Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular > Dualar

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dua, duası, fethullah, gülen, halis, hocamızın, kıtmır, mülahazasi, sayılan, ubudiyet

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi





Sevgili Dostlar,
Bazı medya kuruluşlarına yansıyan haberlerden hatırlayacağınız üzere; birkaç hafta önce, Dr Alp Nuhoğlu bey bir arkadaşıyla beraber M Fethullah Gülen Hocamızı ziyaret etmişti Yemek esnasında Alp Beyefendi, birkaç cümle ile prematüre doğan bebeğinin rahatsızlığından bahsetmiş ve Allah’ın varlığına inanan her insandan beklenecek şekilde dua istemişti Tabiatına mal olan tevazu ve mahviyetinden dolayı misafirlerinin yanında daha bir mahcuplaşan Hocaefendi, “Allah afiyet versin!” kadarlık bir ifadeyle hayır duasında bulunmuştu

Gördüğü hiçbir çocuğu eli boş bırakmayan, en azından avucuna üç-beş çikolata tutuşturan Aziz Hocamız, yanına getirilen ya da doğumu kendisine bildirilen bebeklere ve sünnet ettirilen çocuklara küçük de olsa bir hediye vermeyi itiyad edinmiştir

Onun bu adeti aramızda iyi bilindiğinden dolayı, o gün bir ağabeyimiz üzerinde Kur’an’dan bir ayet ve nazar duası bulunan küçük altınlardan bir tane de Doktor Bey’in göznuruna hediye olarak takdim etmişti Heyhat ki, çok samimi bir atmosferde, halis bir niyetle ve bir geleneği yerine getirme kasdıyla, bir misafirin yeni doğmuş çocuğuna centilmenlik ifadesi olarak verilen çeyrek altın bazı çevreler tarafından sağa-sola çekildi ve farklı yorumlara mevzu edildi

Hocaefendi’nin Yerini Bulan Havaleleri
Aslında, Hocaefendi’ye ve adanmış ruhlara çamur atmak için her fırsatı kollayan bir kısım şer odaklarının, bu basit mesele sebebiyle bir fırtına daha koparmaya çalışmaları tam onlara göre bir işti

Zira, sevmedikleri, beğenmedikleri, ademe mahkum etmek istedikleri ve anlamak için bir kere olsun kulak vermeyi düşünmedikleri kimseleri karalamak, hırpalamak ve yaralamak onların karakterlerinin gereğiydi

Ayrıca, Hocaefendi hakkında tertip edilen Londra Konferansı ve yine Avustralya’da Hocamızın adına açılan kürsü gibi faaliyetler, bu hasid ruhları adeta delirtmişti

Onlara göre; Gönüllüler Hareketi müsbet manada medyada yer almamalıydı; Hocaefendi mutlaka gündemden düşmeli ya da menfi olarak anılmalıydı İşte, mal bulmuş Mağribî gibi yapıştıkları dualı altın bu mülahazalarını gerçekleştirmek için güzel bir fırsattı

Tabii, dini değerlere şiddetle karşı ve manaya da büsbütün kapalı olan, Allah kabul etmeyen, Peygamber tanımayan ve ahirete inanmayan bir kısım mülhidler de bu inkar ve itiraz korosuna dahil olmak için sıradaydılar

Nitekim, hiç olmazsa insanların inanç ve hissiyatlarına saygılı davranmaları gereken bu huysuz ruhlar, sadece Hocaefendi’ye ya da adanmışlara değil, İslam’a, dini esaslara ve duaya inanan onca müslümana da saldırdılar, hakaretler yağdırdılar

Tartışmaların çok sıcak olduğu o günlerde Muhterem Hocamızın mevzuyla alâkalı mülahazalarını aktarmayı çok düşündüm; fakat, polemiklere katılmış olmamak için bu niyetimi şu ana kadar erteledim Şimdi müsaadenizle bu konudaki bazı hususlara değinmek istiyorum:


Evvela, bütün dünyada, tedavi esnasında duaya başvuran hastaların moral bakımından çok daha iyi ve daha ümitli olduklarına, emsallerine göre daha çabuk iyileştiklerine dair binlerce araştırma yayınlandığı, yüzlerce istatistik ortaya konduğu halde, ülkemizde bir kısım kimseler duanın tesirsizliğine dair bir-iki uydurma yazıyı nazara verdiler ve duanın gücünü inkar ettiler Hatta, bazıları sapla samanı karıştırırcasına, İslam’ın dua telakkisiyle diğer kültürlerin duayla meditasyon anlayışını birbirine karıştırdılar, dua ile dua terapisini aynı çizgide yorumladılar


Oysa, her mü’min hayatı boyunca defalarca duasının kabul olduğunu görmüş, sebepleri aşkın bir şekilde bazı isteklerinin gerçekleştiğine şahit olmuştur

İnanmayanlar kendi başlarına yansınlar, hakiki mü’minler düzmece istatistiklere ihtiyaç duymayacak ölçüde duanın tesirine dair yakîne ulaşmışlardır

Duanın kabulünün büyüklükle de alakası yoktur; kırık bir kalble ve samimi hislerle dergah-ı ilahinin tokmağına dokunanlara mutlaka bugün olmazsa yarın icabet edilmektedir ve inananlar bunun şahitleridir


Binaenaleyh, kısa bir süre düşünsem, size Hocamızın kendileri için dua ettiğine ve sonrasında şifa bulduklarına şahit olduğum insanlardan on tanesini bir çırpıda sayabilirim Bazılarının “Şeyh uçmaz, müritleri uçurur” dediklerini duyar gibiyim Hayır, bizde ne şeyhlik var ne de müritlik

Dahası, biz onu uçurmuyoruz; bilakis, kadr ü kıymetine uygun olarak tanıtmaktan aciz kalıyoruz! Fakat, kasemle ifade edebilirim ki, büyüklüğü böyle şeylerde aramadığımız ve mesleğimize de uygun bulmadığımız için birkaç kişi arasında mahrem kalan onlarca hadise görmüş ve yaşamışımdır Sadece duaların kabul olduğunu görme de değil, dine ve dindara düşmanlık eden kimselerden Muhterem Hocamızın Allah’a havale ettiklerinin başlarına gelenleri ibretle ve hayretle seyretmişimdir (Söz gelimi birinci tekil şahıslı ifadeler kullansam da bu mevzuda yalnız değilim; Hocamızı tanıyan herkesin aynı kanaatte olduğunu zannederim)


Haddizatında, Hocaefendi, kimseye beddua etmez, hiç kimsenin Cehennemle cezalandırılmasını istemez; herkesin hidayetini diler

Fakat, olmadık iftiralarla ve uydurma laflarla mü’minlere saldıranlar hakkında “Allah’ım kabil-i ıslahsa, hidayet eyle; şayet vicdanı çürümüşse ve zehirlemekten zevk alır hale gelmişse, artık onu Sana havale ediyorum” der İşte, bu türlü havaleler sonrasında görmüşüzdür ki, çok geçmeden o zâlimlerin kimisi bir iç hastalığına yakalanmış, karnı delik deşik olmuş ve bağırsakları dışarıya çıkmış; kimisi asansör boşluğuna düşmüş, başı yarılmış, kolu kırılmış; kimisi beyninden kan kusmuş, kimisi felç olmuş ve kimisi de Parkinson’a tutulmuş Mazlumların sahibi Allah’tır; mazlumun duası geri çevrilmeyen dualardandır

İnanmayan inanmasın; münkesir bir kalbin âhına hemen “Kulum” dendiğinin binlerce misali vardır Ne ki, bu misaller ulu orta söylenecek ve caka yapılacak şeyler değildir
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “Allah derdi de devayı da indirmiştir; her derdin bir devası vardır Öyle ise, tedavi olun ama şifayı haramda aramayın!” buyurarak ifade ettiği hakikate göre, felç dahil her türlü hastalığın çaresi mevcuttur Bu çare, bazen zahirî sebeplerin eliyle, yani tedavi yollarına başvurmak suretiyle gelir; bazen de hiçbir sebebe müracaat etmeksizin, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak ve O’ndan şifa dilemekle elde edilir

Mesela; Rehber-i Ekmel’in (aleyhissalatü vessellam) tavsiyelerine uyarak, ağrıyan yerine elini koyup üç defa “bismillah” dedikten sonra, “euzü bi izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidü ve uhâziru min vece’î hâzâ - Vücudumda duyduğum ağrının şerrinden ve neticesinden korktuğum şu acıdan, Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım!

duasını tekrarlayan ve samimi bir kalb ile Hazreti Şafî’ye teveccühte bulunan bir kula, Allah Teâlâ sebepler üstü şifa ihsan edebilir

Evet, bir mü’min, halis bir ubudiyet sayılan dua vesilesiyle Cenâb-ı Hakk’a yönelince sebepleri bütünüyle aşabilir ve “nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin zuhuru ile” Rabbin husûsî bir muamelesine mazhar olabilir


Hocamızın Bacağı Dua Sayesinde Kesilmekten Kurtuldu!
Bazıları duanın müessiriyetini inkar etseler de, Aziz Hocamız başından geçen ve pek çok dostunun şahit olduğu bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:


1972 senesinde bacağımda dayanılmaz bir ağrı zuhur etti ve bu hal aylarca sürdü Bazen hiç hareket edemedim, evden dışarı çıkamadım Doktorlar önce kemik erimesinden şüphe ettiler; sonra -bağışlayın- kalçada bir deformasyon olduğunu söylediler

İzmir Tepecik’te Devlet Hastanesi’ndeki bazı hekimler konsultasyon yaptılar ve bacağımın vaziyetini çok olumsuz gördüler

Benden bir şey gizlermiş gibi aralarında uzun uzun konuştular; ihtimal, verecekleri haber karşısında çok sarsılacağımı düşündüler Bugün bana kanser olduğumu da söyleseler, umurumda değil

Bir gün fazla yaşamayı dahi istemiyorum Gayrı vuslatı arzuluyorum Sadece kardeş, dost ve arkadaşlarımın vifak ve ittifakını düşününce, “Bu dünyaya onların gül hatırlarına biraz daha sabredebilirim!” diyorum
Fakat, o gün henüz otuz küsur yaşlarındaydım; gençlik yılları sayılan dönemi idrak ediyordum

Belki çok kötü bir haberden dolayı ziyadesiyle üzülebilirdim Bundan dolayı, hekimler istişarelerinin neticesini biraz saklı tuttular; fakat, sonra aralarında konuşurken, bana da duyuracak şekilde seslerini yükselttiler “Kalçanın alınması lazım, bacağın kesilmesi icap ediyor!” türünden sözler söylediler

Bunları duyunca hiç etkilenmedim diyemem O şok anında insanın içine birden bire hafif de olsa bir sis, bir duman çöküyor Sadık u Masduk Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki “Gerçek sabır, bir musibetin gelip çarptığı ilk andaki sabırdır” Tahammülü zor bir hadiseyle karşılaştığınız zaman “gık” bile demeden ona katlanmanızdır hakiki sabır Mesela; aniden vurup kolunuzu kopardıkları anda şikayet feryatları yükseltmeden buna katlanabiliyorsanız siz sabırlı bir insansınız demektir

Yoksa, kadere taşlar attıktan, Cenab-ı Hakk’ı kullarına şikayet ettikten ve isyana daldıktan bir süre sonra, ağrılarınızın dinmesinin, dostlarınızın gelip teselli etmelerinin ve acınıza ortak olmalarının akabinde başınıza gelene tahammül etmeye karar vermeniz sabrettiğiniz manasına gelmez

Hadisenin şok tesiri esnasında “Allah’tan gelene razıyım!” diyebiliyorsanız, ancak o zaman sabrı anlamış sayılırsınız


İşte, bacağımın kesilmesi gerektiğini öğrendiğim o anda, öyle bir şok yaşadım, hafifçe birkaç adım attım ve kapının sövelerine dayandım Sonra, “Rabbim, şimdiye kadar iki ayak vermiştin, artık birini alıyorsun, Sana hamdolsun!” dedim

Birden dünyanın yükünün üzerimden kalktığını hissettim Kim bilir, belki de o esnada -Üstad’ın ifadesiyle- “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” hakikatinin inşirahını tattım

O günlerde, Doktor Cevdet Alptekin’e de gittik; kendisi o sıralar bacak kesme vakalarıyla meşhurdu Bana henüz bir şey dememişti ama hemen yanımızdaki bir adama bacağının kesilmesi gerektiğini söylemişti

Adamcağızın kızı ağlamaya durdu, adam da çok fena bozuldu Boyacılık yaptığını sonradan öğrendiğim adam nazarlarını kendi bacağına dikti, uzun uzun öyle ayağına baktı Aynı teklifle karşılaşmamın çok muhtemel olduğu bir anda, o psikolojiyi onunla beraber yaşadım Bir orada onunla beraber, bir de idama mahkum edilen bir adamın asılması anında diyanet görevlisi olarak vazifelendirildiğim sırada aynı ruh haletini yaşadım Adam ayağına bakıyor, “Bu ayak kesilecek öyle mi?” diyor; şöyle bir dönüyor, kendi kendine konuşuyor, “Ben, bu Ramazan’da oruç da tutmuştum, teravihe de gitmiştim ama” diyerek hezeyan içinde mırıldanıyor Onun o andaki hislerini duymadan bu sözlerin manasını kavrayamazsınız; nasıl çaresizce kıvrandığını anlayamazsınız Ve nihayet adamın ayağını kestiler, bir müddet sonra onu ayağı kesik bir halde boyacılık yaparken gördüm


His ve duygu yoğunluğu açısından dolu dolu geçirdiğim o dönemde bir gün zor güç yürüye yürüye eve geldim Kardeş apartmanında kalıyorduk

Ramazanın içindeydi; demek ki, vaaza da gidemiyordum Çocukluğumda dedemden öğrenmiştim; daha mini minnacık olduğum dönemde, başının çok şiddetli ağrıdığı bir vakit, beni yanına çağırmıştı; “Gel, başımı tut ve salat u selam oku” demişti

Demek ki, Allah Rasûlü’ne salat ü selam sayesinde ağrısının dineceğine inanıyordu Dedemin o halini hatırladım Gece, sahurdan evvel kalktım; bir kaba zeytinyağı koydum, salat u selam okuyarak, zeytinyağı sürdüğüm bacağımı bir güzel ovdum Cenab-ı Hakk’a şu sözlerle teveccühte bulundum:
مَوْلاَيَ صَلِّ وَسَلِّمْ دَائِمًا أَبَدًا / عَلَى حَبِيبِكَ خَيْرِ الْخَلْقِ كُلِّهِمِ
هُوَ الْحَبِيبُ الَّذِي تُرْجَى شَفَاعَتُهُ / لِكُلِّ هَوْلٍ مِنَ اْلأَهْوَالِ مُقْتَحِمِ
“Ey Yüce Rabbim, Sahibim ve Efendim! Bütün yaratıkların hayırlısı olan Habîbin Muhammed’e sürekli sonsuz salât u selâm eyle! Zira, Senin Habîb’in, içimize endişe salan bütün musibetler ve katlanmak zorunda olduğumuz bütün korkular karşısında şefâatını umduğumuz yegâne Zattır
Bu satırları defalarca okuduktan sonra da şu mısraı çokça tekrar ettim:
لَو نَاسَبَتْ قَدْرَهُ اٰيَاتُهُ عِظَماً /اَحْيَ اسْمُهُ حِينَ يُدْعَى دَارِسَ الرِّمَمِ
“Mucizeleri O’nun kadr u kıymetine denk büyüklükte cereyan etseydi, mübarek ismi anılınca çürümüş kemikler bile cana gelirdi” mealindeki bu sözün gönlümde tutuşturduğu mülahazalarla Şefkat Peygamberi’nin himmetine ve onun şefaatiyle Rabb-i Rahim’in merhametine sığındım “Yapısı bozulmuş bir uzuv ya da ölmeye yüz tutmuş bazı hücreler ne ki, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun adı hürmetine Allah Teâlâ çürümüş kemikleri dahi ihya edebilir” düşüncesiyle, Rasul-ü Ekrem’in (aleyhissalatu vesselam) ruhaniyatından bir iltimas talebinde bulundum Buna birkaç gece devam ettim Bir hafta geçti ya da geçmedi ağrılarım yavaş yavaş azaldı ve nihayet sona erdi Rahmeti Sonsuz’a şükürler olsun, o gün bugündür bacağımla alâkalı öyle bir problem yaşamadım


Evet, dua, Cenâb-ı Hakk’a esbab üstü teveccühün unvanıdır Allah’a inanmayanlar, O’nun sebepler üstü icraatının varlığını da kabul etmezler Böylelerine duanın gücünü anlatmak ve onları Allah’ın ekstradan lütuflarının bulunduğuna inandırmak çok zordur

Oysa, şahsen o kadar çok hadiseye şahit olmuşumdur ki Alvar İmamı ya da Salih Efendi Hazretleri gibi ağzı dualı bir Hak dostunun kanserli bir insana dua ettiğini ve biiznillah o hastanın şifayâb olduğunu kaç defa görmüşümdür Bu, hekime gidilmesin demek değildir Kemoterapi, radyoterapi yapılmasın manasına gelmemektedir

Tıbbın mutlaka bir yeri vardır; tabii ki teşhis ve tedavi adına gerekenler ortaya konulmalıdır Fakat, bunların yanı sıra duaya da başvurulmasının ne mahzuru vardır?! Pozitivizm üzerine müesses olan tıbbımız düne kadar rehabilitasyonu bile kabul etmiyordu; akupunkturu bir tedavi metodu saymıyordu; alternatif tedaviyi kökünden reddediyordu; kiropraktiği bir aldatmadan ibaret görüyordu Bazıları hâlâ bu sahalara karşı oldukça mesafeli dursalar da, bunların hepsi yavaş yavaş tıp sahasına giriyor Bir ilim adamının dediği gibi, “Biz tecrübi ilimlere bağlı olan bu tıp alanında, koskocaman bir masanın ancak bir köşesi kadar bir yere muttali olabildik; önümüzde keşfedilmesi gerekli olan daha şu kadar büyük bir saha var

” Öyleyse, hangi değişmez ve sabit kurallara göre duanın tesiri yok sayılabilir ki!
Kanaat-ı âcizâneme göre, gözardı edilen husus şudur: İnsan, bir hastalığın pençesine düştüğü zaman, ruhu açısından nasıl bir panik yaşarsa, o şahsın beden hücreleri de biyolojik hayatiyetleri itibarıyla öyle bir panik yaşarlar İşte insan, böyle bir durumda “Rabbimin inayetiyle, benim bu hastalığı aşmam mümkündür” inancıyla toparlanabilirse, kanseri bile -Allah’ın izniyle- aşabilir Çünkü, onun bedenine hükmeden ve zîşuur bir kanun-u emrî olan küllî ruh, Allah’a itimadın hasıl ettiği yüksek bir moral gücü ile vücuttaki hücrelere enerji pompalar Bu moralden nasiplerini alan hücreler de panik havasından kurtulur ve -Allah’ın inayetiyle- bünyede yapılması gerekli olan tamiratı yaparlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi

Eski 08-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi



Hocaefendi ve Dua Listeleri
Aziz Dostlar,
“Dualı Altın” mevzuu medya tarafından abartılıp, bazı kesimlerce Hocaefendi aleyhine propaganda malzemesi haline getirildiği günlerde, yapılmak istenenlerden biri de Aziz Hocamızın -hâşâ- piyasada muskacı ve üfürükçü olarak bilinen kimseler sınıfına indirgenmeye çalışılmasıydı Sanki, dinde dua okuma yokmuş da, bunu çıkaranlar sadece muskacılarmış ve -hâşâ- Hocamız da onların yaptığını yapıyormuş gibi gösterilmek istendi

Evet, dinimizde muğlak ifadeler, bilinmeyen isimler, anlamsız kelimeler ve kesik harfler ile demir ve tuz kullanarak veya ip bağlayarak rukye yapmak haram kılınmıştır Allah Teâlâ’dan başkasına dua etmek ve masivadan yardım dilemek de şirktir


Şu kadar var ki, İslam Alimleri, Allah Teâlâ’nın kelamı, isimleri veya sıfatlarıyla yapılması, malum kelimeler kullanılması ve umulan faydanın Cenâb-ı Hak tarafından gönderildiğine inanılması şartıyla dua okumanın ya da yazmanın caiz olacağı üzerinde ittifak etmişlerdir
Nitekim, Hazreti Aişe validemizin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte, “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) son hastalığında Muavvizeteyn’i okuyup kendisine üflüyordu” denilmektedir

Hakeza, akrep sokmasına karşı Fatiha ile rukye yapıldığına dair hadis varid olmuştur

Yine Rasûl-ü Ekrem’in bazı hastalara Muavvizeteyn okuyup, onları sağ eliyle meshettiği ve peşinden de şöyle söylediği nakledilmektedir: “Ey insanların Rabbi olan Allah’ım hastalığı gider; buna şifa ver Şifa veren yalnız Sensin Senin şifandan başka şifa yoktur Hastalıktan eser bırakmayan bir şifa ver!”


Bu malumat ışığında belirtmeliyim ki: Hocamızdan da çokları dua istemektedirler; hatta nazı geçenler isim listesi göndermektedirler Aslında o listelerin altından kalkmak ve bütün isimleri teker teker okumak çok zordur Bunun için de, “mâbeyin ehli” denebilecek kimseler, Hocamızın rahatsızlıklarını, meşguliyetlerini ve istirahatini düşünerek sütre vazifesi görmeye çalışmakta; “Ne olur, Hocamıza gadretmeyelim; bakın yazılarını yazacak vakit bile bulamıyor ama her gün isimleri sayıp, onlara dua etmek için bir sürü vakit ayırmak zorunda kalıyor!” demekte, bu konudaki talepleri azaltmaya gayret göstermekte ve hatta bazen -dua isteyenlere hak vermekle beraber- kırıcı bile olmaktadırlar

Fakat, ne yapsınlar Hocamız eline ulaştırılan isimleri hiç olmazsa bir kere zikretmekte ve haklarında dua etmektedir Kendisine ulaştıktan sonra o isimleri bir kerecik de olsa anmadan, listeyi elinden almak mümkün değildir Dahası, o isimlerin sahiplerine hürmeten listeleri çöpe atmamakta, yakmamakta, parça parça etmemektedir; sadece toprağa gömülmesine izin vermekte ve bunu da hayırla te’vil etmektedir Dua talepleri karşısındaki mülahazaları şu şekildedir:

Aslında, her zaman, umumi manada herkesi kuşatacak dualar ediyorum Fakat, bazen hususi dua istekleri de oluyor Kimi zaman onlarca isim verilince her gün dünya kadar insana dua ediyorum Benim duamdan ne olur ki! Fakat, madem hatır ortaya koyuyorlar ve “
Ne olur ‘amin’ de!” diyorlar;
ben de hüsn-ü niyetli bu insanlara hürmeten “Allah’ım beni de, onları da Kendi yolunda halisane hizmete muvaffak kıl!”
diye Rabbime niyaz ediyorum

Kendim için ne istiyorsam onlar için de aynısını isitiyorum “Ey Yegâne Merhametli Rabbim! Bizi âlim, ârif, halîm, çok çok tevbede bulunup dergahına teveccüh eden, âh u enînlerle sürekli kapının tokmağına dokunan, mütevazi, huzurunda hep elpençe divan duran, Kur’an ahlakıyla ahlaklanan, vakur, ciddi, mehabetli, muhlis (ihlası kazanmış), muhlas (ihlasa erdirilmiş), bütün icraat-ı sübhaniyenden razı olmuş ve Sen’in rızana ermiş, Sen’i her şeyden daha çok seven ve münezzeh sevgine mazhar kılınan ve daima kalbi haşyetle atan, dudakları münacaatla kıpırdayan salih kullarından eyle!” mülahazalarıyla yakarıyorum

Diyebilirim ki; bu meselenin içinden kolayca sıyrılmayı, bir yönüyle işi onların teveccühüne bağlamada buldum: “Bunlar yanılıyorlar, ben dua edecek insan değilim; madem teveccüh etmişler, ya Rabbî, bunları hüsn-ü zanlarında yalancı çıkarma!” niyazıyla el açıyorum Benden dua isteyenleri kırmıyorum; taleplerini yerine getirmeyi dostlar arasındaki münasebetler açısından çok lüzumlu görüyor ve bir vefa borcu sayıyorum Fakat, Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederken, kendimi nefyetmenin yanı başında, o insanların iyi niyetlerini boşa çıkarmaması için Rabbime yalvarıyorum

Alıntı Yaparak Cevapla

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi

Eski 08-23-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi





arapça karınca duası
Allâhumme yâ rabbi ve cebrâîle ve mikâîle ve isrâfîle ve azrâîle ve ibrâhîme ve ismâile ve ishâka ve yakûbe ve munzilel berekâti vet tevrâti vez zebûri vel incîli vel furkâni ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm * lâ ilâhe illallâhul melikul hakkul mubîn * muhammedun resûlullâhi sâdikul va’dil emîn * yâ rabbi yâ rabbi yâ hayyu yâ kayyûmu yâ zel celâli vel ikrâm *es’eluke yâ rabbel arşil azîm * en yerzukanî rızkan helâlen tayyiben bi rahmetike yâ erhamer râhimîn
Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatiyûş, Kitmîr, Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş
Bu dua, bereket için dükkânın 4 duvarına asılır

Kıtmîr Duası ve Nazarlıklar
Kıymetli Arkadaşlar,
Az önce de değindiğim üzere, Muhterem Hocamızın hususiyle yeni doğmuş bebeklere hediye ettiği, hem hacim hem de maddî değer açısından küçük, altın ya da gümüş paraların üzerindeki “Kıtmîr duası” da tenkitlere medar oldu

Oysa, Hocamız boş bir kolye vermek yerine üzerine nazar ayeti olarak bilinen beyan-ı ilahiyi ve Ashab-ı Kehf’in isimlerini nakşettirmiş; böylece, verdiği küçük paracıkların sadece göz aydınlığı değil aynı zamanda hayır duası yerine geçecek bir hediye olmasını istemişti


Hocamızın bu konuyla alâkalı anlattıklarına geçmeden önce şu hususu hatırlatmak istiyorum:


Bildiğiniz gibi, nazar; bakma, fikir, mülahaza, niyet, iltifat, teveccüh ve kem göz manalarına gelmektedir; Türkçemizde daha çok “nazara geldi”, “nazara uğradı”, “nazar değdi” ve “nazar etti” şeklinde bir fiille beraber kullanılmaktadır Arapça’da, göz değmesinin karşılığı “isabetü’l-ayn”dır
Hazreti Âişe validemizin rivayet ettiğine göre, Rehber-i Ekmel Efendimiz, “Nazardan Allah’a sığınınız Çünkü göz değmesi gerçektir” buyurmuştur


Muhterem Hocaefendi, dinin yasak saydığı rukyeden ömür boyu hep uzak olmuştur; dinde bir aslını görmediği hiçbir duayı, iksiri, tılsımı ya da formülü herhangi bir derdin devası olarak hiçbir insana tavsiye etmemiştir

Değişik rahatsızlıkları olan kimseler bir dua yazmasını ya da işaret etmesini istediklerinde, hemen Peygamber Efendimiz’in dualarına bakmış ve onlardan birisini göstermiştir

Mesela, Hazreti Osman (radiyallahu anh) tarafından rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kul her günün sabahında, her gecenin akşamında üç defa şu şekilde duâ ederse, o kişiye hiçbir şey zarar veremez:

Bismillâhi lâ yedurru ma’asmihi şey’un fıl’ardı vela fı’ssemâi ve huve’s-semiul-alîm

- Adını anıp durdukça bana yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle (sabaha erdim, akşamladım) O ki, Semi’ ve Alîm’dir, her şeyi işiten ve bilendir” İşte, Aziz Hocamız illa bir kimseye dua öğretecekse, Sadık u Masduk Efendimiz’in bu türlü beyanlarına nazar etmekte; rahatsızlığını anlatan insanın durumunu gözeterek, hadis-i şeriflerde yer alan dualar arasından ona en uygun olanını salık vermektedir

Muhterem Hocamız Kıtmîr duasıyla alakalı olarak da takriben şunları söylemiştir:

Kıtmîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki ince zarın adıdır Bu kelime, hakir, küçük ve değersiz şeylerde mesel olmuştur; bir şeyin kıymetsizliğini ifade etmede kullanılır Mesela; “Falanın dinden nasibi kıtmîr kadardır!” denirse, bu o şahsın dinden nasipsizliğini gösterir Ayrıca, Kıtmîr, Ashab-ı Kehf’in köpeğinin ismi olarak zikredilmiştir

Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir
Hazreti Üstad, “Hafız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor

Meselâ, Sûre-i Kehf’te “ve sâminühüm kelbühüm” kelimesi altında yapraklar delinse, Sûre-i Fâtır’daki “kıtmîr” kelimesi az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak!” derken bu iki yere işaret etmiştir

Ashab-ı Kehf, Allah’ın emir ve yasaklarından yana olduklarından ve putperestliği reddettiklerinden dolayı adının Dakyanus olduğu söylenen Roma askerî valisi tarafından takibata uğratılmış ve inançları sebebiyle cezalandırılmak istenmişlerdi Zalim valinin zulmünden kaçan bu mü’minler evlerini gizlice terk ederek şehrin yakınlarında bulunan bir mağaraya saklanmışlardı Derken, Allah’ın riayetiyle uykuya dalmışlar ve üç yüz sene ya da az daha fazla bir süre orada o halde kalmışlardı Cenab-ı Hak onları o mağarada senelerce sıyanet buyurmuştu

Allah’ın hususi hıfzına mazhar bu mübarek insanların isimleri tefsir kitaplarında genel olarak şu şekilde zikredilmiştir:

Yemliha, Mekselina, Meselina, Mernuş, Debernuş, Sazenuş, Kefeştatayuş ve bir de onların başında bekleyen çoban köpeği Kıtmîr
Kitap ve Sünnet ile sabit değilse de, bazı Hak dostları nazar dualarında teberrüken bu kutlu isimleri de katmışlardır Önce bir daire şeklinde, “O kâfirler Zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Ve o “delinin teki!” derler Delilik nerede, o nerede? Onun hiç delilikle ilgisi mi olur? Şu Kur’ân başka değil, ancak bütün alemlere bir derstir” (Kalem, 68/50-51) mealindeki ayet-i kerimeleri yazmış; sonra o daireyi içe doğru Ashab-ı Kehf’in isimleriyle devam ettirmiş ve ortaya da “Kıtmîr” kelimesini koymuşlardır Bazıları, “Kıtmîr’in ortaya yerleştirilmesine itiraz etmişlerdir; fakat, ehlullah, onu diğerlerinden ayırma kasdıyla ortaya almışlardır Ayrıca, kendilerini “Kıtmîr” yerine koyup, “Allah’ım bu ayetler ve şu isimleri etrafıma sur yap ve onlar hürmetine beni koru!” demek istemişlerdir
Çok hayırlı işler de yapmış olan ve biraz dilden de anlayan bir zat, öyle bir nakşı görünce hafakanlara girmiş, küplere binmiş ve “Bu ne saygısızlık, köpeği Kur’an-ı Kerim’in ayetleri içine yazıyorlar” demişti Oysa, o isim zaten Kur’an’da geçiyor Dahası, o kelimeyle kastedilen de sadece bir kelb değil Orada daha derin mülahazalar gözetiliyor “Allah’ım, Sen Ashab-ı Kehf hürmetine bir kelbi bile üç yüz sene muhafaza ettin; bu biçareyi de Hazreti Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) bir kelbi kabul et; kendimi onun yerine koyuyor, etrafımı kuşatan şu ayetler ve isimlerinin arkasına sığındığım o makbul kullar hürmetine beni de himayene almanı diliyorum!” manası kastediliyor
Az önce de belirttiğim gibi, bu duanın bu şekilde tasnif edilmesi, Kitab’a ve Sünnet’e dayanmamaktadır; bu Ehlullah’ın keşfettiği ve faydasını gördüğü bazı sırlar cümlesindendir Fakat, hıfzedenin ve asıl teveccüh edilmesi gerekenin kim olduğu bilinirse, nazardan korunmak için onu bir vesile yapmakta mahzur yoktur
Belli bir dönemden sonra imam olarak vazife yapan çok halis bir arkadaşım vardı Boyu kısa, bacakları da çarpıktı İki de bir gelir, “Yahu, Fethullah Efendi, bana yine birinin nazarı çarptı!” derdi Aşağılama ya da hafife alma kasdıyla değil de, kendisine nazar değdiğini söylediği andaki sevimliliğinin sürüklemesiyle, “Be adam nazar senin nerene çarpar, alttan gelse yamuk bacaklarının arasından geçer, üstten gelse boyunu aşıp gider” derdim Yine bir gün, ciddi bir inanmışlık içinde ve çok terbiyeli bir edayla “Fethullah Efendi, ben yine nazara uğradım!” dedi O gidince, kendi kendime düşündüm, “Bunun dediği doğrudur; insan, sadece boyu posu, edası endamı ve kılık kıyafetinden dolayı değil, başka hususiyetleri sebebiyle de nazara gelebilir Kiminin ahlakı güzel olur, kimi güzel Kur’an okur, bir başkası kelam ehlidir, diğerinin ilmi derindir Bunların her birisinden dolayı insana nazar isabet edebilir” dedim ve onun hakkındaki evvelki düşüncemden vazgeçtim
Hadis olarak rivayet edilen bir beyanda deniliyor ki; “Göz değmesi, deveyi kazana, adamı mezara sokar” Bediüzzaman hazretleri bu meşhur kaideyi hatırlatarak “Benim kat’î kanaatim geldi ki, nazar, beni şiddetle müteessir ve hasta eder Çünkü bana bakan, ya şiddetli adâvetle veya takdirle nazar eder” demektedir Öyleyse, alıcı ve alkışlayıcı bir nazarla herkesin yüzüne bakmamak lazımdır Yoksa, farkında olmadan çarpabilirsiniz, nazarınız kem olabilir Bu açıdan, ille de takdir nazarıyla bakacaksanız, “maşaAllah” sözünü ihmal etmemelisiniz; şayet birini beğenmiyor ve onu nahoş görüyorsanız, “Allah’ım beni öyle eyleme, onu da ıslah et!” demelisiniz
Hâsılı, o kem gözleri başka şeylere celbedip zararlarına mani olma kasdıyla “kıtmîr duası” denilen metni yazıp bazılarına verenler ve onu kullananlar olmuştur Şahsen, üzerinde dua nakışlı öyle bir parayı ya da yazılı parçacığı üstümde taşıma ihtiyacı hiç duymadım ve hiç kullanmadım Fakat, kullananları da hiç kınamadım Şayet, Müessir-i Hakiki’yi biliyorlarsa; dua yazılı bir altın, gümüş ya da kağıttan medet ummuyor, ona tesir-i hakiki vermiyor, onun koruduğunu düşünmüyor ve onu sadece bir vesile kabul ediyorlarsa, yaptıklarının yanlış olduğunu düşünmedim
Evet, dinimizde nazardan korunmak için, “nazarlık” denilen mavi boncuk, sarımsak, at nalı, kuru kelle, minyatür süpürge ve benzerlerini, içinde ne yazılı olduğu bilinmeyen ya da garip bir takım şifreler ihtiva eden muskaları, nereye olursa olsun takmak bid’at sayılmıştır Onların zatında koruyucu olduğunu düşünmek ve onlara tesir-i hakiki vermek çok tehlikelidir Hıfz u himaye eden onlar değildir; fakat, akîdeye sâdık kalma şartıyla, kem nazarlı kimselerin nazarını dağıtma adına o türlü şeylerin bulunmasına da bütünüyle itiraz etmemek gerektir Önemli olan akîdede inhirafa düşmemektir O kuru kelleden bir şey olsaydı, kendi etini korur, kendi asli yapısını muhafaza ederdi Onun kendisine faydası yoktur; ama kem nazarlı bir adamın gözü ona takılabilir; adam “Bu ne ki?” deyip onunla uğraşırken oradaki insanlar sıyanet edilmiş olabilir Kötü bakışlar o türlü vasıtalarla kırılabilir ve onlar dikkati dağıtmaya matuf kullanılabilir Sözlerim yanlış anlaşılmasın, “Her köşeye bir nazarlık asalım, her kapıya bir nal takalım!” demiyorum; bunları isabetli kabul ettiğimi de söylemiyorum Fakat, ulu orta her şeyin aleyhinde bulunmanın doğru olmadığını ifade etmeye çalışıyorum Bugün her şeye ircâ edilen pozitivist düşüncenin yanlışlığına dikkat çekiyorum


Karınca Duası
Genellikle bir kısım ticarethanelerde, dükkanlarda çerçeve içerisinde muhafaza edilen, adına "karınca duası" veya "bereket duası" denilen, okuyanın veya ticarethanesinde bulunduranın hayırlı ve bereketli kazançlar elde edeceğine inanılan, kim tarafından yazıldığı bilinmeyen, dinî bir temele de dayanmayan levhalar yer alır
Karınca duası veyahutta bereket duası (ikisi de aynı şey) halk arasında okunan meşhur olmuş dualardan birisi Kaynaklara baktığımızda Peygamber Efendimiz'den böyle bir duanın gelmedigini görüyoruz
Ancak duanın metnine baktığımızda duada geçen ifadeler ayet ve hadis kaynaklıdır Bu sebeple bu duanın okunmasında ya da taşınmasında herhangi bir sakıncanın olmadğını söyleyebiliriz
Günümüze kadar gelen çok çesit dualar vardir Hatta bu duaları Gümüshanevi Hazretleri Mecmuatu'l-Ahzab isimli kitabinda bir araya getirmiş Buradaki dualara baktığımızda tamamına yakını aynıyla Efendimiz'den gelmediği görülmektedir Ancak Efendimiz'den sonra gelen mana büyükleri ayet ve hadislerdeki dua ifadelerini birleştirmişler ve bu şekilde ortaya yeni dua metinleri çıkmıştır

Buradan hareketle karınca duasının kimden geldigini tesbit etmek mümkün olmamakla birlikte, bir dua olarak okunmasında ya da taşınmasında mahzur yok denebilir
Bu ve buna benzer dualarda dikkat etmemiz gereken en önemli konu ise, içlerinde geçen ayet ve hadisleri okuyarak ve anlamlarınıı öğrenerek onların manalarına uygun yaşamaya çalışmaktır
İçinde ayet ve hadis bulunan kitapçık ve diğer yazılarla tuvalete girmeye gelince:
Önce tedbirine bakalım
Şüphesiz ki, böyle ayet ve çeşitli duaları ihtiva eden kitapçıkları kirli yerlere götürmemek, tuvalete sokmamak en güzelidir Mümkün olsa da buralara girerken münasip bir yere konsa, çıkarken de alınıp yine cebe indirilse Ama bu, en güzeli olmasına rağmen her zaman mümkün değildir
Öyle ise bu gibi, gerek okumak, gerekse korunmak için cepte gezdirilen kitapçığı ‘üzerine alma, gezdirme’ demek de uygun olmasa gerekir
Bu sebeple değerli fıkıh kitabı Mülteka’nın şerhi Dâmâd’dan bir nakil yaparak çıkış yolu tesbit ve tercih edeceğiz Şöyle denmektedir bu kayıtta:
“Cebinde Kur’an ayetlerinden, yahut da Allah’ın isimlerinden yazılar bulunan kimsenin, bunlarla tuvalete girmesinde beis yoktur Bunlar bir şeye sarılı olursa yine beis yoktur Sarılı olmak hürmete daha yakındır Bununla beraber, mümkün olduğu kadarıyla tedbir alıp dışarıda temiz bir yere bırakmak daha güzeldir
Bu konuda verilen bir misalde, yüzük üzerindeki ayet ve mübarek kelimelerden de söz edilmekte, ayet yazılı yüzükle tuvalete girilmemesi gerektiği ifade edilirken, yüzüğün ayet yazılı kısmı avuç içine alınıp da muhafaza edildiği takdirde girilebileceğine de işaret edilmektedir
Demek ki bu gibi kitapların ya da yazıların bir beze, yahut da münasip bir kağıda ve benzeri özel sargılara sarılıp da cepte bulunması halinde mahzur olmayacağı noktası kuvvet kazanmaktadır
Tuvalete giremeyeceğinden korkarak bunları terk etmektense, cebine koyup hürmetli şekilde muhafaza ederek taşımayı tercih etmekte isabet olsa gerektir

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet Editör
KARINCA DUASI



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.