Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
faust, goethe

Goethe Ve Faust

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Goethe Ve Faust




JOHANN WOLFGANG VON GOETHE






GOETHE ve FAUST



Goethe, yazık ki pek geç başladığı hâtıralarında Alman edebiyatının geçen yüzyılın yetmiş yılına kadar oldukça doğru, etraflı bir tablosunu çizmiştir Bu devrin büyük adamları, en başta Klopstock olmak üzere, Wieland, Lessin’di Fransız klâsik okulu ile (Gottsched), İsviçre okulu (Bodmer) çarçabuk, bir daha dönmemesiye geçip gitmişlerdi Kolpstock ilk olarak edebiyatta milliyet, kahramanlık şiiri, kuzey mitolojisi konuları üzerinde durmu, şiirde kafiyeyi atmıştır Wieland, şu her telden çalan alaycı, keskin zekâlı adam, çok sayıda eserleriyle, Yunancadan, İngilizceden, Fransızcadan tercümeleriyle yurttaşlarını uyandırmış, kendine çekmiştir; Lessing Almanlara vergi sağlam zekâsı ile tenkidin, dramın temelini atmış, Alman edebiyatının kurucusu adını -belki de Klopstock’tan daha çok- hak etmiştir Onda görülmemiş bir tartışma kabiliyeti, sağlam bir mantık vardı (Zaten bu iki sıfat birbirinden ayrılamaz) Onun Klopstock gibilerine ve daha başkalarına karşı kazandırdığı zaferler, yeni doğan Alman edebiyatını yanlış yollarda mahvolmaktan korumuştur Bu üç yazarın pek büyük hizmetleri vardır; ama hiçbiri milletlerinin, zamanlarının özünü doğruca belirtmek talihine erememiştir Her milletin sâf bir edebiyat çağı vardır, o da yavaş yavaş insan ruhunun daha geniş başka gelişmelerini hazırlar; işte Almanya için böyle bir devir, 17nci yüzyıla doğru başlamıştır Bu arada Fransa’da olduğu gibi artık ihtiyarlamış, dış, iç savaşlar geçirmiş, çözülmedik hiçbir meselesi kalmamış, ama bu çözmelerin hiçbirine kanmamış bir toplum dururken, bu toplum, biteviye kendi mahvına, daha doğrusu kendi yeni doğuşuna doğru koşarken, Almanya, toplum olarak değil de, bir dili konuşan, ama bu dille yazılmış tek bir edebiyat anıtı olmıyan bir millet olarak Almanya, öz milliyetinin şuuruna, kendi kendinin şuuruna yeniden yeniye eriyordu XVIInci yüzyıya kadar bütün Alman bilginleri -Leibniz gibi- Almanca, Lâtince yazarlardı Şairler, soytarı gibi, sarayda tutulur, çeşitli bayramlarda törenlerde od’lar yazarlardı Hans Sachs, Fischart, Griphius okulundan yetişme mizahçılar, sadece Alman zekâsının salt hiciv yönünü gösteren, yani pek önemli sayılmıyan az sayıda istisnalardır; Alman hükümdarları, hattâ en büyükleri bile (II Friedrich’i hazırlayın) Alman dilini ihmal etmişlerdir; yalnız Luther zamamındaki dinciler, Almanca konuşup yazmışlardır En son geçen yüzyılın ilk yarısın gelmiş çatmış: filosof Wollf, Lâtinceyi bırakmıştır Henüz yaratıcı olmıyan genç Alman edebiyatı, Fransız edebiyatının izinde yürümüş, kısa bir zamanda birbiri ardınca birçok yazarlar yetişmeğe başlamıştır Bunları artık Gottsched gibi cevhersiz taklitçiler arasında sayamayız Doğrudan doğruya dil üzerinde yapılan tenkidli incelemeler oldukça basittir, ama o zamanlar için pek önemli değildir Goethe’nin Alman edebiyatında devrim dediği dönüm noktası ise geçen yüzyılın 70nci yılı ile 80inci yılı arasında, Alman tenkitçilerinin (daha doğrusu “ Litterarhistoriker”lerinin “ Fırtına ve Atılış Devri” (Sturm und Drang-Periode) dedikleri devirde başlamıştır


Her milletin hayatı, tek insanın hayatı ile karşılaştırılabilir, şu farkla ki millet, tıpkı tabiat gibi biteviye yeniden doğuş kabiliyetindedir Her insan, gençliğinde bir “ dâhilik devri ” geçirmiş, kendine güvenmenin, arkadaş topluluklarının heyecanını yaşamıştır Göreneklerin, skolâstiğin, kısacası her çeşit yetkenin, kendisine dışardan gelen her şeyin zincirini parçalılarak doğrudan doğruya kendi tabiatının gücüne inanır, tek güzellik ideali önünde eğilir gibi yalnız tabiat önünde eğilir Kendini çevresindeki dünyanın merkezi tanır (İyi yürekli bencilliğinin kendi de farkına varmadan) hiç kimse için fedakârlıkta bulunmaz; hep kendisini fedakârlığa zorlar O, romantiktir; romantizm, kişiliğin bir çeşit tanrılaştırılmasıdır O, toplum üzerinde, toplum meseleleri üzerinde, bilim üzerinde yorumlamalardan çekinmez, toplum, hattâ bilim, onun içindir, ama o, toplum için, bilim için değil


İşte Goethe’nin gençliği Almanya’da böyle bir romantizm çağına rastlar Birçok dâhi denilen gençler türemiştir; gençlik, bağımsızlık, tabiat sözleri herkezin ağzında dolaşıyordu; o zaman Haydutlar’ı yazmak kimsenin aklından geçmezdi, çünkü herkes öz seivnçleriyle, öz acılariyle ilgileniyordu, ama birçokları doğrudan doğruya Shakespeare’i bulmayı umuyorlardı; bu sırada Wieland’la Eschenbach, onu Almanya’da tanıttılar Okuyucular, onların tercümelerini hırsla okuyorlardı Shakespeare sevgisi, orta çağ sevgisini de uyandırdı, orta çağa yönelme, bir millet gerçekten ondan sıyrıldığı zaman kendini duyurur; bu sıyrılma ise Almanya’da oldukça geç olmuştur Fransa’da insan zekâsının hareketleri Voltaire, Rousseau Ansiklopedistler, bütün dünyayı derinden derine, şiddetle sarsmış olan hareketler, bu zamanda Almanya’da pek az akisler uyandırmıştır Bakın, Goethe’nin kendisi, otobiyografisinin 3üncü bölümünde ne yazıyor: “ Ansiklopedi sözlüğünün (Diderot ile D’ Alembert’in tanınmış eseri) bir bölümü elimize rasgele geçince, bize kocaman bir fabrikaya girmişiz gibi geldi; içerde her yanda çarklar gıcırdıyor, dönüyor, makinaları anlaşılmaz bir biçimde hareket ettiriyorlardı Biz bütün bu hareketlerin gayesini anlamadığımız için tam bir ümitsizliğe düşmüştük Fransız filozoflarının papazlarla giriştikleri ateşli tartışma bizde ilgi uyandırmıyordu O zaman büyük bir gürültü uyandırmış olan yasak, yakılacak kitaplar bizde hiçbir tesir bırakmadı Bizim tanrımız, tabiattı


Gerçi Goethe, bu sözleri Strassburg dostları için söylemişti; ama kendisi o zaman genç neslin tam bir temsilcisi idi; başka yola giden çağdaşlarının varlığından bir iz bile kalmamıştır, yani onlar sapıtmışlardır Halbuki Goethe’nin ilk eserleri kalabalık okuyucuları hayrete düşürmüş, kendine çekmiştir







Almanca, baştan başa değilse de, hemen hemen yalnız edebiyat sorulariyle uğraşıyordu Yalnız zamanın ünlü publiciste’i Justus Möser’i başkalarınca ayrı tutmalıdır Toprak, henüz insanların ayakları altında sarsılmaya başlamamıştı; henüz bütün Avrupa, önceki yolunda yürüyor, eski görüşlerini, inanışlarını yaşıyordu Üstüne üstlük Alman milletinin ruhuna daha uygun olan felsefe devrimi, Almanya’da toplum hayatının her hangi bir alanında görülen gelişmeden önce gelmiş olsa gerek; yine bu Sturm und Drang devrinde kuzeyin ücra bir şehrinde profesör Kant, tenkit felsefesini, şu yavaş yavaş bütün gerçek hayatımıza işlemiş olan felsefesini sessizce, yorulmaz bir çalışma ile yaratıyordu


İşte bu devirde Rhein kıyılarında, kâh Strassburg’da, kâh Frankfurt’ta milletinin, zamanının bütün varlığını ifade etmek ödevini üstüne almış bir genç yaşıyordu: Wolfgang Goethe Hayatını herkes bilir Birkaç çizgi ile kişiliğini anlatmaya çalışalım O, her şeyden önce bir şairdi, başka bir şey değil Bizce bütün büyüklüğü, bütün sanatı şairiğindendir Her şeyi içine alan bir seziş gücü ile doğmuştu; yeryüzü ile ilgili en basit bir şey, onun ruhuna hafifçe, dosdoğru aksediyordu Onda bir şeye tutku ile, çılgınca bağlanma kabiliyeti, devamlı gözlem ile, doğru sanatkâr tutumu ile, bütüne canatması ile birleşmişti O, kendisi de tam bir bütündü -denildiği gibi- som bir parça idi; hayatla şiir, onda iki ayrı dünyaya ayrılmıyordu: hayatı, şiiri idi, şiiri de hayatı Düşees Stolberg’e şöyle yazıyor: “ Ben duygumu kabiliyete çevirmeyi, kabiliyetimi cevher olarak geliştirmeyi bilirim” Hayatı, dışta yalnız kendine bağlı, tabiî bir zaruretle gelişmiştir; hemen hemen daha çocukken tabiatının bu iç ahengi ile haşmetli bir bütün olduğunu anlamış, hiç çekinmeden kendine tapmağa başlamıştır Her şairde olduğu gibi onun da kendi (ben)i, hayatının hem ilk harfi, hem son harfi idi Ama bunun içine bütün dünyayı sokabilirsiniz; bu değişmenin büyüklüğünü düşünün, size öylesine dokunur ki! Meselâ şu küçük Klärchen şarkısı (burada dünyaya aşksız saadet olmadığı anlatılır, yani hiç de yani olmıyan bir fikir) sizi, ne kendi aklınıza, ne başkasının aklına hiç de böyle bir gelmemiş gibi sarar Öyle anlaşılıyor ki, Goethe ihtiyarlığında kendini bir Olympos Jupiter’i gibi saymakla hiç de şaka etmemiştir O, tabiata da, insana da üstün olduğunu biliyordu; sanata da, kendisine gelinceye kadar kimsenin hâkim olmadığı biçimde hâkimdi; insanlara asıl lâzım olan da budur; şiirler dile getirilen sevinçler, göz yaşları, onları gerçek sevinçlerden, gözy aşlarından daha çok heyecanlandırır


Ama Goethe bir Alman’dı, bir on sekizinci yüzyıl Almanı idi Reformanın oğlu idi; büyüklüğü, milletinin bütün atılışları, bütün dilekleri, kendinde verimli bir biçimde yankı uyandırmış olmasında idi O Faust’u büyük bir alman şairi olarak yaratmıştır Bu tipten faydalanmak ilk onun aklına gelmiş değildir: daha önce Shakespeare’in öncülerinden Marlowe, Faust adlı pek önemli bir eser yazmıştı Goethe’den başka, çağdaşlarından, arkadaşlarından (şayet Goethe’nin arkadaşı olmuşsa) Klingler ile Lentzs de birer Faust yazmışlardır İkisi de o zaman Goethe etrafına toplanmış belli başlı kişilerdendi Goethe, onları Notlar’ında pek ustaca tasvir etmiştir Ama, orijinal, hayalci, alaycı Lentz’in yanıp tutuşurcasına, boşuboşuna hayal ettiğini, Klinger’in sağlam, kuvvetli tabiatı için erişilmez olan gerçekleştirme, Goethe’ye kısmet olmuştur Faust konusu içine girince bunun bir başka türlüsü olamıyacağına inanırız Tıpkı L’homme du destin adıyla anılma şanına, Gochous ile Marceau’ya değil de Napoléon’un ermesi gibi


Faust, düpedüz insanca, daha doğrusu düpedüz bencil bir eserdir O zaman, Almanya, baştan başa atomlara bölünmüştü; herkes genel olarak insanla, yani gerçekte kendi öz kişiliği ile ilgileniyordu Faust, tragedianın başından sonuna kadar yalnız kendisi ile kaygılanır Goethe’de her dünya varlığının son sözü (tıpkı Kant’ta, Fichte’de olduğu gibi) insan ben’idir İşte bu ben, bu ilke, her var olanın bu mihenk taşı, kendisiyle birlikte bir rahatlık getirmez, ne bilgiye, ne kanaate, hattâ ne de sadakate, şu bildiğimiz basit, gündelik saadete ulaştırmaz (Faust, benim yaşadığım gibi köpek bile yaşamaz, diyor) Nereye, kime başvurmalı? Faust için toplum yoktur, insan soyu yoktur: O, yalnız kendisini düşünür, kurtuluşu yalnız kendini bekler Bu bakımdan Goethe’nin trgediası, bize odğrudan doğruya -bu söz çok daha sonra moda olmuşsa da- romantizmin kararlı, kesin bir deyişi olarak kendini göstermektedir İçinde daha önceki bütün uymazlıkların gerçekten düzelebileceği uzlaşmaları, o gerçek uzlaşmaları, “ Byron’da gördüğümüz gibi, Faust’ta görmüyoruz; ihtiyar Goethe’nin tragedia sonu olarak düşünüdğü o allegorik, soğuk, gergin çözüm, tek bir insanı bile kandırmasa gerektir; bu arada Faust’u bitirirken, o kibirli, pek sevimli, dar ufuklu, dâhi varlığın verdiği -Lord Byron’un her hangi bir eserini okurken duyduğumuz- acı, buruk rahatsızlığı kendimizde duymayız Bunun içindir ki, bütün gelişmeler, Goethe’nin klâsik anlamiyle huzurlu ruhunda uzlaşmıştır Evet, Goethe, istenilen müspet uzlaşmaya varmamıştır Ama, onun istediği zaten bu değildir: kendi kuvvetin ibilmek, onu duyurmaktır Faust’un ikinci kısmındaki o yüze kayıtsızlığı: işte bütün çözülmemiş meselelerin, şüphelerin tam, kesin bir uzlaşması Goethe, tabiatın a priori olarak kendisinden rahatlık imkânlarını esirgemediği adama, hiçbir karşılık vermez O, düpedüz insanca çember dışında bir şey tanımaz Bununla beraber, bu çember içinden çıkmıyan sorular da Faust’u sarsmaktadır, bu sorulara Goethe, kandırıcı karşılıklar bulamamıştır Kant’ın dili ile söyliyelim, bu aşkın sorular, ona yalnız Alman milletinin değil, bütün Avrupanın daha önceki gelişmesinden kalmadır; bütün insanlığın kendi hayatı, yeryüzü hayatı dışında olan şeye doğru atılışı, orta çağın her şeyde: toplumun doğrudan doğruya kuruluşunda, tarihte, şiirde, sanatta (gotik kiliseleri hatırlıyalım) ifadesini bulan bu köklü ilke, Faust’un ruhunda iyiden iyiye, çıkmamasıya yer etmiştir Faust, kendinden önce gelenin oğludur Ama, onda karşıt ilke de, yeni zaman ilkesi de, yani insan aklının tenkidinin bağımsızlığı ilkesi de, daha az yer etmiş değildir İnsan zekâsının gelişme tarihinde Faust, orta çağı yeni zamandan ayıran devrin (edebiyat alanında tam bir ifadesi sayılabilir Her ilke, hattâ her müspet ilke, ilk ortaya çıktığı sırada nasıl menfi bir karakter taşırsa (böyle olmasa hiçbir zaman yer tutmazdı) Voltaire’in çağdaşı olan Goethe’de bu ilkenin Mephistopheles kılığına bürünmesinde anlaşılmıyacak bir şey yoktur Mephistopheles, eni zamandır; O, basiretleri bağlanmış, yahut dar görüşlü insanların safça bir öfke ile çeşit çeşit lânetler yağdırdıkları XVIII inci yüzyıldır Bu inkâr, bu tenkid ruhu, hangi ad altında gizlenirse gizlensin, onun ardında hep aç gözlü yahut dar kafalı insanlar kalabalığı arka arkaya gelmektedir Hattâ sonunda bu menfi ilke, yaşama hakkını elde ederek, yavaş yavaş salt yıkıcı, alaycı kuvvetini kaybediyor, yalnız yeni, müspet bir özle dolarak akla yakın, organik bir ilerlemeye çevriliyor Ama biz tenkit ilkesinin düşmanlariyle anlaşmağa hazırız: evet, o, Avrupa’da toplum gelişmesi alanına ayak bastığı zaman (insan çalışmaları çevresine demiyoruz, çünkü bu çalışmaların unsurlarından biri olmaktan hiçbir zaman geri kalmamıştır) gerçekten bir taraflı, kıyasıya yıkıcı bir ilke idi; gerçekten Mephistopheles, gönül avutucu hiçbir şey sunmaz Peki ama Faust’un kendiis, pek de sağlam olmayan bu orta çağ çocuğu, sanki ayak üstünde duracak kuvvette midir, sanki onda bütün yıkılış belirtilerini görmüyor muyuz? O, özsever tutkusunun kendisini zincirlediği, bozuk havalı,verimsiz hücresinden erişilmez soyut kavramlara serbestliğe, gerçeğe, sağlam dünyaya atılmak için çalışmıyor mu? Çalışıyor ama, bunu başaramıyor, sadece bir hayalci olduğuna göre bu dünyayı hayal ediyor, sağlığı sağlamlığı canlı insanlarla düşüp kalkmaktan değil de, ay ışıklarından bekliyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Goethe Ve Faust

Eski 08-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Goethe Ve Faust




O möcht, Ich





Von allem Wissensqualm entladen,


In deinem Tau gesund mich baden!





Vroçenko’nun (pek de uygun olmayan) tercümesiyle:




Elimden gelirse





Orada ışığını, şebnemini içip


Bilginin sisiyle sağlığa kavuşacağım





Faust, bu ilk sözleriyle karşımıza bir şüpheci olarak çıkmıyor mu? Sonra onun “sırtını güzel dünya güneşine cesaretle çevirmeğe kalkışması”, hürriyete, ahenge doğru ümitsiz, sahte, son bir atılışı değil midir? Faust da, Wagner’le, şu par Excelence Almanla, şu Filipister tipi ile konuşurken Mephistopheles’in tıpkısı değil midir? Onun sözleriyle doğrudan doğruya Goethe’nin ruh eğilimleri, kanaatleri dile gelmiyor mu? Evet Mephistopheles’in kendi de çoğu zaman cesaretle konuşan Faust değil midir?







Goethe, tragediasını çok erken, daha “ Götz von Berlichingen”den, “ Werther”den önce yazmağa başlamıştır Kendisinin de dediği gibi hiçbir belil plân gözetmeden işe başlamıştır Zaten bugünkü hali ile de Faust’ta tragedia olarak, bir sınırlılık, dıştan bir birlik olduğu ileri sürülemez Goethe daha çocukluk yıllarında olağanüstü bir düşünme, bir sistemleştirme temayülü, Tanrının kendisine bol bol bağışladığı şu sâf şairlik kabiliyetinden hemen her zaman ayrı duran temayülü - göstermiştir Ama şunu da söylemeliyiz ki, şair Goethe, kendi görüşlerine, sistemlerine hiç de değer vermiş değildir; onları kolayca, serbestçe bırakmayı bilmiştir Aslında onu ilgilendiren tek bir şey vardır: şiir idealine doğru yükselen hayat, (onun sözleriyle “ die Wirklichkeit zum Schönen Schein erhoben” ) bütün belirtileriyle hayattır O, samimiyet’e, sevgi ile hayatı incelemiştir Ama gene tekrar edelim, onun ruhunu ilgilendiren hayat olarak değil, şiiri konusu olarak hayattır Goethe, en sonra şu noktaya ulaşmıştır: acılardan korkmamış, hattâ kaçınmamıştır: acılar, onun sazına öyle taze, öyle güzel sesler fısıldamıştır ki


“ Böylece Goethe, Faust’u hiçbir plân gözetmeden yazmıştır O, mısraları, düşünen, ihtiraslı bencil şairin farkına varmadan yaptığı itirafları gibi, kâğıt üzerine dökmüştür Onun zamanında, o belirsiz geçit zamanında, şair yalnız insan olmak izni verilmiyordu; eski toplum, Almanyada henüz yıkılmamıştır; ama, artık havası bozulmuş, daralmıştı Yenisi ise, henüz başlıyordu Gelgelelim yeni toplumda, yalnız hayalleriyle yaşamayı sevmiyen adamın basabileceği o sağlam toprak henüz yoktu; her Alman, kendi yolunu kendisi aramış, kâh çıkarını düşünerek, kâh hiçbir şey düşünmeden kurulu düzene bağlı kalmıştır Faust’ta milletin acınacak derecede az rol oynadığını bir düşünün (Faust’un Wagner’le birlikte eğlendiği sahne ile Auerbach’ın gömülmesi sahmenisi düşünün) Mephistopheles, Faust’a halkın neşeli yaşayışı üzerinde bir fikir vermek istiyor, budalamsı beş altı üniversiteliyi gösteriyor, ikisi de onların karşısında “en grands seigneurs” eğleniyorlar Goethe’nin eserlerinde millet, gözlerimizin önüne eski çağ tragedialarının koros uhalinde değil de, yeni operanın korocuları halinde çıkıyor Kitle, objektif, hattâ sembolik bir şekilde gösteriliyor Yukarda söylediğimiz Faust’la Wagner’in eğlence sahnesinde bütün sınıflar, okuyucular önünde arka arkaya geçit resmi yapıyorlar, O, anlaşılmıştır; kendisine gerekn şey verilmiştir, “mann läst sie gelten”, daha ne ister? O budala yığının her hangi bir dâhi adamın yüce rahatlığını, yalnızlık içindeki sevinçlerini, hattâ acılarını bozmağa ne hakkı vardır? Goethe, Faust’un yanına süklüm püklüm akıl danışmağa giden şu yoksul delikanlıtalebeyi, genel olarak dar kafalı kitlenin üstünde bir dâhi olarak yükselemiyen genç nesli, ne aristokratça, ne kayıtsızca alaya alıyor Mephistopheles’in bütün alayları, yermeleri, ayrı bir kişi olarak Faust’a yönelmiştir; onun zayıf tarafını biliyor Faust -yukarıda söylediğimiz gibi-bencildir, yalnız kendisi ile ilgilenir En sonra Mephistopheles de, “iblisin ta kendisi” olmaktan uzaktır; daha çok “rütbesi olmıyan küçük bir şeytandır” Mephistopheles “içinde refleks doğmuş olan” her insanın şeytanıdır, O yalnız öz şüpheleriyle, duraksamalariyle ilgilenen bir ruhta belirmiş inkârların cisimleşmiş bir örneğidir; O, yalnız yaşıyan, nazariyeci insanların, kendi hayatlarında küçük bir çelişme görünce rahatsız olan, ama açlıktan ölen koca bir zanaatçı ailesi yanında bir filozof vurdumduymazlığı ile geçip giden insanların şeytanıdır O yalnız kendisi korkunç değildir, kendi gündelik hayatı ile, onun sayesinde, yahut hiç allegorisiz söyliyelim, kendi ürkek, bencil refleksleriyle sevgili Ben’lerinin dar çemberinden dışarı çıkamıyan birçok gençlere olan tesirleriyle korkunçtur O, aç gözlüdür, kötüdür, alaycıdır; Puşkin’in dediği gibi bu şeytana rastlıyan insanlar, acı çekerler, am onların marazi acıları bizde derin bir paylaşma duygusu uyandırmaz Üstelik kendi fleâketlerini “üstü yazılı bir torba gibi” omuzlarında taşıyan bu gibi çilekeşlerin çoğu, birdenbire düpedüz alçak oluverirler Onlardan hayatlarının sonuna kadar, koparılmış bir dal gibi, solup kuruyanlar da -niye açıkça söylememeli-bizde sadece geçici bir acıma duygusundan başka bir şey uyandıramazlar Tekrar edelim, Mephistopheles, yalnız bugüne kadar onu korkunç saydıkları için korkunçtur O, öz saadetlerine dünyada her şeyden çok değer veren, bir yandan da en çok ne ile mesut olduklarını anlamak isteyen insanlar için korkunçtur Bu gibi insanlara da her zaman çok çok rastlanacaktır O kadar ki, onların sayısı düşündükçe yine Goethe şeytanın büyüklüğünü tanımaktan kendimizi alamayız Ama bizi birçok defalar tedirgin etmiş olan “öbür kudretli yüzü” de tanımak zorundayız, onun karşısında Mephistopheles solgunlaşıp ortadan kaybolmaktadır O, tek insanın sınırlı dairesi içindekitenkit ilkesinin cisimleşmiş bir belirtisidir


Böylece Faust’a bencil dedik, yani nazari olarak bencil, kendini seven, bilgin, emel besliyen bencil Onun elde etmek istediği bilim değildir O bilimle kendi kendini elde etmek, rahatını, saadetini elde etmek ister Nazariyeci tabiatındaki kıyasıya taraflılık -ilk sahnenin başlangıcında kendini gösteren Dünya Ruhu’nun heybetli heybetli belirişi bir yana- bütüntragediaya işlemiştir Onun gürliyen sözlerinde panteist Goethe7nin sesini işitiyoruz O Goethe ki, insan dünyasının müthiş çeşitlilikleri dışında yalnız Spinoza’nın değişmez, sakin “cevher”ini tanır, kendi kişiliği ona usanç vermeğe başlayınca sığınağına (in sein Asyl) gider gibi bu cevhere koşar Faust’un bencilliği, en çok Gretchen’le olan münasebetlerinde kendini gösterir


Faust, büyücülerin yardımı ile yıpranmış vücudunu gençleştirdikten sonra bu kızla karşılaşır Gretchen’i uzun uzun anlatacak değiliz: o, bir çiçek gibi sevimlidir, bir bardak su gibi durudur, iki iki dört eder gibi kolay anlaşılır; tutkusuz, iyi Alman kızıdır; ondan mâsumluğun, gençliğin, utangaç tazeliğin kokusu gelir; o, biraz da budaladır Ama Faust da sevgilisinden ayrıca zekâ kabiliyetleri istemez


Faust, bütün deha sahibi insanlar gibi, onunla, karala, cesaretle tanışmıştır Grestchen de onu hemen sevmiştir Faust onun odasına heyecanla girer, onu ihtirasla düşünür, oradan kıza bir hediye bırakmayı unutmayarak heyecanla ayrılır; sonra onunla birlikte Marta’lara gider


Marta’larda Gretchen, ona aşkını açar (Bu sahnelerin pek mükemmel olduğunu söylemeye lüzum var mı bilmem?) Faust, zevke, eğlenceye koşar mı dersiniz? Hayır, ormana koşar, yeni yeni hayallere dalar, Kudretli Ruh’a, kendisine, bir dost kalbi gibi tabiatın koynuna girmek kabiliyetini verdiği için şükreder


Şimdiye kadar Goethe’nin, Faust’unu bu şekilde bitirirken uzun uzun düşünüp taşındığı noktası üzerinde çok durulmuştur, hâlâ da durulmaktadır Ama bize öyle geliyor ki, Faust’un bütün birinci kısmı, doğrudan doğruya Goethe’nin ruhundan akıp dökülmüştür O, ancak ikinci kısmını yazmağa başladığı zaman eserini “düşünüp taşınmaya”, “işlemeye”, sanatkârca bitirmeye” bakmıştır Faust’un birinci bölümü, yüksek derecede bir deha eseri olarak, şuuruna varılmıyan bir gerçekle, doğrudan doğruya bir birlikle doludur Gerçekten Faust üzerinde düşünürken siz, onda her şeyin lüzumlu olduğunu, bir fazlalığı olmadığını duyarsınız; ama Goethe’nin kendisi acaba eserinin ahengini açıkça görmüş müdür? Bu soruyu psikolojik bakımdan anlamayı başkalarına bırakallım


Bizce Faust, (ilk kısmın sözünü ediyoruz) iki bölüme ayrılır: birincisi insan ruhunun iç didinmesini, bu bitmez tükenmez manzarayı gösterir; ikincisinde gözlerimiz önünde aşkın tragikomediası oynamaktadır İkisinde de inanmadan saadete doğru atılan insanı görüyoruz Sonunda ne oluyor? Ne kendi görüşleri, ne başka mahlûklara yakınlığı, ne bilgi, ne aşk, hiçbir şey ona bir an: “ Ne olur, uçup gitme Sen öyle güzelsin ki” dedirtemiyor Yazık ki Faust’tan daha aşağı olan insanlar, sonunda, saadeti Margaret’ten daha yüksek kadınların aşkında bulduklarını sanmışlardır Gretchen, Ofelia ile kıyaslanabilir; ama Hamlet, Ofelia’yı mahvetmekle kendi kendini de mahvetmiş oluyor; sonra Goethe tragediasının ikinci kısmı başında da görüyoruz ki, Faust, otlar üzerine uzanmış, perilerin şarkılarını dinliyerek ilkbaharı rahat rahat koklamaktadır Daha önce geçenlerin hepsini unutmuştur Artık Gretchen gibi zavallı, basit bir kızcağızı düşünmenin sırası değildir O, Helena’yı hayal etmektedir


Faust, yüce bir eserdir Avrupa’da bir daha görülmiyecek bir devrin tam bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır Bu devirde toplum, kendi kendini inkâra kadar varmıştır Bu devirde her yurttaş, insana çevrilmiştir En sonra, eski zamanla yeni zamanın savaşması başlamıştır İnsanlar, insan zekâsı ile tabiattan başka sarsılmaz bir şey tanımaz olmuşlardır Fransızlar, insan zekâsının bu başına buyrukluğunu iş alanında, Almanlar ise nazariye, felsefe, şiir alanında gerçekleştirmişlerdir Genel olarak Alman, insan olduğu kadar yurtatş değildir Onda düpedüz insanlık meseleleri, toplum meselelerinden önce gelir yukarıda sözünü ettiğimiz devir, Alman milletinin tuttuğu ana yola yüzde yüz uymaktadır İşte bu arada bir şair ortaya çıkıyor Onu, asla yurttaşlık düşünceleri taşımakla suçlandırmaları, kendisini sapık saymaları boşuna değildir Öyle bir şair ki, bir Almanın da sadece insan olması ölçüsünde Almandır; öyle bir şair ki her şeyi kucaklıyan, enikonu bencil tabiatının derinliklerinden Faust’u çıkarmıştır Faust’un büyük bir kısmı, 1776 yılına, yani Weimar’a göç edinceye kadar yazılmıştır Şair, Weimar’da sekiz yıl taşkın bir eğlence hayatına kendini kaptırmıştır Genel olarak, denildiği gibi, dâhice yaşamıştır Böttcher’le başkaları, o zamanki yaşayışını anlatan bazı yazılar bırakmışlardır Biz, açıkçasını söylemek gerekirse, o zamanki Weimar hemşehrilerinin “ kuvvetli dehâlar” (Kraftgenies) denilenlere, yani Goethe ile arkadaşlarına karşı ukalâca öfkelenmelerinin sebebini tamamiyle anlıyoruz Bilindiği gibi bütün bunlar “ İtalya yolculuğu” ile, “ klâsik rahatlık”la, birçok önemli, düşünülüp taşınılarak hazırlanan eserlerin yayınlanması ile sona ermiştir, ki biz bunları yine de gençlik çağının sâf, taşkın havalı dağınık eserlerine üstün tutuyoruz


Faust için bencilliğe dayanan bir eser, dedik Zaten başka türlü olabilir miydi? Goethe, insanca, d ünyaca bütün değerleri savunan bu adam, her yalancı idealizme, tabiat üstü şeylere düşman kesilen bu adam, ilk olarak insanın hakları uğruna değil de, ihtiraslı, sınırlı tek insanın hakları uğruna ortaya atılmıştır; göstermiştir ki kendisinde yıkılmaz bir kuvvet gizlidir, insanlıktır, toplumdur İnsanın sanattaki tabiat üstünlüğe karşı ilk itirazı, istisnaların, bir yine bahtiyar olmaya, bahtiyarlığından utanmamaya hakkı ve imkânı vardır Faust mahvolmamıştır Biz biliyoruz ki, insan gelişmesi, böyle bir sonuçta karar kılamaz; biliyoruz ki, insanın mihenk taşı, bölünmez bir birim olarak kendisi edğil, ebedî, sağlam kanunları olan insanlıktır,toplumdur İnsanın sanattaki tabiat üstülüğe karşı ilk itirazı, istisnaların, bir taraflı bencilliğin damgasını taşıması olsa gerektir Goethe Notlar’ında şöyle diyor: “ Bizim tanrıbilim, yahut felsefe konuları ile uğraşmaya isteğimiz, niyetimiz yoktu


Peki ama insan, kendi insanlık çemberinden çıkmadan nasıl olur da varlığını tamamiyle kuşatabilir? Bu soruyu, bugüne bugün çözmeye gücümüz yetmez Öyleyse? Ama Goethe, uzun bir ömür yaşamıştır İlk sekiz yıllık coşkun Weimar hayatından sonra onun için bir “rahatlık”, bir “yumuşaklık” devri gelmiştir Faust, gençliğinin bu ihtiraslı, keskin köşeli eseri, ona bir türlü rahat vermiyordu O, tragediasını bitirmek istemiş, ikinci kısmını düşünmüştür Goethe’ninruhunda her zaman pek gelişmiş olan şiir kabiliyeti, yani dıştan aldığını yeniden yaratma kabiliyeti, onun için doğrudan doğruya konudan, hayattan daha büyük bir edğer kazanmaya başlamıştır O kendisini murakabenin en yükseğinde durur, bu arada, her dünyalık varlığı soğuk, kocamış bencilliğinin yücesinden seyrediyormuş gibi düşünmüştür O, çevresinde olan bütün büyük devrimlerin kendi ruh sessizliğini bir an bile tedirgin etmemesiyle övünmüştür O, tıpkı bir kaya gibi dalgaların kendisini alıp götürmesine meydan vermemiş, böylece keskin zekâsı ile, zamanındaki önemli olayları değerlendirip anlamaya çalışmış olmakla beraber, yine de kendi yüzyılından geride kalmıştır O, kendi kendisine karşı haklı idi, kendi kendini aldatmamıştır Hemşerileri, hattâ genç Almanlar, onu severler, yapmacıklı ihtiyarlık sözlerini hiç usanmadan tekrarlıyarak etrafına toplaşırlardı Bütün insan hayatı, ona bir allegori gibi görünürdü Böylece o kendi büyük (daha doğrusu derin) allegorisini, Faust’un ikinci kısmını yazmıştır Bu ikinci kısım üzerinde artık kesin hüküm verilmiştir Bütün o semboller, o tipler, o uydurma kümeler, o esrarlı nutuklar, Faust’un eski çağ dünyasına yolculuğu, bütün bu allegorik kişilerin, olayların kurnazca örülmüş bağlılığı, tragedia’nın bunca göklere çıkarılan o acınacak, o zavallı çözümü, bugünkü nesillerin bazı ihtiyarlarında (yaşça ihtiyar olsun, genç olsun) ilgi uyandırmaktadır Öyle anlaşılıyor ki, insanlar, “hayat çelişmelerini uzlaştırmadan” yaşamıyorlar İşte Faust’un ikinci kısmının (geçici de olsa) başarı sırrı, kanmayanları kandırma kabiliyeti gizlidir Faust’un menfaate dayanan plânlarının gerçekleştiğine, gerçekten “bir anlık yüce saadet”ten zevk aldığına, şeytanla yaptığı anlaşma şartları gereğince hayattan el çekmek zorunda kaldığına hangi aklı başında okuyucu inanır? Goethe yalnız bir noktada kendi tabiatına bağlı kalmıştır: Faust’u insanlık çerçevesi dışında saadet aramak durumuna sokmamıştır


Faust’un bitimini beğenmeyenler var “ Tragedia’nın çözümü”nü biz de beğenmiyoruz; ama yalnız bu çözüm, sahte olduğu için değil, Faust’un her çeşit çözümü sahte olduğu için beğenmiyoruz Faust’un insan gerçeği çevresi dışındaki her “uzlaşma”sı tabiata aykırıdır Başka türlü uzlaşmaları da sadec hayal edebiliriz bize, böyle bir sonuca varmak, can sıkıı bir şeydir, diyebilirler Ama biz ilk önce görüşlerimizin hoşa gitmesini değil, gerçek olmasını gözetiriz; hem çözülmeyen şüpheler, arkalarında insan ruhunun korkunç bir boşluğunu bırakır, diye düşünenler, hiçbir zaman kendi kendileriyle canla başla gizli bir savaşa girişmemiş olanlardır Girişmiş olsalardı, sistemlerin, nazariyelerin döküntüleri ortasında yalnız insanlık ben’imiz yıkılmaz, silinmez olduğunu görürlerdi Bu ben, öylesine ölümsüzdür ki, kendisi bile kendi kendini ortadan kaldıramaz Faust, biritilmemiş, parça parça da kalmış olsa, yine kıyasıya alayın bir ifadesi olarak kalırdı Bu tragedianın büyüklüğü, onun bitirilmeyişindedir Her birimiz hayatında, Faust’un bize insan zekâsının en değerli bireser gibi göründüğü, onun bütün ihtiyaçlarımızı tamamiyle karşıladığı bir devir olmuştur; ama Faust’u büyük, güzel bir eser saymaktan geri kalmayacak başka zamanlar da gelecektir Tekrar edelim, şair olarak Goethe’nin eşi yoktur; ama bizim bugün sadece şairlere ihtiyacımız yok Biz, (yazık ki henüz tamamiyle değil) bir dilenciyi canlandıran güzel bir tablo görünce eserin “sanat değerine” bayılacak yerde bu zamanda dilenciler bulunabildiği düşüncesiyle pek fazla kederlenen insanları andırmaya başlıyoruz






TURGENYEV


Çeviri: Oğuz PELTEK

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.