da dağıtmaya devâm ediyordu Bu arada Alâeddîn Ali el-Arabî hazretlerinin derslerine devam ederek ilimde ilerlemeye de gayret sarfediyordu

Ve nihâyet Hocasının kerâmeti tahakkuk etti Sarığının eşik üze rinde düşmesinin esrârı aydınlandı Yine şeyhi ve üstâdı Hacı Bayram-ı Velî hazretle rinin eşiğine yüz sürdü Mübârek sohbetlerine tekrar kabûl olunarak tasavvuf yolunda ilerledi Hocasının sekiz halîfesinden biri olma şerefine kavuştu

Bu arada dînine hizmet etmek, İslâmiyeti küffâr diyârına duyurmak aşkı Akbıyık Sultan´da hiç sönmeden için için gittikçe alevlendi 1444´te Varna´da haçlı sürüleri perişan edilirken o, mânevî liderlerin en önün deydi

Nisan 1453 Osmanlı ordusu son defâ İstanbul önlerinde göründü Pey gamber efendimizin fetih müjdesi gerçekleşmek üzeredir Molla Hüs- rev, Molla Gürânî, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi gönül erenleri or- dunun en önün deler Akbıyık Sultan, Akşemseddîn hazretleri ile berâ ber Fâtih Sultan Mehmed Han´ın yanında bulunuyor ve devamlı askeri teşcî´ edip coşturuyor, duâ ve söz leri ile onları gayrete getiriyordu

İstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akşem- seddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamânında İkinci Murâd Hanın vefâtı ile Osmanlı tahtına çıkan genç pâdişâh Sultan Mehmed, İs- tanbul´un fethi hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hare ket ederken, Allah adamlarının da ordusunda bulunma sını istedi Bu dâvet üze rine Akşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinân gibi meşhûr âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar Yine orduya ka tılan Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetleri gibi gönüllü birlikler, İstanbul´un fethinin, bütün Türk-İslâm âlemince mu- kaddes bir gâye kabûl edil diğini dile getirdiler Bilhassa talebeleriyle bir- likte orduya katılan Akşemseddîn hazretleri ve diğer âlim ve evliyâ zâtlar, askerlere ayrı bir şevk ve azim veriyor lardı Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurduktan sonra, düşmana önce İslâmı tebliğ etti İslâmiyetin emri olan hususları bildirdi Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya başladı Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bâzı devlet adamla rını ümitsizliğe düşürdü Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir Haçlı ordusunun Bizans´ın im- dâdına koşacağını sanıyorlardı Bütün bu olum suz propagandalara karşı orduda pâdi şâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din büyüğü var- dı; Akşemseddîn O, şeyhi Hacı Bayram-ı Velî´nin; "İstanbul´un fethini şu çocukla bizim köse görür ler!" sözünü bili yor ve tahakkuk edeceğine kalp- ten inanıyordu

Muhâsaranın devâm ettiği bir sırada Avrupa´dan asker ve erzak geti ren ge miler, Osmanlı donanmasının müdahalesine rağmen şehre gir meye muvaffak oldu Kâfirler görülmemiş şenlikler yaparken, Müslü manlar üzüntülü idi Pâdi şâha gelen bâzı devlet adamları;

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Bir sofunun (Akşemseddîn) sözüyle bu kadar asker kırdırdın ve bü tün ha zîneyi tükettin İşte Frengistan´dan kâfire yardım geldi Fethetmek ümidi kal madı" dediler

Bunun üzerine Sultan Mehmed Han, veziri Veliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn´e göndererek;

"Şeyhe sor, kal´a feth olmak ve düşmana zafer bulmak ümidi var mı dır?" dedi Buna Akşemseddîn hazretleri şöyle cevap verdi:

"Ümmet-i Muhammed´den bu kadar müslüman ve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâü teâlâ feth olur"

Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Pa şayı tekrar Akşemseddîn´e gönderip;

"Vaktini tâyin etsin" dedi Akşemseddîn murâkabeye daldı Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı Mübârek yüzü terledi Sonra başını kaldı rarak;

"İşbu senenin Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler O gün feth ola Kostantiniy- ye´nin içi ezan sesiyle dola!" dedi Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gön- derdi Mektubunda;

"Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder kaziyesi, delili sâbittir Hüküm Allahü teâlânındır Velâkin kul, elinden geldiği kadar gayret göster mekte kusur etmemelidir Resûlullah´ın ve Eshâbının sünneti budur" di yordu

Böylece Akşemseddîn hazretleri bir taraftan İstanbul´un fethi hak kında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranılması hu- sûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu

Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin tâyin eylediği gün ve saat doldu Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken, hocası Akşemseddîn´- den okumak için bir duâ istirham etti Bunun üzerine Akşemseddîn;

"Yâ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle! Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle" buyurdu Sonra çadırına giren Ak- şemseddîn haz retleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve ka pılarını iyice kapattırdı

Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, eren ler, evliyâlar Sultan Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul üzerine akı yorlardı Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddîn´in yanında olma sını arzuladı ve ha ber gönderdi Gelmeyince Akşemseddîn´in bulunduğu çadıra gitti Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir de lik açtı İçeri bakınca, hocası Akşem- seddîn hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, ba şından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü Ak saçını ve ak sakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bı rak mıştı Bu hâ- li ile İstanbul´un fethinin gerçekleşmesi için Allahü teâlâya yal varıp duâ ediyor, gözyaşı döküyordu Fâtih Sultan Mehmed Han, ho cası Akşem- seddîn´in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine döndü Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi Böy- lece İstanbul´un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçek- leşti

Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul´a girdikten sonra, İslâmiyet´in harp ile ilgili hukûkunun gözetilmesini genç pâdişâha tekrar hatırlattı Bu- na uygun hare ket edilmesini bildirdi

İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topkapı´dan girdi Beyaz bir at üzerinde idi Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya´ya doğru yol aldı Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyi şin içinde idi Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunu yordu Yerli halk yolları doldurmuştu Fâtih Sultan Mehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddîn´i pâdişâh sanıyordu Ona, demet demet çiçek veriyor lardı Akşemseddîn´in, genç pâdişâhı göstererek;

"Sultan Mehmed ben değilim, odur" sözüne karşılık;

Sultan Mehmed de;

"Gidiniz, yine ona gidiniz Sultan Mehmed benim, ama o benim ho camdır Şehrin mânevî fâtihidir" diyordu

Fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul´a girdikten sonra, hocası Akşem- seddîn üç gün gözden kayboldu Bütün aramalara rağmen bula*madılar Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrâne bir yerde ibâdetle meşgûl olarak buldular O za mandan beri bu yere, onun ismine izâfeten "Akşem- seddîn" mahallesi denildi Fâtih Sultan Mehmed Han, fethin üçüncü günü Ayasofya´ya gidip, orayı câmiye çevirdi Ayasofya´yı câmiye çevirmesi, Bizanslılar ile yapılan bir anlaşmaya bağlanmıştı Burada ilk hutbeyi, Akşemseddîn okudu Okmeydanı´nda bir zafer alayı tertiplen mişti Orada Akşemseddîn de vardı Akşemseddîn gâzîlere bir ko nuşma yaptı Bu konuşmasında;

"Ey gâzîler, bilin, âgâh olun ki; cümleniz hakkında, âhir zaman Pey gamberi ol Server-i kâinât; "Onlar ne güzel askerdir" buyurmuştur İnşâ- cümlemiz affedilmiş oluruz Fakat gazâ malını isrâf etmeyip, İstan- bul içinde hayr-ü-hase nâta sarf ve pâdişâhımıza itâat ve muhabbet ediniz" diye nasîhatte bulundu

Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hanın başına iki çatal ablak sorguç ta kıp; "Pâ dişâhım, bütün Âl-i Osman´ın âb-ı rûyu oldun Hemen mücâhid-i fî sebîlillah ol!" diyerek, Gülbank-i Muhammedî çekti

Akşemseddîn hazretlerine; "İstanbul´un fethedileceği zamânı nasıl bildin?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi;

"Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul´un fetih vaktini çı kar mıştık Kale fethedildiği gün, Hızır´ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihden sonra hocası Akşemseddîn´e, son taarruzun başladığı sırada; "Yâ Fakîh Ahmed" diyerek Fakîh Ah- med´den himmet taleb etmesini söylediğini hatırlatarak;

"Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyâz eyledim? Himmetini iste dim? Allahü teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâ değil mi idi?" diyerek, sebebini sordu Hocası Akşemseddîn bu suâle;

"O sırada Fakîh Ahmed, kutb, sâhib-i tasarruf idi" cevâbını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönder diğini ve onun da himmet ettiğini söylemiştir Akşemseddîn hazretlerinin "Fakîh Ahmed" de diği kendisi idi Fakat tevâzuunun çokluğundan şöh retten kaçıp, kendisini gizle yerek böyle konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmış olduğu rivâyet edilmiştir

Halvetiyye tarîkatı şeyhlerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi te- âlâ aleyh) Bosna´nın Mostar kasabasında doğdu Küçük yaşta din ve fen ilimlerinin tahsîline başladı Kısa sürede ilerleyerek bu ilimlerde ke mâl dereceye ulaştı Ancak bu ilim kâfi gelmemişti Bu sebeple İstanbul´a geldi Devrin ulemâsından dersler aldı, ilmini ilerletti Öğrendikçe ilâhî aşkı artıyordu Nihâyet hocalarının tavsiyesi ile Bosnalı Bâlî Efendinin halîfesi Nûreddînzâde´ye bağlandı Uzun sene hizmetinde bulundu Nef sinin isteklerine sırt çevirdi ve tasavvuf mertebele rinde ilerledi Sonra ho casının izni ile hac vazîfesini yaptı ve Ravda-i mutahherayı ziyâret etti

Ali Dede Bosnevî hazretleri 1566´da Sigetvar seferine katıldı Bu se fer Kâ nûnî Sultan Süleymân´ın son seferi oldu Pâdişâh çok hasta idi ve kalenin günler süren kuşatmasına rağmen düşürülememesine çok üzü lüyordu Nitekim vefâtın dan bir gün önce Sokullu Mehmed Paşaya gön derdiği hatt-ı hümâyûnda; "Şu ocağı yanası dahi alınmaz mı?" demişti Ertesi gün Ali Dede Bosnevî´nin, askeri duâlarla teşyî edip cesâretlen dirmesi ile kale zabtedildi Bu sırada Kânûnî de ve fât etmişti

Sigetvar Kalesi civârında Kânûnî Sultan Süleymân Han için bir türbe inşâ edildi Ali Dede Bosnevî hazretleri de türbedârlığa getirildi Türbenin yanına bir de zâviye yaptıran Ali Dede, böylece Osmanlı Devletinin bu serhat boyunda İslâmı yaymaya, dînin emir ve yasaklarını öğretmeye başladı Bundan sonra "Türbe Şeyhi" ünvânıyla tanındı Sohbet halkası kısa sürede genişledi Yaşayı şını, davranışlarını, iyi hallerini, cömertliğini kısaca tam uygulamaya çalıştığı Resûlullah efendimizin ahlâkını gören gayr-i müslimler seve seve müslüman oluyorlardı Sohbet ve derslerinde hep İslâmiyete uyulması, dînin emirlerinin yerine getirilip yasaklarından kaçınılması üzerinde konuşurdu

1597 senesinde Serdar-ı ekrem Satırcı Mehmed Paşanın dâveti üze rine Varat Seferine katıldı Avusturya ordusuna karşı askeri teşyî ederek zaferin ka zanılmasını sağladı Sefer dönüşü H1007?de Sigetvar Kalesi yakınlarında ikindi namazını edâ ederlerken dördüncü rekatta Hakk´ın rahmetine kavuştu Sigetvar´daki makâmına defnedildi

Serhad evliyâsının büyüklerinden olan Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Rumeli´nde gâzîler arasında meşhûr olup, onların mânevî desteği oldu Ali Efendi, genç yaşında aklî ve naklî ilimlerde ilerleyip, vakitlerini ibâdet ve Kur´ân-ı kerîm okumakla kıymetlendirmişti Peygamber efen dimizin bildirdikle rine tâbi olmakta ısrarlı olunca, güzel ahlâkta üstün oldu Birgün Kur´ân-ı kerîmi hatmederken;

"Bu hatm-i şerîfi Resûlullah efendimizin rûhu için okuyacağım" diye niyet eyledi Hatmi bitirince, Resûlullah efendimizi rüyâsında görmekle şereflendi Kendisine Allah yolunda ilerleyeceği, yüksek makamlara ka vuşacağı bildirildi Mübârek bir zâta talebe olacağı, ondan çok istifâde edeceği işâret edilip, bâzı alâmetleri gösterildi Serhat boylarında, Allahü teâlânın rızâsı, insanların huzur ve saâdeti için çarpışan Osmanlı akın- cılarının arasına karışıp yıllarca cihâd etti Rüyâsında işâret edilen Mah- mûd ismindeki Allah dostu bir velîden ilim ve feyz alıp kemâle geldi Halkın arasına karışıp, müezzinlik, imâmlık, hatîplik gibi hizmetlerde bu lundu Halk arasında Hak´la beraber olup, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak ilim ve feyz saçtı Kendini halktan bir kimse gibi gösterip, gösteriş ve riyâdan uzak bir hayat yaşadı Hasan Paşa ku man dasındaki Osmanlı askerlerinin, Seçen Kalesi civârında yaptıkları sa vaşta, onların arasındaydı Bulunduğu savaşlarda onun varlığı askerin mâneviyâtını yükseltirdi Sık sık akıncı birlikleri arasına karışır, onlara, insanlara iyi davran maları ve her işi Allahü teâlânın rızâsı için yapmaları husûsunda nasîhatlerde bulunurdu

İşi, fikri ve zikri hep Allahü teâlânın rızâsı olan Ali Efendi, bâzı serhad ka sabalarını ziyâret edip, bir kısmında uzun zaman ikâmet etti İki defâ hacca gitti Şam´da, Çelebi Halîfe talebelerinden Üveys Efendinin yo lunda olan Abdülkerîm Efendi ve kardeşi Muhammed Çelebi ile görüşüp sohbet etti Üveysiyye yoluna dâhil oldu Tekrar serhad boyuna döndü Çok sıkıntılar çekti Yirmiden fazla çocuğu vardı Evlâdının hepsi vefât etti Kalbi merhametinden kan ağlarken, gö zünden bir damla yaş akıt madı Bu, Allahü teâlânın emrine râzı olmanın bir ifâ desi idi Veren de, alan da O idi Çocuklarından Ömer ve Hasan Çelebiler, ilimde icâzet al dıktan sonra vefât etmişlerdi Baba kalbi bu işe daha fazla daya namadı Vücûdu günden güne eridi Yatağa düştü O sırada Sultan Üçüncü Meh- med Han, Eğri seferine çıkmıştı Askerin bâzısı firâr etmiş, Osmanlı ordusu zor duruma düşmüştü Ordunun yenildiği haberi, Molla Ali Efen dinin kulağına kadar gelmişti Haber kendisine gelince bir mikdâr durak layan Ali Efendi; "Ha yır haber doğru değildir!" dedi Çok geçmeden ordu nun muzaffer olduğu haberi geldi

Molla Ali Efendi, çok cömert bir kimse idi Kudretine göre gariblere ve yol culara ziyâfet ve ikrâmlarda bulunurdu Altmıştan fazla Kur´ân-ı kerîm yaz makla şereflendi Kur´ân-ı kerîm okumakta, Allahü teâlânın ismini zi kir ve te fekkürde devamlı idi Söylediği söz, okuduğu duâ tesirini hemen gösterirdi

Ali Gav Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) on birinci asırda yaşamış gâzi ve mücâhid şeyhlerdendir Türkler, on birinci asrın başlarından îtibâ ren Anadolu´ya yoğun bir şekilde akınlar yapmaya başlamışlardı Bu akınlar Malazgirt Zaferinin ön hazırlıkları mâhiyetinde idi Mücâhid gâziler ve şeyhler önderliğinde hare kete geçen Selçuklu Türkleri, gönül verdik leri İslâm dînini yaymağa ve çoğalan nüfûsa yeni yerleşim yerleri ara maya çalışıyorlardı Bilhassa Afşin Bey idâre sindeki Türklerin yiğitlik, alplik, mertlik, cesâret ve muhâripliğinin yanısıra, İslâmın cihâd rûhu ve emri ile hareket etmeleri, Rumları müthiş bir bozguna uğ rattı

Bu cihat hareketi esnâsında Afşin Beyin kuvvetleri arasında dikkati çeken bir kişi vardı; Derviş Ali Bu zât, Afşin Bey kumandası altındaki kuvvetlerin mânevî komutanı ve fetihlerin mânevî fâtihidir Hiç bir ânını boşa geçirmek is temez, her nefesini, Allahü teâlânın dînini yaymak için sarfederdi Gâzileri de vamlı cihâd etmeğe ve İslâmiyeti yaymağa teşvik ederdi Fırsat buldukça da İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmekle meşgûl olurdu

Gönülleri cihâd aşkı ile tutuşan gâziler, Gaziantep, Haleb ve Antakya bölge sinde uğramadık yer bırakmadılar Nihâyet 1068 yılında Konya ku şatma altına alındı Günlerce süren muhâsaraya rağmen şehir, bir türlü düşürülemedi Ordu komutanı şehri kuşatan duvarları savaş yoluyla aşamayacağını anlayınca, harp meclisini toplayarak ne yapılması gerek tiğini sordu Bu gibi durumlarda gâzi şeyhlerin sözlerine çok îtibâr edilirdi Meclistekiler, Şeyh Ali´ye bakarak onun konuşmasını beklediler Şeyh Ali kısa bir murâkabeye, düşünceye daldıktan sonra;

"Ordumuz kuşatmayı kaldırıyormuş gibi geri çekilsin ve gizlenelim, sonra gizlice kaleye girmenin çâresini araştırırız" dedi Bu teklif, emirler tarafından beğenildi Selçuklu kuvvetleri dağınık bir şekilde çekilmeye başladılar

Selçukluların çevreden tamâmiyle uzaklaştıklarını gören ve günlerce süren muhasaraya rağmen teslim olmadan kuşatmayı atlatmanın sevin cine kapılan şe hir halkı, birkaç gün sonra normal yaşantılarına başladı Kapılar açıldı Çarşı ve pazarda faâliyetler normal seyrine döndü

Halk şehir içinde olduğu gibi, şehir dışında da bağ, bahçe ve yaylak işleriyle uğraşmağa başlamıştı Bir gece şehre dönmeye başlayan sığır sürülerinin arasına bir öküz postuna bürünmüş bulunan Şeyh Ali de ka rıştı ve böylece kimseye belli etmeden şehre girmeye muvaffak oldu Şehirde, akşam karanlığında kimseye görünmemeyi başararak bir yere gizlendi Herkesin yorgunluktan derin uykuya daldığı bir saatte yavaşça gidip, şehri kuşatan duvarların kapısını açtı ve o gece yakınlara kadar gelerek bekleşen askerlere kararlaştırdıkları işâreti verdi Şeyh Ali´nin her türlü tehlikeyi göze alarak açmayı başardığı kapıdan şehre akan as ker ler, nöbetçileri de tesirsiz hâle getirdikten sonra şehre hâkim olmakta ge cik mediler

İşte şehrin ele geçirilmesi sırasında bu gâzi şeyhe, öküz postuna bü rünme sinden dolayı Ali Gav Sultan denildi Gav, Farsçada öküz demek tir

Ali Rızâ Acara (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kurtuluş savaşının mücâ- hid gâ zilerindendir Kars, Ardahan ve Batum 1878´de Rusların eline geçmişti Bu yıl larda başlayan hürriyet ve istiklâl mücâdelesinde Ali Rızâ Acara da yerini aldı Rus ve İngilizlere karşı Batum´da Türklük ve müslü- manlığı kurtarmak üzere gi rişilen zor, çetin ve amansız mücâdele 1918´- de Brest-Litovsk Antlaşması ile he define ulaştı Bu antlaşma ile Ev liye-i Selase de denilen Kars, Ardahan ve Batum anavatana kavuştu

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Sultan Vahideddîn Han bu münâsebetle Elviye-i Selâseden bir heyeti İstan bul´a dâvet etti Bunun üzerine Temur Paşa başkanlığında bir heyet İstanbul´a geldi Bu sırada Ali Rızâ Acara İstanbul´da bulunuyor ve Mek- teb-i Kuzâtta oku yordu Yıldız´da pâdişâhın verdiği yemeğe katıldı Ali Rızâ Acara bizzat şâhid olduğu bu vakayı şöyle nakletmektedir:

"Yemekte Vahideddîn Han, Temur Paşa´ya ve diğer heyet âzâlarına pekçok iltifat gösterdi Yemekten önce ise şu konuşmayı yaptı: Bir baba düşününüz ki, evlatlarını kaybetmiştir Kırk yıl onların yokluklarının ıstıra bıyla yaşadıktan sonra birgün evine dönünce onları çıkıp gelmiş ve ye mek masası etrâfında top lanmış bir halde görse, nasıl heyecan ve sevinç duyar, tasavvur edebilir misiniz? İşte ben o sevinç ve heyecan içinde yim"

Temur Paşa, İstanbul´da bulunduğu müddetçe kendisine her türlü resmî iş lerde rehberlik eden Ali Rızâ Efendinin hizmetlerinden son de*rece memnun ol duğu için Batum´a döndüğünde onu her tarafta medh ü senâ etmiş ve îtibârını yükseltmiştir

Ali Rızâ Acara, Mekteb-i Kuzâttan mezûn olunca Batum´a geldi Da- ha önce Temur Paşanın onun hakkında yaptığı medh ü senâsı sebe*biyle muazzam bir ilti fât ve alâka gördü Cenûbî Garbî Kafkas Hükûmetinin ku- rucusu müteşebbisleri arasında yer aldı 1915-17 yılları arasında düşma- na ve komitacılara karşı hare keti bizzât idâre etti Ta mamen mahallî "A- cara" elbisesi giydirilmiş bulunan milis askerleriyle karşılarındaki on sekiz komiteye karşı parlak zaferler kazandı Yapılan savaşlarda sekiz bin esir ile pekçok silâh ve malzeme ele geçirdiler Kâ zım Karabekir Paşa ile yaptığı yazışmalar sonunda esirleri serbest bı raktı Mal zeme ve silâhları ise kendisine verilmek üzere Hopa´ya gön derdi

Ancak bu sırada artan İngiliz baskı ve sıkıştırması üzerine Ali Rızâ Efendi Batum´dan çıkmaya mecbûr oldu Esâsen bu sırada Birinci Büyük Millet Mecli sine Batum Mebusu olarak seçildiğinden Ankara´ya da çağı rılmaktaydı Fakat Batum´daki mücâdele dolayısıyla Meclise dört ay geç iltihâk edebildi Gelirken Trabzon´a uğrayarak Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Barutçuzâde Ahmed ve ulemâdan İbrâhim Cûdî Efendilerle görü şüp konuştu Câmilerde halka vâzlar vererek, onları millî mücâdeleye ve birliğe teşvik etti

Ali Rızâ Efendi, bundan sonra "Deli" nâmıyla bilinen Hâlid Paşanın kuv vetleri içinde gerek silahı ve gerekse hitâbeti ile emsalsiz ve unutul maz hizmet lerde bulundu Yalova´dan Kars´a kadar "Tekâlif-i harbiye" için dolaşıp şehir şe hir, câmi câmi vâz ve konferanslarla halkın Kurtuluş Savaşına teşviki istikâme tinde azim ve sebatla çalıştı

Cephede bulunduğu bir sırada İkdâm Gazetesi´nin muhâbiri ile yap tığı mü lâkat, onun cenâb-ı Hakk´ın lütfu ihsânıyla tahakkuk edecek za fere ümit ve inancını belirtmektedir Muhâbir; "İleriyi nasıl görüyorsu nuz?"

"Çok iyi olacak"

"İngilizler İstanbul´dan giderler mi?"

"Mecburen"

"Pek güç, bak Mısır´dan gitmediler"

"Mısır´ın arkası Sudan, İstanbul´un arkası ise Anadolu´dur Anadolu´ daki azim ve îmân, İngiliz´i İstanbul´dan kovacak bir kudrete sâhiptir"

"Bunu nasıl anlıyorsunuz?"

"Bu bir histir, böyle şeyler aklî hesaplara uymaz Bu millet i´lâ-yı ke lîmetullah dâvâsına bin yıl fedâkarâne hizmet etmiş büyük ve emsalsiz zafer ler kazanmıştır Biz de o şehid ve gâzilerin evlâdlarıyız Cenâb-ı Hak bizi onların hizmetleri hürmetine yardımından mahrûm etmeyecektir Benimle birlikte bütün Anadolu halkı, bu inancı taşımaktadır İnanıyoruz, o hâlde zafer bizimdir"

Bu ümit ve cesâretle çarpışarak Kurtuluş Savaşının âbidevî şahsi yetleri ara sında yerini alan Ali Rızâ Acara Efendi, savaş sonunda vatanı Batum´un Ruslara terkedildiğini esef ve üzüntü ile gördü Savaş mey danlarının bu namlı mücâhidi, Cumhuriyet´in îlânından sonra kendini ta mâmen tâat ve ibâdete verdi 1969 yı lında Ankara´da Rahmet-i Rah mâ- na kavuştu

İznik´le Mekece arasındaki bir mevkide Hâlid Paşa kuvvetleri yeni bir sa vaşa girmenin hazırlığı içinde bulunuyor Bütün efrâd hazır vaziyette durmakta dır Yoklama yapıldıktan sonra heybetli, siyah sakallı, ilim ve fazîlet sembolü, sarığıyla kır bir atın üzerinde Ali Rızâ Acara Efendi mey- dana çıktı Efrâdı bir baştan bir başa at üstünde dolaştıktan sonra orta yerde durdu Gür sesi ile ruh lara rahatlık, heybet ve heyecan veren şu konuşmayı yaptı:

"Askerler! Kardeşlerim! Mübârek dînimizin ana şartlarından biri de hacdır Hacılar hac maksadıyla mübârek Kâbeye gittikleri zaman orada "Hacerü´l-Esvede" yüzlerini, gözlerini sürmek sûretiyle onu öperler Çün- kü Hacerü´l-Esved cenâb-ı Rabbülâlemin tarafından Cennet´ten gön derilmiş mübârek bir taştır Siz de bugün öyle şerefli bir mücâdele ve hizmet üzerindesiniz ki, cenâb-ı Hakk´ın yardımıyla muvaffak olup, zafer müyesser olunca, bütün millet, ihtiyar analarımız, güngörmüş babaları mız, genç kızlar, çocuklar, hâsılı bütün arkada bıraktıklarımız Hacerü´l-Esvedi öpen hacıların heyecan ve iştiyakiyle sizi sarılıp öpecek ve bağ rına basacaktır Siz bu mücâdelede ölürseniz "şehîd", kalırsanız "gâzi" olmak sûretiyle Cennet-i âlâdan gönderilmiş bulunan Hacerü´l-Esved gibi bu mazlûm milletin mukaddesâtına dâhil olacaksınız Cenâb-ı Hak, nurlu ve açık alınlarınız gibi bahtınızı da açık eylesin ve yarın rûz-ı mahşerde Peygamber aleyhisselâtü vesselâm efendimizin iltifât ve şefâatlerine mazhar kılacak zaferi lütfu ihsân buyursun Sizleri, İslâm´ın bin yıllık va tanı olan bu topraklarda ezan seslerini devâm ettirecek bu savaşın gâli biyetiyle şereflendirsin"

Ali Rızâ Acara Efendinin böylece devâm eden heyecanlı vâzı so nunda er lerden yedi kişi aşırı heyecan sebebiyle bayıldı Bundan sonra başlayan taar ruzda erler, kükremiş arslanlar gibi düşmana saldırdılar Ali Rızâ Efendi de elinde silâhla askerin arasında idi Cenâb-ı Hakk´ın yar dımı ile düşman püskür tüldü

Nakşibendî büyüklerinden Alvarlı Muhammed Lütfi (rahmetullahi te- âlâ aleyh) Erzurum´un Hasankale ilçesine bağlı Kındığı köyünde doğdu Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi, Seyyide Hadîce Hanımdır 1890 yılında babasıyla Bitlis´e giderek Muhammed Küfrevî hazretlerine talebe oldu Her gün iki saat hocasının sohbetinde bulunurdu

Efe hazretleri anlatır: Bir gün sohbetten sonra hazret-i Pir dışarıya çıkmış lardı Ben de kendimde olmaksızın kapıya yöneldim Odadan dı şarı çıktığımda hazret-i Pir´i bir kolunda büyük oğlu Şeyh Abdülhâdî, di ğer kolunda Şeyh Abdülbâkî hazretleri olduğu halde sofada ayakta bek ler gördüm Elleriyle yak laşmamı emrettiler Yanına vardığımda mübârek ellerini şakaklarıma koyup öyle bir nazar ettiler ki, başım Arşa değdi san dım"

Muhammed Lütfi Efendi, bu nazarla bilinmeyen, anlaşılmayan dere celere kavuştu Ertesi sabah Pîr-i Küfrevî hazretleri kendisini halîfe seçti ğini ve halkı irşâda memur ettiğini bildirdi Böylece icâzetini (diploma) al dıktan sonra bir müddet daha Sivaslı Câmiinde göreve devâm etti

Sonra tâyini Erzurum´un Dinarkom köyüne çıktı Burada iken 1916´da Rus ların doğuda Van, Muş ve Bitlis´i ele geçirmeleri üzerine Erzurum´a geldi Rus istilâsının devâm etmesi ile Tercan´ın Yavi Köyüne gitti Bu rada bir taraftan imâmlık yaparken diğer taraftan gönlüne girdiği herkesi Rus zâlimlerine karşı silahlandırdı

1917´de Rusya´da bolşevik ihtilâlinin vukû bulmasından sonra Ruslar, Os manlı topraklarından çekilirken silahlarını Ermenilere vererek onları mâsum ve savunmasız Türkler üzerine kışkırttılar Ermenilerin hedefi, Doğu Anadolu´yu da içine alan büyük Ermenistan devletini kurmaktı Bu nun için Türk ve Müslü man olan halkın bölgeyi terketmesini istiyorlardı Bu gâyeleri tahakkuk ettirmek üzere görülmemiş bir kıyım ve imhâ hare ketine başladılar Beşikteki bebeklere ve yatalak hastalara varıncaya ka dar öldürdüler Bâzılarını câmi, ev ve ahırlara toplayarak sonra ateşe verdiler Bu mezâlim, doğudan batıya doğru büyük bir göç dalgasının başlamasına sebep oldu

Ermenilerin bu insanlık dışı fiillerine karşı, Muhammed Lütfî Efendi, Yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle harekete geçti Önce Oyuklu köyü yakınında Rusların karargâh deposu olan ve Ermenilerin elinde bulunan bir silah deposunu bastı Bu silah ve malze meleri Haydari Boğazı´ndaki Zergide köyünde bulunan Türk ordusuna ulaştırdı 12 Mart 1918´de Türk ordusu ile birlikte Erzurum´a girdi Ancak aynı gün babası Hâce Hüseyin Efendi şehîd düştü

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Doğu´nun Ermeni mezâliminden kurtarılmasından sonra tekrar Ha- sankale´ye döndü Kendisine Hasankale müftülüğü teklif edildi ise de kabûl etmedi Bu sı rada Alvar köyü insanlarının ısrarlı istekleri üzerine oraya yerleşti Bundan sonra halk arasında "Alvar İmâmı" ve "Efe haz retleri" ünvanıyla tanındı Bir Nakşibendî-Hâlidî şeyhi olarak 1939´a ka dar bu köyde, bu târihten sonra da Er zurum´da halkı irşâd ile meşgûl oldu 1947, 1949 ve 1950 yıllarında olmak üzere üç defâ hacca gitti 12 Mart 1956´da vefât etti Cenâzesi Alvar köyüne götürüle rek oraya defne dildi

Tâbiîn devrinin mücâhid velîlerinden olan, Amr bin Utbe (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri, şüpheli olmak korkusu ile mubah şeylerin ço- ğundan sa kınır dünyâdan ve dünyâlık olan şeylerden uzak du rur, zühd hayâtı yaşardı De vamlı gazâlara katılır, cenâb-ı Hak´tan şehîdlik rütbesi isterdi O; "Rabbimden üç şey istedim Birincisi dünyâya rağbet etmeye- yim Dünyâlıktan elde ettiğime de elde edemediğime de önem vermeye- yim İkincisi, Allahü teâlâ çok namaz kılmayı nasîb etsin Üçüncüsü, şe- hîdlik rütbesine kavuşayım Allahü teâlâ bana ilk iki isteğimi nasip etti Üçüncüsünü bekliyorum İnşâ ona da kavuşu rum" demiş ve her ü- çüne de kavuşmuştur

Amr bin Utbe, bir gün dört bin dirhem vererek çok soylu bir at satın aldı Tanıdıkları; "Bu ata bu kadar para verilir mi?" dediler Bunun üze rine onlara; "Bu atın, Allahü teâlânın yolunda attığı her bir adım, benim gözümde dört bin dirhemden daha kıymetlidir" cevâbını verdi

Amr bin Utbe hazretlerini, kölesi şöyle anlatır:

"Amr bin Utbe bir gazâya çıkmıştı Bir nöbet esnâsında namaza durdu Bu sırada bir arslan kükremesi işitildi Herkes telâşa kapılıp, sağa sola kaçmaya başladı Amr bin Utbe, kendinden geçmiş bir vaziyette namazına devâm etti Arslan, etrâfında dolaşıp bir şey yapmadı Sonra arkadaşları; "Arslandan kork madın mı?" dediler O; "Allahü teâlânın dı şında başka bir şeyden korkmaktan Allahü teâlâya karşı hayâ eder, uta nırım" diye cevap verdi

Amr bin Utbe hazretleri, babasının kumandasında katıldığı bir ga zâda beyaz bir elbise çıkarıp onu giydi ve; "Kanımın bunun üzerine ak*masını istiyorum" dedi Daha sonra harb başladı Mâseyzân denilen mevkide yapılan bu şiddetli muhârebede atılan iri bir taş ile yaralandı ve sonra vefât etti Böylece uzun za mandır arzu ettiği şehîdlik makâmına kavuştu Şehîd olduğu yere giydiği elbise ile defnedildi

Arab Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Harput velîlerinden olup ismi Yûsuf, babasının ise Arabşah´tır Arab Baba, Harput´un fethi için gelen Sel çuklu kumandanlarından olup, aynı zamanda büyük bir ve lîdir

İslâmiyeti yaymak için bâzan kılıç kullanan Arab Baba çoğu zaman insan lara doğru yolu göstermek için vâz ve nasîhatlerde bulundu Sık sık "Kılıçla geldim kalemle gideceğim!" buyururdu Vefât târihi belli değildir

Arab Baba´nın türbesi 1276 târihinde yapılmıştır Türbenin alt katında kabir odası, üst katında ise ziyâret edilen sanduka vardır Arab Baba´nın kabrinin bir özelliği de nâşının herkes tarafından görülebilecek şekilde olmasıdır Daha önce ziyârete gidenler yeşil örtüleri açıp bakabilirlerdi Son zamanlarda Arab Baba´nın nâşı cemakan içine alındı İnanmayan lar cesedin mumyalandığını iddiâ etmektedir Bununla ilgili şöyle bir hâ dise anlatılır:

Belediye başkanının birisi inanmayarak, nâşı müzeye kaldırdı Halk buna mâni olmaya çalıştı Ancak belediye başkanı:

"Hayır! Bu cesed mumyalıdır Bunu âlem de görmeli Müzeliktir bu cesed!" cevâbını verdi

Ertesi sabah cesedin, müzeye kaldırıldığı yerde olmadığı görüldü Belediye başkanı bunu birilerinin yaptığını sandı ve tekrar müzeye koy durdu Aynı hâdise birkaç defâ tekrar etti Belediye başkanı isteğinde çok ısrar etti, fakat sonunda felç oldu

Atâ Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Üsküdar´daki Özbekler Tekke sinin son şeyhidir İstanbul´un İngiliz işgâlinden kurtarılması sırasında büyük kahra manlık ve fedâkarlıklar göstermiştir

Atâ Efendinin postnişîn olarak vazîfeli bulunduğu Özbekler Dergâhı nın ku ruluşuyla ilgili şu menkıbe nakledilir: Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde Öz bekistan´dan kalkıp hacca gitmek üzere yola çıkan bir grup Türkistanlı, Halîfeyi görmek ve izin almak için İstanbul´a gelmişlerdi Çünkü eskiden beri hacca gi decek olanlar, sultandan izin almak maksa dıyla İstanbul´a gelirler, Cumâ selâm lığında Halîfeyi görürler duâsını alırlardı Bu bir nevî izin almak idi Türkistan´ dan gelen Özbekler de ilk Cumâ selâmlığında Halîfeyi görmek üzere Sultantepesinde çadırlarını kurup yerleşmişlerdi Sultan İkinci Mahmûd Han maiyyetiyle oradan ge çerken, çadırlarının şeklinden onların yabancı olduğunu anlayarak kim olduklarını merâk etti ve bir adamını göndererek durumu öğrendi Sonra da atını sürerek yanlarına gitti Durumlarını anladıktan sonra; "Halîfe em retse burada kalır mısınız?" deyince, hepsi birden; "Hay hay emr ü fer mân Pâdi şâhımız efendimiz hazretlerinindir" dediler Bunun üzerine Sultan İkinci Mahmûd Han; "Öyle ise ben halîfeyim, emr ediyorum Hac dan sonra dönünüz, burada kalınız Size münâsip bir dergâh yapıla ve siz de gelecek hemşehri hacı larınızın hizmetini îfâ edesiniz!" diyerek onların el etek öpmesine meydan ver meden atını sürüp gitti Hac dönü şüne kadar, bir dergâh ve iki odalı bir ev ya pıldı O günden îtibâren "Özbekler Tekkesi" diye anılan bu dergâh yapıldı ve Türkistanlı hacıların hizmetlerinde kullanıldı

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




İstiklâl Harbi sırasında, İstanbul ile Anadolu arasındaki gizli haber leşmenin merkezi ve İstanbul´dan Anadolu´ya gitmek üzere hareket edenlerin üssü olarak kullanılan Özbekler Dergâhının şeyhi Atâ Efendi bu sırada büyük fedâkârlık ve kahramanlıklar gösterdi İstanbul´un İngi lizler ve İtalyanlar tarafından işgâl edildiği kara günlerde vatanı kurtara bilme çârelerini araştırdı İngiliz işgâline, ilk karşı koyma hareketi olarak "Karakol Cemiyeti"ni kuranlar arasında yer aldı Temsil ettiği dînî ve mâ nevî kıymetleri, vatanın selâmet ve kurtuluşuna vakfetti Kendisi gibi olan tasavvuf ehli ve âlim kimselerle elele vererek en gözü pek gençlerin gös- teremediği cesâreti ortaya koydu, kapı kapı dolaşarak, birçokları nın a- ğızlarının açılmadığı o günlerde müminlere ümit telkin etti, başına sa rın- dığı yeşil destârı, sarığı ve üzerindeki siyah cübbesi ile işgâl kuvvetle rinin dikkatini çekmeden çalışmalarını sürdürdü İşgâl kuvvetlerinin evle rin ha- remine bile soktuğu yerli-yabancı câsûslar, ilk zamanlar tekke, mescid ve câmilerden ve dînî şahsiyetlerimizden şüphe etmiyorlar, Türk´ün bu mâ- nevî öncülerini yakından ta nımıyorlardı Başı sarıklı, destârlı, üzeri cüb- beli olan bu vatanperver insanlardan olan Atâ Efendi, düşmanların bu gafletlerinden istifâde etmesini bildi Evlerde, câmi ve mescidlerde müs- lümanlara cesâret veren ve onların işgâl kuvvetlerine karşı direnmelerini teşvik eden konuşmalar yaptı Mahallelerde tesiri bü yük olan câmi imâm- larını safına alarak onları silâh ve cephânelerin nak linde vazîfelen dirdi

Gündüzleri insanlara nasîhatlariyle ümid telkin eden Atâ Efendi, gece olunca silâhlanıyor, Nakkaş Karakolundan Özbekler Dergâhına kadar olan yol ları tutturuyordu Silâh ve cephâneler taşınıyor, oradan da Kara kol Cemiyetinin fedâileri eliyle Büyük Çamlıca´nın arkasından dolandırıla rak Libâdî´deki göz doktoru Esad Paşanın çiftliğine aktarılmak üzere Kı sıklı imâmı Nûri Hocanın Libâdî´deki evinin yanındaki mahzende saklatı yordu Münâsip zamanlarda tom ruk taşıyan arabaların alt bölümüne yerleştirerek Alemdağı´nda gizli karargâh kuran millî kuvvetlere ulaştırıl masını sağlıyordu Özbekler Dergâhında gizli bir hastâne bile kurmuştu Azgın Rum ve Ermeni çeteleriyle çarpışırken, düşman işgâli altındaki cephâne depolarını basarken yaralanan mücâhidler burada yatı rılıyor, gizlice gelen hamiyetli ve yardımsever doktorlar tarafından tedâvî görü yordu

Atâ Efendinin asıl fedâkârlığı, Anadolu´ya geçecek kimseleri dergâ hında ba rındırmasıydı Birçok meşhûr isim onun dergâhında misâfir ol muşlar, daha sonra da müsâit vakitlerde Ankara yolunu tutmuşlardı Vu run Kahpeye isimli eseriyle, Atâ Efendi gibi düşünen ve yaşayan din adamlarını kötüleyen, onları İstiklâl Savaşı aleyhindeymiş gibi gösteren Hâlide Edip Adıvar da, bu dergâhta misâfir olup, Anadolu´ya geçen kim selerdendi Atâ Efendi, Üsküdar´ın çarşı ve kahvelerini dolaşır, tesbit edilmiş parola ile Anadolu´ya gidecek kimseleri bulup dergâhında top lardı Sonra da bunları on beşer-yirmişer kişilik kâfileler hâline koyar, ge rekli emniyet tedbirlerini aldıktan sonra Çamlıca´nın eteklerinden işgâl mıntıkası dışına çıkarırdı Her gün Üsküdâr´da dolaşırken kurduğu gizli cemiyet vâsıtasıyla çeşitli haberler toplardı Aldığı bu haberlere göre ha reket eder, Müs lümanlara yol gösterirdi

Atâ Efendinin dergâhı bir posta merkezi gibi çalışırdı İstanbul´dan Anado lu´ya, Anadolu´dan İstanbul´a en kritik haberler bu kanaldan ulaştı rılıyordu Bil hassa İstanbul´dan Anadolu´ya geçmiş olan Kuvay-ı Milliyeci- lerin, İstanbul´daki âileleriyle irtibatları en fazla bu posta vâsıta sıyla temin ediliyordu İstanbul´da, Anadolu´nun harekâtının adam ve si lâh ihtiyâcını karşılamak üzere kurulan ma hallî mukâvemet ve faâliyet merkezleri ile de temasta bulunan Atâ Efendi, onla rın gönderdikleri adam ve silâhları da kurduğu bu teşkilât sâyesinde Anadolu´ya gizlice ulaştırı yordu

Atâ Efendinin talebeleri ve Özbekler Tekkesinin kahraman dervişleri Çam lıca eteklerine kadar sokulan milis kuvvetlerine yardım etmek, îcâ bında onları saklamak ve yaralılarına gerekli ihtimâmı göstermek sûre tiyle de faydalı olu yordu

1920 senesi Nisan ayının bir akşamı idi Havada tatlı bir bahar şenliği ve se rinliği vardı Hafif esen rüzgâr, her yana bahar kokularını yayıyordu Özbekler Tekkesi de benzeri sık sık görülen müstesâ gecelerinden birini daha yaşıyordu Bütün odaları biraz sonra Anadolu yolculuğuna çıkacak misâfirlerle doluydu Bu misâfirler arasında işgâl kuvvetleri tarafından kapattırılan son Osmanlı Me buslar Meclisinin bir kısım âzâları, üyeleri de bulunuyordu Atâ Efendi ise der gâhın bahçesinde bâzı kimselerle oturu yordu Çadırlaşmış ve çiçeklerle donan mış bir akasya ağacının altında, tatlı tatlı sohbet ediyordu Etrafını saran ve onu dinleyen yolcuları ko nuşmalarıyla teselli ediyor, yüreklerine çöken ayrılık acıla rını, gariplik duygularını unutturmaya çalışıyordu Bu esnâda Üsküdar câmile rinde yatsı ezânı okunmaya başlamıştı Atâ Efendi sustu, yanında bulunanlarla birlikte huzûr ve huşû içinde okunan ezânları dinledi Tam bu sırada Fıstıkağacı ile dergâh arasındaki yol üzerinde gözcülük yapan bir derviş soluk soluğa bah çeye girdi Yanına sokulduğu Atâ Efendinin kulağına eğildi ve fısıldadı: "Aman Şeyhim! Üsküdar´daki İtalyan polis kumandanı, yanında birkaç İngiliz zâbit ve polisi olduğu hâlde buraya doğru geliyor*lar! Bilmem ki" Şeyh Atâ Efendi dervişin sözünü bitirmesine meydan bırakmadı Hemen yerinden fırladı Bah çede ve odalarda kümelenen ve dertleşen misâfirlerine koştu Yaklaşan tehlikeyi haber verdi, alınması gerekli tedbirleri de hepsine ayrı ayrı bildirdi İki dakika bile geçmemişti ki, bahçede sessiz bir hareket başladı Anadolu´ya geçmek üzere orada bekleyen misâfirler kendilerine kılavuzluk eden dervişleri takib ederek dergâhtan, set başına doğru sarkan ağaçlık ve fundalıklı yamacın üze rindeki dik patikalardan akmaya başladı Sağa sola saparak, tarlaların kenarlarındaki çalı lıklara sokulup, gözden kayboldular

Böylece, sayıları otuzu geçen misâfirler, tamâmiyle dağıldı, dergâh ve bahçe de her zamanki ıssız hâlini aldı Dergâh kapısından içeri dalan işgâlci zâbitlerle berâberindekilerden bir kısmı bahçe ve mezarlığa sal dırdı Bir kısmı da açık du ran kapıdan dergâhın içine daldı Oda kapıla rını tekmeleyerek açan ve içeriye dalan işgalciler, yüklük ve dolapları bile aradılar Nihâyet dergâhın mescid ola rak kullanılan büyük odasına dal dılar Karşılaştıkları manzara karşısında şaşırıp aptallaştılar Çünkü Şeyh Atâ Efendi, gerisinde saf tutan dervişleri ile birlikte namaz kılıyorlardı Aralarında yabancı kimselerin bulunmadığını gören ve biraz sonra bahçe ve mezarlıkta da kimsenin görülemediğini öğrenen işgalci zâbitleri, uğra dıkları başarısızlık karşısında, hırs ve hayretlerinden dudaklarını ısırdılar Kızgınlık ve hınç ile dergâhtan uzaklaşmak zorunda kaldılar

O gece Özbekler Tekkesinde atlattıkları büyük tehlike dolayısıyla se vinerek ayrılan yolcular ise, ertesi günün akşamı geç vakitte Çal köyüne ulaşıp kurtuluşa erdiler Onları tâkib eden ve Nal´a kadar uğurlayan Şeyh Atâ Eendi, her biri ile ayrı ayrı kucaklaşarak vedâ etti Misâfirler ona tak dirkâr bakışlarla; "Ne mutlu sana şeyhim Kurtuluş savaşçılarına yaptığın bu büyük hizmetler, hiç bir zaman unutulmayacak ve milleti istiklâle ka vuşturacak, yıldızlar arasında Şeyh Atâ adı da dâimâ hürmetle anıla cak" diyorlardı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.