Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ayetler, bazi, ilgili, itaatle, peygamber, save

Peygamber S.Av.'E İtaatle İlgili Bazi Ayetler

Eski 08-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Peygamber S.Av.'E İtaatle İlgili Bazi Ayetler




Elçiye içten bir saygı beslemek
Allah'ın seçmiş olduğu elçilerini görmüş ya da görmemiş, onunla aynı devirde yaşamiş ya da yaşamamış her müslümanın onlara karşı içten bir saygı beslemesi gerektiğini ve her müminin elçiye kayıtsız şartsız itaat etmesinin farz olduğunu Kuran'dan öğrenmekteyiz Bu devirde elçiye itaat ise ancak onun sünnetine tam manasıyla uyularak yerine getirilebilir Sünnete tam ve bilinçli bir tabiyet ise, ayetlerde elçiye verilen önem ve değeri anlayıp kalbe yerleştirmekle gerçekleşebilir İşte bu nedenle, elçiyle ilgili hükümleri her devirde yaşayan müminlerin bilip öğrenmeleri gerekmektedir Aşağıda, müminlerin elçiye karşı göstermeleri gereken tavır ve davranışları belirleyen Kuran hükümlerini ele alacağız

Elçinin nefsini kendi nefsine tercih etmek, onu savunup, desteklemek
Kuran'ın koyduğu sınırlar içinde, Allah tarafından seçilen elçilerin diğer müminlere göre çok özel ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu görürüz Elçiler, Allah'ın yeryüzünde halifesi, İslam ahlakının en büyük temsilcisi, müminlerin de lideri konumundadırlar Elçilerin Allah'ın, kulları arasında kendisinden en çok razı olduğu, O'ndan en çok sakınıp-korkan, O'na itaat ve teslimiyette en önde giden, her konuda müminlere örnek olan, en üstün ahlaklı insan olduğu da düşünüldüğünde, neden Allah'ın elçilerine özel bir önem verdiği ve onları pek çok ayetle koruma altına aldığı daha iyi anlaşılır
Allah'ın elçilerini makamca herkesten üstün kılması nedeniyle elçiler mümin toplulukları arasında en öncelikli ve en merkezi konuma sahiptirler Bu yüzden, mümin her zaman ve her konuda elçinin nefsini kendi nefsine tercih etmelidir Bu konu Kuran'da şöyle geçer:

Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah'ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz (Tevbe Suresi, 120)
Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır (Ahzab Suresi, 6)

Elçilerin sahip oldukları bu konumlarından dolayı, Kuran'ın pek çok ayetinde müminlere elçileri savunup desteklemeleri emredilmiştir:
Ona (elçiye) inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır (Araf Suresi, 157)
Şüphesiz, biz seni bir şahit, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup-desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için (Fetih Suresi, 8-9)

Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin (Ahzap Suresi, 56)


Elçinin önüne geçmemek
Elçilenin akıl, zeka, anlayış, kavrayış ve diğer birçok özellikleri bakımından diğer müminlerden daha üstün bir yaratılışta yaratıldığını, Allah'ın birçok sıfatının elçilerin üzerinde daha yoğun tecelli ettiğini, mümin alametlerini üzerinde en çok taşıyan kişilerin Allah'ın seçtiği elçiler olduğunu Kuran'dan öğrenmekteyiz Bu durumda müminin de kendi konumunu bilmesi ve elçinin bu apaçık üstünlüğü karşısında haddini aşan tavır ve davranışlardan, saygıya yakışmayacak konuşmalardan kaçınması gerekir Ayette bu durum, 'müminlerin elçinin huzurunda öne geçmekten sakınmaları' şeklinde ifade edilir:
Ey iman edenler, Allah'ın Resûlü'nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir (Hucurat Suresi, 1)
Allah'ın Resulü'nün huzurunda öne geçmek, onun karşısında kendi aklını ön plana çıkaran bir üslup kullanmak, bilmişlik yapmak, sözünü kesmek, Resul'ün yapması gereken bir uyarı ya da açıklamayı kendi yapmaya yeltenmek gibi çok çeşitli şekillerde olabilir Bir müminin bu tür hareketleri bilerek yapması zaten düşünülemez Ancak bir an gaflete dalıp, boş bulunup ayetlerin çizdiği sınırları aşmaktan da şiddetle kaçınması gerekir

Elçinin yanında sesini yükseltmemek
Elçilerin, müminler arasında, Kuran ayetleriyle belirlenmiş özel ve ayrıcalıklı bir konumu olduğuna önceki satırlarda da değinmiştik Gerçekten de ayetlerde, müminlerin birbirlerine karşı göstermeleri gereken davranışların yanısıra, elçilere yönelik tutum ve davranışları konusunda konuşurken kullanacakları ses tonuna varıncaya dek ayrıca özel olarak tarif edilmiştir Ayetlerde tanımlanan bu tutum ve davranışlarda, içli ve üstün bir saygı anlayışının esas alındığını görürüz
Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider (Hucurat Suresi, 2)
Allah müminlerin Allah'ın elçisiyle konuşurken seslerini birbirlerine olduğu gibi yükseltmemelerini hatırlatmıştır Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bu tavrın, bir edep veya görgü kuralı olmanın çok ötesinde, Allah'ın kesin bir emri olmasıdır Zira, aksine bir davranışın amelleri boşa götürmesi de konunun önemini açıkça ortaya koymaktadır Bunu Kuran'ın açık bir hükmü olarak değil de, basit bir ahlak kuralı olarak görmek, "yapılırsa güzel olur, yapılmazsa da biraz ayıp olur" şeklinde bir anlayışı sürdürmek, Allah'ın ayetlerini önemsememek anlamına gelir Bu da ancak inkarcılara özgü bir bakış açısıdır Elçiye gösterilen saygı Allah'a gösterilmiş demektir Aynı şekilde elçiye yapılan bir saygısızlık da yine Allah'a karşı yapılmış demektir Elçiye karşı saygıda kasıtlı olarak kusur etmek ise Allah'ın razı olmayacağı bir tavırdır Ancak, saygısızlık kastı olmadan, cahillik, düşüncesizlik, hatalı bir samimiyet anlayışı sonucu elçinin huzurunda sesini yükselten bir kişinin, mümin de olsa, diğer müminlere kıyasla daha düşük bir akıl ve şuur seviyesine ve daha duyarsız bir karaktere sahip olduğu ise açıktır Allah'ın konuya verdiği önem, buna riayet edenlerin övüldüğü ve müjdelendiği bir sonraki ayetle de gayet iyi anlaşılır:
Şüphesiz, Allah'ın Resûlü'nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır (Hucurat Suresi, 3)
Benzer şekilde, elçiye herhangi birine olduğu gibi dışardan seslenilmesinin de akılsızlık alameti olduğuna takibeden ayette dikkat çekilmiştir:
Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de, onların çoğu aklını kullanmıyor (Hucurat Suresi, 4)

Çağırılmadan ve iznsiz elçinin evine girmek
Allah insanları, elçiye maddi-manevi sıkıntı ve eziyet verebilecek her türlü davranıştan menetmiştir Kasıtlı olmamakla birlikte, diğer müminler arasında doğal karşılanan davranışları elçinin huzurunda yapmak kimi zaman elçiye sıkıntı verebilecek düşüncesizce bir hareket olabilir Ayette bildirilen, çağrılmadan ya da habersiz bir şekilde elçiyi ziyaret etmek, teklif edilmediği halde orada iken yemek vaktini beklemek, yemekten sonra uzun söze dalmak gibi düşüncesiz hareketler de ayetin hükmüyle kesin olarak menedilmiş tavırlardır
Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak)tan utanmaz (Ahzab Suresi, 53)
Elçiye bu ve benzeri konularda eziyet vermek ya da yük olmak şöyle dursun, müminin her zaman elçiye elinden gelen en büyük desteği ve kolaylığı sağlaması, onun yükünü hafifletmesi gerekir Bu, müminin, Kuran'da belirtilen en önemli görevleri arasındadır

Müslüman olmasıyla veya yaptığı hizmetlerle elçiyi minnet altında bırakmaya çalışmak
Allah, dinin menfaatleri doğrultusunda birçok kimseyi hizmet ettirebilir, görevlendirebilir Bu kişiler mümin olabileceği gibi, inkar eden kişiler de olabilirler Nitekim Hz Süleyman'a şeytanların hizmetçi kılındığı Kuran'ın bildirdiği bir gerçektir Ancak mümin olsun, inkarcı olsun hepsi birer vesiledir Yegane güç ve irade sahibi olan Allah'ın, hiçbir konuda olmadığı gibi dinin menfaatlerinin korunmasında da kimseye ihtiyacı yoktur Fakat dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak İslam'ı, bu tür sebepler yaratarak güçlendirecek ve hakim kılacaktır
Allah ayetinde, bu gerçeklerden habersiz olup da Müslüman olduklarından ötürü kendilerini bulunmaz birer nimet olarak gören, Müslüman olmalarını İslam için, elçi için büyük bir kazanç, bir lütuf gibi gösterenlerden bahseder:

Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler De ki: "Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir)" (Hucurat Suresi, 17)
Ayette de belirtildiği gibi işin aslı bu kimselerin düşündüklerinin tam tersinedir; İslam'a giren bir kişi İslam'ı şereflendirmez, tersine İslam ona şeref verir
Allah Kuran'ın çeşitli ayetlerinde, beğendiği ahlakı yaşamaya yanaşmadıkları takdirde İslam'ın hizmetinde olan insanları, kendilerinden çok daha hayırlılarıyla değiştirebileceğinden bahseder Bu tür zihniyete sahip kimselerin bu ayetin hükmüne girmekten korkmaları, bu uyarıyı herkesten fazla üzerlerine almaları gereklidir Allah, kendilerini İslam'ın yararı için vazgeçilmez, yeri doldurulamaz kimseler olarak görenlere İslam'ın kimseye muhtaç olmadığını gösterecektir Samimi bir iman ve halis bir niyetle, Allah'ın rızasından başka birşey gözetmeden İslam'a hizmet eden kişinin ecrini ise Allah muhakkak verecektir Allah kendi dinini şüphesiz üstün getirecektir


Elçinin sözlerine karşı kalpte burkuntu duymadan itaat eder
Mümin, Allah'ın ve elçisinin emirlerini gönülden boyun eğerek uygular; onun sözlerine itaat ederken kalbinde en küçük bir sıkıntı ya da burkuntu duymaz Allah'ın ve elçisinin hükmettiği birşeyin en doğru, en güzel ve en hayırlı olan olduğunu bilir Kimi zaman kendi nefsi elçinin söylediğinden daha farklı birşey yapmasını emretse de, mümin en hayırlı yolun elçinin gösterdiği yol olduğunu bilerek hareket eder Bu içten ve teslimiyetli yaklaşım ise tamamen müminin imanından kaynaklanır
Aksi bir durum, yani görünüşte bir itaat olup da, kalpte tam bir teslimiyetin bulunmaması ise, ayetlerde belirtildiğine göre o kişinin gerçekte iman etmemiş olduğunun bir kanıtıdır:

Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar (Nisa Suresi, 65)
Bir kişi İslam'ın ve müminlerin gücünden çekindiği için görünürde bir itaat gösterebilir, söylenen şeyleri eksiksiz olarak yerine getirebilir Ancak o kişi, kalbi tam anlamıyla tatmin bulmuş olarak itaat etmediği sürece gerçekten iman etmiş sayılmaz Çünkü böyle bir davranış, o kişinin kalbinde Allah ve elçisi hakkında hala birtakım şüphe ve kuruntular bulunduğunun bir göstergesidir İçten ya da diğer bir deyimle "batıni" bir itaate sahip olmaması, yalnızca fiziksel bir teslimiyet gösteriyor olması, kişinin yaptığı işlerin de boşa gitmesine sebep olur Görünüşte itaat etmiştir ama ahirette bunlardan dolayı hiçbir karşılık görmez Bu yüzden mümin, kendi dünyevi çıkarlarına ters düşse bile, Allah'ın elçisinden gelen bir hükmü içten bir sevinç ve neşe ile karşılamalı, imanının ve teslimiyetinin lezzetini kalbinde hissetmelidir Hak olan bir şey karşısında üzülüp sıkıntıya düşmek, burkuntu duymak imanla bağdaşan tavırlar değildir

Dinin bir hükmünü yerine getirmeyi ticaret veya eğlenceye tercih etmemek
Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar De ki: "Allah'ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır" (Cuma Suresi, 11)
Bu ayette dinle, kendi dünyevi menfaati arasında tercih yapan insanlardan bahsedilmektedir Genelde cahiliye toplumlarının dini yaşamaktan kaçınmasının ortak bir kaç sebebi vardır Ayette bu sebeplerin en önemli iki tanesine dikkat çekmektedir Ticaret ve eğlence
Ticarete dikkat çekilmesinin sebebi, maddi menfaatin insanların en büyük zaaflarından bir tanesi olmasıdır Nitekim insanların bir kısmı, maddi menfaatleri uğruna çoğu zaman dinin birçok hükmünü gözardı ederler Bu kimi zaman namaz gibi şekli bir ibadette, kimi zaman ahlakta kimi zaman da dinin başka bir hükmünde kendini gösterir İnsanların servet arttırımı konusunda bu derece açgözlü ve hırslı olmalarının sebebi, zenginliğin varolan bütün problemleri çözme gibi büyülü bir gücü olduğu inancıdır İnsanlar elde edemedikleri ve özlemini duydukları her türlü imkana, zenginlik sayesinde kavuşacaklarına inanırlar Bunlar arasında mutluluk, iç huzuru, güvenlik hatta ölümsüzlük vardır Zengin olmalarının ölümlerini bile geciktireceğini ve dünyada onları daha kalıcı yapacağını zannederler Bu nedenle cahiliye insanları büyük bir hırs ve tutkuyla, bütün vakit ve imkanlarıyla ticarete yönelirler Ancak hiçbir zaman bu hedeflerine zenginlikle ulaşamazlar Nitekim bu güne kadar hiçbir insanın mülkü onun ölümünü veya yaşlanmasını engelleyememiştir ya da geciktirememiştir Çünkü bir insana fayda veya yarar verme gücüne sahip olan tek güç, mülkün gerçek sahibi olan Allah'a aittir Ayrıca zenginlikle elde edilmek isitenen iç huzurunun, güvenliğin ve mutluluğun tek şartı vicdanlı bir hayat sürmektir Vicdana uygun olan tek hayat modeli ise dinin tarif ettiği modeldir

Ayetin dinin hükümlerinin gözardı edilme sebebi olarak dikkat çektiği ikinci nokta ise eğlencedir Eğlenmek de insanlar için büyük bir tutkudur Eğlencenin bu derece büyük bir tutku olmasının sebebi de, insanların bunu bir kurtuluş ve bazı gerçeklerden bir kaçış olarak görmeleridir Vicdan azabının ruhlarına verdiği sıkıntı ve azabı ülke ülke gezerek veya bol bol insanla tanışarak üzerlerinden atabileceklerine inanırlar

Halbuki insanların dinin hükümlerini gözardı ederek, ticaret ve eğlenceyle ulaşmak istedikleri hedefler, ancak dini yaşadıkları zaman elde edebilecekleri hedeflerdir Kalpler Allah'ın elindedir ve Allah kalplere mutluluğu ancak kendi dinine uyulduğunda vermeyi vaadetmiştir

Aynı zamanda ayetin hatırlattığı çok önemli bir konu daha vardır Allah katında kazanılacak olan, eğlenceden de ticaretten de daha hayırlıdır Dünyanın en güzel evleri, arabaları, manzaraları, kıyafetleri, sanat eserleri veya mücevherleri cennetteki zenginliğin yanında son derece köhne ve basit kalacaktır Dünyanın eğlencesi ise her zaman eksik, yarım ve kusurludur Ancak eğlencenin, çoşkunun ve mutluluğun gerçek yeri Allah'ın bir şölen yeri olarak tarif ettiği cennet mekanıdır

Bu nedenle Müslümanlar hiçbir zaman dinin herhangi bir hükmünü ticaret veya eğlence için gözardı etmez ve ertelemezler Kuran'da müminlerin bu özellikleri şöyle vurgulanmıştır:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar (Nur Suresi, 37)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.