Prof. Dr. Sinsi
|
Fil Suresi
FIL SÛRESI
Kur'ân-i Kerîm'in yüzbesinci suresi Mekke'de nâzil olmustur; bes ayettir Adini birinci ayetinde geçen "fil" kelimesinden alir Sure, önceki bir dönemde Allah'in müminlere yardimini ve büyüklenenlere karsi gösterdigi gazâbini anlatmaktadir
Surenin nüzul sebebi sudur: Habesistan'in Yemen vâlisi Ebrehe, San'a'da büyük bir tapinak yaptirdi Gayesi, Kâbe hacilarini buraya çekmekti Fakat Kinâne kabilesinden bir veya birkaç kisi geceleyin bu tapinaga girerek burayi pisledi Buna son derece kizan Ebrehe büyük bir ordu hazirladi Bu muazzam ordunun karsisinda kimse dayanamazdi Geçtigi yerlerde her önüne çikani yendi Ordusu, büyük fillerle desteklenmekteydi ve bu fillerin "Mamut" denilen en iri olani, karsisindakini ezip geçiyordu Ebrehe'nin ordusuna Ashâbu'l-Fil (fil sahipleri) denmistir Bu ordu zayif olan Kureys'i de korkuttuktan sonra, tam Kâbe'ye saldiracagi sirada Allah ebâbil kuslarini üzerlerine gönderdi Kuslar agizlarinda ve ayaklarinda tasidiklari taslari askerlerin üzerine atarak bu muhtesem orduyu helâk ettiler Olay Hz Peygamber (s a s )'in dogdugu yilda meydana gelmisti Ayni zamanda bu olay onun peygamberligine delâlet eden mucizelerden sayilmistir
Surenin manasi sudur: "Görmedin mi nasil etti Rabbin ashâbi file, Kilmadi mi tedbirlerini müstagrak tadlile? Saldi da üzerlerine sürü sürü kuslar Atiyorlardi onlara siccilden taslar Derken bir yenik hasil gibi oluverdi " Onlar (Muhammed Hamdi Yazir meâli) Yani "Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yapti? Onlarin tuzaklarini bosa çikarmadi mi? Üzerlerine sürü sürü kuslar gönderdi Onlara çamurdan sertlesmis taslar atiyorlardi Nihayet onlari kurt tarafindan yenilmis ekin yapragi gibi yapti" demektir
Burada "görmedin mi?" lafzi hem Fil olayini bilenlere, hem Resulullah'a, o zamanda yasayan herkese ve de bütün insanlara yöneliktir
Fil suresi önemli ve ibret verici özellikler içermektedir
Allahu Teâlâ, Kâbe'yi mübârek kilmistir Ona herhangi bir sekilde saldirida bulunan, surede zikredildigi gibi korkunç bir azaba ugrar Allah, buyruklarina uyanlari kurtarir, onlara yardim ederken; karsi gelenleri azâbiyla kusatir Allah zâlimlere karsi zayiflara, ezilenlere, hakka inanip da zâlimlere karsl çikamayanlara daima yardimcidir ve en güçlüler bile O'nun intikami karsisinda yok olur giderler
Ebrehe Kâbe hakkinda, "Allah onu elimden kurtaramayacaklar" deyip büyüklendi O dönemde Mekke'nin baskani sayilan Abdülmuttalib de, "Bu Beytullah'in bir sahibi var, O onu koruyacaktir" dedi Rivâyetlerde ayrica Ebrehe'nin, "Bu Beytullah'in emin bir ev oldugunu duydum; onun eminligini yok etmeye geldim" dedigi de kaydedilir Abdülmuttalib'in de, "Bu, Allah'in evidir Bugüne kadar hiç kimse ona saldiramadi" demesine karsilik Ebrehe, "Ben onu yikmadan geri dönmeyecegim" diyerek Mamut'u Kâbe'ye dogru yöneltti Ancak hayvan oldugu yere çökmüstü Kureyslilerin niçin savasmadiklari hem bu fillerden, hem de sayilarinin azligindan anlasilmaktadir Kureysliler ancak onbin kisi kadarken Ebrehe ordusu altmisbin kisiydi Kureysliler katliamdan kurtulmak için daglara çekilince Kâbe ortada kaldi iste bu sirada Allah intikamini aldi; sürülerle kuslar, askerlere tas yagdirdilar Rivâyetlere göre bu taslar askerleri parçaladi; degdigi askeri hemen parçalayan, veya degdigi eti ve kemigi hemen çürütüp eriten taslardi bunlar Askerlerin et ve kanlari su gibi akiyor, kemikleri disari firliyordu Kisacasi, korkunç bir fâcia meydana gelmisti Milâdi 571 yilinda cereyan eden bu olaya Araplar "Fil Vak'asi" ve bu seneye "Fil Yili" demislerdir Olay, Müzdelife ile Mina arasindaki Mahasab vadisi yakinindaki Muassib'da meydana gelmistir Müzdelife'de durmak, Muassib'da hizlanarak geçmek Resulullah'in bir sünneti olmustur Bu olay üzerine Araplar pekçok siir ve kasîdeler yazmislar ve müsrik Mekkeliler bir müddet (on yil) tek Allah'a iman edip putlarmi Kâbe'den kaldirmislardir Ama bir süre sonra yine ortak kosmaya basladilar ve ardindan Hz Peygamber risâletle kendilerine gönderildi Kureys, Ebrehe'nin helâkinin her yerde duyulmasiyla itibar kazanmis ve kervanlari gittikleri yerlerde âdeta dokunulmazliga sahip olmustur Kureys suresinde onlarin "Kâbe hizmetçiligi" görevleri sayesinde Araplar arasinda nasil dokunulmaz kilindiklari anlatilmaktadir (Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, VII, 235-243; M Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 6097-6146;)
O devirde, yani Milâdi altinci yüzyilda Arabistan yarimadasinda tek bir din hâkimdi ve Mekke bu dinin merkeziydi Mekke, besinci yüzyilda Zemzem kuyusu yaninda kuruldu Buraya ilk defa Amalikalilar onlardan sonra da Cürhüm kabilesi yerlesti Cürhümîler'den sonra Mekke'ye Huzaa ogullari hâkim oldu Resulullah'in dördüncü göbekten dedesi olan Kusay b Kilâb 440 yilinda Mekke ve Kâbe hâkimiyetini ele geçirdi Böylelikle, sikaye, hicâbe*, rifâde ve livâ denilen Kâbe hizmetleri Kureyslilerin eline geçmis oldu Mekke'ye "Beytü'l-haram", "Ümmü'l-Kurâ", "el-Beledü'l-Emin","el-Beytü'l-Atik" denilir (Bk el-En'âm, 6/92; et-Tîn, 95/1-3; el-Hacc, 22/28) Resulullah'in bir hadisinden Hz ismail neslinden Kinâneogullari; onlardan Kureys, ondan Hasimogullari ondan da Resulullah'in seçildigi kaydedilmistir Kâbe'yi Allah'in emriyle Hz ibrahim ve oglu Hz ismail (a s ), birlikte insa etmislerdir (el-Bakara, 2/127) Yine Allah ibrahim'e insanlara hacci bildirmesini teblig etti ve insanlar Kâbe'yi bir hac yeri kildilar (el-Hac, 22/27) Kâbe, tavansiz, dört köse, küçük bir yapidir Dört köse olmasindan dolayi Kâ'be denilir
Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi
                                               
Fil suresi ( yorumlarını çok sevdiğim metin karabaşoğlunun bakış açısı…)
KUR’ÂN’A muhatap olurken asla gözden kaçırmamamız gereken bir
husus, Rabbimizin bize konuştuğudur “Yâ eyyuhennâs” hitabının da belgelediği üzere, Kur’ân, Resul-i Ekrem’in (a s m ) şahsında bize, insana konuşmaktadır
Ezel ve Ebed Sultanının Kelâm-ı Ezelisi olarak Kur’ân, 1400 yıl önce nazil olmuş; ama 1400 yıl öncesine nazil olmamıştır 1400 yıl önce, o gün yaşayan insanlar dahil, bütün çağlara ve bütün insanlara nazil olmuştur
Bunu böyle bilmeyince, düz bir zaman anlayışıyla Kur’ân’ı “çağın gerisinde” zanneden akl-ı evveller zuhur eder Bunu böyle bilince, Kur’ân’ın “zamanlar-üstü” mesajından kendi zamanı ve kendi hayatı için dersler çıkaran mü’minler boy verir
İşte Kur’ân’ı, “Rabbim bana ne söylüyor?” sorusunu hiç atlamadan okuduğumuzda, o Kelâm-ı Ezelî hayatımızın aslı, esası, zembereği ve hendesesi oluverir
O zaman, meselâ Fîl Sûresi, 1400 küsur yıl önce yaşanmış bir olayın yâdı gibi algılanmaz; her çağda, her zamanda ve her mekânda yaşanan olayların özeti ve hendesesi haline dönüşür-ki, işin aslı da budur
Bu bakımdan, daha en başta, “Elem tera keyfe faale Rabbuke” yalnız ya bizzat fîl vak’asını yaşayan yahut bu vak’ayı babalarından duyan ilk Müslümanları değil; değişik zaman ve mekânlarda yaşayan tüm mü’minleri muhatap alan bir ilahî hitaba dönüşme durumundadır “Elem”deki soru hepimize bakar; çünkü bilmenin, anlamanın ve inanmanın anahtarı sorulardır Önce sorular yaşanır; sormayan öğrenmez
Ve iç dünyasında sorular uyananın muhatap olduğu âfâkî âlemde cevabı-veya cevabın ipuçlarını-görmesi gerekir “Tera” kelimesi ile ifade edilen bu “görme”nin tahakkuku ise, “keyfe”ye, yani “nasıl”ı araştıran bir kalb ve dimağa bakar Öğrenme kasdı ve dikkati ile, gördüğü şeylerin nasıl olduğuna bakan biri ise; ortada bir fiil görecek, bu fiilin faili olarak ise, kendi Rabbini bulacaktır
Fîl sûresi, daha en başta, böylesi fıtrî ve umumî bir süreci birkaç kelimeyle özetlerken, bizi hususan şu ikileme ile yüz yüze getirir: Bir tarafta “Rabbuke,” öte tarafta “Eshâbi’l-fîl” Bir tarafta “senin Rabbin,” öte tarafta “fil ordusu” yahut “fil sahipleri ” Görünen o ki, elindeki güce güvenen birileri, kendilerinde “Allah'ın ev”ine yürüyecek cesareti bulmuşlar Görünen o ki, “daire-i eshab”da herşeyin lehlerine gözükmesi, birilerini, kendilerine hiçbir şeyin engel olamayacağı zehabına itmiştir
Ama o günün en güçlü ve en büyük savaş unsuru olan fillere sahip olanların, karşılarında ezilmeye mahkûm gördüğü Mekke halkına, “daire-i esbab”da görülmeyen yerden, gayb ve şehadet âlemlerin sultanı Rabbül-âlemin’den yardım gelmiştir Üstelik, bu yardımın daire-i esbabdaki taşıyıcıları, “fil”deki büyüklüğe nisbetle küçücük kalan “kuşlar”dır Ehl-i dünya “fil”leri önüne katarak yeryüzünde mağrurâne yürürken, semavata inananlar, yerin kayıtlarından azade minik kuşların eliyle kurtarılmışlardır “Fil”ine güvenenlerin akıbeti, atılan küçük taşlarla, kurtların yiyip bitirdiği yapraklara dönmek, yani apaçık bir hüsrandır Velhasıl, elindeki ve emrindeki güce güvenen birileri kendilerinde “Allah’ın evi”ne yürüyecek yahut “Allah’ın emri”ne sataşmaya yeltenecek bir cesaret bulabilirler Ama, Allah’ın mü’minlere lütfu, münkirlere kahrı umulmadık yerden ve umulmadık ellerden geliverir
Mü’mine düşen, “Rabbuke”yi asla kalb ve aklından çıkarmamak, “daire-i esbab”ın ümitsizlik yükleyen verilerine aldanmamak; bilâkis, ehl-i ilhadın ümidine şaşmaktır Kötü tuzak, sahibini kuşatır
Metin Karabaşoğlu, Yeni Asya, 6 Mayıs 1998
|