Tanzimat Dönemi Eğitim Sistemi |
08-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tanzimat Dönemi Eğitim SistemiTürklerin İslamla şereflenmesinden sonra yerleşik hayata geçen Türkler dini eğitimle ve İslami eğitim kurumlarının etkisiyle yetiştirildiler19 yy ortalarına kadar Osmanlıda eğitim kurumları medreseler, enderun mektebi, mahalle ve sıbyan mektebleridir Medreseler imparatorluğun en önemli eğitim kurumu idi Yöneticiler, alimler kadılar vs hep bu müesseselerden yetiştirilmekteydi Sıbyan mektebleri bugünkü ilköğrenim ihtiyacını karşılayan ve 4-11 yaşları arasındaki kız-erkek karışık eğitime tutulduğu vakıf okullarıdır Enderun mektebi devşirme diye adlandırılan Hıristiyan çocuklarının eğitildiği yerdi Tanzimatla birlikte başlayan eğitimde yenileşme, ileride ihanet odakları olarak anılacak bir batılılaşma hareketiyle paralel gider Önce Bahrı Humayun, ardından Rüştiye ve İdadiler Buralarda eğitim verenlerin çoğu Avrupadan getirilen ve ordudan ayrılmış kişilerdi Medreseleri ihya etmektense yeni bir kurum oluşturarak reform hareketi daha kolay gerçekleştirilirdi Fransız etkisinde ki bu okullar (Galatasaray Sultanisi Mektebi Mülkiye vs ) memur yetiştiren ilk kurumlardı ve tamamen parasızdı İlk bürokratlar sınıfı, bu kurumlarda yetişenlerin devletten başka iş alanı bulamayışından doğar Sıbyan mektebleri modernize edilmek istenir, yeni dersler eklenir ancak gerekli verim alınamayınca yeni mektebler açılır ve batılılaşma ihanetinde artık geri dönülemeyecek bir adım atılmıştır Eğitim eşitliği bozulmuş ve Mektebi iptidai adıyla açılan okullarda varlıklı ailelerin çocukları okumaya başlamışlardır Ki bu okulların aldıkları eğitimin tamamen Fransız eğitim anlayışının etkisinde olduğunu söylemeye gerek yok Meşrutiyetle birlikte İslami anlayıştan uzaklaşma gittikçe derinleşir İstanbuldaki öğretmen okuluna Alman profesörler getirilir, kızlar için İnas Darül-fünunu açılır(1912) ve dini öğretimi laikleştirme çabaları açık açık başlar Cumhuriyet dönemi eğitimde yabancılaşma-batılılaşma düşüncesinin önceki eğitim sisteminin reddine varacak derecede benimsendiği dönemdir Tevhidi tedrisat kanunu(1924) çıkarılarak öğretim birliği adı altında medreseler kaldırılır Dini eğitim yerine laik eğitim benimsenir 1927 yılında Arapça ve Farsça öğretimi ortaokul ve lise müfredatından çıkarılmış ve din dersi eğitiminin laik okullarda okutulamayacağı ve anayasaya aykırı olduğu beyan edilmiştir Yüksek diyanet uzmanları yetiştiren İlahiyat fakültesi ve İmam-Hatip yetiştiren İmam-Hatip okulları (ki o zaman 26 adettir) iktidarın laik baskıları karşısında fazla tutunamaz 1934de İlahiyat fakültesi kapatılır ve yerine İslam incelemeleri enstitüsü kurulur İmam-Hatip okulları ise 1931 yıllarında ilgisizlik ve parasızlık bahanesi ile kapatılır 1946da siyasi konjüktörün değişmesi ile İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüleri yeniden açılır Sayıları 1951de 7, 1969da 69, 1993te 390 kadardı Bu zaman dilimi içerisinde sürekli siyasi baskı ve istismar aracı olarak kullanılmış ve 28 Şubat süreci diye adlandırılan İrtica paronayasının ayyuka çıktığı demlerde ise kapatılmaktan beter hale getirilir Tanzimatla birlikte başlayan süreç böylece tamamlanmış olur Benimsenen sadece laik eğitim değildir, harf inkılabı yapılır, eğitimde tek kitap kullanımı esas alınır, latin alfabesi kullanımı yaygınlaştırılır Giyimden sanata, yürüme ve oturma biçiminden yemek yeme ve konuşma adabına kadar yerli ne varsa batılı olanla değiştirilir Değişime karşı çıkanlar çeşitli bahaneler ve uydurma suçlar ile yargılanır ve cezalandırılır Harf inkılabında ileri sürülen bahane 75 yıl boyunca kemalist güruh tarafından pişirilip pişirilip tekrar edilecek olan, öğrenilmesinin zor ve Arap harfi oluşuydu Oysa hem estetik, hem de zenginlik bakımından dünyanın en zengin dili Arapça idi Harf inkılabı ile yapılan sadece harflerin değişimi değil bin yıllık bir kültürel mirasın reddiydi Yeri gelmişken Üstadın yıllardır sağır kulaklara fısıldadığı bir suali tekrar etmekte fayda var "İsmine Arap harfleri denilen, tam on asır Türk medeniyet kadrosunun ifade unsurunu teşkil etmiş ve on asırlık milli irfanın temeli mevkiinde bulunmuş harfler, hakikatte sadece ve kavmi manada Arap harfleri midir, yoksa kavim üstü bir mânâ ile İslam harfleri mi? Kavim üstü, külli bir şumülle bütün mümin beşeriyete atfedilip edilemeyeceği bir ilim meselesi olan harflere Arap harfi ismini vermek mümkün oluyor da doğrudan doğruya ve münhasıran Latinlerin malı olduğu ilmen sabit harflere nasıl Türk harfleri denilebiliyor"(1) Eğitimde eğitici ve vasıflı insan eksikliği, uygulamaların ve inkılapların uzun süre hayata geçirilmesini zorlaştırmış ve yer yer dünya tarihine traji komik eğitim anlayışı şeklinde yazılacak olaylar gerçekleşmiştir Medreselerde yetişmiş birçok alimin ipte sallandırılması ve yüzlerce aliminin ülke dışına sürülüşü eğitimdeki vasıflı insan eksiğinin artmasına sebeb olmuştur TC ise askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapanları köylerde öğretmen yapmıştır Bu öğretmenler sadece çocukları değil yetişkinleri de eğiteceklerdi Köy eğitmenleri adı verilen bu öğretmenler ileride köy enstitülerinin de fikir ve ilham kaynaklarıdır Köy Enstitüleri ve halk odaları (daha sonra halk evleri) sadece köylerde eğitim faaliyeti yürütüyorlardı Batılılaşma ideali, batı mandası altında devam ediyor ve devrin imtiyazlı sınıfı İstanbul ve İzmirde yabancı okullarda öğrenimini sürdürüyordu 13 milyona varan Anadolu insanı ise bir anda kendini cahil bırakan harf devriminin içinden çıkmaya çalışıyor, bir yandan yenilenen giyim, ahlâk, düşünüş meselelerine uyum sağlamaya çabalıyordu On yıllar geçiyor eğitimde devrim yapma idealli kafalar bir milleti toptan iğdiş etmenin zafer naralarını atıyorlardı Çeşitli zamanlarda toplanan milli eğitim şuralarında alınan kararlar uygulanan programı değiştirmekle kalmıyor, bir önceki sistemi tamamen reddedebiliyordu Kız ve erkek yurtları birleştiriliyor aynı oda içerisinde kız ve erkek çocuklar istihdam ediliyordu Sinema, radyo vb telkin vasıtaları kullanılarak halka empoze etmek istedikleri laik batıcı anlayış hedefini bulamayıp halk tarafından kabullenilmeyince iş zorlaşıyor, mecburi eğitim adı altında başta kız çocukları olmak üzere çocuklar ailelerinden koparılıyordu Edebiyat ve sanat alanlarında yapılanlar da ilginç bir durum arz ediyordu Sömürgelere has bir anlayışla okullardan türk musikisi dersi kaldırılmış yerine batı müziği dersi konulmuştu Bu o kadar ileri götürülmüştü ki 1939 yılında açılan Gazi Eğitim Enstitüsü bölümünde Türk musikisi dersi verilmediği gibi, güzel sanatlar akademisinde uygulanan programlarda da Türk sanatlarına (mimarî, tezhip, nakış) yer verilmedi 1933te faaliyete geçen Ankara Devlet Konservatuarında Türk müziği dersi verilmedi Okullarda batı müziği tarihi, batı edebiyatı tarihi, batı felsefe tarihi okutulmaya başlanıldı Müslüman fikir ve sanat adamlarından hiç bahsedilmedi, yıllarca yok sayıldı Milli eğitim ayrıca ne kadar batılı eser varsa tercüme etmeye başladı ve bu eserleri okullarda yardımcı eser olarak okunmasını mecburi tuttu Hamletin kimin eseri olduğunu bilmeyen sınıfta kaldı, Auguste Comteyi bilmeyen cahil kabul edildi Varsa yoksa Batıydı Yunan felsefesi, Roma hukuku, Hristiyan ahlâkı; bu üçlü yaşam biçimini teşkil eden bütün unsurları barındırıyordu Öyleyse yapılması gereken bunların hayata geçirilmesiydi Adı ne olarak anılırsa anılsın (ittihat ve terakki, batılılaşma, çağdaş uygarlık düzeyi, Avrupalılaşma ve son raddede kemalizm) temel gaye bu idi Avrupadan öğretmenler getiriliyor ve bir zaman sonra devletin ileri kadrosunda yer alacak olanlar yetiştiriliyordu Tanzimatla birlikte kurulmuş yabancı okullar ve benzeri Türk okulları Cumhuriyetle birlikte gözde okullar olmuş ve varlıklı zengin kesimin çocukları bu okullara gitmeye başlamıştı Galatasaray sultanisi ve daha sonra Boğaziçi üniversitesine dönüşecek olan Robert koleji bunlardan biridir Ki Robert kolejinin, Fatihin İstanbulu fethetmek için kurduğu hisara nisbeten kurulduğu malum 1800lerde başlayan Avrupaya eğitim için öğrenci gönderme Devlet ve milletine yabancı, İslam ahlâk ve niz¤¤¤¤¤ düşman, kendi yerli kültürüne küskün aydınlar yetişmesine sebeb oldu Fildişi kulelerine çekilip, kendi milletini aşağılama, kendi kültürünü horlamaya başladılar Bunlar yazar (şinasi) devlet adamı (Mustafa Reşit, Fuad paşa, Mithat Paşa ),vezir oldular Günümüzde yabancı okullar hala ünlerini sürdürmektedirler Amerikan koleji, Robert koleji, İngiliz lisesi St Joesph, Alman lisesi, Talas Amerikan Koleji, Arnavutköy Amerikan koleji, Özel Gökdil Koleji, Fransız Saint Benoit Lisesi, Fransız Dame de Sionne sadece bunlardan bir kaçıdır Misyoner okulları denilen bu okullar, öyle hemen aklımıza gelen Hristiyanlık tebliğcileri diye anlaşılmamalı Kendi ülkelerinin teknoloji, kültür ve dil misyonerliğini de yapmaktaydı bu okullar Zamanla davranışlar değişmiş, dilimize Fransızca, İngilizce yeni kelimeler girmiş, batılı fikir adamlarının eserleri vasıtası ile düşünme biçimi ve mantık kurguları değişmiştir Dün mantıksız ve ters gelen bugün artık normal karşılanıyordu Batılılaşma eğitimi sadece okullarda sürmüyordu İşyerinde, giyimde, ticarette ve ahlâkta da belirgin şekilde görülüyordu Çeşitli umumhaneler batılılar tarafından işletiliyor ve sermaye olarak kullanılan kadınlar da ilk zamanlarda ermeni, yunan, bulgar şeklinde seçilirken (1950 ye kadar) zamanla müslüman kadınlar kullanılmıştır Faiz, hırsızlık, zina suçu, ilgili kanunların yaptırım eksikliğinden dolayı alabildiğine artmış ve radyo sinema gibi telkin vasıtaları ile kadın bir ve cinsel sömürü aracı olarak sunulmuştur Yeni sistem ayyaş ve cinsel sapık bir erkek egemen toplum oluşturmuştur Bunun sebebi malum çehresiyle TC eğitim sistemidir TC vatandaşını eğitmekte ki amacını şu şekilde açıklar Her Türk çocuğuna iyi bir vatandaş olmak için gerekli temel bilgi, beceri,davranış ve alışkanlıkları kazandırmak; onu milli ahlâk anlayışına uygun olarak yetiştirmek; Her Türk çocuğunu ilgi istidat ve kabiliyetleri yönünden yetiştirerek hayat ve üst öğrenime hazırlamaktır(1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanun, Madde : 23) Milli ahlâk nedir? Bu soru yeterince cevaplanmamış ve Refah Partisinin Milli Görüş tekerlemesinden daha vahim bir hale düşmüştür 1920-1940 arası dönemlerde bunun içi İslam ahlâk ve yaşam biçimin çalınarak doldurulmuş, ancak geçen zaman boyunca, ikili ilişkilere dayanan ve hukuki olarak sorumluluk addeden davranışlar ön plana alınarak hazırlanmaya başlanmıştır Okullarda yabancı dil derslerinin mecburi kılınması, derslerde yardımcı kitap olarak batılı eser kullanılması, batı müzik ve resim sanatının ders olarak verilip, İslam ve Türk sanatının derslerden çıkarılması ne kadar milli idi? Yabancı dil, bütün okullarda ve mecburi tutulacak kadar niçin gerekli idi? Batılılaşma Türk Dilini de yabancılaştırmak istiyordu Öyle de oldu Sömürgelere taş çıkartacak bir çabuklukla benimsendi bu yabancı dil eğitimi Yeri gelmişken, sömürgecilik meselesine, bizi ilgilendiren yönüyle bir bakalım "Sömürgecilik üç yönlü bir eylemdir : Askerle işgal, siyasi sömürgecilik Buna bağlı ve ya bağımsız, Ticaret sömürgeciliği, Kültür ve dil sömürgeciliği Bir milletin başka bir millet yönetimine hakim olması, bir milletin başka bir millete neyi nasıl yapacağını buyurması, yasalarını kendinin, yani sömürgecinin isteklerine göre düzenlemesi nasıl siyasi sömürgecilik ise; bir milletin başka bir ülkenin üretim kaynaklarına, alışverişine, genel anlamda iktisadi faaliyetlerine, şu ya da bu yolla hakim olması, daha çok kendi çıkarına uygun genel biçimde düzene koyması, işletmesi nasıl iktisat sömürgeciliği ise, bir ülke yada belli bir ülkeler topluluğu kültürünün başka ülkeye hakim kılınması, bu yabancı kültürün usulleriyle, onun sanat gelenekleriyle sanat anlayışına, örneklerine benzer ve uygun biçimlerde değerlendirilmesi de kültür sömürgeciliğidir Bu tür sömürgeleşme ortamı bir milletin yurttaşlarının kendini milletine, toplumuna bağlayacak olan özdeşlik duygularının gelişmesini, dolayısıyla sadakat bağlarının oluşmasını daha doğuşta boğup öldüren, ferdin toplumuna yabancılaşmasında en büyük payı olan etkendir Kültür sömürgeciliği de aracılarına siyasi-iktisadi sömürgeciliğin sağladığından daha azını vermez; bir bakıma daha çok verir Üstelik denebilir ki en önemlisi, siyasi-iktisadi sömürge aracısının durumunun tersine, kültür sömürgeciliği aracısına önce kendi ülkesinde, sonra da aracılığını ettiği kültürün temsilcisi olduğu ülkelerde saygınlık ün, sözde sanat, fikir, hatta bilim adamlığı ünü, ululuğu sağlar Çünkü ne türlü yorumlanırsa yorumlansın, siyasi sömürge aracısı buyrultusunda olduğu milletin kuklası, iktisat, para sömürgesi aracısı, diye tanımlanıp anılmaktan yakasını kurtaramaz Oysa, kültür sömürgeciliğinde aracı ışık tutucu, aydınlatıcı, yol gösterici, ilerici ve kurtarıcı, milletin hizmetinde bir kişi diye yüceltir Kültür sömürgecisinin kendi gibi milletine tepeden bakar; onun her yaptığı basit, değersiz ilkel ve hor görür; onlara vazgeçilmesi, atılması gereken, utanılacak davranış örnekleri; kültür ürünlerine çirkin, adi, en azından modası geçmiş, çağdışı, ilkel biçim ve örnekler gözüyle bakar Bu görüşü herkese yaymaya, aşılamaya, bu yönelimini bütün millete benimsetmeye, yani, bütün milleti kendi özüne yabancılaştırmaya çalışır Çünkü ona değer, para, ün getiren her şeyin temeli bu çaba ile pekiştirilecek, sağlamlaştırılacaktır" (2) Anadoluda ilk üniversite Darul-Fünun adıyla İstanbulda Osmanlılar tarafından 1863 yılında kuruldu Daha sonra 1933te İstanbul üniversitesi adıyla yeniden teşkilatlandırıldı Bunu diğer üniversiteler kurulması izledi ve günümüze kadar gelindi İlahiyat fakülteleri ise 1933te kurulan İslam ilimleri enstitüsünün 1936 lağvedilmesinden sonra 1949da ihtiyaç nisbetinde din adamı yetiştirmek amacıyla yeniden kurulmuştur Üniversitelerde doçent, profesör, asistan olarak adlandırılan öğretim üyeleri tezlerinde tercümecilik dışına çıkamamışlardır Ya bir adamın bir görüşü üzerine etraflıca bilgi toplamış ya da tercümeci ve mevzu edindiği şeye dair bir keyfiyet belirtmeyen türden oluşlar içinde bocalamışlar ve belirli bir alanın sınırları içinde kalmışlardır Ki bu alanlarda bile taklitçilik ve takipçilikten öteye geçememişlerdir Üzerinde en çok tez hazırlanan konular; Ziraat ve ormancılık, matematik ve fen bilimleri sağlık bilimleri ve sosyal bilimlerdir Yine bu doktora meraklısı güruhun para düşkünlüğü ve makam hırsı ahlâk, din, eğitim, not istismarına kadar varmıştır Örneklerini bolca duyduğumuz, sınıfını geçmek için hocasıyla cinsel ilişkiye giren ve hocasının tacizlerine ses çıkarmayan kızlar, ya da birkaç bin markla sınıfı geçebileceğini bilen birinin, hocasına bunu rahatça verişi ve hocasının alışı, doktorasını tamamlamak isteyen öğrencilerin kişilik ve ahlâk bakımından bir keyfiyet belirtmeyen ipsiz sapsız güruhun elinde mahkum oluşu ve çıkışı için, yalakalık ve kendini her çeşit istismara açık bırakmasından başka çare bırakılmayışı TC üniversitelerinin ruh dünyasını göstermektedir Dindar veya kemalist hiçbiri bu çizdiğimiz resmin dışında değildir Başörtülü kızları üniversite kapısına bırakacak tebliğleri okurken "bakın ben sadece bunu okuyorum" deyip sorumluluğu üzerinden attığını zanneden ve maşa olarak kullanıldığının bile idrakinde olmayan bu zatların, iki kadın görmesinde, üç iltifat yemesinde, bir makam teklifinde nasıl bir ihanet çukurunda debelendikleri herkesçe malum Oysa beklediğimiz nizamın ölçülendirdiği üniversite profesörü ne muhteşem çizgilere sahiptir "Eser ve şahsiyet sahibi olmayan,Üniversite profesörü olamaz En küçük ahlâkı zaafı olan Üniversite profesörü olamaz Üniversite profesörü, kendini mücerret ve arayıcı ilim ve tefekküre hasretmiş büyük münevver olduğu için, başka hiçbir işle uğraşamaz Üniversite profesörü, tam ve mahalli şahsiyet sahibi olmanın ve cemiyet içinde üstün insanlara mahsus bir hayat, seviye ve eda yaşatmanın bütün mükellefiyet ve icaplarını ifade edecektir"(3) Osmanlıda vakıf sistemi esas alınarak açılan okullar parasız eğitim veriyordu Ancak Osmanlının son dönemiyle birlikte (batılılaşmayla paralel giden eğitimde yabancılaşmanın başlangıcı olan Tanzimat Fermanı ile birlikte) vakıf gelirleri azaldığı için eğitim devlet için bütçeye büyük bir yük oldu Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim masraflarını karşılama adı altında halktan "Masarifi Mecbure" vergisi toplanır Ancak halk buna ilgisiz kalır ve karşı çıkar 1927de okul masrafları kazanç, yol ve arazi vergilerine yapılan eklemelerle gizlenerek halkın direnci ortadan kaldırılır İleriki safhalarda sanat okullarında üretilenin satılması, özel idarelerin desteklemesi ile bütçeye katkı sağlanmıştır Günümüzde ise harç, eğitime katkı payı, bağış adı altında eğitim giderleri velilerin sırtına yüklenmiştir 8 yıllık kesintisiz eğitim hikayesi ile çeşitli eşya ve iş takiplerinde %2den başlayan %18e varan eğitime katkı payı(vergisi) alınmaktadır Başyücelik Devletinin teklifi bu açıdan mühimdir "Üniversitelerimizdeki tedrisat tamamen parasız olacak ve yeni eski misallerde görüldüğü gibi "derslere devam harcı", "kayıt harcı", "imtihan harcı" vesaire namiyle talebeden alınan güya harç ve haraçlara paydos denilecektir Böylece sırf gelir menbaı olsun diye sınıflara yığılan binlerce talebenin maddi ve manevi felaketi önlenmiş olurken, yine gelir kaynağı teşkil etsin diye başvurulan hatta profesörlerin cebine kadar para intikal ettiren, talebeyi haksızca çaktırma ve sınıfta bırakma şekavetinin önüne geçilecektir"(4) Eğitim harcamaları söz konusu olduğunda birçok OECD ülkesi içinde eğitime ayırdığı kaynak eğitime verdiği önem bakımından GSMHnın %25 ile en sonlarda gelmektedir Diğer ülkelerde TCnin ayırdığı miktarın 2-3 katı kaynak tahsis edilebilmektedir Günümüz eğitim sistemi tam bir keşmekeş içindedir Tevhidi tedrisat kanunu rafa kalkmış ya da sadece İmam Hatip Liseleri ve Kuran Kursları için kullanılır olmuştur Özel yabancı okullar, Adalardaki papaz okulları, özel ilkokul ve liseler, Vakıf Üniversiteleri, birbirine karıştırılmış haliyle Süper liseler ve normal liseler, Anadolu liseleri, Fen liseleri, Meslek liseleri, normal liseyle hiçbir farkı olmayan işlevsiz ve amacına yabancılaşmış Sağlık Meslek liseleri ve Öğretmen liseleri, Endüstri Meslek Liseleri, Çıraklık Eğitim Merkezleri, Halk Eğitim Merkezleri, üniversitelere girmek için düzenlenen sınavın(ÖSS) elemede kullandığı usul ve elediği milyonlar ve bundan öte dershaneler Türk Milli eğitim sisteminin karmaşıklığını göstermeye yeterde artar da Okul yapamıyor, güvenlik sağlayamıyor taşımalı eğitim adı altında 6-12 yaşları arası çocuklar oradan oraya taşınıyor Öğretmen eğitemiyor, eğittiği öğretmen yeterli gelmiyor En basitinden Sınıf öğretmenliğinde yüz binlere varan ihtiyaç ancak yılda beşbin öğretmen yetiştirilerek kapatılmaya çalışıyor Bu mevzuya dair kısa bir tarih gezintisi yaptığımızda ortaya çıkan Cumhuriyet öncesi dönemden devralınan 7'si kız 13'ü erkek olmak üzere 20 Öğretmen Okulu çeşitli evrelerden geçerek ve sayılarını 1974-75 öğretim yılında 89a çıkararak Cumhuriyetin ilk 50 yılında ilkokulların temel öğretmen ihtiyacını sağlamaya çalışmışlardır 1940 yılında 3803 sayılı kanunla köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla ilköğretim üzerine beş yıl eğitim veren Köy Enstitüleri kurulmuş, 1953 yılında kapatılmış ve 6 yıllık İlköğretmen Okulu adı altında yeniden düzenlenmiştir Sonraları bu okullarda öğretmen yetiştirme, işlevini yitirmiş ve yerlerine çoğu eski ilköğretmen okulu binalarında olmak üzere lise üstü iki yıllık Eğitim Enstitüleri açılmıştı Yeni kurulan iki yıllık Eğitim Enstitülerinin sayısı 1976 yılında 50'ye ulaşmış ancak "teknik eğitime geçiş" gerekçesiyle 1980 yılına kadar bunlardan 30 tanesi kapatılmıştır Eğitim sistemini Hallaç pamuğuna çeviren batılı ve batıcılar Eğitim Enstitüleri vasıtasıyla 1975-1980 yılları arasında öğretmen ihtiyacını, siyasi olaylar ve baskılar sonucu "hızlandırılmış eğitim" yoluyla sağlamaya çalışmışlardır 45 günlük eğitimle binlerce insan öğretmen olarak sınıflara sokulmuşlardır Böyle bir şey sadece TCde mevcuttur Bu arada hiçbir mesleğin vekili yokken öğretmenliğin vardır Vekaleten doktor, vekaleten hakim, vekaleten polis duyulmuş değil, Ama vekaleten öğretmenlik mevcut Kemalistler doğuyu (İslam ve Asya kültürünü) reddettikleri için ne doğulu kalabilmişler, batıyı tam anlayamadıkları ve prototip olarak millete benimsetemedikleri içinde batılı da olamamışlardır Dolayısıyla ortaya bir eğitim tarzı koymalarına rağmen bu ne doğu ne de batılı idi Nidüğü belirsiz bir karmaşadan ibaretti Eğitimde usul-tarz insani oluş açısından eğitimi verilecek olan şeyden öncelikli öneme sahiptir Çünkü "Eğitim tarzının insan etkisi, toprağın ve tarım tarzının bir bitkiye etkisiyle karşılaştırılabilir: Örneğin |
|