Prof. Dr. Sinsi
|
Taberi Tefsiri
Giriş
Aziz Okuyucu,
Allah Tealâ´nm insanlara ihsan buyurduğu en son hidâyet kaynağı olan kitap, Kur´an-ı Kerim´dir Bütün insanlığı saadet ve kurtuluşa erdirecek ahkâm ancak Kur´an´dadır İnsanlık ne kadar inkişâf etse, yine Kur´an´a muhtaçtır Çünkü Kur´an, tükenmez bir ilim, irfan, hikmet, hidâyet ve burhan hazinesidir
Hiçbir kimse Kur´an´ın mânâlarının künhüne vâkıf olamaz Fakat zaman zaman, Kur´an hakikatlerini keşfeden kalpler, mânevi zevk ve neşe duyarlar
İşte bu, en mükemmel ve mukaddes bir rehber olan hakikat kaynağını insanlığa anlatmak ve Kitabullah´a hizmet etmek isteyenler, yüzlerce tefsir kitabı telif etmişlerdir Her müfessir, kendi ilmî derecesine göre Kur´an´ın hakikatlerine tercüman olduğundan, çeşitli tefsirler vücuda gelmiş, her biri bir feyz kaynağı olmuştur
Kur´an-ı Kerimin en mükemmel tefsiri yine Kur´an´dır İkinci olarak da Resulü Ekrem efendimizin hadisleridir Bu şekilde âyet ve hadislerle ve sahabenin sözlerine dayanarak yapılan tefsirlere rivayet tefsiri denir
Zamanımız âlimlerinden birisi şöyle demiştir: "Bir âlim kendi ilmî derece ve istidadına göre bir tefsir hazırlar Bunun takriben 50 yıllık ömrü vardır Ancak bir tefsir vardır ki, hadis, âyet ve sahabe sözleriyle yapılmıştır Bu tefsirin ömrü kıyamete kadardır Bunu neşretmek büyük bir hizmettir Bu tefsir TEFSÎR-I TABERδdir "
Bu tefsirin yazan Ebö Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberî Hicri 224´te Taberistan´da doğmuş, hicri 310´da Bağdat´ta vefat etmiştir
İbn-i Cerir, büyük bir âlimdir Tefsirde, hadiste, fıkıhta, edebiyatta, tarihte eşsizdir Hele hele tefsirde emsali yoktur Bütün İslâm âlimleri, bunda ittifak etmişlerdir
İmam Nevevî (R A) diyor ki: "Tefsîr-i TaberVnin bir misli daha tasnif edilmemiştir Bu hususta ümmet ittifak etmiştir "
İmam Suyûtî ise: "Tefsin Taberî, tefsirlerin en cetîli, en azîmidir Kendi vadisinde şâir tefsirlere fâikdir " demiştir
Hâsılı Tefsîr-i Taberî ilmî bir harikadır Bir kaynaktır Kendisinden önce yazılan bütün rivayet tefsirlerinden temayüz etmiştir
İşte yayınevimiz, böyle bir eseri okuyucusuna arz etmek için, daha önce Kur´an Meali ve muhtelif ilmî kitaplar hazırlamış olan İlmine ve İrfanına güvendiği her ikisi de ilâhiyatçı ve hukukçu olan Kerim Aytekin ve Hasan Karakaya hoca efendilerle yapılan mutabakat üzerine yıllar süren azimli bir çalışma neticesinde 1996 yılında eserin tercümesi Allah´ın inayetiyle tamamlanmıştır
Böyle, bir mübarek eseri büyük bir titizlik ve İnsan üstü gayretle tercüme eden muhterem mütercimlere teşekkür ediyor, eserde varsa yapılan hatalardan dolayı okuyucularımızın affını istirham ediyoruz
Bize bu eserin neşrini nasib eden Cenab-ı Hakk´a sonsuz hamd ve şükürlerimizi sunuyor, in´âmının devamını niyaz ediyoruz[1]
Mevlüt KARACA
Ebu Cafer Muhammed B Cerır Et-Taberı
Hicrî 3 Yüz yılın girişiyle İslami ilimler gelişmiş ve mükemmelliğe yaklaşmıştı Öyle ki fıkhî mezheplerin, değişmeyen temel esasları konmuş, sahih hadis kitapları telif edilmiş, Arap dili, konuşanların ağızlarından alınmak suretiyle derlenmiş, Siyer ve Gazvelerle ilgili kitaplar yazılmış, Arap diii, Fars, Hİrid ve Yunan bilgilerini de kuşatır hale gelmiştir Böylece âlimlerin önünde ufuklar açılmıştır İnsanlar ilmin sadece bir dalında bilgi sahibi olma yerine çeşitli ilimleri birlikte öğrenmişlerdir Mesela, Lisan ve Gramer bilgileriyle meşgul olan alimler, aynı zamanda Hadis ile ilgili ilimler de edinmişlerdir Hadis âlimleri de tarihi, çeşitli mezhepleri, Hadis ravi´Ierinin derecelerini öğrenmişlerdir Bir şair, Lisandan, gramerden yeteri kadar payını aldığı gibi dini bilgilerden de nasibini almıştır Fıkıh âlimleri de kitap ve sünneti bilme yanında şiirleri ve ata sözlerini ezberlemiş böylece edebiyattan nasiplenmişlerdir
İslam alemindeki ders halkaları, ilim meclisleri, okullar ve te´lif işleri sadece Küfe, Basra ve Bağdat gibi şehirlere has olarak kalmamış doğuda Mavera-ünnehir bölgesindeki Horasan, Rey (Tahran) ve diğer bölgere kadar varmış, batıda ise Şam, Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüse kadar ulaşmıştır Böylece bu bölgelerdeki şehirler ve köyler, fıkıh âlimleri, kuıralar, muhaddisler, dil bilginleri, müfessirler ve diğer ilim dallarındaki âlimlerle dolup taşmıştır
İşte ilmin dolup taştığı bu dönemde, Muhaddis, Fakih ve Müfessir olan Ebû Cafer Muhammed b Cerir et-Taberinin yıldızı parlamıştır Bu zat, daha çocukken kendisini ilme vermiş, erginlik çağına girdikten sonra ilim almak için çeşitli bölgelere seyahati ar yapmış, Yüzlerce râvi ve âlimle görüşmüş ve çeşitli dallarda yazılan kitapları okumuştur Kısa sürede bir mezhep sahibi İmam olmuştur Böylece adını iarihe yazdırmış, her zaman hatırlanmış ve ilminin, itibar edilen bir ilim olmasını sağlamıştır [2]
Taberinin Doğum Yeri Ve Tarihi
Ebû Cafer Muhammed b Cerir et-Taberi, Taberistanın ÂmÖI şehrinde doğmuştur, doğum tarihinin H 224 veya H 225 olduğu rivayet edilmiştir,[3] Taberi, küçüklüğünü anlatırken şunları söylemiştir, "yedi yaşımda hafız oldum Sekiz, yaşımdayken insanlara namaz kıldırdım Dokuz yaşımdayken hadisleri toplayıp yazmaya başladım Babam bir gün rüyasında şunu görmüş, Ben Resûlullahm önünde bulunuyormuşum Yanımda, İçi taş dolu bir torba varmış
Taşlan alıp Resûlullahın önümle atıyormuşum " Rüyayı yorumlayan kişi elemiş ki: "Bu çocuk büyüdüğünde Resûlullahın dinine karşı samimi olacak ve onun Şeriatını savunacak " İşte bunun üzerine babam, ilim tahsili hususunda bana yardım etmekte çok titiz davrandı Ben, daha küçük bir çocukken bu hassasiyeti gösteriyordu [4]
Bu rüya doğru çıkmıştır Taberi, fıkıh ve diğer ilimleriyle zamanının en önde gelen isimlerinden olmuştur Sünneti savunmuş bid´aüara karşı savaş vermiştir Babası da Taberistandaki büyük arazisi ve maddi imkanları yanında takva sahibi bir kimseydi Oğlunun zeki, ilme âşık, âlimlerle tanışmayı çok seven biri olduğunu görünce ondan hiçbir imkanı esirgememiştir Nereye giderse gitsin arkasından ihtiyaçlarını karşılamıştır Böylece oğlunu Halifelerin bahşişlerinden, Vezirlerin ve idarecilerin yardımlarından uzak tutmuş onu, makam ve mevki hırsından müstağni kılmıştır Taberîböylece kendisini ilim öğretmeye, hadis rivayet etmeye ve kitap yazmaya vakfetmiştir Hatta babasının vefatından sonra dahi onun ihtiyaçları, babasının servetinden karşılanmış, böylece hayatının sonuna kadar kimseye muhtaç olmamıştır [5]
Taberının Ilım İçin Yaptığı Seyahatlar
Ebu Cafer Muhammed b Cerir et-Taberî, daha yaşı on iki olmadan doğum yeri olan Âmûl şehrinden ayrılmış ve çeşitli bölgelere seyahat yaparak bir çok âlimden ilim tahsil etmiştir Önce Rey (Tahran) bölgesine gitmiş, orada bulunan âlimlerden dersler almıştır Mesela Ebu Mukatilden Irak fıkhını okumuş, Ahmed b Hammad ed-Dolabiden gramer öğrenmiş, Selem b Fadl´dan, Ibn-i İs-hakın "Megazi" adlı eserini okumuş daha sonra meşhur Tarihini, bu eseri esas alarak yazmıştır Daha sonra İbn-i Humeyd er-Rûzi ile uzun süre beraber olmuştur Taberi bu hususta şunları anlatıyor: "Biz, Muhammed b Humeyd er-Râzinin yanında kitaplar yazardık O, bir gecede bir kaç defa yanımıza gelirdi Bize ne yazdığımızı sorar ve yazdıklarımızı okurdu Biz, Ahmed b Hammad ed-Dolabi-nin yanına da giderdik O, Tahranın köylerinden bir köyde oturuyordu Tahranla o köyün arasında uzun bir mesafe vardı Öyle ki, oradan döndüğümüzde deliler gibi oluyorduk (Sersemleşiyorduk) Sonra da kalkıp Muhammed b Humeyd´in meclisine gidiyorduk" [6]
Taberi daha sonra Bağdata gitmiştir Oraya gidişinin asıl sebebi, İmam Ahmed b Hanbelin orada çok meşhur olması, ilmî sohbet ve toplantılarda adının çokça anılmasıydı Taberî, Bağdata giderek, İmam Ahmed´den ilim almayı ve onu insanlara aktarmayı düşünüyordu Ne var ki, o Bağdata varmadan İmam Ahmedin vefat haberini aldı Bu sebeple orada kalmadı
Taberi, Bağdattan Basraya geçti Orada bulunan Muhammed b Musa, îmad b Musa, Muhammed b Abdülâ´lâ, Bişr b Muaz ve Muhammed b Beşşar gibi âlimlerin sohbetlerini dinledi
Daha sonra Küfeye gitti Orada, Hennad b Seriyy ve İsmail b Musadan hadis alıp yazdı Süleyman b Hallad ed-Talhî´den kıraat ilimlerini öğrendi Ayrıca zamanının büyük âlimlerinden olan ve sertliğiyle tanınan Ebu Kureyb Muhammed b Alâ el-Hemedanî ile görüştü Ondan bir çok hadis aldı
Taberi oradan tekrar Bağdata döndü Bu defa Kur´an ile ilgili ilimleri tahsil etti Zamanının kurrası olan Ahmed b Yusuf et-Tağlebiden uzun süre ders aldı Sonra kendisini Şafii fıkıhına verdi Orada, Şafii mezhebinin üeri gelen âlimlerinden Hasan b Muhammed es-Sabah ve Ebu Said ei-Istahrî bulunuyorlardı, Taberi kısa bir süre sonra Şafii mezhebini esas aldı ve yıllarca o mezhebe göre fetva verdi
Daha sonra Mısıra gitti O dönemde Mısırda Şafii mezhebi âlimlerinden İsmail b İbrahim el-Müzeni, Rebi b Süleyman, Muhammed b Abdullah b ei-Hakem ve kardeşi Abdurrahman bulunuyorlardı Taberi Mısıra giderek onlarla görüşmeyi İstemişti Ancak Mısıra giderken Şam bölgesi sahil şehirlerine uğradı Özellikle Beyrutta uzunca bir süre kaldı Orada, kurra olan Abbas b Velid el-Beyruti ile görüştü Yedi gün içinde Şamlıların kiraatına göre Kur´an-i Kerimi onun huzurunda okuyup bitirdi Sonra Mısırın Fustat Şehrine H 253 yılında vardı Taberi ile ilk görüşen kişi Fustat âlimlerinden Ebul Hasen es-Serrac eî-Misrî oldu Bu zat Taberiye fıkıh Hadis, lisan, gramer ve şiirle ilgili sorular sordu Taberinin bütün meselelerde âlim olduğunu ve ilimlerden payını yeteri kadar, aldığını gördü Taberinin Mısırda kalışı uzun sünnüştür Mısırda iken Şama gidip tekrar geri dönmüştür, dönüşünden sonra Rebi´,Müzeni ve Abdüihakimin iki oğlundan Şafii fıkhını, İbn-i Vehb´in talebelerinden Maliki fıkihmı ve kurra-ların reisi olan Yunus b Abdül´alâ es-Sedefîden, Hamza ve Verş´in kıraaatlanm öğrenmiştir
Taberi son zamanlarında Bağdata yerleşmeyi düşünmüş ve uzun seyahat-lardan sonra tekrar oraya dönmüştür Orada hadis rivayet etmiş, kitaplar yazmış, eserler okumuş ve çağının büyük âlimteriyle arkadaşlık yapmıştır Taberi, kendisini okuma ve yazmaya vakfetmiş bunun dışında herhangi bir iş yapmamakta kararlı olmuştur
İbn-i Asâkir diyor ki: "Abbasi devletinde Hâkânî, başvezirliğe getirilince Taberiye bir çok ma! göndermiş Taberi ise gönderilenleri geri çevinniş, Hakânî, Taberinin Kadı olmasını İstemiş Taberi bunu da reddetmiş, Hâkânî yine Taberinin haksızlıkları önleme şurasının başına geçmesini istemiş Taberi bunu da kabul etmemiştir Bunun üzerine arkadaşları ona sitem ederek şunları söylemişlerdir: "Bunda senin için sevap var Kaybolan bir sünneti ihya etmiş olacaksın " Taberi ise onlara sert bir şekilde şu cevabı vermiştir: "Sanıyordum ki ben bunları isteyecek olsam sizler beni bundan men edersiniz Fakat aksi oldu [7]
Taberi Bağdatta Rahbet-i Yakup mahallesinde kendisine bir ev yaptırdı Zamamni orada ibadetle, okumakla, yazmakla ve telif ile geçirdi Evinde huzurla yaşıyor, Halife ve valiler dahil herkes tarafından saygı ile karşılanıyordu Nihayet H 310 yılının Şevval ayının sonuna iki gün kala bir cumartesi günü vefat etti Ve evine defnedildi
Hatibüi Bağdadî diyor ki: "Kabrinin üzerinde aylarca cenaze namazı kılındı Ölümüne üzülen birçok âlim ve edebiyetçı, hakkında şiirler yazdı [8]
Taberının İlmi
Taberi bütün ilim dallarında ilim yapmış ve her sahadan yeteri kadar na-sebini almıştır Öyle ki çağının tartışmasız İmamı sayılmıştır Hemşehrisi olan Abdülazİz et-Taberi bu hususta şunları söylemektedir: "Taberi, kıraat, hadis, fıkıh, tefsir, gramer, matematik ve diğer ilimlerin her birinde ihtisas yapmış gibi derin bilgilere sahipti Fakat özellikle fıkıh, tefsir, hadis ve kıraat İlimlerinde meşhur olmuştur Bu ilimlerdeki gücünü şöyle ifade etmek mümkündür:
a- Fıkıh: Taberi fıkıh şahabında, bütün fıkhî mezhepleri okumuş fakat özellikle Şafii mezhebinde mütehassıs olmuştur Her ne kadar müstakil bir mezhep sahibi gibi hareket etmişse de genellikle Şafii mezhebine bağlı kalmıştır Öyle ki Bağdatta on sene bu mezhebe göre fetva vermiştir Bununla birlikte meselelerin derinliklerine inip uzun araştırmalardan sonra kendisini müstakil bir mezhep sahibi kabul etmiş ve bu mezhebini, yazdığı büyük küçük fıkıh kitaplarında zikretmiştir Mezhebinin özelliklerini "Latifül Kavi" isimli eserinde beyan etmiş ayrıca "El-Basit" ve "İhtilafül Fukaha" adlı eserlerinde, İmam Malik, Ebu Hanife, Şafii, Süfyan es-Sevri, Evzai, Ebu Yusuf, Muhammed b el-Hasen, ibrahim b Halid el-Keibi gibi âlimlerin görüşlerini birbirleriyle mukayese ederek, delilleriyle birlikte zikretmiş ve kendisinin tercih ettiği hükmü de belirtmiştir Kendisinden sonra gelen bir kısım âlimler onun mezhebine tabi olmuşlardır Bunlardan bazıları şunlardır: Ali b Kamil, Ebul Ferec el-Muafı b Zekeriyya en-Nehrevanî (Taberinin mezhebini bu kişi yaymıştır)
b- Hadis: Taberi hadis sahasında da zamanının önde gelen âlimleri arasına girmiştir Öyle ki Zehebi onu altıncı mertebedeki Muhaddislerden sayarken Nevevi "Tehzibül Esma vel Lügat" adlı eserinde Taberiyi Tirmizî ve Neseî´nin mertebelerinde zikretmiştir Taberip ir bu sahadaki en meşhur eseri ´Tehzib el-Asâr" isimli eseridir Bu eser hakkında Şunlar söylenmiştir "Bu eser Taberinin harika eserlerinden biridir Eserine, kendisine göre senet zinciri sahih olan ve Hz Ebubekirden rivayet edilen hadislerle başlamıştır Taberi, rivayet ettiği her hadis hakkında yorum yapmış ilk önce hadisin muhtemel olan illetlerini sonra hadisin rivayet tariklerini daha sonra hadisten çıkarılacak fıkhi hükümleri, sünnetleri, âlimlerin bu husustaki ihtilaflarını ve her birinin delillerini zikretmiş daha sonra hadisin ne mânâ ifade etiiğini, onda geçen garip kelimelerin izahını beyan etmiş daha sonra İnkarcıların, o hadise nasıl dil uzattıklarını açıklamış, onlara cevap vermiş ve iddialarının geçersiz olduğunu beyan etmiştir Böylece on kişiden gelen, Ehl-i Beytten rivayet edilen ve Abdullah b Abbastan nakledilen hadislerden büyük bir eser meydana getirmiştir Taberinin bunları yapmaktan asıl maksadı, Resulullahtan nakledilen bütün sahih hadisleri rivayet etmek, ted-kİk ettiği bu hadisler gibi bütün hadisleri tedkik etmekti Böylece hadislere dil uzatan herhangi bir kimseye itham sahası kalmasın, ilim erbabının muhtaç olduğu her şeyi gözlerinin Önüne sersin Bu yolla Kur´an ve sünnetten ibaret olan Şeriatı tedvin etmiş olsun Fakat bu hedefine ulaşamadan vefat etmiştir Ondan sonra gelen insanlar Taberinin şerh ettiği şekliyle tek bir hadisi dahi şerh edemedi [9]Taberi hadis ilminin etkisinde kaldığı için tarihini de Muhaddislerin usulüyle, raviler zincirinden naklederek yazmıştır
c- Kıraat: Taberi kıraat ilimlerini, Bağdat Kûie, Şam ve Mısır kurralann-dan okuyup öğrenmiştir Özellikle Haınza ve Verdin kuantlarını, Mısırda, Yunus b AbdüI´alâdan almıştır Taberi belli bir zaman sonra Fıkıh ve Tebirdc olduğu gibi, kendisi için belli bir kıraat şekli tevhit etmiş ancak huıiü tesbıi öderken meşhur kiraatlardan ayrılmamaya çalışmıştır Kıraat ilimleri h;ıkkıikl;ı "Fi-Faslu Beynel Kıraat" isimli eserini yazmıştır Bu eserde Kur´anın kıranlarında kurraların nasıl ihtilaf ettiklerini, kıraatlara göre kurraların isimlerini, Mekke, Medine, Basra ve Şam kurraiarının adlanın zikretmiştir Ayrıca her kıraati diğerinden ayırmaya çalışmış ve herbirinin dayanağını, tevilini ve okuyucusunu belirtmiştir Kendisi de bu kıraatlardan birini seçmiş, onu seçmesinin sebeplerini ve o kıraatin daha sahih oluşunun delillerini zikretmiştir Böylece âyetleri tefsir etmeye, onları gramer açısından tahlil etmeye muktedir olduğunu ortaya koymuştur Taberi, Kur´an-ı Kerimin çeşitli kıraatlannı bilmesinin yanında kendisi de güzel okuyanlardandı Mücahidin oğlu Ebubekir, teravih namazı kılmak için mescide giderken Taberinin, Rahman suresini okuduğunu işitmiş ve onun hakkında: "Allah tealâmn bu sureyi bundan daha güzel okuyan birini yarattığını sanmıyorum " demiştir
Taberi aynı zamanda edip bir kimseydi Eserlerinde en değerli şiirleri, hutbeleri, mektupları ve vasiyetlerini zikretmesi, yer yer bizzat kendisinin de şiirler söylemesi bunu göstermektedir Bir şiirinde şunları söylemektedir:
İki ahlak vardır ki razı olmam onlara
Zenginliğin şımarıklığı, fakirliğin zilletidir
Zenginleşirce şımarma, fakir olunca da daim
İffetli ve vakarlı ol,
Taberi, görüşleri güzel, tuttuğu yol hoş olan bir kimseydi Her gece mutlaka Kur´an okurdu Görüşlerinde Selefin görüşünü esas alır ve ehl-i sünnet yo-nuLunu takibederdi Yazdığı eserleriyle ne bir makam ne de bir madde hedefliyordu İffetli, vakarlı, elbisesi ve vücudu temiz, sohbeti hoş, arkadaşlık hukukunu bilen, konuşması tatlı, nükteleri manidar olan bir kimseydi
d- Tarih: Taberinin, "Tarih er~Rüsul vel Müluk" veya "Tarih ef-Ümem vel Müluk" isimli tarih kitabı Arapça olarak yazılan tarihlerin en geniş olanıdır Taberi bu eserini planlı bir şekilde yazmış, bilgileri tarama yoluyla toplamış, rivayetlerinde son derece titiz davranmıştır Öyle ki kendisinden Önce geçen, Yakubî, Belazurî, Vakidî ve İbn-i İshak gibi tarihçilerden daha mükemmel ve daha güvenilir bir eser meydana getirmiştir Böylece kendinden daha sonra gelen, Mes´ûdî, İbnül Esir ve İbn-i Haldun gibi tarihçilere de imkânlar hazırlamıştır
îslamdan önce cahiliye döneminde Araplann tarihi, ezberlenerek muhafaza edilen ve insanların ağzından, konuşularak aktarılan bir kısım şiirler, ata sözleri, meşhur olaylar ve aşırılıklarla dolu kıssa ve efsanelerden ibaretti Sadece Hiyre ve Yemende, köşklerin ve kalelerin duvarlarına yazılan bir de çeşitli ma-bedlerin ve manastırların içlerinde bulunan yazılar, nakilcüerin senet zinciriyle yazılmıştı
Resûlullah (s a v ) yeni bir din getirdi Bir çok olaylarla karşılaştı Bu nedenle onun dönemindeki ve ondan sonra gelen Hulefa-i Raşidin dönemindeki olayların yazılarak zaptedilmesi icabetti Konuyla ilgili ilk kitabı Hz Zübeyrin oğlu Urve yazmıştı Ondan sonra da Hz Osm anın oğlu Eban yazmıştı Nihayet İbn-i lshakın kitabıyla Siret ilmi zirveye ulaştı Daha sonra müslümanlar arka arkaya fetihler yaptılar İranı tamamen fethettiler Bizansın tahtını sarstılar Böylece daha önce görmedikleri çeşitli insanlarla ve kültürlerle karşılaştılar Alimler bunların dillerini ve örflerini öğrenerek tslamı tebliğe çalıştılar İdareciler de onların eski sistemlerini ve tarihlerini öğrenek sevkü idareyi huzurla devam ettirmek istediler Bu nedenle tarih, yepyeni bir şekil aldı Tarih bilgilerine, "Haberler" onları nakledenlere de "Haberciler" adı verildi Artık yazarlar, tarihi olayları tesbit ederek yazmak için kollarını sıvamışlardı Muhammed b Saib el-Kelbî, nesebler hakkında bir kitap yazdı Avane b el-Hakem, Üıneyye oğullarının haberleri hakkında bir kitap yazdı Ebu Mihnef, İıtidat hakkında, Cemel ve Siffîn olayları hususunda bir kitap yazdı Seyf, fetihlere ait haberler hakkında, Ibn-i Hişam da Himyer Kralları hakkında birer kitap yazdılar H 2 yüz yılın sonlarına doğru, tarihle ilgili eserler gittikçe arttı O dönemde divanların oluşturulması, ordu kütüklerinin tutulması ve benzeri kurumların otunnası neticesinde yazılı tarihe ihtiyaç iyice artmıştı Ayrıca Farsça, Yunanca ve Süryaniceden çokça kitap tercüme edilmesi, şehirler ve milletler arası seyahatlann artması, kültür ve medeniyetlerin birbirleriyle kaynaşması, yazılı tarihin gelişmesini daha da artırdı Bu nedenle bazı değerli âlimler tarih hakkında büyük kitaplar yazmaktan kaçınmadılar Vakidî fütuhatla ilgili kitapları, Belazurî, el-Büldan ve Ensabül Eşraf isimli titaplanni, İbn-i Kuteybe, el-Mearif, Dînûrî, el-Ahbaruttı-val isimli eserlerini yazdılar Nihayet siraTaberiye gelmişti O da tarihle ilgili olan meşhur kitabını yazdı Taberinin, bu kitabı ne zaman yazmaya başladığı kesin olarak bilinmemekte ise de onu, tefsirinden sonra yazdığı, kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır Tahminen H 290 yıllarında yazmaya başlamış H 3O3 yıllarında bitirmiştir, Taberi tarihine kaynak olarak, kendisinden önce yazılan ve nakledilen bütün kitap ve rivayetlerden istifade etmiştir Araplann İslamdan Önceki tarihlerini, Ubeyd b Serye eİ-Cürhûmî, Muhammed b Ka´b el-Kurezi ve Vehb b Münebbih´ten almış, Farsların haberlerini, Arapçaya tercüme edilen Abdullah b el-Mukaffa ve Muhammed b Saİd el-Kelbî´inin ve berzerlerinin eserlerinden almış, Siret ilmini Hz Osmanın oğlu Eban, Hz Zübeyrin oğlu Urve, Şerahbil b Said, Musa b Ukbe ve İbn-i İshaktan almıştır İrtidat olaylarım ve fetihleri, Seyf b Ömer el-Esedî´den, Cemel ve Siffîn vakalarını Ebu Mihnef ve Medainî´den, Emevilerin tarihini, Avane b el-Hakemden, Abbasilerin haberlerini, Ahmed b Ebi Hayseme´nin kitaplarından iktibas etmiştir Taberi tarihini mu haddislerin üslubuyla rivayet zinciri içinde nakletmiştir
e- Tefsir: Taberi ilmini "Camiül Beyan Fi Tefsiril Kur´an" isimli büyük eserinde göstermiştir: Bu tefsirini te´lif etmesi hakkında şunları Söylemektedir "Ben daha küçük yaştayken böyle bir tefsir yapmayı gönlümden geçiriyordum Bu hususta Allah teâlâya istihare yaptım Hakkımda bu işin hayırlı olup olmadığını bildirmesini diledim Tefsire başlamadan üç yıl önce rabbimden bana yardım etmesini niyaz etmiştim Rabbim de bu hususta bana yardımını esirgemedi "
Taberi, Tefsirini, Kur´an-ı kerimin cüzlerinin sayısına göre otuz cüz olarak düzenlemiştir Tefsirinin Ön bölümünde, Kur´anın mucize olduğunu, kıraat şekillerini, surelerin isimlerinin manalarını beyan eden risale mahiyetinde bir giriş yazmıştır Sonra Kur´an-ı Kerimin her âyetini kısım kısım izah etmiş, o hususta zikredilen sahabilerin, tabiinin, tebe-i tabiinin sözlerini, kurcalara ait kıra-atları, âyetlerin nâsih, mensup olup olmadıklarını, âyetlerden çıkarılacak hükümleri, bid´atçıların Öne sürmek istedikleri bid´atları reddedip onlara verdiği cevaplan zikretmiş, o zamana kadar yazılmış olan güvenilir tefsirlerden bol bol alıntılar yapmıştır Özellikle Abdullah b Abbas, Said b Cübeyr, Mucahid, Kata-de, Hasan-ı Basrî, İkrime ve Dehhaktan çokça nakiller yapmıştır Buna mukabil güvenilmeyen tefsirlerden alıntı yapmamıştır Çünkü bunlar ona göre itham altında bulunan kimselerdir Diğer yandan tarih ve Siret kitaplarında da bunlardan alıntı yapmıştır
Taberinin tefsiri, dünyaca meşhur bir tefsirdir Bu tefsir hakkında fakih Ebu Hamid el-İsferayini şöyle demiştir:" Şayet bir kişi, Muhammed b Cerir et-Taberinin tefsirini elde etmek için Çin´e kadar gidecek olsa bu tefsir için gerekenden daha fazlasını yapmış sayılmaz [10]
Eserleri
Taberinin bir çok eseri vardır Onlardan en meşhurları şunlardır:
1- Adabül Menasik: Bu eserde Hacca gidecek olan kimsenin, evinden ay-nlmasından başlayarak Haccmı tamamlamasına kadar nasıl davranacağı ve nerelerde neler yapacağı zikredilmektedir
2- Âdâbünnüfus: Bu eserde, insana isabet edebilecek bütün manevi sıkıntılar ve onların nasıl giderileceği zikredilmektedir Taberi bu eserinde, önce kalbe sonra dile sonra göze sonra kulağa sonra da diğer bütün azalara isabet edecek husuları sırayla zikretmiş bu hususta Resulullahtan, sahâbilerden ve ehl-i Takvadan nakledilen görüşleri zikretmiş, bu görüşlerden hangisinin sahih olduğunu açıklamaya çalışmıştır
3- İhtilaftı Ulemail Emsar Fi Ahkâmi Şeraiil İslam: Taberi bu eseriyle Fıkıh âlimlerinin görüşlerini nakletmeye çalışmıştır Bunlar da İmam Malik, Ev-zai, Sevri, Şafii, Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Muhammed b Hasan ve İbrahim b Ha-lid´dir Taberi bu eserinde, hangi görüşü tercih ettiğini zikretmemiştir Çünkü o bu işi, "Latifül Kavi" adlı eserinde yapmıştır
4- Gadir Hum Hadisleri: Bazı insanlar Gadir Hum ile ilgili herhangi bir hadisin bulunmadığını, zira Resulullah Gadir Hum´da bulunurken Hz Alinin yemende olduğunu iddia etmişlerdir Bunun üzerine Taberi bu eserini yazmış, önce Hz Alinin faziletlerini anlatmış daha sonra da Gadir Hum ile ilgili hadisi çeşitli tariklerden zikretmiştir İbn-i Kesir bu mesele ile ilgili hadislerin Taberi tarafından iki ciltlik kitap haline getirildiğini söylemiştir
5- Basitül Kavi Fi Ahkamı Şeraiil İslam: Taberi bu eserinde iik önce görüşlerini tercih ettiği sahabileri ve kendilerinden fıkıh aldığı âlimleri şehirleriyle birlikte zikretmiş daha sonra fıkha ait taharet, namaz, zekat, şartlar, kadılar, siciller, vasiyetler, kadıya ait hükümler ve fıkıh usulüne ait meseleleri zikretmiştir
6- El-Basir Fi Mealim ed-Din: Taberi bu Kitabında, Taberistan halkına, ihtilaf ettikleri isimler ve kişiler hakkında bilgiler sunmuş, bid´at ehlinin mezheplerini zikretmiştir
7- Tarihürrüsul velmüluk: Bu eseri, daha Önce de zikredilen meşhur tarih kitabıdır
8- Tehzibü Âsâr ve tafsilü es-Sabiti Minel Ahbar: Bu kitabı, üstünlük derecelerine göre alfabetik sıraya konulan sahabilerin rivayet ettikleri hadislerden, önde gelen sahabilerin bir kısmının naklettiği hadisleri ihtiva etmektedir Daha önce Taberinin bu kitaptaki usulü zikredilmiştir
9- El-Camiu Fil Kıraat: Taberi bu eserinde, Kur´an-ı Kerime dair çeşitli kıraatları zikretmiştir Bu eseri Cezeri görmüş ve kıraatim ondan almıştır Eserin büyükçe harflerle ve on sekiz ciltten ibaret olduğu, içinde yirmi küsur kıraatin zikredildiği nakledilmektedir
10- Hadis et-Tayr: İbn-i Kesir, Taberinin böyle bir kitabı olduğunu zikretmiştir
11- El-Hafıf Filfikhi: Bu kitabını daha sonra zikredilecek olan "Latif el-Kavl Fi Ahkam eş-Şarai el-İslam" isimli eserinden kısaltmıştır Bu kitapta âlim olanın da talebenin de faydalanacağı meseleler özetle zikredilmiştir
12- Zeyl el-Müzeyyel: bu kitapta Resulullahın sahabilerinden, onun döneminde ve kendisinden sonra Kureyşten ve diğer kabilelerden tabiin ve Selef-i Salibinden, onlardan sonra gelenlerden ve Taberinin hocalarından, öldürülen ve Ölenlerin tarihleri, Resulullaha zaman bakımından yakınlıklarına göre zikredilmiştir Taberi bunlara isnaü edilen asılsız iddiaları reddetmiş ve onları savunmuştur Hasan-ı Basri, Katade, İkrime vb Kimseler bunlardır Taberi ayrıca bu eserinde zayıf olduğu söylenen ravileri de zikretmiş, ravilerle ilgili çeşitli malumatlar vermiştir Bu kitabı çok değerli bir eserdir
13- er-Reddü Alel Hurkusiyyi: Taberi bu kitabını önce Hz Alinin ordusunda olup ta daha sonra ondan ayrılan Haricilerden bîr fırkaya cevap olarak yazmıştır
14- er-Reddü Ala Zilesfar: Taberi bu eseriyle Davud b Ali el-İsbahanİ´ye cevap vermiştir
15- er-Reddü Ala İbn-i Adi! Hakemi Alâ Malik: Bu eseûyle İbn-i Abd el-Hakem´in İmam Malik hakkında yazdığı olumsuz şeylere cevap vermiştir
16- Sarih es-Sünne: Tabeıi bu risalesinde mezhebini ve itikadını zikretmiştir Kitabının son bölümü itikad hakkındadır
17- Turuk el-Hadis: Taberi bu eserini hadis hakkında yazmıştır
18- İbaretu er-Rü´ya: Bu eserinde bir kısım hadimleri toplamış fakat ta-mamlayamadan vefat etmiştir
19-KitabülEdebVettenzil
20- Kitap el-Fadail: Bu eserinde dört Halifenin faziletlerini zikretmiştir Bu eseri telif etmesinin sebebi, bir taraftan Hz Aliyi küçümseyenleri diğer taraftan onu masum sayanları onaya çıkarmak istemesidir
21- Latif el-Kavl Fi Ahkâm eş-Şeraİ el-İslam: Taberi bu eserinde mezhebini kitap haline getirmiştir Bu kitap en değerli kitaplarından ve Fıkıh kitaplarının da en güzellerindendir
22- Muhtar el-Feraiz: Bu eser, miras taksimiyle ilgilidir
23- EI-Müsned el-Mücerred: Bu eseri hadisle ilgilidir
24- Kitap el-Vakf: Bu eserini, Halife el-Muktefi için yazmıştır Bu eserde, Vakıf hakkında âlimlerin ittifak ettikleri konulan zikretmiştir
25- Camiül beyan Fi Tefsiri I Kur´an: Bu eseri, elimizde bulunan tefsiridir Eserini Bağdatta yazmıştır Eseri, H 238 de yazmaya başlamış ve 290 ylin-da bitirmiştir Bu eser çeşitli âlimler tarafından özetîenmeye çalışılmış son zamanlarda da Mahmut Şakir tarafından 15 Cüze kadar tahkik edilmiştir [11]
Tefsirin Tercümesi
Taberi, izah edildiği gibi derin ilmi ve geniş tedkikleriyle dikkatleri üzerinde toplamış bir âlimdir Yine izah edildiği gibi çok sayıda eseri vardır Ancak bunlardan Tefsiri ve Tarihi en çok şöhret bulanlarıdır Bu sebeple ona "Tefsirci-lerin ve tarihçilerin babası" unvanı verilmiştir Biz burada, onun bu büyük eseri hakkında kısaca bilgi verecek ve onu nasıl tercüme etmeye çalıştığımızı belirteceğiz
Bilindiği gibi Tefsirinin adı "Camiül Atyan Fi tefsiril Kur´an"dır "T-tberi Tefsiri"diye şöhret bulmuştur Bu tefsir uzun süre ortalarda görülmemiş haîıa bir ara kaybolduğu sanılmış fakat sonra bulunarak baskısı yapılmış ve okuyucuların istifadesine sunulmuştur Bildiğimiz kadarıyla mühim baskılarından biri, 1954 yılında, âyetler numaralanmak sureteyle, "Mustafa el- Bâbî el-Hualebi" ortaklığı tarafından Mısırda 30 Cüz olarak yapılan baskısıdır Mısırlı âlimlerden iki kardeş olan Ahmed Muhammed Şakir ile Mahmut Muhammed Şakir tarafından tahkik edilip bir haşiye ilavesiyle tahriçli olarak basılmaya başlanmış fakat henüz tamamlanmamıştır
Elimizde bulunan ve tercümeye esas aldığımız nüsha ise "Darülfikr (Beyrut) tarafından 1978 tarihinde basılmış 10 Ciltlik nüshadır
Taberinin Tefsiri, bir rivayet tefsiridir Taberi bu tefsirinde âyetlerin iza- hım, önce hadis-i şeriflere sonra sahabe, tabiin ve kendisinden önce gelen âlimlerin rivayetlerine dayanarak yapar Hadis ve sahabe kavlinin bulunmadığı yerlerde, geçmiş âlimlerin izah tarzlarını ve görüşlerini anlatır Bu deliller de bulunmazsa Arap dili bilgisine dayanarak âyetleri açıklamaya çalışır Ayrıca kendi görüşünü ve tercihini de beyan eder
Tefsirinde İsrailiyata da rastlanmaktadır Ancak Taberi, âyetlerin izahında geçen bu çeşitli hikayeleri anlatıp geçmekte, onlar üzerinde fazlaca durup yorum ve tercih yapmamaktadır O, tercihlerini ilmi konularda, çoğunlukla kıraat ve ahkam haberleri üzerinde yapmaktadır Olayları ve olaylar üzerindeki çeşitli görüş ve rivayetleri de zikretmekte fakat sonunda o konudaki kıssanın öyle veya böyle olmasınm bizim için önemli olmadığını söyleyerek sonuca varmaktadır
Mesela, Hz Âdeme, cennette meyvesini yemesi yasak edilen ağacın ne olduğu hususundaki rivayetleri anlatıp "bunun, buğday, incir veya üzüm olduğunu söyleyenler vardır Fakat Allah teala gerek Kur´anda gerekse sahih olan sünnette bu ağacı bize bildimıemiştir O halde o ağacın ne olduğunun bilinmesinde ve ağacın tayinine çalışılmasında bizim için bir fayda yoktur " diyerek görüşünü beyan etmektedir Tefsirin ana hatlarıyla özellikleri bunlardır
Taberi tifsirinin tercümesine karar vemıeden Önce nasıl bir çalışma yapacağımızı etraflıca düşündük Taberi metninin aynen tercümesinin çok uzun olacağı ve yer yer yapılan rivayetlerin, anlatılan kıssaların da okuyucuya bir şey kazandırmayacağı kanaatına vardık Bu sebeple Taberinin metnini özetlemeye ve zübdesini yapmaya karar verdik Ancak Bakara suresinin hemen hemen tamamını tercüme ettik ki okuyucu daha başlangıçta tefsirin özelliklerini anlasın Tefsirin zübdesini yaparken İsrailiyata kaçan rivayetleri almaktan kaçınmaya çalıştık
Taberinin zikrettiği hadislerden, sahih hadis kitaplarında mevcut olanları, kaynaklarını göstererek tahric ettik Ancak Kütüb-i Tis!ada kaynağını bulamadığımız metinleri almamaya çalıştık F akat âyetin izahı bakımından alınmasını gerekli gördüğümüz hadisleri, Taberinin rivayeti olarak aynen tercüme edip aldık
Çeşitli görüşlerin beyan edildiği izahlarda, görüşleri özetledikten sonra Taberinin tercih ettiği görüşü de mümkün mertebe belirtmeye çalışıtık Bu arada tekrar mahiyetindeki izahları almadık Ayrıca itikadı yönden Cebiryecilik ifade eden yorumlan almaktan kaçınmaya çalıştık
Taberinin zikretmediği fakat konu ile ilgili olan diğer âyet ve hadisleri de yer yer tahric ederek aldık
Ayrıca surelerin başına, o sureîerdeki ahkamın ve kıssaların ve surenin beyan ettiği diğer hususların özeti mahiyetinde, sureyi tanıtıcı bir giriş koyduk
Böylece "Taberi Tefsirinin zübdesi" diyebileceğimiz bir metin çıktı ortaya Okuyucuya faydalı olabiklikse ne mutlu bize
Bu vesile ile büyük tefsir üstadı İbn-İ Cerir et-Taberiye rahmet diliyor, çalışmalarımız esnasında elimizde olmayarak yaptığımız hatalardan dolayı ce-nab-ı Haktan affımızı niyaz ediyoruz[12]
Hasan KARAKAYA Kerim AYTEKİN
Önsoz
Bismillahirrahmanirrahîm
Bu kitap Hicrî 306 yılında Ebu Cafer Muhammed b Cerir et-Taberiye tarafından hazırlanmıştır
"Hikmetlerinin emsalsizliği akıllan mağlup eden, delillerinin inceliği düşünceleri yenen, sanatındaki dehşet ve harikası inkarcılara mazeret bırakmayan ve delillerinin dilleri kâinatın kulaklarına "Allahtan başka hiç bir ilah yoktur " diye haykıran Allaha hamdolsun O Allah ki onun, kendisine denk olabilecek ne bir dengi ne kendisine benzeyecek bir benzeri ne de yardımcı olacak bir ortağı vardır Onun ne çocuğu ne de babası vardır, Onun ne eşi ne de emsali vardır O, kahredici gücü karşısında zorbaların boyun eğdiği bir Cebbardır O, izzet ve şerefi karşısında haşmetli Kralların zelil düştüğü, heybeti karşısında bütün heybet sahiplerinin korkup boyun eğdiği ve yaratıkların hepsinin, ister istemez kendisine itaatta teslim olduğu bir azizdir İşte Aziz ve Celil olan Allah, bu hususta şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez Allaha boyun eğerler Gölgeleri de sabah akşam Allah´a boyun eğerler ıl[13]O Allah öyle bir Allahtır ki, her varlık onun birliğine davet eder Her hisseden şey, onun varlığını gösterir Çünkü o, mevcudata ve hissedilen şeylere sanatının damgasını vurmuştur O damga da eşyada görülen eksilme, artma, acizlik, ihtiyaçlı olma, âfetlerin meydana gelmesi ve kesin delil olmaları için gereken hadiselerin birbirlerini takibetmesi gibi nişanelerdir O Allah ki kâinattaki varlığını ve birliğini gösteren delillerine bir ilave olarak ve kaibleri aydınlatan hüccetlerine bir destek oimak üzere Peygamberler göndermiştir Peygamberlerini, kullan nez-dinde doğruluğu açık olan, akıllarda delili bulunan hükümlerle davetçiler olarak gönderdi ki "Peygamberler geldikten sonra insanların Allaha karşı ileri sürecekleri herhangi bir mazeretleri kalmasın [14] Ayrıca akıl ve ilim sahibi insanlar dü şünüp öğüt alsınlar
Allah teala Peygamberlerini yardımlarıyla destekledi Onları, doğruluklarını ortaya koyan delillerle, diğer yaratıklarından ayırdı Evet onlan kesin delillerle ve kulları âciz bırakan âyet ve mucizelerle destekledi ki, onlar hakkında herhangi bir kimse "Bu Peygamber de sizin gibi beşerden başka bir şey değildir Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer Yemin olsun ki eğer sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, o takdirde siz, muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan olursunuz [15]demesin, Allah teala, bu Peygamberlerini, kendisiyle yaratıkları arasında elçiler ve vahyini emanet ettiği kimseler kıldı Onları lütfuna mazhar kıldı ve elçiliğine seçti Yine Allah teala, Peygamberherden her birine özel meziyetler vererek ve bir kısım ikramlarda bulunarak onlan çeşitli rütbelerde ve farklı derecelerde yarattı Nitekim, bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "İşte bu Peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık [16] Evet, Peygamberlere verilen dereceler, birbirinden üstün ve farklı derecelerdir Mesela, Allah teala Peygamberlerinden bazılarına, bizzat kenisiyle konuşma ikramında bulunmuş, bazılarını Cebrail ile desteklemiş ona ölüleri diriltme, sakatlan, körleri iyileştirme özelliğini vermiştir Bizim Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v )i de en yüce derecelerle ve en üstün mertebelerle şereflendirmiş ona ikramlarından en bol kısmını bahşetmiş Peygamberlik derecelerinden en büyüğünü tahsis etmiş, onu, sahabileri ve kendisine iman edenleri en çok sayıda olan bir Peygamber kılmıştır Evet, Allah teala, Hz Muhammed´i mükemmel bir davetle ve umumi bir Peygamberlikle göndermiş, onu bizzat himayesine almış ve onu, her inatçı zorbadan ve isyankâr Şeytandan, bizzat kendisi korumuştur Böylece bu Pey-gamberiyle dini ortaya çıkannış, karanlık yollan aydınlatmış, hakkın nişane ve işaretlerini gereken yerlere dikmiş, şirkin meş´ale ve fenerlerini söndünnüş ve onunla bâtılın başını ezmiş sapıklığı Şeytanın tuzaklarını, putlara ve heykellere tapmayı ortadan kaldırmıştır
Allah teala, Peygamberini öyle bir delille (Kur´anla) desteklemiştir ki bu delil, kıyamete kadar baki, zamanın değişmesiyle değişmeyen, her süre geçtikçe aydınığı daha da artan bir delildir Evet, Allah teala diğer Peygamberler arasında, Hz Muhammed´e bu gibi özellikleri vemıiştir Çünkü, diğer Peygamberlerden bazılan zorbalar tarafından mağlup edilmiş, bazılan isyankâr ümmetleri tarafından zelil düşürülmüş, böylece kendileri gittikten sonra izleri silinmiş ve adlan anılmaz olmuştur Diğer bir kısım Peygamberler de, sadece bir kavme veya bir topluluğa yahut zamanında yaşayan insanlara Peygamber olarak gönderilmiştir Halbuki bizim Peygamberimizi bütün varlıklara Peygamber olarak göndermiştir ve kendisinden sonra bir daha Peygamber gelmeyecektir Bize böyle bir Peygamberi tasdik etme ikramında bulunan, bizi ona uyma şerefine eriştiren ve bu Peygambere ve getirdiklerine iman etmeyi bize nasibeden Allah´a hamdolsun Ey Allah´ım, sen o Peygambere en güzel salâtınla salâl ve en üstün selamınla selam ve en mükemmel tahiyyatınla tahiyyat eyle! [17]
En Büyük Lütuflardan Biri Kur´anın Muhafazasıdır?
Şimdi gelelim meselemize: Allah tealanın, Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v )´in ümmetine tahsis ettiği en önemli faziletlerden, bu ümmeti şereflendirdiği en üstün mertebelerden ve bu ümmete lütfettiği en büyük ikramlardan biri de Peygamberimize gönderdiği vahyi ve indirdiği Kur´anı koruması ve himayesi altına almasıdır O indirilen Kur´an ki Allah onu, Müslümanların Peygamberlerinin hak Peygamber olduğuna bir delil göstermiş ve Peygambere tahsis ettiği üstünlüğü gösteren açık bir alamet ve kesin bir delil kılmıştır Allah, bu Kur´an ile Peygamberini, her yalancı ve iftiracıdan ayınnış ve bunun sayesinde müminleri de inkarcılar, kâfirler ve müşriklerden ayırdetmiştir O Kur´an ki yeryüzünün her yerinde bulunan küçük büyük bütün cinler ve insanlar, onnn tek bir benzerini yapmak için bir araya gelecek olsalar, asla yapamazlar Onlar bunu yapmak için birbirlerine yardımcı olsalar da bunu başaramazlar Allah, o Kur´anı, müminler için, karanlıkları aydınlatan bir nur, şüpheleri bertaraf eden bir aydınlık, sapıklığa götürecek yollarda doğruyu gösteren bir rehber, kurtuluşa ve hak yola ileten bir kılavuz kılmıştır Nitekim bir âyetinde "Allah o kitapla, rızasına tabi olanları selamet yollarına eriştirir Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onlan doğru yola iletir [18] bu yunn aktadır AHah, Kur´anı, uyumayan gözüyle korumuş, onu, yıkılmayan sur´u ile kuşatmıştır Zaman geçmekle onun sütunları zayıflamaz, nişan ve alâmetleri yok olmaz Ona uyan kimse hiçbir zaman doğru yoldan ayrılmaz, ona sahiplik eden, hidayet yolundan sapmaz Kim ona uyarsa kurtuluşa erer Hidayete kavuşur Kim de ondan ayn-lırsa sapar ve azar
Kur´an müminlerin, ihtilaf anında kendisine sığındıkları sığınaklan, başlanna felaketler geldiğinde, içine çekildikleri müstahkem mevkileri, şeytanın vesveselerine karşı kendilerini savundukları kaleleridir Kur´an, müminlerin, boyun eğdikleri hikmetli hakemleri ve rablerinin eninde sonunda kendisine baş vurdukları kesin hükmüdür Müminler, kendi rızalanyla ona baş vururlar, rablerinin sağlam ipi olan o Kur´ana sımsıkı sarılarak kendilerini tehlikeden korumuş olurlar Ey Allah´ım, sen bizleri, Kur´anm muhkem ve müteşabihi, helal ve haramı, umum ve hususu, mücmel ve müfesseri, nâsih ve mensuhu, zahir ve batını, âyetlerinin te´vili ve zor olanlannın tefsiri hakkında doğru söz söylemeye muvaffak kıl Sen bizlere, ona sımsıkı sanlmayı, muhkem âyetlerine sığınmayı, müteşabih âyetlerine teslim olmakta sebat eylemeyi nasibet ve bizlere, onu koruman nimetine ve onun sınırlarını öğretmen lütfuna karşı sana şükretmeyi na-sibet Şüphesiz ki sen, duaları çok yi işiten ve kabul etmesi yakın olansın Ey Allah´ım, sen, Muhammed (s a v ) ve onun ailesine çokça saiât ve selam eyle Ey Allah´ın kullan, Allah size merhamet eylesin Bilin ki öğrenilmesi için çaba harcanmaya en layık olan ve bilinmesiyle hedefe ulaşılan şey, elde edilmesiyle Allah´ın rızasına erişilen bilgidir Bilenini doğru yola ve hidayete götüren bilimdir Böyle bir bilgiyi talep edene bu meziyetleri bünyesinde toplayan kaynak, Allah´ın, içinde şüphe bulunmayan kitabı ve şek olmayan vahyidir Onu okuyan, çokça hazineler elde eder ve büyük mükâfaatlar kazanır
O kitap ki: "Ona bâtıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir O, hikmat sahibi ve hamde layık olan Allah tarafından indirilmiştir [19] Şimdi biz, bu Kur´anın âyetlerini açıklamakta, ondaki mânâları izah etmeye çalışmaktayız İnş bizler bu hususta insanların, Kur´anı öğrenmede muhtaç olduktan bütün şeyleri kapsayan, kendisinin dışındaki kitaplara ihtiyaç bırakmayan bir kitap hazırlamaktayız Biz bu hususta bize ulaşan bilgilere göre ümmetin, üzerinde ittifak etmesiyle ittifak edilen delilleri ve ümmetin, üzerinde ihtilaf etmesiyle ihtilaf edilen delilleri bildireceğiz Ümmetin mezheplerinden her birinin gerekçesini açıklayacağız Bu mezheplerden, T)ize göre hangisinin isabetli olduğunu belirteceğiz Bunları, mümkün olan en veciz yolla ve mümkün olan en kısa şekilde izah edeceğiz Allah´tan, bize yardım etmesini, bizi, sevgisine yaklaştıracak ve gazabından uzaklaştıracak şeylere muvaffak kılmasını niyaz ederiz
Ey Allah´ım, senin salât ve selamın, yaratıklarının seçkini olan Hz Muhammenin ve onun ailesinin üzerine olsun Biz, söze kendisiyle başlanılması daha evla olan hususları açıklamakla başlayacağız Bunlar da Kur´an-ı Kerimin âyetlerinin mânâlarından karışıklığa vesile olacak kısımlarını açıklamadır Zira Arapçayi iyi bilmeyen ve dil kurallarına hakim olamayan kişiler, âyetlerin mânâlarını anlamakta zorluk çekerler ve onları birbirine karıştırırlar [20]
Kur´anın Âyetlerinin Mânâları Arap Diliyle İfade Edilmiştir
Şurası bir gerçektir ki, ifade yönünden Kur´anın âyetlerini mânâlarıyla, Kur´an kendi diliyle inen zatın, yani Peygamberin konuşmasının mânâları aynıdır, aralarında fark yoktur Allah tealanm, Kur´anı bu şekilde indirmesi büyük bir hikmete mebnidir Bununla beraber Kur´anın âyetlerinin mânâları konuşulan diğer sözlerden daha üstündür
Allah tealanın, kullarına olan en büyük nimetlerinden ve yaratıklarına verdiği en büyük lütuflanndan biri de, ifade etme ve açıklama kabiliyetidir İnsanlar, kalblerinde olan şeyleri bu kabiliyetle açığa vururlar Yapmaya karar verdikleri işleri onunla ortaya koyarlar Allah teala, ifade etmek kabiliyetiyle, dilleri kolaylaştırmış ve zor şeyleri insanlara boyun eğdirmiştir İnsanlar, ifade etme kabiliyetleriyle Allahı bilirler Onu teşbih ve takdis ederler? İhtiyaçlarını onunla karşılarlar Aralarımla onunla tartışırlar Birbirleriyle o kabiliyet sayesinde tanışır ve işlerini onunla yürütürler
Allah teala, ifade etme kabiliyeti bakımında, kullarını birbirinden farklı yaratmıştır Bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "  Ve sizi derecelerle birbirinizden üstün yapan Allah´tır [21] Bir kısım insanlar, uzun uzadıya konuşan hatipler, dilleri keskin ve beliğ kimselerdir Diğer bir kısım insanlar ise konuşmak istediklerini açıklamaktan âciz, kalblerinde bulunanları ifade etmekten dolayı zorluk çeken kimselerdir Allah tealanın, meramını ifade etmekte en üstün kıldığı kimse ise tebliğ ettiğini en müessir bir şekilde tebliğ eden, içindekilerini en güzel şekilde açıklayan kimsedir Allah teala, indirdiği Kur´an-ı Keriminde ve onun muhkem âyetlerinde, kendilerine, güçlü ifade kabiliyeti bahşettiği kimselerin, dilsiz ve âcizlerden üstün olduklarını beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Süs ve zinet içinde büyütülmüş mücadele gücünden yoksun olanı mı Allah´a is-nad ediyorsunuz? [22] Böylece akıl ve idrak sahipleri için açıkça belli olmaktadır ki, ifade kabiliyeti güçlü olan beyan ehlinin dilsiz, kekeme ve meramını ifadeden âciz olanlardan üstünlüğü, açıklamak istediği şeyleri net bir şekilde açıkla-masıyladır Kekemenin üstün olmayışı ise bundan âciz almasıyladır
Madem ki bir insanın, diğerinden üstün oluşu, açıklamak istediği şeyleri, net bir şekilde açıklamasıyladir ve insanlar da bu hususta farklı kabiliyetlerdedirler o halde, beyan ve ifade etmenin en üstün olanı da ifade eden kimsenin ifadesini en açık bir şekilde ortaya koyan, maksadını açıklayan ve dinleyicisine en iyi şekilde anlatan açıklamadır Şayet, açıklama ve ifade etme bu ölçüyü de aşar, yaratıkların kudretinin üstüne çıkar ve bütün kulların ifade etmekten âciz kaldıkları bir derecede olursa işte böyle bir beyan, bir ve kahredici olan Allah´ın, Peygamberleri için bir delil ve hak olduklarının bir hüccetidir Tıpkı ölüleri diriltmek, alaca hastalığını ve körlüğü iyileştirmek ve iki aylık mesafeyi bir gecede gitmek gibi Evet, nasıl ki ölüleri diriltme, cüzzamlıyı ve körü iyileştirme, tıbbın zirvesine ulaşanların ve tedavide en önde olanların yapamayacakları şeyler olmaları hasebiyle Peygamberler için birer delil ve nişaneyse, yine nasıl ki bir gecede iki aylık bir mesafeye gitmek, yaratıkların gücü üstünde bir olay olması hasebiyle Peygamberler için birer deli! ve nişaneyse keza bütün yaratıkların ifadesinin üstünde ve onlann âciz kalacakları ifade şekli de yani Kur´aıvı Kerimde Peygamberler için bir delil ve nişanedir Madem ki bu durum beyan ettiğimiz gibidir, o halele şu husus açıklığa kavuşmuştur ki zamanlarında belagat ve hitabetin, şiir söylemenin, fesahatin, seçili yazının ve kehanetin önderleri olan bir kavme tek bir kişinin meydan okuyarak yaptığı beyan, naklettiği kelam ve takibettiği mantıktan daha yüce bir mantık, daha şerefli bir kelam ve daha etkili bir hikmet yoktur Öyle ki o ilahi beyanı tebliğ eden kişi kendisine meydan okuduğu insanların her hatibine, her beliğine, her şairine, her fesahathsına, her seçili konuşanına ve her kâhinlik yapanına meydan okumuştur
Onların fikirlerinin basit ve akıllarının kıt olduğunu bildirmiştir Onların, dininden uzak olduğunu beyan etmiş, hepsini kendisine tabi olmaya, hak Peygamber olduğunu kabul etmeye, onu tasdik etmeye ve kendisinin, Allah tarafından gönderilen bir Peygamber olduğunu ikrar etmeye davet etmiştir Onlara bildirmiştir ki, söylediklerinin doğru olduğunu gösteren ve Peygamberliğinin gerçek olduğunu ortaya koyan delil ve hüccetler, onlara getirdiği beyan, hikmet ve îurkandır Peygamber bunu onların diliyle getinniş, onların mantıklarına uygun bir mantıkla beyan etmiştir Sonra da onlara bildirmiştir ki, onlar, onun bir kısmını getirmekten dahi âcizdirler Ona güç yetiremezler Onların hepsi de acizliklerini ikrar etmiş, ona inanmaya boyun eğmişler ve bizzat kendilerinin acizliklerine şahitlik etmişlerdir Ancak içlerinden, gerçekleri görmezlikten gelen, hakikatlar karşısında kör kesilen, böbürlenip gerçeklerden kaçan kişiler müstesnadır Bu gibi insanlar, âciz olduklarını bildikleri şeyi gerçekleştirmeye çabaladılar Güçlerinin yetmediğini kesin olarak bildikleri şeyi yapmaya giriştiler Böylece daha önce bilinmeyen geri zekalılıklarını ve lisanlarının acizliğini ve kekemeliğini ortaya çıkardılar Tecrübesiz ve âciz bir insanın, cahil ve ahmak bir kişinin yapacağı bir şeyi yaptılar ve bunlardan bazıları, Kur´an-ı Kerime nazire olarak şunları söylediler
"Un Öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdukça yoğuranlara, ekmek pişirdikçe pişirenlere, tirit yaptıkça yapanlara, lokmaladıkça lokmalayanlara yemin olsun ki  
Evet, işte bunlar gibi, yalan olan iddialarına benzeyen bir kısım ahmak lıklarda buunmuşlardır Madem ki varlıkların açıklama derecelerinin üstünlükleri ve konuşma seviyelerinin farklılıkları, daha önce beyan ettiğimiz şeylerle gerçekleşmektedir ve zikri yüce ve isimleri kudsi olan Allah teala da hikmet sahibi olanların en hikmetlisi ve akıllıların en akıîlısıdır O halde, Allah´ın açıklamasının en güzel açıklama ve onun kelamının en üstün kelam okluğu malumdur
Allah tealanın açıklamasının, bütün yaratıklarının açıklamasından üstünlük derecesi, bizzat kendisinin bütün yaratıklarından üstün olma derecesi gibi-dir Madem ki durum böyledir ve madem ki, muhatabına, anlaşılmayacak şekilde hitabedenin sözü tarafımızdan anlaşılmamaktadır o halde, bilinmelidir ki Allah teala, yaratıklarından herhangi birine anlayamayacakları şekilde hitabetmez Ancak onların anlayacağı bir şekilde hitabeder Ve kullarına ancak dilinden anlayacaktan Peygamberler gönderir Zira kendilerine Peygamber gönderilen ve ilahi vahye muhatap olan insanlar, kendilerine konuşulanları anlamazlarsa bunlar için Peygamberin gelmesiyle gelmemesi arasında fark yoktur Çünkü bunlar konuşulanlardan ve Peygamberlerden istifade edemezler Allah teala herhangi bir fayda sağlamayan bir hitap yaptırmaktan ve söyledikleri anlaşılamayan bir Peygamber göndennekten münezzehtir Çünkü insanlar olarak bizim içimizden birinin böyle yapması bile bir eksikliktir ve abesle iştigaldir Allah teala ise bunlardan beri ve münezzehtir Bu sebeple Allah teala Kur´an-ı Kerimde: "Biz, her Peygamberi, emrolunduklarını, gönderildikleri insanlara kolayca anlatabilmeleri için kavimlerinin diliyle gönderdik [23] buyurmuştur Yine Allah teala, Peygamberi Hz Muhammed´e: "Diz Kur´anı sana ancak insanlara, ihtilaf etlikleri hususların gerçeğini açıklaman için ve iman eden bir kavme hidayet rehbere rahmet kaynağı olsun diye indirdik [24] buyurmaktadır Elbette ki Kuranın ne olduğunu bilmeyen kimseyi Kur´anla hidayete kavuşturmak mümkün değildir Zira kişi, doğru olduğunu bilmediği bir yolun doğruluğunu kabul etmez Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Allah, her kavme gönderdiği Peygamberi, o kavmin diliyle göndermiş ve her Peygamberine gönderdiği kitabı da, kendisine kitap verdiği Peygamberin diliyle göndermiştir Buradan üa anlaşılmaktadır ki, Allah tealanın Hz Muhammed´e indirdiği Kur´an, Hz Muham-med´in diliyle indirilmiştir Hz Muhammed´in lisanı Arapça olduğuna göre Kur´an-ı Kerimin de Arapça olduğu açıktır Nitekim rabbimizin muhkem kitabı da bunu söylemiştir "Şüphesiz ki biz bu kitabi, okuyup anlamanız için Arapça bir Kur´an olarak indirdik " [25]"Ey Muhammed, uyarıcılardan olasın diye bu Kur´anı açık bir Arapça lisanı ile senin kalbine, Ruhııl Emin olun Cebrail in-dirmiştir [26]
Delillerle söylediklerimiz açık ve seçik olduğuna göre Allah tealanın Peygamberimiz Hz, Muhammed (s a v )´e indirdiği kitabın ihtiva ettiği manâların, Arap dilinde ifade edilen mânâlara uygun düşmesi sebebiyle Allah tealanın kitabı beşerin ifade ve beyanlarından üstün ise de Kur1 anın zahirinin, Arapçanın zahirine muvafık olması gerekmektedir Madem ki Kur´an-ı Kerim,
Arapça´nın ifade şekillerini ve üslubunu ihtiva etmektedir o halde Kur´an-ı Kerimde Arap dilinin bütün özellikleri mevcuttur Mesela, Arapçadaki icaz, ihtisar, bazı hallerde açık ifade yerine gizli ifade, çok kelime yerine az kelime zikretme, diğer bazı durumlarda da sözü uzatma, çok kelime zikretme, tekrar etme, mânâları kinaye yoluyla değil açık seçik lafızlarla beyan etme, Âmm yerine Hâss bir ifade kullanma veya Hâss yerine Âmm ifade kullanma, açık ifade yerine kinaye, mevsuf yerine sıfat, sıfat yerine mevsuf kullanma, devrik cümîe kullanma, cümlenin bir bölümünü zikredip tümü için yetinme, hazfedilmesi gerekeni açıkça kullanma, açıkça kullanılması gerekeni hazfetme gibi bütün sanatlar, Hz Muhammed´e Alİah teala tarafından indirilmiş olan Kur´an-ı Kerim de de aynen mevcuttur İnş, biz, yeri geldikçe, Allah´tan yardım ve kuvvet alarak bütün bunları açıklayacağız, [27]
Arapça Ve Diğer Dillerde Müşterek Olarak Kullanılan Kelimeler
Eğer bir kimse diyecek olursa ki, "Sen dedin ki, Allah tealanın, yaratıklarından herhangi birine, anlamadığı bir sözle hitabetmesi ve insanlara, anlamadıkları bir dille konuşan Peygamber göndermesi caiz değildir Allah insanlara, ancak anlayacakları şeylerle hitabeder ve insanlara, ancak anlayacakları bir dille Peygamber gönderir "O halde sen şu sahabilerden rivayet edilen ve Arapçanm dışındaki dillerden alındığı söylenen şu kelimeler hakkında ne dersin?
a- Ebu Musa el-Eş´ari: "Ey iman edenler, Allah´tan korkun ve Peygamberine iman edin ki, Allah da size rahmetinden iki misli versin [28] âyetinde geçen ve "iki misli" diye tercüme edilen kelimesinin, Habeş lisanından alındığını ve Arapça karşılığının "İki kat" mânâsına gelen okluğunu söylemiştir
b- Abdullah b Abbas, "Şüphesiz ki gece ibadete kalkmak daha tesirli ve okumak daha elverişlidir [29] âyetinde geçen ve "ibadete kalkmak" diye tercüme edilen kelimesinin Habeş dilinden alındığını, Arapça karşılığının "Ayağa kalkma" mânâsına gelen olduğunu söylemiştir
c- Ebu Meysere: "Şüphesiz ki biz, Davuda, nezdimizden bir üstünlük ver dik "Ey dağlar ve kuşlar, Davud´la birlikte teşbih edin " dedik [30] âyetinde geçen ve "Teşbih edin" diye tercüme edilen kelimesinin Habeş dilinden alındığım ve Arapça´da karşılığının "Teşbih et" mânâsına gelen kelimesi olduğunu söylemiştir
d- Yine Abdullah b Abbastan "O suçlular, arsiandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar [31] âyetlerinde zikredilen ve "Arslan" diye tercüme edilen kelimesi sorulmuş o da bu kelimenin Arapça karşılığının "Arslan" mânâsına gelen Farsçada yine Arslan mânasına gelen Nabticede ve Habeşçede olduğunu söylemiştir
e- Said b Cü´beyr d emiştir ki: "Kureyşliler: "Bu Kur´an Arapça olmayan dillerle ve Arapçayla inse ya " demişler Allah teala da bunların sözlerini âyette zikrederek "Eğer biz Kur´anı yabancı bir dille indirseydik, iman etmeyenler mutlaka "Ayetleri uzunuzadıya açıklamaydı ya Kur´an yabancı bi dilde, indirilen ise Arap, nedir bu?" derlerdi Ey Muhammed de ki:" O Kur´an, iman edenlere bir hidayet rehberi ve şifadır  [32] buyurmuş, bu âyetten sonra da Kur´anda her dilden kelimeler indirmiştir Mesela ifailesindeki kelimesi Farsçadan alınıp Arupçala^tmlımştıı Farsça aslı ve kelimeleridir
f- Yine Ebu Meysere "Kur´anda her diklen kelimeler vardır " demiştir Bu ve benzeri çeşitli rivayetler varılır Bunlar Kur´anda, Arapça olmayan kelimelerin bulunduğunu ifade etmişlerdir Bunlar hakkında ne dersin? diye sorulacak olursa bunlara cevaben denilir ki "Bütün bu rivayet edilen görüşler, bizim söylediğimizin dışında bir şey değildir Çünkü bunu söyleyenler bu kelimeleri Kur´anm inmesinden önce Arapların bilmediklerini söylememişlerdir ki bizim söylediğimize muhalif bir şey olsun Onlar, "Bu kelimenin Habeş dilinde mânâsı şudur " "Şu kelimenin Farsçada mânâsı budur " şeklinde konuşmuşlardır Çeşitli milletlerin aynı kelimeyi aynı mânâda kullanmaları yadırganmazken sadece iki milletin bir kelimeyi aynı mânâda kullanması nasıl yadırganabilir? Mesela, bizim bildiğimiz çeşitli dillerde bir kelimenin muhtelif milletler tarafından aynı mânâda kullanıldıkları vakidir Mesela dirhem, dinar, divit, kalem, kır-tas ve daha nice kelimeler mevcuttur Bu kelimeler Arapçada ve Farsçada aynıdır Belki de bilinmeyen diğer dillerde de bunlar böyledir Şayet bir kimse bu gibi kelimelerin aslının Farsça olup Arapça olmadığını veya Arapça olup Fars-ça olmadığını yahut bir kısmının Arapça diğerlerinin Farsça olduğunu ya da bunların asıllarının Arap menşeli olup yabancı dillere oradan geçtiğini yahut da bunların asıllarının Fars menşeli olup sonradan Arapçaya intikal ettiğini söyleyecek olursa cahillik etmiş olur Çünkü bu kelimeler, aynı lafızla ve aynı mânâ ile iki dilde de kullanılmaktadır Ne Araplar bu kelimenin aslen kendilerinden çıkmasına Farslardan daha layıktırlar ne de Farslar Araplardan daha layıktırlar Aksini iddia eden, iddiasının doğruluğunu ispatlayacak ve şüpheyi ortadan kaidıracak kesin bir delile dayanmak zorundadır Binaenaleyh bize göre bu gibi kelimeler hakkında doğru oian görüş "Bu kelimeler Arapça Farsça veya Habeşçe kelimelerdir " diyen görüştür İşte biraz önce kendilerinden bahsettiğimiz ve bir kısım kelimelerin, Habeşçede veya Farsçada kullanıldığını söyleyenlerin maksadı da budur Çünkü bunlar, bu kelimelerin, Arapçamn dışındaki dillerde kulla- nıldığını söylerken, bunların Arapçada kullanılmadıklarını iddia etmemişlerdir
Şayet, gafd biri, bir kimsenin iki babasının olamayacağı gibi, bir kelimenin de iki dilde bulunmuş olamayacağını zannedecek olursa o kimse bu kanaatinde cahilce davranmıştır Zira, insanoğlunun soyu, Allah tealanın "Evlatlıkları kendi babalarının adıyla çağırın Bu Allah nezdinde daha adaletlidir  [33] âyetinde beyan ettiği gibi tek bir kişiden gelir Halbuki bir kelime, kullanıldığı dile nisbet edilir Eğer bir kelimenin, muhtelif milletlerin dilinde aynı mânâda kullanıldığı tesbit edilecek olursa bu kelimeyi o dillerden her birine nisbet etmekte bir mahzur yoktur Zira o milletten hiç biri o kelimenin kendi diline nisbet edilmesine diğerlerinden daha layık değillerdir Nitekim bir arazi bir dağ ile bir ovanın arasında bulunacak olsa da hem dağ hem de ovanın havasını içinde taşıyacak olsa o araziye bir bütün olarak, ovalık ve dağlık arazi demek mümkündür Sadece bunlardan birine nisbet edildiğinde de yalan söylenilmemiş olur Bir kaç dilde kullanılan müşterek kelimeler de bu türdendir Kullanıldığı bütün dillere nisbet edilmesi doğru olduğu gibi bu dillerden sadece birine nisbet edilmesi de doğrudur "Kur´an-ı Kerimde her dilden kelime vardır " diyenlerin maksadı da -Allah daha iyi bilir ya- bize göre budur Yani Kur´an-i Kerimde bazı kelimeler bulunmaktadır ki bu kelimeler aynı mânâda diğer birçok milletlerin dillerinde kullanılmaktadır Bu sözü söyleyenlerin maksatlarını başka şekilde izah etmek mümkün değildir Çünkü Allah´ın kitabını kabul eden ve onu okuyan hiçbir akl-ı Selim sahibi Kur´anın bir bölümünün Farsça diğer bir böiü-münün Arapça başka bir bölümünün Nabtice veya Habeşçe olduğunu söylemesi beklenemez
Çünkü Allah teala, Kur´an-ı Kerimi Arapça olarak gönderdiğini beyan etmiştir Hasılı, Seleften "Kur´an-ı Kerimde her dilden kelime vardır " şeklinde nakledilen sözler, Kur´an-ı Kerimde geçen bir kısım kelimeler Arapçanm dışında başka dillerde de kullanılmaktadır " demektir Bu kelimelerin aslen belli bir dile mensup olup diğer bir dilde sonradan kullanıldığına dair herhangi bir delii bulunmadığından bu gibi iddialarda bulunmak ta tutarsızdır [34]
Kur´an Çeşitli Arap Lehçeleri Üzerine İnmiştir
Taberi, Kur´an-ı kerimin bütün kelimeleriyle Arap dilinde indiğini ispatladıktan sonra Arap dilinin, bir çok lehçeleri kapsadığını, Kur´an-ı Kerim inerken bu lehçelerden sadece yedi lehçe üzerine indiğini Resulullahın, bir hadis-i şerifinde bunu beyan ettiğini, ancak Kur´an-ı Kerim tek bir mushaf haline getirilirken bu lehçelerden sadece Kureyş lehçesinin esas alınarak Kur´anın toplanıp yazıldığını, bu itibarla elimizde bulunan Kur´anın tek lehçe üzere tesbit edildiğini zikretmiştir
Taberİ bu hususta da Özetle şunları zikretmiştir: "Söylediklerimizi anlamaya muvaffak kılınan insanlara daha önce açıkladık ki Aziz ve Celil ulan Allah, Kur´anın tamamını Arapça indirmiştir "Kuranda Arapça olmayan bölümler vardır " şeklinde iddiada bulunanların iddiaları fasittir Şimdi ise diyoruz ki "Kur´an tümüyle Arapça indirilmişse o, çeşitli kabilelerden bir araya gelen Arapların bütününün lehçesiyle mi inmiştir yoksa sadece bir kısmının lehçesiyle mi inmiştir? Vakıa şudur ki: "Şüphesiz ki biz bu kitabı, okuyup anlamanız için Arapça bir Kur´an olarak indirdik " âyet-i kerimesi ve benzeri âyetler, Kur´an-ı Kerimin Arapça indirildiğini beyan etmişlerdir Bu ifadelerden, Kur´anın Arap şivelerinden özel belli şivelerle indiğini anlamak ta bütün şivelerle indiğini anlamak ta mümkündür Bizim bu hususta kesin bir bilgiye ulaşmamız için Kur´an-i Kerimi açıklama yetkisi kentlisine verilen Rasulullah´ın açıklamasına müracaat etmekten başka çaremiz yoktur Bu hususta Resulul-lah´tan, birbirini dektekieyen bir çok hadis rivayet edilmiştir Bunları şöylece zikretmek mümkündür
a- Ebu Hureyreden Resulullah´ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kur´an yedi [35] (lehçe) üzere indirilmiştir Kur´an hakkında tartışmaya girmek kâfirliktir " Pesuluilah bun» üç kere tekrar ettikten sonra şöyle buyurdu: "Siz Kur´anılan bildiğinizle amel edin Ondan bilmediğinizi ise bilenine so run [36] Diğer bir rivayette de yine Ebu Hureyreden Resulullah´ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kur´an yedi harf (lehçe) üzere indirilmiştir kelimeleri bunlardandır ´[37]
b- Abdullah b Mes´udun da ResuluUah´m şöyle buyurduğunu rivayet ettiği nakledilmiştir "Kur´an yedi harf üzere indirilmiştir Her harfin zahiri ve bâtını vardır Yine her harfin bir sınırı vardır Ve her sınırın da bir denetleme yeri vardır [38] Hadis-i Şerifte geçen "Her harfin bir sının vardır " ifadesinden maksat şudur: Kur´anm indirildiği yedi yönden her yönünün bir sının vardır ki bu sının Allah teala koymuştur ve hiçbir kimsenin bu sınırı aşması caiz değildir? Mesela haramlann bir sının vardır, kimse bu sının geçemez Hadiste geçen "Her harfin zahiri ve bâtını vardır " ifadesinden maksat da şudur: "Kur´anda zikredilen yönlerden her bir yönün, okunan bir zahiri vardır Bir de ihtiva ettiği te´vili vardır "
Yine hadis-i şerifte zikredilen "Her sınırın da bir denetleme yeri vardır " ifadesinden maksat ise şudur "Allah tealanm, Kur´anda sınırlarını çizdiği helallerinin, haramlarının ve diğer hükümlerinin belli miktarlarda sevap ve cezalan vardır Allah teala âhirette bunlara bakacak ve kıyamette onlan kontrol edecektir Nitekim Hz Ömer bu mânâyı ifade eden bir sözünde şöyle demiştir: "Yeryüzünde bulunan bütün san (altın) ve beyazlar (gümüşler) benim olsaydı elbette ki ben onları âhirette denetleme ve hesaba çekilme yerinin dehşetinden dolayı feda ederdim "
Hadis-i şerifte geçen "Kur´an yedi harf üzere indirilmiştir" ifadesi, müfes-sirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir: Taberi, daha sonra da temas edileceği "gibi, bu görüşlerden sadece biri olan "Yed harften maksat, yedi lehçedir " görüşünü almış ve Kur´anın yedi lehçe üzere indiğini ve günümüzde bu lehçelerden sadece birinin geçerli olduğunu söylemiştir ki o da Zeyd b Sabitin kıraati olan lehçedir Ancak Übey b Kâ´b, Enes b Mdik, Huzeyfetül Yeman, Zeyd b Erkam, Semüre b Cündeb, Süleyman b Suret, Abdullah b Abbas, Abdullah b Mes´ud, Abdurrahman b Avf, O-sman b, Affuı, Ömer b el-Hattab, Amr b Ebu Seleme, Amr b el-Ass, Muaz b Cebel, Hişam b Hâkim, Ebu Bek-re, Ebu Celim, Ebu Said el-Hudri, Ebu Talha, Ebu Hureyre ve Ebu Eyyub e!-Ensari gibi sahabilerden rivayet edilen ve mütevatir olduğu söylenen bu hadis-i şerifin izahında Suyutinin de zikrettiği gibi, kırk kadar görüş zikredilmiştir [39]Bu görüşlerden bir kısmını şu şekilde özetlemek mümkündür
Bir kısım âlimler, bu hadis-i şerifin, mânâsı anlaşılamayan müşkil hadislerden olduğunu söylemişlerdir Çünkü bu hadiste zikredilen "Harf" kelimesi Arapçada alfabe harfi, bir şeyin kenan, yön, kelime, dil ve şive anlamlarına gelmektedir İbn-i Sem´an en-Nehavi bu görüştedir
Diğer bir kısım âlimler "Buradaki yedi harften maksat, yedi yön demektir Yani, Kur1 anın yedi yönü vardır Bunlarda da emirler, yasaklar, helaller, haramlar, muhkemler, müteşabihler ve kıssalardır " demişlerdir
Başka bir kısım âlimlere göre buradaki yedi harften maksat, kelimenin sonundaki irabdır Diğer bazılanna göre, âyetlerin sonundaki hatimelerdir Başka bir kısmına göre bir mânânın yedi şekilde ifade edilebilmesi demektir Bazılanna göre, kıraatlarda imale, fetih, terkik, tefhim, tehmiz, teshü, idgam ve izhar demektir Daha birçok izahlar vardır Taberi ise konuyla ilgli olarak şu hadis-i şerifleri rivayet etmiş ve yer yer izahlarda bulunmuştur
I-Abdullah b Mes´ud diyor ki:
Resuiullah bana Ahkaf suresini okuttu Onu başka birine de okutmuştu O kimse Ahkaf suresinin bir âyetinde bana muhalefet etti Dedim ki: "Bunu sana kim okuttu?" Dedi ki: Resuilah okuttu " Ben de ona dedim ki: "Resuiullah onu bana da şöyle şöyle okuttu " Bunun üzerine Resuluîlaha vardım Onun yanında bir adam bulunuyordu Dedim ki: "Ey Allah´ın Resulü, sen bana, şöyle ve şöyle okutmamış miydin? "Resuiullah: "Evet " dedi Diğer adam da: "Sen bana da şöyle ve şöyle okutmamış miydin?" dedi Resuiullah ona da evet dedi ve yüzünün rengi değişti Bunun üzerine Resulullah´m yanında bulunan kişi (Hz Ali) "Her-biriniz işittiği gibi okusun Sizden önceki ümmetler, (Peygamberlerine karşı) ihtilafa düşmeleri´yüzünden helak olmuşlardır " dedi Bilemiyorum ki o kişi (Hz Ali) bu sözü Resulullah ona emretti de mi bize söyledi? Yoksa kendi tarafından mı söyledi? [40]
2- Yine Abdullah b Mes´ud diyor ki:
"Kur´an-ı Kerimin surelerinden birinin hakkında tartıştık Ayetlerin otuz beş veya oîuz altı oldğunu söyledik Sonra Resulullah´a gittik Ali´nin ona gizli bir şeyler söylediğini gördük Dedik ki: "Bizkıraaîîa ihtilaf ettik " Bunun üzerine Resulullah´m yüzü kızardı ve Ali dedi ki: "Resulullah bildiğniz gibi okumanızı emrediyor [41]
3- Zeyd b Erkam diyor ki: "Bir adam Resulullah´a geldi ve ona: "Abdullah b Mes´uü bana, Zeydin ve Übey b Kâ´bın daha önce okutmuş oldukları bir sureyi okuttu Onların kıraatlan birbirinden farklı Ben hangisinin kıraatini alayım?" dedi Resulullah cevap vermeyip sustu Yanında da Alt bulunuyordu Ali: "Herkes öğrendiği gibi okusun Hepsi de güzeldir, hoştur " detli [42]
4- Ömer b el-Hattab diyor ki:
"Resulullah hayattayken Hişam b Hâkimin, Furkan suresini okuduğunu işittim Onun okumasına iyice kulak verdim Bir de baktım ki o, ResuluTlah´m bana okutmadığı bir çok lehçe üzere okuyor Ben nerdeyse namazda olduğu halde üzerine atılacaktım Fakat selam verinceye kadar1 sabrettim Selam verince yakasından tutup çektim ve dedim ki: "Okuduğunu işittim Bu sureyi sana kim okuttu?" Dedi ki: "Onu bana Resulullah okuttu " Dedim ki: "Yalan söylüyorsun Resulullah onu bana, senin okuduğundan farklı bir şekilde okuttu Ben onu tutup Resulullah´a götürdüm ve dedim ki: "Ben bunun, Furkan suresini senin bana okutmadığın bir çok harfler üzere (lehçeler) üzere okuduğunu işittim " Resu-İullah: "Onu bırak," dedi ve devamla buyurdu ki: "Oku ey Hişam " O da kendisinden işittiğim kıraat şekliyle okudu Resulullah buyurdu ki:"Bu sure bu şekilde indirildi " Sonra bana: "Ey Ömer sen de oku " dedi Ben de Resulullah´m bana okutmuş olduğu şekliyle okudum Resulullah buyurdu ki: "Bu sure bu şekilde indirildi Şüphesiz ki bu Kuran yedi harf üzere indirildi Siz, ondan kolayınıza geleni okuyun[43] Diğer bir rivayette şunlar zikredilmektedir: Bir kişi, Ömer b el-Hattab´ın yanında Kur´an okumuş Hz Ömer´de onun okuyuşunu düzeltmek istemiştir Bunun üzerine Kur´an okuyan kişi, "Ben bunu Resulullah´a okudum O, bir değişiklik yapmadı " demiştir Resulullah´m yanma varıp, ihtilaflarını ona bildirmişler ve Kur´an okuyan kişi "Ey Allah´ın Resulü, şu ve şu âyetleri sen bana okumadın mı?" diye sormuş Resulullah´da "Evet " demiştir Bunun üzerine Hz Ömer´in kalbine bir şeyler gelmiş Resulullah da Ömer´in yüzünden bunu anlamış ve onun göğsüne vurarak şöyle buyurmuştur: "Şeytanı kendinden uzaklaştır Şeytanı kendinden uzaklaştır Şeytanı kendinden uzaklaştır Ey Ömer, Kur´amn hepsi doğrudur? Yeter ki rahmet âyetini azap âyeti yerine azap âyetini de rahmet âyeti yerine koyma [44] Başka bir rivayette de Resu lullah Ömere şöyle demiştir: "Kur´an yedi harf üzere indirilmiştir Hepsi de Şâfi (Şifa verici) ve kâfi (yeterli)dir[45]
5- Alkame en Nehai diyor ki: "Abdullah b Mes´ud, Küfeden ayrılırken onu uğurlamak için arkadaşları yanına toplanmışlardı Abdullah b Mes´ud onlarla vedalaşırken şunları söyledi: "Sakın Kur´an hakkında tartışmayın Çünkü Kur´an, birbiriyle çelişmeyen, yok olmayan ve çokça tekrar edilmekten dolayı değişikliğe uğramayan bir kitaptır Şüphesiz ki İslamın şer´î hükümleri, cezalan ve farzları onda aynıdır, değişmez Şayet Kur´anın kıraat şekillerinden biri, diğerinin emrettiğini yasaklar mahiyette olsaydı işte o zaman Kur´anda ihtilaf olurdu Fakat durum böyle değildir Kur´an bütün kıraati an içermektedir Bununla birlikte cezalarda, frazlarda ve İslam´ın diğer hükümlerinde herhangi bir farklılık yoktur Öyle zamanlar olmuştur ki, biz Kur´anın okunması hususunda Resulullah´m yanında tartışıyorduk O da bize okumamızı emrediyor biz de okuyorduk Dinledikten sonra hepimizin güzel okuduğunu söylüyordu Eğer ben, Allah´ın, Peygamberine indirdiği bu Kur´am benden daha iyi bilen birini bilmiş olsam mutlaka onu arar bulur ve onun bilgileriyle kendi bilgilerimi artın-rım Ben, Resulullah´m lisanından yetmiş sure okudum Ben, her yıl Ramazan ayında Kur´anın, ResuhıHah´a okutulup dinlendiğini, nihayet vefat ettiği yılda bunun iki kere yapıldığını biliyordum Resulullah, Kur´an´ın, kendisine okutulup dinlenmesinden sonra ben onu okuyordum O da bana, güzel okuduğumu söylüyordu Kim benim kıraatim üzere okuyacak olursa sakın ondan yüzçevirerek bırakmasın Yine kim de Kur´am, bu kıraatlardan biri üzere okuyorsa ondan yüzçevirerek bırakmış olmasın Zira Kur´andan bir âyet inkâr eden kimse onun tümünü inkâr etmiş olur [46]
|