08-21-2012
|
#2
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaradılışın Estetiği
Sadece güneş sistemi değil, içinde binlerce güneş sistemi bulunduran galaksiler de dönme hareketi içerirler Aynı dönme simetrisini galaksilerde de bulmaktayız Galaksilerdeki madde miktarının hesabı yapılabilmektedir Bu hesap sonunda galaksiyi bir arada dağılmadan tutacak madde miktarının bulunmadığı sonucu ortaya çıkmıştır Ya merkezde bizim göremediğimiz ‘kara delik’ adını verdiğimiz bir ölü yıldız olmalıdır veya başka bir kuvvettin iş başında olması gerekir Bu başka kuvveti oluşturan maddeye bilim adamları ‘karanlık madde’ adını takmışlardır Karanlık madde kara delik değildir Zira ‘kara delik’ den farklı bir yapıda olduğu sanılmaktadır Maddenin görünen kısmı çekici özelliğe sahiptir “Gravitasyon” adı verilmiş olan her maddede bulunan çekici kuvveti hepimiz biliyoruz Fakat, bir de görünmeyen madde vardır ki ona “Karanlık madde” denmektedir Karanlık madde doğrudan görülmese de dolaylı olarak haritası çıkarılmıştır
Karanlık maddenin önemli bir özelliği itici oluşudur Yani, anti-gravitasyon diyebileceğimiz itici bir kuvvet içermektedir Bir bakıma evrenin iskeleti de denebilir Çünkü, karanlık madde sayesinde evren genişlemekte ve karanlık madde sayesinde galaksiler bir araya toplanıp büyük bir kütle oluşmaları engellenmektedir Gökte gördüğümüz bu yıldızlar, ki her biri milyonlarca yıldız içeren gök adalarıdır, serpiştirilmiş olarak görülüyorlarsa karanlık madde sayesindedir Bu görülen resim “Gravitasyon mercek” denilen özellik sayesinde oluşturulmuştur Resim göğün sadece belli bir bölgesini içermektedir
Şu halde evrendeki düzenli yapıyı oluşturan simetrik ve gizli bir yapı bulunmaktadır Her boyutta ve her bölgede bu gizli simetri mevcuttur Ancak, düzgün bir çizgisellik içeren simetri kendi üzerine dönerek çoğaldığında karmaşa ortaya çıkmaktadır Demek ki, Kozmostan Kaosa ve Kaostan Kozmosa sürekli bir geçiş bulunmaktadır Eğer bu geçiş olmasa ne çeşitlilik ne de gelişim olabilirdi

Evrendeki bu simetriyi veya bakışıklığı ilk görüp yaşama uygulayan Mevlana Celaleddin Rumi olmuştur Türkistan'ın Belh şehrinde doğup (1207-1273) Konya’ya göç etmiş olan Mevlana hem şiir söylüyor hem de müzik eşliğinde dönerek dans ediyordu Sema denilen bu dönüşte Mevlana ilahi simetriyi yansıtarak, tüm evrende en temel hareketin dönme hareketi olduğunu sezgisel olarak göstermiştir
Mevlevilikte hem müzik, hem şiir hem, de dans vardır ama hepsi de ilahi iletişim kurmak ve Hak’tan aldığını halka vermek içindir Sema ayininde dönen dervişler gezegenleri, yerinde sabit kalan şeyh ise güneşi simgeler Sema ayini adeta evrendeki simetrinin yer yüzündeki yansıması gibidir Bu simetriye ezoterik bir açıklama yapmak gerekirse şöyle diyebiliriz: “Aşağısı yukarıya, yukarısı aşağıya benzer ” Yani yaradılış tek bir prensipten, tek bir kavramdan kaynaklanmıştır Diğer tüm yaratıklar o tek prensibin bir tekrarı bir yansıması gibidir Bu yaradılış olgusunu suya düşen bir taşın oluşturduğu dalgalara benzetebiliriz Nasıl ki suya düşen taştan oluşan dalgalar halka halka hep aynı yapıda fakat farklı büyüklükte iseler, aynı şekilde her yaradılmış olan aynı özelliklere sahiptir Sadece büyüklük farkları vardır Ancak, temelde çok büyük bir simetri, çok büyük bir benzeşme vardır Bize parça gibi görünen, aslında bütünün tüm özelliklerini taşıyan ve onun bilgisini içeren bir oluşumdur
Mevlana insanlar arasındaki etkileşim ile insan ile yaradan arsındaki etkileşim arasında bir simetri olduğunu görmüştür Mevlana “Evrende her varlığı bir arada tutan ve aralarındaki ilişkilerin temelini oluşturan Aşk’tır demiştir ” Bu aşk maddi bir bedensel istekten doğmaz Tamamen ruhun bir özelliğidir Mevlana'ya şiir yazdırtan, sema yaptıran ve ney çaldıran bu aşktır Onu anlayabilmek için ruhsal enerjiyi güçlendirmek gerekir Genelde Mevlana’nın anlaşılamamış olmasının nedeni insanların ruh enerjilerini kullanmak istememelerinden dolayıdır
Her insanda ruh vardır Dış şartlar ne olursa olsun insan ruhu değişmez Dingindir ve durudur Sufilerin bir sözü vardır: “İnsanda Tanrısal sırlar gizlidir Bu nedenle kendini bilen Rabbini bilir” sözü en küçük birimin dahi bütündeki tüm bilgileri içerdiğini kast etmektedir Evrendeki bu gizli simetriye sahip olup onu yaşayabilmek için, bu simetriyi kırmadan bütünsel olarak algılamak gerekir Evrensel simetriyi kırmadan algılamak demek o anı akıl ve mantık yürütmeden, çevremize nesnel olarak bakmadan global olarak algılamak demektir
Kendimize bir nesne olarak baktığımız sürece kendimizi anlayamayız Sadece kendimize değil topluma, dünyaya hatta evrene dahi bu şekilde tümel (parçalara ayırmadan) bakabilmeliyiz Bu yeteneği geliştirmekte meditasyonun büyük yadımı vardır Meditasyon bir sabır denemesidir Durumu olduğu gibi kabullenmek, ruhsal kanalın açılmasını teslimiyet içinde beklemek gerekir Kabul ve teslimiyeti pasif bir tembellik değildir Aksine, aktif bir gayret göstererek farkındalık düzeyini yükseltmek demektir Somut bir örnek olarak Anadolu şairimiz Yunus Emre’den bir şiir aktarmak istiyorum
Ben burda seyreder iken, acep sırra erdim Ahi
Bir siz dahi görün, Dostu bende gördüm Ahi
Bende baktım bende gördüm, benim ile ben olanı
Suretime can verenin kim idüğün bildim Ahi
Ben isteyip buldum onu, ol ben ise ya ben hani,
Seçemezem ondan beni, bir kez ol oldum Ahi
Yunus kim öldürür seni, veren alır yine cânı,
Bu canlara hükmedeni, kim olduğun bildim Ahi
Yunus Emre aktif bir gayret içinde “Ben isteyip buldum onu” diyor ve Dost’u kendinde görüyor Ancak Dost kendisi ile birleşince kendi benliği de kayboluyor “Ol ben ise ya ben hani” derken kendi benliğini kaybettiğini, arayıp bulamadığını belirtiyor Ardından da gizli simetriye ulaşmış olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Seçemezem ondan beni, bir kez ol oldum Ahi” İnsandaki gizli simetrinin canda değil ruhta olduğunu ise son mısralarında belirtiyor “Yunus kim öldürür seni” derken “Yunus senin ruhun ölümsüzdür” demek istiyor ve ölümle ruhun değil canın öleceğini “veren alır gine canı” sözleriyle ifade ediyor
İnsan bilincinin daha üst bir seviyeye çıkmasına ‘Kozmik Bilinç’ denmektedir Kozmik bilince ulaşan insanlarda dürüstlük, olgun bir kişilik ve ileri bir sezgi gücü gelişir Sezgisel olarak ulaşılan hakikatlere tereddütsüz bir güven vardır Sufiler bu türden bir bilgiye ‘İlm-i-Yakin’ demişlerdir Bu bilgide şüphe, tereddüt ve güvensizlik yoktur Zira gözlenen bir gerçek değil bizzat yaşanıp paylaşılan bir gerçek söz konusudur Ancak böylesine bütünsel bir gerçeği dile getirmek ve kavramlarla ifade etmek de pek mümkün değildir Bu bakımdan Kozmik Bilince sahip kişiler kendi gerçeklerini sanatın yardımıyla ifade ederler Sanatta yaradılışın estetiğini yansıtmak mümkündür
|
|
|