Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular > Dualar

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dua’nin, garantisi

Dua’Nin Garantisi Nedir?

Eski 08-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dua’Nin Garantisi Nedir?




DUA’NIN GARANTİSİ NEDİR?

İnsan, merak ettiği pek çok konuyu araştırır, inceler, irdeler ve öğrenir Bunların kimini deneyerek, kimini de teorik olarak yapar Ancak inandığı ve fakat kesinliliğinden emin olamadığı konular vardır pek çoğumuzun Bunlar da maalesef, bizim bir türlü aşamadığımız handikaplarımızdan, inanamadığımız konulardandır…

İnananlar, belki de şüphe içindekilerden çoktur; bunu bilemeyiz ama bildiğimiz ve gördüğümüz açık bir gerçek vardır ki, bildiklerimiz ve deneyerek görüp inandıklarımız bizi çok fazla pozitife etmiştir Bu yüzden hep elle tutulacak, gözle görülecek bir şeyler arar dururuz En girift ve en soyut konularda bile bunu düşünmeden edemeyiz Oysa bu konunun, benzerleri olan; bilip dokunamadığımız, görüp yoklayamadığımız, hissedip anlatamadığımız, inanıp açıklayamadığımız pek çok konu gibi elle tutulur, gözle görülür olma durumu yoktur Başka bir deyişle, aklı, hafızayı, kalbi, hissi, sevgiyi, şefkati, merhameti, ağrıyı, sızıyı, korkuyu ve benzerlerini ne kadar somutlaştırıp objektif hale getirebiliyorsak işte bu da öyledir…

Peki, öğrenip bildiklerimizin, yaşayıp gördüklerimizin, dokunup tattıklarımızın veya yoklayıp temas ettiklerimizin ötesinde ne vardır dersiniz? İnancın izahı gerçekten yok mudur? İnanılan şeylerde mutlak soyutluk mu hâkimdir? Ya da öyle mi olması gerekir? Bir başka deyişle; inancın ve inancın bir uzantısı olan duanın, garantisi nedir veya kimdir?

Bize çok defa; “dua edin, kabul edeyim; çağırın geleyim; isteyin vereyim; niyet edin, yönelin, gerçekleştireyim…” diye, seslenen; “hakkımda daima iyi zanda bulunun; şüphesiz Ben, kulumun zannı üzereyim veya hakkımda iyi zanda bulunanların düşünüp zannettiği gibiyim; şüphesiz ben kalbi kırıklarla, gönlü yaralılarla beraberim…” diye, kendisini bize anlatmaya çalışan ve “Şüphesiz Rahmetim, gazabımı geçmiştir; merhametim her şeyi kuşatmıştır; Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazmıştır; O rahmeti sonsuz olandır…” diye, şefkat ve merhametinin, öfke ve hiddetinden daha baskın, daha üstün ve ileride olduğunu söyleyerek; âdeta şefkat ve merhametle başımızı okşayan, sevgiyle gözlerimizin içine bakan yüce yaratıcımız; Mevla’yı Mütealimiz’in; bir başka deyişle kendisinden istenilen ve istenileni veren, istenilmekten hoşlanan, bizi koruyup gözeten şanı yüce Rabbimizin, himayesi ve garantisi altında değil miyiz? Onun himayesi ve garantisi bize yetmiyor mu? Onun, hayatımızdaki yeri neresidir? Dua’nın arkasındaki güç, o değilse kimdir? Eğer zerre kadar şüphe içindeysek, başka kime gidecek, kime el açıp yalvaracağız o halde? Yaklaşık yedi milyar, belki de daha fazla insanın el açıp yalvardığı kimdir? Neden yalvarır bu insanlar, ne isterler? Kimse yoksa veya var ama istedikleri kabul olunmayacaksa veya verilmeyecekse neden yalvarıp gözyaşı dökerler? Boşuna mı yalvarıyorlar, yoksa boşluğa mı sesleniyorlar…?

Hayır! Elbette ki ne boşuna yalvarıyorlar, ne de boşluğa sesleniyorlar Tam tersine, kendilerini duyup dinleyen, istek ve ihtiyaçlarını sürekli veren, vermeye devam eden ve vereceğini vadeden biri var ki O’na sesleniyorlar; O’na yalvarıp yakarıyorlar; O’ndan istiyorlar; O’nun karşısında duygulanıp ağlıyorlar… Günahlarını, kusurlarını ve hatalarını O’na itiraf ediyorlar ve O’nun kurallarını çiğnedikleri için eziklik duyarak bağışlamasını istiyorlar… Korkarak ve umarak yalvarıp yakarıyorlar Duyarak, hissederek yöneliyorlar; dokunmasalar da, görmeseler de, kavramasalar da biliyorlar ve hissediyorlar Onun kendilerine, şah damarlarından daha yakın olduğunu; en olmaz ve umulmaz, en beklenilmez ve ümit edilmez yerlerde bile kendileriyle beraber olduğunu; çağırdıkları zaman seslerini duyup koşarak geleceğini ve yardım edeceğini biliyorlar Öyle ki, O şanı yüce, kendisine bir karış yaklaşana bir kulaç, bir kulaç yaklaşana bir adım, bir adım yaklaşana yürüyerek, yürüyerek gidene koşarak gelir veya gider Gelmezse, yardım etmezse, o anda öyle olması gerektiği içindir Bunu da Ona çağıranlar, yalvarıp yakaranlar pekâlâ bilirler Yine bilirler ki, O an olmasa bile er-geç kendisine yardım edecek ve hak ettiği zaman yanında yerini alıp müdafaa edecektir Bıçak kemiğe vardığında; mum yanıp tahtaya dayandığında ve Ondan başka çağıracak kimse kalmadığında hemen imdatlarına yetişeceğini ve herkesten daha iyi koruyacağını bilirler

Yer, şerha şerha susuzluktan kuruyup çatladığında, bir tek tohum bile bitirmez, bir tek çiçek bile açmaz hale geldiğinde; gök peçesini yüzüne çekip bütün merhamet bulutlarını üzerimizden çektiği ve rahmet kapılarını yüzümüze kapatıp ilgisini kestiğinde gidilecek, rahmet ve merhamet dilenilecek tek yerin, çalınacak tek kapının O’nun kapısı olduğunu da biliyorlar Biliyorlar, inanıyorlar ve işte bunun için dua ediyorlar…

Dua ediyorlar, çünkü duanın inanılmaz bir gücü, bir atmosferi vardır; inanılmaz bir enerjisi vardır Dua ile insan o kadar büyür ve o kadar kuvvetlenir ki, ne boyuna yetişmek, ne de kuvvetinin karşısına başka bir kuvvetle çıkmak mümkün değildir Değildir; çünkü dua eden adam, tek başına bir ordu ve hatta tek başına bir devlet gibidir Bana kalsaydı, “dua eden adamdan korkun” derdim Zaten öyledir ki, Hz Peygamber ((SAV)), duası reddedilmeyen üç kişiden biri olarak mazlumu yani zulme uğrayan kişiyi saymış ve mazlumun bedduasını almaktan sakındırmıştır:

“Allah, (mazlumun) duasını bulutların üzerine çıkarır ve ona sema kapıları açılır da Allah Teâla:

“İzzetime yemin olsun ki, vakti bir süre uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur” [Tirmizi, Cennet 2, (2528)]

Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud ve Nesâi’nin, pek çok yerde, çok defa naklettikleri meşhur bir hadiste ise Yemen’e vali olarak gönderdiği Muaz bin Cebel’e tavsiyede bulunarak;

“Mazlumun bedduasını almaktan kork Zira Allah ile bu beddua arasında perde yoktur” buyurmuştur

Mazlum olmak önemlidir Zira mazlumun iradesine, kaderine ve hayatına müdahale edilmiş, ruhu örselenmiştir Kalbi kırık, dudağı buruk, gözü yaşlı, gönlü yaralı, vicdanı ıstıraplı ve acılıdır Hiç kimseye ve hiçbir varlığa, hiçbir şekilde, zerre kadar zulmetmeyen ve zulmü hiç ama hiç hoş görmeyen ve belki de hoş görmediği tek husus zulüm olan, mutlak adalet sahibi yüce Allah, mazluma anında veya çok kısa bir süre sonra yardımı vaat ediyor Eğer ki, bu yardım olmasaydı, bizim de ta baştan beri sayıp döktüklerimiz, anlatıp izah ettiklerimiz gereksiz ve boş şeyler olurdu İnancın ve duanın da bir garantörü, bir garantisi olmazdı…

Sadece mazluma mı yardım edilir? Elbette sadece mazluma değil, isteyen ve hak eden herkese yardım edilir Ancak hepimiz bir şekilde mazlum değil miyiz? Yani içinde bulunduğumuz şartlar ve yaşadığımız dünya, bize bir çeşit zulüm değil midir?

İnsan olarak, üstelik inanan bir insan olarak, daima en iyiyi, en güzeli, en kaliteliyi hak ettiğimiz halde, hakkımızı alıp kullanabiliyor muyuz? İnsanca ve mümince yaşabiliyor muyuz?

Haksızlığın hak sayıldığı, zulüm ve adaletsizliğin kanunlaştığı, güçlülerin haklı ve hâkim olduğu, zayıfların ezilip yok edilmeye çalışıldığı, şeref ve onurunun ayaklar altında çiğnenip yer ile yeksan edildiği bir dünyada, hepimiz bir çeşit mazlum değil miyiz? Gerek sosyal, gerekse inanç ve ahlâk yönünden dilediğimiz her şeyi elde ettik de, hür ve özgür irademizle, inandığımız gibi yaşabiliyor muyuz? Çok az istisnanın dışında, buna kaç kişi “evet” diyebilir? Çok az bir kesimin dışında hangimiz istediğimiz şeyleri elde ettik? Peki, elde edemediysek neden? Zulüm ve haksızlıktan değil mi? Hakkımızı gasp edip sırtımızdan geçineler, kanımızı emenler yüzünden değil mi? Sabahtan akşama kadar köle gibi çalışıp koşturduğumuz ve bizim olmayan evimize geldiğimizde bitap düştüğümüz açık bir gerçek değil mi? Öyleyse bunlar neyin eseri? Açıkça zulmün değil mi?

O halde biz neyiz; bu durumu neyle ve nasıl izah edebiliriz? Bizden iyi mazlum olur mu? “Zülf-ü yâre dokunmamak” için bazı konuları irdelemek ve kurcalamak istemiyoruz ama biz dokunmasak da var olan ve bilinen bir gerçek var ki, hemen her toplumun yüzde doksan dokuzu mutsuzdur, mazlumdur… Öyleyse böyle bir dünyada kimi, kime şikâyet edebilir, kimden, nasıl yardım isteyebiliriz?

Bu durumda, yapılacak tek şey; gidilecek, dert yanılacak, sığınılacak ve şikâyette bulunulacak tek merci vardır O da, duanın kıblesi olan semaya ellerimizi kaldırıp herkesi ve her şeyi en iyi işiten ve bilene, en iyi görüp ve gözetene dua ile halimizi arz etmek…

O halde daha ne duruyoruz ki… Bütün inanç ve itikadımızla, bütün gücümüz ve kuvvetimizle, bütün tevekkül ve teslimiyetimizle hep birlikte, büyük bir senfoni halinde haydin duaya!

Duanız olmazsa, yalvarıp yakarışınız olmazsa ne öneminiz kalır, mümin olduğunuz nereden belli olur ve O sizin neyinize değer verir ki…

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.