|  | Yaradılışın Estetiği |  | 
|  08-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Yaradılışın EstetiğiEski dönemlerden beri insan yaradılış hakkında sorular sormuş bu konuda pek çok düşünceler üretilmiştir  Son                    bir iki asırdır tekniğin gelişmesiyle yeni aletler insanlığın                    hizmetine girmiştir  Bu aletlerden mikroskop en küçük mikro                    alemi, teleskop ise en büyük ve uzak makro alemi gözler önüne                    sermiştir  Eskiden sadece hayal edip gözümüzde                    canlandırdığımız oluşumlar, şimdi resmi çekilip bizlere                    sunulmaktadır  Karşılaştığımız görüntüler bizleri hayretten                    hayrete düşürmekte, evrende ne büyük bir düzen bulunduğu ve                    her yaratılmış olanın ne derece güzel olduğu anlaşılmaktadır  Güzellik, biliyorsunuz insandan insana ve kültürden kültüre değişir  Benim güzel bulduğumu siz bulmayabilirsiniz  Bir                    kültürün güzel dediğine diğer bir kültür çirkin diyebilir  Oysa ki                    ‘estetik’                    denince evrensel bir güzellikten                    ve her insanda, her kültürde aynı etkileri, aynı beğeni                    duygularını uyandıran bir güzellikten söz edilmektedir  Soyut                    ve düşünsel bir                    “estetik”                    kavramı çok eski dönemlerden                    beri ileri sürüle gelmiştir  Mesela Eflatun (Platon) estetik                    değerin insandan bağımsız bir ‘idea’ olduğu ve bunun soyut                    olarak var olduğunu ileri sürmüştür  Güzellik kavramında bir                    değer yargısı vardır  Oysaki estetik kavramında değer                    yargısından ziyada doğal bir yansıma vardır  Her insan için                    algılanabilir bir güzellik kavramıdır estetik  Eğer her insan                    estetiği kavrayabiliyorsa, demek ki yaradılıştan estetiği                    algılama ve özümseme yeteneğine sahiptir  İnsan doğa içinde var olan ve bulunduğu toplumun kültüründen etkilenen bir varlıktır  Güzellik her ne kadar zamana ve mekana bağımlı                    kültürel bir değer olsa da estetik denilen soyut kavramın dışa                    vurmuş halinden başka bir şey değildir  İster doğal isterse                    yapay olsun bir olguya güzel diyebilmemiz için mutlaka duyu                    organlarımızın filtresinden geçmesi gerekir  Bir resmi                    görmeden ona güzel diyemeyiz  Bir müziği duymadan ona güzel                    diyemeyiz  Şu halde estetik ile güzellik arasındaki temel fark                    estetiğin soyut, güzelliğin ise somut birer kavram olduğudur  Eğer birçok kişi estetik konusunda anlaşıyorsa bunun nedeni                    kendi yaradılışlarında bulunan bir estetik yapının zihinsel                    modellerine yansımış olmasından dolayıdır  Güzellik kavramı                    her ne kadar çevre ve toplum tarafından                      “ortak kültür”                    olarak insana işlenmiş olsa da estetik kavramının yaradılıştan                    gelen bir yapısı, bir özelliği de vardır  Şu halde evrensel                    bir yaklaşım yapmak istersek kültürler arası veya farklı                    kültürlerde ortak olan özelliği bulup çıkarmamız gerekir  Günümüzün kültürü bizi doğal olandan uzaklaştırmaktadır  Ancak, şuuru açık ve farkındalığı                    yüksek insanlar doğadaki her yaratıkta, canlı veya cansız,                    derin bir estetik bulunduğunu algılamaktadırlar  Kültürel                    değer yargılarından arınmış bu estetik anlayışının temelinde                    yatan ortak özellik nedir? Kısaca ifade etmek gerekirse her                    yaradılmış olanda bulunan temel özellik nedir? Bu özelliğe                     Simetri                    (bakışıklık)                    demek yerinde olur sanırım  Önce bakışıklığın bir tanımını                    yapayım  Eğer bir nesne veya olguya (fenomene), uygulanan                    herhangi bir etkinin sonucunda değişmeyen, aynı kalan, bir                    yapı varsa o yapıda gizli veya açık bir bakışıklık bulunması                    gerekir  Birçok bakışıklık açıktır, kolayca                    algılanabilir, ancak bazı tür bakışıklıklar gizli ve                    örtülüdür  Kolayca algılanamazlar  Açık bakışıklığa örnek kar                    kristalleridir    Genelde 6 uçlu olan kar                    kristallerinde 60 derecelik çevirme simetrisi vardır  Yani her                    60 derecelik çevirmeden sonra kristal gene eski halinde                    gözükür  Nadiren kar kristallerinde 30 derecelik bir simetri                    görülür  Kar kristallerinde herkesçe beğenilen estetik bir                    yapı olduğu kuşkusuzdur  Ayrıca insan tarafından değil, doğa tarafından estetik bir simetri içinde                    yaratılan ve süratle erimelerine rağmen her gördüğümüzde bizi                    hayran bırakan bu kar kristalleri, simetri ile güzellik                    arasındaki bağı açıkça ortaya koymaktadırlar  Bir diğer açık simetri güneş sistemi ile atom modeli arasındaki benzerliktir  Gezegenler güneşin etrafında periyodik yörüngelerde dolanırlar  Atomda da benzer şekilde elektronlar çekirdek etrafında dönerler  Yani en küçük oluşum ile en büyük oluşumlardan biri olan güneş sisteminde benzer bir yapı bulunmaktadır  Dönme hareketine rağmen her ikisinde değişmeyen, aynı olan, bir yapı vardır  Bu bakımdan atom ile güneş sistemi simetriktirler  Her iki sistemin en bariz özelliği her ikisinde de dönme hareketinin bulunuşudur  Solda bir galaksi ve sağda atom modelini görmekteyiz     | 
|   | 
|  | 
|  | Yaradılışın Estetiği |  | 
|  08-21-2012 | #2 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Yaradılışın EstetiğiSadece güneş sistemi değil, içinde binlerce güneş sistemi bulunduran galaksiler de dönme hareketi içerirler  Aynı dönme simetrisini galaksilerde de bulmaktayız  Galaksilerdeki madde miktarının hesabı yapılabilmektedir  Bu hesap sonunda galaksiyi bir arada dağılmadan tutacak madde miktarının bulunmadığı sonucu ortaya çıkmıştır  Ya merkezde bizim göremediğimiz ‘kara delik’   adını verdiğimiz bir ölü yıldız olmalıdır veya başka bir kuvvettin iş başında olması gerekir  Bu başka kuvveti oluşturan maddeye bilim adamları                    ‘karanlık                    madde’ adını takmışlardır  Karanlık madde kara delik değildir  Zira ‘kara delik’ den farklı bir yapıda olduğu sanılmaktadır  Maddenin görünen kısmı çekici özelliğe sahiptir  “Gravitasyon”   adı verilmiş olan her maddede bulunan çekici kuvveti hepimiz biliyoruz  Fakat, bir de görünmeyen madde vardır ki ona “Karanlık madde” denmektedir  Karanlık madde doğrudan görülmese de dolaylı olarak haritası çıkarılmıştır  Karanlık maddenin önemli bir özelliği itici oluşudur  Yani, anti-gravitasyon diyebileceğimiz itici bir kuvvet içermektedir  Bir bakıma evrenin iskeleti de denebilir  Çünkü, karanlık madde sayesinde evren genişlemekte ve karanlık madde sayesinde galaksiler bir araya toplanıp büyük bir kütle oluşmaları engellenmektedir  Gökte gördüğümüz bu yıldızlar, ki her biri milyonlarca yıldız içeren gök adalarıdır, serpiştirilmiş olarak görülüyorlarsa karanlık madde sayesindedir  Bu görülen resim “Gravitasyon mercek” denilen özellik sayesinde oluşturulmuştur  Resim göğün sadece belli bir bölgesini içermektedir  Şu halde evrendeki düzenli yapıyı oluşturan simetrik ve gizli bir yapı bulunmaktadır  Her boyutta ve her bölgede bu gizli simetri mevcuttur  Ancak, düzgün bir çizgisellik içeren simetri kendi üzerine dönerek çoğaldığında karmaşa ortaya çıkmaktadır  Demek ki, Kozmostan Kaosa ve Kaostan Kozmosa sürekli bir geçiş bulunmaktadır  Eğer bu geçiş olmasa ne çeşitlilik ne de gelişim olabilirdi    Evrendeki bu simetriyi veya                    bakışıklığı ilk görüp yaşama uygulayan                                       Mevlana Celaleddin                    Rumi olmuştur  Türkistan'ın Belh şehrinde doğup (1207-1273) Konya’ya göç etmiş olan Mevlana hem şiir söylüyor hem de müzik eşliğinde dönerek dans ediyordu  Sema denilen bu dönüşte Mevlana ilahi simetriyi yansıtarak, tüm evrende en temel hareketin dönme hareketi olduğunu sezgisel olarak göstermiştir  Mevlevilikte hem müzik, hem şiir hem, de dans vardır ama hepsi de ilahi iletişim kurmak ve Hak’tan aldığını halka vermek içindir  Sema ayininde dönen dervişler gezegenleri, yerinde sabit kalan şeyh ise güneşi simgeler  Sema ayini adeta evrendeki simetrinin yer yüzündeki yansıması gibidir  Bu simetriye ezoterik bir açıklama yapmak gerekirse şöyle diyebiliriz: “Aşağısı yukarıya, yukarısı                    aşağıya benzer  ” Yani yaradılış tek bir prensipten, tek bir kavramdan kaynaklanmıştır  Diğer tüm yaratıklar o tek prensibin bir tekrarı bir yansıması gibidir  Bu yaradılış olgusunu suya düşen bir taşın oluşturduğu dalgalara benzetebiliriz  Nasıl ki suya düşen taştan oluşan dalgalar halka halka hep aynı yapıda fakat farklı büyüklükte iseler, aynı şekilde her yaradılmış olan aynı özelliklere sahiptir  Sadece büyüklük farkları vardır  Ancak, temelde çok büyük bir simetri, çok büyük bir benzeşme vardır  Bize parça gibi görünen, aslında bütünün tüm özelliklerini taşıyan ve onun bilgisini içeren bir oluşumdur   Mevlana insanlar arasındaki etkileşim ile insan ile yaradan arsındaki etkileşim arasında bir simetri olduğunu görmüştür  Mevlana                      “Evrende her varlığı bir arada tutan ve aralarındaki ilişkilerin temelini oluşturan Aşk’tır demiştir  ” Bu aşk maddi bir bedensel istekten doğmaz  Tamamen ruhun bir özelliğidir  Mevlana'ya şiir yazdırtan, sema yaptıran ve ney çaldıran bu aşktır  Onu anlayabilmek için ruhsal enerjiyi güçlendirmek gerekir  Genelde Mevlana’nın anlaşılamamış olmasının nedeni insanların ruh enerjilerini kullanmak istememelerinden dolayıdır   Her insanda ruh vardır  Dış şartlar ne olursa olsun insan ruhu değişmez  Dingindir ve durudur  Sufilerin bir sözü vardır:                    “İnsanda Tanrısal sırlar gizlidir  Bu nedenle kendini bilen Rabbini bilir” sözü en küçük birimin dahi bütündeki tüm bilgileri içerdiğini kast etmektedir  Evrendeki bu gizli simetriye sahip olup onu yaşayabilmek için, bu simetriyi kırmadan bütünsel olarak algılamak gerekir  Evrensel simetriyi kırmadan algılamak demek o anı akıl ve mantık yürütmeden, çevremize nesnel olarak bakmadan global olarak algılamak demektir  Kendimize bir nesne olarak baktığımız sürece kendimizi anlayamayız  Sadece kendimize değil topluma, dünyaya hatta evrene dahi bu şekilde tümel (parçalara ayırmadan) bakabilmeliyiz  Bu yeteneği geliştirmekte meditasyonun büyük yadımı vardır  Meditasyon bir sabır denemesidir  Durumu olduğu gibi kabullenmek, ruhsal kanalın açılmasını teslimiyet içinde beklemek gerekir  Kabul ve teslimiyeti pasif bir tembellik değildir  Aksine, aktif bir gayret göstererek farkındalık düzeyini yükseltmek demektir  Somut bir örnek olarak Anadolu şairimiz Yunus Emre’den bir şiir aktarmak istiyorum  Ben burda seyreder iken, acep sırra erdim Ahi Bir siz dahi görün, Dostu bende gördüm Ahi  Bende baktım bende gördüm, benim ile ben olanı Suretime can verenin kim idüğün bildim Ahi  Ben isteyip buldum onu, ol ben ise ya ben hani, Seçemezem ondan beni, bir kez ol oldum Ahi  Yunus kim öldürür seni, veren alır yine cânı, Bu canlara hükmedeni, kim olduğun bildim Ahi  Yunus Emre aktif bir gayret içinde “Ben isteyip buldum onu” diyor ve Dost’u kendinde görüyor  Ancak Dost kendisi ile birleşince kendi benliği de kayboluyor  “Ol ben ise ya ben hani” derken kendi benliğini kaybettiğini, arayıp bulamadığını belirtiyor  Ardından da gizli simetriye ulaşmış olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Seçemezem ondan beni, bir kez                    ol oldum Ahi”  İnsandaki gizli simetrinin canda değil                    ruhta olduğunu ise son mısralarında belirtiyor  “Yunus                    kim öldürür seni” derken “Yunus senin ruhun ölümsüzdür” demek istiyor ve ölümle ruhun değil canın öleceğini “veren alır gine canı” sözleriyle ifade ediyor  İnsan bilincinin daha üst bir seviyeye çıkmasına ‘Kozmik Bilinç’ denmektedir  Kozmik bilince ulaşan insanlarda dürüstlük, olgun bir kişilik ve ileri bir sezgi gücü gelişir  Sezgisel olarak ulaşılan hakikatlere tereddütsüz bir güven vardır  Sufiler bu türden bir bilgiye ‘İlm-i-Yakin’  demişlerdir  Bu bilgide şüphe, tereddüt ve güvensizlik yoktur  Zira gözlenen bir gerçek değil bizzat yaşanıp paylaşılan bir gerçek söz konusudur  Ancak böylesine bütünsel bir gerçeği dile getirmek ve kavramlarla ifade etmek de pek mümkün değildir  Bu bakımdan Kozmik Bilince sahip kişiler kendi gerçeklerini sanatın yardımıyla ifade ederler  Sanatta yaradılışın estetiğini yansıtmak mümkündür   | 
|   | 
|  | 
|  |