Prof. Dr. Sinsi
|
Bülent Kısa Ve Saçma İddiaları
Normalde çok daha geniş bir şekilde, farklı bir zaman diliminde Bülent Kısa'nın kitaplarındaki yazılanlar da dahil olmak üzere bir yazı yazmayı planlıyordum ama, forumun birinde bir üye Bülent Kısa hakkındaki düşüncelerimi yazmamı isteyince sadece röportaja yönelik ufak bir yazı kaleme alayım dedim
Ele alacağım röportajın konusu, bülent kısa’nın saki adlı başka bir boyutta ait varlıktan edindiği ezoterik (gizli) bilgilere yönelik
                                       
alıntı:
bülent kısa ve ozan adlı yakını uzun zamandan beri beraberce bir başka boyutla ilişkideler işte saki, o boyutun bir tür sözcüsü  saki´nin veya ozan´ın anlatılarıyla, bülent kısa´nın sorgulamaları yüzlerce sayfalık notlar halinde, bunlar gerçekten farklı, düşündürücü olduğu kadar, alışılmışın da dışında fenomen, gelecek sayılarında, hem kısa ile geniş bir söyleşi yapacak, hem de saki´den daha geniş aktarımlarda bulunacak bu sayıda sizlere, çeşitli konularda yapılmış saki diyaloglarından örnekler sunuyoruz
…
röportajın devamı için: http://www netpano com/haber/1281/b%C3%BCy%C3%BCc%C3%BC/b%C3%BClent/k%C4%B1sa%C2%B4n%C4%B1n/s%C4%B1rad%C4%B1%C5%9F%C4%B1/%C3%B6yk%C3%BCs%C3%BC
                                        
ölümden sonra hayat var ama  
röportajcının sorduğu ilk soru: “reenkarnasyon var mı?”
reenkarnasyonla ilgili verdiği cevaba bir şey demiyorum, zira bende inanmıyorum reenkarnasyona fakat sözlerinin devamında kişilerin öldükten sonra ruhlarının bütüne döndüğünü ve yok olduğunu dile getirmiş öncelikle bütünden kastının ne olduğunu açıklamamış, bunun yanı sıra ruhani gelişim yapmadığınız sürece açık açık ölümden sonra hayatın olmadığını dile getirmiş ve tüm bunların hiçbir mantıksal-diyalektik açıklamasını yapmamış
yani adam diyor ki, biz diğer boyuttan saki adlı bir varlıkla görüşüyoruz, o’da bize bunları söylüyor
şimdi bülent kısa’nın bu tavrı islam peygamberi muhammed’in “ben allah adlı bir varlıkla görüşüyorum, tüm evreni yarattığını ve insanların tanrısı olduğunu iddia ediyor” şeklindeki tavrı arasında ne gibi bir fark var sormak istiyorum… yanlış anlaşılmasın, b k kendini peygamber sanıyor yada öyle davranıyor demiyorum, fakat yaptığı mantık olarak bakıldığında bundan farksızdır
cennet ve cehennem kavramları insanların yararına  
derginin ikinci sorusu: “ölüm ötesindeki cennet-cehennem kavramları ne demektir?”
burada ilginç bir iddia atıyor ortaya kendisi insanoğlunun bencil olduğunu, yaşayabilmek için birbirlerini yok etmeleri gerektiğini söylüyor ve bunu önleyeninde cennet-cehennem kavramları olduğunu söylüyor insanlar böyle kavramlardan korkarak yada etkilenerek sözde birbirlerini yok etmekten vazgeçiyormuş diyor kısacası…
bir defa cennet-cehennem-ahiret vb kavramlar insanları yoğun bir hayal dünyasına çeker
cennet kavramı insanların dünyada erişemediği vaatler de bulunarak onları etkiler ve dine bağlar bireyler bu vaadlere öldüğünce ulaşacağını umut ve hayal ederek dine uygun davranmaya çalışır, dinin kurallarından çıkmamaya çalışır böylece dinin oyuncağı ve yönettiği bir birey olup çıkar
cehennem ise kişilerin bu durumunun sürekliliğini sağlayan bir nevi sigortadır din, koyduğu kurallardan insanları çıkması halinde cehennem denilen yerde sonsuza dek yanacaklarını, dünyada bile yaşayamayacakları derecede korkunç acılar çekeceklerini söyler
böylece cennet vaatleri ile insanları denetimi ve yönetimine almış olan din, cehennem ile bu sistemin sürekliliğini sağlar dinin denetimi ve yönetimi altına girmiş olan bireyler, dinleri uğruna haçlı seferlerine veya cihatlara çıkıp birbirlerini doğrar, dinin kurallarından çıkan insanları toprağa gömüp taşlayarak işkence yapar, kendi dininden olmayan ülkelere savaş açıp huzuru ve barışı bozarlar, dinlerini sorgulayan ve eleştiren insanlara suikast düzenler veya ölüm fetvası yayınlarlar…
kısacası cennetin veya cehennemin bu insanların birbirlerini yok etmesini engelleyen kavramlar değil, tersine yok etmesini sağlayan kavramlar olduğunu söylemek en doğrusudur
atlantisliler kendilerini bilerek yok etmişler…
röportajın ilerleyen cümlelerinde dergi şunu soruyor: “demin atlantis dediniz, gerçekten var mıydı? veya mu uygarlığı?”
bülent kısa şu cevabı veriyor: aslında, normal sıradan bir kara parçasının üzerinde sönmüş bir volkan vardı, çevresinde de büyük bir uygarlık teknoloji olarak bu günkü uygarlıktan ileriydiler, değişik yollarla metalleri ve taşları işliyorlar, pek çok şeyi kolaylıkla yapıyorlardı uzay ve silah sistemleri vardı, beyinleri çok gelişmişti, enerjiyi kullanabiliyorlardı, iyi bir sistemdi, ama birbirlerine saldırma isteğini duydular, üstün beyinlerin daha alt beyinleri yok edebilme kapasitesine sahiptiler açık renkli bir ırktılar, siyahımsı sarı renk gibi, başka kıtalarda yaşam olmadığı için temelde dünyayı kontrol edebiliyorlardı zaman içinde başka ırklar ortaya çıktı, karışma ve kopmalar başladı onlar da kendi ırklarını geliştirmek istediler orta asya´da ırklar değişmeye başladı, ama bu yeni ırkların beyin kapasiteleri daha düşük olduğundan sorunlar oluştu atlantis´in veya o uygarlığın ortadan kalkması gerekiyordu bunu kendileri yaptılar, düzensizliği önlemek, dengeyi kurmak için
öncelikle şunu sormam gerek, nasıl oluyor da bizden teknolojik olarak daha ileri bir ırkın bulunduğu kocaman bir kıta batıyor ve geriye tek bir çömlek bile kalmıyor? avrupa’nın yarısının battığını düşünün tüm o yüksek gökdelenleri, yolları, binaları, arabaları, büyük havaalanları ile sular altına gömüldüğünü düşünün geriye hiç mi bir şey kalmaz? en ufak bir iz, bir kalıntı, bir bina, bir araba veya en azından ufak bir nesne?
hadi bunu geçtim, sözde enerjilere hükmedebilen “uzay sistemleri” olan teknolojik ve ruhani açıdan yüksek ve beyinleri çok gelişmiş olan bu ırk nedense birdenbire birbirlerine saldırma gereksinim duyuyorlar
daha sonraları çevredeki kıtalarda yeni ırklar (daha düşük beyinli tipik insanlar) çıkmaya başlıyor, onlarda kendi ırklarını geliştirmek istiyorlar, sonra atlantisliler ile karışıyorlar fakat daha geri zekalı oldukları için uyuşmazlık oluyor ve sorunlar çıkıyor
ve şimdi sıkı durun; bu ileri beyinli yüksek ruhani gelişim yapmış ve teknolojik açıdan günümüzden bile üstün olan atlantisliler çözüm olarak ya kendilerinin ya da yeni ortaya çıkan bu ırkların yok olmasını uygun görüyorlar… pes doğrusu cidden de pek bir gelişmiş ırkmış bunlar, vay canına ve olaya bakın; bu çok gelişmiş süper zeka ırkımız kendilerini kurban edercesine atlantisi yok ediyorlar, yani kendilerini böylece dünyada huzura kavuşuyor öyle mi? yok böyle hikaye birader yahu tolkien’in eseri olan “yüzüklerin efendisi” bundan 10 kat daha mantıklı
müzisyenler ve büyük dehalar dünyaya yollanan fazla enerjiden dolayı oluşmuşlar…
ilerleyen anlarda şöyle bir soru geliyor: “yine reenkarnasyona dönmek istiyorum, doğum anında ana bütünden kopan parça bir cenine resgele mi giriyor? yoksa bir seçim mi yapıyor? ya da bir sistem mi var veya rasgele mi? kopan parça zekiyse amerika´ya, aptalsa afrika´ya gibi bir düzen mi var”
kısa’da şu cevabı veriyor: ”böyle birşey yok, herkese eşit enerjiler yollanıyor, eşit enerji ve bilgiler, bazı çevresel enerjiler değişimler getirebilirler beethoven gibi bir deha geri zekalı bir anne babadan doğabilir genetik yapı da var, kalıtsal bilgiler ama bu enerjiyle bağlantılı değil 1700´lerde dünyanın kendi yapısından kaynaklanan bir konum söz konusu oldu enerji yapısında fazla açılıma ihtiyaç vardı, bir enerji boşluğu vardı ve ana enerjiden yükleme yapılarak, büyük dehaların, müzisyenlerin doğması sağlandı ”
şimdi anlamayanlar için açıklayayım röportajcı, evrendeki ana enerjiden ruhun insana nasıl yollandığını, yollanırken de bir sistemin olup olmadığını soruyor bülent kısa’da herkese yollanan enerjinin eşit olarak yollandığını söylüyor
hatta bir aralar dünyanın konumundan kaynaklanan bir enerji açığı mevcutmuş dünya genelinde ana kaynaktan buraya enerji yollanınca insanlara etki edip dahi-zeki-müzisyen insanların doğmasına sebebiyet vermiş beethoven ya da einstien gibi
bir defa az buçuk tarih bilgisi olan insan bu gibi isimlerin, aydınlık çağ döneminde sayılarının arttığını bilir dünya çapında büyük bir aydınlanmanın, dahilerin, müzisyenlerin çıkmasının sebebi din tarafından yönetilen bir sistemin yok olup aydınlık bir çağa girilmesidir baskıdan, şiddetten, önyargıdan, dogmatik düşüncelerden arınmış yeni ve taze bir çağ… tutup ta bu dahilerin-müzisyenlerin vs'nin birden bire ortaya çıkma sebebini evrenin ana kaynağından yollanan fazla enerji miktarı gibi bir şeye bağlayan adama ben kusura bakmayın ama oramla buramla gülerim
önce reenkarnasyon yoktur dedi, şimdi vardır diyor  
geldik bir diğer soruya:
dergi şunu soruyor: “bazı reenkarnasyon olayları var, bu bir enerji karışımı mı?”
bülent kısa’da "hayır bu bir enerji sapması, bedenden ayrılan ruh(enerji) kaynağa dönemeyince dağılıyor" diyor e hani reenkarnasyon yoktu, hani gensel olarak imkansızdı? önce “yok hayır bedenden ayrılan enerji başka bedene uyum gösteremez çünkü genleri uyuşmaz diyorsun, şimdi de bedenden ayrılan enerji ana kaynağa dönemeyince başka bedenlere geçer diyorsun çok açık bir çelişkidir bu
evrenin sonu bilgi birikiminden dolayı patlayarak olacakmış
evet geldik röportajın sonuna
röportajcının sorusu: “gezegenlerin, güneşin belli bir ruh yapısına bağlı olduklarını söyleyebilir miyiz”
bülent kısa şu cevabı veriyor: “ ruh demek reğil, yaşayan birincil varlık, manyetik enerji yükü bilinçli bir öz enerji belki de bizim kontak kuramayacağımız belirli kendine öz bir bilinç dünyada bir doğa var, bir çark sistemi, atmosfer yapısıyla hareket ediyor, sürekli kendini yenilemeye çalışıyor ”
sonra bir soru daha soruyor röportajcı: “yani vücudumuzda yaşayan virüslerin bizi anlamaması gibi mi?
b k’nin cevabı şu oluyor: sizin sistemde şu an 9 gezegen var daha önce 12 idi ama üçü patladı sonuçta güneş bir bilinç merkezi, tüm güneşlerin bilinci birleşip samanyolu galaksisini oluşturuyor samanyolunun şu anki merkezi, sizin galaksinin ana bilinci, bütün sistem ona bağlı olarak hareket ediyor bunun gibi galaksi sistemlerinden oluşan 15 galaksilik bir sistem var güneş tüm bilgiyi samanyolu merkezine iletiyor sizin farkınızda ama pek önemli değil 15 galaksinin bilgisi tek bir merkeze ulaşıyor, sonra da tümü bir noktadaki enerjiye ulaşıyor öz enerji toplanacak ve bir süre sonra kendi kendini sıfırlayacak, galaksiler yakında küçülmeye başlayacaklar, ufalma olacak, manyetik enerjiler artıyor, ana merkez bilgi yüklemesinden dolup şiştiği için çekim gücü artıp, küçülme olacak küçülme arttıkça, tüm bilgi aktarılacak bilgi sürekli akar ama zaman zaman birikir ve şişer şişme arttığında, patlama olacak ve tüm bilgi bağlı olduğu ana merkeze aktarılacak sistem patlamadan sonra dağılıp, yenilenmeye doğru gider yaklaşık beyin hücreleriniz kadar, 13 milyar yıldız ve gezegen var bu sayı gerçektir  
enerjisine bereket, nasıl bir ruhani varlıkmışsa bu “saki”, evrenin sonundan tut evrendeki yıldız sayısına kadar herşeyi biliyor
bu cevabında da şunu demeye çalışıyor bülent kısa:
insanların bilgisi dünya tarafından güneşe gönderilir,
güneş galaksinin merkezine gönderir,
galakside diğer güneşlerden aldığı bilgiyi ana kaynağa, evrenin kaynağına gönderir
yakında bilgi sığmayacak ve ana kaynak patlayacak, demeye çalışıyor
daha sonrada yeniden kendi yaralarını sarıp yeniden yenilenecek
dehşetül vahşet bir senaryo değil mi? en iyisi biz bundan sonra az düşünelim, yoksa düşüne düşüne, bilgilene bilgilene evren patlayacak yakında
sadece ufacık bir röportajından şu adamın ne kadar komik olduğunu siz göstermiş bulunmaktayım henüz kitaplarına değinmedim bile…
yazık şu adama inananlara birde bu adamı türkiye’nin en büyük ruhani adamı-büyücüsü yerine koyup, ona hayranlık-saygı duyuyorlar sözde diğer taraf hakkında sanki her şeyi bilen bir peygamber edasıyla adama resmen tapıyorlar bülent kısa'nın öğrencileri diyede çeşitli çeşitli kurumlaşmalar falan var günümüzde, gruplaşmış bir şekilde varlık göstermekteler günümüzde google’ye yazın bakın, ekşi sözlükte yazılanlar mesela neler neler var yok süper atletik bir adamdı, yok süper judo bilirdi, yok şu şu japon spor aletini ilk o türkiye’ye getirdi vs vs
ne diyelim, ana kaynaktan bol enerjiler sizlere ey bülent kısa’cılar (
saygılarımla
|