Prof. Dr. Sinsi
|
Baltacılar Ve Baltacı Mehmet
İstanbul, başkent olduktan sonra Osmanlı sarayında Baltacılık geniş bir kadro halinde yerleşti Topkapı Sarayı genişledikçe, Harem ve Enderun kalabalıklaştıkça Baltacılar’ın sayısı da artıyordu
Sarayı muhafaza eden bölüğe Bostancı adı verilirdi Bunların görevleri padişahı ve sarayları korumaktı Bu bölük Yeniçeri birliklerinden ayrıydı Başlarına da Bostancıbaşı denirdi Bunlar padişahın şahsen katılmadıkları savaşlara katılmazlardı Bostancılar, padişahtan ve saraydan ayrılmazlardı
Fakat Baltacılar silahlı kimseler değildi Bunların görevleri kışın sarayları ısıtmak ve yaz kış saray mutfaklarında yakılan ateş için gerekli odunları getirmek, kesmek ve stokları her zaman yeteri kadar bulundurmaktı
Bu ağır bir işti Bilhassa kışları , koca sarayı ısıtabilmek bir meseleydi Soba henüz icat edilmemişti
Koca saray, her odada bulunan büyük şöminelere odunlar doldurularak ve devamlı bir şekilde yakılarak ısıtılırdı Ayrıca saraya mahsus büyük mangallarda da kömür yakılırdı
Baltacıların bir kısmına da Zülüflü Baltacı denirdi ki bunlar daha çok hareme odun taşıyan gençlerdi
Baltacılar silahsız oldukları için itibarlı sayılmazlardı Bunlara sarayda hademe, uşak, hamal gözüyle bakılırdı
Fakat Baltacılar’ın arasından , zaman zaman çok nüfuzlu kimseler de yetişmiştir Bunların arasından tarihte önemli roller oynayan kimseler de çıkmıştır
Nitekim sarayda Hurrem Sultan ile Turhan Sultan arasındaki kanlı rekabette bu zülüflü Baltacılar’a da bir rol düşmüştür
Hurrem Sultan, gelini Turhan Sultan’ı öldürtmek istediği zaman, Turhan Sultan’ın taraftarı olan ağalar , daha çabuk davranmışlar ve haremi basan Zülüflü Baltacılardan biri, perde ipi ile Hurrem Sultan’ı boğarak bu ihtiyar kadının dört padişah devri sürüp gitmiş olan saltanatına son vermiştir
Bazı padişahların Baltacılara özel sevgileri olurdu Bunlardan biri de deliliği ile şöhret kazanmış olan Sultan İbrahim’di
O kadar ki bir seferinde kışın Edirne’ye gitmiş, Edirne sarayında yakılan odunlar ısıtmıyor diye beğenmemiş, ta İstanbul’dan Edirne’ye odun taşıtmıştı
İşte günün birinde bu Baltacılar’a Mehmet adında bir genç çırak olarak alınmıştı
Mehmet, cahil ve fakir bir gençti
Fakat gayet zeki ve ihtiras sahibiydi
Güçlü kuvvetli ve yakışıklı bir gençti Eline baltayı adlımı saatlerce bırakmaz, en kalın ve sağlam meşe kütüklerini rahatça parçalardı
Onun için kısa zamanda sivrilmişti başarmıştı Kendisini sarayda herkese sevdirmeyi başarmıştı
Baltacı’nın bir tek şeye merakı vardı:Kadına
Saraydan izinli olarak çıktığı zamanlar, soluğu hemen Tavukpazarı’nda alırdı Burada Yeniçeriler’in, bekar hovardaların düşüp kalktıkları kadınlar vardı O da bir dost tutmuş ve onu bir odaya kapatmıştı Eline geçen bütün parayı buna yediriyordu
Diğer boş zamanlarında ise , okuma yazma öğreniyor, bilgisini arttırmaya çalışıyordu
Enderun hocalarından birisi kendisini sevmişti Boş vakitlerinde ona okuma-yazma öğretmişti Baltacı Mehmet’in zekası dikkatini çekmişti Bu gençte istikbal görüyordu
Zaten onda basit bir Baltacı olmakla beraber , yükselmek ilerlemek için büyük bir istek vardı
İşte genç Baltacı böylece , çalışkanlığı ve zekasıyla sarayda yavaş yavaş göze çarpmaya başlamıştı
Genç Baltacı aynı zamanda sarayda dönen çeşitli entrikaları da öğreniyordu Yükselmek için tek çare bulunduğunu kısa zamanda anlamıştı
Bu çare, yıldızı parlayacak birine bağlanmak, onun gözüne girmek, yükselmesi için ona var gücüyle yardım etmekti Böylece bağlandığı bu adamın yıldızı parladıkça , kendi yıldızı da onunla birlikte parlayacaktı
Yükselmek için her şeyi yapabilecek kabiliyette olan bu adam, aynı zamanda bunun için kuvvet sahibi olmak gerektiğini de anlamıştı Zira, zeka ile kuvvet bir araya gelir, talihi de yaver giderse , büyük mevkilere sahip olmak işten bile değildi
Günler, aylar ve yıllar geçerken, genç Baltacının yavaş yavaş yükselmekte olduğunu görüyoruz
Çorum’un Osmancık kasabasından basit bir çiftçinin oğlu olan Baltacı Mehmet Ağa, ilk olarak Kızlar Ağası Yusuf Ağa’nın tavsiyesiyle Baltacılıktan ufak çapta bir Saray Katipliğine geçmişti Sesi de güzel olduğundan, okuma yazma ile beraber musikiyi de öğrenmişti Saray camiinde bir ara müezzinlik bile yaptı Yüzü gözü temiz olduğundan kendisine Pakçe Müezzin adı verilmişti
Bu sırada kendisine Kayseri köylerinden birinden Eski Saraya Baltacı olarak gelmiş ve yükselmeye başlamış olan Ahmet Ağa’yı örnek tutmuştu İleride ondan önce sadrazam olacak ve şıklığa merakından dolayı Kalaylı Kuzu adını alacak olan bu adam nasıl yükselmişse, kendisi de aynı şekilde yükselmeye başlamıştı
Talih, Osmancıklı Mehmet Ağa’ya bir defa güler yüz göstermiş ve ileride III Ahmet adıyla tahta çıkacak olan Şehzade Ahmet’le bir yakınlık kurmayı başarmıştır
Baltacı, herkese olduğu gibi kendisini , Şehzadeye de sevdirmeyi kısa zamanda başardı Bu da ilerlemesine yardım etti Kendisi zaten iyi ata binerdi Askerliği de bu arada öğrendi
III Ahmet tahta çıkınca çok sevdiği Baltacı’yı İmrahor yaptı
İmrahor olmak, padişahın en yakınlarından olmak demekti Padişah her nereye giderse o da beraberinde bulunurdu III Ahmet’in bütün huylarını öğrenmişti
Bu sırada, meslektaşı Ahmet Ağa Sadrazam olmuştu Bu da Baltacı’ya yeni bir ümit vermişti
Hüseyin Paşa (Gazi, Deli)
Osmanlı sadrâzamlarından Bursa Yenişehir’de doğan Hüseyin Paşa, Enderun’da, saray baltacıları arasında eğitim gördü Küçük ve büyük mîrâhûrluk vazifesinde bulunduktan sonra, 1632 yılında Kaptan-ı deryalığa getirildi Bir müddet sonra açılan Revan Seferine Kaptan-ı derya olarak katıldı Revan’ın fethinde büyük gayret gösteren Hüseyin Paşa, daha sonra Âzerbaycan üzerine yapılan harekâta katıldı Dönüşte Diyarbakır’dayken 1635 yılında devletin mühim eyaletlerinden biri olan Mısır’a Beylerbeyi tâyin edildi İki sene bu vazifede kalan Hüseyin Paşa, İstanbul’a çağırılarak, Anadolu Beylerbeyliğine getirildi ve Sultan Dördüncü Murâd’la beraber Bağdat Seferine çıktı Muhâsara esnâsında kendi tarafına düşen iki kaleyi kolaylıkla zaptetti ve Bağdat’ın içinde sükûnu sağlamada büyük rolü oldu Ayrıca iç kaledeki Narin Kuleyi bir bölük asker ile ele geçirmesi herkesi hayretler içinde bıraktı Sultan Dördüncü Murâd bu başarılarından dolayı onu, kubbe vezirliğine tâyin etti Hüseyin Paşa, 1639 yılında Sadâret Kaymakamı oldu ise de, Sultan İbrahim’in tahta geçmesinden sonra yeniden Kaptân-ı deryalığa getirildi Bu sıralarda Karadeniz ticâretine engel olan Rus-Kazak korsanlarına karşı Karadeniz Seferine çıktı Çok geçmeden 30 kadar Rus-Kazak gemisini ele geçirerek İstanbul’a gönderdi 1641’de Özi, 1642’de Bosna ve 1644 yılında Budin beylerbeyi olan Hüseyin Paşa, nihayet 1646’da Hanya Muhafızlığına getirildi Savaşlarda gösterdiği cesareti sebebiyle “deli” lakabını alan Hüseyin Paşa, kış ortasında Girit’i ele geçirmek için muhârebeye başladı Venediklilere karşı yaptığı altı muhârebede de başarı kazandı Resmo ve Sivrihisar başta olmak üzere, Girit’in bütün şehirlerini ele geçirdi Karargâhını Resmo’da kuran Hüseyin Paşa, kan ve barut içinde kalmış olan kaleyi yeniden tâmir ettirdi Şehirdeki bir kiliseyi câmiye çevirdi Hüseyin Paşa, bir taraftan îmâr faâliyetlerini sürdürürken, diğer taraftan müstahkem Kandiye Kalesini zaptetmek üzere hazırlıklara girişti Ancak bu sırada yardıma gelmekte olan Osmanlı donanması Kandiye Boğazı önünde Venediklilere yenilince, muhâsaradan bir netice alamadı Hüseyin Paşa, buna rağmen kuşatmayı kaldırmadı ise de, gerekli yardımı alamaması, kalenin düşmesini engelledi Önce Rumeli Beylerbeyliğine tâyin edilen Hüseyin Paşa bâzı siyâsî sebeplerle Yedikule’de hapsedildi 1659 yılında idâm edildi
Halk arasında “gâzî” ve bilhassa gözünü budaktan sakınmaz tavrı ve hareketleri neticesinde “deli” lakabı ile tanınmış olan Hüseyin Paşa, kuvvetli bir vücut yapısına sâhip, cesur bir vezirdi Özellikle Revan ve Bağdat seferleri ile Girit’in fethinde gösterdiği kahramanlıklar, kendisine büyük bir şöhret kazandırdı Girit’te 12 yıl geceli gündüzlü cephede kalmış ve bütün parasını adanın îmârına harcamıştı Bu sebeple halk arasında ziyâdesiyle sayılıp seviliyordu Bilhassa Girit Rumları arasında İslâmiyetin yayılmasına gayret etmiş ve onun gösterdiği adâlete hayran kalan Hıristiyanlar, kitleler halinde İslâm'a girmişlerdir Bu, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’tekinden sonra Balkan kavimleri arasında üçüncü toplu İslâmlaşma hareketidir Bâzı kiliseleri câmiye çevirtip, Hanya ve Kandiye başta olmak üzere pek çok yerde câmi yaptırdı
Hüseyin Paşa, son derece kuvvetliydi Rivâyete göre İstanbul’a gelen İran elçisi memleketinden getirdiği bir yayı Sultan Dördüncü Murâd’a takdim etmişti Kurulu bir vaziyette bulunan yayın özelliği, boşaltıp yeniden kurmanın son derece zor olmasıydı Nitekim sarayda tertip olunan bir müsabakada hiçbir şahıs bu yayı boşaltamamış ve pâdişâh yayın Ağa Kapısına asılmasını ve bu işi yapacak olan şahsın kendisine bildirilmesini istemişti Bu arada Ağa dâiresinde hizmet etmekte olan Hüseyin Paşa, yayı kurup boşaltmış ve durum Sultan Murâd’a bildirilmişti Hüseyin Paşa, daha sonra aynı hareketi Sultan’ın ve İran elçisinin huzurunda birkaç defa tekrarlayınca, Sultan, pek beğendiği bu genci bir daha yanından ayırmamıştı
|